KONA, Gamze Güngörmüş (2004). Azerbaycan Devlet Üniversitesi tarafından yayınlanan süreli akademik dergi “Medeniyet Dünyası“ ında yayınlanan makale, Medeniyet Dünyası IX, ss.145-158, Bakü, 2004.
Dr.Gamze Güngörmüş Kona
GELECEĞİN KRİZ BÖLGELERİ, TÜRKİYE’NİN GÜVENLİĞİNE OLASI ETKİLERİ VE TÜRKİYE’NİN GELİŞTİRMESİ GEREKEN STRATEJİLER
Özet
1991 yılında SSCB’nin yıkılması ile farklı bir yapılanmaya giren uluslararası ilişkiler sistemi ABD’nin Irak operasyonu ve Saddam’ın devrilmesi ile birlikte kısa bir zaman sonra yeniden bir dönüm noktasına gelmiştir. Henüz bütün bölgeler kapsamında belirsizliğini koruyan gelişme ve ilişkiler şu aşamada ancak tahmin yürütülebilir özelliğe sahiptir. Bu nedenle, bu makale kapsamında dünya genelinde gelecekte ortaya çıkması muhtemel kriz bölgeleri, krize maruz kalacak olası ülkeler, Türkiye’ye olası yansımaları ve Türkiye’nin geliştirmesi gereken stratejiler ‘öngörü’ yaklaşımı temel alınarak tartışılmıştır.
Anahtar Kelimeler: Kriz bölgeleri, öngörü, strateji, olasılık, tahmin
Abstract
International relations system, which appeared as a new structure after the dissolution of the Soviet Union in 1991, has come to a turning point following the Iraq operation of the U.S. and the collapse of Saddam power in 2003. The developments and relations keeping their uncertainty in all regions bear the feature of predictability. For this reason, with in the content of this article; potential crisis regions, the probable states to be subjected to crisis, probable impact of crisis on Turkey and the necessary strategies that should be developed by Turkish officials in the future have been disscussed depending on ‘prediction’ approach.
Key Words: Crisis regions, foreseeing, strategy, probability, prediction
Giriş
1991 yılında Sovyetler Birliği’nin yıkılmasının ardından uluslararası ilişkiler sisteminde, Soğuk Savaş döneminde devletlerin dış politikalarını belirleyen temel unsurların köklü bir değişime uğradığını açıklıkla görmüştük. Yeni beliren ilişkileri yönlendirmeye başlayan faktörler bölgeler ve devletler bazında henüz tam anlamıyla özümsenmeden, oturmayan dengeleri yeniden bozan bir dizi oluşumla karşılaştık. Uluslararası terörle mücadele kapsamında öncelikle Afganistan daha sonra ise Irak’a düzenlenen operasyonlar, Irak’ta Saddam rejiminin devrilmesi, demokratik olmayan tüm rejimlerin demokratikleştirileceğinin ABD tarafından sıklıkla telaffuz edilmeye başlanması öncelikle Orta Doğu bölgesinde yer alan devletler genelinde huzursuzluğa neden olmuştur. Bu huzursuzluğun farklı bölgelerde başka devletlere yönelik olası ABD operasyonları neticesinde daha da artacağı kuvvetle muhtemeldir. ABD’nin sistemleri demokratikleştirme, toplumları özgürleştirme hedefine dayalı olarak başlattığı bu girişimin Orta Doğu bölgesindeki devletlerle sınırlı kalmayacağı açıktır. Orta Doğu genelinde ABD karşıtlığından kaynaklanan mevcut karmaşanın, ABD’nin demokratikleştirme ve özgürleştirme adına başlatacağı diğer operasyonlara paralel olarak artacağı kesindir. Bu noktadan hareketle; gelecek dönemlerde bazı bölgelerde krizler yaşanacağı, bazı devletlerin bu krizlere maruz kalacağı, Türkiye'nin bu krizlerden etkilenme olasılığının yüksek olacağı ve bu nedenle Türkiye’nin şimdiden olası kriz bölgelerinden en alt düzeyde etkilenmesini sağlayacak stratejiler geliştirmesi gerektiği belirtilmelidir. Makale kapsamında olası kriz bölgeleri incelenmeden önce krizlere neden olabilecek genel ve bölgesel unsurlar açıklanacaktır.
1. Krizlere neden olabilecek genel unsurlar
Krizler potansiyel uyarıcıları en çabuk ve kuvvetli bir biçimde değerlendirebilen olgulardır. Dünya genelinde hangi bölge olursa olsun kriz hep vardır. Ancak krizlerin aktive edilmesi için belli bir takım itici-uyarıcı güçlerin uygun ortamlarda güç kazanması gerekmektedir. Krizlerin aktivasyonu ancak bu türden uygun ortamlarda, uyarıcıların güçlü olduğu şartlarda gerçekleşir. Krizlerin tırmanmasını kolaylaştıran ve aktif duruma getiren genel unsurlar şu şekilde sıralanabilir: Uluslararası hukuk kural ve normlarının eksikliği, yokluğu, yeterince uygulanamaması; Uluslararası sistemdeki arabulucuların yetersizliği ya da arabuluculuk misyonunu kendi ulusal menfaatleri adına kullanmayı tercih etmeleri; Demokratik olmayan rejim ve yönetimler; Hükümetlerin zaaf ve zafiyetleri; Ekonomik refah düzeyinin düşük olması; İç istikrarın kolayca zedelenebilir nitelikte olması; Politik katılım ve politik kültürün istenen düzeye erişememesi; Ülke sınırlarına ilişkin karmaşanın yoğunluğu; Otorite bölünmüşlüğü; Stratejik coğrafi konum; Çok dilli, çok kökenli, çok kültürlü etnik yapı; Siyasal rejime ve hükümete aidiyet hissetmeyen toplulukların çokluğu ve bunun karşısında yönetimlerin baskıcı tutumu; Yer altı ve yer üstü kaynaklarının ekonomik ve siyasal hareket alanlarını genişletmek isteyen dış ülkelerin dikkatlerini çekecek denli fazla olması; Ulusal değerlere sahip çıkan ve değerleri yüceltme taraftarı nitelikteki milliyetçilik değil de hırslı, hınçlı ve hırçın nitelikteki milliyetçilik.[1] Bu unsurların herhangi birinde ortaya çıkacak kontrolsüz bir güçlenme ya da bir tür kırılma; zaman, mekan ve koşul kollayan kriz olgusu için itici bir güç oluşturacak ve kriz kolaylıkla bir çatışmaya dönebilecektir.
Günümüzde özellikle Batılı strateji uzmanları ve bilim adamları tarafından olası kriz bölgeleri ve savaşlar üzerine yapılan çalışmaların sıklıkla Üçüncü Dünya Ülkeleri üzerinde yoğunlaştığını görmekteyiz. Ancak, risk taşıyan ve bu riskin krize dönüşmesini sağlayabilecek yegane topluluğun Üçüncü Dünya Devletleri olduğunu ifade etmek; küresel düzlemde meşruiyeti olan devletleri suçlamak ve sorgulamaktansa Üçüncü Dünya ülkelerini ve potansiyel suçlu gözüyle bakılan devletlerden destek aldığı öne sürülen terör gruplarını suçlamanın daha kolay ve tercih edilir olduğu anlamına gelecektir ki bu düşünce tarzı doğru değildir[2].
Bu nedenle, hemen her bir bölge ve devlette potansiyel risk uyarıcılarının bulunduğunu bu uyarıcıların bölge ve bölgelerde yer alan devletlerin siyasal, sosyal, kültürel özellikleri doğrultusunda ivme kazandıklarını ifade etmek gerekmektedir.
2. Gelecekte krizlere neden olabilecek mevcut bölgesel sorunlar
Bölgelerin sahip olduğu ekonomik, siyasal, askeri ve sosyal özelliklerin birbirinden farklılık taşımasından dolayı farklı bölgelerde o bölgelere özgü değişik uyarıcı unsurlar öne çıkmaktadır. Bu nedenle bu başlık altında Orta Doğu, Kafkasya, Orta Asya, Balkanlar, Uzak Doğu/Asya-Pasifik ve Doğu Akdeniz’de çatışmalara neden olabilecek bu bölgelere özgü unsurları açıklayacağız.
Orta Doğu
Demokratik olmayan rejimler ve otoriter liderler: Orta Doğu bölgesinde Türkiye ve İsrail dışında hiçbir devlette demokratik sistem örneğini göremiyoruz. Bu iki ülkenin dışında kalan ülkelerde otoriter ve totaliter rejimler ve baskıcı liderler bulunmaktadır. Cumhurbaşkanlığı ve Genelkurmay Başkanlığı yetkileri ile donatılmış olan ve genelde gücünü aşiretlerden alan hükümetler ve bu hükümetleri temsil eden liderler siyasi eliti oluşturmaktadır. Güçlerini İslami motiflerle donatan bu yönetimler ve liderler kendilerine karşı oluşturulabilecek herhangi bir girişimi engelleyebilmek amacı ile baskıcı ve otoriter tavrı tercih etmektedirler. Bu nedenlerle Orta Doğu ülkelerinin genelinde siyasal sisteme, mevcut yönetimlere ve iktidardaki liderlere yabancılaşmış toplulukların yasa dışı (genelde İslamcı) grup ve örgütlerin sayısı oldukça fazladır.
Dini ve Etnik çeşitlilik: Bilindiği üzere, bir ülkenin sahip olduğu etnik çeşitlilik o ülke için ne denli zenginleştirici bir unsur ise o denli de sorun yaratabilecek bir özelliktir. Orta Doğu bölgesinde yer alan ülkeler köken ve din itibarı ile gayet kozmopolit bir görünüm arz etmektedir ve bu yapı bölge genelinde ciddi sorunlara yol açmaktadır. Çünkü Orta Doğu’da görülen bu etnik ve dini farklılık bölgede bir kültürel havza yaratmak yerine katı siyasi kimlikler haline dönüşerek, bölgeyi bir jeo-kültürel parçalanma alanı haline getirmiştir. Bunun yanı sıra Orta Doğu halkları güçlerini kendilerini yöneten hükümetlerden almak yerine bağlı bulundukları etnik azınlıklardan ve dini gruplardan alarak parçalanma sürecini hızlandırmaktadırlar. Dini ve etnik farkların bir bunalım haline dönüşmesi ise gerek bölgesel gerekse küresel güçlerce derhal bölgeye ilişkin bir stratejik parametre olarak algılanmasına yol açmaktadır.
Dış güçler: Orta Doğu devletleri sahip oldukları petrol zenginliği ile her dönem bölge dışı devletlerin dikkatini bölgeye çevirmelerini sağlamışlardır. Bölgedeki bu stratejik unsurun kontrolünü ele geçirmek isteyen devletler Orta Doğu’da siyasi ve ekonomik nüfuz alanı yaratma yarışı içinde olmuşlardır. Bu durum ise Orta Doğu genelinde Batılı devletler ve batılı değerlere karşı bir grubun doğmasına ve kırılmalara neden olmuştur.
Silahlanma: Orta Doğu bölgesinde büyük devletlerin büyük çabası sonucu silahlanma kontrolden çıkmış durumdadır. Bölgede çıkan krizlerin bir kısmı bir Orta Doğu ülkesinin bir diğerinin kendi ulusal güvenliğini tehdit eder düzeyde silahlandığı vurgusundan kaynaklanmaktadır.
Ekonomide görülen dengesizlik: Petrolden elde edilen gelirin büyük bir bölümünün ülkeyi yöneten liderlere ve liderleri destekleyen aşiretlere aktarılmasından dolayı sıradan halk ile yönetici siyasi elit arasında refah düzeyi açısından büyük farklar bulunmaktadır.
İsrail’in varlığı: İsrail gibi bir devletin Arap coğrafyasında yer alması bölge genelinde hem bu devlete hem de bu devleti destekleyen batılı devletlere karşı protesto uyandırmaktadır. İsrail-Filistin gerginliği ise bölgedeki kutuplaşmayı yoğunlaştırmaktadır.
Bölgesel kutuplaşma: Bölgede batılı devletler ile iyi ilişkiler geliştirmeyi kendi ulusal güvenlikleri adına olmazsa olmaz olarak kabul eden bir grup devlet ile bu devletleri batılı devletlerin işbirlikçisi olarak yorumlayan devletler arasında hırçın bir kutuplaşma mevcuttur.
Bölgesel işbirliği eksikliği: Bu güne dek hiçbir Orta Doğu devleti ekonomik, siyasal, askeri ya da sosyal sorunu işbirliği geliştirerek çözme yoluna gitmemiştir. Belli dönemlerde başlatılan işbirliği girişimleri ise sonuç vermemiştir.
İç istikrarın yokluğu: Orta Doğu bölgesinde yer alan devletlerin hemen tümünde dinsel ya da etnik kökenli çatışmalar mevcuttur.
Bölgede yer alan devletlerin diğer komşu devletler ile sınır ihtilafları: Orta Doğu bölgesi yabancı devletlerin kendi arzuları doğrultusunda çizdiği yapay sınırlara sahiptir. Bu durum ise devletler arasında bitmeyen sınır ihtilaflarına neden olmaktadır.
Orta Asya
Krizlere elverişlilik açısından Orta Asya da aynen Orta Doğu gibi büyük bir potansiyel taşımaktadır. Bu bölgeyi krizlere elverişli duruma getiren unsurlar aşağıdaki başlıklar altında toplanabilir.
Olgunlaşmamış siyasi kültür,
SSCB yapılanmasında görülen otoriter ve totaliter rejimler,
Orta Asya siyasi liderlerinin pek çoğunun SSCB dönemi Komünist Parti oluşumundan geliyor olmaları ve bu nedenle de demokrasiden uzak, otoriter siyasi tavır almaları,
Bağımsızlığın kazanılmasından sonra sahip olunan din, dil, bayrak, toprak gibi değerlere fazla vurgu yapılarak İslami değerlerin ve milliyetçi unsurların zararlı düzeyde yükselişe geçmesi ve bu iki unsurun demokrasinin önünde ciddi birer engel oluşturması,
SSCB’nin dağılmasından sonra bağımsız devlet kimliği kazanan Orta Asya cumhuriyetleri üzerinde Rusya Federasyonu’nun nüfuz alanı yaratma çabası ve Rus baskısı,
Bölgenin petrol ve doğal gaz kaynakları üzerinde Rusya Federasyonu, Batılı devletlerin mücadelesi,
Liberal ekonomik yapının kurum ve kurallarını geliştirme aşamasında maddi kaynak ve bilgi eksiği,
Demokratik sistemin kurum ve kurallarını yapılandırma aşamasında tecrübe eksiği,
Rusya Federasyonu, ABD, İngiltere, Fransa, Türkiye, İran, İsrail gibi devletlerin Orta Asya bölgesindeki güç mücadelesi,
Bazı Orta Asya ülkelerinin siyasi, ekonomik, askeri ve sosyal açılardan Rusya Federasyonu’nu bir güvenlik garantörü olarak görmelerinden dolayı Rusya’ya yakınlaşma çabaları.
Kafkasya
Bölgesel sorunlar ve bu sorunların krizlere dönüşme potansiyeli açısından Kafkasya Orta Asya bölgesi ile büyük benzerlikler sergilemektedir. Ancak Kafkasya Orta Asya bölgesine ek olarak krize dönüşebilecek şu fazladan unsurlara sahiptir.
Kuzey Kafkasya’yı oluşturan devletlerin siyasal ve iktisadi açılardan büyük ölçüde Rus etkinliği altında bulunmaları,
Rus etkinliğinden korunmak isteyen Güney Kafkasya bölgesindeki Gürcistan’ın siyasi bütünlüğünü silecek olan ayrılıkçı hareketlerin (Acaristan, Güney Osetya, Abhazya) Rusya tarafından desteklenmesi,
ABD ve Rusya Federasyonu’nu dengede tutmak isteyen ve bu nedenle Rusya karşısında kararlı bir tutum sergilemekten kaçınan Azerbaycan’ın Rusya’nın Güney Kafkasya’ya ilişkin arzusunun gerçekleşmesini kolaylaştırması,
Azeri-Ermeni çatışması,
ABD, Fransa ve Rusya Federasyonu tarafından Ermenistan’a verilen desteğin Güney Kafkasya dengelerini kırılgan duruma getirmesi.
Balkanlar
Balkanlarda da Orta Doğu ve Orta Asya bölgelerinde olduğu gibi kriz ortamlarını elverişli duruma getiren bazı itici faktörler bulunmaktadır.
Etnik ve dini çeşitliliğin körüklediği çatışmalar,
Eski Yugoslavya Cumhuriyeti’ni oluşturan yeni bağımsız devletler arasında etnik ve dini çatışma potansiyelinin yüksek oluşu,
Avrupa ile sınır oluşturan devletler üzerinde AB’nin, özellikle Almanya’nın etkinlik kurma ve artırma girişimleri,
Tarihsel ve dini nedenlerle Balkanlardaki Slav unsurları arka bahçesi olarak yorumlayan ve bu nedenle her dönem Slav kökenli Balkan devletleri üzerinde etkinlik kurmak isteyen Rusya Federasyonu.
Doğu Akdeniz
Doğu Akdeniz’de mevcut ortamı krize dönüştürebilecek yegane unsur olarak Kıbrıs adası dikkat çekmektedir. Bu bağlamda, Doğu Akdeniz’de kriz yaratabilecek unsurlar şu şekilde sıralanabilir.
Kıbrıs Cumhuriyetini temsilen Güney Kıbrıs Rum yönetiminin AB’ne tam üye olarak kabulü,
Yunanistan ve Türkiye arasında Kıbrıs’a ilişkin uyuşmazlıklar,
Kıbrıs’ın; Orta Doğu’nun tüm limanlarını kontrol edebilen, Orta Doğu bölgesinin savunmasını kolaylaştıran, Türkiye’nin güvenliği için bir tür kalkan vazifesi üstlenen doğal coğrafi konumu ve konumdan kaynaklanan jeostratejik önemi,
Kıbrıs’ın; Karadeniz ve Boğazlar üzerinden sıcak denizlere inme isteği devam eden Rusya için farklı bir coğrafi ayrıcalık tanıyabilecek özellik arz etmesi,
Kıbrıs meselesine ilişkin olarak uluslararası platformlarda herhangi bir resmi sıfatı bulunmayan ABD’nin Kıbrıs sorununun BM gündemine taşındığı tarihten bu yana her aşamada bizzat meseleyi yönlendirici unsur olarak belirmesi.
Uzak Doğu ve Asya-Pasifik Ekseni
Uzak Doğu ve Asya-Pasifik ekseninde ileride krize yol açabilecek sorunlar şu şekilde sıralanabilir.
Çin’e bağlı Doğu Türkistan’da ayrılıkçı taleplerin sıklıkla yinelenmesi,
Çin’in Tayvan üzerinde hak iddia etmesi,
Güney Kore – Kuzey Kore potansiyel çatışması,
Bölgede Japonya-ABD rekabeti,
Çin, Hindistan, Kuzey Kore, Güney Kore, Tayvan ve Malezya’nın sürekli silahlanması (ABD ve Nato’nun savunma harcamaları 2000 yılı itibarı ile yaklaşık üçte birlik bir düşüş göstermiş olmasına rağmen Asya-Pasifik bölgesinde yer alan ülkelerin savunma harcamaları iki kat artmıştır),
Asya-Pasifik ekseninde ekonomik etkinliği daha yoğun olan AB’nin aynı bölgede ekonomik olarak güçlenmeyi arzulayan ABD’ye yönelik hoşnutsuz tavrı,
ABD’nin NAFTA ile yetinmeyerek APEC’i de ele geçirme teşebbüslerinin Asya-Pasifik’te yer alan ülkelerce tedirginlikle karşılanması,
Çin-Rusya yakınlaşmasının ABD’de kaygı uyandırması,
Hindistan’ın Burma üzerindeki hak iddiasının Çin tarafından kaygıyla karşılanması,
Burma’da uzun bir demiryolu inşa eden ve Burma’daki Rangoon limanından denize açılmayı tasarlayan Çin’in bölge ülkeleri için tedirginlik yaratması.
3. Gelecekte karşılaşılması muhtemel krizler
Yukarıdaki bölümlerde Orta Doğu, Orta Asya, Kafkasya, Balkanlar, Doğu Akdeniz, Uzak Doğu ve Asya-Pasifik bölgelerinde gelecekte krize dönüşme olasılığı yüksek mevcut sorunları aktardık. Bu başlık altında ise bu bölgeler bazında gelecekte karşılaşılması muhtemel krizleri açıklayacağız.
Orta Doğu
Ürdün nehri havzasında bulunan su kaynaklarının paylaşımının; bu havzayı çevreleyen, etnik, dini ve milli unsurları büyük farklılıklar arz eden toplum ve devletler arasında bölgesel bir soruna dönüşmesi ve bu sorunun geniş çaplı bir çatışmaya dönüşmesi[3],
Kuzey Irak’ta bir Kürt devletinin kurulması ve bu devletin siyasi nüfuz genişletme çabası içine girmesi, Bu girişimin Sünni Araplar, Şii Araplar, Türkler ve Kürtler arasında bölgesel bir savaşa yol açması,
Türkiye’de ayrılıkçı Kürt hareketlerinin ivme kazanması,
İsrail-Kürt devleti stratejik ortaklığı ve İsrail devletinin kendisine karşı olan Arap devletlerine yaptırımları,
İsrail’in Filistin’i işgali ve göçe zorlanan Filistin halkı,
ABD’nin diplomatik girişimlerine karşın İsrail’in Suriye, Mısır ve İran’a askeri harekat başlatması[4],
Suriye ve İran’a ABD müdahalesi ve İran-ABD sıcak çatışması,
ABD’yi destekleyen Orta Doğu ülkeleri ile ABD karşıtı Orta Doğu ülkeleri arasında ideolojik kutuplaşma,
ABD’nin Suudi Arabistan operasyonu, bu ülkede rejim değişikliği ve Suudi petrolünün ABD kontrolüne geçişi,
Orta Doğu’da büyük ekonomik yatırımları bulunan Japonya’nın ABD ile çıkar uyuşmazlığına girmesi,
Rusya’nın kendisi için büyük bir önem arz eden Orta Doğu coğrafyasında ABD’ye karşı cephe alıp, müttefik edinme çabası içine girmesi.
Orta Asya
İslami radikalizmin ABD desteği ile bölgede bilinçli bir biçimde yükselmesi,
Ardından Orta Asya’yı İslami radikalizmden kurtarmak ve demokrasiyi yapılandırmak isteyen ABD’nin bölge devlerine fiili müdahalesi,
Arka bahçesinin ABD kontrolüne girmesini engellemek isteyen Rusya’nın Orta Asya bölgesinde ABD ile rekabeti,
Orta Asya petrol ve doğal gazının ABD ve Rusya Federasyonu arasında paylaşımı,
İran, Suudi Arabistan, Pakistan ve Afganistan’ın Orta Asya’ya yönelik olası girişimlerini en baştan engellemek isteyen Rusya ve radikal İslam’la 11 Eylül’den sonra ciddi biçimde mücadeleye giren ABD’nin; ortak çıkarları adına, Tacikistan’a saldırısı,
Batılı değerlere ve Batılılarca başlatılacak girişimlere karşı koymak amacıyla Orta Asya halklarının radikal İslami örgütlere destek vermeye başlaması ve dinsel nitelikli terörün Orta Asya genelinde hakim duruma gelmesi.
Kafkasya
Abhazya, Güney Osetya ve Acaristan’ın Rusya Federasyonu güdümüne girerek Gürcistan’ın toprak ve siyasi bütünlüğünü kaybetmesi,
Azerbaycan’ın Ermenistan ile mevcut siyasal sorunlarının halli için Rusya Federasyonu’ndan destek talepleri ve Güney Kafkasya’nın Rusya’nın güdümüne girmesi,
Güney Kafkasya petrolünün ABD-Rusya Federasyonu arasında paylaşımı,
Kuzey Kafkasya’da tam hakimiyet kurmak için bu bölgede yer alan devletlere Rusya’nın fiili müdahalesi,
Rusya’nın Çeçenistan’ı ilhakı.
Balkanlar
Yugoslavya Federasyonu’nu oluşturan devletler arasında etnik ve dini kökenli kanlı savaşlar,
AB ve özelde Almanya’nın Balkanlarda nüfuz genişletme girişimleri ve bu girişimin Rus tepkisi ile karşılaşması,
Rusya Federasyonu’nun Slavizmi kullanarak Balkanlarda Slav kökenli ulus ve devletleri siyasi nüfuz alanına dahil etme çabası, Balkanları Orta Doğu savunması için doğal üslerden biri olarak gören ABD’nin Rusya’nın bu girişimine tavır alması ve bölgede ABD-Rusya gerginliği,
ABD’nin; AB ve RF’nun Balkanlarda siyasal ve ekonomik nüfuzlarını genişletme girişimleri karşısında “Sovyetler Birliği’ne karşı Afgan mücahitleri ve eski Yugoslavya’da Kosova Kurtuluş Ordusu gibi terörist organizasyonları eğittiği ve desteklediği”[5] gibi yine aynı bölgede benzer faaliyetlerde bulunması ve bunun neticesinde Balkanların karışması.
Uzak Doğu ve Asya-Pasifik ekseni
Bölgede ABD-AB ekonomik rekabetinin artması,
ABD-Japonya arasındaki gerginliğin ABD’nin Orta Doğu’dan sonra Uzak Doğu/ Asya-Pasifik bölgesine de uzanması ile şiddetlenmesi,
Pekin’deki otokrasinin, Çin’in Tayvan ve Güney Çin Denizi’ne askeri operasyona eğilimli olmasının, ordunun Çin’in milli kimliği ve güvenlik politikalarının şekillendirmede istekli oluşunun, Çin’in Doğu Asya ve Pasifik’te mevcut ABD nüfuzunu ortadan kaldırmak istemesinin Çin’i ABD’nin bir numaralı stratejik rakibi durumuna getirmesi ve ABD’nin bu büyük güçle savaşı göze alır hale gelmesi[6] Çin-Rusya ilişkilerinin gelişmesi, ABD-Çin gerginliğinin artması,
Çin-Rusya Federasyonu-Kuzey Kore-Hindistan ortaklığı karşısında ABD’nin bölgeden çekilmek zorunda kalması ve bölgede bu dörtlünün çıkar mücadelesine başlaması,
Çin destekli Kuzey Kore ile ABD destekli Güney Kore arasında savaş,
Bölgenin ABD-Avustralya-AB-Japonya-Çin arasında ekonomik güç mücadelesine dönüşmesi ve bunun siyasal güç mücadelesine uzanması.
Doğu Akdeniz
Kıbrıs meselesine ilişkin olarak ABD-Rusya rekabeti,
Kıbrıs meselesine ilişkin olarak AB-Rusya Federasyonu çatışması,
AB’ne tam üye olarak kabul edilen Kıbrıs’ın Rumların vasıtası ile AB nezdinde Türkiye’yi ilgilendiren hususlarda Yunanistan ile birlikte veto hakkını kullanması ve bu aşamada Türkiye karşıtlığı,
Türk-Yunan ilişkilerinin gerginleşmesi,
Kıbrıs’ın AB tam üyeliğini takiben Yunanistan’ın Türkiye ile mevcut sorunlarda daha fazla hak ve ayrıcalık talep etmesi ve Türkiye’nin karşıtlığı,
Ada’da askeri üs edinmek isteyen ABD’nin İngiltere ile çıkar çatışmasına girmesi.
Afrika
Burundi, Angola, Sierra Leone, Etyopya, Eritre ve Kongo’daki mevcut krizlerin iç savaşa dönüşmesi[7],
Afrika kıtasında radikal İslamın yükselmesi,
ABD’nin bu kıtadaki islami grupların etkinliğini yok etmek adına fiili müdahalesi,
Etnik ve dinsel çatışmaların artması,
Afrika’da yer alan maden potansiyelinin el değiştirmesi.
AB-ABD
AB ile ABD arasında 1995 yılından itibaren belirginleşmeye başlayan görüş ayrılıklarının ABD’nin Irak’a düzenlediği operasyon ve bu operasyonu takiben devam ettireceği muhtemel girişimler[8] neticesinde AB üyesi ülkeler ile ABD arasındaki siyasal, sosyal ve askeri konulardaki kopuşun hızlanması,
ABD’nin AB’nin Balkanlarda girişeceği olası operasyonları dikkate alarak Birliğin Avrupa kıtasında siyasal, sosyal ve askeri açılardan güçlenmesini engellemek için girişimlerde bulunması,
ABD’nin AB’nin genişleme ve derinleşme politikalarına hız vermesini teşvik ederek, Birliğin gücünü içeride yaratacağı kırılmalarla yıpratması,
Avrupa ve Balkanlarda AB geri çekilişini takiben güç boşluğunun doğması ve bu boşluğun ABD tarafından doldurulmaya başlaması.
AB
AB’nin kendi bünyesinde gerçekleştirmeye çalıştığı kontrolsüz derinleşme ve genişleme girişimleri, otorite bölünmesi, ekonomik açıdan gerileme, üye ülkeler arasında görüş ayrılıkları gibi sebeplerle dağılması,
Birliğin; İngiltere, Fransa ve Almanya’nın kendi aralarındaki çıkar ve güç çatışması sonucu dağılması,
Bu dağılmanın ardından Orta Avrupa ve Balkanlarda bir güç boşluğu doğması,
Bu güç boşluğunun ABD ve Rusya Federasyonu’nun bu iki bölgede girişimlere başlaması için elverişli bir ortam yaratması.
NATO
Kendisi için büyük önem arz eden Akdeniz, Kafkasya ve Baltıklar gibi kritik bölgelerde yer alan devletler üzerinde ABD’nin Nato vasıtasıyla etkinliğini artırması ve bu bölgelerde istediği şekilde faaliyette bulunması,
Balkanlar ve Avrupa’da güçlenmek isteyen AB’nin Nato genişlemesiyle hareket alanının daralması ve bu gelişme sonucunda AB-Nato (Almanya-ABD) sürtüşmesinin yaşanması,
Avrupa Güvenlik ve Savunma Kimliği’nin Nato karşısında önemli bir avantajı olarak kabul edilen ‘Alan Dışı Faaliyet Erki’ yeni dönemde Nato için de geçerlilik kazandığı için Nato’nun Avrupa’nın kendi sorumluluk alanına müdahale etmesinin kolaylaşması,
Genişleyen sorumluluk bölgesinde faaliyetlerini sürdürebilmek amacıyla Nato’nun bölgesel yapılanmasını ve komuta yapısını yeniden şekillendirmesi ve genişletmesi neticesinde adı geçen bölgelerde yer alan devletlerin potansiyel tepkilerinin artması ve bunun bölgesel bir huzursuzluğa dönüşmesi,
Çöken ABD yeni imparator Rusya
Kontrolsüz ve hırçın biçimde yükselen ve genişleyen, bu kontrolsüz genişleme ardından kendi siyasal, ekonomik ve askeri gücünü yitirmeye başlayan ve ortadan silinen her imparatorlukta olduğu gibi ABD’de ortadan kalkacak ya da kendi kıtasına çekilmek durumunda kalacaktır. Ancak ABD’nin bu çöküşü ya da kendi kıtasına çekilmesi, kapitalist değerlerin ortadan silinmesini de beraberinde getirecektir. Bu dönüşüm, ‘tarih tekerrürden ibarettir’ yorumuna paralel bir biçimde, komünist değerlerin ve komünist ideolojinin, dolayısı ile Rusya Federasyonu’nun yükselişi ile sonuçlanacaktır. Rusya’nın yeniden güçlü bir imparatorluk kurma sürecinde uluslararası sistem derin ve sancılı bir değişim geçirecektir.
4. Krizlerin Türkiye’ye olası etkileri
Bu başlık altında, değinilen bölgelerde ortaya çıkması muhtemel krizlerin Türkiye’ye olası etkileri tartışılacaktır.
Orta Doğu’daki olası krizlerin Türkiye’ye olası etkileri
Türkiye genelinde ayrılıkçı Kürt hareketinin ivme kazanması,
Türkiye’nin hem ABD’nin etkinliğini artırdığı devletlerle hem de Orta Doğu bölgesinde ABD destekçisi ülkelerle ekonomik ilişkilerini eski düzeyde tutamaması,
Su meselesinin Türkiye’ye karşı siyasi bir baskı aracı olarak kullanılması,
Bir büyük gücün etkinliğine giren Orta Doğu petrolünün Türk ekonomisini ciddi biçimde sarsması,
ABD’nin Türkiye’yi Orta Doğu politikalarında saf dışı bırakması,
Orta Doğu genelindeki karışıklığın ya da iç savaşın Türkiye’nin güvenliğini olumsuz yönde etkilemesi.
Orta Asya’daki olası krizlerin Türkiye’ye olası etkileri
Orta Asya petrol ve doğal gaz rezervlerinin ABD ve RF arasında paylaşımı ile birlikte Bakü-Tiflis -Ceyhan boru hattı projesi iptal edilecek, Türkiye’nin ekonomik kaybı büyük olacaktır,
Türkiye için önemli bir jeopolitik ve jeokültürel havza niteliği taşıyan Orta Asya bölgesinde yer alan devletlerle ilişkiler ciddi bir gerileme kaydedecektir,
Rusya Federasyonu aynen Soğuk Savaş döneminde olduğu gibi Türkiye’nin komşu coğrafyasında yeniden bir tehdit unsuru olarak belirecektir,
Türkiye’deki bazı radikal İslami gruplar Orta Asya bölgesinde ABD’nin kışkırtmaları neticesinde artan İslami hareketlerden çıkar sağlama yoluna gideceklerdir.
Kafkasya’daki olası krizlerin Türkiye’ye olası etkileri
Bünyesinde bulunan üç özerk cumhuriyetin Rusya Federasyonu’nun güdümüne girmesi ile siyasal birliğini ve toprak bütünlüğünü kaybedecek olan Gürcistan Türkiye’nin Orta Asya ile mevcut ulaşım yolunun kapanmasına neden olacaktır,
Türkiye’nin Rusya Federasyonu’yla arasında bir tampon bölge olma özelliği taşıyan Güney Kafkasya’nın Rusya’nın güdümüne girmesi Türkiye’nin Rusya Federasyonu’na ilişkin güvenlik kaygılarının artmasına neden olacaktır,
Güney Kafkasya’nın Rus güdümüne girmesi ve Azeri petrol/doğal gaz kaynaklarının ABD ve RF arasında paylaşımı Türkiye’yi siyasal açıdan olduğu kadar ekonomik açıdan da güç durumda bırakacaktır.
Balkanlardaki olası krizlerin Türkiye’ye olası etkileri
Yugoslavya Federasyonu’nu oluşturan devletler arasında kışkırtmalar neticesinde ortaya çıkacak olan etnik ve dini kökenli çatışmalar bu devletlerde yer alan Türk/Müslüman kökenli soydaşlarımızın hezimete uğramasına neden olacaktır,
Komşu coğrafyamızda meydana gelen Rusya’nın uyguladığı Slavlaştırma politikaları bu coğrafyada Rus etkinliğinde bir Slav-Ortodoks tehlikenin oluşumuna neden olacaktır. Diğer bir değişle, Rusya; Orta Asya ve Kafkasya’dan Balkanlara uzanan geniş bir coğrafyada etkinlik kurmuş olacaktır.
Uzak Doğu ve Asya-Pasifik eksenindeki olası krizlerin Türkiye’ye olası etkileri
Bu eksende ortaya çıkacak olan gelişmeler Türkiye’yi sadece RF, Çin bağlamında ilgilendirecektir. Asya-Pasifik bölgesinde ABD karşısında Çin ile ortaklık kuran Rusya bir bölgede daha gücünü artırmış olacaktır.
Doğu Akdeniz’deki olası krizlerin Türkiye’ye olası etkileri
Kıbrıs’ın AB’ne tam üyeliği ile Türkiye Kıbrıs üzerindeki garantörlük sıfatını yakın bir dönem içinde kaybedecektir,
Kıbrıs’ta Rum ve Yunan etkinliğinin tesisi ile bu ülkelerle kriz dönemlerinde Anadolu’nun güvenliği olası tehdit altında bulunacaktır,
Kıbrıs konusunda AB nezdinde Türkiye karşısında bu ayrıcalığı elde eden Yunanistan Türkiye ile mevcut kıta sahanlığı, hava sahası, Ege adaları gibi sorunlar karşısında yine AB nezdinde ayrıcalık yaratmaya ve Türkiye’yi sıkıştırmaya çalışacaktır,
Bu gelişmelerin ardından Ermeni meselesi, Rum Pontus’u canlandırma talepleri, Ekümeniklik, Boğazlar, Türkiye’deki azınlıklara özerklik gibi talepler yükselecektir.
Afrika kıtasındaki olası krizlerin Türkiye’ye olası etkileri
Afrika kıtasında kuracağı etkinlik ile siyasal ve ekonomik yönlerden sınırsız bir güce ulaşacak olan ABD’nin Türkiye üzerindeki yaptırımları daha da artacaktır.
ABD-AB çekişmesi / AB’nin dağılmasının Türkiye’ye olası etkileri
Kendisinin Balkanlarda başlatacağı olası operasyonları dikkate alarak Birliğin Avrupa kıtasında siyasal, sosyal ve askeri açılardan güçlenmesini durdurmak için AB’yi engellemesi ve Birliğin gücünü içeride yaratacağı kırılmalarla yıpratması ve ayrıca AB’nin kendi bünyesinde gerçekleştirmeye çalıştığı kontrolsüz derinleşme ve genişleme girişimleri, otorite bölünmesi, ekonomik açıdan gerileme, üye ülkeler arasında görüş ayrılıkları gibi sebeplerle dağılması Türkiye’nin bugüne dek AB’ne girebilmek için sarf ettiği tüm çabaların ve verdiği tüm ödünlerin karşılıksız kalmasına neden olacaktır. Hatta Türkiye AB uğruna verdiği ödünlerden dolayı siyasal, ekonomik ve ulusal güvenlik meselelerinde giderilemez sorunlarla karşılaşacaktır.
Nato’dan kaynaklanacak değişimlerin Türkiye’ye olası etkileri
Akdeniz, Kafkasya ve Baltık bölgelerinde etkinliğini artırmak ve genişleme stratejisini bu bölgeler kapsamında gerçekleştirmek isteyen Nato’nun sorumluluk ve faaliyet alanı doğal olarak genişleyecektir. Genişleyen bu görev ve faaliyet alanı Nato bünyesinde yeni bir komuta yapılanması gerektirecektir. Bu yeni bölgelerde gerektiğinde icra edilecek operasyonlarda kullanılmak üzere yeni üslere ve operasyon kabiliyeti yüksek müttefik askeri kuvvetlerine ihtiyaç duyacaktır. Nato’nun 21.yüzyıldaki ilgi alanlarının Balkanlar, Kuzey Karadeniz, Kafkasya, Orta Asya, Orta Doğu ve Akdeniz olduğunu göz önüne aldığımızda Türkiye’nin bu bölgelerin ortasında yer alan coğrafi özelliğiyle Nato ve dolayısıyla ABD için önemli bir konuma geleceğini söyleyebiliriz[9]. Bu bölgelerdeki olası Nato faaliyetleri için Türk birliklerine duyulacak ihtiyaç ve bu ihtiyacın neticesinde Türkiye’nin Nato kapsamında önem kazanması Türkiye için sadece avantaj değil dezavantaj da yaratacaktır. Türkiye’nin kendi ulusal güvenlik unsurlarını doğrudan etkilemeyecek bölge ve devletlerde başlatılacak operasyonlara katılmak maddi ve insani kayıplarla sonuçlanacağı gibi, ulusal güvenliğini de sarsacaktır.
“Çöken ABD yeni imparator Rusya” gelişmesinin Türkiye’ye olası etkileri
Gücünü tüketen ABD’nin ardından yükselecek olan Rusya öncelikli olarak Boğazlar üzerinden sıcak denizlere inme arzusunu dile getirecektir,
Kendi oluşturacağı imparatorluk ya da blok kapsamında Türkiye’nin bu imparatorluk ya da blok güdümünde yer almasını talep edecektir,
Türkiye’nin batıya ilişkin olarak yapılandırılan hiçbir oluşumdan destek almamasını, kendisine karşı cephe oluşturmamasını isteyecektir,
Türkiye’nin Kafkasya ve Orta Asya’daki ekonomik ve siyasal etkinliğini sonlandıracaktır,
Yunanistan, Ermenistan ve Kıbrıs Rum yönetimi ile birlikte Türkiye’yi çeşitli konularda zor durumda bırakacaktır.
Oluşturacağı blok kapsamında yer alacak olan ülkeleri silahlandıracaktır.
5. Türkiye’nin geliştirmesi gereken stratejiler
Kanımca, yakın dönemde ABD’nin uzun dönemde ise RF’nin hakim olacağı uluslararası sistem bazında Türkiye’nin üretmesi gereken karşı stratejiler bu iki büyük devlete ilişkin olarak değil bölgesel bazda olmalıdır. Çünkü ancak bölgesel nitelikte geliştirilecek stratejiler Türkiye’nin siyasal, sosyal ve ekonomik güvenliği için maksimum fayda sağlayabilecek niteliktedir. Bu doğrultuda bölgeler bazında geliştirilmesi gerekli stratejiler şunlar olmalıdır.
Orta Doğu bölgesi
Orta Doğu’da diğer olası ABD operasyonlarının, bağımsız Kürt devletinin ve İsrail’in olası etkilerini bertaraf edebilmek adına başta İran ve Suriye olmak üzere diğer Arap ülkeleri ile ikili ilişkiler başlatılmalı ve geliştirilmelidir. İran’ın Türkiye’nin Atatürk döneminde olduğu gibi ulusal güç olma modelini benimsemesi sağlanmalıdır,
Bir Orta Doğu Savunma Örgütü’nün kurulması ve geliştirilmesi için Türkiye öncü rol üstlenmelidir,
ABD’nin şu anda destek verdiği Orta Doğu ülkelerine, bu devletin sadece petrol ve kendi ulusal çıkarları adına işbirliği yaptığı açıklıkla ifade edilmeli ve bölgede ABD karşısında bölgesel işbirliğine gidilmesi gerektiği telkin edilmelidir,
İsrail tehlikesinin ciddiyeti anlatılmalı ve bölge ülkelerinin İsrail karşısında bir araya gelmeleri sağlanmalıdır,
Orta Doğu bölgesinde diğer olası ABD operasyonlarını engellemek amacı ile Rusya’nın desteği alınmalı ve ABD’nin Rusya’nın Orta Doğu bölgesindeki menfaatlerini zedeleyeceği vurgulanmalıdır,
Kuzey Irak’ta kurulması muhtemel Kürt devletinin Türkiye’de yaşayan Kürtleri kışkırtmak için girişebileceği tüm politik ve askeri faaliyetler karşısında özellikle Güney Doğu Anadolu bölgesinde eğitim ve ekonomi alanlarındaki bilinçli yatırımlar şimdiden başlatılmalı ya da hızlandırılmalıdır.
Orta Asya bölgesi
Tacikistan meselesine müdahale edilmemelidir,
Orta Asya bölgesinin RF ve ABD güdümüne girmesini engelleyebilmek için bu devletlerle ekonomik ilişkiler geliştirilmelidir,
Orta Asya devletlerine, geçmişte paylaşılan ortak kültürel unsurların (Osmanlı dönemi) günümüzde jeopolitik unsurlarla birleştirilerek Orta Asya ve Türkiye’nin bulunduğu coğrafyanın jeopolitik bir güce dönüştürülmesinin hem Türkiye hem de OAC için fayda sağlayacağı anlatılmalıdır. Türkiye öncülüğünde Orta Asya-Kafkasya-Türkiye Ortak Savunma ve Güvenlik Gücü kurulmalıdır,
Rusya ve ABD’nin bu bölgenin petrol ve doğal gaz kaynaklarını ele geçirmekle kalmayıp, bölgede yer alan devletleri kendi siyasal ve ekonomik nüfuz alanlarına da bölecekleri ifade edilmelidir,
OAC’nin tam anlamıyla demokrasiye geçmeleri için Türkiye tüm tecrübelerini aktarmalıdır.
Kafkasya bölgesi
Azerbaycan-Ermenistan, Gürcistan-Abhazya, Gürcistan-Acaristan, Gürcistan-Güney Osetya sorunlarının çözümü aktif Türk desteği ile sağlanmalıdır,
Türkiye Gürcistan’ın toprak bütünlüğünü ve bağımsızlığını koruması için bu devlete uluslararası platformlarda destek aramalıdır,
Gürcistan’ın Çeçenistan’a verdiği örtülü destek engellenmelidir. Çünkü bu tür girişimler RF’yi daha da kızdırmaktan öte bir anlam taşımamaktadır,
Azerbaycan’ın Rusya’ya ödünler vermek olarak algıladığı Rusya’yı dengeleme politikasının ileride bu devletin Rusya ve Ermenistan karşısında güvenliğini zedeleyeceği anlatılmalı ve Azerbaycan’ın Türkiye’nin öncülüğünde oluşturulacak Orta Asya-Kafkasya-Türkiye Ortak Savunma ve Güvenlik Gücü’ne dahil olması sağlanmalıdır,
Kuzey Kafkasya’daki sorunlara, Çeçenistan sorunu dahil olmak üzere, müdahale edilmemelidir.
Balkanlar
Balkanlarda oluşacak Rus etkinliğinde bir Slav-Ortodoks tehlikenin Türkiye’ye olası yansımalarını azaltmak amacı ile Balkanlardaki olası Ruslaştırma girişimleri Türkiye tarafından büyük milliyetçi duygularla karşılanmamalı, o bölgedeki soydaşlara sahip çıkmak adına fiili girişimlerde bulunmak yerine konu uluslararası zemine taşınmalıdır.
Uzak Doğu ve Asya-Pasifik ekseni
Asya-Pasifik bölgesinde ortaya çıkacak olan Rusya-Çin-ABD etkinliği karşısında tavır alınmamalıdır. Türkiye’nin hedefi, yakın bölgelerde ortaya çıkan ve kendi ulusal güvenliğini doğrudan ilgilendiren olaylara ilişkin çözüm önerileri getirmek olmalıdır.
Doğu Akdeniz
RF ile Kıbrıs hususunda yakınlaşılmalı ve bu mesele kapsamında RF ortak çıkarlar göz önünde bulundurularak potansiyel bir müttefik olarak algılanmalıdır. Çünkü RF, Kıbrıs adasının AB ya da ABD hakimiyetine girmesini sıcak denizlere inme arzusundan dolayı istememektedir. RF’nun KKTC’ni tanıması OAC’nin tanımasını beraberinde getirecek bu gelişme de Türkiye’nin Kıbrıs meselesinde durumunu güçlendirecektir,
Kıbrıs konusunda AB nezdinde Türkiye karşısında bu ayrıcalığı elde eden Yunanistan Türkiye ile mevcut kıta sahanlığı, hava sahası, Ege adaları gibi sorunlara yine AB nezdinde ayrıcalık yaratmaya ve Türkiye’yi sıkıştırmaya çalışacaktır. Ayrıca bu gelişmelerin ardından Ermeni meselesi, Rum Pontus’u canlandırma talepleri, Ekümeniklik, Boğazlar, Türkiye’deki azınlıklara özerklik gibi talepler yükselecektir. Tüm bu talepler karşısında Türkiye net bir tavır sergileyerek bunların kendi ulusal güvenliğini zedeleyici unsurlar olduğunu belirtmelidir.
Afrika
Türkiye’nin hedefi, yakın bölgelerde ortaya çıkan ve kendi ulusal güvenliğini doğrudan ilgilendiren olaylara ilişkin çözüm önerileri getirmek olmalıdır. Bu nedenle Afrika’daki olası gelişmeler Türkiye’yi ilgilendirmemelidir.
AB’nin dağılması- Nato’nun Türkiye’den yeni talepleri
“Bu güne dek Türk tarihinin jeopolitik ekseni ilk bin yılda Osmanlı üç kıtaya yayılmasına rağmen eksen Avrupa, ikinci bin yılın son iki yüz yılında jeopolitik yayılma amacı ortadan kalkmış ve amaç Avrupa’ya ilhak politikası olmuştur (Atatürk dönemi hariç), üçüncü bin yılın başında Türkler için amaç Avrupa’ya ilhak değil, Asya’ya dönmek olmalıdır.”[10] Gayet rasyonel görünen bu açıklamadan hareketle; siyasal bütünlüğümüzün, ulusal güvenliğimizin, toplumsal birlik ve beraberliğimizin teminatının; AB, Nato ve BM gibi uluslararası örgütler değil kendi önderliğimizde oluşturacağımız bölgesel savunma, güvenlik ve ekonomik örgütler olması gerektiği açıktır. Türkiye önderliğinde oluşturulacak bölgesel nitelikteki bu türden örgütler sayesinde Türkiye ne AB’nin dağılmasından olumsuz yönde etkilenecek ne de Nato’nun yeni beklentilerini ancak bir noktaya kadar karşılayabileceğini ifade etmekten kaçınacaktır.
Çöken ABD yeni imparator Rusya
Rusya’yı herhangi bir diğer potansiyel ya da dönemin mevcut büyük devleti ile dengelemekten kaçınılmalıdır,
Diplomasi Türkiye-Rusya arasındaki ilişkileri düzenleyecek en etkin araç olarak kabul edilmelidir,
Rusya’nın Türkiye’ye sunacağı herhangi bir ekonomik avantaj değerlendirilmemelidir, aksi takdirde Rusya’nın Türkiye’ye ilişkin siyasi talepleri gündeme gelecektir,
Ortak menfaatlerin buluştuğu noktalarda işbirliği geliştirilmelidir.
Sonuç
Köklü bir geçmişi olan uluslararası hukukun uygulanabilirliği yeni yüzyılın hemen başında ne yazık ki sorgulanır duruma gelmiştir. Batılı toplumların tecrübesi dışında kalan ve kendi sosyal-kültürel değerlerini toplumlara empoze etmeye çalışan devlet dışı grupların yükselişi potansiyel çatışma riski taşıyan bölgeleri daha duyarlı hale getirmiştir. Bu nedenle, 21. yüzyılda savaş tahmin edilemez özelliğe sahiptir[11]. Krizleri, olası kriz bölgelerini ve krizlere maruz kalacak olası devletleri ve Türkiye’nin bu krizlerden ne yoğunlukta etkilenebileceğini, geliştirmesi gereken stratejilerin neler olması gerektiğini öngörü yaklaşımını temel alarak açıkladığım bu makalede dikkatleri; Türkiye’nin bu krizlerden ne yönde ve ne yoğunlukta etkilenebileceği ve bu etkiyi hangi stratejileri üreterek en alt düzeye indirgeyebileceği üzerinde yoğunlaştırmaya çalıştım. Olası kriz bölgelerinin ve bu bölgelerde krizlerden etkilenecek devletlerin Türkiye’nin güvenlik unsurlarını olumsuz yönde etkileyebilme gücünü dikkate aldığımızda Türkiye’nin kendi jeokültürel unsurlarını Avrasya uygarlığının ve jeopolitiğinin belirleyici gücü olmak üzere kullanması gerektiğini ifade etmeliyiz. Türkiye Orta Asya’da yer alan ve köklü tarihsel geçmişi bulunan Kazaklar, Kırgızlar, Türkmenler, Özbekler; Kafkasya’da yer alan Azeri ve Gürcüler; Orta Doğu’da yer alan Kürtler, Farslar ve Araplar ve ayrıca Ruslarla dostça bir işbirliğini ivedilikle gerçekleştirmelidir. Bir Avrasya belirleyici gücü olabilmek için bu coğrafyanın jeopolitiği, jeoekonomisi, jeostratejisi ve jeokültürü iyice araştırılmalı ve öğrenilmelidir. Osmanlı döneminde diğer devletlerle paylaşılan ortak kültürel unsurlar günümüzün jeopolitik unsurları ile birleştirilerek Türkiye’nin jeopolitik bir güce dönüşmesi sağlanmalıdır. Ancak bu strateji doğrultusunda Türkiye olası kriz bölgelerinden en az etkilenen ülke olma ayrıcalığına sahip olacaktır.
Kaynakça
Bal, Mehmet Ali, Modern Devlet ve Güvenlik, IQ Kültür Sanat Yayıncılık, İstanbul, 2003.
Copley, Gregory R., “The likelihood of imminent war”, Defense and Foreign Affairs Strategic Policy, vol.30, no.3, March 2002.
Erdoğdu, Hikmet, Avrupa’nın Geleceğinde Türkiye’nin Önemi ve Nato İttifakı, IQ Kültür Sanat Yayıncılık, İstanbul, 2004.
Hermann, Margaret G. and Charles W. Kugley, “Politik Psikoloji Perspektifinden Demokrasi ve Uluslararası Barışın Tekrar Değerlendirilmesi”, Erol Göka-Işık Kuşçu (Der.), Uluslararası İlişkilerin Psikolojisi, Asam Yy., Ankara, 2002.
Holbrooke, Richard, “Conflict in Africa: The search for peace in the Congo”, Jan 1, 2000, City News Publishing Company, NAIC:928120, New York.
Kuloğlu, Armağan ve Fatma Elif Saklaya, “Büyük Orta Doğu Projesi ve Türkiye”, Stratejik Analiz, cilt 4, sayı 48, Nisan 2004.
Özdağ, Ümit, Yeniden Türk Milliyetçiliği (1), http://www.haberanaliz.com/, 1 Eylül 2003.
Powelson, Michael, “U.S. support for anti-Soviet and anti-Russian guerrilla movements and the undermining of democracy, Demokratizatsiya, vol.11, no.2, Spring 2003.
Record, Jeffrey, “Thinking about China and War”, Aerospace Power Journal, vol.15, no.4, Winter 2001.
Shaheen, Murad, “Questioning the water-war phenomenon in the Jordan Basin, The Middle East Policy, , vol.7, no.3, June 2000.
Stone, Anthony, “Future imperfect”, RUSI Journal, vol.144, no.3, London.
Gamze Güngörmüş Kona*
GELECEĞİN KRİZ BÖLGELERİ, TÜRKİYE’NİN GÜVENLİĞİNE OLASI ETKİLERİ VE TÜRKİYE’NİN GELİŞTİRMESİ GEREKEN STRATEJİLER
Giriş
1991 yılında Sovyetler Birliği’nin yıkılmasının ardından uluslararası ilişkiler sisteminde, Soğuk Savaş döneminde devletlerin dış politikalarını belirleyen temel unsurların köklü bir değişime uğradığını açıklıkla görmüştük. Yeni beliren ilişkileri yönlendirmeye başlayan faktörler bölgeler ve devletler bazında henüz tam anlamıyla özümsenmeden, oturmayan dengeleri yeniden bozan bir dizi oluşumla karşılaştık. Uluslararası terörle mücadele kapsamında öncelikle Afganistan daha sonra ise Irak’a düzenlenen operasyonlar, Irak’ta Saddam rejiminin devrilmesi, demokratik olmayan tüm rejimlerin demokratikleştirileceğinin ABD tarafından sıklıkla telaffuz edilmeye başlanması öncelikle Orta Doğu bölgesinde yer alan devletler genelinde huzursuzluğa neden olmuştur. Bu huzursuzluğun farklı bölgelerde başka devletlere yönelik olası ABD operasyonları neticesinde daha da artacağı kuvvetle muhtemeldir. ABD’nin sistemleri demokratikleştirme, toplumları özgürleştirme hedefine dayalı olarak başlattığı bu girişimin Orta Doğu bölgesindeki devletlerle sınırlı kalmayacağı açıktır. Orta Doğu genelinde ABD karşıtlığından kaynaklanan mevcut karmaşanın, ABD’nin demokratikleştirme ve özgürleştirme adına başlatacağı diğer operasyonlara paralel olarak artacağı kesindir. Bu noktadan hareketle; gelecek dönemlerde bazı bölgelerde krizler yaşanacağı, bazı devletlerin bu krizlere maruz kalacağı, Türkiye'nin bu krizlerden etkilenme olasılığının yüksek olacağı ve bu nedenle Türkiye’nin şimdiden olası kriz bölgelerinden en alt düzeyde etkilenmesini sağlayacak stratejiler geliştirmesi gerektiği belirtilmelidir. Makale kapsamında olası kriz bölgeleri incelenmeden önce krizlere neden olabilecek genel ve bölgesel unsurlar açıklanacaktır.
1. Krizlere neden olabilecek genel unsurlar
Krizler potansiyel uyarıcıları en çabuk ve kuvvetli bir biçimde değerlendirebilen olgulardır. Dünya genelinde hangi bölge olursa olsun kriz hep vardır. Ancak krizlerin aktive edilmesi için belli bir takım itici-uyarıcı güçlerin uygun ortamlarda güç kazanması gerekmektedir. Krizlerin aktivasyonu ancak bu türden uygun ortamlarda, uyarıcıların güçlü olduğu şartlarda gerçekleşir. Krizlerin tırmanmasını kolaylaştıran ve aktif duruma getiren genel unsurlar şu şekilde sıralanabilir: Uluslararası hukuk kural ve normlarının eksikliği, yokluğu, yeterince uygulanamaması; Uluslararası sistemdeki arabulucuların yetersizliği ya da arabuluculuk misyonunu kendi ulusal menfaatleri adına kullanmayı tercih etmeleri; Demokratik olmayan rejim ve yönetimler; Hükümetlerin zaaf ve zafiyetleri; Ekonomik refah düzeyinin düşük olması; İç istikrarın kolayca zedelenebilir nitelikte olması; Politik katılım ve politik kültürün istenen düzeye erişememesi; Ülke sınırlarına ilişkin karmaşanın yoğunluğu; Otorite bölünmüşlüğü; Stratejik coğrafi konum; Çok dilli, çok kökenli, çok kültürlü etnik yapı; Siyasal rejime ve hükümete aidiyet hissetmeyen toplulukların çokluğu ve bunun karşısında yönetimlerin baskıcı tutumu; Yer altı ve yer üstü kaynaklarının ekonomik ve siyasal hareket alanlarını genişletmek isteyen dış ülkelerin dikkatlerini çekecek denli fazla olması; Ulusal değerlere sahip çıkan ve değerleri yüceltme taraftarı nitelikteki milliyetçilik değil de hırslı, hınçlı ve hırçın nitelikteki milliyetçilik.[12] Bu unsurların herhangi birinde ortaya çıkacak kontrolsüz bir güçlenme ya da bir tür kırılma; zaman, mekan ve koşul kollayan kriz olgusu için itici bir güç oluşturacak ve kriz kolaylıkla bir çatışmaya dönebilecektir.
Günümüzde özellikle Batılı strateji uzmanları ve bilim adamları tarafından olası kriz bölgeleri ve savaşlar üzerine yapılan çalışmaların sıklıkla Üçüncü Dünya Ülkeleri üzerinde yoğunlaştığını görmekteyiz. Ancak, risk taşıyan ve bu riskin krize dönüşmesini sağlayabilecek yegane topluluğun Üçüncü Dünya Devletleri olduğunu ifade etmek; küresel düzlemde meşruiyeti olan devletleri suçlamak ve sorgulamaktansa Üçüncü Dünya ülkelerini ve potansiyel suçlu gözüyle bakılan devletlerden destek aldığı öne sürülen terör gruplarını suçlamanın daha kolay ve tercih edilir olduğu anlamına gelecektir ki bu düşünce tarzı doğru değildir[13].
Bu nedenle, hemen her bir bölge ve devlette potansiyel risk uyarıcılarının bulunduğunu bu uyarıcıların bölge ve bölgelerde yer alan devletlerin siyasal, sosyal, kültürel özellikleri doğrultusunda ivme kazandıklarını ifade etmek gerekmektedir.
2. Gelecekte krizlere neden olabilecek mevcut bölgesel sorunlar
Bölgelerin sahip olduğu ekonomik, siyasal, askeri ve sosyal özelliklerin birbirinden farklılık taşımasından dolayı farklı bölgelerde o bölgelere özgü değişik uyarıcı unsurlar öne çıkmaktadır. Bu nedenle bu başlık altında Orta Doğu, Kafkasya, Orta Asya, Balkanlar, Uzak Doğu/Asya-Pasifik ve Doğu Akdeniz’de çatışmalara neden olabilecek bu bölgelere özgü unsurları açıklayacağız.
Orta Doğu
Demokratik olmayan rejimler ve otoriter liderler: Orta Doğu bölgesinde Türkiye ve İsrail dışında hiçbir devlette demokratik sistem örneğini göremiyoruz. Bu iki ülkenin dışında kalan ülkelerde otoriter ve totaliter rejimler ve baskıcı liderler bulunmaktadır. Cumhurbaşkanlığı ve Genelkurmay Başkanlığı yetkileri ile donatılmış olan ve genelde gücünü aşiretlerden alan hükümetler ve bu hükümetleri temsil eden liderler siyasi eliti oluşturmaktadır. Güçlerini İslami motiflerle donatan bu yönetimler ve liderler kendilerine karşı oluşturulabilecek herhangi bir girişimi engelleyebilmek amacı ile baskıcı ve otoriter tavrı tercih etmektedirler. Bu nedenlerle Orta Doğu ülkelerinin genelinde siyasal sisteme, mevcut yönetimlere ve iktidardaki liderlere yabancılaşmış toplulukların yasa dışı (genelde İslamcı) grup ve örgütlerin sayısı oldukça fazladır.
Dini ve Etnik çeşitlilik: Bilindiği üzere, bir ülkenin sahip olduğu etnik çeşitlilik o ülke için ne denli zenginleştirici bir unsur ise o denli de sorun yaratabilecek bir özelliktir. Orta Doğu bölgesinde yer alan ülkeler köken ve din itibarı ile gayet kozmopolit bir görünüm arz etmektedir ve bu yapı bölge genelinde ciddi sorunlara yol açmaktadır. Çünkü Orta Doğu’da görülen bu etnik ve dini farklılık bölgede bir kültürel havza yaratmak yerine katı siyasi kimlikler haline dönüşerek, bölgeyi bir jeo-kültürel parçalanma alanı haline getirmiştir. Bunun yanı sıra Orta Doğu halkları güçlerini kendilerini yöneten hükümetlerden almak yerine bağlı bulundukları etnik azınlıklardan ve dini gruplardan alarak parçalanma sürecini hızlandırmaktadırlar. Dini ve etnik farkların bir bunalım haline dönüşmesi ise gerek bölgesel gerekse küresel güçlerce derhal bölgeye ilişkin bir stratejik parametre olarak algılanmasına yol açmaktadır.
Dış güçler: Orta Doğu devletleri sahip oldukları petrol zenginliği ile her dönem bölge dışı devletlerin dikkatini bölgeye çevirmelerini sağlamışlardır. Bölgedeki bu stratejik unsurun kontrolünü ele geçirmek isteyen devletler Orta Doğu’da siyasi ve ekonomik nüfuz alanı yaratma yarışı içinde olmuşlardır. Bu durum ise Orta Doğu genelinde Batılı devletler ve batılı değerlere karşı bir grubun doğmasına ve kırılmalara neden olmuştur.
Silahlanma: Orta Doğu bölgesinde büyük devletlerin büyük çabası sonucu silahlanma kontrolden çıkmış durumdadır. Bölgede çıkan krizlerin bir kısmı bir Orta Doğu ülkesinin bir diğerinin kendi ulusal güvenliğini tehdit eder düzeyde silahlandığı vurgusundan kaynaklanmaktadır.
Ekonomide görülen dengesizlik: Petrolden elde edilen gelirin büyük bir bölümünün ülkeyi yöneten liderlere ve liderleri destekleyen aşiretlere aktarılmasından dolayı sıradan halk ile yönetici siyasi elit arasında refah düzeyi açısından büyük farklar bulunmaktadır.
İsrail’in varlığı: İsrail gibi bir devletin Arap coğrafyasında yer alması bölge genelinde hem bu devlete hem de bu devleti destekleyen batılı devletlere karşı protesto uyandırmaktadır. İsrail-Filistin gerginliği ise bölgedeki kutuplaşmayı yoğunlaştırmaktadır.
Bölgesel kutuplaşma: Bölgede batılı devletler ile iyi ilişkiler geliştirmeyi kendi ulusal güvenlikleri adına olmazsa olmaz olarak kabul eden bir grup devlet ile bu devletleri batılı devletlerin işbirlikçisi olarak yorumlayan devletler arasında hırçın bir kutuplaşma mevcuttur.
Bölgesel işbirliği eksikliği: Bu güne dek hiçbir Orta Doğu devleti ekonomik, siyasal, askeri ya da sosyal sorunu işbirliği geliştirerek çözme yoluna gitmemiştir. Belli dönemlerde başlatılan işbirliği girişimleri ise sonuç vermemiştir.
İç istikrarın yokluğu: Orta Doğu bölgesinde yer alan devletlerin hemen tümünde dinsel ya da etnik kökenli çatışmalar mevcuttur.
Bölgede yer alan devletlerin diğer komşu devletler ile sınır ihtilafları: Orta Doğu bölgesi yabancı devletlerin kendi arzuları doğrultusunda çizdiği yapay sınırlara sahiptir. Bu durum ise devletler arasında bitmeyen sınır ihtilaflarına neden olmaktadır.
Orta Asya
Krizlere elverişlilik açısından Orta Asya da aynen Orta Doğu gibi büyük bir potansiyel taşımaktadır. Bu bölgeyi krizlere elverişli duruma getiren unsurlar aşağıdaki başlıklar altında toplanabilir.
Olgunlaşmamış siyasi kültür,
SSCB yapılanmasında görülen otoriter ve totaliter rejimler,
Orta Asya siyasi liderlerinin pek çoğunun SSCB dönemi Komünist Parti oluşumundan geliyor olmaları ve bu nedenle de demokrasiden uzak, otoriter siyasi tavır almaları,
Bağımsızlığın kazanılmasından sonra sahip olunan din, dil, bayrak, toprak gibi değerlere fazla vurgu yapılarak İslami değerlerin ve milliyetçi unsurların zararlı düzeyde yükselişe geçmesi ve bu iki unsurun demokrasinin önünde ciddi birer engel oluşturması,
SSCB’nin dağılmasından sonra bağımsız devlet kimliği kazanan Orta Asya cumhuriyetleri üzerinde Rusya Federasyonu’nun nüfuz alanı yaratma çabası ve Rus baskısı,
Bölgenin petrol ve doğal gaz kaynakları üzerinde Rusya Federasyonu, Batılı devletlerin mücadelesi,
Liberal ekonomik yapının kurum ve kurallarını geliştirme aşamasında maddi kaynak ve bilgi eksiği,
Demokratik sistemin kurum ve kurallarını yapılandırma aşamasında tecrübe eksiği,
Rusya Federasyonu, ABD, İngiltere, Fransa, Türkiye, İran, İsrail gibi devletlerin Orta Asya bölgesindeki güç mücadelesi,
Bazı Orta Asya ülkelerinin siyasi, ekonomik, askeri ve sosyal açılardan Rusya Federasyonu’nu bir güvenlik garantörü olarak görmelerinden dolayı Rusya’ya yakınlaşma çabaları.
Kafkasya
Bölgesel sorunlar ve bu sorunların krizlere dönüşme potansiyeli açısından Kafkasya Orta Asya bölgesi ile büyük benzerlikler sergilemektedir. Ancak Kafkasya Orta Asya bölgesine ek olarak krize dönüşebilecek şu fazladan unsurlara sahiptir.
Kuzey Kafkasya’yı oluşturan devletlerin siyasal ve iktisadi açılardan büyük ölçüde Rus etkinliği altında bulunmaları,
Rus etkinliğinden korunmak isteyen Güney Kafkasya bölgesindeki Gürcistan’ın siyasi bütünlüğünü silecek olan ayrılıkçı hareketlerin (Acaristan, Güney Osetya, Abhazya) Rusya tarafından desteklenmesi,
ABD ve Rusya Federasyonu’nu dengede tutmak isteyen ve bu nedenle Rusya karşısında kararlı bir tutum sergilemekten kaçınan Azerbaycan’ın Rusya’nın Güney Kafkasya’ya ilişkin arzusunun gerçekleşmesini kolaylaştırması,
Azeri-Ermeni çatışması,
ABD, Fransa ve Rusya Federasyonu tarafından Ermenistan’a verilen desteğin Güney Kafkasya dengelerini kırılgan duruma getirmesi.
Balkanlar
Balkanlarda da Orta Doğu ve Orta Asya bölgelerinde olduğu gibi kriz ortamlarını elverişli duruma getiren bazı itici faktörler bulunmaktadır.
Etnik ve dini çeşitliliğin körüklediği çatışmalar,
Eski Yugoslavya Cumhuriyeti’ni oluşturan yeni bağımsız devletler arasında etnik ve dini çatışma potansiyelinin yüksek oluşu,
Avrupa ile sınır oluşturan devletler üzerinde AB’nin, özellikle Almanya’nın etkinlik kurma ve artırma girişimleri,
Tarihsel ve dini nedenlerle Balkanlardaki Slav unsurları arka bahçesi olarak yorumlayan ve bu nedenle her dönem Slav kökenli Balkan devletleri üzerinde etkinlik kurmak isteyen Rusya Federasyonu.
Doğu Akdeniz
Doğu Akdeniz’de mevcut ortamı krize dönüştürebilecek yegane unsur olarak Kıbrıs adası dikkat çekmektedir. Bu bağlamda, Doğu Akdeniz’de kriz yaratabilecek unsurlar şu şekilde sıralanabilir.
Kıbrıs Cumhuriyetini temsilen Güney Kıbrıs Rum yönetiminin AB’ne tam üye olarak kabulü,
Yunanistan ve Türkiye arasında Kıbrıs’a ilişkin uyuşmazlıklar,
Kıbrıs’ın; Orta Doğu’nun tüm limanlarını kontrol edebilen, Orta Doğu bölgesinin savunmasını kolaylaştıran, Türkiye’nin güvenliği için bir tür kalkan vazifesi üstlenen doğal coğrafi konumu ve konumdan kaynaklanan jeostratejik önemi,
Kıbrıs’ın; Karadeniz ve Boğazlar üzerinden sıcak denizlere inme isteği devam eden Rusya için farklı bir coğrafi ayrıcalık tanıyabilecek özellik arz etmesi,
Kıbrıs meselesine ilişkin olarak uluslararası platformlarda herhangi bir resmi sıfatı bulunmayan ABD’nin Kıbrıs sorununun BM gündemine taşındığı tarihten bu yana her aşamada bizzat meseleyi yönlendirici unsur olarak belirmesi.
Uzak Doğu ve Asya-Pasifik Ekseni
Uzak Doğu ve Asya-Pasifik ekseninde ileride krize yol açabilecek sorunlar şu şekilde sıralanabilir.
Çin’e bağlı Doğu Türkistan’da ayrılıkçı taleplerin sıklıkla yinelenmesi,
Çin’in Tayvan üzerinde hak iddia etmesi,
Güney Kore – Kuzey Kore potansiyel çatışması,
Bölgede Japonya-ABD rekabeti,
Çin, Hindistan, Kuzey Kore, Güney Kore, Tayvan ve Malezya’nın sürekli silahlanması (ABD ve Nato’nun savunma harcamaları 2000 yılı itibarı ile yaklaşık üçte birlik bir düşüş göstermiş olmasına rağmen Asya-Pasifik bölgesinde yer alan ülkelerin savunma harcamaları iki kat artmıştır),
Asya-Pasifik ekseninde ekonomik etkinliği daha yoğun olan AB’nin aynı bölgede ekonomik olarak güçlenmeyi arzulayan ABD’ye yönelik hoşnutsuz tavrı,
ABD’nin NAFTA ile yetinmeyerek APEC’i de ele geçirme teşebbüslerinin Asya-Pasifik’te yer alan ülkelerce tedirginlikle karşılanması,
Çin-Rusya yakınlaşmasının ABD’de kaygı uyandırması,
Hindistan’ın Burma üzerindeki hak iddiasının Çin tarafından kaygıyla karşılanması,
Burma’da uzun bir demiryolu inşa eden ve Burma’daki Rangoon limanından denize açılmayı tasarlayan Çin’in bölge ülkeleri için tedirginlik yaratması.
3. Gelecekte karşılaşılması muhtemel krizler
Yukarıdaki bölümlerde Orta Doğu, Orta Asya, Kafkasya, Balkanlar, Doğu Akdeniz, Uzak Doğu ve Asya-Pasifik bölgelerinde gelecekte krize dönüşme olasılığı yüksek mevcut sorunları aktardık. Bu başlık altında ise bu bölgeler bazında gelecekte karşılaşılması muhtemel krizleri açıklayacağız.
Orta Doğu
Ürdün nehri havzasında bulunan su kaynaklarının paylaşımının; bu havzayı çevreleyen, etnik, dini ve milli unsurları büyük farklılıklar arz eden toplum ve devletler arasında bölgesel bir soruna dönüşmesi ve bu sorunun geniş çaplı bir çatışmaya dönüşmesi[14],
Kuzey Irak’ta bir Kürt devletinin kurulması ve bu devletin siyasi nüfuz genişletme çabası içine girmesi, Bu girişimin Sünni Araplar, Şii Araplar, Türkler ve Kürtler arasında bölgesel bir savaşa yol açması,
Türkiye’de ayrılıkçı Kürt hareketlerinin ivme kazanması,
İsrail-Kürt devleti stratejik ortaklığı ve İsrail devletinin kendisine karşı olan Arap devletlerine yaptırımları,
İsrail’in Filistin’i işgali ve göçe zorlanan Filistin halkı,
ABD’nin diplomatik girişimlerine karşın İsrail’in Suriye, Mısır ve İran’a askeri harekat başlatması[15],
Suriye ve İran’a ABD müdahalesi ve İran-ABD sıcak çatışması,
ABD’yi destekleyen Orta Doğu ülkeleri ile ABD karşıtı Orta Doğu ülkeleri arasında ideolojik kutuplaşma,
ABD’nin Suudi Arabistan operasyonu, bu ülkede rejim değişikliği ve Suudi petrolünün ABD kontrolüne geçişi,
Orta Doğu’da büyük ekonomik yatırımları bulunan Japonya’nın ABD ile çıkar uyuşmazlığına girmesi,
Rusya’nın kendisi için büyük bir önem arz eden Orta Doğu coğrafyasında ABD’ye karşı cephe alıp, müttefik edinme çabası içine girmesi.
Orta Asya
İslami radikalizmin ABD desteği ile bölgede bilinçli bir biçimde yükselmesi,
Ardından Orta Asya’yı İslami radikalizmden kurtarmak ve demokrasiyi yapılandırmak isteyen ABD’nin bölge devlerine fiili müdahalesi,
Arka bahçesinin ABD kontrolüne girmesini engellemek isteyen Rusya’nın Orta Asya bölgesinde ABD ile rekabeti,
Orta Asya petrol ve doğal gazının ABD ve Rusya Federasyonu arasında paylaşımı,
İran, Suudi Arabistan, Pakistan ve Afganistan’ın Orta Asya’ya yönelik olası girişimlerini en baştan engellemek isteyen Rusya ve radikal İslam’la 11 Eylül’den sonra ciddi biçimde mücadeleye giren ABD’nin; ortak çıkarları adına, Tacikistan’a saldırısı,
Batılı değerlere ve Batılılarca başlatılacak girişimlere karşı koymak amacıyla Orta Asya halklarının radikal İslami örgütlere destek vermeye başlaması ve dinsel nitelikli terörün Orta Asya genelinde hakim duruma gelmesi.
Kafkasya
Abhazya, Güney Osetya ve Acaristan’ın Rusya Federasyonu güdümüne girerek Gürcistan’ın toprak ve siyasi bütünlüğünü kaybetmesi,
Azerbaycan’ın Ermenistan ile mevcut siyasal sorunlarının halli için Rusya Federasyonu’ndan destek talepleri ve Güney Kafkasya’nın Rusya’nın güdümüne girmesi,
Güney Kafkasya petrolünün ABD-Rusya Federasyonu arasında paylaşımı,
Kuzey Kafkasya’da tam hakimiyet kurmak için bu bölgede yer alan devletlere Rusya’nın fiili müdahalesi,
Rusya’nın Çeçenistan’ı ilhakı.
Balkanlar
Yugoslavya Federasyonu’nu oluşturan devletler arasında etnik ve dini kökenli kanlı savaşlar,
AB ve özelde Almanya’nın Balkanlarda nüfuz genişletme girişimleri ve bu girişimin Rus tepkisi ile karşılaşması,
Rusya Federasyonu’nun Slavizmi kullanarak Balkanlarda Slav kökenli ulus ve devletleri siyasi nüfuz alanına dahil etme çabası, Balkanları Orta Doğu savunması için doğal üslerden biri olarak gören ABD’nin Rusya’nın bu girişimine tavır alması ve bölgede ABD-Rusya gerginliği,
ABD’nin; AB ve RF’nun Balkanlarda siyasal ve ekonomik nüfuzlarını genişletme girişimleri karşısında “Sovyetler Birliği’ne karşı Afgan mücahitleri ve eski Yugoslavya’da Kosova Kurtuluş Ordusu gibi terörist organizasyonları eğittiği ve desteklediği”[16] gibi yine aynı bölgede benzer faaliyetlerde bulunması ve bunun neticesinde Balkanların karışması.
Uzak Doğu ve Asya-Pasifik ekseni
Bölgede ABD-AB ekonomik rekabetinin artması,
ABD-Japonya arasındaki gerginliğin ABD’nin Orta Doğu’dan sonra Uzak Doğu/ Asya-Pasifik bölgesine de uzanması ile şiddetlenmesi,
Pekin’deki otokrasinin, Çin’in Tayvan ve Güney Çin Denizi’ne askeri operasyona eğilimli olmasının, ordunun Çin’in milli kimliği ve güvenlik politikalarının şekillendirmede istekli oluşunun, Çin’in Doğu Asya ve Pasifik’te mevcut ABD nüfuzunu ortadan kaldırmak istemesinin Çin’i ABD’nin bir numaralı stratejik rakibi durumuna getirmesi ve ABD’nin bu büyük güçle savaşı göze alır hale gelmesi[17] Çin-Rusya ilişkilerinin gelişmesi, ABD-Çin gerginliğinin artması,
Çin-Rusya Federasyonu-Kuzey Kore-Hindistan ortaklığı karşısında ABD’nin bölgeden çekilmek zorunda kalması ve bölgede bu dörtlünün çıkar mücadelesine başlaması,
Çin destekli Kuzey Kore ile ABD destekli Güney Kore arasında savaş,
Bölgenin ABD-Avustralya-AB-Japonya-Çin arasında ekonomik güç mücadelesine dönüşmesi ve bunun siyasal güç mücadelesine uzanması.
Doğu Akdeniz
Kıbrıs meselesine ilişkin olarak ABD-Rusya rekabeti,
Kıbrıs meselesine ilişkin olarak AB-Rusya Federasyonu çatışması,
AB’ne tam üye olarak kabul edilen Kıbrıs’ın Rumların vasıtası ile AB nezdinde Türkiye’yi ilgilendiren hususlarda Yunanistan ile birlikte veto hakkını kullanması ve bu aşamada Türkiye karşıtlığı,
Türk-Yunan ilişkilerinin gerginleşmesi,
Kıbrıs’ın AB tam üyeliğini takiben Yunanistan’ın Türkiye ile mevcut sorunlarda daha fazla hak ve ayrıcalık talep etmesi ve Türkiye’nin karşıtlığı,
Ada’da askeri üs edinmek isteyen ABD’nin İngiltere ile çıkar çatışmasına girmesi.
Afrika
Burundi, Angola, Sierra Leone, Etyopya, Eritre ve Kongo’daki mevcut krizlerin iç savaşa dönüşmesi[18],
Afrika kıtasında radikal İslamın yükselmesi,
ABD’nin bu kıtadaki islami grupların etkinliğini yok etmek adına fiili müdahalesi,
Etnik ve dinsel çatışmaların artması,
Afrika’da yer alan maden potansiyelinin el değiştirmesi.
AB-ABD
AB ile ABD arasında 1995 yılından itibaren belirginleşmeye başlayan görüş ayrılıklarının ABD’nin Irak’a düzenlediği operasyon ve bu operasyonu takiben devam ettireceği muhtemel girişimler[19] neticesinde AB üyesi ülkeler ile ABD arasındaki siyasal, sosyal ve askeri konulardaki kopuşun hızlanması,
ABD’nin AB’nin Balkanlarda girişeceği olası operasyonları dikkate alarak Birliğin Avrupa kıtasında siyasal, sosyal ve askeri açılardan güçlenmesini engellemek için girişimlerde bulunması,
ABD’nin AB’nin genişleme ve derinleşme politikalarına hız vermesini teşvik ederek, Birliğin gücünü içeride yaratacağı kırılmalarla yıpratması,
Avrupa ve Balkanlarda AB geri çekilişini takiben güç boşluğunun doğması ve bu boşluğun ABD tarafından doldurulmaya başlaması.
AB
AB’nin kendi bünyesinde gerçekleştirmeye çalıştığı kontrolsüz derinleşme ve genişleme girişimleri, otorite bölünmesi, ekonomik açıdan gerileme, üye ülkeler arasında görüş ayrılıkları gibi sebeplerle dağılması,
Birliğin; İngiltere, Fransa ve Almanya’nın kendi aralarındaki çıkar ve güç çatışması sonucu dağılması,
Bu dağılmanın ardından Orta Avrupa ve Balkanlarda bir güç boşluğu doğması,
Bu güç boşluğunun ABD ve Rusya Federasyonu’nun bu iki bölgede girişimlere başlaması için elverişli bir ortam yaratması.
NATO
Kendisi için büyük önem arz eden Akdeniz, Kafkasya ve Baltıklar gibi kritik bölgelerde yer alan devletler üzerinde ABD’nin Nato vasıtasıyla etkinliğini artırması ve bu bölgelerde istediği şekilde faaliyette bulunması,
Balkanlar ve Avrupa’da güçlenmek isteyen AB’nin Nato genişlemesiyle hareket alanının daralması ve bu gelişme sonucunda AB-Nato (Almanya-ABD) sürtüşmesinin yaşanması,
Avrupa Güvenlik ve Savunma Kimliği’nin Nato karşısında önemli bir avantajı olarak kabul edilen ‘Alan Dışı Faaliyet Erki’ yeni dönemde Nato için de geçerlilik kazandığı için Nato’nun Avrupa’nın kendi sorumluluk alanına müdahale etmesinin kolaylaşması,
Genişleyen sorumluluk bölgesinde faaliyetlerini sürdürebilmek amacıyla Nato’nun bölgesel yapılanmasını ve komuta yapısını yeniden şekillendirmesi ve genişletmesi neticesinde adı geçen bölgelerde yer alan devletlerin potansiyel tepkilerinin artması ve bunun bölgesel bir huzursuzluğa dönüşmesi,
Çöken ABD yeni imparator Rusya
Kontrolsüz ve hırçın biçimde yükselen ve genişleyen, bu kontrolsüz genişleme ardından kendi siyasal, ekonomik ve askeri gücünü yitirmeye başlayan ve ortadan silinen her imparatorlukta olduğu gibi ABD’de ortadan kalkacak ya da kendi kıtasına çekilmek durumunda kalacaktır. Ancak ABD’nin bu çöküşü ya da kendi kıtasına çekilmesi, kapitalist değerlerin ortadan silinmesini de beraberinde getirecektir. Bu dönüşüm, ‘tarih tekerrürden ibarettir’ yorumuna paralel bir biçimde, komünist değerlerin ve komünist ideolojinin, dolayısı ile Rusya Federasyonu’nun yükselişi ile sonuçlanacaktır. Rusya’nın yeniden güçlü bir imparatorluk kurma sürecinde uluslararası sistem derin ve sancılı bir değişim geçirecektir.
4. Krizlerin Türkiye’ye olası etkileri
Bu başlık altında, değinilen bölgelerde ortaya çıkması muhtemel krizlerin Türkiye’ye olası etkileri tartışılacaktır.
Orta Doğu’daki olası krizlerin Türkiye’ye olası etkileri
Türkiye genelinde ayrılıkçı Kürt hareketinin ivme kazanması,
Türkiye’nin hem ABD’nin etkinliğini artırdığı devletlerle hem de Orta Doğu bölgesinde ABD destekçisi ülkelerle ekonomik ilişkilerini eski düzeyde tutamaması,
Su meselesinin Türkiye’ye karşı siyasi bir baskı aracı olarak kullanılması,
Bir büyük gücün etkinliğine giren Orta Doğu petrolünün Türk ekonomisini ciddi biçimde sarsması,
ABD’nin Türkiye’yi Orta Doğu politikalarında saf dışı bırakması,
Orta Doğu genelindeki karışıklığın ya da iç savaşın Türkiye’nin güvenliğini olumsuz yönde etkilemesi.
Orta Asya’daki olası krizlerin Türkiye’ye olası etkileri
Orta Asya petrol ve doğal gaz rezervlerinin ABD ve RF arasında paylaşımı ile birlikte Bakü-Tiflis -Ceyhan boru hattı projesi iptal edilecek, Türkiye’nin ekonomik kaybı büyük olacaktır,
Türkiye için önemli bir jeopolitik ve jeokültürel havza niteliği taşıyan Orta Asya bölgesinde yer alan devletlerle ilişkiler ciddi bir gerileme kaydedecektir,
Rusya Federasyonu aynen Soğuk Savaş döneminde olduğu gibi Türkiye’nin komşu coğrafyasında yeniden bir tehdit unsuru olarak belirecektir,
Türkiye’deki bazı radikal İslami gruplar Orta Asya bölgesinde ABD’nin kışkırtmaları neticesinde artan İslami hareketlerden çıkar sağlama yoluna gideceklerdir.
Kafkasya’daki olası krizlerin Türkiye’ye olası etkileri
Bünyesinde bulunan üç özerk cumhuriyetin Rusya Federasyonu’nun güdümüne girmesi ile siyasal birliğini ve toprak bütünlüğünü kaybedecek olan Gürcistan Türkiye’nin Orta Asya ile mevcut ulaşım yolunun kapanmasına neden olacaktır,
Türkiye’nin Rusya Federasyonu’yla arasında bir tampon bölge olma özelliği taşıyan Güney Kafkasya’nın Rusya’nın güdümüne girmesi Türkiye’nin Rusya Federasyonu’na ilişkin güvenlik kaygılarının artmasına neden olacaktır,
Güney Kafkasya’nın Rus güdümüne girmesi ve Azeri petrol/doğal gaz kaynaklarının ABD ve RF arasında paylaşımı Türkiye’yi siyasal açıdan olduğu kadar ekonomik açıdan da güç durumda bırakacaktır.
Balkanlardaki olası krizlerin Türkiye’ye olası etkileri
Yugoslavya Federasyonu’nu oluşturan devletler arasında kışkırtmalar neticesinde ortaya çıkacak olan etnik ve dini kökenli çatışmalar bu devletlerde yer alan Türk/Müslüman kökenli soydaşlarımızın hezimete uğramasına neden olacaktır,
Komşu coğrafyamızda meydana gelen Rusya’nın uyguladığı Slavlaştırma politikaları bu coğrafyada Rus etkinliğinde bir Slav-Ortodoks tehlikenin oluşumuna neden olacaktır. Diğer bir değişle, Rusya; Orta Asya ve Kafkasya’dan Balkanlara uzanan geniş bir coğrafyada etkinlik kurmuş olacaktır.
Uzak Doğu ve Asya-Pasifik eksenindeki olası krizlerin Türkiye’ye olası etkileri
Bu eksende ortaya çıkacak olan gelişmeler Türkiye’yi sadece RF, Çin bağlamında ilgilendirecektir. Asya-Pasifik bölgesinde ABD karşısında Çin ile ortaklık kuran Rusya bir bölgede daha gücünü artırmış olacaktır.
Doğu Akdeniz’deki olası krizlerin Türkiye’ye olası etkileri
Kıbrıs’ın AB’ne tam üyeliği ile Türkiye Kıbrıs üzerindeki garantörlük sıfatını yakın bir dönem içinde kaybedecektir,
Kıbrıs’ta Rum ve Yunan etkinliğinin tesisi ile bu ülkelerle kriz dönemlerinde Anadolu’nun güvenliği olası tehdit altında bulunacaktır,
Kıbrıs konusunda AB nezdinde Türkiye karşısında bu ayrıcalığı elde eden Yunanistan Türkiye ile mevcut kıta sahanlığı, hava sahası, Ege adaları gibi sorunlar karşısında yine AB nezdinde ayrıcalık yaratmaya ve Türkiye’yi sıkıştırmaya çalışacaktır,
Bu gelişmelerin ardından Ermeni meselesi, Rum Pontus’u canlandırma talepleri, Ekümeniklik, Boğazlar, Türkiye’deki azınlıklara özerklik gibi talepler yükselecektir.
Afrika kıtasındaki olası krizlerin Türkiye’ye olası etkileri
Afrika kıtasında kuracağı etkinlik ile siyasal ve ekonomik yönlerden sınırsız bir güce ulaşacak olan ABD’nin Türkiye üzerindeki yaptırımları daha da artacaktır.
ABD-AB çekişmesi / AB’nin dağılmasının Türkiye’ye olası etkileri
Kendisinin Balkanlarda başlatacağı olası operasyonları dikkate alarak Birliğin Avrupa kıtasında siyasal, sosyal ve askeri açılardan güçlenmesini durdurmak için AB’yi engellemesi ve Birliğin gücünü içeride yaratacağı kırılmalarla yıpratması ve ayrıca AB’nin kendi bünyesinde gerçekleştirmeye çalıştığı kontrolsüz derinleşme ve genişleme girişimleri, otorite bölünmesi, ekonomik açıdan gerileme, üye ülkeler arasında görüş ayrılıkları gibi sebeplerle dağılması Türkiye’nin bugüne dek AB’ne girebilmek için sarf ettiği tüm çabaların ve verdiği tüm ödünlerin karşılıksız kalmasına neden olacaktır. Hatta Türkiye AB uğruna verdiği ödünlerden dolayı siyasal, ekonomik ve ulusal güvenlik meselelerinde giderilemez sorunlarla karşılaşacaktır.
Nato’dan kaynaklanacak değişimlerin Türkiye’ye olası etkileri
Akdeniz, Kafkasya ve Baltık bölgelerinde etkinliğini artırmak ve genişleme stratejisini bu bölgeler kapsamında gerçekleştirmek isteyen Nato’nun sorumluluk ve faaliyet alanı doğal olarak genişleyecektir. Genişleyen bu görev ve faaliyet alanı Nato bünyesinde yeni bir komuta yapılanması gerektirecektir. Bu yeni bölgelerde gerektiğinde icra edilecek operasyonlarda kullanılmak üzere yeni üslere ve operasyon kabiliyeti yüksek müttefik askeri kuvvetlerine ihtiyaç duyacaktır. Nato’nun 21.yüzyıldaki ilgi alanlarının Balkanlar, Kuzey Karadeniz, Kafkasya, Orta Asya, Orta Doğu ve Akdeniz olduğunu göz önüne aldığımızda Türkiye’nin bu bölgelerin ortasında yer alan coğrafi özelliğiyle Nato ve dolayısıyla ABD için önemli bir konuma geleceğini söyleyebiliriz[20]. Bu bölgelerdeki olası Nato faaliyetleri için Türk birliklerine duyulacak ihtiyaç ve bu ihtiyacın neticesinde Türkiye’nin Nato kapsamında önem kazanması Türkiye için sadece avantaj değil dezavantaj da yaratacaktır. Türkiye’nin kendi ulusal güvenlik unsurlarını doğrudan etkilemeyecek bölge ve devletlerde başlatılacak operasyonlara katılmak maddi ve insani kayıplarla sonuçlanacağı gibi, ulusal güvenliğini de sarsacaktır.
“Çöken ABD yeni imparator Rusya” gelişmesinin Türkiye’ye olası etkileri
Gücünü tüketen ABD’nin ardından yükselecek olan Rusya öncelikli olarak Boğazlar üzerinden sıcak denizlere inme arzusunu dile getirecektir,
Kendi oluşturacağı imparatorluk ya da blok kapsamında Türkiye’nin bu imparatorluk ya da blok güdümünde yer almasını talep edecektir,
Türkiye’nin batıya ilişkin olarak yapılandırılan hiçbir oluşumdan destek almamasını, kendisine karşı cephe oluşturmamasını isteyecektir,
Türkiye’nin Kafkasya ve Orta Asya’daki ekonomik ve siyasal etkinliğini sonlandıracaktır,
Yunanistan, Ermenistan ve Kıbrıs Rum yönetimi ile birlikte Türkiye’yi çeşitli konularda zor durumda bırakacaktır.
Oluşturacağı blok kapsamında yer alacak olan ülkeleri silahlandıracaktır.
5. Türkiye’nin geliştirmesi gereken stratejiler
Kanımca, yakın dönemde ABD’nin uzun dönemde ise RF’nin hakim olacağı uluslararası sistem bazında Türkiye’nin üretmesi gereken karşı stratejiler bu iki büyük devlete ilişkin olarak değil bölgesel bazda olmalıdır. Çünkü ancak bölgesel nitelikte geliştirilecek stratejiler Türkiye’nin siyasal, sosyal ve ekonomik güvenliği için maksimum fayda sağlayabilecek niteliktedir. Bu doğrultuda bölgeler bazında geliştirilmesi gerekli stratejiler şunlar olmalıdır.
Orta Doğu bölgesi
Orta Doğu’da diğer olası ABD operasyonlarının, bağımsız Kürt devletinin ve İsrail’in olası etkilerini bertaraf edebilmek adına başta İran ve Suriye olmak üzere diğer Arap ülkeleri ile ikili ilişkiler başlatılmalı ve geliştirilmelidir. İran’ın Türkiye’nin Atatürk döneminde olduğu gibi ulusal güç olma modelini benimsemesi sağlanmalıdır,
Bir Orta Doğu Savunma Örgütü’nün kurulması ve geliştirilmesi için Türkiye öncü rol üstlenmelidir,
ABD’nin şu anda destek verdiği Orta Doğu ülkelerine, bu devletin sadece petrol ve kendi ulusal çıkarları adına işbirliği yaptığı açıklıkla ifade edilmeli ve bölgede ABD karşısında bölgesel işbirliğine gidilmesi gerektiği telkin edilmelidir,
İsrail tehlikesinin ciddiyeti anlatılmalı ve bölge ülkelerinin İsrail karşısında bir araya gelmeleri sağlanmalıdır,
Orta Doğu bölgesinde diğer olası ABD operasyonlarını engellemek amacı ile Rusya’nın desteği alınmalı ve ABD’nin Rusya’nın Orta Doğu bölgesindeki menfaatlerini zedeleyeceği vurgulanmalıdır,
Kuzey Irak’ta kurulması muhtemel Kürt devletinin Türkiye’de yaşayan Kürtleri kışkırtmak için girişebileceği tüm politik ve askeri faaliyetler karşısında özellikle Güney Doğu Anadolu bölgesinde eğitim ve ekonomi alanlarındaki bilinçli yatırımlar şimdiden başlatılmalı ya da hızlandırılmalıdır.
Orta Asya bölgesi
Tacikistan meselesine müdahale edilmemelidir,
Orta Asya bölgesinin RF ve ABD güdümüne girmesini engelleyebilmek için bu devletlerle ekonomik ilişkiler geliştirilmelidir,
Orta Asya devletlerine, geçmişte paylaşılan ortak kültürel unsurların (Osmanlı dönemi) günümüzde jeopolitik unsurlarla birleştirilerek Orta Asya ve Türkiye’nin bulunduğu coğrafyanın jeopolitik bir güce dönüştürülmesinin hem Türkiye hem de OAC için fayda sağlayacağı anlatılmalıdır. Türkiye öncülüğünde Orta Asya-Kafkasya-Türkiye Ortak Savunma ve Güvenlik Gücü kurulmalıdır,
Rusya ve ABD’nin bu bölgenin petrol ve doğal gaz kaynaklarını ele geçirmekle kalmayıp, bölgede yer alan devletleri kendi siyasal ve ekonomik nüfuz alanlarına da bölecekleri ifade edilmelidir,
OAC’nin tam anlamıyla demokrasiye geçmeleri için Türkiye tüm tecrübelerini aktarmalıdır.
Kafkasya bölgesi
Azerbaycan-Ermenistan, Gürcistan-Abhazya, Gürcistan-Acaristan, Gürcistan-Güney Osetya sorunlarının çözümü aktif Türk desteği ile sağlanmalıdır,
Türkiye Gürcistan’ın toprak bütünlüğünü ve bağımsızlığını koruması için bu devlete uluslararası platformlarda destek aramalıdır,
Gürcistan’ın Çeçenistan’a verdiği örtülü destek engellenmelidir. Çünkü bu tür girişimler RF’yi daha da kızdırmaktan öte bir anlam taşımamaktadır,
Azerbaycan’ın Rusya’ya ödünler vermek olarak algıladığı Rusya’yı dengeleme politikasının ileride bu devletin Rusya ve Ermenistan karşısında güvenliğini zedeleyeceği anlatılmalı ve Azerbaycan’ın Türkiye’nin öncülüğünde oluşturulacak Orta Asya-Kafkasya-Türkiye Ortak Savunma ve Güvenlik Gücü’ne dahil olması sağlanmalıdır,
Kuzey Kafkasya’daki sorunlara, Çeçenistan sorunu dahil olmak üzere, müdahale edilmemelidir.
Balkanlar
Balkanlarda oluşacak Rus etkinliğinde bir Slav-Ortodoks tehlikenin Türkiye’ye olası yansımalarını azaltmak amacı ile Balkanlardaki olası Ruslaştırma girişimleri Türkiye tarafından büyük milliyetçi duygularla karşılanmamalı, o bölgedeki soydaşlara sahip çıkmak adına fiili girişimlerde bulunmak yerine konu uluslararası zemine taşınmalıdır.
Uzak Doğu ve Asya-Pasifik ekseni
Asya-Pasifik bölgesinde ortaya çıkacak olan Rusya-Çin-ABD etkinliği karşısında tavır alınmamalıdır. Türkiye’nin hedefi, yakın bölgelerde ortaya çıkan ve kendi ulusal güvenliğini doğrudan ilgilendiren olaylara ilişkin çözüm önerileri getirmek olmalıdır.
Doğu Akdeniz
RF ile Kıbrıs hususunda yakınlaşılmalı ve bu mesele kapsamında RF ortak çıkarlar göz önünde bulundurularak potansiyel bir müttefik olarak algılanmalıdır. Çünkü RF, Kıbrıs adasının AB ya da ABD hakimiyetine girmesini sıcak denizlere inme arzusundan dolayı istememektedir. RF’nun KKTC’ni tanıması OAC’nin tanımasını beraberinde getirecek bu gelişme de Türkiye’nin Kıbrıs meselesinde durumunu güçlendirecektir,
Kıbrıs konusunda AB nezdinde Türkiye karşısında bu ayrıcalığı elde eden Yunanistan Türkiye ile mevcut kıta sahanlığı, hava sahası, Ege adaları gibi sorunlara yine AB nezdinde ayrıcalık yaratmaya ve Türkiye’yi sıkıştırmaya çalışacaktır. Ayrıca bu gelişmelerin ardından Ermeni meselesi, Rum Pontus’u canlandırma talepleri, Ekümeniklik, Boğazlar, Türkiye’deki azınlıklara özerklik gibi talepler yükselecektir. Tüm bu talepler karşısında Türkiye net bir tavır sergileyerek bunların kendi ulusal güvenliğini zedeleyici unsurlar olduğunu belirtmelidir.
Afrika
Türkiye’nin hedefi, yakın bölgelerde ortaya çıkan ve kendi ulusal güvenliğini doğrudan ilgilendiren olaylara ilişkin çözüm önerileri getirmek olmalıdır. Bu nedenle Afrika’daki olası gelişmeler Türkiye’yi ilgilendirmemelidir.
AB’nin dağılması- Nato’nun Türkiye’den yeni talepleri
“Bu güne dek Türk tarihinin jeopolitik ekseni ilk bin yılda Osmanlı üç kıtaya yayılmasına rağmen eksen Avrupa, ikinci bin yılın son iki yüz yılında jeopolitik yayılma amacı ortadan kalkmış ve amaç Avrupa’ya ilhak politikası olmuştur (Atatürk dönemi hariç), üçüncü bin yılın başında Türkler için amaç Avrupa’ya ilhak değil, Asya’ya dönmek olmalıdır.”[21] Gayet rasyonel görünen bu açıklamadan hareketle; siyasal bütünlüğümüzün, ulusal güvenliğimizin, toplumsal birlik ve beraberliğimizin teminatının; AB, Nato ve BM gibi uluslararası örgütler değil kendi önderliğimizde oluşturacağımız bölgesel savunma, güvenlik ve ekonomik örgütler olması gerektiği açıktır. Türkiye önderliğinde oluşturulacak bölgesel nitelikteki bu türden örgütler sayesinde Türkiye ne AB’nin dağılmasından olumsuz yönde etkilenecek ne de Nato’nun yeni beklentilerini ancak bir noktaya kadar karşılayabileceğini ifade etmekten kaçınacaktır.
Çöken ABD yeni imparator Rusya
Rusya’yı herhangi bir diğer potansiyel ya da dönemin mevcut büyük devleti ile dengelemekten kaçınılmalıdır,
Diplomasi Türkiye-Rusya arasındaki ilişkileri düzenleyecek en etkin araç olarak kabul edilmelidir,
Rusya’nın Türkiye’ye sunacağı herhangi bir ekonomik avantaj değerlendirilmemelidir, aksi takdirde Rusya’nın Türkiye’ye ilişkin siyasi talepleri gündeme gelecektir,
Ortak menfaatlerin buluştuğu noktalarda işbirliği geliştirilmelidir.
Sonuç
Köklü bir geçmişi olan uluslararası hukukun uygulanabilirliği yeni yüzyılın hemen başında ne yazık ki sorgulanır duruma gelmiştir. Batılı toplumların tecrübesi dışında kalan ve kendi sosyal-kültürel değerlerini toplumlara empoze etmeye çalışan devlet dışı grupların yükselişi potansiyel çatışma riski taşıyan bölgeleri daha duyarlı hale getirmiştir. Bu nedenle, 21. yüzyılda savaş tahmin edilemez özelliğe sahiptir[22]. Krizleri, olası kriz bölgelerini ve krizlere maruz kalacak olası devletleri ve Türkiye’nin bu krizlerden ne yoğunlukta etkilenebileceğini, geliştirmesi gereken stratejilerin neler olması gerektiğini öngörü yaklaşımını temel alarak açıkladığım bu makalede dikkatleri; Türkiye’nin bu krizlerden ne yönde ve ne yoğunlukta etkilenebileceği ve bu etkiyi hangi stratejileri üreterek en alt düzeye indirgeyebileceği üzerinde yoğunlaştırmaya çalıştım. Olası kriz bölgelerinin ve bu bölgelerde krizlerden etkilenecek devletlerin Türkiye’nin güvenlik unsurlarını olumsuz yönde etkileyebilme gücünü dikkate aldığımızda Türkiye’nin kendi jeokültürel unsurlarını Avrasya uygarlığının ve jeopolitiğinin belirleyici gücü olmak üzere kullanması gerektiğini ifade etmeliyiz. Türkiye Orta Asya’da yer alan ve köklü tarihsel geçmişi bulunan Kazaklar, Kırgızlar, Türkmenler, Özbekler; Kafkasya’da yer alan Azeri ve Gürcüler; Orta Doğu’da yer alan Kürtler, Farslar ve Araplar ve ayrıca Ruslarla dostça bir işbirliğini ivedilikle gerçekleştirmelidir. Bir Avrasya belirleyici gücü olabilmek için bu coğrafyanın jeopolitiği, jeoekonomisi, jeostratejisi ve jeokültürü iyice araştırılmalı ve öğrenilmelidir. Osmanlı döneminde diğer devletlerle paylaşılan ortak kültürel unsurlar günümüzün jeopolitik unsurları ile birleştirilerek Türkiye’nin jeopolitik bir güce dönüşmesi sağlanmalıdır. Ancak bu strateji doğrultusunda Türkiye olası kriz bölgelerinden en az etkilenen ülke olma ayrıcalığına sahip olacaktır.
Kaynakça
Bal, Mehmet Ali, Modern Devlet ve Güvenlik, IQ Kültür Sanat Yayıncılık, İstanbul, 2003.
Copley, Gregory R., “The likelihood of imminent war”, Defense and Foreign Affairs Strategic Policy, vol.30, no.3, March 2002.
Erdoğdu, Hikmet, Avrupa’nın Geleceğinde Türkiye’nin Önemi ve Nato İttifakı, IQ Kültür Sanat Yayıncılık, İstanbul, 2004.
Hermann, Margaret G. and Charles W. Kugley, “Politik Psikoloji Perspektifinden Demokrasi ve Uluslararası Barışın Tekrar Değerlendirilmesi”, Erol Göka-Işık Kuşçu (Der.), Uluslararası İlişkilerin Psikolojisi, Asam Yy., Ankara, 2002.
Holbrooke, Richard, “Conflict in Africa: The search for peace in the Congo”, Jan 1, 2000, City News Publishing Company, NAIC:928120, New York.
Kuloğlu, Armağan ve Fatma Elif Saklaya, “Büyük Orta Doğu Projesi ve Türkiye”, Stratejik Analiz, cilt 4, sayı 48, Nisan 2004.
Özdağ, Ümit, Yeniden Türk Milliyetçiliği (1), http://www.haberanaliz.com/, 1 Eylül 2003.
Powelson, Michael, “U.S. support for anti-Soviet and anti-Russian guerrilla movements and the undermining of democracy, Demokratizatsiya, vol.11, no.2, Spring 2003.
Record, Jeffrey, “Thinking about China and War”, Aerospace Power Journal, vol.15, no.4, Winter 2001.
Shaheen, Murad, “Questioning the water-war phenomenon in the Jordan Basin, The Middle East Policy, , vol.7, no.3, June 2000.
Stone, Anthony, “Future imperfect”, RUSI Journal, vol.144, no.3, London.
[1]Margaret G. Hermann and Charles W. Kugley, “Politik Psikoloji Perspektifinden Demokrasi ve Uluslararası Barışın Tekrar Değerlendirilmesi”, Erol Göka-Işık Kuşçu (Der.), Uluslararası İlişkilerin Psikolojisi, Asam Yy., Ankara, 2002, ss.91-96.
[2] Mehmet Ali Bal, Modern Devlet ve Güvenlik, IQ Kültür Sanat Yayıncılık, İstanbul, 2003, ss.74-97.
[3] Murad Shaheen, “Questioning the water-war phenomenon in the Jordan Basin, The Middle East Policy, , vol.7, no.3, June 2000, ss.137-150.
[4] Gregory R. Copley, “The likelihood of imminent war”, Defense and Foreign Affairs Strategic Policy, vol.30, no.3, March 2002, ss.8-9.
[5] Michael Powelson, “U.S. support for anti-Soviet and anti-Russian guerrilla movements and the undermining of democracy, Demokratizatsiya, vol.11, no.2, Spring 2003, s.297.
[6] Jeffrey Record, “Thinking about China and War”, Aerospace Power Journal, vol.15, no.4, Winter 2001, ss.69-80.
[7] Richard Holbrooke, “Conflict in Africa: The search for peace in the Congo”, Jan 1, 2000, City News Publishing Company, NAIC:928120, New York.
[8] bkz.Armağan Kuloğlu ve Fatma Elif Saklaya, “Büyük Orta Doğu Projesi ve Türkiye”, Stratejik Analiz, Nisan 2004, ss.23-27.
[9]Hikmet Erdoğdu, Avrupa’nın Geleceğinde Türkiye’nin Önemi ve Nato İttifakı, IQ Kültür Sanat Yayıncılık, İstanbul, 2004, s.411.
[10] Prof.Dr.Ümit Özdağ, Yeniden Türk Milliyetçiliği (1), http://www.haberanaliz.com/, 1 Eylül 2003.
[11] Anthony Stone, “Future imperfect”, RUSI Journal, vol.144, no.3, ss.54-59.
* Yrd.Doç.Dr. Yeditepe Üniversitesi İngilizce Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü
[12]Margaret G. Hermann and Charles W. Kugley, “Politik Psikoloji Perspektifinden Demokrasi ve Uluslararası Barışın Tekrar Değerlendirilmesi”, Erol Göka-Işık Kuşçu (Der.), Uluslararası İlişkilerin Psikolojisi, Asam Yy., Ankara, 2002, ss.91-96.
[13] Mehmet Ali Bal, Modern Devlet ve Güvenlik, IQ Kültür Sanat Yayıncılık, İstanbul, 2003, ss.74-97.
[14] Murad Shaheen, “Questioning the water-war phenomenon in the Jordan Basin, The Middle East Policy, , vol.7, no.3, June 2000, ss.137-150.
[15] Gregory R. Copley, “The likelihood of imminent war”, Defense and Foreign Affairs Strategic Policy, vol.30, no.3, March 2002, ss.8-9.
[16] Michael Powelson, “U.S. support for anti-Soviet and anti-Russian guerrilla movements and the undermining of democracy, Demokratizatsiya, vol.11, no.2, Spring 2003, s.297.
[17] Jeffrey Record, “Thinking about China and War”, Aerospace Power Journal, vol.15, no.4, Winter 2001, ss.69-80.
[18] Richard Holbrooke, “Conflict in Africa: The search for peace in the Congo”, Jan 1, 2000, City News Publishing Company, NAIC:928120, New York.
[19] bkz.Armağan Kuloğlu ve Fatma Elif Saklaya, “Büyük Orta Doğu Projesi ve Türkiye”, Stratejik Analiz, Nisan 2004, ss.23-27.
[20]Hikmet Erdoğdu, Avrupa’nın Geleceğinde Türkiye’nin Önemi ve Nato İttifakı, IQ Kültür Sanat Yayıncılık, İstanbul, 2004, s.411.
[21] Prof.Dr.Ümit Özdağ, Yeniden Türk Milliyetçiliği (1), http://www.haberanaliz.com/, 1 Eylül 2003.
[22] Anthony Stone, “Future imperfect”, RUSI Journal, vol.144, no.3, ss.54-59.
Dr.Gamze Güngörmüş Kona
GELECEĞİN KRİZ BÖLGELERİ, TÜRKİYE’NİN GÜVENLİĞİNE OLASI ETKİLERİ VE TÜRKİYE’NİN GELİŞTİRMESİ GEREKEN STRATEJİLER
Özet
1991 yılında SSCB’nin yıkılması ile farklı bir yapılanmaya giren uluslararası ilişkiler sistemi ABD’nin Irak operasyonu ve Saddam’ın devrilmesi ile birlikte kısa bir zaman sonra yeniden bir dönüm noktasına gelmiştir. Henüz bütün bölgeler kapsamında belirsizliğini koruyan gelişme ve ilişkiler şu aşamada ancak tahmin yürütülebilir özelliğe sahiptir. Bu nedenle, bu makale kapsamında dünya genelinde gelecekte ortaya çıkması muhtemel kriz bölgeleri, krize maruz kalacak olası ülkeler, Türkiye’ye olası yansımaları ve Türkiye’nin geliştirmesi gereken stratejiler ‘öngörü’ yaklaşımı temel alınarak tartışılmıştır.
Anahtar Kelimeler: Kriz bölgeleri, öngörü, strateji, olasılık, tahmin
Abstract
International relations system, which appeared as a new structure after the dissolution of the Soviet Union in 1991, has come to a turning point following the Iraq operation of the U.S. and the collapse of Saddam power in 2003. The developments and relations keeping their uncertainty in all regions bear the feature of predictability. For this reason, with in the content of this article; potential crisis regions, the probable states to be subjected to crisis, probable impact of crisis on Turkey and the necessary strategies that should be developed by Turkish officials in the future have been disscussed depending on ‘prediction’ approach.
Key Words: Crisis regions, foreseeing, strategy, probability, prediction
Giriş
1991 yılında Sovyetler Birliği’nin yıkılmasının ardından uluslararası ilişkiler sisteminde, Soğuk Savaş döneminde devletlerin dış politikalarını belirleyen temel unsurların köklü bir değişime uğradığını açıklıkla görmüştük. Yeni beliren ilişkileri yönlendirmeye başlayan faktörler bölgeler ve devletler bazında henüz tam anlamıyla özümsenmeden, oturmayan dengeleri yeniden bozan bir dizi oluşumla karşılaştık. Uluslararası terörle mücadele kapsamında öncelikle Afganistan daha sonra ise Irak’a düzenlenen operasyonlar, Irak’ta Saddam rejiminin devrilmesi, demokratik olmayan tüm rejimlerin demokratikleştirileceğinin ABD tarafından sıklıkla telaffuz edilmeye başlanması öncelikle Orta Doğu bölgesinde yer alan devletler genelinde huzursuzluğa neden olmuştur. Bu huzursuzluğun farklı bölgelerde başka devletlere yönelik olası ABD operasyonları neticesinde daha da artacağı kuvvetle muhtemeldir. ABD’nin sistemleri demokratikleştirme, toplumları özgürleştirme hedefine dayalı olarak başlattığı bu girişimin Orta Doğu bölgesindeki devletlerle sınırlı kalmayacağı açıktır. Orta Doğu genelinde ABD karşıtlığından kaynaklanan mevcut karmaşanın, ABD’nin demokratikleştirme ve özgürleştirme adına başlatacağı diğer operasyonlara paralel olarak artacağı kesindir. Bu noktadan hareketle; gelecek dönemlerde bazı bölgelerde krizler yaşanacağı, bazı devletlerin bu krizlere maruz kalacağı, Türkiye'nin bu krizlerden etkilenme olasılığının yüksek olacağı ve bu nedenle Türkiye’nin şimdiden olası kriz bölgelerinden en alt düzeyde etkilenmesini sağlayacak stratejiler geliştirmesi gerektiği belirtilmelidir. Makale kapsamında olası kriz bölgeleri incelenmeden önce krizlere neden olabilecek genel ve bölgesel unsurlar açıklanacaktır.
1. Krizlere neden olabilecek genel unsurlar
Krizler potansiyel uyarıcıları en çabuk ve kuvvetli bir biçimde değerlendirebilen olgulardır. Dünya genelinde hangi bölge olursa olsun kriz hep vardır. Ancak krizlerin aktive edilmesi için belli bir takım itici-uyarıcı güçlerin uygun ortamlarda güç kazanması gerekmektedir. Krizlerin aktivasyonu ancak bu türden uygun ortamlarda, uyarıcıların güçlü olduğu şartlarda gerçekleşir. Krizlerin tırmanmasını kolaylaştıran ve aktif duruma getiren genel unsurlar şu şekilde sıralanabilir: Uluslararası hukuk kural ve normlarının eksikliği, yokluğu, yeterince uygulanamaması; Uluslararası sistemdeki arabulucuların yetersizliği ya da arabuluculuk misyonunu kendi ulusal menfaatleri adına kullanmayı tercih etmeleri; Demokratik olmayan rejim ve yönetimler; Hükümetlerin zaaf ve zafiyetleri; Ekonomik refah düzeyinin düşük olması; İç istikrarın kolayca zedelenebilir nitelikte olması; Politik katılım ve politik kültürün istenen düzeye erişememesi; Ülke sınırlarına ilişkin karmaşanın yoğunluğu; Otorite bölünmüşlüğü; Stratejik coğrafi konum; Çok dilli, çok kökenli, çok kültürlü etnik yapı; Siyasal rejime ve hükümete aidiyet hissetmeyen toplulukların çokluğu ve bunun karşısında yönetimlerin baskıcı tutumu; Yer altı ve yer üstü kaynaklarının ekonomik ve siyasal hareket alanlarını genişletmek isteyen dış ülkelerin dikkatlerini çekecek denli fazla olması; Ulusal değerlere sahip çıkan ve değerleri yüceltme taraftarı nitelikteki milliyetçilik değil de hırslı, hınçlı ve hırçın nitelikteki milliyetçilik.[1] Bu unsurların herhangi birinde ortaya çıkacak kontrolsüz bir güçlenme ya da bir tür kırılma; zaman, mekan ve koşul kollayan kriz olgusu için itici bir güç oluşturacak ve kriz kolaylıkla bir çatışmaya dönebilecektir.
Günümüzde özellikle Batılı strateji uzmanları ve bilim adamları tarafından olası kriz bölgeleri ve savaşlar üzerine yapılan çalışmaların sıklıkla Üçüncü Dünya Ülkeleri üzerinde yoğunlaştığını görmekteyiz. Ancak, risk taşıyan ve bu riskin krize dönüşmesini sağlayabilecek yegane topluluğun Üçüncü Dünya Devletleri olduğunu ifade etmek; küresel düzlemde meşruiyeti olan devletleri suçlamak ve sorgulamaktansa Üçüncü Dünya ülkelerini ve potansiyel suçlu gözüyle bakılan devletlerden destek aldığı öne sürülen terör gruplarını suçlamanın daha kolay ve tercih edilir olduğu anlamına gelecektir ki bu düşünce tarzı doğru değildir[2].
Bu nedenle, hemen her bir bölge ve devlette potansiyel risk uyarıcılarının bulunduğunu bu uyarıcıların bölge ve bölgelerde yer alan devletlerin siyasal, sosyal, kültürel özellikleri doğrultusunda ivme kazandıklarını ifade etmek gerekmektedir.
2. Gelecekte krizlere neden olabilecek mevcut bölgesel sorunlar
Bölgelerin sahip olduğu ekonomik, siyasal, askeri ve sosyal özelliklerin birbirinden farklılık taşımasından dolayı farklı bölgelerde o bölgelere özgü değişik uyarıcı unsurlar öne çıkmaktadır. Bu nedenle bu başlık altında Orta Doğu, Kafkasya, Orta Asya, Balkanlar, Uzak Doğu/Asya-Pasifik ve Doğu Akdeniz’de çatışmalara neden olabilecek bu bölgelere özgü unsurları açıklayacağız.
Orta Doğu
Demokratik olmayan rejimler ve otoriter liderler: Orta Doğu bölgesinde Türkiye ve İsrail dışında hiçbir devlette demokratik sistem örneğini göremiyoruz. Bu iki ülkenin dışında kalan ülkelerde otoriter ve totaliter rejimler ve baskıcı liderler bulunmaktadır. Cumhurbaşkanlığı ve Genelkurmay Başkanlığı yetkileri ile donatılmış olan ve genelde gücünü aşiretlerden alan hükümetler ve bu hükümetleri temsil eden liderler siyasi eliti oluşturmaktadır. Güçlerini İslami motiflerle donatan bu yönetimler ve liderler kendilerine karşı oluşturulabilecek herhangi bir girişimi engelleyebilmek amacı ile baskıcı ve otoriter tavrı tercih etmektedirler. Bu nedenlerle Orta Doğu ülkelerinin genelinde siyasal sisteme, mevcut yönetimlere ve iktidardaki liderlere yabancılaşmış toplulukların yasa dışı (genelde İslamcı) grup ve örgütlerin sayısı oldukça fazladır.
Dini ve Etnik çeşitlilik: Bilindiği üzere, bir ülkenin sahip olduğu etnik çeşitlilik o ülke için ne denli zenginleştirici bir unsur ise o denli de sorun yaratabilecek bir özelliktir. Orta Doğu bölgesinde yer alan ülkeler köken ve din itibarı ile gayet kozmopolit bir görünüm arz etmektedir ve bu yapı bölge genelinde ciddi sorunlara yol açmaktadır. Çünkü Orta Doğu’da görülen bu etnik ve dini farklılık bölgede bir kültürel havza yaratmak yerine katı siyasi kimlikler haline dönüşerek, bölgeyi bir jeo-kültürel parçalanma alanı haline getirmiştir. Bunun yanı sıra Orta Doğu halkları güçlerini kendilerini yöneten hükümetlerden almak yerine bağlı bulundukları etnik azınlıklardan ve dini gruplardan alarak parçalanma sürecini hızlandırmaktadırlar. Dini ve etnik farkların bir bunalım haline dönüşmesi ise gerek bölgesel gerekse küresel güçlerce derhal bölgeye ilişkin bir stratejik parametre olarak algılanmasına yol açmaktadır.
Dış güçler: Orta Doğu devletleri sahip oldukları petrol zenginliği ile her dönem bölge dışı devletlerin dikkatini bölgeye çevirmelerini sağlamışlardır. Bölgedeki bu stratejik unsurun kontrolünü ele geçirmek isteyen devletler Orta Doğu’da siyasi ve ekonomik nüfuz alanı yaratma yarışı içinde olmuşlardır. Bu durum ise Orta Doğu genelinde Batılı devletler ve batılı değerlere karşı bir grubun doğmasına ve kırılmalara neden olmuştur.
Silahlanma: Orta Doğu bölgesinde büyük devletlerin büyük çabası sonucu silahlanma kontrolden çıkmış durumdadır. Bölgede çıkan krizlerin bir kısmı bir Orta Doğu ülkesinin bir diğerinin kendi ulusal güvenliğini tehdit eder düzeyde silahlandığı vurgusundan kaynaklanmaktadır.
Ekonomide görülen dengesizlik: Petrolden elde edilen gelirin büyük bir bölümünün ülkeyi yöneten liderlere ve liderleri destekleyen aşiretlere aktarılmasından dolayı sıradan halk ile yönetici siyasi elit arasında refah düzeyi açısından büyük farklar bulunmaktadır.
İsrail’in varlığı: İsrail gibi bir devletin Arap coğrafyasında yer alması bölge genelinde hem bu devlete hem de bu devleti destekleyen batılı devletlere karşı protesto uyandırmaktadır. İsrail-Filistin gerginliği ise bölgedeki kutuplaşmayı yoğunlaştırmaktadır.
Bölgesel kutuplaşma: Bölgede batılı devletler ile iyi ilişkiler geliştirmeyi kendi ulusal güvenlikleri adına olmazsa olmaz olarak kabul eden bir grup devlet ile bu devletleri batılı devletlerin işbirlikçisi olarak yorumlayan devletler arasında hırçın bir kutuplaşma mevcuttur.
Bölgesel işbirliği eksikliği: Bu güne dek hiçbir Orta Doğu devleti ekonomik, siyasal, askeri ya da sosyal sorunu işbirliği geliştirerek çözme yoluna gitmemiştir. Belli dönemlerde başlatılan işbirliği girişimleri ise sonuç vermemiştir.
İç istikrarın yokluğu: Orta Doğu bölgesinde yer alan devletlerin hemen tümünde dinsel ya da etnik kökenli çatışmalar mevcuttur.
Bölgede yer alan devletlerin diğer komşu devletler ile sınır ihtilafları: Orta Doğu bölgesi yabancı devletlerin kendi arzuları doğrultusunda çizdiği yapay sınırlara sahiptir. Bu durum ise devletler arasında bitmeyen sınır ihtilaflarına neden olmaktadır.
Orta Asya
Krizlere elverişlilik açısından Orta Asya da aynen Orta Doğu gibi büyük bir potansiyel taşımaktadır. Bu bölgeyi krizlere elverişli duruma getiren unsurlar aşağıdaki başlıklar altında toplanabilir.
Olgunlaşmamış siyasi kültür,
SSCB yapılanmasında görülen otoriter ve totaliter rejimler,
Orta Asya siyasi liderlerinin pek çoğunun SSCB dönemi Komünist Parti oluşumundan geliyor olmaları ve bu nedenle de demokrasiden uzak, otoriter siyasi tavır almaları,
Bağımsızlığın kazanılmasından sonra sahip olunan din, dil, bayrak, toprak gibi değerlere fazla vurgu yapılarak İslami değerlerin ve milliyetçi unsurların zararlı düzeyde yükselişe geçmesi ve bu iki unsurun demokrasinin önünde ciddi birer engel oluşturması,
SSCB’nin dağılmasından sonra bağımsız devlet kimliği kazanan Orta Asya cumhuriyetleri üzerinde Rusya Federasyonu’nun nüfuz alanı yaratma çabası ve Rus baskısı,
Bölgenin petrol ve doğal gaz kaynakları üzerinde Rusya Federasyonu, Batılı devletlerin mücadelesi,
Liberal ekonomik yapının kurum ve kurallarını geliştirme aşamasında maddi kaynak ve bilgi eksiği,
Demokratik sistemin kurum ve kurallarını yapılandırma aşamasında tecrübe eksiği,
Rusya Federasyonu, ABD, İngiltere, Fransa, Türkiye, İran, İsrail gibi devletlerin Orta Asya bölgesindeki güç mücadelesi,
Bazı Orta Asya ülkelerinin siyasi, ekonomik, askeri ve sosyal açılardan Rusya Federasyonu’nu bir güvenlik garantörü olarak görmelerinden dolayı Rusya’ya yakınlaşma çabaları.
Kafkasya
Bölgesel sorunlar ve bu sorunların krizlere dönüşme potansiyeli açısından Kafkasya Orta Asya bölgesi ile büyük benzerlikler sergilemektedir. Ancak Kafkasya Orta Asya bölgesine ek olarak krize dönüşebilecek şu fazladan unsurlara sahiptir.
Kuzey Kafkasya’yı oluşturan devletlerin siyasal ve iktisadi açılardan büyük ölçüde Rus etkinliği altında bulunmaları,
Rus etkinliğinden korunmak isteyen Güney Kafkasya bölgesindeki Gürcistan’ın siyasi bütünlüğünü silecek olan ayrılıkçı hareketlerin (Acaristan, Güney Osetya, Abhazya) Rusya tarafından desteklenmesi,
ABD ve Rusya Federasyonu’nu dengede tutmak isteyen ve bu nedenle Rusya karşısında kararlı bir tutum sergilemekten kaçınan Azerbaycan’ın Rusya’nın Güney Kafkasya’ya ilişkin arzusunun gerçekleşmesini kolaylaştırması,
Azeri-Ermeni çatışması,
ABD, Fransa ve Rusya Federasyonu tarafından Ermenistan’a verilen desteğin Güney Kafkasya dengelerini kırılgan duruma getirmesi.
Balkanlar
Balkanlarda da Orta Doğu ve Orta Asya bölgelerinde olduğu gibi kriz ortamlarını elverişli duruma getiren bazı itici faktörler bulunmaktadır.
Etnik ve dini çeşitliliğin körüklediği çatışmalar,
Eski Yugoslavya Cumhuriyeti’ni oluşturan yeni bağımsız devletler arasında etnik ve dini çatışma potansiyelinin yüksek oluşu,
Avrupa ile sınır oluşturan devletler üzerinde AB’nin, özellikle Almanya’nın etkinlik kurma ve artırma girişimleri,
Tarihsel ve dini nedenlerle Balkanlardaki Slav unsurları arka bahçesi olarak yorumlayan ve bu nedenle her dönem Slav kökenli Balkan devletleri üzerinde etkinlik kurmak isteyen Rusya Federasyonu.
Doğu Akdeniz
Doğu Akdeniz’de mevcut ortamı krize dönüştürebilecek yegane unsur olarak Kıbrıs adası dikkat çekmektedir. Bu bağlamda, Doğu Akdeniz’de kriz yaratabilecek unsurlar şu şekilde sıralanabilir.
Kıbrıs Cumhuriyetini temsilen Güney Kıbrıs Rum yönetiminin AB’ne tam üye olarak kabulü,
Yunanistan ve Türkiye arasında Kıbrıs’a ilişkin uyuşmazlıklar,
Kıbrıs’ın; Orta Doğu’nun tüm limanlarını kontrol edebilen, Orta Doğu bölgesinin savunmasını kolaylaştıran, Türkiye’nin güvenliği için bir tür kalkan vazifesi üstlenen doğal coğrafi konumu ve konumdan kaynaklanan jeostratejik önemi,
Kıbrıs’ın; Karadeniz ve Boğazlar üzerinden sıcak denizlere inme isteği devam eden Rusya için farklı bir coğrafi ayrıcalık tanıyabilecek özellik arz etmesi,
Kıbrıs meselesine ilişkin olarak uluslararası platformlarda herhangi bir resmi sıfatı bulunmayan ABD’nin Kıbrıs sorununun BM gündemine taşındığı tarihten bu yana her aşamada bizzat meseleyi yönlendirici unsur olarak belirmesi.
Uzak Doğu ve Asya-Pasifik Ekseni
Uzak Doğu ve Asya-Pasifik ekseninde ileride krize yol açabilecek sorunlar şu şekilde sıralanabilir.
Çin’e bağlı Doğu Türkistan’da ayrılıkçı taleplerin sıklıkla yinelenmesi,
Çin’in Tayvan üzerinde hak iddia etmesi,
Güney Kore – Kuzey Kore potansiyel çatışması,
Bölgede Japonya-ABD rekabeti,
Çin, Hindistan, Kuzey Kore, Güney Kore, Tayvan ve Malezya’nın sürekli silahlanması (ABD ve Nato’nun savunma harcamaları 2000 yılı itibarı ile yaklaşık üçte birlik bir düşüş göstermiş olmasına rağmen Asya-Pasifik bölgesinde yer alan ülkelerin savunma harcamaları iki kat artmıştır),
Asya-Pasifik ekseninde ekonomik etkinliği daha yoğun olan AB’nin aynı bölgede ekonomik olarak güçlenmeyi arzulayan ABD’ye yönelik hoşnutsuz tavrı,
ABD’nin NAFTA ile yetinmeyerek APEC’i de ele geçirme teşebbüslerinin Asya-Pasifik’te yer alan ülkelerce tedirginlikle karşılanması,
Çin-Rusya yakınlaşmasının ABD’de kaygı uyandırması,
Hindistan’ın Burma üzerindeki hak iddiasının Çin tarafından kaygıyla karşılanması,
Burma’da uzun bir demiryolu inşa eden ve Burma’daki Rangoon limanından denize açılmayı tasarlayan Çin’in bölge ülkeleri için tedirginlik yaratması.
3. Gelecekte karşılaşılması muhtemel krizler
Yukarıdaki bölümlerde Orta Doğu, Orta Asya, Kafkasya, Balkanlar, Doğu Akdeniz, Uzak Doğu ve Asya-Pasifik bölgelerinde gelecekte krize dönüşme olasılığı yüksek mevcut sorunları aktardık. Bu başlık altında ise bu bölgeler bazında gelecekte karşılaşılması muhtemel krizleri açıklayacağız.
Orta Doğu
Ürdün nehri havzasında bulunan su kaynaklarının paylaşımının; bu havzayı çevreleyen, etnik, dini ve milli unsurları büyük farklılıklar arz eden toplum ve devletler arasında bölgesel bir soruna dönüşmesi ve bu sorunun geniş çaplı bir çatışmaya dönüşmesi[3],
Kuzey Irak’ta bir Kürt devletinin kurulması ve bu devletin siyasi nüfuz genişletme çabası içine girmesi, Bu girişimin Sünni Araplar, Şii Araplar, Türkler ve Kürtler arasında bölgesel bir savaşa yol açması,
Türkiye’de ayrılıkçı Kürt hareketlerinin ivme kazanması,
İsrail-Kürt devleti stratejik ortaklığı ve İsrail devletinin kendisine karşı olan Arap devletlerine yaptırımları,
İsrail’in Filistin’i işgali ve göçe zorlanan Filistin halkı,
ABD’nin diplomatik girişimlerine karşın İsrail’in Suriye, Mısır ve İran’a askeri harekat başlatması[4],
Suriye ve İran’a ABD müdahalesi ve İran-ABD sıcak çatışması,
ABD’yi destekleyen Orta Doğu ülkeleri ile ABD karşıtı Orta Doğu ülkeleri arasında ideolojik kutuplaşma,
ABD’nin Suudi Arabistan operasyonu, bu ülkede rejim değişikliği ve Suudi petrolünün ABD kontrolüne geçişi,
Orta Doğu’da büyük ekonomik yatırımları bulunan Japonya’nın ABD ile çıkar uyuşmazlığına girmesi,
Rusya’nın kendisi için büyük bir önem arz eden Orta Doğu coğrafyasında ABD’ye karşı cephe alıp, müttefik edinme çabası içine girmesi.
Orta Asya
İslami radikalizmin ABD desteği ile bölgede bilinçli bir biçimde yükselmesi,
Ardından Orta Asya’yı İslami radikalizmden kurtarmak ve demokrasiyi yapılandırmak isteyen ABD’nin bölge devlerine fiili müdahalesi,
Arka bahçesinin ABD kontrolüne girmesini engellemek isteyen Rusya’nın Orta Asya bölgesinde ABD ile rekabeti,
Orta Asya petrol ve doğal gazının ABD ve Rusya Federasyonu arasında paylaşımı,
İran, Suudi Arabistan, Pakistan ve Afganistan’ın Orta Asya’ya yönelik olası girişimlerini en baştan engellemek isteyen Rusya ve radikal İslam’la 11 Eylül’den sonra ciddi biçimde mücadeleye giren ABD’nin; ortak çıkarları adına, Tacikistan’a saldırısı,
Batılı değerlere ve Batılılarca başlatılacak girişimlere karşı koymak amacıyla Orta Asya halklarının radikal İslami örgütlere destek vermeye başlaması ve dinsel nitelikli terörün Orta Asya genelinde hakim duruma gelmesi.
Kafkasya
Abhazya, Güney Osetya ve Acaristan’ın Rusya Federasyonu güdümüne girerek Gürcistan’ın toprak ve siyasi bütünlüğünü kaybetmesi,
Azerbaycan’ın Ermenistan ile mevcut siyasal sorunlarının halli için Rusya Federasyonu’ndan destek talepleri ve Güney Kafkasya’nın Rusya’nın güdümüne girmesi,
Güney Kafkasya petrolünün ABD-Rusya Federasyonu arasında paylaşımı,
Kuzey Kafkasya’da tam hakimiyet kurmak için bu bölgede yer alan devletlere Rusya’nın fiili müdahalesi,
Rusya’nın Çeçenistan’ı ilhakı.
Balkanlar
Yugoslavya Federasyonu’nu oluşturan devletler arasında etnik ve dini kökenli kanlı savaşlar,
AB ve özelde Almanya’nın Balkanlarda nüfuz genişletme girişimleri ve bu girişimin Rus tepkisi ile karşılaşması,
Rusya Federasyonu’nun Slavizmi kullanarak Balkanlarda Slav kökenli ulus ve devletleri siyasi nüfuz alanına dahil etme çabası, Balkanları Orta Doğu savunması için doğal üslerden biri olarak gören ABD’nin Rusya’nın bu girişimine tavır alması ve bölgede ABD-Rusya gerginliği,
ABD’nin; AB ve RF’nun Balkanlarda siyasal ve ekonomik nüfuzlarını genişletme girişimleri karşısında “Sovyetler Birliği’ne karşı Afgan mücahitleri ve eski Yugoslavya’da Kosova Kurtuluş Ordusu gibi terörist organizasyonları eğittiği ve desteklediği”[5] gibi yine aynı bölgede benzer faaliyetlerde bulunması ve bunun neticesinde Balkanların karışması.
Uzak Doğu ve Asya-Pasifik ekseni
Bölgede ABD-AB ekonomik rekabetinin artması,
ABD-Japonya arasındaki gerginliğin ABD’nin Orta Doğu’dan sonra Uzak Doğu/ Asya-Pasifik bölgesine de uzanması ile şiddetlenmesi,
Pekin’deki otokrasinin, Çin’in Tayvan ve Güney Çin Denizi’ne askeri operasyona eğilimli olmasının, ordunun Çin’in milli kimliği ve güvenlik politikalarının şekillendirmede istekli oluşunun, Çin’in Doğu Asya ve Pasifik’te mevcut ABD nüfuzunu ortadan kaldırmak istemesinin Çin’i ABD’nin bir numaralı stratejik rakibi durumuna getirmesi ve ABD’nin bu büyük güçle savaşı göze alır hale gelmesi[6] Çin-Rusya ilişkilerinin gelişmesi, ABD-Çin gerginliğinin artması,
Çin-Rusya Federasyonu-Kuzey Kore-Hindistan ortaklığı karşısında ABD’nin bölgeden çekilmek zorunda kalması ve bölgede bu dörtlünün çıkar mücadelesine başlaması,
Çin destekli Kuzey Kore ile ABD destekli Güney Kore arasında savaş,
Bölgenin ABD-Avustralya-AB-Japonya-Çin arasında ekonomik güç mücadelesine dönüşmesi ve bunun siyasal güç mücadelesine uzanması.
Doğu Akdeniz
Kıbrıs meselesine ilişkin olarak ABD-Rusya rekabeti,
Kıbrıs meselesine ilişkin olarak AB-Rusya Federasyonu çatışması,
AB’ne tam üye olarak kabul edilen Kıbrıs’ın Rumların vasıtası ile AB nezdinde Türkiye’yi ilgilendiren hususlarda Yunanistan ile birlikte veto hakkını kullanması ve bu aşamada Türkiye karşıtlığı,
Türk-Yunan ilişkilerinin gerginleşmesi,
Kıbrıs’ın AB tam üyeliğini takiben Yunanistan’ın Türkiye ile mevcut sorunlarda daha fazla hak ve ayrıcalık talep etmesi ve Türkiye’nin karşıtlığı,
Ada’da askeri üs edinmek isteyen ABD’nin İngiltere ile çıkar çatışmasına girmesi.
Afrika
Burundi, Angola, Sierra Leone, Etyopya, Eritre ve Kongo’daki mevcut krizlerin iç savaşa dönüşmesi[7],
Afrika kıtasında radikal İslamın yükselmesi,
ABD’nin bu kıtadaki islami grupların etkinliğini yok etmek adına fiili müdahalesi,
Etnik ve dinsel çatışmaların artması,
Afrika’da yer alan maden potansiyelinin el değiştirmesi.
AB-ABD
AB ile ABD arasında 1995 yılından itibaren belirginleşmeye başlayan görüş ayrılıklarının ABD’nin Irak’a düzenlediği operasyon ve bu operasyonu takiben devam ettireceği muhtemel girişimler[8] neticesinde AB üyesi ülkeler ile ABD arasındaki siyasal, sosyal ve askeri konulardaki kopuşun hızlanması,
ABD’nin AB’nin Balkanlarda girişeceği olası operasyonları dikkate alarak Birliğin Avrupa kıtasında siyasal, sosyal ve askeri açılardan güçlenmesini engellemek için girişimlerde bulunması,
ABD’nin AB’nin genişleme ve derinleşme politikalarına hız vermesini teşvik ederek, Birliğin gücünü içeride yaratacağı kırılmalarla yıpratması,
Avrupa ve Balkanlarda AB geri çekilişini takiben güç boşluğunun doğması ve bu boşluğun ABD tarafından doldurulmaya başlaması.
AB
AB’nin kendi bünyesinde gerçekleştirmeye çalıştığı kontrolsüz derinleşme ve genişleme girişimleri, otorite bölünmesi, ekonomik açıdan gerileme, üye ülkeler arasında görüş ayrılıkları gibi sebeplerle dağılması,
Birliğin; İngiltere, Fransa ve Almanya’nın kendi aralarındaki çıkar ve güç çatışması sonucu dağılması,
Bu dağılmanın ardından Orta Avrupa ve Balkanlarda bir güç boşluğu doğması,
Bu güç boşluğunun ABD ve Rusya Federasyonu’nun bu iki bölgede girişimlere başlaması için elverişli bir ortam yaratması.
NATO
Kendisi için büyük önem arz eden Akdeniz, Kafkasya ve Baltıklar gibi kritik bölgelerde yer alan devletler üzerinde ABD’nin Nato vasıtasıyla etkinliğini artırması ve bu bölgelerde istediği şekilde faaliyette bulunması,
Balkanlar ve Avrupa’da güçlenmek isteyen AB’nin Nato genişlemesiyle hareket alanının daralması ve bu gelişme sonucunda AB-Nato (Almanya-ABD) sürtüşmesinin yaşanması,
Avrupa Güvenlik ve Savunma Kimliği’nin Nato karşısında önemli bir avantajı olarak kabul edilen ‘Alan Dışı Faaliyet Erki’ yeni dönemde Nato için de geçerlilik kazandığı için Nato’nun Avrupa’nın kendi sorumluluk alanına müdahale etmesinin kolaylaşması,
Genişleyen sorumluluk bölgesinde faaliyetlerini sürdürebilmek amacıyla Nato’nun bölgesel yapılanmasını ve komuta yapısını yeniden şekillendirmesi ve genişletmesi neticesinde adı geçen bölgelerde yer alan devletlerin potansiyel tepkilerinin artması ve bunun bölgesel bir huzursuzluğa dönüşmesi,
Çöken ABD yeni imparator Rusya
Kontrolsüz ve hırçın biçimde yükselen ve genişleyen, bu kontrolsüz genişleme ardından kendi siyasal, ekonomik ve askeri gücünü yitirmeye başlayan ve ortadan silinen her imparatorlukta olduğu gibi ABD’de ortadan kalkacak ya da kendi kıtasına çekilmek durumunda kalacaktır. Ancak ABD’nin bu çöküşü ya da kendi kıtasına çekilmesi, kapitalist değerlerin ortadan silinmesini de beraberinde getirecektir. Bu dönüşüm, ‘tarih tekerrürden ibarettir’ yorumuna paralel bir biçimde, komünist değerlerin ve komünist ideolojinin, dolayısı ile Rusya Federasyonu’nun yükselişi ile sonuçlanacaktır. Rusya’nın yeniden güçlü bir imparatorluk kurma sürecinde uluslararası sistem derin ve sancılı bir değişim geçirecektir.
4. Krizlerin Türkiye’ye olası etkileri
Bu başlık altında, değinilen bölgelerde ortaya çıkması muhtemel krizlerin Türkiye’ye olası etkileri tartışılacaktır.
Orta Doğu’daki olası krizlerin Türkiye’ye olası etkileri
Türkiye genelinde ayrılıkçı Kürt hareketinin ivme kazanması,
Türkiye’nin hem ABD’nin etkinliğini artırdığı devletlerle hem de Orta Doğu bölgesinde ABD destekçisi ülkelerle ekonomik ilişkilerini eski düzeyde tutamaması,
Su meselesinin Türkiye’ye karşı siyasi bir baskı aracı olarak kullanılması,
Bir büyük gücün etkinliğine giren Orta Doğu petrolünün Türk ekonomisini ciddi biçimde sarsması,
ABD’nin Türkiye’yi Orta Doğu politikalarında saf dışı bırakması,
Orta Doğu genelindeki karışıklığın ya da iç savaşın Türkiye’nin güvenliğini olumsuz yönde etkilemesi.
Orta Asya’daki olası krizlerin Türkiye’ye olası etkileri
Orta Asya petrol ve doğal gaz rezervlerinin ABD ve RF arasında paylaşımı ile birlikte Bakü-Tiflis -Ceyhan boru hattı projesi iptal edilecek, Türkiye’nin ekonomik kaybı büyük olacaktır,
Türkiye için önemli bir jeopolitik ve jeokültürel havza niteliği taşıyan Orta Asya bölgesinde yer alan devletlerle ilişkiler ciddi bir gerileme kaydedecektir,
Rusya Federasyonu aynen Soğuk Savaş döneminde olduğu gibi Türkiye’nin komşu coğrafyasında yeniden bir tehdit unsuru olarak belirecektir,
Türkiye’deki bazı radikal İslami gruplar Orta Asya bölgesinde ABD’nin kışkırtmaları neticesinde artan İslami hareketlerden çıkar sağlama yoluna gideceklerdir.
Kafkasya’daki olası krizlerin Türkiye’ye olası etkileri
Bünyesinde bulunan üç özerk cumhuriyetin Rusya Federasyonu’nun güdümüne girmesi ile siyasal birliğini ve toprak bütünlüğünü kaybedecek olan Gürcistan Türkiye’nin Orta Asya ile mevcut ulaşım yolunun kapanmasına neden olacaktır,
Türkiye’nin Rusya Federasyonu’yla arasında bir tampon bölge olma özelliği taşıyan Güney Kafkasya’nın Rusya’nın güdümüne girmesi Türkiye’nin Rusya Federasyonu’na ilişkin güvenlik kaygılarının artmasına neden olacaktır,
Güney Kafkasya’nın Rus güdümüne girmesi ve Azeri petrol/doğal gaz kaynaklarının ABD ve RF arasında paylaşımı Türkiye’yi siyasal açıdan olduğu kadar ekonomik açıdan da güç durumda bırakacaktır.
Balkanlardaki olası krizlerin Türkiye’ye olası etkileri
Yugoslavya Federasyonu’nu oluşturan devletler arasında kışkırtmalar neticesinde ortaya çıkacak olan etnik ve dini kökenli çatışmalar bu devletlerde yer alan Türk/Müslüman kökenli soydaşlarımızın hezimete uğramasına neden olacaktır,
Komşu coğrafyamızda meydana gelen Rusya’nın uyguladığı Slavlaştırma politikaları bu coğrafyada Rus etkinliğinde bir Slav-Ortodoks tehlikenin oluşumuna neden olacaktır. Diğer bir değişle, Rusya; Orta Asya ve Kafkasya’dan Balkanlara uzanan geniş bir coğrafyada etkinlik kurmuş olacaktır.
Uzak Doğu ve Asya-Pasifik eksenindeki olası krizlerin Türkiye’ye olası etkileri
Bu eksende ortaya çıkacak olan gelişmeler Türkiye’yi sadece RF, Çin bağlamında ilgilendirecektir. Asya-Pasifik bölgesinde ABD karşısında Çin ile ortaklık kuran Rusya bir bölgede daha gücünü artırmış olacaktır.
Doğu Akdeniz’deki olası krizlerin Türkiye’ye olası etkileri
Kıbrıs’ın AB’ne tam üyeliği ile Türkiye Kıbrıs üzerindeki garantörlük sıfatını yakın bir dönem içinde kaybedecektir,
Kıbrıs’ta Rum ve Yunan etkinliğinin tesisi ile bu ülkelerle kriz dönemlerinde Anadolu’nun güvenliği olası tehdit altında bulunacaktır,
Kıbrıs konusunda AB nezdinde Türkiye karşısında bu ayrıcalığı elde eden Yunanistan Türkiye ile mevcut kıta sahanlığı, hava sahası, Ege adaları gibi sorunlar karşısında yine AB nezdinde ayrıcalık yaratmaya ve Türkiye’yi sıkıştırmaya çalışacaktır,
Bu gelişmelerin ardından Ermeni meselesi, Rum Pontus’u canlandırma talepleri, Ekümeniklik, Boğazlar, Türkiye’deki azınlıklara özerklik gibi talepler yükselecektir.
Afrika kıtasındaki olası krizlerin Türkiye’ye olası etkileri
Afrika kıtasında kuracağı etkinlik ile siyasal ve ekonomik yönlerden sınırsız bir güce ulaşacak olan ABD’nin Türkiye üzerindeki yaptırımları daha da artacaktır.
ABD-AB çekişmesi / AB’nin dağılmasının Türkiye’ye olası etkileri
Kendisinin Balkanlarda başlatacağı olası operasyonları dikkate alarak Birliğin Avrupa kıtasında siyasal, sosyal ve askeri açılardan güçlenmesini durdurmak için AB’yi engellemesi ve Birliğin gücünü içeride yaratacağı kırılmalarla yıpratması ve ayrıca AB’nin kendi bünyesinde gerçekleştirmeye çalıştığı kontrolsüz derinleşme ve genişleme girişimleri, otorite bölünmesi, ekonomik açıdan gerileme, üye ülkeler arasında görüş ayrılıkları gibi sebeplerle dağılması Türkiye’nin bugüne dek AB’ne girebilmek için sarf ettiği tüm çabaların ve verdiği tüm ödünlerin karşılıksız kalmasına neden olacaktır. Hatta Türkiye AB uğruna verdiği ödünlerden dolayı siyasal, ekonomik ve ulusal güvenlik meselelerinde giderilemez sorunlarla karşılaşacaktır.
Nato’dan kaynaklanacak değişimlerin Türkiye’ye olası etkileri
Akdeniz, Kafkasya ve Baltık bölgelerinde etkinliğini artırmak ve genişleme stratejisini bu bölgeler kapsamında gerçekleştirmek isteyen Nato’nun sorumluluk ve faaliyet alanı doğal olarak genişleyecektir. Genişleyen bu görev ve faaliyet alanı Nato bünyesinde yeni bir komuta yapılanması gerektirecektir. Bu yeni bölgelerde gerektiğinde icra edilecek operasyonlarda kullanılmak üzere yeni üslere ve operasyon kabiliyeti yüksek müttefik askeri kuvvetlerine ihtiyaç duyacaktır. Nato’nun 21.yüzyıldaki ilgi alanlarının Balkanlar, Kuzey Karadeniz, Kafkasya, Orta Asya, Orta Doğu ve Akdeniz olduğunu göz önüne aldığımızda Türkiye’nin bu bölgelerin ortasında yer alan coğrafi özelliğiyle Nato ve dolayısıyla ABD için önemli bir konuma geleceğini söyleyebiliriz[9]. Bu bölgelerdeki olası Nato faaliyetleri için Türk birliklerine duyulacak ihtiyaç ve bu ihtiyacın neticesinde Türkiye’nin Nato kapsamında önem kazanması Türkiye için sadece avantaj değil dezavantaj da yaratacaktır. Türkiye’nin kendi ulusal güvenlik unsurlarını doğrudan etkilemeyecek bölge ve devletlerde başlatılacak operasyonlara katılmak maddi ve insani kayıplarla sonuçlanacağı gibi, ulusal güvenliğini de sarsacaktır.
“Çöken ABD yeni imparator Rusya” gelişmesinin Türkiye’ye olası etkileri
Gücünü tüketen ABD’nin ardından yükselecek olan Rusya öncelikli olarak Boğazlar üzerinden sıcak denizlere inme arzusunu dile getirecektir,
Kendi oluşturacağı imparatorluk ya da blok kapsamında Türkiye’nin bu imparatorluk ya da blok güdümünde yer almasını talep edecektir,
Türkiye’nin batıya ilişkin olarak yapılandırılan hiçbir oluşumdan destek almamasını, kendisine karşı cephe oluşturmamasını isteyecektir,
Türkiye’nin Kafkasya ve Orta Asya’daki ekonomik ve siyasal etkinliğini sonlandıracaktır,
Yunanistan, Ermenistan ve Kıbrıs Rum yönetimi ile birlikte Türkiye’yi çeşitli konularda zor durumda bırakacaktır.
Oluşturacağı blok kapsamında yer alacak olan ülkeleri silahlandıracaktır.
5. Türkiye’nin geliştirmesi gereken stratejiler
Kanımca, yakın dönemde ABD’nin uzun dönemde ise RF’nin hakim olacağı uluslararası sistem bazında Türkiye’nin üretmesi gereken karşı stratejiler bu iki büyük devlete ilişkin olarak değil bölgesel bazda olmalıdır. Çünkü ancak bölgesel nitelikte geliştirilecek stratejiler Türkiye’nin siyasal, sosyal ve ekonomik güvenliği için maksimum fayda sağlayabilecek niteliktedir. Bu doğrultuda bölgeler bazında geliştirilmesi gerekli stratejiler şunlar olmalıdır.
Orta Doğu bölgesi
Orta Doğu’da diğer olası ABD operasyonlarının, bağımsız Kürt devletinin ve İsrail’in olası etkilerini bertaraf edebilmek adına başta İran ve Suriye olmak üzere diğer Arap ülkeleri ile ikili ilişkiler başlatılmalı ve geliştirilmelidir. İran’ın Türkiye’nin Atatürk döneminde olduğu gibi ulusal güç olma modelini benimsemesi sağlanmalıdır,
Bir Orta Doğu Savunma Örgütü’nün kurulması ve geliştirilmesi için Türkiye öncü rol üstlenmelidir,
ABD’nin şu anda destek verdiği Orta Doğu ülkelerine, bu devletin sadece petrol ve kendi ulusal çıkarları adına işbirliği yaptığı açıklıkla ifade edilmeli ve bölgede ABD karşısında bölgesel işbirliğine gidilmesi gerektiği telkin edilmelidir,
İsrail tehlikesinin ciddiyeti anlatılmalı ve bölge ülkelerinin İsrail karşısında bir araya gelmeleri sağlanmalıdır,
Orta Doğu bölgesinde diğer olası ABD operasyonlarını engellemek amacı ile Rusya’nın desteği alınmalı ve ABD’nin Rusya’nın Orta Doğu bölgesindeki menfaatlerini zedeleyeceği vurgulanmalıdır,
Kuzey Irak’ta kurulması muhtemel Kürt devletinin Türkiye’de yaşayan Kürtleri kışkırtmak için girişebileceği tüm politik ve askeri faaliyetler karşısında özellikle Güney Doğu Anadolu bölgesinde eğitim ve ekonomi alanlarındaki bilinçli yatırımlar şimdiden başlatılmalı ya da hızlandırılmalıdır.
Orta Asya bölgesi
Tacikistan meselesine müdahale edilmemelidir,
Orta Asya bölgesinin RF ve ABD güdümüne girmesini engelleyebilmek için bu devletlerle ekonomik ilişkiler geliştirilmelidir,
Orta Asya devletlerine, geçmişte paylaşılan ortak kültürel unsurların (Osmanlı dönemi) günümüzde jeopolitik unsurlarla birleştirilerek Orta Asya ve Türkiye’nin bulunduğu coğrafyanın jeopolitik bir güce dönüştürülmesinin hem Türkiye hem de OAC için fayda sağlayacağı anlatılmalıdır. Türkiye öncülüğünde Orta Asya-Kafkasya-Türkiye Ortak Savunma ve Güvenlik Gücü kurulmalıdır,
Rusya ve ABD’nin bu bölgenin petrol ve doğal gaz kaynaklarını ele geçirmekle kalmayıp, bölgede yer alan devletleri kendi siyasal ve ekonomik nüfuz alanlarına da bölecekleri ifade edilmelidir,
OAC’nin tam anlamıyla demokrasiye geçmeleri için Türkiye tüm tecrübelerini aktarmalıdır.
Kafkasya bölgesi
Azerbaycan-Ermenistan, Gürcistan-Abhazya, Gürcistan-Acaristan, Gürcistan-Güney Osetya sorunlarının çözümü aktif Türk desteği ile sağlanmalıdır,
Türkiye Gürcistan’ın toprak bütünlüğünü ve bağımsızlığını koruması için bu devlete uluslararası platformlarda destek aramalıdır,
Gürcistan’ın Çeçenistan’a verdiği örtülü destek engellenmelidir. Çünkü bu tür girişimler RF’yi daha da kızdırmaktan öte bir anlam taşımamaktadır,
Azerbaycan’ın Rusya’ya ödünler vermek olarak algıladığı Rusya’yı dengeleme politikasının ileride bu devletin Rusya ve Ermenistan karşısında güvenliğini zedeleyeceği anlatılmalı ve Azerbaycan’ın Türkiye’nin öncülüğünde oluşturulacak Orta Asya-Kafkasya-Türkiye Ortak Savunma ve Güvenlik Gücü’ne dahil olması sağlanmalıdır,
Kuzey Kafkasya’daki sorunlara, Çeçenistan sorunu dahil olmak üzere, müdahale edilmemelidir.
Balkanlar
Balkanlarda oluşacak Rus etkinliğinde bir Slav-Ortodoks tehlikenin Türkiye’ye olası yansımalarını azaltmak amacı ile Balkanlardaki olası Ruslaştırma girişimleri Türkiye tarafından büyük milliyetçi duygularla karşılanmamalı, o bölgedeki soydaşlara sahip çıkmak adına fiili girişimlerde bulunmak yerine konu uluslararası zemine taşınmalıdır.
Uzak Doğu ve Asya-Pasifik ekseni
Asya-Pasifik bölgesinde ortaya çıkacak olan Rusya-Çin-ABD etkinliği karşısında tavır alınmamalıdır. Türkiye’nin hedefi, yakın bölgelerde ortaya çıkan ve kendi ulusal güvenliğini doğrudan ilgilendiren olaylara ilişkin çözüm önerileri getirmek olmalıdır.
Doğu Akdeniz
RF ile Kıbrıs hususunda yakınlaşılmalı ve bu mesele kapsamında RF ortak çıkarlar göz önünde bulundurularak potansiyel bir müttefik olarak algılanmalıdır. Çünkü RF, Kıbrıs adasının AB ya da ABD hakimiyetine girmesini sıcak denizlere inme arzusundan dolayı istememektedir. RF’nun KKTC’ni tanıması OAC’nin tanımasını beraberinde getirecek bu gelişme de Türkiye’nin Kıbrıs meselesinde durumunu güçlendirecektir,
Kıbrıs konusunda AB nezdinde Türkiye karşısında bu ayrıcalığı elde eden Yunanistan Türkiye ile mevcut kıta sahanlığı, hava sahası, Ege adaları gibi sorunlara yine AB nezdinde ayrıcalık yaratmaya ve Türkiye’yi sıkıştırmaya çalışacaktır. Ayrıca bu gelişmelerin ardından Ermeni meselesi, Rum Pontus’u canlandırma talepleri, Ekümeniklik, Boğazlar, Türkiye’deki azınlıklara özerklik gibi talepler yükselecektir. Tüm bu talepler karşısında Türkiye net bir tavır sergileyerek bunların kendi ulusal güvenliğini zedeleyici unsurlar olduğunu belirtmelidir.
Afrika
Türkiye’nin hedefi, yakın bölgelerde ortaya çıkan ve kendi ulusal güvenliğini doğrudan ilgilendiren olaylara ilişkin çözüm önerileri getirmek olmalıdır. Bu nedenle Afrika’daki olası gelişmeler Türkiye’yi ilgilendirmemelidir.
AB’nin dağılması- Nato’nun Türkiye’den yeni talepleri
“Bu güne dek Türk tarihinin jeopolitik ekseni ilk bin yılda Osmanlı üç kıtaya yayılmasına rağmen eksen Avrupa, ikinci bin yılın son iki yüz yılında jeopolitik yayılma amacı ortadan kalkmış ve amaç Avrupa’ya ilhak politikası olmuştur (Atatürk dönemi hariç), üçüncü bin yılın başında Türkler için amaç Avrupa’ya ilhak değil, Asya’ya dönmek olmalıdır.”[10] Gayet rasyonel görünen bu açıklamadan hareketle; siyasal bütünlüğümüzün, ulusal güvenliğimizin, toplumsal birlik ve beraberliğimizin teminatının; AB, Nato ve BM gibi uluslararası örgütler değil kendi önderliğimizde oluşturacağımız bölgesel savunma, güvenlik ve ekonomik örgütler olması gerektiği açıktır. Türkiye önderliğinde oluşturulacak bölgesel nitelikteki bu türden örgütler sayesinde Türkiye ne AB’nin dağılmasından olumsuz yönde etkilenecek ne de Nato’nun yeni beklentilerini ancak bir noktaya kadar karşılayabileceğini ifade etmekten kaçınacaktır.
Çöken ABD yeni imparator Rusya
Rusya’yı herhangi bir diğer potansiyel ya da dönemin mevcut büyük devleti ile dengelemekten kaçınılmalıdır,
Diplomasi Türkiye-Rusya arasındaki ilişkileri düzenleyecek en etkin araç olarak kabul edilmelidir,
Rusya’nın Türkiye’ye sunacağı herhangi bir ekonomik avantaj değerlendirilmemelidir, aksi takdirde Rusya’nın Türkiye’ye ilişkin siyasi talepleri gündeme gelecektir,
Ortak menfaatlerin buluştuğu noktalarda işbirliği geliştirilmelidir.
Sonuç
Köklü bir geçmişi olan uluslararası hukukun uygulanabilirliği yeni yüzyılın hemen başında ne yazık ki sorgulanır duruma gelmiştir. Batılı toplumların tecrübesi dışında kalan ve kendi sosyal-kültürel değerlerini toplumlara empoze etmeye çalışan devlet dışı grupların yükselişi potansiyel çatışma riski taşıyan bölgeleri daha duyarlı hale getirmiştir. Bu nedenle, 21. yüzyılda savaş tahmin edilemez özelliğe sahiptir[11]. Krizleri, olası kriz bölgelerini ve krizlere maruz kalacak olası devletleri ve Türkiye’nin bu krizlerden ne yoğunlukta etkilenebileceğini, geliştirmesi gereken stratejilerin neler olması gerektiğini öngörü yaklaşımını temel alarak açıkladığım bu makalede dikkatleri; Türkiye’nin bu krizlerden ne yönde ve ne yoğunlukta etkilenebileceği ve bu etkiyi hangi stratejileri üreterek en alt düzeye indirgeyebileceği üzerinde yoğunlaştırmaya çalıştım. Olası kriz bölgelerinin ve bu bölgelerde krizlerden etkilenecek devletlerin Türkiye’nin güvenlik unsurlarını olumsuz yönde etkileyebilme gücünü dikkate aldığımızda Türkiye’nin kendi jeokültürel unsurlarını Avrasya uygarlığının ve jeopolitiğinin belirleyici gücü olmak üzere kullanması gerektiğini ifade etmeliyiz. Türkiye Orta Asya’da yer alan ve köklü tarihsel geçmişi bulunan Kazaklar, Kırgızlar, Türkmenler, Özbekler; Kafkasya’da yer alan Azeri ve Gürcüler; Orta Doğu’da yer alan Kürtler, Farslar ve Araplar ve ayrıca Ruslarla dostça bir işbirliğini ivedilikle gerçekleştirmelidir. Bir Avrasya belirleyici gücü olabilmek için bu coğrafyanın jeopolitiği, jeoekonomisi, jeostratejisi ve jeokültürü iyice araştırılmalı ve öğrenilmelidir. Osmanlı döneminde diğer devletlerle paylaşılan ortak kültürel unsurlar günümüzün jeopolitik unsurları ile birleştirilerek Türkiye’nin jeopolitik bir güce dönüşmesi sağlanmalıdır. Ancak bu strateji doğrultusunda Türkiye olası kriz bölgelerinden en az etkilenen ülke olma ayrıcalığına sahip olacaktır.
Kaynakça
Bal, Mehmet Ali, Modern Devlet ve Güvenlik, IQ Kültür Sanat Yayıncılık, İstanbul, 2003.
Copley, Gregory R., “The likelihood of imminent war”, Defense and Foreign Affairs Strategic Policy, vol.30, no.3, March 2002.
Erdoğdu, Hikmet, Avrupa’nın Geleceğinde Türkiye’nin Önemi ve Nato İttifakı, IQ Kültür Sanat Yayıncılık, İstanbul, 2004.
Hermann, Margaret G. and Charles W. Kugley, “Politik Psikoloji Perspektifinden Demokrasi ve Uluslararası Barışın Tekrar Değerlendirilmesi”, Erol Göka-Işık Kuşçu (Der.), Uluslararası İlişkilerin Psikolojisi, Asam Yy., Ankara, 2002.
Holbrooke, Richard, “Conflict in Africa: The search for peace in the Congo”, Jan 1, 2000, City News Publishing Company, NAIC:928120, New York.
Kuloğlu, Armağan ve Fatma Elif Saklaya, “Büyük Orta Doğu Projesi ve Türkiye”, Stratejik Analiz, cilt 4, sayı 48, Nisan 2004.
Özdağ, Ümit, Yeniden Türk Milliyetçiliği (1), http://www.haberanaliz.com/, 1 Eylül 2003.
Powelson, Michael, “U.S. support for anti-Soviet and anti-Russian guerrilla movements and the undermining of democracy, Demokratizatsiya, vol.11, no.2, Spring 2003.
Record, Jeffrey, “Thinking about China and War”, Aerospace Power Journal, vol.15, no.4, Winter 2001.
Shaheen, Murad, “Questioning the water-war phenomenon in the Jordan Basin, The Middle East Policy, , vol.7, no.3, June 2000.
Stone, Anthony, “Future imperfect”, RUSI Journal, vol.144, no.3, London.
Gamze Güngörmüş Kona*
GELECEĞİN KRİZ BÖLGELERİ, TÜRKİYE’NİN GÜVENLİĞİNE OLASI ETKİLERİ VE TÜRKİYE’NİN GELİŞTİRMESİ GEREKEN STRATEJİLER
Giriş
1991 yılında Sovyetler Birliği’nin yıkılmasının ardından uluslararası ilişkiler sisteminde, Soğuk Savaş döneminde devletlerin dış politikalarını belirleyen temel unsurların köklü bir değişime uğradığını açıklıkla görmüştük. Yeni beliren ilişkileri yönlendirmeye başlayan faktörler bölgeler ve devletler bazında henüz tam anlamıyla özümsenmeden, oturmayan dengeleri yeniden bozan bir dizi oluşumla karşılaştık. Uluslararası terörle mücadele kapsamında öncelikle Afganistan daha sonra ise Irak’a düzenlenen operasyonlar, Irak’ta Saddam rejiminin devrilmesi, demokratik olmayan tüm rejimlerin demokratikleştirileceğinin ABD tarafından sıklıkla telaffuz edilmeye başlanması öncelikle Orta Doğu bölgesinde yer alan devletler genelinde huzursuzluğa neden olmuştur. Bu huzursuzluğun farklı bölgelerde başka devletlere yönelik olası ABD operasyonları neticesinde daha da artacağı kuvvetle muhtemeldir. ABD’nin sistemleri demokratikleştirme, toplumları özgürleştirme hedefine dayalı olarak başlattığı bu girişimin Orta Doğu bölgesindeki devletlerle sınırlı kalmayacağı açıktır. Orta Doğu genelinde ABD karşıtlığından kaynaklanan mevcut karmaşanın, ABD’nin demokratikleştirme ve özgürleştirme adına başlatacağı diğer operasyonlara paralel olarak artacağı kesindir. Bu noktadan hareketle; gelecek dönemlerde bazı bölgelerde krizler yaşanacağı, bazı devletlerin bu krizlere maruz kalacağı, Türkiye'nin bu krizlerden etkilenme olasılığının yüksek olacağı ve bu nedenle Türkiye’nin şimdiden olası kriz bölgelerinden en alt düzeyde etkilenmesini sağlayacak stratejiler geliştirmesi gerektiği belirtilmelidir. Makale kapsamında olası kriz bölgeleri incelenmeden önce krizlere neden olabilecek genel ve bölgesel unsurlar açıklanacaktır.
1. Krizlere neden olabilecek genel unsurlar
Krizler potansiyel uyarıcıları en çabuk ve kuvvetli bir biçimde değerlendirebilen olgulardır. Dünya genelinde hangi bölge olursa olsun kriz hep vardır. Ancak krizlerin aktive edilmesi için belli bir takım itici-uyarıcı güçlerin uygun ortamlarda güç kazanması gerekmektedir. Krizlerin aktivasyonu ancak bu türden uygun ortamlarda, uyarıcıların güçlü olduğu şartlarda gerçekleşir. Krizlerin tırmanmasını kolaylaştıran ve aktif duruma getiren genel unsurlar şu şekilde sıralanabilir: Uluslararası hukuk kural ve normlarının eksikliği, yokluğu, yeterince uygulanamaması; Uluslararası sistemdeki arabulucuların yetersizliği ya da arabuluculuk misyonunu kendi ulusal menfaatleri adına kullanmayı tercih etmeleri; Demokratik olmayan rejim ve yönetimler; Hükümetlerin zaaf ve zafiyetleri; Ekonomik refah düzeyinin düşük olması; İç istikrarın kolayca zedelenebilir nitelikte olması; Politik katılım ve politik kültürün istenen düzeye erişememesi; Ülke sınırlarına ilişkin karmaşanın yoğunluğu; Otorite bölünmüşlüğü; Stratejik coğrafi konum; Çok dilli, çok kökenli, çok kültürlü etnik yapı; Siyasal rejime ve hükümete aidiyet hissetmeyen toplulukların çokluğu ve bunun karşısında yönetimlerin baskıcı tutumu; Yer altı ve yer üstü kaynaklarının ekonomik ve siyasal hareket alanlarını genişletmek isteyen dış ülkelerin dikkatlerini çekecek denli fazla olması; Ulusal değerlere sahip çıkan ve değerleri yüceltme taraftarı nitelikteki milliyetçilik değil de hırslı, hınçlı ve hırçın nitelikteki milliyetçilik.[12] Bu unsurların herhangi birinde ortaya çıkacak kontrolsüz bir güçlenme ya da bir tür kırılma; zaman, mekan ve koşul kollayan kriz olgusu için itici bir güç oluşturacak ve kriz kolaylıkla bir çatışmaya dönebilecektir.
Günümüzde özellikle Batılı strateji uzmanları ve bilim adamları tarafından olası kriz bölgeleri ve savaşlar üzerine yapılan çalışmaların sıklıkla Üçüncü Dünya Ülkeleri üzerinde yoğunlaştığını görmekteyiz. Ancak, risk taşıyan ve bu riskin krize dönüşmesini sağlayabilecek yegane topluluğun Üçüncü Dünya Devletleri olduğunu ifade etmek; küresel düzlemde meşruiyeti olan devletleri suçlamak ve sorgulamaktansa Üçüncü Dünya ülkelerini ve potansiyel suçlu gözüyle bakılan devletlerden destek aldığı öne sürülen terör gruplarını suçlamanın daha kolay ve tercih edilir olduğu anlamına gelecektir ki bu düşünce tarzı doğru değildir[13].
Bu nedenle, hemen her bir bölge ve devlette potansiyel risk uyarıcılarının bulunduğunu bu uyarıcıların bölge ve bölgelerde yer alan devletlerin siyasal, sosyal, kültürel özellikleri doğrultusunda ivme kazandıklarını ifade etmek gerekmektedir.
2. Gelecekte krizlere neden olabilecek mevcut bölgesel sorunlar
Bölgelerin sahip olduğu ekonomik, siyasal, askeri ve sosyal özelliklerin birbirinden farklılık taşımasından dolayı farklı bölgelerde o bölgelere özgü değişik uyarıcı unsurlar öne çıkmaktadır. Bu nedenle bu başlık altında Orta Doğu, Kafkasya, Orta Asya, Balkanlar, Uzak Doğu/Asya-Pasifik ve Doğu Akdeniz’de çatışmalara neden olabilecek bu bölgelere özgü unsurları açıklayacağız.
Orta Doğu
Demokratik olmayan rejimler ve otoriter liderler: Orta Doğu bölgesinde Türkiye ve İsrail dışında hiçbir devlette demokratik sistem örneğini göremiyoruz. Bu iki ülkenin dışında kalan ülkelerde otoriter ve totaliter rejimler ve baskıcı liderler bulunmaktadır. Cumhurbaşkanlığı ve Genelkurmay Başkanlığı yetkileri ile donatılmış olan ve genelde gücünü aşiretlerden alan hükümetler ve bu hükümetleri temsil eden liderler siyasi eliti oluşturmaktadır. Güçlerini İslami motiflerle donatan bu yönetimler ve liderler kendilerine karşı oluşturulabilecek herhangi bir girişimi engelleyebilmek amacı ile baskıcı ve otoriter tavrı tercih etmektedirler. Bu nedenlerle Orta Doğu ülkelerinin genelinde siyasal sisteme, mevcut yönetimlere ve iktidardaki liderlere yabancılaşmış toplulukların yasa dışı (genelde İslamcı) grup ve örgütlerin sayısı oldukça fazladır.
Dini ve Etnik çeşitlilik: Bilindiği üzere, bir ülkenin sahip olduğu etnik çeşitlilik o ülke için ne denli zenginleştirici bir unsur ise o denli de sorun yaratabilecek bir özelliktir. Orta Doğu bölgesinde yer alan ülkeler köken ve din itibarı ile gayet kozmopolit bir görünüm arz etmektedir ve bu yapı bölge genelinde ciddi sorunlara yol açmaktadır. Çünkü Orta Doğu’da görülen bu etnik ve dini farklılık bölgede bir kültürel havza yaratmak yerine katı siyasi kimlikler haline dönüşerek, bölgeyi bir jeo-kültürel parçalanma alanı haline getirmiştir. Bunun yanı sıra Orta Doğu halkları güçlerini kendilerini yöneten hükümetlerden almak yerine bağlı bulundukları etnik azınlıklardan ve dini gruplardan alarak parçalanma sürecini hızlandırmaktadırlar. Dini ve etnik farkların bir bunalım haline dönüşmesi ise gerek bölgesel gerekse küresel güçlerce derhal bölgeye ilişkin bir stratejik parametre olarak algılanmasına yol açmaktadır.
Dış güçler: Orta Doğu devletleri sahip oldukları petrol zenginliği ile her dönem bölge dışı devletlerin dikkatini bölgeye çevirmelerini sağlamışlardır. Bölgedeki bu stratejik unsurun kontrolünü ele geçirmek isteyen devletler Orta Doğu’da siyasi ve ekonomik nüfuz alanı yaratma yarışı içinde olmuşlardır. Bu durum ise Orta Doğu genelinde Batılı devletler ve batılı değerlere karşı bir grubun doğmasına ve kırılmalara neden olmuştur.
Silahlanma: Orta Doğu bölgesinde büyük devletlerin büyük çabası sonucu silahlanma kontrolden çıkmış durumdadır. Bölgede çıkan krizlerin bir kısmı bir Orta Doğu ülkesinin bir diğerinin kendi ulusal güvenliğini tehdit eder düzeyde silahlandığı vurgusundan kaynaklanmaktadır.
Ekonomide görülen dengesizlik: Petrolden elde edilen gelirin büyük bir bölümünün ülkeyi yöneten liderlere ve liderleri destekleyen aşiretlere aktarılmasından dolayı sıradan halk ile yönetici siyasi elit arasında refah düzeyi açısından büyük farklar bulunmaktadır.
İsrail’in varlığı: İsrail gibi bir devletin Arap coğrafyasında yer alması bölge genelinde hem bu devlete hem de bu devleti destekleyen batılı devletlere karşı protesto uyandırmaktadır. İsrail-Filistin gerginliği ise bölgedeki kutuplaşmayı yoğunlaştırmaktadır.
Bölgesel kutuplaşma: Bölgede batılı devletler ile iyi ilişkiler geliştirmeyi kendi ulusal güvenlikleri adına olmazsa olmaz olarak kabul eden bir grup devlet ile bu devletleri batılı devletlerin işbirlikçisi olarak yorumlayan devletler arasında hırçın bir kutuplaşma mevcuttur.
Bölgesel işbirliği eksikliği: Bu güne dek hiçbir Orta Doğu devleti ekonomik, siyasal, askeri ya da sosyal sorunu işbirliği geliştirerek çözme yoluna gitmemiştir. Belli dönemlerde başlatılan işbirliği girişimleri ise sonuç vermemiştir.
İç istikrarın yokluğu: Orta Doğu bölgesinde yer alan devletlerin hemen tümünde dinsel ya da etnik kökenli çatışmalar mevcuttur.
Bölgede yer alan devletlerin diğer komşu devletler ile sınır ihtilafları: Orta Doğu bölgesi yabancı devletlerin kendi arzuları doğrultusunda çizdiği yapay sınırlara sahiptir. Bu durum ise devletler arasında bitmeyen sınır ihtilaflarına neden olmaktadır.
Orta Asya
Krizlere elverişlilik açısından Orta Asya da aynen Orta Doğu gibi büyük bir potansiyel taşımaktadır. Bu bölgeyi krizlere elverişli duruma getiren unsurlar aşağıdaki başlıklar altında toplanabilir.
Olgunlaşmamış siyasi kültür,
SSCB yapılanmasında görülen otoriter ve totaliter rejimler,
Orta Asya siyasi liderlerinin pek çoğunun SSCB dönemi Komünist Parti oluşumundan geliyor olmaları ve bu nedenle de demokrasiden uzak, otoriter siyasi tavır almaları,
Bağımsızlığın kazanılmasından sonra sahip olunan din, dil, bayrak, toprak gibi değerlere fazla vurgu yapılarak İslami değerlerin ve milliyetçi unsurların zararlı düzeyde yükselişe geçmesi ve bu iki unsurun demokrasinin önünde ciddi birer engel oluşturması,
SSCB’nin dağılmasından sonra bağımsız devlet kimliği kazanan Orta Asya cumhuriyetleri üzerinde Rusya Federasyonu’nun nüfuz alanı yaratma çabası ve Rus baskısı,
Bölgenin petrol ve doğal gaz kaynakları üzerinde Rusya Federasyonu, Batılı devletlerin mücadelesi,
Liberal ekonomik yapının kurum ve kurallarını geliştirme aşamasında maddi kaynak ve bilgi eksiği,
Demokratik sistemin kurum ve kurallarını yapılandırma aşamasında tecrübe eksiği,
Rusya Federasyonu, ABD, İngiltere, Fransa, Türkiye, İran, İsrail gibi devletlerin Orta Asya bölgesindeki güç mücadelesi,
Bazı Orta Asya ülkelerinin siyasi, ekonomik, askeri ve sosyal açılardan Rusya Federasyonu’nu bir güvenlik garantörü olarak görmelerinden dolayı Rusya’ya yakınlaşma çabaları.
Kafkasya
Bölgesel sorunlar ve bu sorunların krizlere dönüşme potansiyeli açısından Kafkasya Orta Asya bölgesi ile büyük benzerlikler sergilemektedir. Ancak Kafkasya Orta Asya bölgesine ek olarak krize dönüşebilecek şu fazladan unsurlara sahiptir.
Kuzey Kafkasya’yı oluşturan devletlerin siyasal ve iktisadi açılardan büyük ölçüde Rus etkinliği altında bulunmaları,
Rus etkinliğinden korunmak isteyen Güney Kafkasya bölgesindeki Gürcistan’ın siyasi bütünlüğünü silecek olan ayrılıkçı hareketlerin (Acaristan, Güney Osetya, Abhazya) Rusya tarafından desteklenmesi,
ABD ve Rusya Federasyonu’nu dengede tutmak isteyen ve bu nedenle Rusya karşısında kararlı bir tutum sergilemekten kaçınan Azerbaycan’ın Rusya’nın Güney Kafkasya’ya ilişkin arzusunun gerçekleşmesini kolaylaştırması,
Azeri-Ermeni çatışması,
ABD, Fransa ve Rusya Federasyonu tarafından Ermenistan’a verilen desteğin Güney Kafkasya dengelerini kırılgan duruma getirmesi.
Balkanlar
Balkanlarda da Orta Doğu ve Orta Asya bölgelerinde olduğu gibi kriz ortamlarını elverişli duruma getiren bazı itici faktörler bulunmaktadır.
Etnik ve dini çeşitliliğin körüklediği çatışmalar,
Eski Yugoslavya Cumhuriyeti’ni oluşturan yeni bağımsız devletler arasında etnik ve dini çatışma potansiyelinin yüksek oluşu,
Avrupa ile sınır oluşturan devletler üzerinde AB’nin, özellikle Almanya’nın etkinlik kurma ve artırma girişimleri,
Tarihsel ve dini nedenlerle Balkanlardaki Slav unsurları arka bahçesi olarak yorumlayan ve bu nedenle her dönem Slav kökenli Balkan devletleri üzerinde etkinlik kurmak isteyen Rusya Federasyonu.
Doğu Akdeniz
Doğu Akdeniz’de mevcut ortamı krize dönüştürebilecek yegane unsur olarak Kıbrıs adası dikkat çekmektedir. Bu bağlamda, Doğu Akdeniz’de kriz yaratabilecek unsurlar şu şekilde sıralanabilir.
Kıbrıs Cumhuriyetini temsilen Güney Kıbrıs Rum yönetiminin AB’ne tam üye olarak kabulü,
Yunanistan ve Türkiye arasında Kıbrıs’a ilişkin uyuşmazlıklar,
Kıbrıs’ın; Orta Doğu’nun tüm limanlarını kontrol edebilen, Orta Doğu bölgesinin savunmasını kolaylaştıran, Türkiye’nin güvenliği için bir tür kalkan vazifesi üstlenen doğal coğrafi konumu ve konumdan kaynaklanan jeostratejik önemi,
Kıbrıs’ın; Karadeniz ve Boğazlar üzerinden sıcak denizlere inme isteği devam eden Rusya için farklı bir coğrafi ayrıcalık tanıyabilecek özellik arz etmesi,
Kıbrıs meselesine ilişkin olarak uluslararası platformlarda herhangi bir resmi sıfatı bulunmayan ABD’nin Kıbrıs sorununun BM gündemine taşındığı tarihten bu yana her aşamada bizzat meseleyi yönlendirici unsur olarak belirmesi.
Uzak Doğu ve Asya-Pasifik Ekseni
Uzak Doğu ve Asya-Pasifik ekseninde ileride krize yol açabilecek sorunlar şu şekilde sıralanabilir.
Çin’e bağlı Doğu Türkistan’da ayrılıkçı taleplerin sıklıkla yinelenmesi,
Çin’in Tayvan üzerinde hak iddia etmesi,
Güney Kore – Kuzey Kore potansiyel çatışması,
Bölgede Japonya-ABD rekabeti,
Çin, Hindistan, Kuzey Kore, Güney Kore, Tayvan ve Malezya’nın sürekli silahlanması (ABD ve Nato’nun savunma harcamaları 2000 yılı itibarı ile yaklaşık üçte birlik bir düşüş göstermiş olmasına rağmen Asya-Pasifik bölgesinde yer alan ülkelerin savunma harcamaları iki kat artmıştır),
Asya-Pasifik ekseninde ekonomik etkinliği daha yoğun olan AB’nin aynı bölgede ekonomik olarak güçlenmeyi arzulayan ABD’ye yönelik hoşnutsuz tavrı,
ABD’nin NAFTA ile yetinmeyerek APEC’i de ele geçirme teşebbüslerinin Asya-Pasifik’te yer alan ülkelerce tedirginlikle karşılanması,
Çin-Rusya yakınlaşmasının ABD’de kaygı uyandırması,
Hindistan’ın Burma üzerindeki hak iddiasının Çin tarafından kaygıyla karşılanması,
Burma’da uzun bir demiryolu inşa eden ve Burma’daki Rangoon limanından denize açılmayı tasarlayan Çin’in bölge ülkeleri için tedirginlik yaratması.
3. Gelecekte karşılaşılması muhtemel krizler
Yukarıdaki bölümlerde Orta Doğu, Orta Asya, Kafkasya, Balkanlar, Doğu Akdeniz, Uzak Doğu ve Asya-Pasifik bölgelerinde gelecekte krize dönüşme olasılığı yüksek mevcut sorunları aktardık. Bu başlık altında ise bu bölgeler bazında gelecekte karşılaşılması muhtemel krizleri açıklayacağız.
Orta Doğu
Ürdün nehri havzasında bulunan su kaynaklarının paylaşımının; bu havzayı çevreleyen, etnik, dini ve milli unsurları büyük farklılıklar arz eden toplum ve devletler arasında bölgesel bir soruna dönüşmesi ve bu sorunun geniş çaplı bir çatışmaya dönüşmesi[14],
Kuzey Irak’ta bir Kürt devletinin kurulması ve bu devletin siyasi nüfuz genişletme çabası içine girmesi, Bu girişimin Sünni Araplar, Şii Araplar, Türkler ve Kürtler arasında bölgesel bir savaşa yol açması,
Türkiye’de ayrılıkçı Kürt hareketlerinin ivme kazanması,
İsrail-Kürt devleti stratejik ortaklığı ve İsrail devletinin kendisine karşı olan Arap devletlerine yaptırımları,
İsrail’in Filistin’i işgali ve göçe zorlanan Filistin halkı,
ABD’nin diplomatik girişimlerine karşın İsrail’in Suriye, Mısır ve İran’a askeri harekat başlatması[15],
Suriye ve İran’a ABD müdahalesi ve İran-ABD sıcak çatışması,
ABD’yi destekleyen Orta Doğu ülkeleri ile ABD karşıtı Orta Doğu ülkeleri arasında ideolojik kutuplaşma,
ABD’nin Suudi Arabistan operasyonu, bu ülkede rejim değişikliği ve Suudi petrolünün ABD kontrolüne geçişi,
Orta Doğu’da büyük ekonomik yatırımları bulunan Japonya’nın ABD ile çıkar uyuşmazlığına girmesi,
Rusya’nın kendisi için büyük bir önem arz eden Orta Doğu coğrafyasında ABD’ye karşı cephe alıp, müttefik edinme çabası içine girmesi.
Orta Asya
İslami radikalizmin ABD desteği ile bölgede bilinçli bir biçimde yükselmesi,
Ardından Orta Asya’yı İslami radikalizmden kurtarmak ve demokrasiyi yapılandırmak isteyen ABD’nin bölge devlerine fiili müdahalesi,
Arka bahçesinin ABD kontrolüne girmesini engellemek isteyen Rusya’nın Orta Asya bölgesinde ABD ile rekabeti,
Orta Asya petrol ve doğal gazının ABD ve Rusya Federasyonu arasında paylaşımı,
İran, Suudi Arabistan, Pakistan ve Afganistan’ın Orta Asya’ya yönelik olası girişimlerini en baştan engellemek isteyen Rusya ve radikal İslam’la 11 Eylül’den sonra ciddi biçimde mücadeleye giren ABD’nin; ortak çıkarları adına, Tacikistan’a saldırısı,
Batılı değerlere ve Batılılarca başlatılacak girişimlere karşı koymak amacıyla Orta Asya halklarının radikal İslami örgütlere destek vermeye başlaması ve dinsel nitelikli terörün Orta Asya genelinde hakim duruma gelmesi.
Kafkasya
Abhazya, Güney Osetya ve Acaristan’ın Rusya Federasyonu güdümüne girerek Gürcistan’ın toprak ve siyasi bütünlüğünü kaybetmesi,
Azerbaycan’ın Ermenistan ile mevcut siyasal sorunlarının halli için Rusya Federasyonu’ndan destek talepleri ve Güney Kafkasya’nın Rusya’nın güdümüne girmesi,
Güney Kafkasya petrolünün ABD-Rusya Federasyonu arasında paylaşımı,
Kuzey Kafkasya’da tam hakimiyet kurmak için bu bölgede yer alan devletlere Rusya’nın fiili müdahalesi,
Rusya’nın Çeçenistan’ı ilhakı.
Balkanlar
Yugoslavya Federasyonu’nu oluşturan devletler arasında etnik ve dini kökenli kanlı savaşlar,
AB ve özelde Almanya’nın Balkanlarda nüfuz genişletme girişimleri ve bu girişimin Rus tepkisi ile karşılaşması,
Rusya Federasyonu’nun Slavizmi kullanarak Balkanlarda Slav kökenli ulus ve devletleri siyasi nüfuz alanına dahil etme çabası, Balkanları Orta Doğu savunması için doğal üslerden biri olarak gören ABD’nin Rusya’nın bu girişimine tavır alması ve bölgede ABD-Rusya gerginliği,
ABD’nin; AB ve RF’nun Balkanlarda siyasal ve ekonomik nüfuzlarını genişletme girişimleri karşısında “Sovyetler Birliği’ne karşı Afgan mücahitleri ve eski Yugoslavya’da Kosova Kurtuluş Ordusu gibi terörist organizasyonları eğittiği ve desteklediği”[16] gibi yine aynı bölgede benzer faaliyetlerde bulunması ve bunun neticesinde Balkanların karışması.
Uzak Doğu ve Asya-Pasifik ekseni
Bölgede ABD-AB ekonomik rekabetinin artması,
ABD-Japonya arasındaki gerginliğin ABD’nin Orta Doğu’dan sonra Uzak Doğu/ Asya-Pasifik bölgesine de uzanması ile şiddetlenmesi,
Pekin’deki otokrasinin, Çin’in Tayvan ve Güney Çin Denizi’ne askeri operasyona eğilimli olmasının, ordunun Çin’in milli kimliği ve güvenlik politikalarının şekillendirmede istekli oluşunun, Çin’in Doğu Asya ve Pasifik’te mevcut ABD nüfuzunu ortadan kaldırmak istemesinin Çin’i ABD’nin bir numaralı stratejik rakibi durumuna getirmesi ve ABD’nin bu büyük güçle savaşı göze alır hale gelmesi[17] Çin-Rusya ilişkilerinin gelişmesi, ABD-Çin gerginliğinin artması,
Çin-Rusya Federasyonu-Kuzey Kore-Hindistan ortaklığı karşısında ABD’nin bölgeden çekilmek zorunda kalması ve bölgede bu dörtlünün çıkar mücadelesine başlaması,
Çin destekli Kuzey Kore ile ABD destekli Güney Kore arasında savaş,
Bölgenin ABD-Avustralya-AB-Japonya-Çin arasında ekonomik güç mücadelesine dönüşmesi ve bunun siyasal güç mücadelesine uzanması.
Doğu Akdeniz
Kıbrıs meselesine ilişkin olarak ABD-Rusya rekabeti,
Kıbrıs meselesine ilişkin olarak AB-Rusya Federasyonu çatışması,
AB’ne tam üye olarak kabul edilen Kıbrıs’ın Rumların vasıtası ile AB nezdinde Türkiye’yi ilgilendiren hususlarda Yunanistan ile birlikte veto hakkını kullanması ve bu aşamada Türkiye karşıtlığı,
Türk-Yunan ilişkilerinin gerginleşmesi,
Kıbrıs’ın AB tam üyeliğini takiben Yunanistan’ın Türkiye ile mevcut sorunlarda daha fazla hak ve ayrıcalık talep etmesi ve Türkiye’nin karşıtlığı,
Ada’da askeri üs edinmek isteyen ABD’nin İngiltere ile çıkar çatışmasına girmesi.
Afrika
Burundi, Angola, Sierra Leone, Etyopya, Eritre ve Kongo’daki mevcut krizlerin iç savaşa dönüşmesi[18],
Afrika kıtasında radikal İslamın yükselmesi,
ABD’nin bu kıtadaki islami grupların etkinliğini yok etmek adına fiili müdahalesi,
Etnik ve dinsel çatışmaların artması,
Afrika’da yer alan maden potansiyelinin el değiştirmesi.
AB-ABD
AB ile ABD arasında 1995 yılından itibaren belirginleşmeye başlayan görüş ayrılıklarının ABD’nin Irak’a düzenlediği operasyon ve bu operasyonu takiben devam ettireceği muhtemel girişimler[19] neticesinde AB üyesi ülkeler ile ABD arasındaki siyasal, sosyal ve askeri konulardaki kopuşun hızlanması,
ABD’nin AB’nin Balkanlarda girişeceği olası operasyonları dikkate alarak Birliğin Avrupa kıtasında siyasal, sosyal ve askeri açılardan güçlenmesini engellemek için girişimlerde bulunması,
ABD’nin AB’nin genişleme ve derinleşme politikalarına hız vermesini teşvik ederek, Birliğin gücünü içeride yaratacağı kırılmalarla yıpratması,
Avrupa ve Balkanlarda AB geri çekilişini takiben güç boşluğunun doğması ve bu boşluğun ABD tarafından doldurulmaya başlaması.
AB
AB’nin kendi bünyesinde gerçekleştirmeye çalıştığı kontrolsüz derinleşme ve genişleme girişimleri, otorite bölünmesi, ekonomik açıdan gerileme, üye ülkeler arasında görüş ayrılıkları gibi sebeplerle dağılması,
Birliğin; İngiltere, Fransa ve Almanya’nın kendi aralarındaki çıkar ve güç çatışması sonucu dağılması,
Bu dağılmanın ardından Orta Avrupa ve Balkanlarda bir güç boşluğu doğması,
Bu güç boşluğunun ABD ve Rusya Federasyonu’nun bu iki bölgede girişimlere başlaması için elverişli bir ortam yaratması.
NATO
Kendisi için büyük önem arz eden Akdeniz, Kafkasya ve Baltıklar gibi kritik bölgelerde yer alan devletler üzerinde ABD’nin Nato vasıtasıyla etkinliğini artırması ve bu bölgelerde istediği şekilde faaliyette bulunması,
Balkanlar ve Avrupa’da güçlenmek isteyen AB’nin Nato genişlemesiyle hareket alanının daralması ve bu gelişme sonucunda AB-Nato (Almanya-ABD) sürtüşmesinin yaşanması,
Avrupa Güvenlik ve Savunma Kimliği’nin Nato karşısında önemli bir avantajı olarak kabul edilen ‘Alan Dışı Faaliyet Erki’ yeni dönemde Nato için de geçerlilik kazandığı için Nato’nun Avrupa’nın kendi sorumluluk alanına müdahale etmesinin kolaylaşması,
Genişleyen sorumluluk bölgesinde faaliyetlerini sürdürebilmek amacıyla Nato’nun bölgesel yapılanmasını ve komuta yapısını yeniden şekillendirmesi ve genişletmesi neticesinde adı geçen bölgelerde yer alan devletlerin potansiyel tepkilerinin artması ve bunun bölgesel bir huzursuzluğa dönüşmesi,
Çöken ABD yeni imparator Rusya
Kontrolsüz ve hırçın biçimde yükselen ve genişleyen, bu kontrolsüz genişleme ardından kendi siyasal, ekonomik ve askeri gücünü yitirmeye başlayan ve ortadan silinen her imparatorlukta olduğu gibi ABD’de ortadan kalkacak ya da kendi kıtasına çekilmek durumunda kalacaktır. Ancak ABD’nin bu çöküşü ya da kendi kıtasına çekilmesi, kapitalist değerlerin ortadan silinmesini de beraberinde getirecektir. Bu dönüşüm, ‘tarih tekerrürden ibarettir’ yorumuna paralel bir biçimde, komünist değerlerin ve komünist ideolojinin, dolayısı ile Rusya Federasyonu’nun yükselişi ile sonuçlanacaktır. Rusya’nın yeniden güçlü bir imparatorluk kurma sürecinde uluslararası sistem derin ve sancılı bir değişim geçirecektir.
4. Krizlerin Türkiye’ye olası etkileri
Bu başlık altında, değinilen bölgelerde ortaya çıkması muhtemel krizlerin Türkiye’ye olası etkileri tartışılacaktır.
Orta Doğu’daki olası krizlerin Türkiye’ye olası etkileri
Türkiye genelinde ayrılıkçı Kürt hareketinin ivme kazanması,
Türkiye’nin hem ABD’nin etkinliğini artırdığı devletlerle hem de Orta Doğu bölgesinde ABD destekçisi ülkelerle ekonomik ilişkilerini eski düzeyde tutamaması,
Su meselesinin Türkiye’ye karşı siyasi bir baskı aracı olarak kullanılması,
Bir büyük gücün etkinliğine giren Orta Doğu petrolünün Türk ekonomisini ciddi biçimde sarsması,
ABD’nin Türkiye’yi Orta Doğu politikalarında saf dışı bırakması,
Orta Doğu genelindeki karışıklığın ya da iç savaşın Türkiye’nin güvenliğini olumsuz yönde etkilemesi.
Orta Asya’daki olası krizlerin Türkiye’ye olası etkileri
Orta Asya petrol ve doğal gaz rezervlerinin ABD ve RF arasında paylaşımı ile birlikte Bakü-Tiflis -Ceyhan boru hattı projesi iptal edilecek, Türkiye’nin ekonomik kaybı büyük olacaktır,
Türkiye için önemli bir jeopolitik ve jeokültürel havza niteliği taşıyan Orta Asya bölgesinde yer alan devletlerle ilişkiler ciddi bir gerileme kaydedecektir,
Rusya Federasyonu aynen Soğuk Savaş döneminde olduğu gibi Türkiye’nin komşu coğrafyasında yeniden bir tehdit unsuru olarak belirecektir,
Türkiye’deki bazı radikal İslami gruplar Orta Asya bölgesinde ABD’nin kışkırtmaları neticesinde artan İslami hareketlerden çıkar sağlama yoluna gideceklerdir.
Kafkasya’daki olası krizlerin Türkiye’ye olası etkileri
Bünyesinde bulunan üç özerk cumhuriyetin Rusya Federasyonu’nun güdümüne girmesi ile siyasal birliğini ve toprak bütünlüğünü kaybedecek olan Gürcistan Türkiye’nin Orta Asya ile mevcut ulaşım yolunun kapanmasına neden olacaktır,
Türkiye’nin Rusya Federasyonu’yla arasında bir tampon bölge olma özelliği taşıyan Güney Kafkasya’nın Rusya’nın güdümüne girmesi Türkiye’nin Rusya Federasyonu’na ilişkin güvenlik kaygılarının artmasına neden olacaktır,
Güney Kafkasya’nın Rus güdümüne girmesi ve Azeri petrol/doğal gaz kaynaklarının ABD ve RF arasında paylaşımı Türkiye’yi siyasal açıdan olduğu kadar ekonomik açıdan da güç durumda bırakacaktır.
Balkanlardaki olası krizlerin Türkiye’ye olası etkileri
Yugoslavya Federasyonu’nu oluşturan devletler arasında kışkırtmalar neticesinde ortaya çıkacak olan etnik ve dini kökenli çatışmalar bu devletlerde yer alan Türk/Müslüman kökenli soydaşlarımızın hezimete uğramasına neden olacaktır,
Komşu coğrafyamızda meydana gelen Rusya’nın uyguladığı Slavlaştırma politikaları bu coğrafyada Rus etkinliğinde bir Slav-Ortodoks tehlikenin oluşumuna neden olacaktır. Diğer bir değişle, Rusya; Orta Asya ve Kafkasya’dan Balkanlara uzanan geniş bir coğrafyada etkinlik kurmuş olacaktır.
Uzak Doğu ve Asya-Pasifik eksenindeki olası krizlerin Türkiye’ye olası etkileri
Bu eksende ortaya çıkacak olan gelişmeler Türkiye’yi sadece RF, Çin bağlamında ilgilendirecektir. Asya-Pasifik bölgesinde ABD karşısında Çin ile ortaklık kuran Rusya bir bölgede daha gücünü artırmış olacaktır.
Doğu Akdeniz’deki olası krizlerin Türkiye’ye olası etkileri
Kıbrıs’ın AB’ne tam üyeliği ile Türkiye Kıbrıs üzerindeki garantörlük sıfatını yakın bir dönem içinde kaybedecektir,
Kıbrıs’ta Rum ve Yunan etkinliğinin tesisi ile bu ülkelerle kriz dönemlerinde Anadolu’nun güvenliği olası tehdit altında bulunacaktır,
Kıbrıs konusunda AB nezdinde Türkiye karşısında bu ayrıcalığı elde eden Yunanistan Türkiye ile mevcut kıta sahanlığı, hava sahası, Ege adaları gibi sorunlar karşısında yine AB nezdinde ayrıcalık yaratmaya ve Türkiye’yi sıkıştırmaya çalışacaktır,
Bu gelişmelerin ardından Ermeni meselesi, Rum Pontus’u canlandırma talepleri, Ekümeniklik, Boğazlar, Türkiye’deki azınlıklara özerklik gibi talepler yükselecektir.
Afrika kıtasındaki olası krizlerin Türkiye’ye olası etkileri
Afrika kıtasında kuracağı etkinlik ile siyasal ve ekonomik yönlerden sınırsız bir güce ulaşacak olan ABD’nin Türkiye üzerindeki yaptırımları daha da artacaktır.
ABD-AB çekişmesi / AB’nin dağılmasının Türkiye’ye olası etkileri
Kendisinin Balkanlarda başlatacağı olası operasyonları dikkate alarak Birliğin Avrupa kıtasında siyasal, sosyal ve askeri açılardan güçlenmesini durdurmak için AB’yi engellemesi ve Birliğin gücünü içeride yaratacağı kırılmalarla yıpratması ve ayrıca AB’nin kendi bünyesinde gerçekleştirmeye çalıştığı kontrolsüz derinleşme ve genişleme girişimleri, otorite bölünmesi, ekonomik açıdan gerileme, üye ülkeler arasında görüş ayrılıkları gibi sebeplerle dağılması Türkiye’nin bugüne dek AB’ne girebilmek için sarf ettiği tüm çabaların ve verdiği tüm ödünlerin karşılıksız kalmasına neden olacaktır. Hatta Türkiye AB uğruna verdiği ödünlerden dolayı siyasal, ekonomik ve ulusal güvenlik meselelerinde giderilemez sorunlarla karşılaşacaktır.
Nato’dan kaynaklanacak değişimlerin Türkiye’ye olası etkileri
Akdeniz, Kafkasya ve Baltık bölgelerinde etkinliğini artırmak ve genişleme stratejisini bu bölgeler kapsamında gerçekleştirmek isteyen Nato’nun sorumluluk ve faaliyet alanı doğal olarak genişleyecektir. Genişleyen bu görev ve faaliyet alanı Nato bünyesinde yeni bir komuta yapılanması gerektirecektir. Bu yeni bölgelerde gerektiğinde icra edilecek operasyonlarda kullanılmak üzere yeni üslere ve operasyon kabiliyeti yüksek müttefik askeri kuvvetlerine ihtiyaç duyacaktır. Nato’nun 21.yüzyıldaki ilgi alanlarının Balkanlar, Kuzey Karadeniz, Kafkasya, Orta Asya, Orta Doğu ve Akdeniz olduğunu göz önüne aldığımızda Türkiye’nin bu bölgelerin ortasında yer alan coğrafi özelliğiyle Nato ve dolayısıyla ABD için önemli bir konuma geleceğini söyleyebiliriz[20]. Bu bölgelerdeki olası Nato faaliyetleri için Türk birliklerine duyulacak ihtiyaç ve bu ihtiyacın neticesinde Türkiye’nin Nato kapsamında önem kazanması Türkiye için sadece avantaj değil dezavantaj da yaratacaktır. Türkiye’nin kendi ulusal güvenlik unsurlarını doğrudan etkilemeyecek bölge ve devletlerde başlatılacak operasyonlara katılmak maddi ve insani kayıplarla sonuçlanacağı gibi, ulusal güvenliğini de sarsacaktır.
“Çöken ABD yeni imparator Rusya” gelişmesinin Türkiye’ye olası etkileri
Gücünü tüketen ABD’nin ardından yükselecek olan Rusya öncelikli olarak Boğazlar üzerinden sıcak denizlere inme arzusunu dile getirecektir,
Kendi oluşturacağı imparatorluk ya da blok kapsamında Türkiye’nin bu imparatorluk ya da blok güdümünde yer almasını talep edecektir,
Türkiye’nin batıya ilişkin olarak yapılandırılan hiçbir oluşumdan destek almamasını, kendisine karşı cephe oluşturmamasını isteyecektir,
Türkiye’nin Kafkasya ve Orta Asya’daki ekonomik ve siyasal etkinliğini sonlandıracaktır,
Yunanistan, Ermenistan ve Kıbrıs Rum yönetimi ile birlikte Türkiye’yi çeşitli konularda zor durumda bırakacaktır.
Oluşturacağı blok kapsamında yer alacak olan ülkeleri silahlandıracaktır.
5. Türkiye’nin geliştirmesi gereken stratejiler
Kanımca, yakın dönemde ABD’nin uzun dönemde ise RF’nin hakim olacağı uluslararası sistem bazında Türkiye’nin üretmesi gereken karşı stratejiler bu iki büyük devlete ilişkin olarak değil bölgesel bazda olmalıdır. Çünkü ancak bölgesel nitelikte geliştirilecek stratejiler Türkiye’nin siyasal, sosyal ve ekonomik güvenliği için maksimum fayda sağlayabilecek niteliktedir. Bu doğrultuda bölgeler bazında geliştirilmesi gerekli stratejiler şunlar olmalıdır.
Orta Doğu bölgesi
Orta Doğu’da diğer olası ABD operasyonlarının, bağımsız Kürt devletinin ve İsrail’in olası etkilerini bertaraf edebilmek adına başta İran ve Suriye olmak üzere diğer Arap ülkeleri ile ikili ilişkiler başlatılmalı ve geliştirilmelidir. İran’ın Türkiye’nin Atatürk döneminde olduğu gibi ulusal güç olma modelini benimsemesi sağlanmalıdır,
Bir Orta Doğu Savunma Örgütü’nün kurulması ve geliştirilmesi için Türkiye öncü rol üstlenmelidir,
ABD’nin şu anda destek verdiği Orta Doğu ülkelerine, bu devletin sadece petrol ve kendi ulusal çıkarları adına işbirliği yaptığı açıklıkla ifade edilmeli ve bölgede ABD karşısında bölgesel işbirliğine gidilmesi gerektiği telkin edilmelidir,
İsrail tehlikesinin ciddiyeti anlatılmalı ve bölge ülkelerinin İsrail karşısında bir araya gelmeleri sağlanmalıdır,
Orta Doğu bölgesinde diğer olası ABD operasyonlarını engellemek amacı ile Rusya’nın desteği alınmalı ve ABD’nin Rusya’nın Orta Doğu bölgesindeki menfaatlerini zedeleyeceği vurgulanmalıdır,
Kuzey Irak’ta kurulması muhtemel Kürt devletinin Türkiye’de yaşayan Kürtleri kışkırtmak için girişebileceği tüm politik ve askeri faaliyetler karşısında özellikle Güney Doğu Anadolu bölgesinde eğitim ve ekonomi alanlarındaki bilinçli yatırımlar şimdiden başlatılmalı ya da hızlandırılmalıdır.
Orta Asya bölgesi
Tacikistan meselesine müdahale edilmemelidir,
Orta Asya bölgesinin RF ve ABD güdümüne girmesini engelleyebilmek için bu devletlerle ekonomik ilişkiler geliştirilmelidir,
Orta Asya devletlerine, geçmişte paylaşılan ortak kültürel unsurların (Osmanlı dönemi) günümüzde jeopolitik unsurlarla birleştirilerek Orta Asya ve Türkiye’nin bulunduğu coğrafyanın jeopolitik bir güce dönüştürülmesinin hem Türkiye hem de OAC için fayda sağlayacağı anlatılmalıdır. Türkiye öncülüğünde Orta Asya-Kafkasya-Türkiye Ortak Savunma ve Güvenlik Gücü kurulmalıdır,
Rusya ve ABD’nin bu bölgenin petrol ve doğal gaz kaynaklarını ele geçirmekle kalmayıp, bölgede yer alan devletleri kendi siyasal ve ekonomik nüfuz alanlarına da bölecekleri ifade edilmelidir,
OAC’nin tam anlamıyla demokrasiye geçmeleri için Türkiye tüm tecrübelerini aktarmalıdır.
Kafkasya bölgesi
Azerbaycan-Ermenistan, Gürcistan-Abhazya, Gürcistan-Acaristan, Gürcistan-Güney Osetya sorunlarının çözümü aktif Türk desteği ile sağlanmalıdır,
Türkiye Gürcistan’ın toprak bütünlüğünü ve bağımsızlığını koruması için bu devlete uluslararası platformlarda destek aramalıdır,
Gürcistan’ın Çeçenistan’a verdiği örtülü destek engellenmelidir. Çünkü bu tür girişimler RF’yi daha da kızdırmaktan öte bir anlam taşımamaktadır,
Azerbaycan’ın Rusya’ya ödünler vermek olarak algıladığı Rusya’yı dengeleme politikasının ileride bu devletin Rusya ve Ermenistan karşısında güvenliğini zedeleyeceği anlatılmalı ve Azerbaycan’ın Türkiye’nin öncülüğünde oluşturulacak Orta Asya-Kafkasya-Türkiye Ortak Savunma ve Güvenlik Gücü’ne dahil olması sağlanmalıdır,
Kuzey Kafkasya’daki sorunlara, Çeçenistan sorunu dahil olmak üzere, müdahale edilmemelidir.
Balkanlar
Balkanlarda oluşacak Rus etkinliğinde bir Slav-Ortodoks tehlikenin Türkiye’ye olası yansımalarını azaltmak amacı ile Balkanlardaki olası Ruslaştırma girişimleri Türkiye tarafından büyük milliyetçi duygularla karşılanmamalı, o bölgedeki soydaşlara sahip çıkmak adına fiili girişimlerde bulunmak yerine konu uluslararası zemine taşınmalıdır.
Uzak Doğu ve Asya-Pasifik ekseni
Asya-Pasifik bölgesinde ortaya çıkacak olan Rusya-Çin-ABD etkinliği karşısında tavır alınmamalıdır. Türkiye’nin hedefi, yakın bölgelerde ortaya çıkan ve kendi ulusal güvenliğini doğrudan ilgilendiren olaylara ilişkin çözüm önerileri getirmek olmalıdır.
Doğu Akdeniz
RF ile Kıbrıs hususunda yakınlaşılmalı ve bu mesele kapsamında RF ortak çıkarlar göz önünde bulundurularak potansiyel bir müttefik olarak algılanmalıdır. Çünkü RF, Kıbrıs adasının AB ya da ABD hakimiyetine girmesini sıcak denizlere inme arzusundan dolayı istememektedir. RF’nun KKTC’ni tanıması OAC’nin tanımasını beraberinde getirecek bu gelişme de Türkiye’nin Kıbrıs meselesinde durumunu güçlendirecektir,
Kıbrıs konusunda AB nezdinde Türkiye karşısında bu ayrıcalığı elde eden Yunanistan Türkiye ile mevcut kıta sahanlığı, hava sahası, Ege adaları gibi sorunlara yine AB nezdinde ayrıcalık yaratmaya ve Türkiye’yi sıkıştırmaya çalışacaktır. Ayrıca bu gelişmelerin ardından Ermeni meselesi, Rum Pontus’u canlandırma talepleri, Ekümeniklik, Boğazlar, Türkiye’deki azınlıklara özerklik gibi talepler yükselecektir. Tüm bu talepler karşısında Türkiye net bir tavır sergileyerek bunların kendi ulusal güvenliğini zedeleyici unsurlar olduğunu belirtmelidir.
Afrika
Türkiye’nin hedefi, yakın bölgelerde ortaya çıkan ve kendi ulusal güvenliğini doğrudan ilgilendiren olaylara ilişkin çözüm önerileri getirmek olmalıdır. Bu nedenle Afrika’daki olası gelişmeler Türkiye’yi ilgilendirmemelidir.
AB’nin dağılması- Nato’nun Türkiye’den yeni talepleri
“Bu güne dek Türk tarihinin jeopolitik ekseni ilk bin yılda Osmanlı üç kıtaya yayılmasına rağmen eksen Avrupa, ikinci bin yılın son iki yüz yılında jeopolitik yayılma amacı ortadan kalkmış ve amaç Avrupa’ya ilhak politikası olmuştur (Atatürk dönemi hariç), üçüncü bin yılın başında Türkler için amaç Avrupa’ya ilhak değil, Asya’ya dönmek olmalıdır.”[21] Gayet rasyonel görünen bu açıklamadan hareketle; siyasal bütünlüğümüzün, ulusal güvenliğimizin, toplumsal birlik ve beraberliğimizin teminatının; AB, Nato ve BM gibi uluslararası örgütler değil kendi önderliğimizde oluşturacağımız bölgesel savunma, güvenlik ve ekonomik örgütler olması gerektiği açıktır. Türkiye önderliğinde oluşturulacak bölgesel nitelikteki bu türden örgütler sayesinde Türkiye ne AB’nin dağılmasından olumsuz yönde etkilenecek ne de Nato’nun yeni beklentilerini ancak bir noktaya kadar karşılayabileceğini ifade etmekten kaçınacaktır.
Çöken ABD yeni imparator Rusya
Rusya’yı herhangi bir diğer potansiyel ya da dönemin mevcut büyük devleti ile dengelemekten kaçınılmalıdır,
Diplomasi Türkiye-Rusya arasındaki ilişkileri düzenleyecek en etkin araç olarak kabul edilmelidir,
Rusya’nın Türkiye’ye sunacağı herhangi bir ekonomik avantaj değerlendirilmemelidir, aksi takdirde Rusya’nın Türkiye’ye ilişkin siyasi talepleri gündeme gelecektir,
Ortak menfaatlerin buluştuğu noktalarda işbirliği geliştirilmelidir.
Sonuç
Köklü bir geçmişi olan uluslararası hukukun uygulanabilirliği yeni yüzyılın hemen başında ne yazık ki sorgulanır duruma gelmiştir. Batılı toplumların tecrübesi dışında kalan ve kendi sosyal-kültürel değerlerini toplumlara empoze etmeye çalışan devlet dışı grupların yükselişi potansiyel çatışma riski taşıyan bölgeleri daha duyarlı hale getirmiştir. Bu nedenle, 21. yüzyılda savaş tahmin edilemez özelliğe sahiptir[22]. Krizleri, olası kriz bölgelerini ve krizlere maruz kalacak olası devletleri ve Türkiye’nin bu krizlerden ne yoğunlukta etkilenebileceğini, geliştirmesi gereken stratejilerin neler olması gerektiğini öngörü yaklaşımını temel alarak açıkladığım bu makalede dikkatleri; Türkiye’nin bu krizlerden ne yönde ve ne yoğunlukta etkilenebileceği ve bu etkiyi hangi stratejileri üreterek en alt düzeye indirgeyebileceği üzerinde yoğunlaştırmaya çalıştım. Olası kriz bölgelerinin ve bu bölgelerde krizlerden etkilenecek devletlerin Türkiye’nin güvenlik unsurlarını olumsuz yönde etkileyebilme gücünü dikkate aldığımızda Türkiye’nin kendi jeokültürel unsurlarını Avrasya uygarlığının ve jeopolitiğinin belirleyici gücü olmak üzere kullanması gerektiğini ifade etmeliyiz. Türkiye Orta Asya’da yer alan ve köklü tarihsel geçmişi bulunan Kazaklar, Kırgızlar, Türkmenler, Özbekler; Kafkasya’da yer alan Azeri ve Gürcüler; Orta Doğu’da yer alan Kürtler, Farslar ve Araplar ve ayrıca Ruslarla dostça bir işbirliğini ivedilikle gerçekleştirmelidir. Bir Avrasya belirleyici gücü olabilmek için bu coğrafyanın jeopolitiği, jeoekonomisi, jeostratejisi ve jeokültürü iyice araştırılmalı ve öğrenilmelidir. Osmanlı döneminde diğer devletlerle paylaşılan ortak kültürel unsurlar günümüzün jeopolitik unsurları ile birleştirilerek Türkiye’nin jeopolitik bir güce dönüşmesi sağlanmalıdır. Ancak bu strateji doğrultusunda Türkiye olası kriz bölgelerinden en az etkilenen ülke olma ayrıcalığına sahip olacaktır.
Kaynakça
Bal, Mehmet Ali, Modern Devlet ve Güvenlik, IQ Kültür Sanat Yayıncılık, İstanbul, 2003.
Copley, Gregory R., “The likelihood of imminent war”, Defense and Foreign Affairs Strategic Policy, vol.30, no.3, March 2002.
Erdoğdu, Hikmet, Avrupa’nın Geleceğinde Türkiye’nin Önemi ve Nato İttifakı, IQ Kültür Sanat Yayıncılık, İstanbul, 2004.
Hermann, Margaret G. and Charles W. Kugley, “Politik Psikoloji Perspektifinden Demokrasi ve Uluslararası Barışın Tekrar Değerlendirilmesi”, Erol Göka-Işık Kuşçu (Der.), Uluslararası İlişkilerin Psikolojisi, Asam Yy., Ankara, 2002.
Holbrooke, Richard, “Conflict in Africa: The search for peace in the Congo”, Jan 1, 2000, City News Publishing Company, NAIC:928120, New York.
Kuloğlu, Armağan ve Fatma Elif Saklaya, “Büyük Orta Doğu Projesi ve Türkiye”, Stratejik Analiz, cilt 4, sayı 48, Nisan 2004.
Özdağ, Ümit, Yeniden Türk Milliyetçiliği (1), http://www.haberanaliz.com/, 1 Eylül 2003.
Powelson, Michael, “U.S. support for anti-Soviet and anti-Russian guerrilla movements and the undermining of democracy, Demokratizatsiya, vol.11, no.2, Spring 2003.
Record, Jeffrey, “Thinking about China and War”, Aerospace Power Journal, vol.15, no.4, Winter 2001.
Shaheen, Murad, “Questioning the water-war phenomenon in the Jordan Basin, The Middle East Policy, , vol.7, no.3, June 2000.
Stone, Anthony, “Future imperfect”, RUSI Journal, vol.144, no.3, London.
[1]Margaret G. Hermann and Charles W. Kugley, “Politik Psikoloji Perspektifinden Demokrasi ve Uluslararası Barışın Tekrar Değerlendirilmesi”, Erol Göka-Işık Kuşçu (Der.), Uluslararası İlişkilerin Psikolojisi, Asam Yy., Ankara, 2002, ss.91-96.
[2] Mehmet Ali Bal, Modern Devlet ve Güvenlik, IQ Kültür Sanat Yayıncılık, İstanbul, 2003, ss.74-97.
[3] Murad Shaheen, “Questioning the water-war phenomenon in the Jordan Basin, The Middle East Policy, , vol.7, no.3, June 2000, ss.137-150.
[4] Gregory R. Copley, “The likelihood of imminent war”, Defense and Foreign Affairs Strategic Policy, vol.30, no.3, March 2002, ss.8-9.
[5] Michael Powelson, “U.S. support for anti-Soviet and anti-Russian guerrilla movements and the undermining of democracy, Demokratizatsiya, vol.11, no.2, Spring 2003, s.297.
[6] Jeffrey Record, “Thinking about China and War”, Aerospace Power Journal, vol.15, no.4, Winter 2001, ss.69-80.
[7] Richard Holbrooke, “Conflict in Africa: The search for peace in the Congo”, Jan 1, 2000, City News Publishing Company, NAIC:928120, New York.
[8] bkz.Armağan Kuloğlu ve Fatma Elif Saklaya, “Büyük Orta Doğu Projesi ve Türkiye”, Stratejik Analiz, Nisan 2004, ss.23-27.
[9]Hikmet Erdoğdu, Avrupa’nın Geleceğinde Türkiye’nin Önemi ve Nato İttifakı, IQ Kültür Sanat Yayıncılık, İstanbul, 2004, s.411.
[10] Prof.Dr.Ümit Özdağ, Yeniden Türk Milliyetçiliği (1), http://www.haberanaliz.com/, 1 Eylül 2003.
[11] Anthony Stone, “Future imperfect”, RUSI Journal, vol.144, no.3, ss.54-59.
* Yrd.Doç.Dr. Yeditepe Üniversitesi İngilizce Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü
[12]Margaret G. Hermann and Charles W. Kugley, “Politik Psikoloji Perspektifinden Demokrasi ve Uluslararası Barışın Tekrar Değerlendirilmesi”, Erol Göka-Işık Kuşçu (Der.), Uluslararası İlişkilerin Psikolojisi, Asam Yy., Ankara, 2002, ss.91-96.
[13] Mehmet Ali Bal, Modern Devlet ve Güvenlik, IQ Kültür Sanat Yayıncılık, İstanbul, 2003, ss.74-97.
[14] Murad Shaheen, “Questioning the water-war phenomenon in the Jordan Basin, The Middle East Policy, , vol.7, no.3, June 2000, ss.137-150.
[15] Gregory R. Copley, “The likelihood of imminent war”, Defense and Foreign Affairs Strategic Policy, vol.30, no.3, March 2002, ss.8-9.
[16] Michael Powelson, “U.S. support for anti-Soviet and anti-Russian guerrilla movements and the undermining of democracy, Demokratizatsiya, vol.11, no.2, Spring 2003, s.297.
[17] Jeffrey Record, “Thinking about China and War”, Aerospace Power Journal, vol.15, no.4, Winter 2001, ss.69-80.
[18] Richard Holbrooke, “Conflict in Africa: The search for peace in the Congo”, Jan 1, 2000, City News Publishing Company, NAIC:928120, New York.
[19] bkz.Armağan Kuloğlu ve Fatma Elif Saklaya, “Büyük Orta Doğu Projesi ve Türkiye”, Stratejik Analiz, Nisan 2004, ss.23-27.
[20]Hikmet Erdoğdu, Avrupa’nın Geleceğinde Türkiye’nin Önemi ve Nato İttifakı, IQ Kültür Sanat Yayıncılık, İstanbul, 2004, s.411.
[21] Prof.Dr.Ümit Özdağ, Yeniden Türk Milliyetçiliği (1), http://www.haberanaliz.com/, 1 Eylül 2003.
[22] Anthony Stone, “Future imperfect”, RUSI Journal, vol.144, no.3, ss.54-59.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder