28 Ağustos 2007 Salı

Rusya Federasyonu ve Kafkasya

Harp Akademileri Komutanlığı – Stratejik Araştırmalar Enstitüsü (SAREN) tarafından düzenlenen "Kafkasya'ya Güncel Bakış" konulu Sempozyum'da sunulan Tebliğ, 26-27 Ocak 2005
Dr. Gamze Güngörmüş Kona

RUSYA FEDERASYONU’NUN KAFKASYA POLİTİKASI

GİRİŞ

Kafkasya bölgesi stratejik konumu nedeniyle, tarih boyu, Ahamenidler, Yunanlılar, Romalılar, Partlar, Bizanslılar, Araplar, Moğollar, Osmanlılar, Persler, Ruslar gibi bölge imparatorlukları için bir savaş alanı olagelmiştir. Yıllardan beri Kafkasya halkları kendilerini güçlü imparatorlukların pençesinde bulmaları gerçeğine rağmen, bu halklar yüzlerce yıl gerilere giden güçlü bir milli kimlik ve tarih duygusuna sahiptirler. Gürcüler ve Ermeniler Hıristiyanlığa dönmüş olmalarından ve dini kimliklerinden büyük gurur duymaktadırlar. Bölgenin Osmanlı ve Pers İmparatorlukları arasında paylaşıldığı 16. yüzyılın ortalarında Rus yerleşimi başlamış, Rusya'nın bölgede kesin kontrolü sağlanması 300 yılı almıştır. Rusya 1801'de Gürcistan'ı ilhak etmiş, Osmanlıları ve Persleri yendikten sonra 1813'te Azerbaycan'ı ele geçirmiş ve 1828'de Ermenistan'ı kontrolü altına almıştır. Rus varlığı başlangıçta Osmanlılara ve Perslere karşı sağladığı koruma nedeniyle memnuniyetle karşılandı. Bununla birlikte tedbirlerin bir parça gevşetildiği 1845 yılına kadar Rus işgalinin baskıcı karakteri devam etti. Bu dönem, birbirini izleyen istiklal hareketlerinin doğuşunu şahit oldu. Rus ihtilali esnasında, Ermenistan, Gürcistan ve Azerbaycan Bolşevizmi reddederek bir Transkafkasya Cumhuriyeti'nin kurulması için anlaştılar. Birlik sadece beş hafta sürdü ve üç ülke ayrı ayrı bağımsızlıklarını kazandılar. Birinci Dünya Savaşı'ndan sonra Türklerin, Almanların ve İngilizlerin kısa süreli işgallerini takiben, Kızıl Ordu 1921 yılında Kafkasya'nın kontrolunu ele aldı. Ermenistan, Azerbaycan ve Gürcistan, Cumhuriyet haline getirildikleri 1936 yılına kadar Sovyetler tarafından bir federasyon olarak yönetildi. Hudutlarının belirlenmesinde anlaşmazlıklar ortaya çıktı. Nahcivan'ın tamamen Ermenistan'la çevrili bulunmasına ve Dağlık Karabağ nüfusuna Ermenilerin hakim olmasına rağmen, Nahcivan ve Dağlık Karabağ bölgeleri Azerbaycan'a bırakıldı. Bununla birlikte bu devletlerin etnik temel üzerine oturtulması Ermenistan ve Gürcistan'ın milli kimliklerini güçlendirdi. Azeriler daima Tatarlara ve Türklere yakın olageldiklerinden onların milli kimlikleri de gelişti. Sovyet işgali döneminde, Ermeni, Gürcü ve Azeri milli dillerine özel statü verilmişti ve bu cumhuriyetlerin halkları SSCB içinde en iyi eğitilmiş halklardı. Bu avantajlara rağmen, SSCB toplum hayatının diğer yönlerini imha etti ve özellikle, 1920 yılında Kafkasya halklarının resmi olarak Latin alfabesine geçme teşebbüslerine karşı çıktı. SSCB'nin diğer bölgelerinde olduğu gibi, kollektifleştirme çalışmaları silahlı muhalefetle karşılaştı. Stalin'in Kafkasya kökenli olmasına rağmen tasfiye hareketlerinde bir gerileme olmadı. (The Situation in Central Asia, the Caucasus, and European Security, Batı Avrupa Birliği Asamblesi Siyasi Komite tarafından sunulan Rapor, KTÜ Kafkasya ve Orta Asya Ülkeleri Uygulama ve Araştırma Merkezi Yayınları, 1998, ss.25-27)


SSSB'nin Aralık 1991'de dağılmasında sonra Kafkasya'da; Kuzeybatıdan kuzeydoğuya doğru Krasnodar ve Stavropol bölgesi (Kray'ı), Adigey, Karaçay-Çerkes, Kabardey-Balkar, Alanya (Kuzey Osetya), İnguşetya, defacto bağımsız Çeçenistan (İçkeriya) ve Dağıstan Federe Cumhuriyetlerini kapsayan devletler yer almaktadır. Güneybatıdan güneydoğuya doğru -de facto bağımsız- Abhazya, Acaristan ve - özerk bölge statüsü kaldırılmış, de facto Alanya ile birleşmiş- Güney Osetya'yı kapsayan Gürcistan; Nahçıvan ve Ermenistan işgal altında bulunan, Azerbaycan tarafından özerk bölge statüsü kaldırılmış - Dağlık Karabağ'ı kapsayan Azerbaycan ve Ermenistan bulunmaktadır. Don nehri bölgenin kuzey sınırını, Aras nehri ise bölgenin güney sınırını oluşturmaktadır. Rusya Federasyonu’nun idari yapısında, Don nerhi Kafkasya'nın kuzey sınırı olarak alınmıştır. Böylece Rostov vilayeti (Oblastı) Kafkasya içinde bırakılmıştır. Ancak, 23 Haziran 2000'de Rusya Federasyonu yedi bölgeye ayrılmış ve Kuzey Kafkasya Federe Bölgesi'nin adı Güney (Yujniy) Bölgesi olarak değiştirilmiştir. Söz konusu yeni bölgeye, eski idari birimler yanında Kalmukya Cumhuriyeti ve Volgagrad vilayeti bağlanmıştır.

RF'nun, genel dış politikasına paralel olarak, Kafkasya bölgesine ilgisi ve politika uygulamaları da 1993 yılının ikinci yarısından itibaren yoğunlaşmıştır. 1993 yılına kadar olan dönemde henüz yeni duruma alışmaya çalışan ve toprak bütünlüğünü muhafaza etme gayreti peşinde olan Rusya, 1991'den sonraki iki yıllık dönemde eski Sovyet cumhuriyetleri ile olan ilişkilerinde daha çok karşılıklı rıza anlayışına göre hareket etmiştir. Ancak 1993 yılından sonra, Doğu Avrupa'yı bir çırpıda Batı'ya terk eden Rusya için hareket sahası olarak geriye Kafkasya ve Orta Asya bölgeleri kalmıştır. Orta Asya'ya uzanan yolların Kafkasya'dan geçiyor olması sebebiyle de Kafkasya, Rusya için stratejik önceliği olan bir bölge konumuna gelmiştir.

Sovyetler Birliği'nin dağılması ve Rusya'daki ekonomik sistemin çökmesi sonucunda Rusya ve Rusya'dan ayrılan devletler yeniden yapılanma için bir geçiş dönemi yaşamaktadırlar. Ayrılan cumhuriyetlerin bağımsızlıklarını ilan etmeleri ve Birleşmiş Milletlere üye olmaları ile Rusya Kafkasya'nın dışına itilmiş oldu. Türkiye ve İran ile ortak sınırı kalmadı. Karadeniz sahilindeki önemli limanlarını kaybetti. Azerbaycan petrolleri tasarrufu dışına çıktı. Kafkasya'daki Azerbaycan ve Gürcistan'ın Bağımsız Devletler Topluluğu'na girmeyi reddetmeleri, Türkiye'ye yakınlık göstermeleri Rusya'yı aşırı derecede rahatsız etti.

Rusya, eski Sovyet Cumhuriyetlerini Bağımsız Devletler olarak kabulde ve bunlarla eşit zeminde ilişki kurmada güçlük çekmektedir. Soğuk Savaş sonrası global bir rol oynayamayacağının farkında olan Rusya, 21'inci yüzyılın fırsatlar bölgesi olarak nitelenen Avrasya'da 'büyük oyun'un 'büyük gücü' olmak için çaba harcamaktadır. Rusya, yeni 'büyük oyun'un galibi olarak pekiştireceğini düşündüğü büyük güç statüsünü global güce tekrar ulaşmada bir atlama taşı olarak görmektedir. Bu nedenle, Afrika, Latin Amerika ve hatta Orta Doğu gibi uzak çevreye yönelmektense, yakın çevre olarak nitelediği eski Sovyetler Birliği ülkelerine, bir başka ifadeyle Avrasya'ya yönelimi daha rasyonel bir açılım olarak değerlendirmektedir. Sovyetler Birliği'nin dağılması sonrası hızla uluslararası topluma ve sisteme entegre olmaya çalışan, ancak bir yandan iç ekonomik ve siyasal sorunlarla karşılaşan, diğer yandan da Batı’dan yeterli ekonomik ve siyasal destek bulamadığını gören ve böylece Batının uzağına itildiğini düşünen Rusya'nın yönelimi Batı’dan doğuya, daha doğrusu Avrasya'ya, kendi doğal coğrafyasına kaymıştır.Yakın Çevre Kırım Savaşı'ndan bu güne Avrupa'da gücünü kaybeden Rusya'nın Avrupa dışında ama en az Avrupalı ülkeler kadar güçlü bir devlet olduğunu kanıtlayabildiği bir bölge ve yöneliş olmuştur. Bu nedenle, yakın çevre Rus ulusal kimliğinin emperyal boyutunu inşa eden ve Rusya'nın uluslararası prestijini dokuyan bir alandır. Rusya'nın yakın çevresinin batısında yer alan eski Sovyet cumhuriyetlerine kıyasla güneyde yer alan Kafkasya ve Orta Asya'da askeri-siyasi nüfuz kurma çabalarının yoğunlaştığı söylenebilir.

I. RUSYA FEDERASYONU’NUN KAFKASYA POLİTİKASINI BELİRLEYEN FAKTÖRLER

I.1.Kafkasya - Coğrafi Konum

Kafkasya, Avrupa - Asya arasında yer alan, kavimler kapısı şeklinde nitelendirilebilecek bir konuma sahiptir. Kafkasya'nın Avrasya kıtası üzerinde kuzeyi güneye ve doğuyu batıya bağlayan bir köprü pozisyonundaki coğrafi konumu, stratejik önemini muhafaza etmesine imkan vermiş ve bu durum bölgeyi tarihin her döneminde cazip kılmıştır. Kafkasya, Rusya için sıcak denizlere ve güneye yayılma yolu üzerinde bir geçiş yolu iken, Osmanlı İmparatorluğu için doğunun zengin kaynaklarını batıya taşıyan İpek Yolu üzerinde bulunması nedeniyle önemliydi. Rusya, Kafkasya'yı işgal edebilmek için hem para hem de adam harcamaktan kaçınmamıştır. Osmanlı İmparatorluğu 1774'den sonra Rusya'nın Kırım'ı ele geçirme isteğini anladığında Kafkasya ile daha yakından ilgilenme ihtiyacı hissetmiştir.

Sömürgeciliğin başlaması ile Asya, Hindistan ve Afrika'ya giden tüm yolların Kafkasya'dan geçmesi Kafkasya'yı İngilizler için stratejik bir konuma sokmuştur. Bölgede petrolün bulunması ile Almanlar Kafkas petrollerini ele geçirmek için Birinci ve İkinci Dünya Savaşlarında gözlerini buralara dikmişlerdir. (Şevket Mufti, “İmparatorlukların Kafkasya Rekabeti”, Kafkasya Yazıları, İlkbahar 1997, ss.18-21) I. Dünya Savaşı sonrası Kızılordu işgali ile SSCB sömürgesi haline gelen Kafkasya'nın 1991 yılına kadar diğer SSCB ülkeleri gibi dünya ile bağlantısı kesilmiştir. Kafkasya'nın tarih boyu devam eden önemli konumu günümüzde daha da öne çıkmıştır. Özellikle, Hazar ve Orta Asya petrollerinin Batı dünyasına ulaştırılası noktasında Kafkasya gene bir geçiş kapısı olarak ortaya çıkmaktadır. Esiden kavimlerin geçiş noktasında bulunan Kafkasya günümüzde ve gelecekte petrole, doğalgaza kapılık yapacaktır. Bu nedenle, doğal kaynakların ve ticaret yollarının geçiş köprüsü olarak Kafkasya yeniden gündeme gelmektedir. (Anıl Çeçen, Atatürk ve Avrasya, Cumhuriyet Kitapları, İstanbul, 1999, s.252)

SSCB'nin dağılması sonrası Kafkasya'nın Rusya Federasyonu için önemi daha da artmıştır. Karadeniz kıyılarında dört yeni devlet (Moldova, Ukrayna, Rusya Federasyonu, Gürcistan) ortaya çıkmıştır. Moskova, Karadeniz ve Hazar'da önemli limanlarını (Karadeniz'de Odessa, Mariupul, İllisevsk, Hazar'da Bakü ve Krasnovodsk - Türkmenbaşı) kaybetmiştir. Böylece, SSCB döneminde Karadeniz ve Hazar Sovyet denizleriyken, günümüzde Karadeniz Avrupa denizi, Hazar ise Avrasya denizi haline dönüşmüştür. Rusya'nın Hazar Denizi'ndeki kıyılarının %70'ini bünyesinde bulundurması itibariyle Dağıstan'ın, RF için arz ettiği hayati önem ortadadır. (Bkz. V.A.Tişkov ve E.İ.Flippova, Eski Sovyet Ülkelerinde Etnik İlişkiler ve Sorunlar, ASAM Yy., Ankara, 2000)

Güney Kafkasya; siyasî anlamda çevresindeki büyük güçlerin askeri harekat ve güvenlik yolları üzerinde bulunması, ekonomik anlamda ise İran - Anadolu - Rusya - Türkistan arasındaki ticaret yollarının transit trafiğine açık olması sebebiyle önem kazanmıştır. Kafkas dağlarının eteğinde yerleşen Gürcistan, bölge için kilit rol oynamaktadır. Kuzeyden Rusya, güneyden Türkiye ve Ermenistan, doğudan Azerbaycan'la komşu olan ülke, Kafkasya'nın deniz bağlantısını tek başına sağlamakta olup Orta Asya'ya açılan ulaştırma ve ticaret yollarının merkezindedir. Kafkasya'nın giriş kapısı durumundaki Kuzey Kafkasya ise bölgenin kontrolünü sağlayabilecek asıl stratejik öneme haiz olan kritik arazi kesimidir. Kuzey Kafkasya'yı elinde bulunduran güç, Güney Kafkasya üzerinde kontrol sağlamak için büyük avantaj sağlar. Rusya'da zaten fiilen Kuzey Kafkasya'yı elinde bulundurmaya özen göstermektedir. Tarih boyu Rus siyasi ve askeri stratejisi, güneye, Ortadoğu memleketlerine ve İslam aleminin en hassas bölgesine karşı sıçrama tahtası vazifesi gören Kafkasya Köprüsü'nün tahkimine birinci derecede önem vermiştir.

Kafkasların dağlık coğrafi yapısı bölgede çok az alternatif yolun ve ulaşım ağının bulunmasına imkan vermektedir. Bu durum Rusya açısından Kafkasya'da deniz taşımacılığının stratejik önemi artırmakta ve Karadeniz sahilindeki Abhazya ile Hazar denizi kıyısındaki Dağıstan önem kazanmaktadır. (Ufuk Tavkul, Kafkasya’nın Jeopolitik Konumu İçerisinde Rusya Açısından Çeçenistan’ın Stratejik Önemi, Kök Araştırmalar, Güz 1999, s.24) Bu durumda Kafkaslar Akdeniz'e açılan birçok pencereye sahiptir ve Orta Asya'nın ticari zenginliğinin taşınması bakımından Avrupa ile Asya arasında Anadolu'ya ulaşan bir köprü niteliğindedir. (Erol Mütercimler, 21. Yüzyıl Eşiğinde Uluslararası Sistem ve Türkiye- Türk Cumhuriyetleri İlişkileri Modeli, Anahtar Kitaplar, İstanbul, 1993, s.35) Ruslar, Kuzey Kafkasya'dan ayrılmaya Transkafkasya'da olduğu gibi niyetli değildir. Bunun nedeni, Çeçenistan'da bulunan zengin petrol rezervleri ve Kafkasya'yı batıdan doğuya bağlayan kara ve deniz yollarının bu ülkeden geçmesidir.

I. 2. Kafkasya Bölgesi Enerji Kaynakları

Orta Asya Bölgesinde ve Kafkaslarda ham petrol yataklarının mevcudiyetinin fark edilmesi 13. yüzyıla kadar uzanmaktadır. Yüzyılımızda bu durum bölgesel güçler veya dünya güçleri tarafından defalarca ve hararetli bir şekilde tartışılmıştır. 19. yüzyıldaki teknolojik gelişmeler petrol rezervlerinin yoğun olarak işletilmesini mümkün kılmış ve bu doğrultuda bölgenin kontrolü için mücadeleler yoğunlaşmıştır. Türkmenistan ve Kazakistan'ın doğal kaynakları 1950'lere kadar keşfedilmemiş ve işletilmemişti ve böylece rekabet esas olarak Kafkasya ve Hazar Denizi alanında odaklanmıştı. Bölgeden çıkan ham petrol bu yüzyılda yaşanan iki dünya savaşında stratejik bir rol üstlenmişti. Kafkasya petrol alanlarının muhafazası müttefiklerin önceliği durumundaydı. İkinci Dünya Savaşı sırasında, Kafkasya petrolleri Hitler'in yayılmacı politikalarının en önemli hedefi idi. 1939 Alman-Rus Paktı'ndan sonra, Kafkasya'dan çıkarılan Sovyet petrolü Alman petrol ithalatının üçte birini teşkil etmekteydi. 1942 yılında, Almanya bölgenin doğal kaynakları üzerinde kontrolü ele geçirmek için sürekli askeri saldırılar düzenledi. Bu yoğun ilgi sayesinde, henüz 19. yüzyıl sonlarında, dünya petrolünün neredeyse yarısı, bugün yine enerji dünyasını yakından ilgilendiren Bakü civarındaki kuyulardan üretilmeye başlanmış ve Bakü o dönemde dünyanın petrol başkenti olarak adını duyurmuştur. Bölge, petrol rezervleri sebebiyle II. Dünya Savaşı'nın da odak noktalarından biri olmuştur. Adolf Hitler'in hedefleri arasında, Kafkasya'daki üç petrol merkezi, Maikop, Grozny ve Bakü yer almakta idi. Sovyetlerin II. Dünya Savaşı'nda Almanlara karşı direnişinde en önemli lojistik destek, Bakü petrolleri olmakla birlikte, savaş sonrasında Rusların, Urallar ve Batı Sibirya'daki sahalara önem vermesi nedeniyle, herkesin gözdesi Bakü petrolleri hızla devreden çıkmış ve neredeyse yarım asırlık bir bekleyiş başlamıştır. (Cenk Pala, “Hazar Boru Hatları: Bakü-Tiflis-Ceyhan Ham Petrol Boru Hattı Projesi ve Türkiye”, Avrasya Dosyası, c.7, s.4, Kış 2001-2002, s.232)

Doğal kaynaklar son yıllarda Kafkasya ve Orta Asya'da temel bir gündem maddesi oldu. Uzmanlar bu bölgenin, Körfez ve Sibirya'dan sonra dünyanın en zengin üçüncü petrol ve doğal gaz rezervlerine sahip olduğunu tahmin etmektedir. En gelişmiş teknolojiler kullanılarak yapılan jeolojik gözlemler, bölgedeki rezervlerin 40 yıl önce Sovyet rejimi esnasında yapılan gözlemlerin ortaya koyduğundan muhtemelen daha zengin olduğunu göstermektedir. Yeni petrol alanları keşfedildikçe bölgenin stratejik önemi artmaktadır. (KTÜ, a.g.e., ss.47-48) Hazar Denizi'nin 200 milyar varili aşan, Basra Körfezi'nden sonra ikinci büyüklükteki petrol rezervlerini, halen Rusya'nın tekelinde bulunan eski, kapasite olarak yetersiz, teknolojik olarak geri boru hatları ile taşınmasının mümkün olmaması yeni boru hatlarının inşa edilmesi ihtiyacını doğurmaktadır. Ancak bu ihtiyaç Rusya, Türkiye, İran, Çin ve Batılı ülkelerin Kafkasya ve Orta Asya ile ilgili siyasi hesaplarını gündeme getirmektedir.

Batı, Hazar enerji kaynaklarının ihracı için doğudan batıya doğru bir Avrasya enerji koridoru yaratmayı hedeflemektedir. Batı'ya yönelik mevcut bütün enerji hatlarının geçtiği Rusya Federasyonu'nun oluşturduğu tekeli ve Güney Kafkasya, Orta Asya ülkelerinin Rusya'ya ekonomik bağımlılıklarını ortadan kaldıran yeni enerji koridoru, Orta Asya ve Kafkasya'nın refahının sağlanmasında önemli bir adım olacaktır. Hazar petrollerinin işletilmesiyle ilgili olarak 20 Eylül 1994 tarihinde Bakü’de imzalanan ve asrın anlaşması alarak anılan Hazar Denizi’nin Azerbaycan sektöründe yer alan Azeri, Çırak ve Güneşli yataklarında 500 milyon tonu aşan petrolün Petrol Ortak İşletmesi ve Pay Bölüşümü Hakkında Anlaşma’yla 30 yıl sure ile ABD, İngiltere, Azerbaycan, Rusya, Türkiye, Norveç ve Suudi Arabistan petrol şirketlerinden oluşan Uluslararası Petrol Konsorsiyumu (AIOC) tarafından işletilmesi kararlaştırılmıştır. (Osman Nuri Aras, Azerbaycan’ın Hazar Ekonomisi ve Stratejisi, Der Yy, 2001, ss. 58-59)

Rusya'nın petrol ve doğal gaz politikası, Kafkaslar ve Orta Asya'da üretilen petrol ve doğal gazın temelde Kafkasya - Rusya - Avrupa güzergahını takip etmesi esasına dayanmaktadır. Rusya, petrolün Boğazlardan geçişine getirilen kısıtlamalara da karşı çıkmaktadır. Kaynakları ve konumu itibariyle Rusya bugün petrol ve doğal gazı, Kafkaslarda hegemonya oluşturma hedefi istikametinde bir silah olarak kullanmak istemektedir. Başlangıçta Hazar Havzası’nda ve Orta Asya'da üretilen tüm petrol ve doğal gazın kendi ülkesinde yer alan güzergahlardan nakli gibi aşırı taleplerle ortaya çıkan Rusya, daha sonra tutumunu yumuşatmıştır. Ancak, Bakü-Tiflis-Ceyhan hattının engellenmesi halen Rusya'nın stratejik çıkarları arasında görülmektedir. Rusya petrol taşımacılığı için alternatif yollar teklif etmekte, petrolün Kuzey güzergahı ile Novorossisk'e oradan da Bulgaristan'ın Burgaz limanına ve boru hatlarıyla Yunanistan'ın Aleksandropolis şehrine nakledilmesinin daha hesaplı olduğunu, böylece petrolün boğazlardan geçmeyeceğini iddia ederek bu güzergahın daha ucuza mal olacağını ileri sürmektedir. Boru hatları konusunda Rusya'nın iki temel amacı kısaca şöyledir: Petrolün ihraç edileceği noktayı kontrol etmek yoluyla petrolü, Orta Asya ülkeleri ve Azerbaycan'a karşı silah olarak kullanabilmek ve petrolün fiyatını denetleyebilmektir. 1990'larda Sovyetler'in dağılması ve merkezi ekonominin çöküşü ile petrol üretim, tüketim ve ticaretinde büyük bir sarsıntı geçiren Rusya petrol ve doğalgaz üretimini Azerbaycan, Kazakistan, Türkmenistan ve Özbekistan ile, petrol işleme tesislerinin önemli bir bölümünü ise Beyaz Rusya, Ukrayna, Azerbaycan ile paylaşmak zorunda kalmıştır. Bugün petrol işleme kapasitesinin %35'i Rusya dışında bulunmaktadır. Petrol ve doğal gaz üretiminde kullanılan makine teçhizatının üretimi Azerbaycan'da yapılırken, petrolün ihraç edildiği limanlar, terminaller Ukrayna, Gürcistan, Litvanya ve Letonya'da kalmıştır. Rusya içinde bulunduğu ekonomik şartlara ve Kremlin'deki güç çekişmelerine rağmen bölgedeki etkinlik siyasetinden vazgeçmemiştir. Yalnızca büyük Rus petrol firmaları bölgedeki bütün konsorsiyumlarda yer almakla kalmamış, aynı zamanda Rusya aktif olarak kendi ulaştırma önerileriyle ortaya çıkmıştır. Örneğin Bakü-Novorosisk hattına yeniden işlerlik kazandırma isteği, 1996'da birinci Çeçenistan savaşının sonuçlandırılmasında ve Grozni'yle ham petrolün geçişine ilişkin mali müzakerelerde temel etken olmuştur. Aynı zamanda tek bir Avrasya koridoru fikrini çürütmeye çalışan Rusya, coğrafi ölçeği genişletebilmek için öneri sayılarını da arttırmıştır. Kuzey Kazakistan - Novorosisk boru hatlarının tamamlanmasına ek olarak Ankara'yla Rus doğal gazının Gürcistan üzerinden veya Karadeniz’in altından Türkiye'ye ulaştırılması konusunda da müzakerelere başlamıştır. Ayrıca Yunanistan'la Balkan boru hatları projesi üzerinde çalışmaktadır.

Rusya’nın Kafkas petrolünü kendi insiyatifi dahilinde kullanabilmek için geliştirdiği en somut karşı politika Hazar’ın statüsü sorunudur. Hazar'ın statüsü sorunu 1991 yılında Hazar'a kıyısı bulunan SSCB üyesi ülkelerin bağımsızlığına kavuşması ve kendi petrollerini çıkartmaya başlamasıyla meydana çıkmıştır. Farklı rakamlara rastlanmakla beraber Hazar petrolünün %80'i Hazar Denizi'nin Azerbaycan ve Kazakistan'a ait olan sektörlerinde bulunmaktadır. Eski Sovyet teknolojisinin 120 m. derinlikten daha derindeki petrolü çıkartmaya imkan vermemesi nedeniyle daha derindeki rezervler olduğu gibi kalmıştır. Nitekim Azerbaycan'da imzalanan petrol konsorsiyumlarının ilgilendiği yataklar Hazar Denizi'nin 150-350 m. derinliğinde bulunmaktadır. Bu kaynakların sahipliği ve buna bağlı olarak yatırımcılara hak verme ya da vergi alma gibi hakların hangi ülke tarafından kullanılacağı gibi hususlar, Hazar'a kıyıdaş devletler arasında Sovyetler'in dağılmasından beri yoğun tartışma konusudur. Bölgede eski etkinliğini yitiren RF'nun elindeki koz Hazar Denizi/Gölü'nün statüsüdür. Hazar eğer göl olarak kabul edilirse her ülke kendi tarafında belli bir uzaklığa kadar özel alanlara sahip olacak, ortada kalan alan ise herkesin kullanımına sunulacaktır. Bu durumda ortadaki alanda her isteyen petrol arayabilecek ve petrolü çıkartabilecektir. Eğer deniz olarak kabul edilirse Hazar tamamen ulusal bölgelere bölünecek ve ortada hiç serbest bölge kalmayacaktır. (Saule Baycaun, “Kazakistan Petrol ve Gazının Türk ve Rus Dış Politikasındaki Yeri ve Önemi”, Avrasya Dosyası, Yaz 2000, s.252)

Rusya, hem uluslararası hukuk ve hem de çevresel kaygılarını öne sürerek Hazar'ın ortak mülkiyetini ve kollektif kullanımını savunurken, aslında eski SSCB sınırlarındaki nüfuzunu korumayı ve stratejik üstünlüğünü kaybetmemeyi hesaplamıştır. Moskova'nın ulaşmak istediği diğer bir amaç ise, Hazar'ı hukuken belirsiz bir konumda tutarak, kendi aleyhine olarak değerlendirdiği Batı yatırımının bölgeye girişini engellemek ve bölgenin enerji üretim ve dağıtım tekelini Rus şirketleri vasıtası ile kendi elinde tutmak olmuştur. RF Hazar'ın statüsü ile ilgili sorunları ortaya atarak konsorsiyumlarda pay sahibi de olmaya çalışmaktadır.

I.3.Güç Mücadelesi

I.3.a.Rusya Federasyonu

Kafkaslar'da meydana gelebilecek büyük bir etnik çatışma ve savaş halinde Rusya'nın Karadeniz'e çıkış noktasını kaybetmesi durumunda, Karadeniz - Boğazlar - Akdeniz - Süveyş kanalı yolu ile sıcak denizlere çıkma imkanı ortadan kalkacak ve Rusya dünya pazarına ürün ihracında büyük zararlara ve kayıplara uğrayacaktır. Karadeniz ve Kafkasların özel jeostratejik konumu sebebiyle Rusya'nın Kafkasya'yı ve dolayısı ile Karadeniz'e çıkış noktasını elinde bulundurması ona büyük kolaylık ve imkan yaratmaktadır. Kafkasya, Rus ekonomisi için tam anlamıyla bir hammadde kaynağıdır. Kuzey Kafkasya'da bulunan Çeçenistan, Dağıstan gibi özerk cumhuriyetler Rus petrolünün yarıya yakın kısmını üretmektedir. Güney Kafkasya'daki Azerbaycan Cumhuriyeti'nin sahip olduğu petrol yatakları da Rusya'nın ilgi alanındadır. Petrol ve doğalgaz rezervleri açısından Rusya için önem arz etmesi yanında, Hazar petrollerinin batıya ulaştırılmasında düşünülen muhtemel boru hatlarının üzerinde yer alması sebebiyle de Kafkasya Rusya için paha biçilmez değerdedir. Bölgede aynı zamanda petrol rafinelerinin ve petrokimya tesislerinin yer alması Rusya için stratejik ve ekonomik önem taşımaktadır. Sonuç olarak, Kafkasya bir kara devleti olan Rusya açısından; a.Sıcak denizlere ulaşmasına imkan sağlayacak stratejik istikametlerden en kısa olanlarının çıkış noktasını teşkil eden ve bu istikametleri kontrol eden bir bölgedir. b.Elde bulundurduğu sürece Doğu Akdeniz ve Basra Körfezini uzaktan kontrol eder. c.Rusya'nın güney cephesinin savunmasında kuvvet tasarrufu sağlayacak savunulması kolay bir bölgedir. d.Güneye taarruz için uygun bir çıkış bölgesidir. e.Balkanlar'dan yapılacak bir harekatta tali taarruz istikameti olarak kullanılıp küçük düşman kuvvetlerinin angaje edilmesine yardım eder. (Sönmez Can, “Jeopolitik Açıdan Kafkasya”, Avrasya Dosyası, Kış 1996, s.208)

Putin'in göreve gelmesini müteakip Kafkasya politikasını yenileyen ve serteştiren Rusya, dünya'ya Kafkasya'nın nüfuz alanı olduğunu tekrar vurgulamaya başlamış; Kafkasya'daki tarihi, siyasi, askeri ve ekonomik çıkarlarının karşısındaki tehlikeleri ve bu çıkarlarını tehdit eden Batı'nın ve Türkiye'nin Kafkasya'daki etkinliğini ortadan kaldırılmayı hedeflemiştir. Rusya'nın, Türk ve İran varlıklarını sınırlamak, yeni devletlerin bu rakiplerine doğru kaymalarını önlemek, bağımsız bir Orta Asya bölgesel işbirliği ve bundan ayrı veya buna paralel kendi kontrolunda olmayan bir Kafkas işbirliğinin oluşması yolunda engeller çıkarmak ve yeni egemen başkentlerde ABD jeopolitik etkisini sınırlamaya çalışırken, kendi çıkarlarına uygun bir uzlaşma yolu bulmak zorunda olduğu sonucu çıkarılmaktadır. Burada Rusya için önemli olan, imparatorluğun yeniden yapılanmasından ziyade, yeni devletleri sınırlayacak, direnişlere engel olacak ve Rusya'nın egemen jeopolitik ve ekonomik konumunu saklı tutacak yeni bir ilişkiler ağını yaratma düşüncesidir. Rusya'nın Kafkaslara yönelik politikasında temelde bir değişiklik olmadığı, ancak içinde bulunulan şartlar nedeniyle stratejilerde bazı değişiklikler yapmak zorunda kaldığı kıymetlendirilmektedir. Estonya, Letonya, Litvanya ile batıya olan deniz bağlantısını, Ukrayna, Gürcistan ve Moldova ile Karadeniz'e olan bağlantısının esas kısmını kaybeden Rusya'nın, Kafkasların da tam olarak elden çıkışına rıza göstermeyeceği düşünülmektedir. Kafkasların kontroldan çıkması; Karadeniz bağlantısının önemli bir kısmında kontrolu kaybetmesine, Türkiye ve İran uzantısının sekteye uğramasına, bir kısım doğal kaynakların kaybına, bir kısmı üzerindeki kontrolunun ortadan kalkmasına, petrol boru hattı geçişleri üzerindeki menfaatlerinin zedelenmesine ve halihazırda kendi ana toprakları içinde bulunan Kafkaslardaki federe cumhuriyetlerin de elden çıkması; diğerleri için örnek olmasına yol açacağından Ruslar bölgede yeni ve ivedi arayışlar içine sürüklenmiştir.

Bölgede söz sahibi olunması ve insiyatifin sağlanması için halihazırda ortaya atılan belli başlı üç anlaşma girişimi bulunmaktadır: Bunlardan birincisi; Ermenistan tarafından teklif edilen, Rusya, Türkiye, İran, Azerbaycan, Gürcistan ve Ermenistan'ı kapsayan "Bölgesel Güvenlik ve İşbirliği Paktı"dır. İkincisi ise; Azerbaycan tarafından önerilen Güney Kafkasya Güvenlik Paktı"dır. Bunun birincisinden farkı, İran'ın dışarıda bırakılıp, ABD'nin pakta dahil olmasıdır. Bu durumda pakt, ABD, Rusya, Türkiye, Azerbaycan, Gürcistan ve Ermenistan'ı kapsamaktadır. Üçüncüsü; 15 Ocak 2000'de T.C. Cumhurbaşkanı Sayın Demirel'in Gürcistan ziyaretinde teklif ettiği "Kafkasya İstikrar ve İşbirliği Paktı" ise, kapsam itibariyle Azerbaycan'ın teklifine benzemekle beraber bunun AGİT şemsiyesi altında yapılması, ciddiyetini koruması ve uygulanabilir olması inceliğini taşımakta ve destek bulmaktadır. (Armağan Kuloğlu, “Rusya Federasyonu’nun Yeni Kafkasya Politikası”, Stratejik Analiz, Mayıs 2000, ss.39-41)

Rusya Federasyonu, Kafkasya'yı etki alanında tutabilmek için müttefiki olan Ermenistan'dan, bölgedeki etnik çatışmalardan yararlanmakta, Çin ve İran ile ilişkilerini geliştirmektedir. Kafkasya bölgesi Rusya'nın jeopolitik ve ekonomik menfaatleri açısından son derece hassas bir bölgedir. Avrupa ile Asya arasında köprü olmasının yanında, Karadeniz ve Hazar Denizi'ne kıyısı bulunması, Türkiye ve İran ile buluşma noktasında bulunması, Orta Asya'nın kapısı durumunda olması, ayrıca Orta Doğu yolu üzerinde bulunması bölgenin Rusya açısından önemini artıran faktörlerdir. Stratejik nedenlerin dışında bölgenin ekonomik önemi de büyüktür. Her şeyden önce, Kafkasya, Rus ekonomisi için önemli miktarda ham madde kaynağıdır. Güney Kafkasya'da bulunan Azerbaycan Cumhuriyeti'nin petrol yatakları da Rusya'nın ilgi alanındadır. Hazar petrollerinin batıya ulaştırılmasında düşünülen boru hatlarının üzerinde yer alması nedeniyle de Kafkasya, Rusya için büyük değer taşımaktadır.

I.3.b.A.B.D

ABD bölgede üç temel siyasi hedefe sahiptir. Bunlardan ilki, bölge ülkelerinin bağımsızlık ve egemenlik arzularını desteklemektir. ABD özellikle Azerbaycan ve Kazakistan gibi ülkelerin petrol kaynakları ile bilhassa ilgilenmektedir. Bu ülkeler bölgenin gelecekteki gelişmesinde anahtar konuma sahiptirler ve kurulacak petrol ve doğal gaz ulaşım hatlarına bağlı olarak, bu kaynaklara sahip olmayan Ermenistan ve Gürcistan gibi ülkelerin gelişmesine de yardımcı olabileceklerdir. İkinci hedef, bölgesel petrol üretimi ve ihracatı açısından ABD'nin ticari çıkarlarını desteklemektir. ABD şirketleri ekonomik reformların hızlanmasına ve bölgenin dünya ekonomik pazarlarına girmesine yardımcı olabileceklerdir. Bu ticari mevcudiyet bölgedeki Amerikan etkisini güçlendirecektir. ABD petrol anlaşmalarının kazanç sağlayacağını da ummaktadır. Üçüncü hedef ise, Amerika'nın petrol temin etme seçeneklerini çoğaltmak ve Basra Körfezi'ne bağımlı durumdan kurtulmaktır. Seçeneklerin çeşitlendirilmesi, dünya petrol ürünleri talebinin artışına ayak uydurabilmek için de gerekli olacaktır.

Kafkasya ve Orta Asya'da 1991-2001 arasında göreli bir boşluk dönemi yaşandı. Bu boşluğun, Avrasya'daki güç dağılımı çerçevesinde ABD'nin küresel hegemonluğunu tehdit altına sokmasıyla 11 Eylül sonrası süreç gerçekleşmiş ve ABD, normal şartlarda yerleşmesinin neredeyse imkânsız olduğu Orta Asya’ya yerleşmiştir. Zira 11 Eylül öncesi ABD'nin, kendisi için, bölgede gördüğü tehlike şu olmuştur: Bu iki orta alan, Avrasya'nın güçlü devletleri olan Rusya, İran, Çin, Hindistan ve Pakistan'ın tehdidi altındaydı. Putin'le birlikte Rusya güçlenmiş ve neo-emperyal arayışlar içine girmişti. Çin'in güçlenmesi yeni bir olgu değildi, "ejderhanın uyanışı" adı verilen bu durum son on yıla damgasını vurmuştu. Hindistan, hızla artan nüfusu ve nükleer gücüyle giderek büyüyen bir tehditti. Pakistan, keza bölgede zaman zaman etkili olabilen nükleer bir güçtü. İran ise hem Kafkasya'da hem Türkistan'da etkisi bulunan bir "şer" ülkesiydi. Bu devletlerin Avrasya'da güç ve etkinliklerini artırmaları ve iktidar boşluğundaki orta alanları nüfuzları altına almaları sonucunda birbirlerine komşu olmaları durumunda kötü sonuçlar doğabilirdi.

Bütün bu ihtimalleri göz önünde bulunduran ABD, 11 Eylül sonrası süreçte boşluktaki orta alanlara yerleşerek bu güçlerin nüfuzlarını orta alana sarkıtmalarını ve birbirleriyle komşu olmalarını engellemek, onları bu alandan uzak tutarak kendi bölgeselliklerine hapsetmek istedi. Mahiyeti farklı da olsa bu strateji mantık itibarıyla Çevreleme Politikası'nı hatırlatmakta; fakat bu defa süper güç tek yönlü bir kuşatma harekatı yerine orta alanı işgal ederek çevredeki heveslileri kendi köşelerine hapsetmeyi hedefleyen bir sıkıştırma harekatı izlemektedir. Çünkü Orta Asya'daki bir ABD varlığı, Avrasya'daki bölgesel güçlere bağımlı olmaksızın ancak Kafkasya'dan beslenerek ayakta kalabilir. Bu yüzden Kafkasya'nın Batı'yla ve Orta Asya'yla ulaşımının sağlıklı ve verimli bir şekilde temin edilebilmesi ABD açısından zaruridir. (Kamil Ağacan, “ABD’nin Gürcistan’a Asker Göndermesi: Terörle Mücadelede Üçüncü Cephe mi, Yoksa Köprü Başının Tutulması mı?”, Stratejik Analiz, Nisan 2002, s.71)

Amerika Birleşik Devletleri'nin 11 Eylül terör saldırılarının ardından Orta Asya'ya yönelik bu harekâtı, Kafkasya politikasında da somut dönüşümlere yol açtı. Gürcistan'a asker gönderilmesi, askeri yardımların artırılması, Bakü - Tiflis - Ceyhan ham petrol boru hattı projesinin hızlandırılması, Ermenistan'da NATO tatbikatı yapılması kararı ABD'nin bölgeye yönelik ilgisinin önemli göstergeleri oldu. ABD, Orta Asya'daki askeri üslerini Rusya Federasyonu, Çin ya da İran üzerinden destekleyememektedir. Pentagon'un başlıca ulaşım koridorunu Türkiye, Gürcistan ve Azerbaycan ile Pakistan - Afganistan hattı oluşturmaktadır. Bölgeye ulaşımını en az iki kat üzerinden sağlamayı uygun gören Pentagon için Türkiye - Gürcistan - Azerbaycan güvenlik koridoru stratejik önem taşımaktadır. Hazar Bölgesi yeni bir Orta Doğu olamasa da, stratejik açıdan Batı'nın elindeki en önemli petrol sahası olan Kuzey Denizi'ne yaklaşık olarak eşit bir kapasiteyi dünya enerji piyasalarına sunacak durumdadır. Washington, Gürcistan'a bağımsızlığını kazandığı günden bu yana yaklaşık bir milyar dolarlık yardım yaptı. Gürcistan, ABD'den yardım alan ülkeler arasında kişi başına düşen yardım bakımından üçüncü sırada bulunuyor. Gürcistan'a yapılan yatırımlar bakımından da ABD yüzde 28.5'lik oranla birinci sırada yer alıyor. 11 Eylül saldırılarının ardından, El Kaide Örgütü ile bağlantılı oldukları ileri sürülen Çeçen militanlar ile mücadele gerekçesiyle ABD, Gürcistan'a 200 dolayında asker gönderdi. Uzmanlar, ABD'nin Gürcistan'a asker göndermesinin öncelikle Rusya'nın Panki Vadisi'ne yönelik olası operasyonunu engellediği görüşündedir. ABD'nin Panki Vadisi gerekçesiyle, bu stratejik öneme sahip ülkeye askeri açıdan yerleşme şansı bulduğu da dikkat çekilen bir başka konu oldu. ABD, Gürcistan'ı kontrol altında tutup, Azeri-Ermeni ilişkilerinin düzeltilmesi için çalışırken, Türkiye'yi de bölge ülkeleri ile ilişkilerini geliştirmesi yönünde teşvik etmektedir. (Ayşen Atasir, “ABD’nin Kafkasya Politikasında Son Gelişmeler ve Türkiye”, Stratejik Analiz, Mayıs 2003, ss.76-77)

I.3.c.Türkiye

Kafkasya'da nüfuz mücadelesinin diğer katılımcısı da Türkiye'dir. Tarihsel, etnik ve kültürel bağlarının bulunduğu bölge, Rusya ile arasında tampon bölge oluşturması, Rusya'nın güneye, sıcak denizlere inme politikasının engellenmesi, Orta Asya cumhuriyetleri ile köprü durumunda bulunması nedeniyle Türkiye açısından da aynı stratejik öneme sahiptir. Ayrıca, Doğu Anadolu bölgesinin güvenliği, yer altı zenginliği ve petrol yatakları gibi konular açısından da hassas konuma sahiptir. Türkiye için Azerbaycan ortak dil, kültür ve tarihi paylaştığı önemli bir ülkedir. Türkiye'nin Orta Asya'daki diğer Türk Cumhuriyetleriyle temasını sağlaması ve zengin doğal kaynaklara sahip olması Azerbaycan'ın önemini daha da artırmaktadır. Dağlık Karabağ sorununda, Türk kamuoyu Azerbaycan'ın yanında yer almış, uluslararası alanda Azerbaycan'ı desteklemiş, Ermenistan'a uygulanan ambargoya katılmış, Ermenistan ile olan diplomatik ilişkilerine son vermiştir. Fakat, diğer taraftan Azerbaycan'a önemli silah yardımı yapmaktan ya da iki ülke arasındaki çatışmaya askeri açıdan dahil olmaktan kaçınmıştır. Bağımsızlığın ilk yıllarında Türkiye - Ermenistan ilişkilerinde yakınlaşma görülmektedir. O dönemde ekonomik güçlüklerle karşılaşan Ermenistan'a, Türkiye tarafından insani yardımda bulunulmuş, hatta Karadeniz Ekonomik İşbirliği Örgütü'ne Ermenistan, Türkiye tarafından kurucu üye olarak davet edilmiştir. Başlangıçtaki bu yakınlaşmada dönemin lideri Levon Ter-Petrosyan'ın izlediği siyasetin de etkisi olmuştur. Petrosyan, Ermenistan'ın içinde bulunduğu ekonomik sıkıntılardan kurtulması için Türkiye'nin tek çıkış kapısı olduğu gerçeğinden hareket etmiş, Türkiye ile yakınlaşma yollarını aramıştır. Ancak, Ermenistan'ın Karabağ ihtilafındaki tutumu Türkiye ile diplomatik ilişkilerin kurulmasını önlediği gibi, daha sonra fiilen askeri harekata dahil olması geliştirilmek istenen ilişkileri tersine çevirmiştir. Ermenilerin Karabağ'dan sonra yapmış oldukları 'Hocalı Katliamı', Türkiye'nin tamamen Azeri yanlısı politika izlemesine neden olmuştur. Petrosyan döneminde Türkiye'yi Karabağ konusunda kışkırtmamak amacıyla sözde Ermeni soykırımını çok fazla gündeme getirmeyen Ermenistan, Koçaryan'ın başkan olmasıyla bu politikayı terk ederek, kendi tabiriyle 'soykırımın tanıtılmasını Ermenistan'ın dış politikasının öncelikleri arasına almıştır'. Böylece Koçaryan döneminde, Türkiye - Ermenistan ilişkileri tamamen kesilmiştir.

Türkiye'nin Kafkasya politikası tanımı, genel bir ifade olmayı pek aşamamaktadır. Zira Kafkasya bilindiği üzere bir bölge olup bu bölgeyi Kuzey ve Güney Kafkasya olarak ayırmak gerekmiştir. Kuzey Kafkasya kapsamındaki muhtar cumhuriyetler (Çeçenistan Cumhuriyeti, İnguş Federe Cumhuriyeti, Kabarday - Balkar Federe Cumhuriyeti, Karaçay - Çerkes Federe Cumhuriyeti, Adigey Federe Cumhuriyeti, Alanya (Kuzey Ossetya) Federe Cumhuriyeti ve Dağıstan Federe Cumhuriyeti) ile birlikte RF iç bölümleri durumundadır. Bu itibarla Türkiye'nin RF politikasını Türkiye'nin Kuzey Kafkasya politikasından fazla soyutlama imkânı yoktur. Kısaca Türkiye'nin Kafkasya politikası Türkiye-RF ilişkilerinin bir bölümünü içerir. Zira belirtildiği gibi Kuzey Kafkasya RF'nun bir parçasıdır. Güney Kafkasya'ya gelince bu bölge Azerbaycan, Gürcistan ve Ermenistan gibi üç bağımsız devletten oluşmaktadır. Buradan hareketle denilebilir ki; Türkiye'nin Ortadoğu politikasını İran, Arap ülkeleri, İsrail gibi başlıklar altında ele alma zorunluluğu olduğu gibi; Türkiye'nin Güney Kafkasya politikasından değil, Güney Kafkasya ülkeleri politikalarından söz edilebilir. Bütün bu açıklamalara rağmen ifade edilebilir ki; Türkiye RF ile Gürcistan'ın düşmesi anlamında komşu olmak istemeyecektir çünkü Türkiye bir tampon ülkenin arada olmasından yanadır. (Yaşar Kalafat, “Karadeniz ve Kafkasya’da Gelişen Dini ve Siyasi Olaylar İtibariyle Türkiye’nin Güvenliği”, ASAM Kafkasya Araştırmaları Masası, www.avsam.org)

Türkiye kendi hesabına, bu bölgedeki Türkçe konuşan halklar için önder bir rol oynamayı arzu etmektedir. Bununla birlikte, bu ülkelerde iktisadi etkisini arttırmak için giriştiği çabalar, tarihi rekabet nedeniyle, Rusya ve İran'ın ihtirasları ile çelişmektedir. Türkiye, Avrupa ile Kafkasya ve Orta Asya arasında alternatif ticaret ve iktisat güzergahları sunan ve böylece Rusya ve İran üzerinden geçiş zorunluluğunu ortadan kaldıran bir köprüdür. Rusya Türkiye'yi jeopolitik bir rakip olarak görmekte ve Türkiye'yi batının veya İslamın bir kale burcu olarak algılamaktadır. Aralarındaki rekabete rağmen Rusya ile Türkiye, ayrılıkçı hareketleri desteklemek çıkarlarına uymadığı için, birbirlerinin Kürt ve Çeçen sorunları gibi iç işlerine müdahale etmekten uzak durmaktadırlar. Dahası özel ekonomik çıkarlar, aralarında yeni bağların doğmasına yol açmaktadır. Türkiye, Rus silahları satın alan ilk NATO üyesidir. Türkiye ile "Hıristiyan" Gürcistan arasındaki ilişkiler fevkaladedir. Gerçekten, Irak'a uygulanan ambargodan beri, Türkiye kaybettiği pazarları telafi edecek yeni pazarlar peşindedir ve böylece Gürcistan'ın esas ticari ortağı olmuştur. Bununla birlikte, bölgede denge unsuru olmak için jeopolitik bir gücün ortaya çıkmasını çok arzulayan Gürcistan, Hazar Denizi'ni Batıya bağlayacak ortak boru hattının inşası projesi ile güçlendirilmiş olarak Türkiye ve Azerbaycan'la ittifakın lehine tavır almıştır. Birinci Dünya Savaşı'na kadar uzanan tarihi nedenlerden dolayı, Dağlık Karabağ sorunu nedeniyle Azerbaycan ile Ermenistan arasındaki ilişkiler zayıf olduğundan, Azerbaycan Türkiye'nin resmi olmayan bir müttefiki olarak görünmektedir. Türkiye'nin, Hazar Denizi bölgesinin Türkçe konuşan halkları ile ilişkileri Sovyet döneminde tedricen azalmış olmakla birlikte, SSCB'nin çökmesinden beri bu ülkelerle ilişkilerini canlandırmak için gayret sarf etmektedir ve 1991'den beri bu ülkelerle bir dizi siyasi, iktisadi ve askeri anlaşma imzalamıştır. Açıkça Türkiye taraftarı Başkan Elçibey'in, bazı iddialara göre Azeri-Türk yakınlaşmasından korkan Rusya'nın el altından yönlendirmesiyle düşüşünden sonra, Türkiye Rusya'nın tutumuyla ilgilenmeye başlamış ve başta boru hatlarının güzergahı olmak üzere, bölge ülkelerinin Rusya'ya olan bağımlılıklarının azaltılması ihtiyacı üzerinde ısrarcı olmuştur. (KTÜ, a.g.e., ss.79-80)

I.3.d.İran

İran'ın bu bölgedeki amaçları farklı karakterdedir. Amaçları siyasi etkisini artırmak, karlı ekonomik ve ticari ilişkiler tesis etmek ve nükleer teçhizat da dahil olmak üzere Sovyet silahlarını elde etmektir. İran bölgesel liderlik peşindedir. İranlı yetkililer Kafkasya ve Orta Asya'yı "iktisadi mübadele merkezi" olarak nitelemektedir. Bölgenin yeni keşfedilen petrol rezervleri, kendi kaynakları tükenmekte olan İran'ın büyük ölçüde dikkatini çekmektedir. Azerbaycan, BM baskılarına boyun eğerek İran'ın uluslararası Azeri petrol konsorsiyumunda yer almasını reddettiği için, İran'ın Azerbaycan'la ilişkileri naziktir. İki ülkenin birbirlerinden toprak iddiaları ve İran’ın Ermenistan'la iyi ilişkileri diğer problemlerdir.

İran’ın Kafkasya bölgesine ilişkin dış politikası İran-Azerbaycan ilişkilerinde somutlaşmaktadır. On yıllık süreç içinde iki ülke arasındaki ilişkilerin; Karabağ meselesinde İran'ın açık bir şekilde Ermenistan'dan yana bir tavır koyması, bölgedeki yapılanmada Azerbaycan'a kuşkuyla yaklaşması ve giderek öne çıkan petrol alanında iki ülke arasındaki rekabetin tırmanması gibi nedenlerle yakınlaşmaktan ziyade uzaklaşmaya ve gerginliğe doğru sürüklendiğini söylemek mümkündür. Bu çerçevede on yıllık ilişkilere baktığımızda, İran-Azerbaycan ilişkilerinin Kafkasya'da barış açısından istenen sonucu sağlayamadığı ortadadır. Bunun en son örneğini Hazar Denizi'ndeki olaylar teşkil etmiştir. Hazar'da bu denizin statüsüyle ilgili ciddi bir ihtilaf olduğunu bilmekteyiz. Bu ihtilafta İran ve Rusya eski statünün devamından yana hareket etmektedirler. Bilindiği üzere İran eskiden beri bir petrol ülkesidir, hem de 20. yüzyılın en büyük petrol ülkelerinden birisidir. Ancak, Basra Körfezi'ndeki petrolün azalmaya başladığı bir noktada, İran'ın geleceğe yönelik petrol ülkesi konumunu koruyabilmesi için Basra petrolü ile beraber Hazar petrollerine de eşit derecede önem verdiğini görmekteyiz. İran diğer ülkeler gibi, geleceğini sadece Basra Körfezi’nde değil, aynı zamanda yavaş yavaş Hazar bölgesinde de aramaktadır. İşte bu noktada İran gemilerinin Azerbaycan sınırlarını zorladığını ve İran'ın giderek Azerbaycan'ı devre dışı bırakacak petrol projeleri geliştirdiğini görmekteyiz. (Anıl Çeçen, “İran-Azerbaycan İlişkileri”, Kafkasya’nın Jeopolitik Sorunları, ASAM Yy., Ankara, 2003, s.45)

I.4. Nato’nun Genişlemesi

Ruslar ile yüzyıllar öncesine dayanan güven ve güvenlik sorunları bulunan Alman toplumunun ilk olarak Batı ve Doğu Almanya'nın birleşmesiyle kendine güveninin artması ve ülkenin doğusuna Ruslar ile tarihsel savaş koridoru olan Polonya, Çek Cumhuriyeti ile birlikte Slovakya ve Macaristan'dan oluşan bir duvar örmek suretiyle kendini güvence altına almak istemesi sonucunda NATO'nun doğuya doğru genişleme süreci başlamıştır. Almanya'nın ekonomik ve siyasi gücünün gerisinde kalan askeri etki alanı sebebiyle ortaya çıkan güvenlik zaaflarını gidermek amacıyla NATO'nun doğuya genişlemesi politikası, Amerikan dış politikasının da en önemli önceliklerinden biri haline gelmiştir. Nitekim, uzun yıllar süren tartışmalara ve inatlaşmalara karşın Polonya, Çek Cumhuriyeti ve Macaristan Nisan 1999 itibariyle NATO bünyesine katılmışlardır. NATO'nun resmen genişlemesi ile aynı döneme denk gelen Kosova olayları, söz konusu örgütün Sırbistan'a karşı uzun süreli ve yıkıcı etkileri olan askeri operasyon düzenlemesi ve bu operasyon esnasında bir savunma örgütü olan NATO'nun saldırıya maruz kalmaksızın ve operasyonel görev alanı tanımına uygun düşmeyen bir bölgede askeri güç kullanması ayrıca bir tartışma başlatmıştır. (Mustafa Kibaroğlu, “Rusya’nın Yeni Ulusal Güvenlik Konsepti ve Askeri Doktrini”, Avrasya Dosyası, c.6, s.4, Kış 2001, s97-98)

1997 yılında imzalanan NATO - Rusya Kurucu Senedi ile Rusya'nın Avrupa'da Soğuk Savaş ertesi fiili varlığı resmen sona erdirilmiş ve NATO - Rusya ilişkileri yeni esaslara bağlanmıştır. Bu çerçevede, Avrupa - Atlantik toplumundaki bütün ülkelerin güvenliğinin bölünmezliği noktası başlangıç alınmaktadır. Buna rağmen Kurucu Senet Rusya'da Milliyetçi - Komünist çevrelerde belirli rahatsızlıklara yol açmıştır. NATO - Rusya Kurucu Senedi üzerinde anlaşmaya varılmasına rağmen, Rusya'nın NATO'nun genişlemesine temeldeki itirazları sürmektedir. Rusların çoğunluğu, NATO ile güvene dayanan ilişkilerin tesis edilemeyeceği görüşündedir. Rusya ayrıca NATO'nun genişlemesinin, eski Sovyet Cumhuriyetlerini kapsamaması gerektiğini, ittifakın böyle bir adım atması halinde, NATO - Rusya Kurucu Senedi’nin gözden geçirilmesi de dahil olmak üzere dış politikasında Batı’ya karşı köklü değişiklikler yapacağını ileri sürmektedir. Rusya, NATO'nun doğuya doğru genişlemesini dengelemek üzere Balkanlar, Orta Doğu ve Kafkasya bölgelerine doğru açılmaya ve ayrıca Çin, Hindistan ve İran ile siyasi, ekonomik ve askeri iş birliğini geliştirmeye önem vermeye başlamıştır. NATO’nun Kosova nedeniyle Yugoslavya'ya karşı müdahalede bulunması, Rus güvenlik ve dış politikası açısından önemli başka bir dönüm noktasıdır. Moskova Kosova örneğinde olduğu gibi, bir ülkenin iç çatışmasına müdahalenin kolaylaştırılmasına karşı çıkmış, bu modelin Çeçenistan nedeniyle kendi topraklarında yenilenmesinden endişe duymuştur. (Z.Dağı, “Rusya’nın Güvenlik Politikası ve Türkiye”, Uluslararası Güvenlik Sorunları ve Türkiye, Seçin Yayınevi, Ankara, 2002, s.185)

Rusya NATO'nun doğuya doğru genişlemesinin menfi etkilerini en aza indirmeye çalışmaktadır. Rusya'nın Asya politikası başta Çin ve Hindistan olmak üzere Uzak Doğu ve Alt Kıt'a ülkeleri ile hem stratejik çıkarlar açısından, hem de Batı ile olan bağları dengelemek açısından mevcut ilişkileri geliştirmek tarzında gelişme göstermektedir. 23 Nisan 1997'de Çin ile Rusya arasında imzalanan 21'nci Yüzyıla Doğru Stratejik Ortaklık Deklarasyonu, Çin-Rusya-ABD stratejik üçgeninde Çin ile Rusya arasında ABD’ye karşı bir yakınlaşma ifade etmektedir. Rusya ve Çin, dünyanın çok kutuplu olmasını ve bunun yeni dünya düzeninin temellerini oluşturmasını istemektedirler. Rus-Çin yakınlaşmasına Hindistan'ın da katılımı suretiyle bir stratejik üçgen oluşturmaya çalışılmaktadır. Aralık 1998'de RF ile Hindistan arasında 10 yıl süreli bir Savunma İşbirliği Anlaşması imzalanmıştır. Bu ortaklığın NATO ve AB karşıtı bir politika olduğu ve Rusya'nın 21'nci yüzyılda giderek kendisini ABD ile eş düzeyde bir öneme sahip görme arzusunda olduğu ortaya çıkmaktadır. Çin - Rus ticaretinde son zamanlarda %25 artış kaydedilmesi, Rusya'dan Çin'e yapılan büyük çapta silah satışları ve nükleer santral inşası faaliyetleri dikkat çekmektedir. Öte yandan Rusya, Çin, Kazakistan, Kırgızistan ve Tacikistan arasında 7.000 km'lik eski Sovyet - Çin sınırı boyunca kuvvet indirimi konusunda da bir antlaşma yapılmış bulunmaktadır.

NATO'nun Avrupa'daki genişlemesine karşılık, belirli zorluklara rağmen, BDT'nin siyasi, askeri ve ekonomik bir blok haline dönüştürülme isteği artabilir. NATO genişlemesinin Rusya'yı reel politik olarak Avrupa'dan sürmesi, bu ülkenin 21'nci yüzyılda Asya'da daha ağırlıklı bir rol oynamasına yol açabilir. Nitekim Rusya şimdiden Asya'da Çin, İran ve Hindistan gibi yeni müttefikler edinme gayreti içindedir. Rusya'nın Batıya daha çok bağımlı hale gelmesinin tepkisel olarak komünizme dönüş fikrini güçlendirebileceği değerlendirilmektedir.

NATO genişlemesi sonucu, Rusya silahsızlanma müzakerelerini dondurarak, askeri doktrinini revize etmiş ve 2000 tarihli yeni askeri doktrinde öngörüldüğü üzere askeri politikalarını yeniden nükleer caydırıcılık üzerine tesis etmiştir. Böylesi bir gelişmenin sadece bölgesel değil, uluslararası sistemi çok yakından ilgilendirdiği ise ortadadır. Rusya NATO'ya yeni üyelerin katılmasını bahane ederek, koşulların değiştiğini öne sürmekte ve "askeri doktrini" revize etmektedir. RF, 1990 yılıyla karşılaştırıldığında koşulların değiştiğini öne sürmekte, AKKA Anlaşması’nda baştan beri talep ettiği revizyon taleplerinde ısrarcı olmaya devam etmektedir. Rus yetkililer NATO ve Varşova Paktı arasında AKKA ile kurulan stratejik dengenin Varşova Paktı'nın ve Sovyetler Birliği'nin dağılmasıyla, ayrıca Polonya, Macaristan ve Çek Cumhuriyeti'nin de NATO'ya katılımlarıyla Rusya aleyhine bozulduğunu ifade etmektedirler. Moskova bu durum karşısında 2000 yılında kabul ettiği askeri doktrinde nükleer gücüne daha çok vurgu yapmakta, silahlanma programlarına hız vermektedir. Dış politikadaki askerileşme içe de yansımakta, Putin'le başlayan yeni yönetim Batıya yakın olmayan çalışmasına rağmen, otoriter yeni eğilimlerin varlığından da rahatsız olmamaktadır.

ABD'li ünlü diplomat Victor Israelyan'a göre, Moskova'nın NATO'nun genişlemesine karşı muhalefetinde Rus ordusu önemli rol oynamaktadır. Israelyan, kullanılan argümanlar içerisinde Macaristan, Polonya ve Çek Cumhuriyeti'nin NATO'ya katılması halinde, ittifakın doğuya doğru 650-750 km. yayılarak, Rus "Buffer Zone"unu ortadan kaldıracağı, bu durumun Rus anti-balistik hava savunma ihbar süresini azaltarak, NATO kuvvetlerinin doğrudan Kaliningrad ile temasa geçeceği fikirlerine yer verildiğine dikkat çekmiştir. Israelyan devamında, ittifakın kara kuvvetlerine 47 ila 60 tümen ilave güç takviyesi ile 101 ile 130 tugaya ulaşan kuvvetin, toplam tank kuvvetlerinde %24, zırhlı muharebe araçlarında %22, toplarda ise %18'lik bir artışa neden olacağının ifade edildiğini belirtmiştir. Rus Genelkurmay Başkanlığı analizlerinin, ABD'nin Avrupa'dan çektiği 531 bombardıman uçağı yerine NATO'nun bu üç ülkenin 731 uçağı ile yeniden gücünü takviye yoluna gideceğini beyan ettiğini belirten Israelyan, ABD'nin 1.300 tank indirimine mukabil olarak, üç aday NATO ülkesinin 3.400 Sovyet yapımı tankı ittifak kuvvetlerine dahil edeceğini, aynı çerçevede, uçak sayısında %17'lik artışa ilaveten, taarruz helikopterlerinde de %13'lük bir artışın gündeme geleceği belirtilmiştir.

Öte yandan, NATO'nun, çeşitli kategorilerindeki toplam 290 askeri hava üssünden Kursk, Bryansk, Smolenssk başta olmak üzere, Batı ve Orta Avrupa Rus topraklarını vurabilecek kapasiteye ulaşacağı, bunlara ilaveten NATO'nun 120 yeni füzesavar bataryası ile 282.000 km'lik yol, 44.000 km'lik demiryolu, 5.200 km petrol boru hattı, 550 cephanelik ve düzinelerle silah deneme istasyonlarına sahip olacağı; Deniz Kuvvetleri'nde %18'lik bir artış neticesinde ise, Rusya'nın NATO'nun muhtemel bir ani atağına karşı açık hale geleceği belirtilmiştir. Söz konusu, genişleme konusunda Rusya Genelkurmay Başkanı Birinci Yardımcısı General Nikolai Pychev, NATO'nun bu gelişmesinin taktik nükleer silahları da kapsamına alan yeni bir kuvvet dengesizliğine ve silahlanma yarışına yol açacağına dikkat çekmiştir. Rus karar alıcılarının halen NATO'nun bu genişlemesini durdurmaya güçleri yetmese dahi, ABD ve Batı nezdinde minimize etmeye çaba sarf edecekleri Israelyan tarafından öne sürülmüştür. (Bkz.Mesut Hakkı Caşın, Rus İmparatorluk Stratejisi, ASAM Yy., Ankara, 2002)

II. RUSYA FEDERASYONU’NUN KAFKASYA POLİTİKASI

Eski Sovyet cumhuriyetlerinin ve Varşova Paktı'nı oluşturan eski müttefiklerinin Batı'ya kaydığı düşüncesinde olan ve bu nedenle Kafkasya politikasını yenileyen ve sertleştiren Rusya, dünya'ya Kafkasya'nın nüfuz alanı olduğunu tekrar vurgulamaya başlamıştır. Belirlenen esaslara göre Rusya, eski SSCB'nin halefidir. Bu topraklar Rusya'nın ekonomik bakımdan ve güvenlik açısından yaşamsal çıkar alanıdır, bu nedenle bölgedeki gelişmeler denetlenmelidir. Bağımsız Devletler Topluluğu (BDT) çatısı altında, eski Sovyet Cumhuriyetleri arasında Rusya'nın liderliği sağlanmalıdır. Rusya'nın güvenliğini ve çıkarlarını koruyacak şekilde bu devletler üzerindeki etkisi devam ettirilmelidir. (Amin Saikal, “Russian Policy Toward Central Asia and the Middle East”, in Russian Foreign Policy Since 1990, Boulder: Westview Press, 1995) Kafkasya'nın Rusya için, ayrıca iki özelliği bulunmaktadır. Bunlardan biri Asya'daki rakipleri Türkiye ve İran ile buluşma noktası olması, ikinci ise Kafkasya'nın Orta Asya'nın kapısı durumunda olmasıdır. Kafkasya'nın ayrıca Orta Doğu yolu üzerinde bulunması önemli bir faktör olarak görülmektedir. Rusya Federasyonu, eski Sovyetlerin mirasına konan bir süper güç olarak varlığını devam ettirmek ve kendisine yönelebilecek tehditlere karşı koymak için Kafkasya'yı kontrolü altında tutarak bir tampon bölge oluşturabilmektedir. Bu nedenle, Kafkasya'daki tarihsel, siyasi, askeri ve ekonomik çıkarlarının karşısındaki tehlikeleri ve bu çıkarlarını tehdit eden Batı'nın ve Türkiye'nin Kafkasya'daki etkinliğini ortadan kaldırmayı hedeflemiştir. Kafkasya'daki varlığını uluslararası kamuoyuna 'bölgedeki etnik milliyetçiliği ve islami radikalizmi kontrol etmek, bu bağlamda uluslararası terörizmin Kafkasya uzantılarını yok etmek ve bölgede istikrarı sağlamak' olarak açıklamıştır.

RF'nun, Kafkasya'ya yönelik müdahaleleri açısından, ilk sırayı Gürcistan almaktadır. Nitekim ekonomik, sosyal ve siyasi olan örtülü müdahalelerle desteklediği, Gürcistan'da ayrılıkçı etnik hareketler sonucu Şevardnazde yönetimi, 1993 yılı sonunda BDT'na girmeyi kabul etmek zorunda kalmış ve Rusya ile bir askeri işbirliği anlaşması imzalamıştır. Böylece RF, Gürcistan ile imzaladığı anlaşma ile SSCB dönemine ait Türkiye sınırındaki askeri varlığını tekrar elde etmiştir. RF'nun, Ermenistan ve Gürcistan'daki kazançları, Azerbaycan'a baskılarını artırmasını kolaylaştırmıştır. Rusya'nın, Azerbaycan'da da benzer politikalar izlediğini görmekteyiz. Karabağ Ermenilerinin ayrılıkçı eylemlerini ve Azerbaycan ile Ermenistan arasındaki savaşı kullanan Rusya BDT anlaşmasını imzalamayı reddeden, Türkiye yanlısı bir politika izleyen ve Batı ile petrol anlaşmaları yapmaya hazırlanan Elçibey'i iktidardan uzaklaştırdıktan sonra, yerine geçen Haydar Aliyev, Azerbaycan'ın BDT'ye girmesini sağlamış ve 1994 Eylülünde imzalanan Yüzyılın Anlaşması'nda Rusya'ya yüzde 10 pay vermiş olmasına rağmen Rusya'dan Karabağ sorununun çözümünde destek alamamış, verdiği tavizlerle Rusya'nın bölgedeki etkinliğini artırmasına neden olmuştur. Karabağ sorununda Rusya'nın Ermenistan'a destek vermesi Azerbaycan'ın yüzünü Batı'ya ve Türkiye'ye döndürmüştür. Aliyev'in kendi eliyle Azerbaycan'da güçlendirdiği Rus etkisini azaltma yönündeki çabalarına karşılık Rusya, Aliyev'i devirmek için Aralık 1994 ve Mart 1995 tarihlerinde iki darbe girişiminde bulunmuş, aynı zamanda Azerbaycan'a karşı Hazar'ın hukuki statüsü konusunu baskı aracı olarak kullanmıştır. (Yelda Demirağ, “Kafkasya’da Türk ve Rus Politikası”, Stratejik Analiz, Ağustos 2003, s.77)

Ayrıca Rusya tek veya iki yanlı anlaşmalarla ve gerekli olduğunda Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı Minsk Grubu gibi uluslararası organlardaki kararlar yoluyla etkisini güçlendirecek geleneksel siyasi-askeri yöntemleri kullanmaya devam etmektedir. Bu tür anlaşmalar Rusya'yı inter alia askeri üsler kurmaya ve "barış gücü" adı altında asker göndermeye veya silah indirimi süreçlerine girmeye muktedir kılmaktadır. Açıkça ve resmen ifade edilmese de, Rusya, doğal kaynaklarla ilgili anlaşmaların müzakeresinde askeri eylem tehdidini bir icra vasıtası olarak kullanmaktadır.

Rusya Federasyonu’nun Kafkasya Politikası aşağıda belirtilmiş olan somut politikalarla daha net bir biçimde anlaşılmaktadır.

II.1.Vladimir Putin-Ulusal Güvenlik Doktrini/Yeni Askeri Doktrin/Yeni Dış Politika Doktrini

26 Mayıs 2000 tarihinde yapılan Rusya Devlet Başkanlığı seçimlerini kazanan Putin'in "Güçlü Devlet" yaratma sloganı eksenindeki politikası, kendisine Rus kamuoyunun kayıtsız destek vermesini sağlamıştır. 2000 yılında Putin ile giren Rusya'nın iç ve dış politikasında hızlı bir değişim süreci başlamıştır. Dışarıda Rusya bölgesel bir süper güç ve bir enerji süper gücü olma yönünde adımlar atmaya başlarken, içeride federal yapı güçlendirilmiş ve Kremlin'e yeni bir yönetim anlayışı getirmiştir. Putin'in yeni yönetim anlayışının temelinde hiç şüphesiz ki, Yeltsin'den farklı olarak tek başına ve güçlü yönetim bulunmaktadır. Putin, ilk olarak, Kremlin'i çeşitli güçlerin etkisinden kurtarmak için seçimleri bile beklemeden işe koyulmuştur. (Sinan Oğan, “Kremlin’in Oligarşi Savaşı ve Rus İç Politikasında Beklentiler”, ASAM Rusya-Ukrayna Araştırmaları Masası, http://www.avsam.org/) Putin, bir taraftan serbest pazar ve demokratik değerlerin destekçisi olmakla beraber, ülke içinde devlet gcünü merkezileştirmeyi ve dışarıda Rusya'yı eski gücüne kavuşturmayı amaçlamaktadır. (Lee Peterson, “Başkan Putin ve İcraatları “Rusya’da Eskiye Dönüş” Olarak Kabul edilebilir mi?”, Avrasya Dosyası, c.6, s.4, Kış 2001, s.17-19) Lee Peterson, "Başkan Putin ve icraatları Rusya'da eskiye dönüş olarak kabul edilebilir mi?" başlıklı yazısında şu görüşleri ifade etmektedir: “Tarih boyunca Rusya ne zaman bir kimlik kriziyle karşılaşırsa sırtını Batıya dönmekte ve alternatif bir gelişme yolu aramaktadır. Bu davranışın en yeni örneği Rusya'nın sanayi devrimine uyum sağlamaya çalışırken komünizmi seçmesidir. Bugün, Rusya Bilgi Devrimi'nin üstesinden gelmeye çalışırken komünizme geri dönmeyecektir. Fakat yeni dönem geçmişteki eski otoriter rejimin aynı süslerinin çoğunu barındırabilecek yeni bir sistem olarak kabul edebilir…” (Peterson, a.g.m., ss.16-17)

Putin’in ardından Rusya'nın resmi politikasında Avrasyacı unsurların, yani çok kutuplu dünya, yakın çevre öncelikli dış politika ve ABD karşıtı çabaların önemli ölçüde varlığını koruduğunu görüyoruz. Ancak bu politikada; daha pragmatik bir çizgi takip edildiği ve ABD ile açık bir çatışmanın istenmediği, bu ülkeyle işbirliğine hazır olunduğu gibi mesajlar da açıkça vurgulanmaktadır. Putin ilke önceliğini Rusya devletini güçlendirmek ve bunu da güçlü devlet, güçlü ekonomi ve güçlü ordu ile gerçekleştirmek olarak belirlemiştir. Putin güçlü, etkin, demokratik, yurttaşlarının haklarını, ekonomik özgürlüklerini savunabilen, onlara uygun yaşam koşulları sağlayabilen devlet kurma amacında olduklarını beyan ederken, devletin güçlenememesi durumunda dış meydan okumalara da cevap verilemeyeceğini vurgulamıştır. Böylece iç politikada güçlü bir devlet oluşturulması amaçlanırken, dış politika da öncelikli olarak iç sorunların çözümüne yönelik esaslar çerçevesinde yürütülmektedir. Putin Rusya'nın BDT'deki lider pozisyonunu koruması için bir yandan BDT'nin ekonomik yönünü geliştirmek, Avrasya Ekonomik Birliği’ni oluşturmak, enerji faktörünü bu coğrafyadaki ülkeler üzerinde etkin baskı unsuru olarak kullanılmak istemektedir. (Nazim Cafersoy, “Rus Jeopolitik Düşüncesinde Misyon Arayışları”, Avrasya Dosyası, c.8, s.4, Kış 2002, ss.84, 98-99)

Yeltsin'in başkanlığı ve Putin'in de başbakanlığı sırasında yeniden hazırlanan ve Yeltsin sonrası 10 Ocak 2000'de 24 sayılı kararname ile yürürlüğe giren, yeni Ulusal Güvenlik Doktrini incelendiğinde bir devlet için olağan hususları kapsadığı ve esas olarak; ulusal güvenliği sağlamayı ve kurmayı, merkezi devlet yapısını güçlendirmeyi, ulusal çıkarları gözetmeyi, askeri potansiyeli yükseltmeyi ve sağlıklı bir ekonomik gelişmeyi hedeflediği görülmektedir. Bu doktrinden çıkarılan sonuç; Rusya Federasyonu'nun bölgede, Avrasya'da ve dünyada yeniden etkili bir duruma gelişini sağlamak olduğudur. Bunu sağlayabilmek için ülke önce yedi federal yönetim bölgesine ayrılmıştır. Bu yönetim bölgelerinin valileri, KGB ve asker kökenli, kendine bağlı kişilerden seçilmiştir. Yönetim bölgeleri merkezdeki teşkilata benzer adli, idari ve iktisadi birimlerle bağlanmış ve yetkilendirilmiştir. Bu yedi bölge Komutanlığı sınırları ile genel olarak uyum sağladığı ve bunun da iç güvenlik açısından önemli olduğu görülmektedir. Bu yedi bölgeli yeni idare şeklinin sebebinin Federasyon içinde etkinliği sağlayabilmek olduğu değerlendirilmektedir. Putin'in gelişi ile RF, BDT üzerinde de etkinlik sağlamaya başlamıştır. Bağımsız Devletler Topluluğu'nun (BDT) doğuşuna, SSCB’nin çöküşünden sonra yalnız kalan Orta Asya Cumhuriyetlerinin korunma iç güdüsü ve Rusya'nın da bölgede varlığını devam ettirme isteği sebep olmuş, ancak BDT, Yeltsin döneminde mutlak etkinlik sağlayamamıştır. Putin'in Devlet Başkan Vekili olması ile ikinci BDT dönemi başlamış ve göreve yeni başladığı bir sırada yapılan BDT zirvesine bütün BDT devlet başkanları katılmış ve Putin BDT başkanı seçilmiştir. 2000 yılının Ocak ayında yapılan BDT zirvesinde Rusya'nın BDT üzerinde etkisini artırmaya başladığı ve günümüzde de etki sahası ve nüfuzunu artırmaya devam ettiği gözlemlenmektedir. (Armağan Kuloğlu, “Rusya’nın Yeni Politikaları ve Türkiye”, Stratejik Analiz, Temmuz 2000, s.65) Rusya Federasyonu'nun yeni Ulusal Güvenlik Konsepti içinde, Rusya'nın uluslararası topluluk içindeki yeri, Rusya'nın ulusal çıkarlarının tanımı ve Rusya'nın ulusal çıkarlarına tehditler gibi konularda görüşler ortaya konulmaktadır. 'Rusya Federasyonu'nun Ulusal Güvenlik Doktrini' belgesi, Rusya'nın kararlı ve kesin bir şekilde ulusal güvenliğini sağlamaya niyetli olduğunu ortaya koymuştur. Söz konusu belgede belirtilen hukuki demokratik yapılar ve devlet yapısı, ulusal güvenliğin gerçekleşmesinde siyasi parti ve sivil toplum kuruluşlarının geniş katılımı Rusya Federasyonu'nu 21. yüzyıla hazırlamaya yöneliktir. Ayrıca söz konusu belgede, Batı ile ilişkilerini korumak ve geliştirmek isteyen Rusya Federasyonu'nun, BDT içindeki nüfuz alanını korumak, sınırlarını garanti altına alarak parçalanmak tehlikesinden uzaklaşmak ve kendini emniyete almak istediği sonucu ortaya çıkmaktadır.

Ulusal Güvenlik Doktrini'nin kabul edilmesinden sonra 21 Nisan 2000'de onaylanan 'Rusya Federasyonu'nun Yeni Dış Politika Doktrini' belgesi ise diğer ülkelerde, özellikle de eski Sovyet cumhuriyetlerinde Rusya'nın ekonomik çıkarları ve söz konusu cümhuriyetlerdeki Rusların statüleri üzerine odaklanmıştır. (Hasan Kanpolat, “Rusya Federasyonu’nun Kafkasya Politikası ve Çeçenistan Savaşı”, Avrasya Dosyası, c.6, s.4, Kış 2001, s.167)

Yeni Askeri Doktrin, yine büyük ölçekli savaşlardan çok etnik/dinsel radikalizmin neden olduğu iç savaşların yarattığı tehditler üzerinde durmaktadır. Ancak bu düzeyde başlayan çatışmaların daha büyük çatışmalara dönüşme ihtimali de dikkate alınmaktadır. Yeni doktrin 1993 tarihli eski metinden çok farklı değildir. Belki de tek önemli fark, yeni doktrinle, nükleer silahların ve diğer kitle imha silahlarının sadece Rusya'ya karşı kullanılması durumunda değil, Rusya'ya ve müttefiklerine yönelik konvansiyonel saldırılara karşı da Rusya'nın nükleer silahlarla karşılık verebileceğinin ilan edilmesidir. Öte yandan yeni doktrin RF'ye yönelik dış tehditlerin azaldığı gözleminde de bulunmaktadır. (Dağı, a.g.m., s.190) Yeni Rus askeri doktrini Stratejik Nükleer Caydırıcılık ve “ilk kullanan” (first use) üzerine bina edilmiştir. Rusya, BDT içinde tek nükleer güç olma siyasetini uygulamaktadır. Bu çerçevede, Ukrayna, Belarus ve Kazakistan'daki nükleer silahlar Rusya'ya devredilmiş bulunmaktadır. NATO nükleer kuvvetlerinde büyük çapta azaltmalara rağmen Rusya, çok sayıdaki taktik nükleer silahlarını muhafaza etmektedir.

II.2.Çeçenistan

Hazar Denizi'nden Karadeniz'e doğru uzanan Kuzey Kafkasya’da Dağıstan, Çeçen, İnguş, Osetya, Kabartay-Çerkes, Abhazya ve Adige Cumhuriyetleri bulunmaktadır. 130 yıldan beri Rus sömürgesi durumunda olan Kuzey Kafkasya halklarının durumu Sovyetler Birliği'nin dağılmasından sonra daha karmaşık bir hal almıştır. Bunda Rusya'nın bu bölgede uyguladığı politikalarla toplumları birbirine düşürmek için etnik yapı ve şive farklılıklarına dayanan özerk ve sözüm ona federe devletçikler kurmasının ve aralarında suni sınır ve toprak ihtilafları çıkartarak, husumet ortamı yaratmasının büyük rolü vardır. Oset-İnguş, Abhaz-Gürcü, Çeçen-İnguş ihtilafları söz konusu Rus politikalarının sonucudur. Rusya açısından olay, yalnız Çeçenistan değildir. Sorun tüm Kuzey Kafkasya'nın elde bulundurulmasıdır. Gerek Çarlık Rusya'sı gerekse Sovyet Rusya ve bugünkü Rusya yüzyıllarca her ne pahasına olursa olsun, Karadeniz'i, Hazar Denizi'ni kontrol eden ve Büyük Petro ve haleflerinin telkinliklerine göre, Rusya'yı Akdeniz sahillerine ulaştıracak ve elde bulundurduğu zaman kendisini Türkiye ve İran'a karşı avantajlı duruma getirecek olan Kafkasya'yı ele geçirmek ve muhafaza etmek için çalışmışlardır. Hazar Denizi'nden Karadeniz'e kadar uzanan Kuzey Kafkasya bu mücadelenin jeostratejik hedefi olagelmiştir.

1993 yılında geleneksel politikalarına yeniden sahip çıkan, Azerbaycan ve Gürcistan'ın BDT'ye üye olmasını sağlayan, müttefik Ermenistan ile sıkı işbirliği içinde olan Rusya, Federasyon Antlaşması'nı imzalamayan Çeçenistan'ı da kontrol altına almaya kararlı görünmüştür. Rusya'nın Çeçenistan'a karşı ilk yaklaşımları, Azerbaycan ve Gürcistan'da izlediği yolun benzeri olmuştur. Rus yanlısı Çeçen muhalefet kullanılarak Cavhar Dudayev yönetiminin tasfiye edilmesi denenmiştir. Fakat Rus destekli muhalefetin başlattığı iç savaş, Dudayev'in zaferiyle sonuçlanmıştır. Bu gelişmeler sonucunda Yeltsin, geniş bir karar alma sürecine olanak tanımadan etrafında toplanan şahinlerin de etkisiyle dar bir çerçevede müdahale kararını alarak, 14 Aralık 1994'de Çeçenistan harekatını başlatmıştır. Rus siyasetçilerinin Çeçenistan'ı bir sorun olarak görmeyip harekatın kısa sürede bitirilebileceği düşüncesi Rus ordusunun aceleyle hazırlanmış bir plan ve hazırlıksız kuvvetlerle harekata gönderilmesine yol açmıştır. Askeri harekatın birinci nedeni; Çeçenistan'ın askeri, ekonomik ve transit konumudur. Grozni (Cavharkale), Kafkasya'da Maykop (Miyekuape) ve Bakü ile birlikte üç önemli petrol bölgesinden biridir. Bakü petrollerini Rusya Federasyonu'nun Karadeniz kıyılarına -Novorosisk'e- taşıyan boru hattı üzerinde olan, Avrupa'nın güneydoğu sınırlarını ve Rusya'nın yumuşak karnını oluşturan Kuzey Kafkasya, Rusya Federasyonu'nun Karadeniz'e tek çıkışıdır. Bu nedenle ticaret, tarım, doğal kaynaklar, turizm gibi alanlarda ve askeri konularda Rusya Federasyonu açısından büyük önem taşıyan Kuzey Kafkasya'da bulunan Çeçenistan'ın stratejik konumu müdahale kararının alınmasında etkili olmuştur; İkinci nedeni; SSCB'nin parçalanmasından sonra dünyanın kendisine karşı olan tavrını değerlendiren Rusya'nın, eski Sovyet cumhuriyetlerine müdahale etmesi halinde Batı tarafından baskı altına alınabileceği korkusundan kurtulmuş olması ve eski SSCB coğrafyasının tek yönlendirici gücünün Rusya olması gerektiğini kabul ettirmenin verdiği rahatlıkla harekata başlamasıdır; Üçüncü nedeni; Çeçenistan'da başlatılan bağımsızlık girişimlerinin başarılı olması halinde Rusya Federasyonu'nun diğer bölgelerinde de benzer isteklerin gündeme gelmesinden çekinilmesidir. Böylece Rusya, 'kötü örneği' silme girişiminde bulunmuştur. Ateşkeslerle sürüp giden savaş, 1996'da imzalanan Hasavyurt Antlaşması ile bitirilmiştir. Çeçenistan sorununu 2001 yılına kadar donduran Hasavyurt Antlaşması'na göre Rusya askeri olarak bölgeden çekilecek, yönetim Çeçenlere bırakılcak ve Rusya Çeçenistan'ın yeniden imarı için ekonomik yardımda bulunacaktır.

1994 yılı Aralık ayında başlayan Rus-Çeçen savaşını Rusya'nın kaybetmesi uluslararası petrol diplomasisinde Rusya'nın gücünü ve güvenirliliğini zayıflattığı gibi, Kafkas ötesinde Ermenistan dışında Azerbaycan ve Gürcistan üzerindeki hakimiyetini de kaybetmesine sebep olmuştur. Bu bakımdan Rusya kendi sınırları içinde yer alan Kafkasya'daki her türlü bağımsızlık hareketini ne pahasına olursa olsun bastırarak hakimiyet kurma gayreti içine girmiştir. Bu sebeple Rusya bağımsızlık peşindeki Çeçenistan'a Vladimir Putin'in başkan olmasıyla birlikte Eylül 1999'da ikinci kez saldırmış ve ayrılıkçı ve direnişçi güçleri yok ederek bölgede kendine bağlı kukla bir rejim kurma peşine düşmüştür. (Tavkul, a.g.m., s.251) Putin, Rusya'nın güçlü bir otoriteye ihtiyacı olduğunu belirten ilk politikacı olmamasına rağmen, kararlı tutumu Rus kamuoyunu etkilemiştir. Putin, Rusya Federasyonu'nda meydana gelen bombalamalardan ve işlenen suçlardan Çeçenistan'ı sorumlu tutmuştur. Böylece Başbakan olarak atanmasından kısa bir süre sonra, 1999 sonbaharında başlatılan Çeçenistan işgalinde geniş bir kamuoyu desteğini sağlamıştır. Son dönemde Çeçenistan tamamen işgal edilmiştir. Rusya Çeçenistan'a şartları giderek ağırlaşan ekonomik abluka koymuştur. Kredi, teknoloji ve mal girişi RF genelinde Moskova'dan yürütülmektedir. Çeçenistan'a konulan ekonomik abluka Güney Kafkasya'da Azerbaycan, Gürcistan ve Ermenistan gibi ülkeler üzerinde de etkili olmaktadır. Çeçen halkına yokluk olarak yansıyan bu baskı Çeçenistan'da Çeçen yönetimine karşı sessiz bir muhalefet oluşturmaya başlamıştır. Çeçenlerin bir boyu olan İnguşlar tarih boyunca aynı topraklarda birlikte yaşamışlardır. Çeçen-Rus savaşı sırasında İnguşlar, Rusların tarafında yer alınca, ihtilaf İnguş Cumhuriyeti'nin Çeçenistan'dan ayrılmasına yol açmıştır. Ancak Çeçen-İnguş sürtüşmesi tamamen bitmediğinden zaman zaman münferit olaylar yaşanabilmektedir. (Yaşar Kalafat, Kırım-Kuzey Kafkasya Sosyal Antropoloji Araştırmaları, ASAM Yy., Ankara, 1999, s.96)

Rusya, Kafkasya'daki tarihi çıkarlarını korumak ve geliştirmek açısından önemli bir tehdit olarak gördüğü Çeçenistan'ı sorun olmaktan çıkarmak için müdahaleye girişmiştir. Çeçenistan'ın sahip olduğu petrol rezervleri dışında, Azerbaycan ve Kazakistan boru hatlarının geçiş yolu üzerinde olması, Çeçenistan'ın kontrol altına alınmasını vazgeçilmez hale getirecektir. Buradan geçen boru hatları aracılığı ile Rusya; Azerbaycan ve Kazakistan'ı kontrolü altında tutmak istemektedir. Bu durum, Rusya'nın Bakü petrollerini Novorosisk'e taşıma planlarıyla birleşince, daha da önem kazanmaktadır. Ayrıca Rusya, Çeçenistan'dan geçecek boru hatları vasıtasıyla Kazakistan ve Azerbaycan'ı kontrolü altında tutmayı amaçlamaktadır. Dolayısıyla bu koşullar altında Çeçenistan sorunu sadece bu 1.5 milyona yakın nüfuslu küçük ülke ile sınırlı kalmamaktadır. Rusya'nın Kafkasya'daki petrol rezervlerinin %33'ü Çeçenistan ve İnguş Cumhuriyeti'ndedir, 60 milyon ton civarında olan Çeçen petrolünün yaklaşık olarak 15 yıl içerisinde tükeneceği hesaplanmaktadır. Ancak, Hazar petrollerinin Kafkasya'dan geçecek bir boru hattı ile Karadeniz kıyısındaki Novorosisk limanına taşınması ve buradan dünya pazarlarına açılması düşüncesi içerisinde Çeçenistan'ın stratejik bir önemi vardır. Rusya'nın amacı başkent Grozni üzerinden Rusya'ya akacak olan Bakü petrolünün güvenliğini sağlamak, Çeçenistan'da başlatılan bağımsızlık girişimlerinin diğer bölgelere örnek olmasını önlemek, Çeçenistan üzerinde kuracağı hâkimiyet sayesinde, güneyinde bulunan Azerbaycan ve Gürcistan üzerindeki baskılarını daimi hale getirerek, Hazar petrollerinin dünya piyasalarına akması konusunda kontrolü sağlayarak, uluslararası petrol şirketlerinin projelerine engel olmaktır. (Robert V. Barylski, “The Caspian Oil: Military Dimensions”, Caspian Crossroads, c.1, s.2, 1995, ss.2-6) Asıl amaç, hem stratejik hem de tarihi nedenlerle kendi yaşam alanı ve arka bahçesi olarak gördüğü Kuzey Kafkasya’da, Rus kontrolü dışında gelişebilecek bağımsız hareketlerin önüne geçebilmek, Bakü’den Novorosisk’e uzanan petrol boru hattının kontrolünü tekrar ele almak, Orta Asya ve Azerbaycan petrol ve doğal gazını Batı’ya aktaracak yeni boru hatları ve söz konusu enerji kaynakları üzerinde yeniden söz sahibi olabilmektir. (Kanpolat, a.g.m., ss.168-171)

II.3.Güvenlik

Kafkasya'da milliyetçiliğin yüselmesi ve RF ile Ruslara karşı nefretin güç kazanmasına paralel biçimde ortaya çıkan ayrılıkçı hareketler, bölgenin gelecekte RF açısından bir tehdit kaynağı olabileceği inancını güçlendirmektedir. Kuzey Kafkasya bölgesinde yaşayan ve çoğunluğu Müslüman olan nüfus arasında, henüz lokalize olarak gözlenen ayrılıkçı eğilimlerin, önümüzdeki dönemde genelleşerek bir "bloklaşma" ile sonuçlanma ihtimali bulunmaktadır. Kafkasya'da, RF'na karşı ortaya çıkacak bir bloklaşma, Rusya'nın bölge ile doğrudan bağlantılı ekonomik ve siyasi çıkarlarını ve toprak bütünlüğünü tehdit edecektir. Buna karşı Rusya, Kafkasya’daki devletlerin ekonomik kalkınma ve bağımsızlıklarının etkili şekilde gelişmesini ve bölgedeki petrolün ihracını engelleyen mevcut istikrarsızlıktan faydalanarak ve bu istikrarsızlığı teşvik ederek sorunu kendi arzuladığı şekilde bir çözüme ulaştırma çabası içinde olmuştur. (Ariel Cohen, “Avrasya Boru Hatları Stratejisi”, Avrasya Etüdleri, İlkbahar 1996, s.2) RF'nun bölgede kendine karşı oluşabilecek herhangi bir bloklaşmayı engelleyebilmek için "milli ve dini özellikleri ve husumetleri istismar ederek" çeşitli provakatif uygulamalara başvurma ihtimali dikkate alınmalıdır. Kozyrev'in, "Soğuk savaş sonrası dönemde ideolojinin yerini jeopolitik alıyor" ifadesi Rus dış politikasının bölgeye ilişkin vizyonunun arka planını vermektedir. Dağılma sonrası, istikrarsızlığa açık bir alan olan bölgede RF için sınırlarını korumak birinci öncelik olmuştur. Çarlık dönemi ve Sovyet dönemi de dahil olmak üzere, tarihsel olarak komşuları (Çin ve Hindistan) ile yaşadığı sınır sorunları Rusya'yı iç sınırın uzağında bir dış sınır (tampon bölge) aramaya yöneltmiştir. Bu nedenle, yakın çevre RF'nun kendini güvende hissedebileceği ikinci bir sınır vazifesi görmektedir. Ancak, bölgedeki etnik ve dinsel kökenli gerginliklerin ve sınır çatışmalarının federasyona sıçrama olasılığı RF'nda dağılma korkusunu da artırmaktadır. Dağılma korkusu, Rusya'nın iç ve dış politikasını radikalize eden bir faktör olarak karşımıza çıkmakta ve dış tehdit olgusuyla birleştiğinde daha da yoğunlaşmaktadır. Yakın çevrenin sınırlarını kendi savunma stratejisi için veri alan Rusya, bölgede yaşayan Rus azınlığının haklarını korumak ve radikal İslam'ın yayılmasını önlemek gibi dış politika öncelikleri ve söylemiyle yakın çevre üzerindeki denetimini mümkün kılmaktadır. Dolayısıyla, Rusya bu yöntemlerle bölgede askeri ve siyasi nüfuzunu tesis edip, özel sorumluluklar üstlenerek dağılma psikozunu aşmayı ve emperyal ulusal kimliğini pekiştirmeyi hedeflemektedir.

RF, askeri doktrinin 2. maddesinde Rusya'nın güvenliğini tehdit eden unsurlar, önemine göre 18 kalemde sıralanmıştır. Burada güvenliğin sağlanmasının en önemli yönlerinden birisi, "Rusya Federasyonu'nun çıkarlarının dikkate alınmaması/ihlal edilmesi askeri saldırı tehdidi olarak değerlendirilecektir" biçiminde belirtilmektedir. Bu bağlamda faaliyete geçilerek, 2000 yılında bütçedeki ilgili harcamaların artırılmasının yanı sıra, devletin savunma alanına ilişkin siparişleri de %50 oranında artırılmıştır. Putin bunu, dağıtılma tehlikesi yaşayan savunma gücünün ve Rus ekonomisinin yeniden yapılanması için alınmış bilinçli bir girişim olarak nitelendirmiştir. RF'nin idari bölgelere bölünmesi ve bu bölgelerde iş başına üst düzey askeri kadroların getirilmesi de bu tür eğilimlere işaret etmektedir. (Yunis Nesibli, “Rusya’nın Kafkasya Politikası ve Rus Askeri Üsleri”, Kafkasya’nın Jeopolitik Sorunları, ASAM Yy., Ankara, 2003, s.59)

RF'ye bağlı Kuzey Kafkas Cumhuriyetlerinde (Dağıstan, Kuzey Osetya, İnguş ve Çeçen Özerk Cumhuriyetleri) artan etnik gerginlikler, şiddet olayları, organize suçlar ve dini rekabet, RF'nin bölgedeki otoritesini zayıflatmaktadır. Bu durum, Güney Kafkasya'daki istikrarı da olumsuz yönde etkilemekte ve RF'nin askeri müdahalesine yol açmaktadır. Kuzey Kafkasya'nın yeniden karışmış olması RF'nin istikrarını etkilemektedir. Bu bölgenin Rusya'nın kanayan yarası olduğu, Çeçenistan'daki eylemlerin Dağıstan'a sıçramasıyla görülmüştür. Rusya'nın güney kanadı İslami kökten dinci tehdide maruzdur. Rusya içinde terörist faaliyetlerde de artış gözlenmektedir. RF'nin yeni askeri doktrini, tüm Kuzey Kafkasya'da güvenlik ve istikrarın bütün yönleriyle sağlanmasını hedef olarak ortaya koymuş bulunmaktadır. Kuzey Kafkasya'daki gelişmeler sonucunda RF'nin özellikle ekonomik sorunlar nedeniyle politik öncelikler sıralamasında arka plana ittiği "Near Abroad" politikası, yeniden bu ülkenin gündemine oturmuş bulunmaktadır. Kuzey Kafkasya'yı birinci derecede önemli stratejik bölge ilan eden RF, bu bölgedeki askeri faaliyetlerini artırmıştır. "Güneyden Savunma" olarak adlandırılabilecek yeni bir savunma sistemi geliştiren RF, güney bölgesinde derinliğine ve kademeli bir savunma yapısını esas almaktadır. (H.Taşdemir, “Kafkasya’daki Güvenlik Sorunları”, Uluslararası Güvenlik Sorunları ve Türkiye, Seçin Yayınevi, Ankara, 2001, s.235)

II.4.Bağımsız Devletler Topluluğu (BDT)

Rusya öncelik verdiği bögesel güvenliği sağlayabilmek için, bir başka deyişle yakın çevresinde ortak güvenlik alanı kurabilmek için; Orta Asya, Kafkasya ve Rusya'nın güvenlik politikalarının BDT çatısı altında yeniden entegrasyonuna ve ilgili güvenlik anlaşmaları yoluyla ilişkilerin ikili düzeyde gelişimine önem vermektedir. BDT, 8 Aralık 1991'de RF, Ukrayna ve Beyaz Rusya'nın inisiyatifinde Minsk'te başlatılan ve 21 Aralık 1992'de Almatı Anlaşması ile sonuçlandırılan bir oluşumdur. Letonya, Litvanya ve Estonya haricinde 12 eski SSCB ülkesinin üye olduğu BDT üyeleri, bu oluşumdan ekonomik çıkar sağlamayı hedeflemişlerdir. BDT'nin özellikle savanma ve güvenlik konularındaki oluşumlardan zaman içerisinde ayrılmalar meydana gelmiş ve topluluk olarak faaliyet göstermekten ziyade bölgesel ve ikili ilişkiler ön plana çıkmıştır. BDT uluslararası hukuk normları açısından ne bir devletir ne de bir başka statüye sahiptir. Buna rağmen Rus politik eliti "yakın çevre" olarak isimlendirilen bu bölgenin sınırlarını Rusya'nın sınırları olarak görme alışkanlığını sürdürmektedir. Yeltsin'in bir konuşmasında BDT'yi oluşturan cumhuriyetlerin Rusya için komşuluk ilişkilerinden öte anlamlar taşıdığını ve bu cumhuriyetlerle Rusya arasında "kan bağı" bulunduğunu ifade etmesi, Rusya'nın daha fazla bütünleşmeye vurgu yapan yeni politikasının ilk işareti olarak değerlendirilmiştir. Putin yönetimindeki Rusya Bağımsız Devletler Topluluğu'nu kendi hegomanyası altında yeniden bir araya getirmek amacıyla, BDT üyelerini Moskova'da bir araya getirmiş ancak Orta Asya ve Kafkasya'yı kapsayacak "Ortak Güvenlik Sözleşmesi" ve "Serbest Ticaret Bölgesi" kurulması yönünde çalışmalara yönelmesine rağmen, bölge ülkelerinin bu antlaşmaya onay vermemesi nedeniyle başarılı olamamıştır. Rusya'nın yürütmüş olduğu politikalar BDT üyesi kimi ülkelerce endişeyle karşılanmış, 1997 yılında Azerbaycan, Gürcistan ve Ukrayna Kişinyev'de yapılan BDT Zirvesi'nde "Rusya'nın hegemonyacı siyasetinin devam etmesi durumunda BDT'den ayrılma konusunu gündeme getireceklerini" bildirmişlerdir. Nitekim aynı yıl resmi olmasa da fiili olarak bu cumhuriyetler Moldova'nın da katılımıyla GUAM örgütünü kurmuşlardır (daha sonra bu örgüte Özbekistan da katılmasıyla GUUAM'a dönüşmüştür). Hem GUUAM çerçevesinde hem de karşılıklı olarak Gürcistan, Azerbaycan ve Ukrayna arasında geçen süre zarfında yoğun işbirliği yaşanmıştır. Bu üç cumhuriyet Rusya'nın yayılmacı siyasetini durdurmak ve genelde tüm yönleriyle Batı'yla bütünleşme stratejisi benimsemiş devletler olarak bilinmektedir. Her üç devlet kısa ve/veya orta vadede NATO üyesi olma arzularını gizlememişlerdir.

Kendisini eski SSCB'nin doğal varisi olarak kabul eden RF, eski Sovyet Cumhuriyetleri’nden 12'sinin dahil olduğu BDT'yi, siyasi, askeri ve ekonomik bir entegrasyon içinde güçlendirmek istemektedir. Buna karşın bazı BDT ülkeleri Rusya'nın teşkilat içinde oynamak istediği hakim rolden memnun değildir. Şu an için, BDT'de geniş ve gevşek temelli gruplar oluşmaktadır. İlk grup Rusya, Beyaz Rusya, Kazakistan ve Kırgızistan'dan oluşmaktadır. İkincisi, BDT'nin birey cumhuriyetlerin egemenliği aleyhine güçlendirilmesine karşı çıkan GUUAM'dır. Tüm GUUAM üyeleri Rusya'nın desteklediği milliyetçi ayrılıkçılık hareketlerine sahne olmuştur. (Aras, a.g.e., s.14) BDT'deki çözülme eğilimine karşı, Rusya, BDT'nin reforma tabi tutulmasını ortaya atarak üye ülkeleri yatıştırma yoluna gitmektedir. Ancak , BDT bünyesinde ileride devletler üstü bir mekanizma kurulabilmesi ihtimalinin önü kapanmıştır. Üye ülkeler BDT içinde hangi mekanizmalara dahil olup, hangilerine dahil olmayacakları konusunda tercihlerini yapmakta serbest bulunmaktadırlar. BDT artık öncelikli olarak ekonomik meselelerin ele alınacağı bir forum hüviyetine bürünmüştür. Siyasi - askeri konular ikinci plana düşmüştür. Bunda BDT'yi oluşturan yeni cumhuriyetlerin isteksizliği de önemli rol oynamıştır.

Rusya Federasyonu'nun NATO'nun doğuya doğru genişlemesine karşılık bir tehdit unsuru olarak ortaya koyduğu BDT'nin karşıt askeri ittifaka dönüştürülmesi stratejisi Ukrayna, Gürcistan ve Azerbaycan ekseninde kesintiye uğramaktadır. Bu üç ülke BDT Kolektif Güvenlik Sistemi'nin dışında kalarak, Rusya'nın ortak ordu girişimlerini mantıklı bulmamışlardır. Buna karşılık ise GUUAM çerçevesinde ortak birlikler oluşturma niyetlerini açıklamışlardır. Diğer yandan Rusya'da Avrasyacılık ve "Avrasya Federasyonu" tezi gittikçe daha fazla taraftar toplamaktadır. Rusya'nın önümüzdeki dönemde BDT'nin Rusya'nın hegemonyasında bütünleştirilmesine yönelik politikanın, Rus dış politikasındaki yeni yönelimin en önemli halkasını oluşturacağı ve gittikçe ağırlık kazanacağı değerlendirilmektedir.

II.5. Rus Askeri Üsleri

RF'nin SSCB'nin yerini almasını takip eden dönemde, Gürcistan ve Ermenistan'daki eski Sovyet üsleri yeniden faaliyete geçirilmiş ve bu iki ülkenin Türkiye ile olan sınırları Rus birlikleri tarafından korunmuştur. Daha sonra Rusya'nın Gürcistan'ın sınırlarını koruma işlevine son verilmesine ve bu ülkedeki Rus üslerinden ikisinin kapatılmasına karar verilmiştir. Rusya'nın, Ermenistan ve Gürcistan'daki eski üslerini yeniden elde etmesinden sonra, bu defa aynı maksatla Azerbaycan üzerine uygulamakta olduğu baskılar dikkatle izlenmektedir. Bağımsızlık peşinde olan Güney Osetya ve Abhazya'da ise halen Rus birliklerinden oluşan BDT Barış Gücü bulunmaktadır. Gürcistan'da dört adet Rus askeri üssü bulunmaktaydı (12'nci Rus askeri üssü/Batum, 62'nci Rus askeri üssü/Ahılkelek, 137'nci Rus askeri üssü Vaziani/Tiflis, 50'nci askeri üssü -345'inci Hv. İnd. A.- Gudauta/Abhazya). Gürcistan, 16 temmuz 1998 tarihinden itibaren deniz sınırlarının kontrolünü RF'dan devralmıştır. Ocak 1999'dan itibaren de Acaristan Özerk Cumhuriyeti ile Ermenistan arasındaki kara sınırlarının devir ve teslimi tamamlanmıştır. 1999 yılı sonunda İstanbul'da yapılan Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı (AGİT) Zirvesi'nde alınan karar uyarınca, Moskova'nın 1 Temmuz 2001 tarihine kadar Gürcistan'daki dört üssünden ikisini kapatması gerekiyordu. Kararı uygulamaya başlayan Rusya, bu ülkeden çektiği silahların bir bölümünü Ermenistan'ın Türkiye sınırındaki Gümrü üssüne taşımıştır. Son olarak, Vaziani ve Gudauta üslerindeki çekilme işlemlerini tamamlayan Rusya, diğer iki üsten çekilmemek konusunda ısrarlı tavrını sürmektedir. Türkiye-Acaristan Özerk Cumhuriyeti sınırı, henüz Rus sınır birliklerinin kontrolündedir. Bu kesimin ise 1999 yılı içinde devri planlanmış olmasına rağmen, daha uzun süre alacağı değerlendirilmektedir. Bu arada bölgedeki tarihi ve tek müttefiki olan Ermenistan ile de ilişkilerini geliştirerek, bu ülkelere karşı varlığını güçlendirmiştir. Özellikle, Ermenistan ile imzaladığı Savunma Anlaşması, RF'na bölgede Rus askeri gücünü konuşlandırma iznini vermiş ve RF tekrar eski üslerine kavuşmuştur.

Ermenistan ve Gürcistan'ın Türkiye ile olan sınırlarının bir bölümünün halen Rus kuvvetlerince korunuyor olması, bölgede barış ve istikrar tesisini de menfi yönde etkilemektedir. Bununla birlikte, son dönemde Gürcistan'daki Rus askeri varlığının statüsü konusunda yaşanan gelişmeler ve Rus birliklerinin Gürcistan'dan çekilmeye başlaması, Türkiye açısından olumlu gelişmeler olarak görülmektedir.Rus birliklerinin, Gürcistan'dan tamamen çekilmesinin tamamlanması durumunda, Kafkasya'daki Rus varlığı sadece Ermenistan'da kalacaktır. Bu nedenle, Rusya'nın çekilmeden sonra Gürcistan'da karışıklık çıkartarak, hem boru hatlarını engellemesi, hem de tekrar geri dönme çareleri araması akla gelen ihtimaller arasındadır. Gürcistan ile olan ilişkilerin geliştirilmesinin ve bu ülkenin her bakımdan desteklenmesinin büyük önem taşıdığı gözükmektedir.

SSCB'nin çöküşünü müteakip, Karadeniz Donanması'nın paylaşımı ve Sivastopol üssünün durumu, Ukrayna ile RF arasında en önemli sorunu teşkil etmiştir. Uzun süren bir müzakere süreci sonrası 28-31 Mayıs 1997 tarihleri arasında Kiev'de üslerin ve donanmanın paylaşımı ile ilgili üç ayrı anlaşma imzalanmıştır. Bu anlaşma neticesinde Karadeniz Donanmasının %82'si RF'nin, %18'i Ukrayna'nın olacak şekilde bir paylaşım yapılmıştır. Diğer bir değişle, Filo'nun 4/5'i Rusya'ya verilmiş ve Karadeniz Filosu'nun üslendiği Sivastopol limanındaki üç koy 20 yıl süre ile yılda 100 milyon dolara Rusya'ya kiralanmıştır. RF-Ukrayna anlaşması, iki ülkenin birbirlerinin güvenliğini tehdit etmemeleri, üçüncü taraflarla birbirlerini hedef alan anlaşmalar yapmamaları, ülke topraklarını karşı tarafın güvenliğine zarar verecek şekilde kullandırtmamaları gibi ileride Ukrayna'nın NATO ile ilişkilerini kısıtlayabilecek hükümler de içermektedir. 1991 yılından beri atıl durumdaki Karadeniz Filosu'nun yeniden Karadeniz'e dönmesi Türkiye açısından menfi bir gelişme olarak görülebilir. (Bilge Buttanrı, Bölgesel Güç Karadeniz, IQ Kültür-Sanat Yayıncılık, İstanbul, 2004, ss.76-77)

SONUÇ

Rusya, Karadeniz'e, Türkiye'ye, İran'a ve bu bölgeler üzerinden Orta Doğu ve Akdeniz'e açılabilmek için stratejik ve jeopolitik açıdan çok önemli gördüğü, bundan da öte, ekonomik açıdan yaşamsal çıkar alanı ilan ettiği Kafkasya bölgesinde kontrolünü ve nüfuzunu artırma çabasındadır. Bilindiği gibi Sovyetler Birliği döneminde bölge kaynakları üzerinde tam hâkimiyet kuran Rusya Federasyonu, 1990 yılına kadar, dünyada petrol ve gaz üreten ikinci en büyük devlet durumundaydı. Çok ucuza aldığı petrolü dünya fiyatlarından uluslararası piyasalara satmaktaydı. İşte bu noktada Rusya, özellikle Amerika tarafından desteklenen doğu-batı hattı projesine karşı çıkmaktadır. Çünkü bölge kaynaklarının kuzey yerine, doğu-batı ekseninde akması durumunda, bölge devletleri kaynaklarını dünya piyasalarına Rusya'nın kontrolü olmadan aktaracaklar, diğer bir deyişle Rusya, kontrolünü kaybetmiş olacaktır. Rusya bölge ve bölge kaynakları üzerindeki tekelini kaybetmemek için siyasi, askeri, diplomatik her türlü aracı kullanmaktadır. Bu düşünce çerçevesinde oluşturulan 'Yakın Çevre' politikasının uygulanışına da bakacak olursak bunu açık bir şekilde görürüz. Bölge devletlerini BDT çatısı altında toplamak, iç işlerine müdahale ederek istikrarsızlığı artırmak, askeri işbirliği yaparak Rus askerlerini bölgeye yerleştirmek, etnik çatışmaları körüklemek ve Kuzey Kafkasya'da Vahabilerle geleneksel İslamcıları çatıştırmak şeklinde politikalar izlemektedir. ABD ve Türkiye'nin bölgedeki etkinliğini kontrol etmek ve NATO'nun doğuya doğru genişlemesini önlemek gibi konular Rusya'yı stratejik müttefikler bulma konusunda harekete geçirmiştir. Bu noktada Batı ve ABD karşıtı bir rejime sahip olan İran en önemli ortak olacaktır. Hatta, bölgedeki ortak amaçlar Rusya'nın tarihsel rakibi Çin ile de yakınlaşmasını sağlamıştır.

Özet olarak, Rusya 'arka bahçesinde' başka gücün etkinliğini istememektedir. Bu noktada da Türkiye ile çatışmaktadır. Yapılması gereken, belki de 'çatışma içinde uzlaşmaya' gidilmesidir. Türkiye, Rusya'nın Orta Asya ve Güney Kafkasya'da önemli bir rakibidir, fakat aynı zamanda Rusya'nın önemli bir ekonomik partneridir. Özellikle 1992 yılından itibaren iki ülke arasında geliştirilen ticari ilişkiler ve imzalanan projeler bölgesel çatışmalar ve rekabetler yaşansa da işbirliğinin ve uzlaşmanın mümkün olabileceğini göstermektedir.


KAYNAKÇA

Amin Saikal, “Russian Policy Toward Central Asia and the Middle East”, Russian Foreign Policy Since 1990, Boulder: Westview Press, 1995.

Anıl Çeçen, Atatürk ve Avrasya, Cumhuriyet Kitapları, İstanbul, 1999.

Anıl Çeçen, “İran-Azerbaycan İlişkileri”, Kafkasya’nın Jeopolitik Sorunları, ASAM Yy., Ankara, 2003.

Ariel Cohen, “Avrasya Boru Hatları Stratejisi”, Avrasya Etüdleri, İlkbahar 1996.

Armağan Kuloğlu, “Rusya Federasyonu’nun Yeni Kafkasya Politikası”, Stratejik Analiz, Mayıs 2000.

Armağan Kuloğlu, “Rusya’nın Yeni Politikaları ve Türkiye”, Stratejik Analiz, Temmuz 2000.

Ayşen Atasir, “ABD’nin Kafkasya Politikasında Son Gelişmeler ve Türkiye”, Stratejik Analiz, Mayıs 2003.

Bilge Buttanrı, Bölgesel Güç Karadeniz, IQ Kültür-Sanat Yayıncılık, İstanbul, 2004.

Cenk Pala, “Hazar Boru Hatları: Bakü-Tiflis-Ceyhan Ham Petrol Boru Hattı Projesi ve Türkiye”, Avrasya Dosyası, c.7, s.4, Kış 2001-2002.

Erol Mütercimler, 21. Yüzyıl Eşiğinde Uluslararası Sistem ve Türkiye - Türk Cumhuriyetleri İlişkileri Modeli, Anahtar Kitaplar, İstanbul, 1993.

H.Taşdemir, “Kafkasya’daki Güvenlik Sorunları”, Uluslararası Güvenlik Sorunları ve Türkiye, Seçin Yayınevi, Ankara, 2001.

Hasan Kanpolat, “Rusya Federasyonu’nun Kafkasya Politikası ve Çeçenistan Savaşı”, Avrasya Dosyası, c.6, s.4, Kış 2001.

Kamil Ağacan, “ABD’nin Gürcistan’a Asker Göndermesi: Terörle Mücadelede Üçüncü Cephe mi, Yoksa Köprü Başının Tutulması mı?”, Stratejik Analiz, Nisan 2002.

Lee Peterson, “Başkan Putin ve İcraatları ‘Rusya’da Eskiye Dönüş’ Olarak Kabul edilebilir mi?”, Avrasya Dosyası, c.6, s.4, Kış 2001.

Mesut Hakkı Caşın, Rus İmparatorluk Stratejisi, ASAM Yy., Ankara, 2002.

Mustafa Kibaroğlu, “Rusya’nın Yeni Ulusal Güvenlik Konsepti ve Askeri Doktrini”, Avrasya Dosyası, c.6, s.4, Kış 2001.

Nazim Cafersoy, “Rus Jeopolitik Düşüncesinde Misyon Arayışları”, Avrasya Dosyası, c.8, s.4, Kış 2002.

Osman Nuri Aras, Azerbaycan’ın Hazar Ekonomisi ve Stratejisi, Der Yy, 2001.

Robert V. Barylski, “The Caspian Oil: Military Dimensions”, Caspian Crossroads, c.1, s.2, 1995.

Saule Baycaun, “Kazakistan Petrol ve Gazının Türk ve Rus Dış Politikasındaki Yeri ve Önemi”, Avrasya Dosyası, Yaz 2000.

Sinan Oğan, “Kremlin’in Oligarşi Savaşı ve Rus İç Politikasında Beklentiler”, ASAM Rusya-Ukrayna Araştırmaları Masası, http://www.avsam.org/

Sönmez Can, “Jeopolitik Açıdan Kafkasya”, Avrasya Dosyası, Kış 1996.

Şevket Mufti, “İmparatorlukların Kafkasya Rekabeti”, Kafkasya Yazıları, İlkbahar 1997.

The Situation in Central Asia, the Caucasus, and European Security, Batı Avrupa Birliği Asamblesi Siyasi Komite tarafından sunulan Rapor, KTÜ Kafkasya ve Orta Asya Ülkeleri Uygulama ve Araştırma Merkezi Yayınları, Trabzon, 1998.

Ufuk Tavkul, “Kafkasya’nın Jeopolitik Konumu İçerisinde Rusya Açısından Çeçenistan’ın Stratejik Önemi”, Kök Araştırmalar, Güz 1999.

V.A.Tişkov ve E.İ.Flippova, Eski Sovyet Ülkelerinde Etnik İlişkiler ve Sorunlar, ASAM Yy., Ankara, 2000.

Yaşar Kalafat, “Karadeniz ve Kafkasya’da Gelişen Dini ve Siyasi Olaylar İtibariyle Türkiye’nin Güvenliği”, ASAM Kafkasya Araştırmaları Masası, 2003, www.avsam.org

Yaşar Kalafat, Kırım-Kuzey Kafkasya Sosyal Antropoloji Araştırmaları, ASAM Yy., Ankara, 1999.

Yunis Nesibli, “Rusya’nın Kafkasya Politikası ve Rus Askeri Üsleri”, Kafkasya’nın Jeopolitik Sorunları, ASAM Yy., Ankara, 2003.

Yelda Demirağ, “Kafkasya’da Türk ve Rus Politikası”, Stratejik Analiz, Ağustos 2003.

Zeynep Dağı, “Rusya’nın Güvenlik Politikası ve Türkiye”, Uluslararası Güvenlik Sorunları ve Türkiye, Seçin Yayınevi, Ankara, 2002.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder