27 Ağustos 2007 Pazartesi

Orta Asya ve Türkiye

GÜNGÖRMÜŞ KONA, Gamze (2003). “2002 Dosyalar“ (Emin Demirel) adlı kitap içinde yayınlanmıştır. “Orta Asya ve Türkiye’nin Bölgedeki Rolü“, ss.275-311, IQ Kültür Sanat Yayınları, İstanbul, 2003.
Dr. Gamze Güngörmüş Kona
Orta Asya ve Türkiye’nin Bölgedeki Rolü*
Bu makalede; Orta Asya bölgesinin coğrafyası, jeo ve ekostratejik önemi, siyasal kültürü ve bölgedeki devletlerin yüzleştiği problemlerden başka Türkiye’nin bu bölgedeki rolü açıklanacaktır. Bu makalenin amacı, Orta Asya bölgesinin kendine has özelliklerini vurgulamak ve bölgenin Türkiye için ne türden bir önem arzettiğini okurlarla paylaşmaktır.
Bölge
“Orta Asya nedir ve nerededir? Veya İç Asya? Bu ikisi aynı mı yoksa farklı mıdır? İç Asya şeklindeki kullanım daha çok Amerikan tarzını andırmaktadır. Avrupa’da ve bölgenin kendi içinde genel kullanım Orta Asya şeklindedir… fakat tüm bu kavramlar aynı coğrafi alana gönderme yapıyor gibi gözükmektedir”. (Frank, 1992, s.5); “Orta Asya bölgesi, Avrupa’nın iki katı büyüklükte geniş bir alanı kaplar. Ruslar buraya yakın zamana kadar Asyanın Ortası demişlerdir, Kazaklar kendi alanlarını İç Asya olarak adlandırmayı tercih eder. Orta Asya Kuzeyde Güney Sibirya’dan Güneyde Hint Yarımadasına; Batıda Hazar Denizi ve İran’dan, Doğuda Çin’e kadar uzanmaktadır (halkının çoğunluğu Uygur olduğundan bazı yazarlar Xinkiang’ı da Orta Asya’ya dahil ederler)”. (Taşhan, 1993, s.56); “...Orta Asya bölgesi standart Rus tanımına göre, Srednyaya Aziya, ya da ‘Asyanın Ortası’dır, Kazaklar kesinlikle Türki bir topluluk olmasına rağmen, Kazakistan’ı bu bölgeden ayrı düşünürler”. (Hyman, 1993, s.289)
Özbekistan, Türkmenistan, Kırgızistan, Kazakistan ve (Fars kökenli) Tacikistan, Orta Asya bölgesini oluşturan beş Orta Asya cumhuriyetidir. 50 milyonu aşan nüfusuyla 4 milyon kilometrekare alanı kaplayan bölge toplam BDT alanının %20’sini teşkil etmektedir. Coğrafi olarak bir milyon kilometrekare yüzölçümüyle en geniş alanı kaplayan Kazakistan’dır; %40’ı Kazak, %38’i Rus, %6’sı Alman ve diğer etnik milliyetlerden oluşan nüfus 16.5 milyon civarındadır. 20 milyonu aşan nüfusuyla en kalabalık cumhuriyet Özbekistan’dır, Nüfusun %71’ini Özbekler oluşturur, bu yönüyle Orta Asya’da homojen nüfus barındıran cumhuriyet

* “Orta Asya Bölgesi ve Türkiye’nin Bölgedeki Rolü“ başlıklı makale, yazarın Türkiye-Orta Asya İşbirliği Stratejileri ve Gelecek Senaryoları adlı kitabından yazarın izniyle alınıp, yayınlanmıştır. Makalenin güncelleştirilmesi bizzat yazarın kendisi tarafından gerçekleştirilmiştir. (Dr. Gamze Güngörmüş Kona, Türkiye-Orta Asya İşbirliği Stratejileri ve Gelecek Senaryoları, IQ Kültür Sanat Yayıncılık, 2002, İstanbul, 479 sayfa).

olarak Türkmenistan’dan sonra ikinci sırada gelmektedir. Özbekistan, kültürel ve tarihi potansiyeliyle Orta Asya cumhuriyetleri arasında öncü cumhuriyet olarak kabul edilir. 4.5 milyonluk nüfuslu Kırgızistan’ın %55’ini Kırgızlar, %22’sini Ruslar ve %13’ünü Özbekler oluşturur. Türkmenistan’ın 3.5 milyonluk nüfusunun %75’i Türkmenler, %10’nu Ruslar ve %10’nu da Ukraynalılardan oluşmaktadır. Tacikistan, 5 milyonu aşan bir nüfusa sahiptir, bunun %62’sini Tacikler, %25’ini Özbekler ve %8’ini de Ruslar teşkil eder. (bkz. Avşar ve Çolak, 1998, s. 82-200; Batalden ve Batalden, 1993, ss. 124, 136, 146-147, 157-158, 167-168)

Toplum ve Siyaset
Orta Asya nüfusunun çoğunluğu Türk kökenli ve Türkçe-konuşan uluslardır. Farklı lehçeler kullanıyor olsalar bile konuştukları dil, Türkiye’de konuşulan dille benzerlikler taşımaktadır. Bundan başka, tüm Orta Asya Türk kökenli ulusları İslam dinine mensuptur. Orta Asya cumhuriyetlerinin toplumsal yapısı, halen geleneksel özellikleri hatırlatmaktadır. Aile, Orta Asya toplumlarının halen en önemli parçasıdır. Din, geleneksel ilişkiler ve milliyetçi duygular, bu toplumları bir arada tutan en etkili kavramlardır.

1924 ve 1936 yıllarında, Güney bölgesini itaatkar kılma girişimlerinin sonucu olarak eski Sovyetler Birliği tarafından çizilen yapay sınırlarda sınır uyuşmazlıkları çıkma olasılığı oldukça yüksektir. Bu Sovyet yapımı cumhuriyetlerde bağımsızlığın ardından etnik çatışmalar ortaya çıkmıştır, çünkü yeni kurulan bu cumhuriyetlerin halkları, eski Sovyetler Birliği tarafından sınırları çizilen ve kendilerine verilen bu toprakların yapay ve dayatma olduğunu düşünmektedirler. Bunun da ötesinde, Orta Asya toplumları, serbest pazar ekonomisinin gereklerine kendilerini uydurmada güçlük çekmektedirler. Serbest pazar ekonomisinin kural ve kurumlarının gelişmesi bu toplumlarda oldukça yavaş seyretmektedir. Geçiş yapan hemen her ekonomide yaşanan güçlükler, bu Orta Asya cumhuriyetlerinde daha şiddetli hissedilmektedir. Yargı sistemindeki eksikler nedeniyle; para aklama, uyuşturucu trafiği, seks ticareti ve diğer yasadışı faaliyetler de büyük bir artış göstermektedir.

Orta Asya cumhuriyetlerindeki siyasal kültür konusuna gelince, bu toplumlarda kökleşmiş bir siyasal kültürden söz etmek oldukça zordur. Aşirete bağlılık siyasal arenadaki en belirgin özelliktir. Siyasi liderler teoride çok demokratik gibi gözükseler de uygulamada oldukça otoriterdirler. Bu toplumlardaki siyasal kültür temelde otoriterlik ve milliyetçiliğe dayanmaktadır. Gerçekte, Orta Asya’daki cumhuriyetlerde mevcut durumda hakim olan siyasal kültür, eski Sovyetler Birliği’ndeki oldukça otoriter olan siyasal kültürün doğal sonucuymuş gibi görünmektedir. (bkz. Akiner, 1994, ss. 1-74 ; Dawisha and Parrott, 1997, ss. 1-65 and 201-408 ; Haghayeghi, 1995, ss. 101-164) Bununla birlikte, bağımsızlığın ardından mali ve toplumsal yararlar elde etmek adına Batının siyasal ve ekonomik kuruluşlarıyla entegre olabilmek için bu cumhuriyetlerin siyasi liderleri liberal ve demokratik birer lider gibi davranmaya çalışmaktadırlar. Ancak, bağımsızlığın korunması siyasi gündemlerinin en öncelikli sırasını işgal ettiğinden Orta Asya cumhuriyetleri liderlerinin hemen hepsi için demokrasi, ikinci sırada gelmektedir. Vaner’in ifadesiyle, “Demokrasi asla gerçekleşemeyecek bir hayal değildir, ancak daima ulaşılması zor bir hedef olarak kalacaktır”. (Vaner, 1997, s.238)

Siyasal muhalefeti baskı altında tutan bu otoriter siyasal kültürün toplumda egemen etkisine rağmen, bu cumhuriyetlerde siyasal güç kazanabilmek için mücadele veren gruplar halen bulunmaktadır. Bunlar; 1. Eski komünist parti üyeleri 2. Aydınların başını çektiği yeni oluşan demokratik gruplar 3. Köktendinci eğilimli dini grupların oluşturduğu İslamcılar (Kimura, 1993, s.177) ve 4. İslami kimlikten güç alan milliyetçiler.

Orta Asya’nın Jeo ve Eko-Stratejik Önemi
Bölgenin stratejik önemine gelince, hem konumu ve hem de enerji kaynakları nedeniyle Orta Asya’nın jeopolitik ve jeoekonomik bakımlardan büyük bir öneme sahip olduğunu söyleyebiliriz. Solodovnik’e göre “...stratejik ve ekonomik nedenlerle kontrolü bir ulus için hayati bir önem taşıyan bir yer olarak anılan bu bölgenin, jeopolitik bakımından dünyanın en büyük kara kütlesinin kalbi olduğunu ve Büyük İpek Yolu’nun kullanımda olduğu zamanlardaki gibi, değerli ve kârlı bir kara ticaretini sürdürebilmek için denizlere ulaşma imkânının tümüyle komşu güçlerin iyi niyetine bağımlı olduğunu söylemek mümkündür. Sadece bu faktör, bölge ulusları için serbest ve engelsiz bir karasal ulaşımı sağlayabilirken jeopolitik hassasiyeti de artırabilir..” (Solodovnik, 1993, s.58)

Aslında bölgenin jeostratejik önemi, İpek Yolu’nun hayati konumu nedeniyle 19.yy’da zirveye ulaşmıştır. Kuzeyden güneye, doğudan batıya içinden geçilen meşhur ipek yolları, Arap, Doğu ve Avrupa uygarlıklarını birbirine bağlayan ilk önemli ticaret yolları arasındaydı. Orta Asya 19. yüzyılda, Hindistan’ın stratejik kontrolü için çekişen Rus ve İngiliz imparatorluklarının çarpışma noktasıydı. (Chavin, 1994, s.160 ve bkz. Hopkirk, 1990) Bölgedeki Türk kökenli dört cumhuriyet, Sovyet hakimiyeti döneminde jeostratejik önem taşımaya devam etmiştir. Bölge, jeoekonomik açıdan da Sovyetler Birliği tarafından hayati önemdeydi. Örneğin, Özbekistan en önemli pamuk üreticisiydi ve Sovyetler Birliği’ndeki toplam pamuğun üçte ikisini tek başına üretmekteydi. Kazakistan, doğal gaz ve petrol üretiminde ikinci ve kömürde üçüncü ülkeydi ve başlıca akaryakıt ve elektrik enerji merkezlerinden biriydi. Tarım ve çiftçilikten elde edilen toplam üretim değeri açısından Kazakistan, eski Sovyet cumhuriyetleri arasında üçüncü sırada geliyordu. Türkmenistan, eski Sovyetler Birliği tarafından ihraç edilen tüm doğal gazın %10’unundan fazlasını üretiyordu. (bkz. Kimura, 1993, ss.132-142)

Sovyetler Birliği’nin parçalanmasından sonra, ortaya çıkan iktidar boşluğu nedeniyle, bölgedeki doğal gaz ve petrol potansiyeli Orta Asya’da ekonomik güç rekabetine yol açtı. Bölge, dünyanın en zengin hammadde depolarından biri ve Hazar Havzası bölgesi de İran Körfezinden sonra ikinci petrol ve gaz üreticisi olarak önem kazandı. (Razov, 1997, s.59) “Fırsatlar ülkesi” Kazakistan, (Conway, 1994, s.164), “birçokları tarafından Orta Asya’nın Kuveyt’i olarak” değerlendirilen (Nissman, 1994, s.183) Türkmenistan ve de Özbekistan, oldukça yüksek petrol ve doğal gaz rezervlerine sahip olan üç önemli cumhuriyettir.

Önemli bir nokta da, Kazakistan, Türkmenistan ve Özbekistan’ın doğal gaz zengini en önemli 20 ülke arasında yer almasıdır. Dünyanın en büyük üçüncü doğal gaz rezervine sahip olan Türkmenistan, 9 723 milyon metreküp, Özbekistan 56 001 milyon metre küp doğal gaz üretimiyle doğal gaz zengini ülkelerdir. (Şen ve Üşümezsoy, 2002, s.79) Bu koşullar altında, “gelecek yüzyılda Hazar Denizi ve ona komşu bölgelerin Asya ve Avrupa’ya petrol ve doğal gaz veren en büyük tedarikçiler haline geleceğini” (Gökay, 1998, s.49) iddia edilebiliriz.

Bölgenin petrol ve gaz potansiyeline bağlı olarak, Orta Asya’daki jeopolitik rekabet de eko-politik rekabete dönüşmüştür. (bkz. Forsythe, 1996) Bölgedeki güç çekişmesi, 20. yüzyılın başında Orta Doğu’da gerçekleşen mücadeleyi hatırlatmaktadır. “Hazar Kumarı” (The Economist, 1998, s.1) şeklinde adlandırılabilecek olan mücadelenin temelde iki amacı vardır: 1. Petrol ve gaz sahalarındaki paylaşım 2. Boru hattı güzergahının belirlenmesi. (Gökırmak, 1996, s.178) Tüm bunlar, bölgedeki başlıca petrol yerlerinin belirlenmesi ve bu petrolün dünya pazarlarına transferinde hem bölgelerarası bir çekişmeye ve hem de uluslararası güç rekabetine yol açmaktadır. Bunun yanında, bu bölge Rusya Federasyonu için de jeopolitik ve jeoekonomik açıdan önem taşımaktadır. Herşeyden önce Rusya Federasyonu için, Avrupa ve Orta Doğu ülkelerine ulaşmak Orta Asya üzerinden olukça kolay olacaktır. Bundan başka, eski Soyetler Birliği, gerektiğinde kullanmak üzere bölgede iki askeri üs kurmuştu. Bu üsler, bölgede nüfuz alanı yaratmak iddiasındaki güçlere karşı Rusya Federasyonu açısından hala önem taşımaktadır. (Mütercimler, 1993, s.37) Kazakistan; Rusya Federasyonu, Belarusya ve Ukrayna’yla birlikte eski Soyetler Birliğinin nükleer silahlarını devralan cumhuriyetlerden biri durumundadır. Doğal kaynaklar özellikle de petrol ve gaz açısından bakıldığında, Rusya Federasyonu’nun, bölgenin eko-politikalarını yönlendirmek amacıyla Orta Asya’ya girmeye teşebbüs eden devletlere karşı sert muhalefet göstereceği kuvvetle muhtemel gibi gözükmektedir.

Ekonomik açıdan gelecek vaad eden bu potansiyeline rağmen bölge, gelecekteki durumunu etkileyebilecek çeşitli ve derin sorunlara gebedir. Takip eden kısımda, bu sorunlar ayrıntılarıyla ele alınacaktır.

Bağımsızlıklarına Yeni Kavuşan Orta Asya Cumhuriyetlerinin Problemleri

Yeni kurulan Orta Asya cumhuriyetleri, bağımsızlıklarına kavuştuktan sonra, kısmen iç kısmen de ülke dışından kaynaklanan güçlüklerin neden olduğu ciddi problemlerle karşı karşıya kaldılar. Bu problemler Türkiye’nin bu cumhuriyetlerle gelecekteki ilişkilerini etkileyebileceğinden, bu başlık altında Orta Asya cumhuriyetlerinin karşılaştıkları problemler detaylı bir biçimde aktarılacaktır.

-Rusya Federasyonu
Rusya Federasyonu, hemen hemen aynı dış politikayı izlediği için eski Sovyetler Birliği’nin devamı olarak görülmelidir. Eski Sovyetler Birliği’nin nüfuz alanı, şimdiki Rusya Federasyonu’nun nüfuz alanı olarak devam etmektedir. Rusya Federasyonu, eski SSCB topraklarını kendi iç ve dış politikaları için olağanüstü önemde gördüğünden, yeni bağımsızlıklarına kavuşmuş cumhuriyetlerin bulunduğu Orta Asya bölgesini mümkün olduğunca etkisi altında tutmak için elinden gelen çabayı göstermektedir. Rusya Federasyonu, eski Sovyetler Birliği topraklarındaki siyasal ve askeri güvenlik ve istikrardan kendini tam sorumlu hissetmektedir. (Winrow, 1995, s.32) Bu nedenle, bu varsayım Rusya’yı, Orta Asya cumhuriyetlerinin iç ve dış politika girişimlerini doğrudan sınırlayan Yakın Çevre politikasını benimsemeye götürmektedir. Rusya Federasyonu’nun bu türden bir dış politika doktrini oluşturması başlıca şu nedenlere dayanmaktadır; (Gökırmak, 1996, ss.161-162) kendi politik ve askeri geleceği açısından önem taşıdığından Orta Asya’daki siyasal ve askeri gelişmeleri denetim altında tutmak, Türki cumhuriyetlerde yaşayan Rus azınlığın haklarını korumak ve onların bu cumhuriyetlerde stratejik idari görevlere gelmesine yardımcı olmak, yakın çevresinde siyasal ve ulusal bütünlüğü ortadan kaldırabilecek olası etnik ve dini hareketlerin gelişimini engellemek, bölgedeki petrol ve gazın çıkarılması ve ihracında en önemli pay sahiplerinden biri olmak, bölgeyi tarımsal hammadde deposu olarak kullanmaya devam etmek. Orta Doğu, Uzak Doğu ve Batı’ya giden ulaşım yollarının kontrolüne yönelik ilgisi ve Kazakistan’da mevcut nükleer silahlar da, Rusya Federasyonu’nu Yakın Çevre politikası geliştirmeye sevk eden nedenler arasında sayılabilir.

Bağımsızlıklarına yeni kavuşmuş Orta Asya cumhuriyetleri, Rusyanın kendi üzerlerinde hakimiyet kurma arzusuna şiddetli bir direnç göstermemektedirler. Aslında bunun nedeni oldukça açıktır. Bu cumhuriyetler, Rusya Federasyonu’yla hala yoğun ilişki içindedirler. Hepsi, dış ekonomik ilişkilerinin Rusya olmaksızın iflasla sonuçlanacağının farkındadır, çünkü dış ticaretlerinin büyük çoğunluğunu Rusya Federasyonu ile yapmaktadırlar. Ayrıca, Rusya’nın, askeri alandan siyasal konulara kadar her alanda, en önemli güvenceleri olduğuna inanmaktadırlar. En azından, Rusya’nın kendi bölgelerindeki askeri, güvenlik ve siyasal çıkarlarını hesaba katarak Orta Asya’yı asla gözden çıkarmayacağı fikrini paylaşmaktadırlar. Bu nedenle, Rusya’yla ilişkilerini bir denge içinde tutmaya çalışmaktadırlar.

-Bölgedeki Güç Rekabeti
Eski Sovyetlerin Güneyindeki bu devletlerin mücadele vermek zorunda kalmaksızın, Sovyetler Birliği’nin parçalanmasının ardından bir tür armağan olarak elde ettikleri bağımsızlık, hem olumlu hem de olumsuz sonuçları beraberinde getirmiştir. Orta Asya bölgesinde 1991’lerde başlayan rekabet, bu beklenmedik bağımsızlığın olumsuz sonuçlarından biri olmuştur. “Bağımsızlığın geliş hızı, Orta Asya liderlerine komşularıyla ilgili politikalar oluşturma zamanı tanımadı. Bu nedenle, dünyanın geride kalan kısmıyla ilişkileri, kendi istedikleri şekilde değil, bu devletlerin Orta Asya ile kurmayı istedikleri şekilde belirlendi.”. (Rashid, 1994, s.209) Eski Sovyetler Birliği’nin merkezi Moskova tarafından yönetilmeye alışkın bu yeni bağımsız Orta Asya cumhuriyetleri, bağımsızlığın ilk günlerinde kendilerini “Beş Genç Öksüz” (The Economist,1997) şeklinde hissettiler. Birdenbire büyük bir iktidar boşluğu doğdu. Bu iktidar boşluğunun yanında, jeopolitik ve jeoekonomik boyutlarıyla birlikte yeni büyük bir oyun da ortaya çıktı. (Ahrari, 1994, s.525) Rusya’nın bölgedeki varlığının azalmasıyla birlikte, hem ABD, Japonya, Çin gibi uluslararası güçler ve hem de Türkiye, İran, Pakistan, Hindistan gibi bölge devletleri, jeopolitik ve jeoekonomik avantajlar edinmek amacıyla bu yeni oyunda yerlerini almaya başladılar. Tüm bu ülkeler kendi öncelikleriyle birlikte geldiler ve kendi tercihleri doğrultusunda yeniden Orta Asya cumhuriyetlerine yöneldiler. Böylece, ekonomik olarak zayıf, siyasal olarak olgunlaşmamış ve istikrarsız ve etnik olarak da oldukça karışık durumdaki bu yeni Orta Asya devletleri, yönlendirilmeye ya da bu uluslararası ya da bölgesel güçler tarafından absorbe edilmeye açıktırlar. (Brzezinski, 1998, ss.40-53) Uluslararası ve bölgesel güçlerin bölgeye bu yeniden yönelme girişimleri, bölgedeki Türki cumhuriyetlerin kendi iç ve dış politika ilkelerini geliştirmelerine engel olmaktadır. Bu durum bir yandan milliyetçi ve İslamcı çevreleri rahatsız etmekte ve toplumsal hoşnutsuzluğa neden olmakta, diğer yandan da bu cumhuriyetleri dış güçlere bağımlı kılmaktadır.

-Ekonomik Sorunlar
“Gelişmekte olan dünyanın ekonomik ve toplumal sorunlarını inceleyen herhangi bir ekonomi öğrencisi, ekonomik azgelişmişliğin karakteristik niteliklerini -yani dengeli ekonomik kalkınmayı ve sanayi toplumuna geçişi engelleyen faktörlerin tamamını- Orta Asya cumhuriyetlerinde kolaylıkla bulabilir. Bunların birkaç göstergesi vardır. İlki; ekonomik yapıların dağınık oluşunun üretim güçlerinin gelişimini engellemesi. İkincisi; işgücü, sermaye ve diğer kaynakların dolaşım hızlarının düşük oluşunun optimum ve örgütlü bir üretim biçiminin oluşumunu engellemesi. Üçüncüsü; düşük verimlilik, aşırı nüfus, yaygın yoksulluk ve vasıfsız işgücünün varlığı. Dördüncüsü; endüstriyel ekonomik sistemin tam gelişmemiş olması nedeniyle ortaya çıkan derin ekolojik kriz”. (Alexandrov, 1993, s.106)

Alexandrov’un sözünü ettiği nedenlerden dolayı Orta Asya cumhuriyetleri, ancak uzun vadede çözülebilecek ciddi ekonomik problemlerle karşı karşıya kaldılar. Bölgedeki ekonomik problemlerin kaynağının komünist dönemde kökleşmiş olması şaşırtıcı değildir. Eski Sovyet devletlerinin tarımsal zenginlik ve doğal kaynaklarından yararlanan ve bu devletleri kendi ekonomik kurumlarını oluşturmaktan aciz bırakan komünist sistem, bu ülkeleri ekonomik açıdan geri bıraktı. “Orta Asya’nın yeni doğan devletleri, birbirinden bağımsız fakat birbiriyle ilişkili üç sancılı gelişmeyi aynı anda yaşamaktadır: üretim, ticaret ve ödemelerin büyük oranda karşılıklı bağımlılık içinde olduğu güdümlü ekonominin çökmesi; sistemin merkezi Rusya’dan ani kopuşu; ve kendisi de ekonomik ve siyasal krizlerin pençesindeki Rusya’ya bağımlılığın sürmesi”. (İslam, 1994, s.157)

Shafiqul İslam’ın bu cumhuriyetlerdeki ekonomik sorunların temel nedeni olarak gördüğü bu üç olumsuz faktör, ekonomik alanda başka bazı olumsuz sonuçlara da yol açmıştır. Bunlar arasında; yüksek enflasyon oranı; düşük yaşam standardı; serbest piyasa ekonomisinin kurum ve kurallarındaki kusurlar; ekonominin yönetiminde nitelikli kadronun olmayışı; ekonomik kalkınma için gereken insan unsurunun yetersizliği; oturmamış para ve banka sistemi; yavaş yürüyen özelleştirme; ekonomideki yaygın tekelcilik; sermaye eksikliği; sanayileşmiş ülkelerin siyasal ve ekonomik olarak istikrarsız ve riskli bir bölgede bulunduğunu düşündükleri bu cumhuriyetlerde yatırım yapmaktan çekinmeleri nedeniyle, bu ülkelerden gerekli ekonomik yardımın gelmeyişi (Kona, 1999, s.89); ulaşım yollarının yetersizliği; ithalatta mevcut engeller; sınırlı kambiyo mevzuatı gibi olumsuzluklar sayılabilir.

Ekonomik alandaki şiddetli problemler, iç ve dış politikaya ve toplumsal yaşama yansımakta, ekonomik karşılıklı bağımlılığı daha da artırmakta, siyasal, toplumsal ve ekonomik gelişmeyi yavaşlatmaktadır.

-Etnik İhtilaflar
Bölgedeki etnik ihtilaflar, güvenliği en çok tehdit eden problemlerden birini oluşturmaktadır. Günümüzde, Özbekistan ve Tacikistan, etnik ihtilafların büyük ölçüde kendisinde bütünleştiği bilinen devletlerdendir. Tacikler, zamanında Orta Asya’nın iki büyük kültür merkezi olan ve şimdi Özbekistan sınırları içinde bulunan Semerkand ve Buhara’nın bulunduğu topraklardan vaktiyle çıkarılmış olmalarının intikamını almak isterken Özbekistan Kırgızistan’ın Oş bölgesini içine alan tüm Fergana Vadisi ve Tacikistan’nın Khojent (eski Leninabad) bölgesinin bir kısmı üzerinde hak iddia etmektedir. Özbekler ayrıca Kazakistan’ın güneyi ve Türkmenistan’ın doğusu için de iddiada bulunmaktadırlar. (Gürel, 1993, ss.13-14) Artan toplumsal hoşnutsuzluk, düşük yaşam standartı ve sürmekte olan siyasal bozulmayla birlikte sözünü ettiğimiz bu etnik sorunlar da artış gösterecektir.

Özbekistan cumhuriyeti adı etnik ihtilaflarla ilgili olarak çok sık karşımıza çıktığı için, etnik problemlerin esas kaynağının Özbekistan olduğunu iddia etmeye kalkışabiliriz. Ancak bu iddia, gayet tek yanlı ve geçersiz bir iddia olacaktır. Özbekistan’ın diğer Orta Asya cumhuriyetleri üzerinde egemenlik veya üstünlük kurmaya çalışarak kendini marjinalleştirdiği aşikardır, zira bölgedeki potansiyel etnik ihtilafların tümünü hesaba katarsak, bu sorunların ilk ve tek kaynağının Özbekistan olmadığını görebiliriz. Bugün bölgedeki etnik ihtilafların hem geçmişte ve hem de günümüzde yaşanan olaylara dayandığı aşağıda maddeler halinde açıklanmaktadır.

Sovyet Politikasının Neden Olduğu Etnik İhtilaflar; Moskova, Orta Asya cumhuriyetlerinin sınırlarını keyfi ve yapay biçimde belirlemiş ve bu politika günümüzdeki cumhuriyetleri heterojen etnik birliktelikler haline sokmuştur. Bu cumhuriyetlerin sınırları, 1921 yılından bu yana 90 kez değiştirilmiştir. Bu değişiklik Sovyetler Birliği’nin bütünlüğünü koruduğu halde, bu cumhuriyetleri etnik olarak birbiriyle kavga eder hale getirmiştir. Buna ek olarak, “... Sovyetler Birliği, ayrıntılı olarak ulus tanımlarını yapmak suretiyle ve daha sonraları izlediği eğitsel, kültürel ve sosyal politikalarla , Birleşmiş bir Türkistan’a ilgi duymayan yeni bir politik ve eğitsel seçkin grubu yaratarak, Orta Asya’da etnik farklılaşma sürecine olumsuz katkıda bulunmuştur”. (Khazanov, 1994, s. 147) Ulusal Bilinç Artışının Neden Olduğu Etnik İhtilaflar; komünist devrimin ardından, ulusal bilinç ve milliyetçi duyguların artmasına hep birlikte tanık olduk. Bağımsızlığına yeni kavuşan cumhuriyetler, bayraklarını, dinlerini ve yeni ortaya çıkan vatanlarını dışarıya karşı destekleyerek bağımsızlıklarını alenen haykırmaya başladılar. Şu anda birer Kazak, Kırgız, Özbek ve Türkmen olmaktan gurur duyarlarken, diğer kültürleri, dinleri ve etnik kökenleri dışlayarak başka etnik grupları izole etmeye çalışmaktadırlar. Yeni Ulusal Kimliklerin Neden Olduğu Etnik İhtilaflar; yeni ortaya çıkan bu bağımsız cumhuriyetler, kendi bağımsız ülkelerine yeni birer kimlik aramaya yönelik güçlü bir eğilime kapıldılar. Bu yeni kimliklerin sadece onlara ait olduğuna inanarak bu süreçte etnik olarak farklı gruplara yer vermediler. Kendi kültürlerini, din ve etnisitelerini başka etnik gruplarla paylaşmamaya karar verdiler. Bu “başkalık” ne yeni bir olgu ne de yeni bir politikaydı. Uzun süre bir diğerinin egemenliği altında kaldıktan sonra bağımsızlığını ilan eden dünyadaki her ülke elbette, uyum göstermek yerine önce bir uyumsuzluk sergileyecektir. Üstünlük Duygusunun Neden Olduğu Etnik İhtilaflar; bu cumhuriyetler işbirliği yerine, bölgedeki diğer kültürlerden, politikalar ve dinlerden daha çekici ve daha baskın kabul ettikleri kendi kültürlerini, politikalarını ve dinlerini bölgedeki diğer cumhuriyetler veya etnik gruplara kabul ettirmeye çalışarak bir üstünlük sağlama mücedelesi içindedirler. Bu nedenle, bu olumsuz tutum da etnik ihtilafları körüklemekte ve bölgeyi daha hassas ve kırılgan bir hale getirmektedir.

Bununla birlikte, kentleşme oranının düşük olması, İslam’ın etnik bilinçten daha önde gelmesi, kabile kimliğinin güçlü etkisi, siyasal hareketliliğin eksikliği, göçebe geleneklerinin yaygın oluşu, ulusal kahramanlar ve tarihlerinin olmayışı ve kendi liderliklerinin devamı için milliyetçiliği bastırmaya çalışan otoriter yöneticilerin varlığı gibi nedenlerden dolayı Kafkasya’ya kıyasla Orta Asya bölgesi etnik ihtilaflar açısından çok daha istikrarlı durumdadır. (Kubicek, 1996, s.94) Sonuç olarak, daha fazla demokratikleşme, toplumsal istikrar, siyasal olgunluk ve gelişmiş bir ekonominin olması halinde bölgedeki etnik ihtilafların yumuşayacağı ileri sürülebilir.

-İşbirliğinin Olmayışı
Soğuk Savaş’ın sona ermesinden sonra, yeni uluslararası siyasal sistem ekonomiden politikaya kadar her alanda, genellikle bütünlük, globalleşme, karşılıklı bağımlılık ve evrensellik gibi kavramlara dayanmaktadır. Bir grup ülke karşısına benzer karakteristiklere sahip ülkeleri başka bir grupta toplayarak ideolojik veya siyasal amaçlarla sınıflandırma anlayışı yerine, dünya; küçük veya orta büyüklükte bölgeler ya da başka alt-bölgeler barındıran tek büyük bir bölge olarak görülmeye başlanmıştır. (bkz. Kona, 1999, s.117-134) Bununla birlikte, Orta Asya cumhuriyetleri için tam tersi bir durum söz konusudur. Ne bölgesel işbirliği oluşturmaya ilişkin ön koşulların varlığı, ne de ekonomik, toplumsal ve siyasal potansiyelleri bu cumhuriyetlerin böylesi bölgesel bir işbirliğini başlatmalarına olanak tanımıştır. Orta Asya cumhuriyetlerinin bölgesel gruplaşma gibi oluşumlar kurmadaki yetersizliklerini anlayabilmek için, öncelikle bölgesel işbirliği oluşturmaya ilişkin genel ön koşullardan söz edeceğiz.

Öncelikle, bölgesel işbirliği kurmayı hedefleyen ülkeler ekonomik, kültürel, siyasal veya toplumsal alanlardan birinde ya da bu alanların tümünde gelişmeyi amaçlamak gibi bazı ortak idealler taşımalıdır. Aynı ülkelerin, aralarında karşılıklı anlayışı da geliştirmeleri gerekmektedir. İkinci olarak, bölgesel işbirliği kurma amacındaki ülkelerin, bölgesel işbirliği geliştirmeye daha istekli ve ekonomik, siyasal ve toplumsal alanlarda daha iyi durumda olan bir öncü ülke belirlemeleri gerekmektedir. Bir kez böyle bir önder seçtiklerinde, planlanan bu işbirliğini tamamen ortadan kaldıracak kısır çekişmelerden kaçınmaları gerekecektir. Üçüncü olarak, bölgesel işbirliği kurmaya istekli ülkeler gelişmiş veya gelişmekte olan ülkeler olmalıdır. Başka bir ifadeyle, işbirliğini oluşturacak ülkelerin siyasal ve ekonomik açıdan güçlü olmaları gerekmektedir. Bu siyasal ve ekonomik güç, nüfuz alanlarını genişletme niyeti taşıyan başka ülkelerin siyasal ve ekonomik emellerini de engelleyebilecektir. Şurası unutulmamalıdır ki işbirliği güçlüleri geliştirir, fakat zayıfların oluşturduğu işbirliği hiçbir gelişme gösteremez.

Bölgesel işbirliği oluşturmak için gereken önkoşullara bakarsak, işbirliğinin Orta Asya cumhuriyetleri için bir realiteye dönüşmekten çok bir tür ideal olarak kalacağını anlayabiliriz. Orta Asya cumhuriyetleri arasında işbirliği oluşturma fikrini saf bir idealden öteye götüremeyen nedenler şunlardır: Toprak Bütünlüğü ve Devlet Egemenliği Önceliği Nedeniyle İşbirliğinde Eksiklik; Orta Asya cumhuriyetleri aynı ideallere sahip olsalar da bu idealler bölgesel bir işbirliği kurmak için gereken ideallerden tümüyle farklılık taşımaktadır. Bunlar daha çok Toprak Bütünlüğü ve Devlet Egemenliği’ne yönelik ideallerdir. Bu iki ideal öncelikler sıralamasında en üst sırayı işgal ederken, ekonomik gelişme, siyasal olgunluk, kültürel ve toplumsal birlik ikinci önemli konular olarak kalmaktadır. Görünen o ki, Orta Asya cumhuriyetleri bu iki önemli problemi çözmedikçe bir işbirliği oluşturmayı düşünmeyeceklerdir. Liderlik Mücadelesi Nedeniyle İşbirliğinde Eksiklik; bu cumhuriyetler hemen hemen aynı ekonomik, toplumsal ve siyasal seviyelerde olduklarından ve günümüzde hiçbiri umut verici durumda bulunmadıklarından, böyle bir işbirliği başlatmak üzere toplumsal, ekonomik ve siyasal açılardan diğerlerine göre daha iyi durumda bulunan bir lider ülke seçme olasılığı bir hayli zayıf olacaktır. Böyle bir lider seçtiklerinde, daha sonra aralarında bu liderliği ele geçirmek için rekabet başlayabilecektir. Göçebe özellikleri nedeniyle, Orta Asya cumhuriyetlerinin hiçbiri bir diğerinin üstünlüğünü kabul etmeyecektir. Bu cumhuriyetler, elbette Rusya istisna olmak üzere, bu dört ülkenin hiçbirinin bir diğerine göre fazlası olmadığına inanmaktadırlar. Profesör Martha Brill Olcott, bu olguyu şu sözlerle açıklamaktadır: “Orta Asya’daki bölgesel işbirliği gerçek olmaktan çok daima bir idealdi. Fakat, Orta Asya liderlerinin Sovyetlerden sonraki diplomatik stratejileri, bu cumhuriyetleri birbirlerinden çok uzaklara sürükledi. Orta Asya liderleri biraraya geldiklerinde... üzerinde anlaşabilecekleri çok az şey bulurlar. Sovyetler döneminde liderler Moskova’nın gözüne girmek için yarışıyorlardı, şimdi ise uzakta bulunan büyük havuzdan yatırım elde etmek ve herbiri kendi cumhuriyetinin daha üstün olduğunu kanıtlamak için rekabet ediyorlar”. (Olcott, 1992, s.126 ve Olcott, 1996, s.145) İşbirliğini Kuracak Gücün Olmayışı Nedeniyle İşbirliğinde Eksiklik; açıktır ki eğer bir işbirliği oluştururlarsa sonuç hiç de tatminkar olmayacaktır, çünkü yeni bağımsızlığına kavuşmuş bu cumhuriyetler, girişimleri ve potansiyellerine rağmen halen siyasal olgunluğa ulaşamamanın, toplumsal düzensizliğin ve ekonomik problemlerin sıkıntısını çekmektedirler. Dolayısıyla, bölgesel bir işbirliğini kuracak güçleri yoktur. Yukarıdaki açıklamalara dayanarak, S. Enders Wimbush’ın görüşlerini kabullenmek durumundayız: “Tek, siyasal olarak birleşmiş ve ekonomik olarak bütünleşmiş bir Orta Asya ihtimalini gözardı etmiyorum fakat itiraf etmeliyim ki, bunu yakın gelecek için oldukça uzak bir olasılık olarak düşünüyorum. Orta Asya’yı birleştirmek için bu yolda ciddi ve kararlı adımlara tanık olacağımızı hissediyorum ve inanıyorum ki, bunun başarılı olması için diğer bütünleşmelerde olduğu gibi uzun bir zaman geçmesi gerekecek...” (Wimbush, 1996, ss.121-122)

-Milliyetçilik
Milliyetçi hareketler henüz ürkütücü bir seviyeye ulaşmış değilse de, milliyetçilik Orta Asya cumhuriyetlerinin günümüzde karşı karşıya kaldığı potansiyel problemlerden birini teşkil etmektedir. Ulusal bilinç, kırsal bölgelerde oturanlara göre özellikle şehirlerde yaşayan aydın kesim arasında daha fazla yayılmaktadır. Ulusal bilinç, kırsal kesimde yaşayanlar için halen din ve yöresel bağlılık ve geniş ailelere mensup olma şeklinde tanımlanmaktadır. (Dawisha and Parrott, 1994, s.81) Bu çok benzer özellikler Orta Asya aydınları arasında tarihsel geçmiş, siyasal kültür, etnik bağlantılar ve kültürel değerlerle tanımlanmaktadır. Seçkinlerin hakimiyeti konusunda ise milliyetçilik, birbirine zıt iki farklı kavramın birleşimini ifade etmektedir. Seçkinler bir yandan hoşgörüsüzlük ve anti-demokratik davranışlar kapsamında milliyetçilik kavramını kullanırken, öte yandan kendi halkları için Batı’nın kültürü ve demokrasisini benimsemektedirler. (Ahmet, 1995, s.57) Bağımsızlığın ardından Orta Asya halkları kendi ulusal kimliklerini ifade etme ve öne çıkarma hususunda oldukça istekliydiler. Bunun çeşitli sebepleri vardır, bunlar arasında: Sovyetlerin Orta Asya Halkları Üzerindeki Ruslaştırma ve Sovyetleştirme Politikasının Neden Olduğu Milliyetçilik; Kazak, Kırgız, Özbek ve Türkmen uluslarında mevcut milliyetçi duygular, tek bir Sovyet toplumu yaratmak adına 70 yıl boyunca görmezden gelindi. Bağımsızlıktan sonra, bağımsız ulus tesis etme arzusuyla alevlenen bazı milliyetçi hareketler ortaya çıktı. “Bu popüler hareketler, esasen sömürgecilik karşıtı, reformcu ve milliyetçidir”. (Hunter, 1990, s.325) Sömürgecilik karşıtıdır, çünkü sömürgecilik eğilimlerinin tümüyle karşısındadır; reformcudur çünkü siyasal, toplumsal ve ekonomik reformlarla birlikte milliyetçiliği destekler; milliyetçidir çünkü kendi yeni kazanılmış bağımsızlıklarını başka devletlerin olası genişleme politikalarına karşı koruyup kollamak ve yeni oluşmuş, bağımsız ulusal kimliklerini Bolşevikler tarafından empoze edilen eski kimlikler karşısında güçlü kılmak için milliyetçiliğin gücünü kullanır. Geçmişin Öcünü Alma İsteğinin Neden Olduğu Milliyetçilik; Orta Asya cumhuriyetleri milliyetçilikten geçmişin öcünü almak için yararlanmaktadırlar. Milliyetçiliği kullanmak suretiyle, kendi topraklarında yaşayan Rus azınlıklara karşı kendi ülkelerinde birinci sınıf yurttaş olmanın tadına varabileceklerine ve bunun gururunu duyabileceklerine inanmaktadırlar. Diğer bir deyişle, bu halklar Sovyetler dönemindeki kenara itilmişliklerinin bedelini, bağımsızlığa kavuştuktan sonra kendi üstünlüklerini Rus azınlığa kabul ettirmek suretiyle telafi edebileceklerine inanmaktadırlar. Dengesiz Ekonomik Gelişmenin Neden Olduğu Milliyetçilik; yeni bağımsız Orta Asya toplumlarındaki ekonomik geri kalmışlık da bu toplumları, din, aile bağları ve ulus gibi maddi olmayan değerlerle derin bağlılığa götürdü. Bu şekilde davranarak başka alanlardaki eksiklerini telafi etmeye çalışan Orta Asya halkları, 1990’lardan sonra böylesi bir görünüm arz etmektedir. Rus nüfuzunun azalmasıyla birlikte, kendi Pazar ekonomilerinin kurum ve kurallarını oluşturmak zorunda kaldılar. Bu cumhuriyetler Sovyetler döneminde birer hammadde ambarı olarak kullanıldıklarından, kendi ekonomik faaliyetlerini gerçekleştiremediler. (Hunter, 1996, ss.66-67) Bu nedenle, bağımsızlıkla birlikte ekonomik güçlükleri kendi başlarına çözmek zorunda kaldılar. Bu durum, elbette Orta Asya toplumları arasında hoşnutsuzluklara yol açtı ve mevcut ekonomik problemleri çözemeyen Orta Asya halklarının dikkatini daha önemli gördüğü diğer konulara yöneltmesine neden oldu. İşte bu nedenle, 1990’lardan sonra artan milliyetçilik, Orta Asya halklarının özenle yaşatmak istediği kavramlar arasında yer almaktadır. Devlet Kurma Sürecinin Neden Olduğu Milliyetçilik; devlet kurma süreçlerinin tümünde ulusal bilincin hızlı gelişmesi olağan bir durumdur. Eğer bağımsızlığa yeni kavuşan halk büyük egemen bir gücün altında yıllarca, dini, kültürel ve ulusal duygulardan mahrum yaşamışsa bu süreç daha da hızlı ve hırçın çalışır. Bu koşullar altında, ülke, devlet, ulus, kültür ve din gibi yeni sahiplenilen değerler çok daha fazla önem kazanır. Böylece, Orta Asya’daki cumhuriyetlerin milliyetçiliği, devlet kurma ve uluslaşma süreçlerini hızlandırabilen ve besleyebilen toplumsal bir olgu olarak kabul edilebilir. Liderlerce Desteklenen Milliyetçilik; Orta Asya liderleri, milliyetçiliğe özel bir statü tanıyarak kendi siyasal iktidarlarını güçlendirmeye çalışmaktadırlar. Yeni kurulan cumhuriyetlerin halkları ulusal konularda kendileriyle aynı duyguları paylaşan kişileri doğal olarak desteklediğinden, bu liderler bu şekilde davranarak halkın da desteğini almaktadırlar. Ancak, Orta Asya liderlerinin milliyetçiliğe ilişkin olarak benimsedikleri bu tavır bu yeni doğan Orta Asya cumhuriyetlerinde milliyetçiliği tutuşturan yegane faktör olarak görülmemelidir, çünkü demokrasideki eksikler, ekonomik az gelişmişlik, koyu liderlik sultası gibi etkenler de bizleri milliyetçiliğin uzun vadede Orta Asya bölgesinde yükseleceğini düşünmeye sevk etmektedir. Bu doğrultuda, Katz’ın şu varsayımını desteklememek mümkün değildir “...Sovyetlerden sonra kurulan devletlerdeki milliyetçilik; demokratikleşme, ekonomik kalkınma ve diğer olumlu faktörlerin sonucu olarak zayıflayacaktır, fakat bunun yakın bir zamanda gerçekleşmesi hayli kuşkuludur”. (Katz, 1994, s.327)”

-Otoriterlik
Orta Asya liderlerinin otoriter davranış biçimi, Batıdaki demokrasi fikriyle tezat teşkil etmektedir. Liderler, bir yandan yeni cumhuriyetleri için demokrasinin ne kadar önemli olduğunu vurgularken, diğer yandan da Sovyetler Birliği’nden devraldıkları otoriter liderlik tarzını sürdürmektedirler. Hemen tüm Orta Asya cumhuriyetleri önceki totaliter komünist rejime benzer bir anlayışla yönetiliyormuş gibi gözükmektedirler. (Gumpel, 1994, s.24)

Orta Asya cumhuriyetlerindeki otoriterciliğin nedenleri arasında şunlar sayılabilir; Siyasi Liderlerin Otoritesini Genişletme Amaçlı Otoriterlik; bağımsızlığın başlangıcından bu yana, Orta Asya cumhuriyetlerinin liderleri otoriter liderlik tarzına önem vermişlerdir. Böylelikle, hem kendi iktidarlarını güçlendirmişler, hem de iktidarda kalış sürelerini uzatmışlardır. Aşağıdaki alıntılardan Orta Asya liderlerinin milliyetçilik kavramını kendi otoritelerini genişletmek üzere nasıl kullandıkları açıklıkla anlaşılmaktadır: “Orta Asya liderlerinin herbiri laik/bilimsel bir liderlik modelini benimseyerek kendi otoritelerini sağlamlaştırmayı ve popülerliklerini artırmayı tercih etmektedirler. Kazakistan devlet başkanı Nursultan Nazarbayev kendini yeni Asya ekonomik ‘ejder’inin lideri olarak görmekte, Kırgızistan devlet başkanı Askar Akayev ise kendini Asya’nın İsviçresi’nin lideri olarak takdim etmektedir. Türkmenistan devlet başkanı Saparmurad Niyazov, kendini Türkmen halkının ‘Babası’ olarak ilan etmiştir ve Özbekistan devlet başkanı İslam Kerimov ise kendini, ancak koşulların zorlaması nedeniyle otoriter önlemler almak zorunda kalan bir yönetici olarak tanımlamaktadır”. (Olcott, 1994, s.150) “Yabancı gözlemciler şu gerçekleri çoğunlukla unutmuş gözüküyorlar; tüm Orta Asya liderleri sürmekte olan iktidarlarını devam ettirme ve sağlamlaştırma arzusu taşımaktadırlar, çünkü, doğru ya da yanlış, ülkelerinin geleceğinin kendi modernleşme, kalkınma programlarının gerçekleşmesine ve devlet olma duygusunun yaratılmasına bağlı olduğuna inanmaktadırlar. Bu liderlerin hepsi bu hedeflere ulaşmak için en iyi yöntemin hangisi olduğu konusunda farklı düşünceler taşımaktadırlar”. (Brown, 1996, s. 8) Ülke Bütünlüğü İçin Otoriterlik; daha önce de sözü edildiği gibi, Sovyetler Birliği’nin parçalanmasının ardından milliyetçi yönelimler ve dini kıpırdanmalar başlamıştır. Açıktır ki bu iki eğilim karşısında kalkan olarak kullanılan otoritercilik bir taraftan, kendi ulusal bütünlüğünü tehdit edebilecek nitelikteki herhangi bir devlete karşı bir tür koruma sağlamakta; diğer taraftan da, ulusal bütünlüğe ve siyasi gelişime zarar verebilecek herhangi toplumsal hoşnutsuzluk veya siyasal ayrılıklara karşı bir tür güvenlik şemsiyesi yaratmaktadır. Böylece, Orta Asya cumhuriyetlerinin siyasi liderleri, dış güçlere ve muhtemel iç karışıklığa karşı toplumu, bir arada tutmak için otoriterciliği kullanmaktadırlar. Bu yolla, toplumu denetimleri altında tutmakta ve kendi liderliklerini güçlendirmektedirler. Bunun ötesinde, Orta Asya liderlerinin bu tutumunun Rusya Federasyonu tarafından desteklenmesi ve Orta Asya liderlerinin eski Sovyetler Birliğindeki otoriter liderlik tarzını bilerek benimsemeleri hiç de şaşırtıcı değildir. Çünkü her iki tarafın da toplumdaki ihtilafları ortadan kaldırmayı ve otoritercilik yoluyla uzun yıllar iktidarda kalmayı amaçlamış oldukları bilinen bir gerçektir. Rusya Federasyonu’nun Orta Asya devletlerinde mevcut otoritercilik uygulamasını desteklemeye devam edeceği, sıkı denetimi kaldırmayacağı ve kargaşadan kaçınacağı ileri sürülebilir. (Fuller, 1994, s.146) Komünist Kültürün Mirası Olarak Otoriterlik; bu cumhuriyetlerde totaliter yönetim tarzı 70 yıl boyunca geçerli olmuştur. Yöneten seçkinlerin temel amacı, çeşitli etnik milliyetlerden oluşan Sovyet toplumunu bu politika yardımıyla bir arada tutmayı başarabilmekti. Birliğin dağılmasından sonra, totaliter-sonrası rejim[1] özellikleri gösterdiklerinden Rusya Federasyonu ve yeni bağımsız devletlerin laik ve demokratik olduklarını iddia etmek oldukça yapay olacaktır. Kısmen statükonun gerekleri, kısmen de eski komünist dönemin etkisiyle, hala otoriter sistemin kurallarını uygulamaya devam etmekte oldukları aşikardır. Bu bağlamda bu varsayımı destekleyen şu düşünceye yer verebiliriz “...Orta Asya cumhuriyetlerinin Sovyetler Birliği zamanında tamamen Ruslaştırılamayan komünist kültürü, Marxist-Leninist ideolojinin muhafızlığından milliyetçi liderliğe görece başarılı bir geçiş sağladı. Bu, kısmen bu liderlerin iktidar tabanlarının gücünden ve köklü geleneksel efendi-hizmetli ilişkisinden ve aşiret bağlılığından gelmektedir,...” (Strategic Survey 1991/92, s.153)

Sonuç olarak, itiraf etmeliyiz ki otoriterlik anlayışı sürdükçe, bu cumhuriyetlerde demokrasiye geçiş ya umulandan daha uzun bir süre alacak ya da bir çeşit ideal olarak kalacaktır.


-İslam
Aslında dinler, hem bireyleri hem de toplumları güçlendirme misyonu taşıyan bağımsız bir statüye sahiptirler. “Özellikle, toplumsal yapıyla daha doğrudan ilişki içinde bulunan İslam, Hristiyanlığa kıyasla, toplumun yapısını düzenleyen ve bu konuda yol gösteren, bireyleri koruyan ve ideolojik ve kültürel değerleri topluma aktaran işlevlere sahiptir.” (Mardin, 1993, s.91) Sovyetler Birliği’nin sona ermesinden sonra Orta Asya toplumlarının çoğunluğunun dini durumunda bulunan İslam dinine, geçmişte yaşanan olumsuzlukları telafi etmek gibi gayet zor bir görev verilmesinden dolayı bu din bu halklar arasında farklı bir güce sahip olmuştur. Menon ve Barkey’e göre “… Sovyet kurumlarının ve ideolojisinin sona ermesi ve ekonomik krizin sürüp gitmesiyle İslamiyet, hatta en köktenci şekilleri bile, Orta Asya’da çok kuvvetli bir politik güç haline gelebilir.” (Menon and Barkey, 1993, s. 72)

Orta Asya toplumlarındaki İslami uyanışın nedenleri arasında şunları sayabiliriz: Toplumsal Kimlik Edinmede Arabulucu Olarak İslam; genelde dinler, toplumsal bir kimliğe sahip olmak isteyen insanlar için bir arabulucudur. 70 yıl boyunca kollektif toplumsal kimliklerle yaşamış ve Kazak, Türkmen, Kırgız ve Özbek kimliklerini bir kenara bırakmış Orta Asya halkları, Sovyetler Birliği’nden ayrıldıktan sonra dinin gerekliliği ve gücünü hissetmeye başlamışlardır. Bağımsızlığa kavuşmalarının ardından İslam, bağımsız Kazakistan, Türkmenistan, Kırgızistan ve Özbekistan’da özgün Kazak, Türkmen, Kırgız ve Özbek kimliklerini güçlendiren bir değer olarak görülmeye başlanmıştır. Ayırt Edici Faktör Olarak İslam; İslam, Orta Asya’daki Müslüman nüfusun BDT’da çoğunluğu oluşturan Slav nüfusdan farklı olduğunu hissetmelerinde ayırt edici bir faktör olarak da görülmektedir. “İnsanlar, İslam’ın Orta Asya’da sadece bir inançlar demeti değil, -onları, egemenliklerini asla meşru saymadıkları Ruslar’dan ayıran- bir yaşam ve uygarlık biçimi olduğunu içgüdüsel olarak anladılar”. (Mirsky, 1992, s.334) Genişletilmiş Rus Rolüne Karşı Engelleyici Sembol Olarak İslam; İslam, bundan başka, Rusya Federasyonu’nun muhtemel genişletilmiş rolüne karşı Orta Asya halkları tarafından engelleyici bir sembol olarak görülmektedir. “Günümüzde siyasi gündemin genel belirleyicisi haline gelen din (İslamiyet) Orta Asya toplumları özelinde genişletilmiş Rus rolüne karşı bir engel olarak ortaya çıkmaktadır.” (Peker, 1996, s.81) Geleneksel Toplumlardaki En Önemli Toplumsal Değer Olarak İslam; kültürel, dini ve toplumsal simgelerin maddi simgelerden daha fazla kabul gördüğü tüm geleneksel toplumlarda olduğu gibi, geleneksel yapı özellikleri gösteren Orta Asya devletleri için de din toplumda itibarlı mevkide yer almaktadır. Eski Rus Politikalarına Karşı Aşırı Yüceltilmiş Toplumsal Değer Olarak İslam; İslamiyet’in Orta Asya toplumlarında ihya edilmesi büyük ölçüde eski Sovyetler Birliği’nin Ortodoksluk dışındaki herhangi bir dine yönelik olumsuz politikasından kaynaklanıyor olabilir. “Sovyet dönemi sırasında İslamiyet, kamu yaşamından tümüyle çıkarılmıştı: camiler, medreseler ve diğer dini kurumlar dramatik biçimde ortadan silinmişlerdi. Sovyetler Birliği’ndeki tüm dini yaşam devletin sıkı denetimi altındaydı, Rus kökenli olmayanların ulusal veya dini duygularını en hafif şekilde bile belli etmeleri aşırı milliyetçilik ve köktendincilik sayılıyordu...Sıradan Rusların zihninde İslamiyet, geri kalmışlık, köktendincilik ve hatta terörizmle ilişkilendiriliyordu. Fakat, herşeye rağmen İslamiyet, taraftarlarınca ulusal kültürün bir parçası ve bir yaşam biçimi olarak kabul ediliyordu. Bu durum, diğer dinlere kıyasla İslamiyet’e özel bir statü sağlıyordu”. (Kadir, 1996, ss.48-49) Sovyetler Birliği yönetimi, Rus topraklarında yaşayan Müslümanları üç grup halinde sınıflandırmıştı: Sayıları fazla olmamasına rağmen İslami ideolojiyi sıkı sıkıya izleyen fanatikler; sıradan Müslümanlar ve ortada olanlar. Sovyet liderler Müslümanları, Sovyetler Birliği’ndeki ilerlemelere karşı çıkan gericiler olarak görüyorlardı. (D’Encausse, 1992, ss.17-51) Böylece, bu açıklamalar ışığında, toplumdan soyutlanmış ve Sovyet döneminde hor görülmüş Müslümanların, Sovyetler Birliği’nden ayrıldıktan sonra İslamiyetin gereklerini yerine getirmek ve toplumda İslam dininin önemini vurgulamak istedikleri ileri sürülebilir. Ancak, İslam dininin Orta Asya toplumlarında bu aşırı yüceltilmiş durumu, bölgede nüfuz alanını genişletme yolları arayan İran’ın bu amacını gerçekleştirmek için İslami motifleri kullanabileceği ihtimalini güçlendirmiştir. Bu türden bir gelişme ise, İslami söylemlerle kışkırtılacak Orta Asya devletlerinin geçiş dönemini başarıyla tamamlayamamaları ve demokratik rejimden yoksun kalmaları ile neticelenebilir. Ahmet’e göre, “Bölgedeki İslami köktendiciliğin geleceği bölgesel güçlerin dolaylı ya da doğrudan müdahalelerine veya etkisine bağlıdır.”(Ahmet, 1994, s.58)

İslam dininin Orta Asya halklarını ve toplumlarını, geleneklerine sıkı sıkıya bağlı kalmak ve yenilikleri benimsemelerini engellemek şeklinde yönlendirdiği sürece, Orta Asya cumhuriyetlerinin gerçekleştirmeye kararlı oldukları Batı tarzı demokratikleşme, laikleşme ve modernleşmenin çok güç yeşereceğini düşünmek oldukça gerçekçi olacaktır.

Türkiye’nin Bölgedeki Rolü

Orta Asya cumhuriyetleriyle kültür, tarih, din ve dil bağları bulunan Türkiye, bağımsızlığın hemen başında hem kendisi hem de Batı tarafından, laik devlet, çoğulcu demokrasi ve serbest pazar ekonomisiyle bu cumhuriyetler için siyasal ve ekonomik bir model olarak sunulmuştur. Profesör Bahri Yılmaz, bu durumu şu sözlerle açıklamaktadır: “Merkezi düşünce, her iki bölgedeki ülkelerde ‘Türk model’inin sunulmasıydı. Bu model, üç esas üzerine kurulmuştu: Müslüman bir toplumda laiklik, Batı tarzında çoğulcu demokratik sistem, ve serbest pazar ekonomisi. Bu model sadece bu ülkeler için gelecekte siyasal ve ekonomik gelişmeye ilişkin bir çerçeve model olarak değil, aynı zamanda bu ülkelerin ‘Batılılaşması’ için bir katalizör model olma amacı da taşımaktaydı”. (Yılmaz, 1994, s. 94) Buradan hareketle, Türk yetkililer Batının bu süreçte Türkiye’ye arka çıkması gerektiği fikrini kuvvetle desteklediler. Öğütçü’ye göre, “Türkiye’nin yeni kurulan demokrasilere Batı tarzı bir model yerleştirmesi amacıyla Batı tarafından başlatılmış olan bu sürece, yöntem ve araçlar araştırılarak katkıda bulunulması gerekmektedir”. (Öğütçü, 1994, s.108) Batıdaki olumlu görüntüsü ve kendi konumundan aldığı cesaretle Türk yetkililerinin, ilişkilerin ilk iki yılında bölgeden beklentileri büyüktü ve Adriyatik’ten Çin Seddi’ne uzanan bir Türk Dünyası kurmaktan ve bir Türk Ortak Pazarı yaratmaktan söz ediyorlardı.

Ne var ki, 1992 Ekim’inde Azerbaycan, Kazakistan, Kırgızistan, Türkiye, Türkmenistan ve Özbekistan liderlerinin katılımıyla gerçekleşen Ankara Zirvesi’nin ardından kabul edilen Ankara Deklarasyonu’yla, bu beklentiler yerini daha gerçekçi olanlara bıraktı. Ankara Zirvesi’nin ardından Ankara Deklarasyonu yayınlandı. Bu deklarasyon, kültür, eğitim, dil, güvenlik, ekonomi, yargı sistemi gibi hususlara ve parlamentoyla ilgili konularda işbirliği geliştirme ihtiyacına temas ediyordu ancak bu Deklarasyon’da, bir Türk Ortak Pazarı veya Türk Bankası oluşturma hususlarına değinilmemişti. Bunun yanısıra, katılımcılar yeni boru hattının yapımıyla ilgili kesin bir söz de vermiş değillerdi. (Winrow, 1995, s. 20)

Ankara Deklarasyonu’ndan bu yana planların yalnızca küçük bölümleri hayata geçirilmiştir. Şu anda ne Türkiye ne de Orta Asya cumhuriyetleri sonuçtan memnun gözükmemektedirler. Bugüne kadar geliştirilen ilişkilerin sonucunda varılan noktada yaşanan hayal kırıklığının nedenleri büyük ihtimalle, hem Türkiye hem de Orta Asya Cumhuriyetleri’nden kaynaklanmaktadır. Bu nedenle, aşağıdaki bölümde öncelikle, 1991 yılından günümüze yaşananları esas alarak Orta Asya cumhuriyetleri ve Türkiye arasındaki ilişkilerin tarafları memnun etmeyen bugünkü düzeyinin nedenlerini tartışacağız.

Türkiye’nin Orta Asya Politikalarını Engelleyen Faktörler

-Türkiye’nin Ekonomik Yetersizlikleri
Orta Asya cumhuriyetleri her hangi bir devletle geliştirecekleri tek taraflı ekonomik işbirliğinin başka devletlerle geliştirilebilecek diğer ekonomik işbirliği alternatiflerini engelleyebileceğini düşünmektedirler. Yalnızca Türkiye üzerine yoğunlaştıklarında veya ekonomik ilişkilerini başlatma ve geliştirmede önceliği Türkiye’ye verdiklerinde, olası ekonomik imkanları artırmak yerine daraltmış olacakları gerçeğinin farkındadırlar. Daha fazla yarar sağlayacağına inandıklarından, sanayileşmiş ülkelerle ekonomik ilişkiler geliştirmeye önem vermektedirler. Türkiye’nin ekonomik açıdan yetersizliklerini göz önüne aldığımızda, bu cumhuriyetlerin sanayileşmiş ülkelerle kuracakları ekonomik ilişkilerin onlar için daha avantajlı olacağını itiraf etmemiz gerekir. Sanayileşmiş ülkelere kıyasla Türkiye, kendisi de bizzat dış ekonomik yardıma ihtiyaç duyan, tarıma dayalı bir ülke görüntüsü sergilemektedir. 1983 yılından sonra serbest pazar ekonomisinin gereklerini uygulamasına rağmen, Türkiye’nin ekonomik alanda hala eksikleri bulunmaktadır. Bu koşullar altında Türkiye, Orta Asya cumhuriyetlerinin ekonomik taleplerini karşılamakta yetersiz durumdadır. Dolayısıyla bu cumhuriyetler, Türkiye’yle geliştirilecek tek taraflı ekonomik ilişkilerin başka devletlerle geliştirilmesi planlanan olası ekonomik ilişkileri engelleyebileceğini düşünmekte haklıdırlar.

-İşbirliği Sürecinde Türkiye’nin İç Siyasal Kısıtları
Orta Asya cumhuriyetlerinin, işbirliği sürecinde Türkiye’nin siyasi ve ekonomik kısıtlarının bulunduğunu düşünmeleri kuvvetle muhtemeldir. Türkiye’nin iç politikasındaki değişkenlik ve ekonomik sorunlar, Orta Asya cumhuriyetlerinin Türkiye’yle tam bir işbirliği içinde bulunmasını engellemektedir. Hepimizin bildiği gibi istikrarlı ilişkiler, istikrarlı bir siyasal süreç ve istikrarlı bir ekonomik kalkınma gerektirir. Ancak, tam tersine Türkiye, sık sık siyasal değişiklikler yaşamaktadır. İktidardaki siyasi partinin iç ve dış politika konularında aldığı kararlar, bir sonraki hükümet tarafından değiştirilebilmektedir. Hükümetler öyle hızlı değişmektedir ki, geçmiş dönemde iktidarda olan bir siyasi parti kendi döneminde alınan siyasi kararların sonuçlarını göremeyebilmektedir. Türkiye, bağımsızlığına kavuştuğundan bu yana Orta Asya için hemen hemen aynı dış politika stratejisini izliyor olsa da, Türkiye’deki bu siyasi istikrarsızlık ve değişkenlik, Orta Asya cumhuriyetlerini Türkiye’yle doyurucu ilişkiler geliştirmede çok daha dikkatli davranmaya sevk etmekte ve ayrıca Türkiye’yi de kararlı bir Orta Asya politikası izlemekten alıkoymaktadır.

-“Büyük Birader”le İşbirliğine Yönelik Tereddütler
Orta Asya devletleri, bağımsızlıklarına yeni kavuşan herhangi bir devlette görüldüğü gibi, kendisini siyasal, ekonomik veya kültürel etki altına alabilecek herhangi bir devletle tam bir işbirliği kurulmasına taraftar değildir. Geçmişte yaşadıkları deneyimler, “Büyük Birader” Sovyetler Birliği’nin rolünde görüldüğü gibi, olumsuz sonuçlandığı için bu cumhuriyetler kültürel, siyasal ve ekonomik hakimiyet altına girmekle sonuçlanabilecek ilişkiler konusunda şu anda daha da çekingen davranmaktadırlar. Dönemin Başbakanı Süleyman Demirel’in ‘Türkiye’nin amacı bölgede ekonomik, siyasal ve kültürel güç kazanmaktan ibarettir’ (Landau, 1995, s.222) şeklindeki beyanatına rağmen, bazı siyasi parti liderlerince dile getirilen aşırı bazı siyasal söylemler bu cumhuriyetleri, Türkiye’nin ilişkileri geliştirmek suretiyle bu yeni “Büyük Oyun”da yeni “Büyük Birader” sorumluluğunu alabileceğini düşünmeye zorlamış olabilir. Aslında, özellikle ilişkilerin ilk yıllarında, Milliyetçi Hareket Partisi ve Refah Partisi gibi belirli bazı milliyetçi ve İslamcı çevreler, yeni uluslararası düzende Türkiye’nin güçlü ve prestijli bir siyasi aktör olacağından ve bir Türk ulusları bloku veya birliğini kuracağından söz etmekteydiler. Bu politikayı savunan siyasi partiler yalnızca ideolojik olarak birbirinden ayrıydılar, bunlardan ilki kendini milliyetçi olarak tanıtırken ikincisi dini ideolojisini öne çıkarıyordu. (Kramer, 1996, s.114)

Türkiye, Orta Asya cumhuriyetlerine yönelik oldukça fanatik dış politika söylemini değiştirmiş ve bu söylemi 1992’den sonra daha gerçekçi bir tarza oturtmuş olmasına rağmen Orta Asya cumhuriyetleri halen Türkiye’yle tam bir işbirliğine girmekten çekinmektedirler.

-Orta Asya Cumhuriyetlerine Yönelik Yeterli Stratejinin Olmayışı
Türkiye, Orta Asya cumhuriyetleriyle ilişki kurmaya başladığı tarihten bu yana stratejik bir kaos içinde bulunmaktadır. Türkiye bazı politikaları gerçekleştirmede kararlı ve Orta Asya bölgesine ilişkin hedefinde de azimli ve tutarlı olmasına rağmen, bu hedefe ulaşmak için gereken araçlar hususunda daima yetersiz kalmıştır. Aslında, bu yetersiz politikanın nedeni, Türkiye’nin belirli bir işbirliği alanı tayin etmemiş ve çok geniş boyutlu işbirliği planları geliştirmiş olmasıdır. 1991 yılından bu yana Orta Asya devletleriyle ilişkilerde bu olumsuz gerçekle yüz yüze bulunmaktayız. Geçen on sene zarfında Türkiye bölgede çok sayıda girişim başlatmış, ancak bunlar bir sonuca ulaşamamıştır. Bu güne dek, Orta Asya cumhuriyetlerine verilen sözler tam anlamıyla tutulamamış bu da Orta Asya cumhuriyetlerini Türkiye’yle ilgili hayal kırıklığına uğratmıştır.

-Bilgi Eksikliği
Herhangi bir devletle sağlıklı ekonomik, siyasal, askeri ya da toplumsal ilişkiler kurabilmek için bu devletin geçmişinin ve benimsemiş bulunduğu davranış kalıplarının iyi bilinmesinin vazgeçilmez olduğu şeklinde yaygın kabul gören bir saptama vardır. Daha önce de sözü edildiği gibi, Orta Asya cumhuriyetlerinin halkı Türk kökenlidir, bu halklar Türkçe konuşan uluslardandır ve İslam dinine mensupturlar. Bu ortak noktalara rağmen şunu itiraf etmeliyiz ki Orta Asya cumhuriyetlerine ilişkin tarihsel bilgi Türkiye’de oldukça kısıtlıdır. Bölgedeki ekonomik ve siyasal hedeflere ulaşmada hayati öneme sahip toplumsal, kültürel ve siyasal bilgileri dikkate alarak, akademik çevrelerin bu konu üzerine eğilmesi ve üniversitelerde Orta Asya enstitülerinin kurulması gerekmektedir.

-Rusya Federasyonu
Daha önce de değindiğimiz gibi Rusya Federasyonu, bağımsızlığına yeni kavuşmuş bu cumhuriyetleri eski Sovyetler Birliği toprakları üzerinde yaşayan ve ekonomik, siyasal ve toplumsal olarak kendisine bağımlı bulunan federatif devletler gibi görmektedir. Aslında, gerçek durum da bu varsayıma uygun düşmektedir. Bu cumhuriyetler, dış ticaretlerinin çoğunu Rusya Federasyonu ile yapmaktadırlar. Orta Asya cumhuriyetlerinde yaşayan Rus azınlıkların sayısı da oldukça fazladır. Bundan başka, bu cumhuriyetlerde yönetimi devralabilecek durumdaki eğitimli insan kaynağının ortalamanın altına düşmesinden bu yana yönetim kademesindeki Rusların sayısı günden güne artmaktadır.

Ayrıca, Sovyetler Birliği’nin toplumsal, siyasal, ekonomik ve kültürel etkisi altında yıllarca yaşamış bulunan Orta Asya cumhuriyetleri, Rus faktörünü dışlamak ya da ekonomik nedenlere bağlı olarak Rusya Federasyonu’nu Orta Asya bölgesinden tecrit etmek taraftarı değildir. Dolayısıyla, bu cumhuriyetler Rusya Federasyonu’na düşmanlığı hedefleyen tüm girişimlere karşı çıkmaktadırlar. Başka herhangi bir devletle kurulacak ve Rusya Federasyonu’nun önemini azaltabilecek çok yoğun ekonomik, siyasal, toplumsal ve kültürel işbirliğinin onların nazarında avantaj yerine dezavantajlar getireceği gerçeğinin farkındadırlar. Bu kanı yalnızca Türkiye için değil, tüm başka ülkeler için de genelleştirilebilir. Bu nedenle, Rusya Federasyonu dışındaki herhangi bir devletle herhangi bir ilişki/işbirliği kurma veya geliştirme hususlarında çok ihtiyatlı davranmaktadırlar.

-Batı’nın Desteğinin Olmayışı
Türkiye’nin Orta Asya cumhuriyetlerinin ihtiyaçlarını kendi mevcut ekonomik potansiyeli ile karşılayamadığı oldukça açıktır. Bu ülkelerle planlanan ilişkileri hayata geçirebilmek için bir tür ek yardıma ihtiyaç duyulmaktadır. Eğer Türkiye bu cumhuriyetler için Batı’dan destek sağlarsa, planlanan bu ilişki ve işbirliği süreci daha uygun biçimde ilerleyebilecektir. Ancak, özellikle sanayileşmiş devletler, bölgenin riskli olduğunu ve yapacakları yatırımların sonunda avantaj elde edemeyeceklerini düşünerek bu bölgede yatırım yapmaktan kaçınmaktadırlar. Şu ana kadar bölgeye büyük miktarda bir Batı desteğinin geldiğini iddia etmek oldukça zordur. Batı desteğinin eksikliği, Orta Asya cumhuriyetleri ve Türkiye arasındaki ilişkiler üzerinde olumsuz etki bırakmaktadır. Türkiye’nin bu cumhuriyetleri tam anlamıyla desteklemede çok yetersiz kalması ve bu cumhuriyetlerin de ekonomik yardım için özellikle Batı’ya yönelmeye istekli olmaları, sanayileşmiş Batılı devletlerle işbirliğini Türkiye’yle işbirliğine tercih etmelerine neden olmaktadır.

-Bölgede Bölgesel ve global Güçler Rekabeti
Bölgede nüfuz alanını genişletme isteğindeki çeşitli devletlerin varlığı da Türkiye ile bu cumhuriyetler arasındaki ilişkilerin düzeyini etkileyebilmektedir. Dış güçlerin bu cumhuriyetlere kabul ettirmek istediği çeşitli politikalar nedeniyle Türkiye, bölgede kendi politikalarını bağımsız olarak yürütememektedir.

Türkiye’nin Orta Asya Cumhuriyetlerine Sağlayabileceği Avantajlar

-Bölgedeki Radikal İslam’a Karşı Türkiye
Türkiye ve Orta Asya cumhuriyetlerini birbirleriyle yoğun işbirliği geliştirmekten alıkoyan bu problemlere rağmen, Türkiye Orta Asya cumhuriyetleri ve Orta Asya bölgesi için bazı avantajlar ifade etmektedir. İlk olarak, Türkiye’nin Orta Asya’daki varlığı, bölgenin yeni şekillenen perspektifinde yer almaya istekli köktendinci ülkelere karşı gereklidir. Kısmen bölgeyle mevcut kültürel bağları ve ekonomisindeki darboğaz nedeniyle cesaret alan İran bölgede oldukça etkin durumdadır. 1991’den sonra bölgedeki İslami uyanışı dikkate alırsak, İran’ın bölgedeki etkisinin Orta Asya toplumları arasında aşırı dinciliğe sebep olabileceğini iddia edebiliriz. Böylece, laik devlet modeli, serbest pazar ekonomisi ve çoğulcu demokrasisiyle (bu üç konuda da aşikar eksiklerine rağmen) Türkiye, bölgede nüfuz arayışındaki köktendinci devletlerin muhtemel dini istismarlarına karşı bir tür engel teşkil etmektedir.

-Bölgeye Amerikan Desteğini Yönlendirebilen Türkiye
İkinci olarak Türkiye’nin bölgedeki varlığı, Amerikan desteğinin Orta Asya cumhuriyetlerine yönlendirilmesi için gerekmektedir. Türkiye’nin ABD ile mevcut bağları, bölgedeki güçler rekabetinde yer alan diğer devletlere kıyasla en yüksek düzeydedir. ABD ile olan bu yakın ilişki, Orta Asya cumhuriyetleri için de bir avantajdır. ABD, bölgede aktif olarak yer almamasına ancak bölgeyi uzaktan kontrol etmeye çalışmasına karşın, bu cumhuriyetler üzerinde herhangi bir egemen gücün hakimiyetini kesinlikle kabul etmeyecektir. İşte bu nedenle bölgedeki Türk etkisi, Amerikan ekonomik desteğini elde etme açısından Orta Asya cumhuriyetleri için hayati önem taşımaktadır.

-Bölge Devletlerine Batının İletişim Kanallarını Açabilen Türkiye
Üçüncü olarak Türkiye, bölgedeki diğer aktörler arasında kendini Batının ekonomik ve siyasal kuruluşlarına en fazla entegre edebilmiş ülke konumundadır. Bu husus ayrıca, Orta Asya cumhuriyetleri için de bir avantaj ifade etmektedir. Türkiye, Batılı devletlerle yakın ilişkiler içinde olan bir ülke olarak sanayileşmiş Batılı devletlerle çeşitli iletişim kanalları oluşturarak Orta Asya cumhuriyetlerinin kendi siyasal (demokratikleşme, laik devlet ve toplum) ve ekonomik (serbest pazar ekonomisi) gelişmeleri için gerekli ekonomik ve siyasal desteği elde etmelerine yardımcı olmaktadır.

-Laik ve Demokratik Bir Model Olarak Türkiye
Ve son olarak Türkiye, laik devlet kurumları, çoğulcu demokrasisi ve serbest pazar ekonomisi bulunmayan Orta Asya cumhuriyetleri için gereklidir. Orta Asya’dan avantajlar elde etme amacındaki bölgesel güçler arasında Türkiye, laik, demokratik ve eksiklerine rağmen serbest pazar ekonomisini kurmuş tek ülkedir. Bu nedenle, Türkiye’nin, devlet kurma ve serbest pazar ekonomisine geçiş sürecinde bu cumhuriyetler için bir model olma olasılığı son derece yüksektir.

Bu makale kapsamında Orta Asya bölgesinin coğrafi, toplumsal, siyasal ve ekonomik özellikleri kabaca tanımlanmaya çalışılmış; bölgede yer alan cumhuriyetlerin yüzleştikleri problemler irdelenmiş ve Türkiye’nin bu bölgedeki cumhuriyetler için hangi alanlarda lokomotif rol ya da roller üstlenebileceği tartışılmıştır.

KAYNAKÇA

Ahmet, Mutahir (1994). “Radikal İslam ve Orta Asya”. Avrasya Etüdleri (Ankara), no.3.
Ahmet, Mutahir (1995). “Euro-Central Asian Relations”. Eurasian Studies (Ankara), no.1.
Ahrari, M.E. (1994). “The Dynamics of the New Great Game in Muslim Central Asia”. Central Asian Survey, no.4.
Akiner, Shirin (Ed.) (1994). Political and Economic Trends in Central Asia. London: I.B.Tauris.
Alexandrov, Yuri G. (1993). “Central Asia: Specific Case of Economic Underdevelopment”. Vitaly Naumkin (Ed.), State, Religion and Society in Central Asia-A Post-Soviet Critique. Reading: Ithaca Press.
Avşar, B. Zakir and Ferruh Solak (1998). Türkiye ve Türk Cumhuriyetleri. İkinci Basım, Ankara: Vadi Yy.
Batalden, Stephen K. ve Sandra B. Batalden (1993). The Newly Independent States of Eurasia - Handbook of Former Soviet Republics. ORYX.
Brown, Bess A. (1996). Authoritarianism in the New States of Central Asia: An Overview of Post-Independence Politics. Köln: Bundesinstitut für Ostwissenschaftliche und Internationale Studien.
Brzezinski, Zbigniev (1998). Büyük Satranç Tahtası. (Çev. Ertuğrul Dikbaş ve Ergun Kocabıyık). Istanbul: Sabah Yy.
Chavin, James (1994). “Independent Central Asia: A Primer”. Current History, no.582.
Conway, Patrick (1994). “Kazakhstan: Land of Opportunity”. Current History, no.582.
D’Encausse, Helene Carrere (1992). Sovyetler’de Müslümanlar. (Çev. Adnan Tekşen). Alternatif Üniversite Yy.
Dawisha, Karen and Bruce Parrot (1994). Russia and the New States of Eurasia Politics of Upheaval. Cambridge University Press.
Dawisha, Karen ve Bruce Parrott (Eds) (1997). Conflict, cleavage, and change in Central Asia and the Caucasus Authoritarianism and Democratization in Postcommunist Societies 4. Cambridge University Press.
Forsythe, Rosemarie (1996). The Politics of Oil in the Caucasus and Central Asia. Adelphi Paper 300. Oxford University Press.
Frank, Andre Gunder (1992). The Centrality of Central Asia. Amsterdam: VU University Press.
Fuller, Graham E. (1994). “Russia and Central Asia: Federation or Fault Line?”. Michael Mandelbaum (Ed.), Central Asia Kazakhstan Uzbekistan Tajıkıstan Kyrgyzstan Turkmenistan and the World. New York: The Council on Foreign Relations, Inc.
Gökay, Bülent (1998). “Caspian Uncertainties:Regional Rivalries and Pipelines”. Perceptions- Journal of International Affairs (Ankara), no.1.
Gökırmak, Mert (1996). “Türkiye-Rusya İlişkileri ve Petrol Taşımacılığı Sorunu: Jeopolitik Bir Değerlendirme”. Faruk Sönmezoğlu (Ed.), Değişen Dünya ve Türkiye. İstanbul: Bağlam Yy.
Gumpel, Werner (1994). “Economic and Political Developments in the Central Asian Turkish Republics”. Eurasian Studies (Ankara), no.2.
Gürel, Şükrü S., Şamil Ünsal ve Yoshihiro Kimura (Eds) (1993). Turkey in A Changing World. Tokyo: Middle East Studies Series, no.33.
Haghayeghi, Mehrdad (1995). Islam and Politics in Central Asia. New York: St.Martin’s Press.
Hopkirk, Peter (1990). The Great Game. Oxford University Press.
Hunter, Shireen T. (1990). “Nationalist Movements in Soviet Asia”. Current History, no.549.
Hunter, Shireen T. (1996). Central Asia Since Independence. Westport: Praeger Publishers.
Hyman, Anthony (1993). “Moving out of Moscow’s Orbit: the outlook for Central Asia”. Foreign Affairs (London), no.2.
IISS Strategic Survey (1991/92). Central and South Asia, London: Brassey’s.
Islam, Shafiqul (1994). “Capitalism on the Silk Route”. Current History, no.582.
Kadir, Zülfiye (1996). “Muslim Political Movements in Russia”. Eurasian Studies (Ankara), no.2.
Katz, Mark N. (1994). “Nationalism and the Legacy of Empire”. Current History, no.585.
Khazanov, A. M. (1994). “Underdevelopment and Ethnic Relations in Central Asia”. Beatrice Manz (Ed.), Central Asia in Historical Perspective. Boulder: Westview Press.
Kimura, Yoshihiro (1993). “Central Asia and the Caucasus-Nationalism and Islamic Trends-with special reference to Central Asia and the Caucasus-”. Şükrü S. Gürel, Şamil Ünsal ve Yoshihiro Kimura (Eds), Turkey in A Changing World. Tokyo: Middle East Studies Series, no.33.
Kona, Gamze, 1999. “Central Asia: A New Economic Potential”. İşletme ve Finans (Ankara), no.155.
Kramer, Heinz (1996). “Will Central Asia Become Turkey’s Sphere of Influence”. Perceptions- Journal of International Affairs (Ankara), no. 2.
Kubicek, Paul (1996). “Managing Inter-Ethnic Relations in Central Asia: Theory and Practice”. Eurasian Studies (Ankara), no.3.
Landau, Jacob M. (1995). Pan Turkism: From Irredentism to Cooperation. Second Ed., Bloomington: Indiana University Press.
Mardin, Şerif (1993). Din ve Ideoloji. Altıncı Basım, Istanbul: Iletişim Yy.
Menon, Rajan ve Henri J. Barkey (1993). “The transformation of Central Asia: implications for regional and international security”. Survival Winter 1992-93.
Mirsky, George I. (1992). “Central Asia’s Emergence”. Current History, no.567.
Mütercimler, Erol (1993). Türkiye-Türk Cumhuriyetleri Ilişkiler Modeli. Istanbul: Anahtar Kitaplar Yayınevi.
Nissman, David (1994). “Turkmenistan (Un)transformed”. Current History, no.582.
Öğütçü, Mehmet (1994). “Religious ‘Bias’ in the West against Islam Turkey As a Bridge Between?”. Foreign Policy (Ankara), vol.18.
Olcott, Martha Brill (1992). “Central Asia’s Catapult to Independence”. Foreign Affairs (London), no.3.
Olcott, Martha Brill (1994). “Central Asia’s Islamic Awakening”. Current History, no.582.
Olcott, Martha Brill (1996). Central Asia’s New States - Independence, Foreign Policy, and Regional Security. Washington D.C.: United States Institute For Peace.
Peker, Günden (1996). “ISLAM: myth or reality in Central Asia”. Eurasian Studies (Ankara), no.3.
Rashid, Ahmed (1994). The Resurgence of Central Asia Islam or Nationalism? London-New Jersey: Zed Books.
Razov, S. (1997). “New Developments in Central Asia”. International Affairs (Moscow), no.3.
Şen, Şamil ve Şener Üşümezsoy (2002). “Küresel Dünyanın En Büyük Sorunu: Enerji Sağlama Güvenliği”. M5 Savunma ve Strateji, no.109.
Solodovnik, Sergei (1993). “Central Asia: A New Geopolitical Profile”. International Affairs (Moscow), no.10.
Taşhan, Seyfi (1993). “Turkey’s Foreign Policy Objectives”. Foreign Policy (Ankara), nos.1-2.
The Economist, 25-31 October 1997. “The Five Young Orphans”.
The Economist, 7-13 February 1998. “A Caspian Gamble A Survey of Central Asia”.
Vaner, Semih (1997). “Türk Dilli Dünyada Demokrasi Sorunu”. Semih Vaner (Ed.), Unutkan Tarih Sovyet Sonrası Türk Dilli Alan. (Çev. Ercan Eyüboğlu). İstanbul: Metis Yy.
Wimbush, Enders (1996). “Pressures For and Against Regional Integration in Central Asia”. SAM (Center For Strategic Research) Papers (Ankara), no.1.
Winrow, Gareth M. (1995). “Regional Security and National Identity: The Role of Turkey in Former Soviet Central Asia”. Çiğdem Balım et al. (Eds), Turkey: Political, Social and Economic Challenges in the 1990s. Leiden: E.J. Brill.
Yılmaz, Bahri (1994). “Turkey’s New Role in International Politics”. Aussen Politik, no.1.

[1] Totaliter-sonrası rejimler konusunda karşılaştırmalı bir çalışma ve bu rejimlerin özellikleri için bkz. Linz Juan (Ed.), 1986. The Politics of Democratic Consolidation: Southern Europe in Comparative Perspective.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder