6 Ocak 2009 Salı

The Articles Published in Peer-Reviewed International Journals/Full Text (3)

The Articles Published in Peer-Reviewed International Journals :

1.KONA, Gamze Güngörmüş, “Economic Panorama of Iraq Following the Second U.S. Operation and U.S. Economic Plans in Iraq”, Kırgızistan İktisat ve Girişimcilik Üniversitesi İşletme Fakültesi, Akademik Bakış Sosyal Bilimler hakemli e-dergi, sayı 10 (2006). www.akademikbakis.com / ISSN : 1694-528X (Dergi Asos Index tarafından tarnmaktadır)


2. KONA, Gamze Güngörmüş, “Ekonomide Yeni Bir Potantiyel Orta Asya Cumhuriyetleri” (http://www.iif.com.tr/index.php/iif/article/view/iif.1999.155.8168) (DOI: 10.3848/iif.1999.155.8168), İktisat, İşletme ve Finans uluslararası hakemli dergi, cilt 14, sayı 155, pp.83-95 (1999). www.iif.com.tr, ISSN:1300-610X (Dergi, SSCI tarafından taranmaktadır)

3. KONA, Gamze Güngörmüş, “Türkiye Rusya Federasyonu-Orta Asya Cumhuriyetleri Ekonomik İlişkileri” (http://www.iif.com.tr/index.php/iif/article/view/iif.2000.171.5944) (DOI:10.3848/iif.2000.171.5944), İktisat, İşletme ve Finans uluslararası hakemli dergi, cilt 15, sayı 171, pp.63-75 (2000). www.iif.com.tr, ISSN:1300-610X (Dergi, SSCI tarafından taranmaktadır)

1. AN OVERVIEW OF IRAQI ECONOMY FOLLOWING THE SECOND U.S. OPERATION AND FUTURE ECONOMIC SCENARIOS OF THE U.S. IN REGARD TO IRAQ

Abstract
The second Iraqi operation has been the last attempt of the U.S. to reorganize the Middle East region. However, following the second operation, the region itself has faced various serious problems. Currently, most of the strategists argue about the probable poloitical stand of the U.S. after the operation, and the probable outcomes of the mentioned U.S. stand. As known in some circles, not only the political targets but also Iraqi oil reserves and economic growth led by the oil reserves also bear importance for the U.S.’ plans in regard to Iraq. Furthermore, when the ‘oil reserves’ element is removed from U.S.-Iraq correlation, the result makes no sense. Although it is a well known fact that oil has been one of the most important economic driving force behind this very disputable U.S. operation, to explain this operation through a single driving force would not be complete and right. On the current panorama appeared following the U.S. operation in Iraq; it is clearly observed that the goals of the operation do not cover the needs of people. This article mainly concentrates on the most probable economic conditions/features in Iraq after the U.S. operation. The framework of this article is based upon the evaluation of U.S.’ future scenarios on Iraq in terms of economic point of view. For this reason, first of all; the overall economic situation in Iraq, and the present Iraqi economic wealth, except for oil, will be examined. Following this informative determination; probable U.S. withdrawal from Iraq and the probable economic results of the mentioned probable U.S. withdrawal will be explained through seven micro scenarios.

Key words : scenario, micro scenario, probability, economy, Iraq, U.S.

İKİNCİ ABD OPERASYONU SONRASI IRAK’IN EKONOMİK GÖRÜNÜMÜ VE ABD’NİN IRAK’A İLİŞKİN EKONOMİK PLANLARI

Giriş
Bilindiği gibi ABD’nin Irak’a müdahalesi siyasi istikrarı sağlama amacı taşımaktadır. Bugüne kadar yaşanan gelişmeler, ABD’nin amacına rejimi değiştirerek bir ölçüde ulaştığının ancak hem siyasal hem de sosyal açılardan istikrarın sağlanamadığının birer göstergesidir. ABD müdahale sonrasında hızlı bir siyasi yapılanma ve devlet inşası çabası girmiştir. Bazı görüşlere göre, ABD Irak’ta işleyebilir bir demokrasi yaratma ve sürdürme hususlarında başarılı olduğunda, bunu tarihsel eğilimlere karşı gerçekleştirmiş olacağı, ancak başarısız olduğunda ise, Irak halkını Baas şiddeti ve belirsizliğinden daha şiddet dolu ve belirsiz bir siyasi geleceğe mahkum edeceği yönündedir. (STANSFIELD, 2004 : 190)

Tarihsel sürece bakıldığında, ABD’nin geçtiğimiz on yılda uyguladığı bölgesel politikalarla Orta Doğu’yu kendi öncelikleri doğrultusunda yeniden düzenlemeye çalıştığı görülecektir. (ÖZCAN, 2004 : 349) ABD’nin bölgeyi kendi çıkarları doğrultusunda son düzenleme teşebbüsü ikinci Irak müdahalesi olmuştur. Ancak, ABD’nin ikinci Irak müdahalesi sonrasında bölgede yeni sorunlarla karşı karşıya kalınmıştır. Stratejistler, ABD’nin Irak işgali sonrası tutumunun ne olacağını ve bunun getireceği olası sonuçları tartışmaktadır. Bilindiği gibi, ABD’nin Irak ile ilgili planlarında siyasi hedeflerin yanısıra Irak’ın sahip olduğu petrol rezervleri ve bunun getirdiği ekonomik büyüklük de önem taşımaktadır. Hatta, ABD-Irak denkleminden petrolü çıkardığımız zaman sonuç neredeyse anlamsızlaşmaktadır. Zira, ABD için Irak’ın ekonomik olarak varlığının öncelikle petrole odaklı olduğu öne sürülmektedir. Amerikan toplumunu dahi ikiye bölen bu kadar tartışmalı bir müdahalenin arkasında petrol gibi büyük bir ekonomik itici faktör olduğu bilinse de, bu müdahaleyi tek bir itici faktör çerçevesinde açıklamak yanlış ve eksik olacaktır. İşgalin sonrasındaki beliren yeni tabloda, halkın tutumu ve talebinin, müdahalenin amaçları ile çok fazla örtüşmediği görülmektedir. Bu nedenle, artık ABD petrolü temel almadan yeni stratejiler geliştirmek durumundadır. Öte yandan müdahalenin savaş yolu ile gerçekleşmesi, savaşın ve sonrasının getirdiği yeni koşullar, sadece ABD’nin değil, bölgedeki diğer ülkelerin de bu bölge ile ilgili yeni stratejiler geliştirmelerine neden olmuştur.

Bu denklemde sorgulanması gereken şudur; işgalin tamamlanması sonrasında petrolden doğrudan yararlanamayacak bir ABD bu durumdan ne tür bir ekonomik çıkar sağlayabilir ve bu çıkarı verimli kılabilmek için ne tür stratejiler uygulayabilir? Bu makalenin konusunu ABD’nin Irak’ı işgali sonrasında ortaya çıkması muhtemel yeni durumlar oluşturmaktadır. Bu ana başlık çerçevesinde makalenin odak noktasını ABD’nin Irak’la ilgili olası senaryolarının ekonomik açıdan değerlendirilmesi oluşturmaktadır. Bu amaçla, makalede öncelikle, Irak ekonomisinin genel görünümü incelenerek, petrol dışındaki ekonomik varlığı araştırılmıştır. Ardından, ABD’nin Irak’tan çıkış senaryoları ve bunların olası sonuçları ekonomik perspektiften değerlendirilmiştir.

1. Irak Ekonomisinin Genel Görünümü
Irak, % 40’ı 0-14 yaşındaki çocuk ve gençlerden oluşan 25 milyonluk bir nüfusa sahiptir. Etnik dağılımına bakıldığında nüfusun; %80’i Arap, %15’i Kürt ve %5’i Türkmen’lerden oluştuğu görülmektedir (Tablo 1). Irak, Osmanlı yönetimi sonrasında İngiliz manda yönetimi altına girmiş, 1932 yılında bağımsızlığına kavuşmuş ve 1958 yılında da cumhuriyet ilan edilmiştir. Ülke, 1979 yılından ABD işgaline kadar geçen sürede Saddam Hüseyin’in önderliğini yaptığı Baas Partisi tarafından yönetilmiştir. Saddam Hüseyin’in iktidarı ele geçirmesinden sonra Irak, 1980-88 yılları arasında İran’la savaşmış, 1990 yılının Ağustos ayında ise Kuveyt’i işgal etmiştir. Bu işgal Birleşmiş Milletler tarafından çok sert bir şekilde karşılanmış ve ABD önderliğinde Ocak-Şubat 1991 tarihinde gerçekleştirilen müdahale ile Irak Kuveyt’ten çekilmek zorunda bırakılmıştır. Ayrıca, bu dönemde 661 sayılı BM Güvenlik Konseyi kararıyla ambargo uygulanmaya başlanmıştır. 1997 yılında yürürlüğe giren bu ambargo “BM Petrol Karşılığı Gıda, İlaç ve İnsani İhtiyaç Maddeleri Programı (MOU)” kapsamında uygulanmıştır (The World Factbook 2003, Central Information Agency-CIA-). ABD’nin Irak’a saldırısından sonra, Saddam Hüseyin dönemi sona ermiş ve ekonomik durum savaş ortamının getirdiği koşullara göre şekillenmiştir. Koalisyon güçlerinin hala varlıklarını devam ettirdiği ve yeni bir rejim yerleştirilmeye çalışılan mevcut ortamda henüz işleyen bir ekonomiden söz etmek olanaklı değildir.

Tablo 1 Irak - Temel Sosyal Göstergeler
Yüzölçümü 437.072 km2
Komşuları İran (1.458 km), S. Arabistan (814 km), Suriye (605 km), Türkiye (331 km), Kuveyt (242 km), Ürdün (181 km)
Etnik Guruplar %75-80 Arap, %15-20 Kürt, %5 Türkmen ve Diğer
Nüfusu (2001-Tahmin) 24,683 Milyon
Nüfus Oranı %56’i 15-64 yaşında
%40’si 0-14 yaşında
%3’ü 65 yaş ve 65 yaş üstü
Erkek/Kadın Oranı (2003-Tahmin) 1,03
Nüfus Artış Hızı (2003-Tahmin) %2,78
Ortalama Ömür (2003-Tahmin) 67,81 yıl
Bebek Ölüm Oranı (2003-Tahmin) 55.6 (Toplam 1000 doğumda)
Okur Yazarlık Oranı(1995-Tahmin) %40.4
Kaynak : The World Factbook 2003, CIA
The Economist Intelligence Unit, December 2003 Country Report.

Bilindiği gibi, Irak ekonomisi petrole dayanmaktadır. 2003 öncesini değerlendirdiğimiz zaman ülkenin döviz gelirlerinin yüzde 95’inin petrolden sağlandığı görülmektedir. 1980’li yıllarda Petrolden elde edilen gelirlerin neredeyse tamamı sekiz yıl süren savaşın finansmanı için kullanılmıştır. Bu dönemde aynı zamanda petrol ihracat olanakları da büyük ölçüde kısıtlanmıştır. İran ile yapılan savaşın Irak ekonomisine olan maliyeti yaklaşık 100 milyar dolar civarında olmuştur. 1988 yılında savaş sona erdiği zaman petrol gelirleri ülkenin yeniden imarı için önemli bir kaynak oluşturmuş ve dış ticaret hacminde önemli bir artış gözlenmiştir. Ancak bu dönemde Kuveyt’in işgal edilmesi sonrasında BM müdahalesi ve ambargo kararı Irak ekonomisini ciddi olarak etkilemiştir. Savaş ortamı Irak’ın savunma harcamalarını arttırmıştır. Askeri harcamaların milli gelire oranı 1991 yılında yüzde 75’e kadar yükselmiştir. 2001-2002 yıllarında, global ekonomideki yavaşlama ve petrol fiyatlarındaki düşüş nedeniyle milli gelirde de bir azalma söz konusu olmuştur (The World Factbook 2003, CIA). 2003 sonrası ekonomideki göstergelerle ilgili tahminlerde önemli yanılma payı olsa da temel göstergelerin tamamında önemli bir gerileme ve ekonomide ciddi bir tahribat olduğu açıktır.
Savaş yılları boyunca, Irak savunma harcamalarını karşılamak için önemli miktarlarda dış borçlanmaya gitmiştir. Ülkenin dış borç stoku 2001 yılında 62 milyar dolara, 2002’de ise 120 milyar dolara ulaşmıştır. Irak’ın harcama kalemlerinde en önemli yeri tutan savunma harcamaları 2002 tahmini rakamlarına göre 1.3 milyar dolar düzeyinde olmuştur (The Economist Intelligence Unit-EIU-, 2003).
Tablo 2. Irak Ekonomisinin Temel Göstergeleri
1999 a 2000 a 2001 a 2002 a
GSYİH (milyar $) 23,7 31,8 28,5 27,6
GSYİH Büyüme (%) 18 4 -6 -3
Tüketici Fiyatları Enflasyonu(ort%) 80 70 60 70
Nüfus (milyon) 22,3 23 23,6 24.6
İhracat fob (milyar $) 12,7 20,6 16,5 13
İthalat fob (milyar $) 6,8 11,1 11 7.8
Cari-hesap dengesi (milyar $ ) 2 3,2 1,4
Toplam dış borç (milyar $) 58 60 62,2 120
Döviz kuru (ort;ID:ABD $) 0,311 b 0,311 b 0,311 b 0,311
Kaynak: The Economist Intelligence Unit, December 2001-2003 Country Report.
a EIU tahmini b Güncel.
Irak ekonomisi uygulanan ambargonun hafifletilmesi sonrasında hızlı bir büyüme sürecine girmiştir. Sağlıklı verilere ulaşılamamakla birlikte, GSMH’nın 1999 yılında %18, 2000 yılında %4 büyüdüğü ve ardından 2001 yılında %6, 2002 yılında ise %3 küçüldüğü tahmin edilmektedir (EIU; 2003). Bu gelişmeler sonucunda, GSYİH’nın 2000 yılında 31,8 milyar dolara ulaştığı, 2001 yılında %6 oranında daralarak 28,5 milyar dolar olarak gerçekleştiği, 2002’de ise 27.6 milyar dolar olduğu tahmin edilmektedir.
Irak ekonomisindeki büyümeye paralel olarak enflasyon oranının da istikrarlı bir şekilde düştüğü görülmektedir. 1998 yılında %90 olan enflasyon oranı, 1999 yılında %80’e, 2000 yılında %70’e ve 2001 yılında ise %60’a düştüğü tahmin edilmektedir. Ancak enflasyon oranı 2002 yılında tekrar %70’e yükselmiştir (EIU; 2003).
ABD saldırısı öncesi Irak ekonomisinde yaşanan diğer bir olumlu gelişme ise, özel sektörün giderek daha aktif hale gelmesi olmuştur. Saddam Hüseyin 2000 yılı başlarında, özel sektör firmalarının, sanayi yatırımları yapmaları için teşvik edilmesi için önemli kararlar alınmasını sağlamıştır. Bu gelişmeler, uzun yıllardır sosyalist ekonomik politikalar uygulayan ve sanayi tesislerinin çok büyük bölümünün kamuya ait olduğu Irak'ta daha liberal bir ekonomik düzene geçiş için adımlar olarak değerlendirilmiştir. ABD işgali ile birlikte ekonomide bu tür radikal dönüşümler de askıya alınmış durumdadır.

2. Enerji Dışında Irak Ekonomisinin Yapısı
Bilindiği gibi Irak ekonomisinin önemli bir ayağı petrol gelirlerine dayalıdır. ABD müdahalesi öncesi ülkenin döviz gelirlerinin yüzde 95’i petrolden sağlanmaktaydı. Öte yandan Irak’ın en büyük giderleri savunma harcamalarından oluşmaktadır. Uzun yıllardır savaş ortamında olan ülkede petrolden elde edilen gelirler büyük ölçüde savaş harcamalarının finansmanı için kullanılmıştır. ABD işgalinin de çok ciddi bir maliyet yarattığı bilinmektedir.
Ekonominin önemli gelir kaynağının petrolden sağlanması diğer alanların ihmal edilmesine ve son derece yavaş gelişmesine neden olmuştur. Ekonominin petrol dışında varlığına bakıldığında, petrolden tamamen bağımsız düşünemediğimiz sanayi ve ardından tarım kesimi değerlendirilebilir olarak karşımıza çıkmaktadır. Savaş sonrası sağlıklı veriler elde edilemediği için, buradaki değerlendirmeler savaşın hemen öncesini içermektedir. Bu bölümde mevcut sektörler; sanayi, tarım, enerji, ulaşım alt gruplarında ele alınmakta ve bu sektörlerin dış ticaret göstergeleri değerlendirilmektedir. Burada petrol dışındaki sektörlerin varlığına odaklanılmakla birlikte; enerji sektörü elektrik, doğalgaz ve bunların içerisindeki payının görülmesi amacıyla da petrol alt sektörü olarak ele alınmıştır.
2.1. Sanayi
Irak’ta savaş öncesinde gelişmiş sektörler olarak; petrol, kimya, tekstil, inşaat malzemeleri ve işlenmiş gıda sanayii varlık göstermektedir. Irak’ta sanayi tesislerinin büyük bir kısmı kamuya ait olmakla birlikte, savaş öncesinde özel kesim yatırım için teşvik edilmiştir. Körfez krizi sonrası zarar gören sanayi tesisleri, petro-kimya, rafineri, tarım makineleri, kimya, demir-çelik, gıda, ilaç, elektrikli, makine, inşaat malzemeleri ve tekstil başta olmak üzere, yedek parça, yarı mamul ve hammadde sağlanamaması nedeniyle çok düşük kapasitelerle çalıştırılabilmiş ve tesislerin bir kısmı da hammadde sıkıntısı nedeniyle kapatılmıştır. Savaş öncesinde kapatılan tesislerin açılması ve işletilmesi konusunda BM Petrol Karşılığı Gıda, İlaç ve İnsani İhtiyaç Maddeleri Programı (MOU) sonrası, daha çok kaynak ayrılmıştır. Irak savaşı sonrasında ise sanayi tesislerinde körfez krizinden çok daha fazla bir tahribatın olduğu tahmin edilmektedir. Şu anda tahrip edilen bu tesislerin yeniden yapılandırılması ve işler duruma getirilmesi hem çok ciddi bir maliyet, hem de oldukça uzun bir zaman gerektirmektedir.
2.2.Enerji
Elektrik Enerjisi: Körfez Savaşı sırasında Irak’ın elektrik şebekesinin yüzde 90’ı yok edilmiştir. 1992 yılı başlarında 20 adet olan güç istasyonlarının yüzde 75’i tekrar işler hale getirilmiştir. 2001 yılı rakamlarına göre Irak 36.01 milyar kwh elektrik üretmiştir. Aynı yılın tüketimi ise 26,4 milyar kwh olarak gerçekleşmiştir. Enerjinin yaklaşık değerlerle yüzde 55’i ulaşımda, yüzde 35-40’ı sanayide, yüzde 10’i ise konutlarda kullanılmaktadır (EIU, 2003). 2003 öncesinde Irak, Çin, İsveç, Fransa ve Rusya orijinli şirketlerle elektrik üretim istasyonları inşa etmek üzere anlaşmalar yapmıştır.
Petrol: Irak 113.8 milyar varil petrol rezervi ile Suudi Arabistan’dan sonra en büyük petrol rezervine sahiptir. Kuveyt savaşı ile birlikte petrol üretimi önemli ölçüde düşmüştür. Üretim 1997 yılında BM Petrol Karşılığı Gıda, İlaç ve İnsani İhtiyaç Maddeleri Programının (MOU) yürürlüğe girmesiyle birlikte artmaya başlamış ve 1998 yılında günlük 2,11 milyon varile, 1999 yılında ise 2,52 milyon varile yükselmiştir. 2001 yılı tahmini verilerine göre günlük petrol üretimi 2,45 milyon varile ulaşmış petrol tüketimi ise yine 2001 yılı tahmini verilerine göre, 460.000/gün varil iç tüketimde kullanılmıştır. Bu dönemde yapılan hesaplara göre, petrol üretim kapasitesinin, ülkeye uygulanan ambargonun tamamen kalkmasından itibaren 4 ile 7 yıl arasında günlük 6 milyon varile çıkarılması planlanmıştır. Bu dönemde, BM Kararları dışında da ihracat yapılmaktadır. Sözkonusu Kararlar dışında Ürdün'e karayolu üzerinden 100 bin varil/gün, Suriye'ye 30-40 bin varil/gün ve Basra Denizinden 50-60 bin varil/gün Petrol ihracatı gerçekleştirildiği tahmin edilmektedir (EIU, 2003).
Doğalgaz: Irak sahip olduğu doğal gaz rezervi ile dünyada onuncu sırada gelmektedir. Irak 2002 tahmini verilerine göre 3,15 trilyon kübik feet doğal gaz rezervine sahiptir. Fakat aylık olarak ancak 300 milyon kübik feet doğal gaz üretiminde bulunmaktadır. Irak’da yine 2003 verilerine göre 1.360 km doğal gaz boru hattına sahiptir. Irak yönetimi, Birleşmiş Milletlerin ambargoyu kaldırmasından itibaren üretimi artırmayı ve ihtiyaç fazlasını ihraç etmeyi planlamıştır. 1997 yılında Irak, 4,2 milyar dolar tutarındaki doğal gaz projelerine yatırım yapmak üzere uluslararası şirketlere davette bulunmuştur. Bu şirketler genellikle Irak’a uygulanmakta olan yaptırımların kaldırılması yönünde çabalarda bulunan Fransa, Çin ve Rusya Federasyonu gibi ülkelere mensuptur. Yönetimin tavrı bu şirketlerin imtiyazlar yoluyla ödüllendirilmesi şeklindedir. Türkiye ile Irak arasında 1997 Mayıs ayında Mansuriye sahasının geliştirilmesi ve çıkarılacak doğal gazın bir boru hattıyla Türkiye'ye naklini öngören bir protokol imzalanmıştır.
2.3. Tarım
Irak’ın topraklarının %12’si ekilebilir araziden oluşmaktadır. Orta Doğu Ülkelerine göre önemli bir tarımsal potansiyeli olan Irak tarımsal alanlarında buğday, arpa, pirinç, pamuk, hurma ve çeşitli sebze üretimi yapılmaktadır. Savaş sonrası uygulanan ambargo nedeniyle, tarım üretiminde hayati öneme haiz gübre, tarımsal ilaçlar ve çeşitli tarım aletleri ithalatı gerçekleştirilemediği için, üretim olumsuz etkilenmektedir. Bu nedenle buğday, un, kuru gıdalar, yağ, çay ve pirinç gibi temel gıda ihtiyacının büyük bir bölümü ithalat yoluyla karşılanmaktadır. Ülke topraklarının %9’u mera konumundadır. Meralarda sığır ve koyun besiciliği de yapılmaktadır (EIU, 2003).
BMGK’nın 1 Mart ve 29 Mart 2000 tarihli kararlarına göre, “gıda sektörü”,”eğitim malzeme ve techizatı”, “tarım sektörü” ve “sağlık sektörü”, başlıklı listelerde yer alan çok sayıdaki ürünün Irak’a ihracatında uygulanan BMYK’dan onay alma zorunluluğu kaldırılmıştır. Petrol Karşılığı Gıda, İlaç ve İnsani İhtiyaç Maddeleri Programı kapsamında gıda sektörünün rehabilitasyonu amacıyla ayrılan kaynaklar da artırılmıştır. Ancak, ABD işgali sonrasında bu uygulamanın günümüze yansıyan etkisini tam olarak gözlemlemek olanaklı değildir.
2.4. Ulaşım
Irak’ın 2003 savaş öncesinde oldukça gelişmiş ulaşım ağına sahip olduğu bilinmektedir. Bu dönemdeki verilere göre, karayolu uzunluğu yaklaşık 45.550 km civarında olduğu tahmin edilmekte ve oldukça iyi bir karayolu altyapısına sahip bulunmaktaydı. Yine 2003 yılı verilerine göre, ülkenin 1.963 km. demiryolu ağı bulunmaktadır. 1015 km olan denizyolu ile ulaşım için ise üç liman bulunmaktadır. Son savaştaki tahribat tam olarak bilinmemekle birlikte havaalanı sayısının yaklaşık 150 tane olduğu tahmin edilmektedir. Ham petrol için 4.350 km, petrol ürünleri için 725 km ve doğal gaz için de 1.360 km boru hattı bulunmaktadır (The World Factbook 2003).
2.5. Dış Ticaret
Irak’ın dış ticareti içinde petrolün payı 1950’lerden bu yana giderek artmıştır. Petrol gelirlerinin önemli tutarlara ulaşması diğer ihraç kalemlerinin ihmal edilmesine neden olmuştur. Petrol ihracatı ve dünya petrol fiyatlarındaki dalgalanmalar Irak’ın ödemeler dengesinin temel değişkenleridir. 1990 yılında uygulamaya konan ambargo sonrası sadece ham petrol ihracatına izin verilmektedir. 1980’lerin sonlarında Irak’ın ihracatının %95’ini petrol oluşturduğu için ambargo Irak’ın ihracat yapısında fazla bir değişikliğe neden olmamıştır.
Irak’ın ithalat ürünleri de çok daha fazla çeşitlilik göstermektedir. Irak’ın yerli üretimi sınırlı olduğu için ihtiyaçlarının büyük bir kısmını ithalat yoluyla karşılamaktadır. Ancak ithalatın BM Yaptırımlar Komitesi tarafından onaya tabi olmasından dolayı ithalat miktar ve çeşitliliği büyük ölçüde sınırlanmıştır. 1997 yılında ambargonun hafifletilmesinden sonra Irak’ın dış ticaret hacmi hızla artmaya başlamıştır. Dış ticaret hacmi 1999 yılında 19,5 milyar dolar olmuş, 2000 yılında 31,7 milyar dolara yükselmiş, 2001 yılında 27,5 milyar dolar olarak gerçekleşmiştir. Dış ticaret dengesi sürekli Irak lehine fazla vermektedir. 1999 yılında 5,9 milyar dolar olan dış ticaret fazlasının, 2000 yılında 9,5 milyar dolar, 2001 yılında 5,5 milyar dolar, 2002’de ise 5.2 milyar dolar olarak gerçekleştiği tahmin edilmektedir (Tablo 3).
Tablo 3 Irak’ın Dış Ticaret Göstergeleri (Milyar $-2002)
İhracat (FOB) İthalat (FOB) Hacim Denge
1999 a 12,7 6,8 19,5 5,9
2000 a 20,6 11,1 31,7 9,5
2001 a 16,5 11,0 27,5 5,5
2002 a 13.0 7,8 20,8 5,2
Kaynak: The Economist Intelligence Unit, December 2001-2003 Country Report.
a EIU tahmini

Yıllar itibariyle ihracattaki artış ithalattaki artışın üzerinde gerçekleşmiştir. İhracat 1999 yılında 12,7 milyar dolar iken, 2000 yılında yaklaşık % 66 artarak 20,6 milyar dolara yükselmiştir. 2001 yılı ihracat miktarının 16,5 milyar dolar olduğu tahmin edilmektedir. Irak’ın ihracatının büyük bir bölümü (tahminen yüzde 95’i) ham petrolden oluşmaktadır (Tablo 7). Petrol ihracatından elde edilen gelirlerin yüzde 33’ü ABD işgaline kadar Birleşmiş Milletler Tazminatlar Fonu ve idari giderleri için kesilmiştir. Irak’ın ihracat yaptığı ülkelerin başında ABD, İtalya, Fransa, İspanya ve Hollanda gelmektedir (Tablo 4). Bu ülkelere ait firmalar Irak’tan ham petrolü alıp, petrol ithal eden ülkelere satmaktadır.
Tablo 4 Irak’ın Dış Ticaretinde Başlıca Ülkeler (2002)
Ülkeler İhracat Ülkeler İthalat
2000 a 2001 a 2000 a 2001 a
ABD 46.2 60.6 Fransa 22.5 19.4
İtalya 12.2 5.8 Avustralya 22.0 14.4
Fransa 9.6 8.5 Çin 5.8 -
İspanya 8.6 - Rusya 5.8 -
Hollanda - 7.4 İtalya - 10.7
- - Almanya - 9.9
Kaynak: The Economist Intelligence Unit, December 2001-2003 Country Report.
a Tahmini

BMGK'nin 1284 sayılı Kararı ile Irak'ın petrol ihracatına getirilen sınırlamanın kaldırılması, petrol üretim kapasitesinin artırılması amacıyla önemli kaynak ayrılması ve petrol fiyatlarının önceki yıllara göre yükselmesi, 2000’li yılların başında Irak'ın ithalatının artmasına neden olmuştur. Irak’ın 2000 ithalatının bir önceki yıla göre yüzde 38 artarak 11,1 milyar dolara yükseldiği ve 2001 ithalatının 11 milyar dolar düzeyinde olduğu tahmin edilmektedir. Bu değerlerde 2002 yılında düşüş görülmüş; bu yıl tahmini olarak ithalat 13 milyar dolar, ihracat ise 7.8 milyar dolar gerçekleşmiştir. 2003 öncesi verilere göre, Irak’ın ithal ettiği başlıca ürünler temel gıda maddeleri, dayanıklı tüketim malları, ilaç ve tıbbi malzeme ve cihazlar, ulaşım araçları ve yedek parçaları, demiryolu malzemeleri, makineler, elektrik malzemeleri ve teçhizat, içme suyu ve kanalizasyon sistemlerinin yenilenmesinde kullanılan malzeme ve teçhizat, tarımsal alet ve makineler, iş makineleri, telekomünikasyon malzemeleri, eğitim araç, gereç ve malzemeleri, petrol üretiminde kullanılan malzeme ve teçhizattır (Tablo 5). İthalatta ilk sıraları alan ülkeler, Fransa, Avustralya, İtalya, Almanya, Çin ve Rusya’dır (Tablo 4).

Irak 2000’lerin başında dış ticarette önemli gelişmeler kaydetmiştir. Irak ile Suudi Arabistan arasındaki Arar sınır kapısı 2001 yılının Ocak ayında açılmıştır. Yine 2001 yılında Suriye ve Mısır’la Serbest Ticaret Anlaşması imzalanmış ve Dubai’ye günde iki kez gemi seferlerine başlanmıştır. Avusturya ise Bağdat’taki Ticaret Müşavirliğini yeniden açmıştır.
Tablo 5 Irak’ın Başlıca İthalat Maddeleri

HS MADDELER Değer
(1000) $
87 MOTORLU KARA TASITLARI, TRAKTOR, BISIKLET, MOTOSIKLET VE DIGER 320.539
85 ELEKTRIKLI MAKINA VE CIHAZLAR, AKSAM VE PARCALARI 175.842
73 DEMIR VEYA CELIKTEN ESYA 137.493
4 SUT VE SUT MAMULLERI, KUS VE KUMES HAY.YUMURTALARI, BAL VB. 126.861
10 HUBUBAT 126.613
90 OPTIK, FOTOGRAF, SINEMA, OLCU, KONTROL, AYAR CIHAZLARI, TIBBI ALET. 108.992
17 SEKER VE SEKER MAMULLERI 66.181
19 ESASINI HUBUBAT, UN, NISASTA, SUT TESKIL EDEN MUSTAHZARLAR 60.029
84 NUKLEER REAKTORLER, KAZAN; MAKINA VE CIHAZLAR, ALETLER, PARCALARI 48.745
15 HAYVANSAL VE BITKISEL YAGLAR VE BUNLARIN MUSTAHSALLARI 43.241
38 MUHTELIF KIMYASAL MADDELER 24.732
Kaynak: ITC-Interactive Trade Map

Tablo 6 Irak’ın Başlıca İhracat Maddeleri

HS MADDELER Değeri (1000 $)
27 MINERAL YAKITLAR, MINERAL YAGLAR VE MUSTAHSALLARI, MUMLAR 15.677.073
10 HUBUBAT 12.520
76 ALUMINYUM VE ALUMINYUM ESYA 9.099
84 NUKLEER REAKTORLER, KAZAN; MAKINA VE CIHAZLAR, ALETLER, PARCALARI 3.234
07 YENILEN SEBZELER VE BAZI KOK VE YUMRULAR 3.018
85 ELEKTRIKLI MAKINA VE CIHAZLAR, AKSAM VE PARCALARI 2.651
87 MOTORLU KARA TASITLARI, TRAKTOR, BISIKLET, MOTOSIKLET VE DIGER 1.908
51 YUN, KIL, AT KILI; BUNLARIN IPLIK VE DOKUMALARI 1.874
90 OPTIK, FOTOGRAF, SINEMA, OLCU, KONTROL, AYAR CIHAZLARI, TIBBI ALET. 1.438
Kaynak: ITC-Interactive Trade Map

3. ABD'nin Irak'a İlişkin Ekonomik Hesapları
ABD’nin uluslararası çatışmalarının altında yatan en temel faktörün ekonomik nedenler olduğunu ifade etmek yanlış olmayacaktır. Bu nedenle, ABD’nin dış politika hedeflerinin temellerinin anlaşılabilmesi için ekonomik nedenlere dikkati çekmek gereklidir. Ulusal güvenlik politikalarının ekonomik sonuçlarının iki temel dayanağı olduğu ileri sürülmektedir. Birincisi askeri araçların ekonomik etki yapmak üzere kullanılması, ikincisi ise, ekonomik araçların askeri araçları tamamlar bir biçimde veya onların yerine kullanılmasıdır. Birinci nedende araştırılması gereken askeri araştırma ve geliştirme çalışmalarının ticari açıdan değer yaratacak hareketlenmeyi nasıl sağlayacağının ortaya konmasıdır. Askeri gruplar, hava ulaşımı, lojistik, mühendislik ve tıbbi hizmetlerin, acil yardım, ekonomik kalkınma veya ulus inşa etmek için kullanılması ilk olarak akla gelen araştırmalardır. ABD askeri üretimi ve ihracat politikaları, diğer ülkelerin tehlikeli silahları üretmesini durdurmak için kullanılması, ABD istihbaratının ekonomik amaçlarla kullanılması gibi hususlar da bu konu kapsamında düşünülmüştür (KÖNİ, 2005 : 400).

Bütün bunlar dikkate alındığı zaman ABD’nin Irak’a saldırısındaki temel amacın, savaş süresince ve sonrasında ekonomik olarak kendisine bazı çıkarlar sağlayacak ortamı yaratmak olduğu ifade edilebilir. Savaş sırasındaki harcamalar, özellikle silah ve diğer savaş araçları başta olmak üzere savaş ekonomisinin gelişmesinde önemli bir faktördür. Öte yandan savaşla birlikte ve sonrasında savaşın tahrip ettiği alanların yeniden inşası da ekonomik açıdan inşaat ve ilişkili sektörler için önemli bir ekonomik yarar vaat etmektedir.

4. ABD'nin Irak'tan Çıkış Senaryoları
Irak ekonomisindeki hakim güç olan enerji kaynaklarını hesaba katmazsak, makro senaryo; “ABD Irak'tan çıkacaktır” şeklinde belirlenebilir.

Buradaki çıkış noktası şu şekilde ifade edilebilir; ABD’nin Irak’ta bulunmasının nedeni bölgede siyasi istikrarın sağlanması amacını taşımaktadır. Ancak bilindiği gibi, işgale ilişkin diğer yorumlar büyük ölçüde ABD’nin bu bölgedeki petrol kaynaklarını kontrol etmek amacında olduğu yönündedir. Eğer bu olanaktan söz etmezsek, ABD’nin bu ülkeden çıkmasına yönelik görüşler geliştirmek anlamlı hale gelmektedir. Ancak bu durumda ABD’nin hiçbir ekonomik çıkar gözetmeksizin buradan ayrılmasını düşünmek de çok akılcı olmayacaktır. Bu durumda ana senaryo; ABD’nin Irak’dan çıkacağı ve çıkarken de kendisine ekonomik olanaklar yaratarak bunu yapacağı şeklinde olabilir. Burada ABD Irak üzerinden kendisine yeni ekonomik olanaklar yaratırken, Irak da, çöken ekonomisini yeniden ayağa kaldırmak için yıllarca uğraş verecektir. Bölgede güçlü bir Irak ihtimali de böylece uzun yıllar ertelenmiş olacaktır.

ABD’nin Irak'dan çıkacağı varsayıma yönelik olarak geliştirilebilecek mikro senaryolar aşağıdaki şekildedir.

Senaryo 1. ABD, Irak ekonomisini bir daha düzelemeyecek duruma getirerek çıkabilir.

Bu mikro senaryo kapsamında :
• ABD tarafından Irak ekonomisinin yapı taşları olan üretim birimleri (fabrikalar, sanayi işletmeleri ve ticaret birimleri) çökertilecektir.
• Öte yandan ekonominin işleyişine olanak sağlayan, ulaşım ağları, enerji tesisleri, elektrik santralleri, doğal gaz hatları, petrol aktarım tesislerinin tahrip edilmesi sonrasında hem üretimin, hem de ticaretin önü tamamen kesilecektir.

Şu an Irak’da görünen durum bu tanımlamadan çok farklı değildir. ABD ekonomik birimleri fark gözetmeksizin büyük ölçüde tahrip etmiş durumdadır. Bu senaryo ise, mevcut durumda kalanların da tamamen yok edilmesi üzerine geliştirilebilir. Bu mikro senaryo bağlamında; Eğer ABD Irak’dan çıkarsa büyük ihtimalle kalan ekonomik birimler de tamamen tahrip edilecektir.

Senaryo 2. Bu ekonomik çöküşten yarar sağlamak isteyecek olan ABD çöken Irak ekonomisini tekrar iyileştirmek için kendi olanaklarını kullanabileceği bir ortam yaratabilir.

Irak ekonomisini düzeltme yollarının ABD için ne tür getirisi olacağına bakıldığında şu olasılıklar kaşımıza çıkmaktadır:

• Öncelikle yenilenecek ortamların yeni mimarı kendisi olacaktır. Tamamen tahrip edilen şehirlerin yeniden inşası için harekete geçecek olan ABD’nin inşaat ve yan sanayiden önemli bir çıkar sağlayacağı son derece açıktır.
• ABD müttefiklerini Irak’ın yeniden inşasında bu olanaktan yararlandırarak, aynı zamanda dolaylı çıkar da sağlayacaktır.
• Komşu devletlere sunacağı bazı olanaklarla onların üzerinde ilave bir kontrol sağlayacaktır. Örneğin bazı işleri taşeron olarak yaptırabileceği gibi, geçici işgücünü buralardan sağlanmayı da tercih edecektir.

Senaryo 3. ABD, Irak ekonomisini İsrail ile birlikte ortaklaşa onarma girişiminde bulunabilir.

ABD’nin İsrail’le bu tür bir işbirliğini gerektiren nedenler ve bunun ABD ve İsrail’e sağlayacağı olası avantajlar şunlardır:

• Öncelikle, ABD’nin Orta Doğu’daki en önemli müttefiki İsrail buradan mutlaka bir pay almak isteyecektir. ABD her zamanki klasik fonksiyonunu yerine getirerek dışarıya bu dayanışma ve koruyuculuk mesajını yineleyecektir. ABD destekli bir İsrail daha güçlü bir imaja sahip olacaktır.
• Diğer taraftan ABD’nin İsrail’e sağlayacağı bu olanak karşılıklı işbirliğini ekonomik katkı ile de kuvvetlendirecek yeni bir unsur olacaktır.
• Bu yolla bölge ülkelerine ve bölgedeki etkin güçlere yeni bir mesaj daha verilmiş olacaktır.
• Bölgede hem siyasi hem de ekonomik olarak güçlü bir İsrail bölgenin gelecek stratejilerinin birinci aktörü olmaya devam edecektir.
• Böyle bir gelişme bölgedeki diğer ülkelerin rahatsız olmalarına neden olacaktır.

Senaryo 4. ABD çöken ekonomiyi düzeltmek için stratejik öneme sahip silah sektörünü devreye sokabilir.

• ABD’nin Irak ekonomisini yeniden yapılandırmak için silah sektörünü kullanmasının ABD için kısa dönemde olumlu, uzun dönemde ise olumsuz sonuçları olabilecektir. ABD Irak’a bu yolla yaptığı desteğin karşılığında bu bölgede kontrolü elinde tutmaya ve bunu silah sektörünü kontrol ederek yapmaya devam edebilir. Ancak bölge ülkelerinin bu tür bir gelişmeden rahatsızlık duymaları kaçınılmazdır. Bu gerçek bölgede sürekli bir risk unsuru yaratacak faktör olacaktır.
• Irak ekonomisinin yeniden canlandırılmasının bir yolu olarak Irak’ın silah üretimi konusunda faaliyetlerini sürdürmesi sağlanabilir. Silah sektörünün canlanması kısa dönemde buradan çıkar sağlayacak Irak ekonomisi için de fayda sağlayabilir ve Irak bundan hoşnut kalabilir. Ancak orta ve uzun dönemde yukarıda bahsettiğimiz bu girişim bölgede dengeleri sarsacaktır.
• Aynı şekilde Orta Doğu’nun geleceği ve bölgedeki dengeler açısından gelişmiş bir silah sektörüne sahip Irak bölgede sıkıntı ve istikrarsızlık yaratabilir. Bu olasılık sözü edilen gerekçelerle bölge ülkeleri tarafından dikkatle izlenecektir.

Senaryo 5. Uyuşturucu trafiğinde; PKK, İran, Pakistan, Afganistan duraklarından biri yer değiştirip Irak bu duraklardan biri ve hatta en başlıcası olabilir.

Böyle bir girişim; Irak, ABD ve Orta Doğu için bazı getiriler sağlayacağı gibi, sakıncaları da beraberinde getirecektir. Bunlar;
• Irak bu trafikten yararlanarak örtülü büyük bir ekonomik çıkar sağlayacaktır. Böylece savaş sonrası ekonomisini düzeltebilecek ve şehirlerini çok daha ucuza yeniden inşa edecektir.
• ABD kontrolünün devam ettiği bir ülkenin bu tür bir ticari trafikte yer alması ABD’nin bu sektör üzerinde de kontrolünü sağlaması anlamına gelmektedir.
• Bu durum uyuşturucu ticaretinden ciddi ekonomik yarar sağlayan diğer bölge ülkeleri tarafından hoş karşılanmayacaktır.
• Bölgedeki terörist örgütlerin bu kanalla besleniyor olmaları, bu durumdan zarar gören ülkelerin (örneğin Türkiye) bu trafikte önder olacak bir ülke ile ilişkilerini olumsuz olarak etkileyecektir.
• Öte yandan bu yolla ekonomik güç elde eden bir ülke olarak Irak, hiçbir zaman gerçek ekonomik performansını kullanmayacak ve kontrol edilen ülke konumundan hiç bir zaman kurtulamayacaktır. Bu da ABD’nin arzuladığı bir sonuç olacaktır.

Senaryo 6. Çöken Irak ekonomisinin telafisi için ABD, Arap Orta Doğusundan Suriye ve Iran gibi ülkeleri Irak’ı yeniden yapılandırmak için birer aracı olarak kullanabilir.

Irak’ın yeniden yapılandırılmasında doğrudan ya da dolaylı rol verilecek bölge ülkeleri Iran ve Suriye için bu durumun kısa ve uzun vadelerde avantaj ve dezavantajları ve ayrıca ABD için olası sonuçları sözkonusu olacaktır. Bunlar;

• Irak ekonomisinin inşası için ABD’nin bölge ülkelerine vereceği ihaleler bu ülkelerin bu durumdan sağlayacakları çıkar nedeniyle kısa vadede ABD kontrolünde bir Arap bölgesi ortaya çıkaracaktır.
• Bu gelişmenin olumlu tarafı; yeniden yapılanmada yakın ülkelerin katkılarının Irak için olumlu ekonomik sonuçlar ortaya çıkarması ve bu ülkelerin de bu durumdan önemli bir yarar sağlamalarıdır.
• Öte yandan yeniden yapılanmada sadece bu ülkelerle sınırlı bir girişim, ABD’nin sadece bu ülkeleri aracı olarak kullanması bölgedeki diğer ülkeleri rahatsız edecektir.

Senaryo 7. Irak ekonomisini çökerten ABD; Orta Doğu coğrafyası ile tarihi bağları bulunan ve halen bu coğrafyada yer alan bazı ülkelerden maksimum ekonomik fayda elde etmeyi amaçlayan ve AB bağlamında ABD ile iyi ilişkiler kurmanın faydalı olacağını düşünen, bölge dışından Almanya, Fransa ve İngiltere'yi çöken Irak ekonomisini tamir etmek üzere destekçi dış güçler olarak yanına çekmek isteyebilir.

Bu olasılığın gerçekleşmesinin ABD, Fransa ve İngiltere için kısa ve uzun vadelerde doğuracağı sonuçları şu şekilde sıralamak olanaklıdır.

• Tarih boyunca bu bölgede bir şekilde var olmak isteyen AB ülkeleri ile birlikte bu bölgeyi yeniden yapılandırmak isteyen ABD, bu ülkelerin geçmiş yılardaki emellerini yeniden gündeme getirmiş olacaktır.
• Orta Doğu ülkeleri bu gelişmeden rahatsız olacak ve bu konudaki tepkilerini muhtemelen ciddi olarak belirteceklerdir.
• Bu durumdan fayda sağlayacak olanlar doğal olarak kendisine rol verilen Fransa ve İngiltere olacaktır. Bu hem ekonomik çıkar, hem de bölgede yeni bir hakim güç pozisyonu sağlamak şeklinde olacaktır.

5. Senaryoların Olası Sonuçları

Mikro senaryoların gerçekleşmesi halinde karşılaşılacak olası sonuçları aşağıdaki gibi sıralamak olanaklıdır:

1. ABD tarafından çökertilen Irak ekonomisi tekrar ABD önderliğinde inşa edilmeye başlayıncaya kadar Irak halkı ekonomik açıdan büyük bir çıkmazda olacaktır. Bu çıkmaz beraberinde bir halk hareketini de getirebilir.

2. ABD Irak ekonomisinin merkezini Bağdat'dan Kuzey Irak'a kaydırabilir. Böylece Kuzey Irak ekonomik açıdan öncelikli olur.

Ekonomik açıdan güçlü bir Kuzey Irak ise, siyasi olarak Irak'ın Sünni ve Şii Arap kesimleri üzerindeki hakimiyetini geliştirir. Nüfustaki çoğunluklarına karşı, azınlık teşkil eden Kürtler nezdinde siyasi ve ekonomik açılardan baskı altına alınacak Sünni ve Şii Araplar ile Kürtler arasında Irak genelinde sıcak çatışmalar yaşanabilir. Ayrıca güçlenen Kuzey Irak Kürtlerinin İran'da yerleşik Kürtlere ve Türkiye'de süre gelen ayrılıkçı Kürt hareketine olası desteği ve bunun getireceği olası olumsuzluklar da değerlendirilmelidir.

3. Çöken ekonomi yine ABD'nin mali gücü ile inşa edilirse ekonomideki tüm sektörlerin denetimi ABD'ye geçer. Böylelikle ekonomik öncelik ABD'de olur. Yani ABD, hem Irak özelinde hem de Orta Doğu genelinde dengeleri belirleyici bir dış güç olmaya devam eder. Bu durum, Batılı bir dış gücün denetimine dinsel ve siyasal denenlerle hep soğuk baka gelmiş olan Orta Doğulu devletleri ve Irak'ı iç karışıklığa sürükleyebilir.

4. Irak Orta Doğu genelinde uzun dönemde başa çıkılamayacak bir silah gücüne dönüşebilir. Bu durum istikrarsız Orta Doğu'yu iyice istikrarsızlaştırabilir.

5. Uyuşturucu trafiğinin merkezinin Irak'a kayması, Irak'ı kontrolsüz bir güce dönüştürebilir.

6. Irak ekonomisini onarmak için İsrail ile işbirliği geliştirecek olan ABD, İsrail'i sadece Filistin sorunu üzerinde güçlendirmekle kalmayacak, aynı zamanda Irak üzerinde de söz sahibi olacak bir konuma taşıyacaktır. İsrail'in Arap Orta Doğusu üzerinde bu denli etki genişletmesinin özellikle Filistin-İsrail bağlamındaki olası olumsuz sonuçları değerlendirilmelidir.

7. Irak ekonomisini yeniden yapılandırmak için ABD'nin Suriye ve İran gibi devletleri devreye sokması ve görüntüde de olsa birer aracı gibi kullanması Orta Doğu dengelerini bozabilir.

8. Irak ekonomisini İngiltere, Fransa ve Almanya desteği ile yeniden imar çabasına giren bir ABD, dış güçlerin hakimiyetini tekrar bu coğrafyaya çekmiş olacaktır. Sömürge olma türünden bir acı tecrübesi bulunan Orta Doğu devletlerinin bu üç ülkenin tekrar Orta Doğu coğrafyasına girmeleri karşısında alacağı tavır ve olası olumsuz yansımalar da değerlendirilmelidir.

Sonuç Yerine
Bu çalışmada, Irak ekonomisindeki hakim güç olan enerji kaynakları ana gösterge olmaktan çıkarılırsa, ABD’nin Irak’dan çıkacağı varsayımı altında geliştirilen senaryolar tartışılmış ve bunların olası sonuçları değerlendirilmiştir. Geliştirilen senaryoların ortak noktasını; büyük ölçüde tahrip edilen Irak’ın yeniden inşasının nasıl paylaşılacağı ve ekonominin yeniden canlandırılması için hangi yolların ve yöntemlerin izleneceği oluşturmaktadır. ABD’nin Irak’ın yeniden yapılanmasının kendi kontrolü dışında gerçekleştirilmesine izin vermeyeceği düşünülürse, senaryolar Irak’ın ABD’nin inisiyatifi ve kontrolünde yeniden inşası üzerine geliştirilmiştir. Ancak bunun gerçekleştirilmesi sırasında ABD’nin kimlere pay vereceği ve sonrasında ortaya çıkacak durumun Irak’ı kontrolünde ne kadar etken olacağı sorusu önem taşımaktadır. ABD müdahalesi, Orta Doğu’da yeni stratejilerin oluşturulmasını beraberinde getirmekle birlikte, bundan sonra verilecek kararlar da Orta Doğu’daki dengeleri etkileyebilecektir. Irak’a siyasi istikrarı sağlamak üzere müdahale eden ABD, bu amacına bir şekilde ulaşmış gibi görünse de Irak ekonomisini ciddi şekilde tahribata uğratmış ve en önemlisi de sosyal istikrarı sağlayamamış durumdadır. Bu aşamada ortak düşünce şudur ki; ABD mevcut tabloya göre ileride kendisine çıkar sağlayacak en uygun çözümün arayışı içindedir. Kamunun bütün tepkisiine rağmen müdahalede ısrarcı olan ABD’nin bu bölgedeki stratejik hedeflerinin yanısıra, ekonomik kazanç elde etmeden çıkmayacağı düşünülebilir.

Kaynakça
ITC - Interactive Trade Map, 2004

KÖNİ, Hasan (2005), “Ekonomik Güvenlik, Uluslararası İlişkiler ve Türkiye”, Uluslararası Çatışma Alanları ve Türkiye’nin Güvenliği, Gamze Güngörmüş Kona (Ed.), İstanbul : IQ Yayınları.

ÖZCAN, Gencer (2004), “Doksanlı Yıllar Boyunca ABD’nin Orta Doğu’da Değişen Konumu”, Fulya Atacan (Ed.), Değişen Toplumlar Değişmeyen Siyaset: Ortadoğu, İstanbul : Bağlam Yayınları.

ÖZTÜRK, Osman Metin (2005), “ABD, Büyük Orta Doğu Projesi ve Türkiye”, Gazi Üniversitesi İ.İ.B.F. Yorum Mart Ayı Bülteni.

STANSFIELD, Gareth R.V., “Çarpışan Milliyetçilikler ve Irak Devletinin Çöküşü”, Fulya Atacan (Ed.), Değişen Toplumlar Değişmeyen Siyaset: Ortadoğu, İstanbul : Bağlam Yayınları.

The Economist Intelligence Unit, 2003 Country Report (Iraq)

The World Factbook 2003, CIA

2. EKONOMİDE YENİ BİR POTANSİYEL ORTA ASYA CUMHURİYETLERİ
(makalenin tam metni için bkz: (http://www.iif.com.tr/index.php/iif/article/view/iif.1999.155.8168) (DOI: 10.3848/iif.1999.155.8168)

3. TÜRKİYE-RUSYA FEDERASYONU-ORTA ASYA CUMHURİYETLERİ EKONOMİK İLİŞKİLERİ


İşletme ve Finans - Sayı 155 - Şubat 1999 – Gamze Güngörmüş KONA

TÜRKİYE - RUSYA FEDERASYONU - ORTA ASYA CUMHURİYETLERİ EKONOMİK İLİŞKİLERİ (1)


Gamze Güngörmüş KONA

ABSTRACT

TURKEY – RUSSIAN FEDERATION – CENTRAL ASIAN REPUBLICS ECONOMIC RELATIONS

Along with the dissolution of the Soviet Union four muslim and Turkish origin former Soviet peoples, the Kazakhs, the Kyrgyz, the Turkmen and the Uzbeks declared their independence and established their own republics in the Central Asian region. They all wecomed Turkey’s interest in their own region and set up bi-lateral and multi-lateral relations with her. However, the mentioned promising aspect in terms of economic and political relations between Turkey and these republics began to change slightly after Russia had adopted new political thinking in mid-1993. Along with this new political doctrine, Russia has begun to give more importance to the Central Asian republics and observed their domestic and foreign economic and political relations closely. So, Turkey became unable to realise her economic policies in regard to the Central Asian region independently. From then on, Turkey, in order that she could overcome Russian resistance in this region, looked for the ways to intensify relations with the U.S. and tried her best to gain this state’s economic and political support for the mentioned region. However, it became obvious that these attempts of Turkey based on breaking Russian resistance in the region were ineffective. And Russia has begun to appear one of the most important obstacles before Turkey in terms of maximising her economic expectations in Central Asia.

In this study, firstly we will determine the fact that it is impossible for Turkey to disregard Russian Federation in Central Asia due to five basic reasons while developing economic relations with the Central Asian republics; secondly, we will present some proposals which might help Turkish officials downgrade Russian opposition against Turkey’s economic policies in Central Asia , and thirdly, we will assume probable positive outcomes for Turkish economy when the proposals are realised.     

(1) Orta Asya bölgesinde Kazakistan, Kırgızistan, Tacikistan, Türkmenistan ve Özbekistan olmak üzere beş bağımsız cumhuriyet yer almaktadır. Fakat çalışmada Kazakistan, Kırgızistan, Türkmenistan ve Özbekistan olmak üzere sadece dört Orta Asya cumhuriyetine atıfta bulunulmaktadır, Tacikistan ise konu dışı bırakılmıştır. Çalışmada benimsenen bu türden bir yaklaşımın temel nedeni, bu dört cumhuriyeti oluşturan halkların etnik köken, dil, din ve tarihsel geçmiş gibi hususlarda geçmişteki Türk kökenli halklarla pek çok ortak paydada buluşmaları ve Türkiye ile yoğun ekonomik ve de siyasi ilişki içinde bulunmalarıdır. Tacikler ise çoğunlukla Farsi kökenlidir ve sosyal - kültürel bağlamda İran etkisindedirler. Mevcut durumda, ikili ya da çok yönlü bir Türkiye – Tacikistan ilişkisinden bahsedilemez.

Giriş
Sovyetler Birliği’nin 1991 yılında dağılmasının ardından Birliğin güneyinde yer alan coğrafyada Türkiye’yi gayet yakından ilgilendiren değişimler yaşanmıştır. Etnik, kültürel ve tarihsel yönlerden Türk halkı ile pek çok ortak özelliğe sahip eski Sovyet halkları bağımsızlıklarını ilan etmiş ve Orta Asya bölgesinde bağımsız cumhuriyetler olarak belirmişlerdir. Böylece, Sovyet rejiminin tesisini takiben sadece Türkiye ile değil diğer tüm müslüman kökenli uluslarla da sosyal, siyasal ve iktisadi ilişkilerini kesmek durumunda kalan eski Sovyet cumhuriyetleri Türkiye ile çok yönlü ilişkileri başlatma fırsatı bulmuşlardır. Öte yandan Soğuk Savaş döneminde özellikle coğrafi yakınlık nedeni ile Sovyetlerin yayılmacı politikasının tehlikesini derinden hisseden ve bu nedenle Sovyetlerin egemenliği altında bulunan müslüman Orta Asya uluslarına yaklaşmaya çekinen Türkiye, 1991 yılında Sovyetler Birliği’nin kapladığı bölgenin tümünde yaşanan coğrafi, siyasal ve ekonomik değişimin ardından ayrı birer bağımsız devlet olarak varlık göstermeye başlayan Orta Asya cumhuriyetleri (OAC) ile geçmişi telafi etmek istercesine yoğun ilişkiler kurmaya başlamıştır.

Bağımsızlığın ilk yıllarında hem Orta Asya cumhuriyetlerinin göstermiş olduğu sıcak ilgiyi hem de kendi dış politik amaçlarını göz önünde bulundurarak Türkiye, Orta Asya bölgesinde yer alan müslüman ve Türk kökenli Türkmenistan, Özbekistan, Kazakistan ve Kırgızistan cumhuriyetleri ile herhangi bir hedef alan tespit etmeksizin hemen her alanda ilişkiler geliştirmiştir. 1993 yılının ortalarına dek daha çok sosyal, ekonomik ve kültürel alanlarda gelişme gösteren Türkiye-OAC ikili ya da çok yönlü ilişkileri, Sovyetlerin yıkılmasının ardından oluşan Bağımsız Devletler Topluluğu’nun (BDT) en güçlü ve de en etkin üyesi Rusya Federasyonu’nun yayınladığı 1993 Konsensüs’ü ile sorgulanma aşamasına gelmiştir. 1993 yılına dek Orta Asya bölgesini iktisadi ve siyasal açılardan kendisi için birincil derecede önem arz eden bölgeler arasına katmayan Rusya Federasyonu, aynı yıl ortalarında değişikliğe uğrattığı politik doktrini ile adı geçen bölgeyi kendisi için öncelikli bölgeler arasına katmıştır. Buna paralel olarak, Rus bürokratlar Orta Asya cumhuriyetlerinin dış dünya ve dolayısı ile Türkiye ile geliştirmekte oldukları siyasal, sosyal ve ekonomik ilişkileri yakından takip etmeye başlamışlardır. Rusya’nın Orta Asya cumhuriyetleri üzerinde 1993 yılından itibaren giderek artan etkisi, bu cumhuriyetlerin çok yönlü uluslararası bağlantılarını özgürce geliştirmelerini engellerken Türk bürokratlarının da bu cumhuriyetlere temkinli yaklaşmalarına neden olmuştur. Diğer bir deyişle, Orta Asya’da yer alan cumhuriyetler ile Türkiye arasında 1993 öncesinde tesis edilen ekonomik, siyasal ve sosyal direkt ilişkiler modeli elde olmayan nedenlerle 1993 sonrasında Rusya üzerinden Türkiye – OAC dolaylı ilişkiler modeline dönüşmüştür. Bu nedenle, 2000 yılının başlarında OAC ile ekonomik ilişkiler kapsamında (siyasal ve sosyal alanlarda olduğu gibi) üstesinden gelinmesi gereken asıl sorun, Türkiye’nin Rusya Federasyonu’na rağmen OAC ile mevcut ekonomik ilişkilerini nasıl maksimize edebileceğidir.         

Bu çalışmada, Türkiye’nin OAC ile mevcut ekonomik ilişkilerini Rusya Federasyonu’nu göz ardı ederek değil ancak onu yanına alarak geliştirebileceği öne sürülmektedir. Çalışma üç bölümden oluşmaktadır. Birinci bölümde, Türkiye’nin OAC ile mevcut ekonomik ilişkilerini geliştirebilmek için Rusya Federasyonu faktörünü hangi nedenlerle dikkate alması gerektiği açıklanacaktır. İkinci bölümde, Türkiye’nin OAC ile geliştirmeyi düşündüğü ekonomik ilişkiler kapsamında Rusya Federasyonu’nun bir engel teşkil etmemesi için Türk bürokratları tarafından alınması gereken tedbirler sunulacaktır. Üçüncü bölümde ise, Türkiye – OAC arasındaki ekonomik ilişkilerin maksimizasyonu kapsamında Türkiye’nin Rusya Federasyonu’nu göz ardı ederek değil yanına alarak izleyeceği ekonomi politikasının Türk ekonomisine getireceği olası avantajlar belirtilecektir.  
I. Gerekçeler:
Bu başlık altında, Rusya Federasyonu’nun 1993 yılında benimsediği Konsensüs’ü takiben OAC’ni algılayış tarzındaki değişiklik, OAC’nin Rusya Federasyonu’nu değerlendirme biçimi, Orta Asya devletlerindeki yönetici kademelerde Rus azınlığın çokluğu, Rusya’nın Hazar Havzası petrollerine bakışı ve Türkiye-Rusya Federasyonu arasındaki mevcut ticaret hacmi gibi geçerli nedenlerle Türkiye’nin OAC ile ekonomik ilişkilerini Rusya’yı göz ardı ederek değil onu yanına alarak geliştirmek zorunda olduğu açıklanacaktır.
a. Rusya’nın Orta Asya Bölgesini Algılayış Biçimi:
Belirtildiği üzere, Rusya Federasyonu’nun özellikle 1994 yılından sonra genelde BDT özelde ise Orta Asya bölgesi üzerinde giderek yoğunlaşan ekonomik, siyasal ve sosyal etkisi açıkça gözlemlenmektedir. 1994 yılı öncesinde Orta Asya bölgesinin sorumluluğunu üstlenmeyi ekonomik bir yük olarak gören Rusya, 1994 yılının başlarından itibaren bölgede ortaya çıkan güç boşluğundan yararlanmak isteyen devletlerin  giderek artan ekonomik ve politik güç mücadelesi, ABD’nin bölgeye yönelik aşırı ilgisi, İran İslam Cumhuriyeti’nin İslam faktörünü kullanarak bölgeden ekonomik ve siyasal çıkar elde etmeyi amaçlaması, Orta Asya bölgesinde yaşanan iç karışıklıkların kendi güvenliğini etkileyeceği endişesi, Hazar Havzası’nda bulunan petrol ve doğal gazın dünya pazarlarına ulaştırılmasında etkin bir rol oynama arzusu ve tek boyutlu / batı merkezli dış politika tercihinin kendi beklentilerini karşılamaya yetmeyeceğini anlaması gibi nedenlerle Orta Asya bölgesini oldukça önemsemeye başlamıştır, ve 1993 yılında yayınladığı Konsensüs ile de Orta Asya bölgesine yönelik siyasi ve ekonomik bakış açısını değiştirdiğini resmileştirmiştir.

1993 Konsensüsü’nü takiben Rusya’nın Orta Asya politikası şu şekilde özetlenebilir:
Öncelikle, Rus savunma doktrini Orta Asya bölgesini Rusya’nın kendi çıkarları için vazgeçilmez olarak kabul ediyor (Kulchik, Fadin and Sergeev, 1996, s.46), Orta Asya cumhuriyetlerinde barış ve istikrarın tesisini ve devamını istiyor ve bu amaçla Orta Asya’daki cumhuriyetlere siyasi, ekonomik ve de askeri destek vermeye hazır olduğunu belirtiyor, OAC’ni kendisinin ekonomik ve siyasal desteği olmaksızın ekonomik ve sosyal yönlerden zor durumda kalacaklarına inandırmaya çalışıyor, Orta Asya bölgesinde belirecek ciddi boyutta bir İslami yayılmanın hem bölgede yaşayan Rus nüfusu hem de Rusya Federasyonu’nda yaşayan mülüman nüfusu olumsuz yönde etkileyeceğini düşünerek olası İslami köktendinci girişimleri engellemeyi amaçlıyor (Lepingwell, 1994, s.75 ; Blank, 1994, s.267), bu bölgeyi Yakın Çevre (Near Abroad) politikasının bir parçası olarak gördüğü ve Sovyet-sonrası şekillenen coğrafi alanı kendi coğrafi alanının doğal uzantısı olarak kabul ettiği için herhangi bir devletin Orta Asya cumhuriyetleri üzerindeki etkinliğini artırmasına karşı çıkıyor ve ayrıca bölgede yer alan petrol ve doğal gaz rezervlerinin kendisi için önem arz ettiğini vurguluyor.       

Bu durumda, Türkiye’nin Rusya Federasyonu için siyasal, sosyal ve ekonomik açılardan büyük önem arz eden OAC ile ekonomik ilişkilerini Rusya’yı göz ardı ederek istenen düzeye getirmesi pek mümkün görünmemektedir.
b. OAC’nin Rusya Federasyonu’nu Algılayış Biçimi:            

Siyasi:
OAC’nin Rusya Federasyonu’nu nasıl değerlendirdiği sorusu siyasi ve ekonomik olarak iki açıdan cevaplandırılmalıdır. Bu soru her iki açıdan da cevaplandırıldığında sonuç aynı da olsa  nitelikler farklıdır.

Bağımsızlığın hemen ardından OAC dünya devletlerine kendilerini tanıtmak, sorunlarını anlatmak ve bu devletlere ilişkin beklentilerini açıklamak için yoğun bir ikili ya da çok yönlü ilişki kurma telaşına düşmüşlerdir. Özellikle sanayi ve teknoloji yarışındaki batılı gelişmiş devletlerce gayet bakir olarak tanımlanan Orta Asya bölgesinde yer alan cumhuriyetlerin bu telaşı tüm devletler ve uluslararası kuruluşlar tarafından hoşnutlukla karşılanmıştır. Rus baskısından kurtulmanın ve bağımsız birer devlet olarak varlık göstermeye başlamanın beraberinde getirdiği heyecanla OAC pek çok bölgesel işbirliği örgütünün bünyesinde yer almıştır. Bu cumhuriyetler değinilen gelişmeleri yaşarken Rusya’nın yanlarında yer almayışının eksikliğini hiç hissetmemiş aksine bu durumdan memnuniyet duymuşlardır.

Bununla birlikte, Tajikistan’da çıkan iç savaş, Afgan mücahit hareketi ve İran kökenli fundamentalistlerin Orta Asya bölgesine sızma olasılığı bu cumhuriyetlerde Rusya’nın aktif katılımı ile oluşturulacak kapsamlı bir kollektif  güvenlik sistemi içerisinde yer alma gereksinimi doğurmuştur. (Mesbahi,1994, s.283) Belirtilen gelişmeleri takiben, Orta Asya cumhuriyetleri liderlerinden Rus bürokratların Orta Asya’da daha aktif bir siyaset takip etmelerine ilişkin talepler yükselmeye başladı. Bölgede artan ulusal ve uluslararası güç mücadelesi, İslami hareketlerdeki artış Rusya’nın OAC’nin kendisi ile yakınlaşma talebini tereddütsüz kabul etmesi ile neticelenmiş ve bu sonuç OAC’ni siyasi açıdan Rusya’ya hemen hemen tümü ile bağımlı kılmıştır. 
Ekonomik:
OAC’nin ekonomik açıdan Rusya’yı algılayış biçimi siyasi açıdan algılayış biçimi ile aynıdır.
Sovyet yönetimi döneminde Sovyetler Birliği kapsamında toplam pamuk üretiminin 3/2’lik
bölümü Özbekistan tarafından karşılanıyordu. Kazakistan ikinci büyük petrol - doğal gaz ve üçüncü büyük kömür üreticisi durumundaydı. Ayrıca Kazakistan’ın sahip olduğu tarım ve hayvancılık ürünlerinin toplam değeri eski Sovyet cumhuriyetleri arasında üçüncü sırada idi. Türkmenistan ise eski Sovyetler Birliği’nin ihraç ettiği doğal gazın %10’nundan fazlasını üretiyordu. (Kimura, 1993, ss.132-142) Bu parlak dönemi takiben, Sovyetler Birliği’nin çözülüşü ile birlikte Orta Asya bölgesi’nde bağımsızlığını ilan eden Sovyet cumhuriyetleri gayet zor ekonomik koşullarla yüzleşmeye başlamışlardır. Öncelikle, Sovyetlerin dağılması ile başlayan ekonomik yapıların çözülüşü üretim güçlerinin gelişimini durdurmuştur. İş gücü, sermaye ve diğer kaynakların oldukça alt seviyelerdeki hareketliliği üretimin kurumsal yapılanmasını engellemiştir. Ayrıca, düşük üretim, yüksek nüfus artışı, yaygın fakirlik, kalitesiz iş gücü kaynakları tüm Orta Asya’da derinden hissedilmektedir. Son olarak endüstriyel ekonomik sistemin sınırlı gelişimi kronik tarzdaki ekolojik krizin ortaya çıkmasına neden olmuştur. (Alexandrov, 1993, s.106) Tek merkezden yönetilen ekonomik sistem değişikliğinin, birbirine sıkı sıkıya bağlı üretim ve ticaret sisteminin çözülüşünün,  bağımsızlığın aniden kazanılışının Orta Asya cumhuriyetlerine yüklediği ekonomik sorunlar bu cumhuriyetleri özellikle güçlü batılı devletlerle ikili ya da çok yönlü ekonomik ilişkiler geliştirmeye yöneltmiştir.   

OAC’nin 1993 yılının ortalarına dek ya bölgesel bazlı ekonomik işbirliği örgütlerine üyelik (ECO - Economic Cooperation Organization ve BSECO - Black Sea Economic Cooperation Organization gibi) ya da uluslar arası ekonomik kuruluşlara üyelik başvurusu şeklinde gelişme gösteren bu girişimleri Rusya Federasyonu’nun direkt her hangi bir müdahaleci tavrı ile karşılaşmamıştır. Ancak 1993 yılı ortalarında, Rus yetkililerin Rusya Federasyonu’nun yeni bağımsız cumhuriyetlerin bulunduğu eski Sovyet coğrafyasındaki ekonomik çıkarlarını gerektiği ölçüde önemsemedikleri görüşü yaygınlık kazanmaya başlamıştır. Bu görüşü takiben, eski Sovyet coğrafyasında yer alan ekonomik zenginlik Rus politikasını şekillendirme sürecinde oldukça önemli bir unsur olarak değerlendirilmeye başlanmıştır. (Baev, 1997, s.5) Bu politika değişikliğinin ardından Rusya Federasyonu OAC’nin hemen tüm ekonomik ilişkilerini ve Orta Asya bölgesinden ekonomik çıkar elde etmek isteyen devletlerin faaliyetlerini gayet yakından takibe almış ayrıca kendi ekonomik çıkarları için tehlikeli bulduğu girişimlere müdahale etmiştir. Dış ticaretinin büyük bir bölümünü Rusya Federasyonu ile gerçekleştiren OAC ise Rusya’nın bu tepkisi karşısında tepkisiz kalmayı tercih etmiştir.

Denilebilir ki, bu cumhuriyetler bölgesel istikrar, sınır ve ülke güvenliği, İslami tehlike ve savunma konularında  Rusya’nın varlığına ve siyasi desteğine ne denli ihtiyaç duyuyorlarsa, ekonomilerinin rehabilitasyonu konusunda da aynı devletin varlığına ve desteğine o denli ihtiyaç duymaktadırlar. Bu durum ise OAC’nin Rusya Federasyonu’nu reddetmek yerine ona sıkı sıkıya bağlanmalarını gerektirmektedir. Hal böyleyken, Türkiye’nin Orta Asya bölgesinde Rusya Federasyonu’nu karşısına alarak ya da onu kızdırarak OAC ile ekonomik ilişkilerini geliştirmesi pek mümkün görünmemektedir.    
c. Orta Asya Cumhuriyetlerinde Yaşayan Rus Azınlık:
Sovyetler Birliği’nin dağılması ile tüm Rus kökenli nüfus Rusya Federasyonu bünyesinde toplanmış değildir. 1991 öncesinde Sovyetler Birliği’nin varlık gösterdiği toprakların genişliği düşünüldüğünde 1991 sonrası mevcut coğrafi düzende eski Sovyet yeni bağımsız cumhuriyetler içerisinde pek çok Rus kökenli toplulukların var olduğunu tespit etmek zor olmayacaktır ki eldeki sayısal veriler bu yöndeki tespiti doğrular niteliktedir. Bu verilere göre, hali hazırda  Rus kökenli nüfus toplam Kazakistan nüfusunun %40’tan fazlasını, Kırgızistan nüfusunun yaklaşık  %20’sini, Türkmenistan nüfusunun yaklaşık  %9’unu, Özbekistan toplam nüfusunun ise yaklaşık %8’ini oluşturmaktadır. Olası bir göç dalgası karşısında Rus kökenli nüfusun barınma ve istihdam sorunlarını çözümleyebilecek yeterli ekonomik kaynağa sahip bulunmayan Rus yetkililer bu cumhuriyetlerden Rusya Federasyonu’na gerçekleştirilecek olası göç akınını engellemenin zorunlu olduğunu düşünüyorlar. Bununla birlikte, Rusya Federasyonu sınırları dışında yaşayan Rus kökenli nüfusun ekonomik, sosyal ve politik güvenlikleri ile ilgilendiklerini sıklıkla vurguluyorlar. (Bacık ve Canbaş, 1999, s.325)  

Bu, meselenin Rusya’yı ilgilendiren boyutu, Orta Asya cumhuriyetleri ve Türkiye açısından ise durum oldukça farklı. Bireysel ekonomik ve siyasal formasyonu oluşturma aşamasında birinci derecede önem arz eden bilimsel donanımdan Sovyet idaresi boyunca mahrum bırakılmış olan müslüman kökenli Orta Asya halkları ne Sovyetler Birliği döneminde ne de yeni bağımsız düzende kendi devletlerinin ekonomi ve siyasi politikalarını saptamakla görevli idari kadrolara yükselme şansı bulamamışlardır. 1991 sonrası kendi bağımsız cumhuriyetlerinde bağımsız birer vatandaş olarak yaşama hakkını elde eden Orta Asyalılar geçmişte yaşanan bu olumsuzluğu kısa bir sürede telafi edemedikleri için çoğu kurumda (bilim üreten, ekonomi ve politikayı şekillendiren kurumların çoğunda) Rus kökenli idari kadro ile çalışmak durumundadırlar. Doğal olarak, Rusya Federasyonu’nun siyasi ve ekonomik önceliklerine göre hareket tarzı belirleyen bu Rus yönetici elit hem Rusyasız bir Orta Asya’da istediği şekilde ekonomik ve siyasal politikalarını uygulamak isteyen yabancı devletleri hem de Rus baskısından arınmış bir Orta Asya’da iç ve dış politikalarını özgürce gerçekleştirmek isteyen Orta Asya cumhuriyetlerini sınırlamaktadır.    

Bu durumda, OAC’nde azınlık durumunda yaşayan Rus kökenli nüfusun idari kadrolardaki niceliksel çoğunluğunu ve karar alma ve uygulama aşamasındaki etkinliğini göz önünde bulunduracak olursak, Türk yetkililerin Rusya’yı karşısına alarak ya da kızdırarak OAC ile ekonomik ilişkilerini geliştirmesi pek mümkün görünmemektedir. 
d. Hazar Denizi Havzası Petrol ve Doğal Gaz Rezervleri ve Rusya:
Sovyetler Birliği’nin dağılmasının ardından beliren güç boşluğu nedeni ile Orta Asya bölgesinde yer alan petrol ve doğal gaz rezervleri bölgede ekonomik güç mücadelesinin başlamasında birinci derecede etkili olmuştur. Pek çok gözlemci tarafından Orta Asya dünyanın en zengin ham madde potansiyeline sahip bölgeleri arasında gösterilirken, petrol ve doğal gaz üretimi açısından Hazar Havzası’nın Basra Körfezi’nin ardından ikinci sırada yer aldığı belirtilmektedir. (Razov, 1997, s.59) Özbekistan,  “Fırsatlar Ülkesi” (Convay, 1994, s.164) olarak adlandırılan Kazakistan ve “Orta Asya’nın Kuveyt’i” (Nissman, 1994, s.183) şeklinde düşünülen Türkmenistan Hazar Havsası’nda yer alan üç önemli Orta Asya cumhuriyetidir. Azerbaycan Hazar Denizi Havzası’nda yer alan dördüncü devlettir. Kazakistan’da 95, Türkmenistan’da ise 34 milyar varillik bir petrol rezervi bulunduğu hesaplanmaktadır. Ayrıca dünyanın üçüncü en büyük doğal gaz rezervine sahip olduğu bilinen Türkmenistan’da 4.5 trilyon metre küp doğal gaz rezervi mevcuttur. Kazakistan, Türkmenistan ve Özbekistan doğal gaz zenginliği bakımından en önemli 20 ülke arasında yer almaktadır. (Pala ve Engür, 1998, ss.23-27) Bu durumda, “Hazar Denizi’nin ve Hazar Denizi’ni çevreleyen bölgelerin Asya ve Avrupa kıtalarına en fazla petrol ve doğal gaz tedarik eden yerler olabileceğini” (Gökay, 1998, s.49) öne sürmek yanlış olmayacaktır.               

Tüm bu petrol ve doğal gaz zenginliğine rağmen Hazar Denizi Havzası’nın denize çıkışı olmayışından dolayı bu bölgede petrol çıkarma ve sevkıyat konularında büyük güçlüklerle karşılaşılmaktadır. Oysa, 1914’ten önceki 20 yıl boyunca Hazar bölgesi en geniş ve en gelişmiş petrol üretim alanlarından biri durumundaydı. Bununla Birlikte, 70 yıl süren Sovyet yönetiminin ardından Hazar bölgesindeki devletler petrol çıkarma teknolojilerinin oldukça gerisinde kalmışlardır. Şu anda bölgede petrol çıkarma kuyularını inşa ve tamir edebilen iki tesis bulunmaktadır. Bunlardan biri Azerbaycan’ın Primorsk şehrinde diğeri ise Rusya’nın Astrakhan şehrinde yer almaktadır. Bölgenin değinilen olumsuz coğrafi konumundan dolayı petrol çıkarma teçhizatını dışarıdan getirmek oldukça yüklü bir maliyet gerektirmektedir. Bunun yanı sıra, yeni petrol boru hatlarının döşenmesine ilişkin siyasi sorunlar ve inşası düşünülen yeni petrol boru hatlarının yüksek maliyeti karşılaşılan sorunların diğer bir yönünü oluşturmaktadır.

İşin en ilginç yanı, Hazar Havzası’nda yer alan devletlerin petrol ve doğal gaz çıkarma ve sevkıyat meselelerinde karşı karşıya kaldıkları bu olumsuzlukların bu bölgede ekonomik çıkar peşinde olan yabancı devletlerin hiçbiri için bir engel teşkil etmeyişidir. Yabancı devletler hem bölgedeki petrol ve doğal gazın çıkarılması için maddi destek vermek üzere hazır bulunduklarını ifade etmekte hem de bu bölgeden çıkarılacak petrol ve doğal gazın dünya pazarlarına ulaştırılması için gerekli ek petrol ve doğal gaz boru hatlarının yapımı ve güzergah tespiti aşamasında bir fiil işin içinde yer almak istediklerini vurgulamaktadırlar.

Yabancı devletlerin Hazar Havzası’nda yer alan petrol ve doğal gaz rezervlerinin çıkarılması ve dünya pazarlarına ulaştırılması için verdikleri yoğun mücadele, 70 yıl boyunca bu bölgenin adı geçen potansiyelinin tek sahibi durumundaki Rus yetkililerin özellikle 1993 sonrasında sert tepkisi ile karşılaşmıştır. 1991 sonrasında Orta Asya bölgesinde yer alan petrol ve doğal gazın çıkartılması ve sevkıyatı gibi hususlarda tek yetkili değil fakat en fazla yetkiye sahip devlet konumunda  olmak isteyen Rusya, hem Azerbaycan petrolünün İran ya da Türkiye (ki Azeri petrolünü dünya pazarlarına ulaştırmak için inşası düşünülen ve ABD tarafından desteklenen Baku – Ceyhan boru hattı Türkmen doğal gazını ve Kazak petrolünü de herhangi ilave bir boru hattı inşasına gerek kalmadan  dünya pazarlarına ulaştıracaktır) üzerinden dünyaya ulaştırılmasına ilişkin projeye hem de diğer petrol ve doğal gaz projelerine gayet temkinli yaklaşmaktadır. Asıl amacı, Kazak petrolünü Rusya üzerinden Novorossisk limanına getirmek ve buradan da batıya ulaştırmaktır. Böylece, hem büyük ölçüde Kazakistan hem de diğer Hazar bölgesi devletleri üzerinde siyasi ve de ekonomik prestij sahibi olmayı amaçlamaktadır. (Bkz. IISS Stratejik Yorumlar - Milliyet, 23 Haziran 1999; Blank, 1994; Forsythe, 1996) Genelde İran ve Türkiye’nin Orta Asya bölgesinde bulunan petrol ve doğal gazı kendi ülkelerinden geçirmeyi düşündükleri boru hatları ile dünyaya ulaştırma çabaları, özelde ise Amerika’nın bölgedeki petrol ve doğal gaz rezervlerini çıkarma aşamasında expertiz satmayı sıklıkla talep etmesi ve Baku – Ceyhan boru hattı inşasını desteklemesi Rus yetkilileri Orta Asya petrol ve doğal gaz kaynakları üzerinde en etkin olmaya sevk etmektedir.

Rusya Federasyonu’nun Orta Asya cumhuriyetlerinde yer alan petrol ve doğal gaz rezervlerinin çıkarılması ve dünya pazarlarına aktarılması konularındaki net tavrı ve OAC’nin Rusya Federasyonu’na olan siyasi ve ekonomik bağımlılığı göz önüne alındığında, Amerikan desteğini dahi arkasına alan Türkiye’nin Baku – Ceyhan petrol boru hattının realizasyonu meselesini Rusya’yı by-pass ederek çözümlemesi yakın gelecekte pek mümkün görünmemektedir.   
e. Türkiye – Rusya Federasyonu Ekonomik İlişkileri:
Tarihsel süreç içerisinde gözlemlendiğinde, Türkiye – Rusya ekonomik ilişkilerini belirleyen temel etmenin siyaset olduğu ortaya çıkacaktır. Türkiye’nin dev komşusu Rusya karşısındaki tedirginliği, Rusya’nın ise Türkiye’ye ilişkin güvensizliği hem Sovyetler Birliği döneminde hem de 1991 sonrası gelişmelerde iki devlet arasındaki ekonomik ilişkilerin hareket tarzını gayet yakından etkileyen bir faktör olarak karşımıza çıkmaktadır. Rusya ve Türkiye arasındaki siyasi ilişkilerin olumlu seyir gösterdiği dönemlerde iki ülke arasındaki ekonomik ilişkiler de olumlu yönde gelişme kaydetmektedir. 1991 sonrasında iki ülke arasında yaşanan kimi siyasi sorunların Rusya ve Türkiye’nin ekonomik ilişkilerini aynı paralellikte etkilemesi bunun en somut kanıtıdır.

1992 başlarında Türkiye Rusya Federasyonu ile oldukça dostane ilişkiler başlatmıştır. Aynı yıl içinde iki ülke arasında üst düzeylerde karşılıklı ziyaretler gerçekleştirilmiştir. İkili ilişkilerdeki bu sıcak hava Rusya’nın 1993 ortalarında uygulamaya koyduğu dış politika değişikliği ile (ki bu değişiklik Rus yetkililerin OAC’ne ilişkin tutumlarına da direkt yansımıştır) yerini hafif bir gerginliğe bırakmıştır. Bu tarihten itibaren Rusya, Türkiye - OAC  arasındaki yakın ilişkiyi Türkiye’nin Orta Asya bölgesinde etkinliğini artırmak için benimsediği politik bir taktik olarak algılamaya başlamıştır. (Andican, 1997, s.214) Çeçen - Rus savaşında ise, Türkiye baskıcı politikalarından dolayı Rusya’nın tavrını onaylamazken, Rusya Federasyonu Çeçen lider Cahar Dudayev’in Türkiye’ye gerçekleştirdiği iki özel ziyareti dostça bulmadığını belirtmiştir. Ayrıca Rusya, Türkiye’nin 1994 yılında gemilerin Boğazlardan geçiş koşullarına ilişkin yönetmelikte yaptığı değişikliği Boğazlardan geçiş özgürlüğünü sınırlayıcı bir girişim olarak değerlendirmiştir. (Klepatskii and Pospelov, 1996, ss.152-157) Rusya’nın 1991 sonrasında Türkiye’yi eleştirdiği noktalardan bir diğeri de Kara Deniz’de Türk donanmasına ait gemilerin sayısını artırmasıdır. Rus yetkilileri en fazla rahatsız eden husus ise Türkiye’nin Hazar bölgesi petrolünü Avrupa pazarlarına Baku-Ceyhan petrol boru hattı üzerinden ulaştırmadaki ısrarı ve bu amaca ulaşmak için Amerika’nın desteğini sağlama girişimleridir. (Trenin, 1997, ss.61-62)      

Durum Türkiye açısından da pek farklı değildir. Türk yetkililer Rusya Federasyonu’nun  çeşitli meselelerde aldığı siyasi tavırdan hoşnut olmadıklarını açıkça ifade etmişlerdir. Türkiye öncelikle Rus yetkililerin 1991 sonrası düzende bağımsız birer devlet olarak varlık göstermeye başlayan eski Sovyet cumhuriyetleri üzerinde oldukça otoriter ve sınırlayıcı bir politika sürdürmesinden duyduğu rahatsızlığı vurgulamaktadır. İkinci olarak, Türkiye Rusya’nın  Kıbrıs Rum yönetimine gerçekleştirdiği S-300 füzeleri satışının Kıbrıs’taki mevcut askeri dengeyi bozabileceğini ve adada yaşayan Türklerin güvenliğini tehdit edebileceğini öne sürmektedir. Türkiye aynı hassasiyeti Rusya’nın İran, Irak ve Suriye gibi ülkelere yaptığı silah satışı hususunda da göstermektedir. Rusya’nın Ermenistan’da yürüttüğü silahlanma girişimleri Türk makamlarınca diğer bir olumsuz gelişme olarak yorumlanmaktadır. Son olarak, Türkiye Rusya’yı  Suriye’den ayrılan Abdullah Öcalan’nı bir ay boyunca Moskova’da barındırmakla suçlamıştır. Rus yetkililer tarafından yapılan çelişkili açıklamalar 1998 yılının son aylarında iki devlet arasında güven krizinin doğmasına neden olmuştur. 

İşte 1991 sonrasında Rusya – Türkiye arasında yaşanan tüm bu olumsuz siyasi gelişmelerin  Türk – Rus ekonomik ilişkileri üzerindeki etkisi büyük olmuştur. Sorunsuz geçen dönemlerle kıyaslandığında siyasi kriz dönemlerinde Türkiye ve Rusya Federasyonu arasındaki ekonomik alış veriş düşüş göstermiştir. İkili ekonomik ilişkilerdeki en büyük gerileme 1998 yılının ikinci yarısında Rusya’nın karşılaştığı mali kriz neticesinde moratoryum ilan etmesi ile yaşanmıştır. Bunu takiben Türkiye’nin Rusya’ya olan ihracatında ciddi bir gerileme saptanmıştır. Yeni düzende, Türkiye’nin Rusya’dan ithal ettiği doğal gaz miktarı, bu ülke ile   
gerçekleştirdiği dış ticaret hacmi, bavul ticaretinin Türk ekonomisindeki azımsanmayacak önemi ve doğal gaz tüketiminde giderek artan yükselme gibi nedenler göz önüne alındığında, Türk bürokratların Orta Asya bölgesine ilişkin ekonomi politikalarını uygulama aşamasında Rusya ile birlikte hareket etme gerekliliği fark edilecektir.

Birinci bölümde, Türkiye’nin OAC ile mevcut ekonomik ilişkilerini geliştirebilmek ve bu ilişkilerden en üst seviyede fayda elde edebilmek için Rusya Federasyonu faktörünü beş temel nedenden dolayı  dikkate alması gerektiği açıklanmıştır. İkinci bölümde, Türkiye’nin OAC ile geliştirmeyi düşündüğü ekonomik ilişkiler kapsamında Rusya Federasyonu’nun bir engel teşkil etmemesi için bazı öneriler sunulacaktır.
II.  Öneriler:
Detaylı biçimde açıklanan nedenlerden dolayı Türkiye’nin Orta Asya bölgesine yönelik ekonomik beklentilerini Rusya’yı karşısına alarak maksimize edebilmesi olası görünmemektedir. Bu durumda yapılması gereken, Türkiye’nin Orta Asya’daki ekonomik girişimlerine engel teşkil etmeyecek hatta bu girişimleri destekleyecek bir Rus siyasi düşüncesini tesis edebilmek için gerekli girişimlerde bulunmaktır. Buna ilişkin öneriler aşağıda sıralanmaktadır. 
 
1. Türk yetkililer, Türkiye’nin OAC ile siyasi değil ekonomik ve sosyal ilişkileri geliştirmeyi hedeflediğini vurgulamalıdırlar. Mevcut durumda ECO ve BSECO kapsamında OAC ile yürütülen ilişkilerin de nihai amacının siyasi entegrasyon olmadığı sadece ekonomik işbirliği olduğu resmi biçimde açıklanmalıdır,
2.  Türkiye’nin din, dil, etnik köken, tarihi geçmiş gibi ortak özellikleri kullanarak Orta Asya bölgesinde siyasi etkinliğini artırmayı amaçlamadığı önemle belirtilmelidir. 1991’de Sovyetlerin dağılmasının ardından bağımsızlığını kazanan cumhuriyetlere ‘Büyük Ağabey’ şeklindeki yaklaşımın Rusya Federasyonu’nu ne denli rahatsız ettiği hatırlanacak olunursa, bu türden keskin söylem ve vurguların Türkiye’nin Orta Asya’ya ilişkin ekonomi politikalarını olumsuz yönde etkileyeceğini iddia etmek yanlış olmayacaktır,
3. Türkiye’nin Rusya Federasyonu’nun OAC üzerindeki siyasal ve ekonomik etkinliğini tümü ile ortadan kaldırmak gibi bir dış politik amacı bulunmadığı ayrıca bu türden amaçlar güden ve Orta Asya bölgesinde güç mücadelesi içerisinde bulunan devlet ya da devletlerle adı geçen bölge için ekonomik ya da siyasal iş birliğine yönelmeyeceği açıkça ifade edilmelidir,
4. Türk bürokrasisi OAC ile ekonomik ilişkiler hususunda, Türkiye’nin Rusya faktörü nedeni ile tam verim sağlayamayacağını göz önünde bulundurarak, bir eko-strateji belirlemelidir. Bu eko-strateji doğrultusunda bir ilişkiler modeli saptanmalıdır. Bu model, Türkiye – OAC – Rusya Federasyonu ekonomik ilişkiler modeli olmalıdır. Bu modelin temel hedefi, OAC ile gerçekleştirilecek her bir ekonomik ilişki kapsamında Rusya Federasyonu’nun olası davranış biçimini tahmin etmek olmalıdır. Bu modelin etkin biçimde kullanılışı, Türkiye – OAC arasındaki ekonomik ilişkiler bağlamında Rusya’nın bir engel olarak belirmesini engelleyecek böylece hem ilişkilerde gelişme kaydedilecek hem de bu ilişkilerden en üst seviyede fayda sağlanacaktır.
5. BSEC’te olduğu gibi; OAC, Rusya Federasyonu ve Türkiye’nin yer alacağı ortak ekonomik projeler gerçekleştirilmelidir. Bu sayede Rusya kendisini dışlanmış hissetmeyecek ve böylece herhangi bir karşıtlık göstermeyecektir.
 6. Hem siyasi hem de ekonomik etik gereği ve hem de Rusya ile Türkiye arasındaki mevcut ekonomik ilişkiler göz önünde bulundurularak, Rusya Federasyonu’nun sıklıkla maruz kaldığı siyasi ve ekonomik kriz anlarında Rusya karşıtı tavır almak yerine Rusya’yı destekleyici tavır alınmalıdır. Bu türden bir davranış iki ülke arasında güven bunalımı yerine güvenin tesisini getirecektir. Bu şekilde Türkiye OAC ile geliştireceği ekonomik ilişkilerde Rusya’nın şüpheci tavrı yerine desteği ile karşılaşacaktır.

7. Türk bürokrasisi, Orta Asya bölgesi ve Orta Asya cumhuriyetleri ile ilgili üreteceği ekonomik ya da siyasi nitelikteki projelere karşı gelişebilecek olası Rus karşıtlığını dizginlemek amacı ile, bilinçli olarak Rusya Federasyonu’nun karşısında Amerikan siyasi ve ekonomik desteğini aldığını vurgulamaktan vazgeçmelidir. Türkiye’nin 1991 yılından bu yana benimsediği bu türden bir politik davranış biçimi Rusya’nın Orta Asya hususunda Türkiye’ye duyduğu tedirginliğin artmasına neden olmuş ve Türkiye’nin Orta Asya politikalarını tıkamıştır. Türkiye, Amerikan desteğini siyasi bir koz olarak kullanmak yerine daha bağımsız ve de münferit politikalarla adı geçen bölgede çok daha sınırlı sayıda ve seviyedeki bir Rus engeli ile karşılaşacak, bu da Türkiye’nin bölgedeki işini kolaylaştıracaktır.  
8. Türk devleti, iki yeni devlet başkanı Ahmet Necdet Sezer ve Vladimir Putin ile başlayan yeni süreçte (Putin her ne kadar Boris Yeltsin’in ekonomik ve politik çizgisini aynen devam ettirse de), Türkiye – Rusya Federasyonu arasındaki ilişkiler hususunda yeni bir sayfa açıldığına inanarak yeni Rus devlet başkanına Türkiye’nin Orta Asya’ya yönelik siyasi ve ekonomik hedeflerini ikili resmi ziyaretler kapsamında açıklıkla ifade etmelidir. Bu bir iyi niyet göstergesidir ve gelecekteki ilişkilerin niteliğini belirleme aşamasında gayet olumlu bir etkide bulunma gücü vardır. 

İkinci bölümde, Türkiye’nin OAC ile geliştirmeyi düşündüğü ekonomik ilişkiler kapsamında Rusya Federasyonu’nun bir engel teşkil etmemesi için bazı öneriler sunulmuştur. Üçüncü bölümde ise, ikinci bölüm kapsamında sunulmuş olan önerilerin uygulanması durumunda bu önerilerin Türkiye’nin OAC ile ilişkileri üzerindeki olası olumlu etkilerinden bahsedilecektir.
III. Olası Olumlu Sonuçlar:
Türk bürokratlarının OAC ile kurup geliştirecekleri ekonomik ilişkilerden en üst seviyede fayda elde edebilmeleri için Rusya faktörünü dizginleyecek bir dizi öneriyi ikinci bölümde sunduk. Bu önerilerin hayata geçirilmesi durumunda Türkiye’nin karşılaşacağı olası olumlu gelişmeler ise şu şekilde özetlenebilir:

1. Türkiye Orta Asya bölgesine yönelik ekonomi politikalarını gerçekleştirme aşamasında Rusya Federasyonu’nu kızdıracak tavırlardan kaçınırsa ve hatta bu devletle Orta Asya bölgesi için işbirliğine girerse hem adı geçen bölge için önemli bir engeli bertaraf  edecek hem de Rusya ile mevcut ekonomik ilişkilerini geliştirme şansına sahip olacaktır.
2. Türkiye Orta Asya bölgesindeki cumhuriyetlerle geliştirmeyi amaçladığı ilişkiler bağlamında Rusya’yı karşısına değil yanına alarak adı geçen devletin değinilen hususta duyduğu tedirginliği ve güvensizliği ortadan kaldırmış olacaktır. Bu gelişme ise Türkiye’nin ekonomik anlamda OAC ile daha fazla sayıda ve daha etkin projeler gerçekleştirmesini sağlayacaktır.  
3. Türkiye Orta Asya bölgesi için Rusya ile geliştireceği iyi ilişkiler neticesinde  Baku-Ceyhan petrol boru hattı projesinin hayata geçirilmesi konusunda Rusya’nın onayını alırsa ekonomik açıdan büyük avantajlar elde edecektir. Adı geçen boru hattının realizasyonunun Türk ekonomisine getireceği olumlu katkı hususunda  birinci derecede yetkili kişi Enerji ve Tabi Kaynaklar Bakanı Cumhur Ersümer’in açıklamaları dikkate değerdir. Ersümer’e göre; proje tam kapasiteye ulaştığında yılda 50 milyon ton petrol Baku’den Ceyhan’a aktarılacaktır. Türkiye’nin yıllık petrol tüketimi 30 milyon tondur, bu tüketim 2010 yılında 45 milyon tona ulaşacaktır. Ayrıca bu proje gerçekleştiğinde Türkiye 16 milyar metre küp doğal gaz satın alacak ve aynı miktarda doğal gazı Avrupa’ya pazarlayacaktır. 2.4 milyar dolar tutarındaki petrol boru hattının inşası ise Türk ekonomisi üzerinde diğer bir olumlu etkiye sahip olacaktır. (Milliyet, 18 Kasım 1999) 
4. Türkiye Orta Asya cumhuriyetleri ile geliştireceği ilişkiler hususunda Rusya Federasyonu’nun hassasiyetini göz önünde bulundurduğu takdirde bu devletin Türk bürokrasisinin ekonomik ve siyasi ilişkilerde gayet büyük bir temkinlilikle yaklaştığı devlet ya da devletlere yönelik olası kışkırtıcı tutumunu da engelleyebilecektir. PKK terörünün ve Türkiye’de faaliyet gösteren İran menşeli köktendinci islami terör örgütlerinin ülkemizde ne denli büyük bir ekonomik külfet ve siyasi kaosa neden olduğu göz önünde bulundurulacak olunursa, Türkiye’nin Orta Asya’da Rusya’yı kızdıracak herhangi bir girişiminin Türkiye’ye Rusya’nın politik bir misillemesi olarak geri dönebileceği ihtimali oldukça yüksektir. Rusya’nın PKK’ya verdiği düşünülen siyasi ve ekonomik destek ve yeni düzende İran ile ilişkilerini geliştirme isteği, bu devletin Türkiye’nin Orta Asya politikalarında hoşnut olmadığı durumlarda adı geçen bu iki unsuru Türkiye’ye karşı kullanabileceği ihtimalini güçlendirmektedir. Bu durumda, Türkiye’nin Orta Asya bölgesinde Rus siyasi elitleri arasında tepki uyandırmayacak, ölçülü ve radikal olmayan girişimlerde bulunması değinilen ihtimali de bir ölçüde engelleyecektir.     

Sonuç
1991 yılında Sovyetler Birliği’nin dağılmasını takip eden süreçte Orta Asya bölgesinde dört müslüman ve Türk kökenli (Kazakistan, Türkmenistan, Özbekistan, Kırgızistan) ve bir şii, Farsi kökenli (Tacikistan) toplam beş bağımsız cumhuriyet kurulmuştur. Türkiye özellikle adı geçen dört cumhuriyetle din, dil, etnik köken ortaklığı ve yoğun tarihsel geçmiş gibi nedenlerle ikili ya da çok yönlü ilişkiler kurmaya başlamıştır. Türkiye’nin bu ilgisi dört Orta Asya cumhuriyeti tarafından büyük bir hoşnutlukla karşılanmıştır. Bununla birlikte ilişkilerdeki bu olumlu gelişme ancak 1993 yılının ortalarına kadar devam edebilmiştir. 1993 yılında Rus bürokrasisi tarafından benimsenen yeni dış politika doktrini ile Rusya o yıla dek pek önemsemediği bu cumhuriyetlerin iç ekonomik ve siyasal gelişmelerini ve dış bağlantılarını yakından gözlemlemeye başlamıştır. Diğer bir deyişle, bu tarihten itibaren adı geçen bölgede Türkiye’nin önüne Rusya faktörü çıkmıştır ve 1991’den bu güne Türkiye-OAC arasındaki ekonomik ilişkiler kapsamında kat edilen mesafe oldukça sınırlı kalmıştır.

Bu noktada asıl mesele, Rusya’nın açıklanan nedenlerle bu bölgede ve bölgedeki cumhuriyetler üzerindeki etkinliğini artırarak devam ettireceği gerçeğini göz önünde bulundurarak Türkiye’nin Orta Asya bölgesine ilişkin ekonomi politikalarını Rusya’nın bu bölgedeki ekonomik ve siyasi hassasiyetini dikkate alarak tespit ve de tayin etmesi gerektiğidir. Rusya Federasyonu’nu Orta Asya bölgesinde Türkiye karşısında bir rakip hatta bir hasım olarak değerlendirerek halen güçlü olan bu devletin tepkisini çekmek yerine adı geçen devletle Orta Asya bölgesi için ortak projeler geliştirmek ve uygulamak daha akılcı görünmektedir. Bu türden bir politika, hem Türkiye-OAC ekonomik ilişkilerinin gelişmesini sağlayacak hem de Türkiye’nin bu bölgeye ve bölgedeki cumhuriyetlere yönelik ekonomik beklentilerini gerçekleştirmesine yardımcı olacaktır.   

Kaynakça
-Alexandrov, Yuri G., 1993. “Central Asia: Specific Case of Economic Underdevelopment”. State, Religion and Society in Central Asia - A Post-Soviet Critique, Vitaly Naumkin (ed.) içinde. Reading: Ithaca Press.
-Andican, Ahad, 1997. “Türkiye-Rusya İlişkileri Üzerine Düşünceler”, Yeni Türkiye (Ankara), no.16.
-Bacık Gökhan ve Fahrettin Canbaş, 1999. “Kimlik, Din, Tarih ve Dış Politika Tartışmaları Işığında Rusya”. Avrasya Dosyası (Ankara), no.2.
-Baev, Pavel K., 1997. Challenges and Options in the Caucasus and Central Asia. Pennsylvania: U.S. Army War College Strategic Studies Institute.
-Blank, Stephen, 1994. “Russia, the Gulf and Central Asia in a new Middle East”, Central Asian Survey, no.13(2).
-Blank, Stephen J., 1994. Energy and Security in Transcaucasia. Pennsylvania: U.S. Army War College Strategic Studies Institute.
-Conway, Patrick, 1994. “Kazakhstan: Land of Opportunity”, Current History, no.582.
-Forsythe, Rosemarie, 1996. The Politics of Oil in the Caucasus and Central Asia, Adelphi Paper 300. Oxford University Press.
-Gökay, Bülent, 1998. “Caspian Uncertainties:Regional Rivalries and Pipelines”, Perceptions-  Journal of International Affairs (Ankara), no.1.
-Kimura, Yoshihiro, 1993. “Central Asia and the Caucasus-Nationalism and Islamic Trends-with special reference to Central Asia and the Caucasus-”. Turkey in A Changing World, Şükrü S. Gürel, Şamil Ünsal and Yoshihiro Kimura (eds.) içinde. Tokyo: Middle East Studies Series, no.33.
-Klepatskii, L. ve V. Pospelov, 1996. “The Black Sea Straits: An Artery of Life”, International Affairs (Moscow), no.2.
-Kulchik, Yuriy, Andrey Fadin ve Victor Sergeev, 1996. Central Asia After the Empire. London: Pluto Press.
-Lepingwell, John W. R., 1994. “The Russian Military and Security Policy in the “Near Abroad”, Survival (London), no.3.
-Mesbahi, Mohiaddin, 1994. “Russia and the Geopolitics of the Muslim South”. Central Asia and the Caucasus after the Soviet Union Domestic and International Dynamics, Mohiaddin Mesbahi (ed.) içinde. University Press of Florida.
-Milliyet, 23 Haziran 1999. “Hazar Petrolü İyimserlik Vermiyor”, (International Institute for Strategic Studies-London tarafından yayınlanan Strategic Comments adlı rapordan alıntı yapılmıştır).
- Milliyet, 18 Kasım 1999. “Enerji Müjdesi”, Taha Akyol tarafından aktarılmıştır.
-Nissman, David, 1994. “Turkmenistan (Un)transformed”, Current History, no.582.
-Pala, Cenk ve Emre Engür, 1998. “Kafkasya Petrolleri 21. Yüzyılın Eşiğinde Hazar Havzası ve Türkiye”, İşletme ve Finans (Ankara), no.152.
-Razov, S., 1997. “New Developments in Central Asia”, International Affairs (Moscow), no.3.
-Trenin, Dimitri, 1997. “Russia and Turkey: A Cure From Schizophrenia”, Perceptions-Journal of International Affairs (Ankara), no.2.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder