28 Ağustos 2007 Salı

Türk Dış Politikası:Üçlü Koalisyon Dönemi


KONA, Gamze Güngörmüş (2008), "Üçlü Koalisyonun Dış Politikası", Prof.Dr. Haydar Çakmak (Der.), 912-919, Platin Yayınları, ISBN 978-9944-137-25-6, Ankara, 2008.

ÜÇLÜ KOALİSYONUN DIŞ POLİTİKASI (2000-2008 Dönemi Türk Dış Politikası)
Türk Dış Politikası kapsamında adeta gelenekselleşen “koalisyon hükümetleri verimsizdir“ inancı DSP-ANAP-MHP koalisyon hükümeti döneminde de pekişerek devam etmiştir. Büyük bir destek ve umutla başlayan süreç, yaşanan iç siyasal çalkantılar ve 2000-2001 mali krizleri gibi iki başat nedenle sona ermiştir. Bu makale kapsamında koalisyon hükümetinin dış politik icraatları ve dış politikayı dolaylı yoldan etkileyen iç politik uygulamaları açıklanacak, koalisyon hükümetinin dış politik tavrını etkilemeyen hiç bir hususa değinilmeyecektir.
DSP-ANAP-MHP Koalisyon Hükümeti Döneminde Mali Krizler ve Dönemin Dış Politikası Üzerindeki Etkisi
Koalisyon hükümeti döneminde Türk dış politikasını doğrudan etkileyen konulardan biri 2000 ve 2001 yıllarında yaşanan mali krizlerdir. ANAP-DSP Koalisyon Hükûmetinin IMF ile başlattığı ve 1998 Temmuz ayında imzalanan Yakın İzleme Anlaşması ile sonuçlanan görüşmeler, son on yıllık dönemi kapsayacak olan en uzun dönemli (1998-2008) Türkiye-IMF ilişkilerinin başlangıcını oluşturmaktadır. Yakın İzleme Anlaşmasının ek metni olan Ekonomik Politikalar Bildirgesi’nde yer alan kararlara göre hükümet, bankacılık ve sosyal güvenlik alanlarında yapısal değişiklikler getiren yeni yasal düzenlemeler yapacak, tahkim ile ilgili Anayasal değişiklikler gerçekleştirecek, özelleştirmede POAŞ, THY, ERDEMİR hisselerini satacak, TEDAŞ dağıtım işletmelerinin işletme haklarını devredecek, TELEKOM’da % 49 hissesini satacaktı, 1999 sonuna kadar mevcut tarımsal destekleme araçlarının tümünü yürürlükten kaldıracaktı. Ancak, Yakın İzleme Anlaşması’nın uygulamasının beşinci ayında, Ekonomiden Sorumlu Bakan Bakanlık görevinden alındı. Hükümet istifa etti ve Nisan 1999 tarihinde bir azınlık hükûmeti oluşturuldu. DSP azınlık hükûmeti seçimler sonrası oluşacak hükûmetin Yakın İzleme Anlaşmasındaki hedefleri koruyacağı güvencesini taşıyan bir ‘Anlayış Birliği Mutabakatı’nı IMF ile 1999 Ocak sonunda imzaladı. DSP-ANAP-MHP koalisyon hükümeti güven oyu aldıktan kısa bir süre sonra Ekonomik Politikalar Belgesi’nde verilmiş olan dört taahhüdü yerine getirmek üzere harekete geçti. Haziran ayında TBBM’de Bankacılık Yasası (BDDK’nın kurulması - Bankacılık denetim ve gözetim yetkisinin Hazineden alınması) görüşüldü. Hemen arkasından SSK Yasası gündeme geldi ve kabul edildi. Daha sonra Anayasa değişikliği gerçekleştirilerek tahkim uygulamasının önündeki engeller kaldırıldı. Temmuz-Aralık 1999 dönemi içinde tarımsal kesimde uygulanan destekleme araçları birbiri ardınca Bakanlar Kurulu kararları ile yürürlükten kaldırıldı. 1997 Kasım ayında başlatılan bir süreç iki yıl sonra orta vadeli bir istikrar ve yapısal reform programına dönüştü. Fakat Programın uygulaması 2000 Kasım/2001 Şubat krizlerine yol açtı.[1]
Kısaca; 1999 yılında kurulan DSP-ANAP-MHP hükümeti de bir stand-by ile işe başlamış, kısa vadede ortaya muhteşem bir tablo çıkmış fakat daha sonra yapısal reformları rafa kaldırdıkları için, ekonomiye zararı çok daha fazla olmuştur. En basit özelleştirme konusunda bile anlaşamayarak, çok daha önemli reformları yapamayacaklarını net bir şekilde ortaya koymuşlardır.[2] Tam liberalleşme yapılamayarak özelleştirme işlemleri istenen düzeyde olmamış ve yabancı sermayeye tam serbesti sağlanamamış, sonuçta da bu hükümet 2001 ekonomik krizinden sonra uzun süre iktidarda kalamamıştır. 2001 krizinden sonra Dünya Bankası’ndan Kemal Derviş gelerek, Ekonomi Bakanı olmuş ve IMF’nin Türkiye’ye verdiği krediyi 30 milyar dolara kadar yükseltmiştir. Bu arada birçok bankaya el konmuş ve yabancı banka ve kuruluşların ve alacaklarının ödenmesi devletçe garanti edilmiştir, fakat kanımızca IMF yine tam tatmin olamamıştır.[3]
DSP-ANAP-MHP koalisyon hükümetinin bir anlamda sonunu getiren fakat ekonomik bağlamda bir sonraki hükümete olumlu anlamda miras bıraktığı ekonomi politikalarını Erol Tuncer Vatan Gazetesi’ne vermiş olduğu mülakatta farklı bir bakış açısıyla şu şekilde özetlemektedir : “Hangi iktidar gelse temelleri bir önceki hükümet tarafından atılan, bu ekonomik istikrar programını sürdürmek zorunda kalacaktı. Aslında AKP iktidara geldiğinde, yaklaşık bir 6 ay kadar, IMF uygulamasından çıkmayı ciddi olarak denedi. Ancak, 5-6 ay sonra görüldü ki, IMF’den kurtulmanın en iyi yolu, bu istikrar programını uygulamaktır. Bu anlamda Kemal Derviş AKP’nin şansı oldu denilebilir. AKP’nin başka bir şansı daha oldu; sıkıntılı günler DSP-ANAP-MHP koalisyon hükümeti döneminde atlatıldı... Ama tam istikrar programının meyvelerini toplamaya başlayacakları sırada erken seçim kararı verildi ve AKP iktidara geldiğinde olumluya dönmüş bir tabloyla karşılaştı. Bu da AKP için büyük bir şanstır…”[4]
DSP-ANAP-MHP Koalisyon Hükümeti Döneminde Türkiye-AB İlişkişleri
DSP-ANAP-MHP koalisyon hükümetinin bir diğer dış politika çıktısı AB-Türkiye ilişkileri bağlamında kendini göstermiştir. Bülent Ecevit, 1999 yılı yazında aday sayılma talebinde ve Kopenhag siyasî kriterlerini yerine getirme taahhüdünde bulunur. 1999 Aralık ayında ise Türkiye’nin aday sayıldığı Helsinki Zirvesi yapılır; o sırada DSP-ANAP-MHP koalisyon hükümeti iktidardadır. Helsinki’de yapılan AB Zirvesi’nde Türkiye’nin adaylığı resmileşirken, adaylık sürecinin işlemesi için bazı konuların çözümlenmesi koşul olarak öne sürülmüştür. Kıbrıs ve Ege meselelerinin halli de bu konuların arasında yer almıştır. Bu koşula göre; Türkiye ve Yunanistan arasındaki sorunlar uzlaşı yolu ile çözülecek, çözülmez ise sorunu Avrupa Konseyi ele alacaktı. Yunanistan bu şartı mevcut sorunların doğrudan Adalet Divanı’na gideceği şeklinde yorumlarken, Türkiye bu şekilde yorumlanamayacağını belirtmiştir. Türkiye’yi Lüksemburg’da dışlayan AB Helsinki’de neden bu tavır değişikliğine başvurmuştur? Nedenlerden ilki, Türkiye’nin Kopenhag Kriterleri kapsamında gerçekleştirdiği bir dizi düzenlemenin AB nezdinde olumlu etki yaratmasıdır. İkinci neden, Almanya’da Hristiyan Demokratların yerine Sosyal Demokratların iktidara geçmesiyle birlikte Almanya’nın Türkiye’nin AB üyeliğine sıcak bakmaya başlamasıdır. Üçüncü neden, Lüksemburg Zirvesi’nin ardından AB ile ilişkileri siyasi yönden askıya alan Türkiye’yi AB üyesi ülkelerin istediği gibi yönlendirebilme şansından uzak kalmalarıdır. Son neden ise, Türkiye’nin AB üyeliğine tam destek veren Clinton yönetiminin AB üyesi ülkeleri bu alanda etkileme gücünün sonuç vermesidir.[5]
Koalisyon hükümeti döneminde AB üyeliği kapsamında yaşanan tüm bu olumlu gelişmelere karşın bir dizi olumsuz gelişmeden de söz etmek yerinde olacaktır. 1999 yılı Haziran ayında Köln’de yapılan Avrupa Konseyi toplantısında AB’nin özellikle kriz çözümlerine yönelik olarak oluşturmayı hedeflediği Avrupa Güvenlik ve Savunma Politikası’nın (AGSP) temelleri atılmıştı. Bu doğrultuda AB, AGSP’yi oluşturabilmek için sahip olduğu kaynakların yeterli olmayacağını öne sürerek NATO’nun imkan ve kabiliyetlerinden yaralanmayı kararlaştırmıştır. Bu durumda, AB üyesi olmayan fakat NATO üyesi olan Türkiye operasyon aşamasında karar zemininde değil danışma zemininde (o da bazı koşullarda) yer alacaktı. Kıbrıs ve Yunanistan gibi konularda Türkiye’nin bu sürecin dışına itilmesi Türk karar alıcılar tarafından hoşnutsuzlukla karşılandı. Bu hoşnutsuzluğun kısmi telafisi ancak Aralık 2002 Kopenhag Zirvesi’nde yapıldı. Bu Zirve’de alınmış olan karar neticesinde Türkiye’ye AGSP’nin NATO üyesi bir ülkeye karşı kullanılmayacağı sözü verilmiş ve Kıbrıs Rum Yönetimi’nin bazı meselelerde NATO kaynakları kullanılarak düzenlenecek AB operasyonlarında yer almaması kararlaştırılmıştır. Bunun yanı sıra, 1999 Helsinki Zirvesi ile aday ülke statüsü tanınan Türkiye’nin Avrupa Birliği’nden alacağı mali yardımlarda insan hakları konusunun iyileştirilmesi şartına bağlanmıştır. Ayrıca, Koalisyon hükümeti döneminde Avrupa Birliği’ne ilişkin olarak alınan kararlar ve yapılan reformlar AB üyesi ülkeleri hoşnut ederken Türkiye’nin farklı kurumları arasında görüş ayrılıklarına yol açmıştır. Bilindiği gibi Türkiye'deki ilk reform paketleri DSP-ANAP-MHP koalisyon hükümeti zamanında geçmiştir. Kemal Derviş'in Türkiye'ye gelip ulusal programı yapması ile sadece ekonomik liberalleşme değil, siyaseten de liberalleşme reformlarının temeli atılmıştır. 1999 önemli bir milattır. 2001 mali krizi ve bunun getirdiği yeniden yapılanma önemli bir başka milattır. 1999'dan sonra, özellikle Türkiye-AB ilişkileri farklı bir düzleme geçtiği zaman, yani resmi olarak aday üye ilan edildikten ve AB ile olan ilişkilerinde ulusal program, katılım anlaşması belgesi ortaya çıktıktan sonra, Türkiye'de hem asker hem de dışişleri içinde çatlaklar başlamıştır. Genel olarak bu iki geleneksel kurum üçe bölünmüştür: Avrupacılar, Amerikancılar ve milliyetçi çizgi Asyacılar. Amerika taraftarları çok fazla ses çıkarmadılar, çünkü Amerika'nın özellikle 11 Eylül'den sonraki karnesine bakınca çok fazla tutulabilir yanı yoktu. Diğer yandan, İran ve Rusya'ya yaklaşalım diyen Avrasyacılar da çok fazla kabul görmedi. O yüzden bir yerde gerek dışişleri gerekse asker içinde AB yandaşlarının epeyi yol aldığını görüyoruz ve bu çatlağın daha fazla büyüdüğünü görüyoruz.[6]
Lüksemburg’da dışlanan Türkiye, Helsinki’de “aday ülke” sayılmış ve Katılım Ortaklığı Belgesi’ni imzalayarak Ulusal Program hazırlamayı taahhüt etmiştir. Bunun sonucunda, süreç içerisinde; idam cezası kaldırılmış, ana dilde yayın ve eğitim hakkı tanınmış, düşünce özgürlüğü önündeki engeller önemli ölçüde kaldırılmış, MGK sivilleştirilmesi kararı öneri haline getirilmiş, OHAL kaldırılmış, DGM’ler kaldırılmış, Dernekler Kanunu liberalleştirilmiş, AİHM kararları gereği yeniden yargılama yapılmış, işkenceye son verilmiş, AİHS’ye ekli bütün protokollere taraf olunmuş, insan hakları konularında uluslar arası hukuk kurallarının iç hukuk kurallarına önceliği sağlanmıştır.[7]
DSP-ANAP-MHP Koalisyon Hükümeti Döneminde Türkiye-ABD İlişkişleri
DSP-ANAP-MHP koalisyon hükümetinin bir diğer dış politika çıktısı ABD-Türkiye ilişkileri bağlamında kendini göstermiştir. ABD bu dönemde PKK’yı etkinsizleştirme, Hazar petrolünün Bakü-Ceyhan boru hattıyla Türkiye üzerinden pazarlanması ve BAB, AB ve AGSP gibi konularda Türkiye’ye tam destek verdi. İnsan hakları konusunda Türkiye’ye Avrupa devletleri gibi dayatmacı bir tutum içinde olmadı. Kasım 1999 AGİT Zirvesi’nde Türkiye’ye verdiği destek iyice belirginleşti. Abdullah Öcalan’ın 1998 yılında Suriye’den çıkarılması ile başlayan ve 15 Şubat 1999’da Türkiye’ye getirilmesiyle neticelenen süreçte ABD’nin muhtemel katkısından söz etmemek mümkün değildir. ABD tarafından Türkiye’ye belirtilen hususlarda verilmiş olan destekte bazı konuların pay sahibi olduğunu belirtmekte yarar görüyorum. Rusya’nın ikinci Çeçenistan müdahalesiyle belirginleşen Kafkasya’da nüfuz genişletme çabaları, dağılmanın ardından “arka bahçesi” olarak nitelendirdiği Orta Asya’da başat güç olma arzusunun engellenmesi, Kafkasya ve Orta Asya’da yer alan enerji kaynaklarının Batı pazarlarına aktarılmasında tek yetkili devlet olma hedefinin engellenmesi, Irak’ta Saddam rejimini yakından denetleyebilmek için İncirlik hava üssünü istediği şartlar alında ve zamanda kullanma ihtiyacının karşılanması gibi konularda ABD doğal olarak Türkiye’nin desteğine ihtiyaç duymuş ve ilişkilerini geliştirme yoluna gitmiştir. Bu bağlamda, 1999 yılında dönemin Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel NATO toplantısı nedeniyle, dönemin Başbakanı Bülent Ecevit ise dönemin ABD Başkanı Bill Clinton’un daveti üzerine ABD’yi ziyaret etmişlerdir. Hemen ardından, yine 1999 yılı içinde Kasım ayında AGİT Zirvesi için İstanbul’a gelen Başkan Clinton Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde yaptığı konuşmada iki ülke ilişkilerine yönelik gayet olumlu mesajlar vermiştir.
Diğer taraftan Türkiye DSP-ANAP-MHP koalisyon hükümeti döneminde; Balkanlar’da, Irak ve İran politikaları özelinde, Kafkaslar ve Orta Asya’da benimsediği politikalar genelinde, İsrail ile ikili ilişkiler bağlamında ABD politakalarının destekleyicisi olmuştur. ABD 1999’da meydana gelen Yugoslavya krizinde ABD ile ortak politikalar geliştirmiş ve uygulamıştır. ABD önderliğinde Nato üyesi ülkelerin uçaklarıyla başlatılan bombalamanın ardından Yugoslavya direncini artırınca ABD Türkiye’deki üsleri de kullanmak istedi. Bu istek üzerine Türkiye Bandırma ve Çorlu’daki üslerini ABD’nin kullanımına açtı. ABD’nin Saddam rejimini devirebilmek ve İran’ı bölge politikalarında etkinsizleştirmek amacıyla bu iki ülkeye yönelik olarak uyguladığı çifte çevreleme politikasına Türkiye tam destek vermiştir.[8] Dönemin ABD Savunma Bakanı William Cohen tarafından 1999 yılında Irak’ta Saddam rejimi devam ettiği sürece Çekiç Güç’ün kaldırılmayacağına ilişkin olarak yapılan açıklama Türkiye’de oluşturulduğu ilk günden beri huzursuzluk yaratan bu konuda dahi Türk yetkililerinin olumsuz bir karşı açıklaması ile neticelenmemiştir. ABD’nin Doğu Akdeniz ve Orta Doğu’da etkinliğini daha da artırmasıyla neticelenen Türkiye-İsrail ilişkilerinin güçlendirilmesi süreci bu döneme belirgin bir biçimde damgasını vurmuştur.
DSP-ANAP-MHP Koalisyon Hükümeti Döneminde Türkiye-Orta Doğu Ülkeleri İlişkileri
İran’ın İslami rejimini ihraç etmesi ihtimalinden duyulan kaygı, Kemalist aydınların katledilmesinde ya da katledenlere verilen destek sürecinde İran’ın dahli olduğu şüphesi, Türk Hizbullahı üzerindeki olası İran etkisi, PKK militanlarına İran tarafından verildiği iddia edilen destek gibi konular Türkiye- İran ilişkileri kapsamında her dönem değerlendirmeye tabi tutulmuştur. Koalisyon hükümeti döneminde tüm bu belirtilen kökleşmiş sorunlar etkinliğini korurken fiili olarak, ikili ilişkiler kapsamında üç temel sorun kendini göstermiştir. Bunlardan ilki, 1999 yılı Temmuz ayında İran sınır birlikleriyle Türk hava kuvvetlerine ait uçaklar arasında, Türk yetkili makamlarınca İran’da bulunduğu addia edilen PKK kampları nedeniyle doğan sıcak çatışma meselesidir. İkincisi yine 1999 Temmuz’unda İran’daki rejim muhaliflerinin İran’daki mollalara karşı protestolarını destekleyici açıklamada bulunan Başbakan Bülent Ecevit’in İran’ın Türkiye’ye yönelik tavrını keskinleştirmesine elverişli bir ortam sağlamış olmasıdır. Tüm diğer gerginlikler gibi kısa bir süre sonra unutulan bu iki gerginliğin ardından ilişkiler eski görünüme kavuşmuştur.
Özellikle 1990’ların ikinci yarısından itibaren giderek kesifleşen Türkiye-İsrail ilişkileri DSP-ANAP-MHP koalisyon hükümeti tarafından da derinleştirilerek devam etmiştir. İkili ilişkiler; İkinci İntifada esnasında İsrail’in sertlik politikası, bir İsrailli Bakan’ın Ermeni soykırımı iddialarını gündeme getirmesi gibi iki küçük olumsuzluğun dışında üst düzey resmi ziyaretler çerçevesinde, özellikle de askeri alanda artarak devam etmiştir.
DSP-ANAP-MHP koalisyon hükümeti öncesinde yüzleşilen bir dizi iç politik gelişmenin ardından yaşanan 28 Şubat 1997 sürecini takip eden dönemde Türk Genelkurmayı irtica ve bölücü terör tehdidini birinci öncelik olarak tespit etmiş ve bölücü teröre destek veren İran ve Suriye’ye karşı askeri güç kullanma ihtiyacının hasıl olabileceğini ifade etmiştir. Bu ifadenin ardından dönemin Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Atilla Ateş’in “Suriye sabrımızı taşırmaktadır” şeklindeki açıklaması iki ülke ilişkilerini iyiden iyiye gerginleştiren unsurlar arasındaydı. Türkiye’nin bu kararlı askeri ve politik tutumunun ardından Öcalan Suriye’yi terk etmek zorunda kalmıştır. Suriye devlet başkanı Hafız Esad’ın ölümünün ardından Beşar Esad’ın yönetimi üstlenmesiyle birlikte Suriye ile ilişkiler yumuşamaya başlamıştır.
Türkiye’nin DSP-ANAP-MHP koalisyon hükümeti döneminde Irak ile ilişkiler ise daha çok ABD’nin Saddam ve Kuzey Irak politikası çerçevesinde şekillenmiştir. Bu dönemde daha çok ABD’nin Irak politikalarını uygulamasında kolaylık gösteren bir tavır benimseyen Türk dış politikası karar alıcılarının bu ilişkiler bağlamındaki başlıca hedefi; düzenlenmesi kuvvetle muhtemel Irak operasyonunun ardından belirecek yeni Irak, yeni Kuzey Irak ve Türkiye üçgeninde ABD’nin mümkün olduğunca Türkiye’yi kollayan politikalar geliştirmesini ve uygulamasını sağlamaktı.
DSP-ANAP-MHP Koalisyon Hükümeti Döneminde Türkiye-Balkan Ülkeleri İlişkileri
DSP-ANAP-MHP koalisyon hükümeti döneminde Türkiye-Yunanistan İlişkilerinin yumuşaması; Abdullah Öcalan’ın 1999 yılında Kenya’daki Yunanistan Büyükelçiliği’nde yakalanmasının ardından Yunanistan’ın Türrkiye’ye PKK dahil terör eylemleri uygulayanlara destek politikasını gözden geçirmesi, Türkiye’de yaşanmış olan yıkıcı Ağustos 1999 depremi ardından Yunanistan’ın Türkiye’ye yönelik sıcak tavrı, dönemin iki ülke Dışişleri Bakanları İsmail Cem ve Yorgo Papandreu’nun gayet dostane temasları, o dönem iktidarda bulunan Kostas Simitis hükümetinin yönetim kadrosunda yer alan Türkiye aleyhtarı karar alıcıları etkinsizleştirmesi gibi başlıca dört temel sebebe dayanmaktaydı. Kıbrıs ve Ege Denizi’ni ilgilendiren tüm sorunlar niteliğini ve varlığını korumakla birlikte Türkiye-Yunanistan ilişkileri bu dönemde iyi niyet çerçevesinde yürütülmüştür.
DSP-ANAP-MHP koalisyn hükümeti döneminde Balkan coğrafyası kapsamında diğer bir dış politika uygulamamız 1999 yılında meydana gelen Kosova krizi bağlamında gerçekleştirilmiştir. Türkiye bölgeye yönelik Nato girişimini desteklemiş, Arnavutluk’a askeri birlik göndermiş, Belgrad yönetiminin etnik temizlik uygulayacağı endişesiyle Makedonya topraklarına geçen mültecilerin bir kısmına kapılarını açmış, diğer kısmına ise insani yardımda bulunmuştur. Ayrıca Türkiye bu dönemde ABD’nin Balkanlar’da en büyük destekçisi olmuştur.
DSP-ANAP-MHP Koalisyon Hükümeti Döneminde Türkiye-Rusya Federasyonu/Orta Asya Cumhuriyetleri/Kafkasya Ülkeleri İlişkileri
Koalisyon hükümeti döneminde Orta Asya Cumhuriyetleri (OAC) ile Türkiye arasında gelişen ilişki daha çok eğitim ve kültür alanında kendisini göstermiştir. OAC kapsamında açılan Türk okullarının sayısı Başbakan Bülent Ecevit’in de desteği ile artış göstermiştir. Kültürel ve tarihi ortaklığa yapılan vurgu temelinde yürütülen ilişkilerde Türkiye leyhine ekonomik ve siyasal bir gelişmeden söz etmek bu dönem için mümkün olmamıştır. Daha çok siyasal açıdan istikrarlı, ekonomik açıdan ise güçlü ve istikrarlı, kendileri için sermaye sağlayabilecek, yoğun yatırımlar gerçekleştirebilecek ve Rusya Federasyonu karşısında güçlü durmalarını sağlayacak Batılı devletlerle ilişki geliştirmeye yönelen OAC’ın Türkiye ile olan ilişkileri tüm bu nedenlerle eski seviyesine ulaşamamıştır.
Kafkasya’da ise Ermenistan diaspora politikasını başarıyla devam ettirerek Türkiye’yi dış politik alanda daha kırılgan duruma getirmiş, Azerbaycan’la ilişkiler “İki devlet bir millet” şeklindeki duygusal kavramsallaştırmadan öteye gidememiş, Gürcistan’la ise ilişkiler her dönem olduğu gibi Rusya Federasyonu’nun gölgesinde devam etmiştir. Bu dönemde Türkiye için Kafkasya politikası bağlamında en olumlu gelişme Baku-Tiflis-Ceyhan boru hattının gelecek dönemde Türkiye’ye getirebileceği olumlu kazanımların hesabı olmuştur.
Rusya Federasyonu ise 1999 yılında ikinci Çeçenistan operasyonunu başlatmış ve bu süreçte Türkiye’nin Çeçen direnişçilere lojistik ve maddi destek sağladığını ifade etmiştir. Türkiye kamuoyunun birinci Çeçen Savaşı’ndan daha az bir tepkiyle karşıladığı ve Rusya Federasyonu’nu daha mutedil bir hava içinde eleştirmeyi yeğlediği ikinci Çeçen Savaşı süreken Başbakan Bülent Ecevit 1999 yılı Kasım ayındaki Rusya gezisini iptal etmeyerek gerçekleştirmiştir. Bu gelişmenin yanısıra; Abdulllah Öcalan’ın Ekim 1998 yılında Suriye’yi terk etmesinin ardından Rusya’ye gelmesi, sığınma talebinde bulunması ve Duma’nın aldığı bir kararla sığınma hakkı tanınması için dönemim Rusya Devlet başkanı Boris Yeltsin’e çağrıda bulumasıyla iki ülke arasındaki ilişkiler gerginleşmiştir.[9] Türkiye’nin abartılı olmayan tavrı neticesinde Öcalan burada barınamamış ve İtalya’ye gitmiştir.
Dış politikada bu makale kapsamında ifade edilmeye çalışılan olumlu sayılabilecek gelişmeler yaşanırken iç politikada gayet çalkantılı bir sürece girilmiştir. Başbakan Bülent Ecevit’in hastalığı, yolsuzluk olayları, hükümet içi anlaşmazlıklar, Başbakan Yardımcısı Hüsamettin Özkan, Dışişleri Bakanı İsmail Cem ve Ekonomiden Sorumlu Devlet Bakanı Kemal Derviş’in önderliğini yaptığı parti içi muhalefetin yükselmesi DSP-ANAP-MHP kolalisyon hükümetinin sonunu getirdi. Erken seçim kararı alındı ve 2002 yılının Kasım ayında yapılan seçimlerde AKP hükümeti Meclis' de çoğunluğu elde ederek tek başına iktidar oldu.
Kaynakça
“IMF Gözetiminde 10 Uzun Yıl 1998-2008 : Farklı Hükümetler Tek Siyaset”, Bağımsız Sosyal Bilimciler Raporu, Haziran 2006, İşletme ve Finans Dergisi, http://www.isletme-finans.com/

Erdinç, Yaşar (2004). “Stand-by Yeterli mi”, 08.08.2004, http://www.aksam.com.tr/

Altıer, Selahattin (2007). Stratejik Rapor:“Globalleşme (Küreselleşme) fikirlerinin doğuşu ve gelişimi”, 05.07.2007, http://www.21yyte.org/

Tuncer, Erol (2007). “İstikrar Programı AKP’ye Yaradı”, 09.07.2007, http://www.vatan.com.tr/

Sönmezoğlu, Faruk (2006). II: Dünya Savaşı’ndan Günümüze Türk Dış Politikası, İstanbul, Der Yy., 2006.

Sözen, Ahmet (2007). “Kıbrıs Sorununun Çözüm Süreci Hareketlenecek”, 24.01.2007, http://www.abhaber.com/

Günuğur, Haluk (2006). “AB Müzakerelerinde Birinci Yılın Muhasebesi : Tespitler, Öneriler, Projeksiyonlar”, Siyaset, Ekonomi ve Toplumsal Araştırmalar Vakfı (SETA) Paneli, 31.10.2006, http://www.setav.org/

Uzgel, İlhan (2005). “ABD ve NATO’yla İlişkiler”, Baskın Oran (der.), İletişim Yy., Ankara, 2005.

Tellal, Erel (2005). “Rusya’yla İlişkiler”, Baskın Oran (der.), İletişim Yy., Ankara, 2005.
[1] “IMF Gözetiminde 10 Uzun Yıl 1998-2008 : Farklı Hükümetler Tek Siyaset”, Bağımsız Sosyal Bilimciler Raporu, Haziran 2006, İşletme ve Finans Dergisi, http://www.isletme-finans.com/
[2] Yaşar Erdinç, “Stand-by yeterli mi”, 08.08.2004, http://www.aksam.com.tr/
[3] Selahattin Altıer, Stratejik Rapor:“Globalleşme (Küreselleşme) fikirlerinin doğuşu ve gelişimi”, 05.07.2007, http://www.21yyte.org/
[4] Erol Tuncer, “İstikrar Programı AKP’ye Yaradı”, 09.07.2007, http://www.vatan.com.tr/
[5] Faruk Sönmezoğlu, II: Dünya Savaşı’ndan Günümüze Türk Dış Politikası, İstanbul, Der Yy., 2006, s. 518-521
[6] Ahmet Sözen, “Kıbrıs sorununun çözüm süreci hareketlenecek”, 24.01.2007, http://www.abhaber.com/
[7] Haluk Günuğur, “AB Müzakerelerinde Birinci Yılın Muhasebesi : Tespitler, Öneriler, Projeksiyonlar”, Siyaset, Ekonomi ve Toplumsal Araştırmalar Vakfı (SETA) Paneli, 31.10.2006, http://www.setav.org/
[8] İlhan Uzgel, “ABD ve NATO’yla İlişkiler”, Baskın Oran (der.), İletişim Yy., Ankara, 2005, s. 269-272.
[9] Erel Tellal, “Rusya’yla İlişkiler”, Baskın Oran (der.), İletişim Yy., Ankara, 2005, s. 545-546.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder