27 Ağustos 2007 Pazartesi

Orta Doğu ve Petrol

Jeopolitik Hakemli Dergi, sayı 10, ss.77-86, 2004.
Dr.Gamze Güngörmüş Kona

ORTA DOĞU PETROLÜ VE BÜYÜK GÜÇLER

Giriş

Uluslararası sistemin ve ilişkilerin parametrelerini çözmeye çalışırken petrolün dünya ekonomileri üzerindeki etkisini anlamak çok önemlidir. Hızla küreselleşen dünyada ülkelerin birbirleriyle siyasi ve ekonomik olarak giderek daha çok entegre olmaları, beraberinde bir güç mücadelesi doğurmaktadır. Strateji, güç ve politika, petrol dünyasında ekonominin diğer alanlarında olduğundan daha fazla etkinlik göstermektedir.[1] Petrol politikalarının ve uygulanan stratejilerin temelinde, temel enerji kaynağı haline gelmiş olan petrolün getirisinin kimler tarafından, nasıl ve hangi oranlarda paylaştırılacağı çabaları yatmaktadır.[2] Petrolün denetimi oldukça yaygın ve haklı bir şekilde, ekonomik ve siyasal başarının anahtarı olarak görülmektedir.

20. yüzyıla damgasını vuran petrolün ticari amaçlarla kullanımı 19. yüzyılın ortalarına denk gelmektedir. Ticari amaçla ilk petrol arama faaliyeti “Pensilvania Rock Oil Company” adlı bir şirket tarafından 1850’li yılların sonlarına doğru ABD’nin Pensilvanya eyaletinde gerçekleştirilmiştir. Birinci Dünya Savaşı’nda petrolün önemi daha çok anlaşılmış, özellikle de deniz kuvvetlerinde petrolden yararlanmanın savaş gücünü artırdığı görülmüştür.[3] Savaşın ortaya çıkardığı bir diğer çarpıcı realite ise petrolün gelişen ve gelişmekte olan ülkelerin gözünde “iktidarı” sağlamlaştıran sihirli bir değnek olduğu idi. Kimde petrol olduğu, kimin petrol istediği, bu petrolün ne değerde olduğu hep anlaşmaların ve paylaşımların konusuydu. Savaşı takiben bu denkleme sokulması gereken, sadece pazar yeri, arz-talep dengesi değil, daha başka faktörler de bulunmaktaydı. Petrol bir güç ve hükümranlığın da sembolüydü. Bu ise petrol şirketlerinin ve devletlerin kendi içlerindeki çıkar çatışmalarıyla, uluslararası politikanın uzun yıllar belirleyicisi olacağı gerçeğini yansıtıyordu.[4]

Petrolün uluslararası düzende önemini gösteren en çarpıcı örnek kuşkusuz ki OPEC petrol krizidir. Petrol ithal eden devletler, 1973 sonundan başlayarak, OAPEC’in (Petrol İhraç eden Arap ülkeleri Birliği) belirli devletleri hedef alan petrol ambargosu ve OPEC’in petrol fiyatlarını yükseltmesi dolayısıyla ortaya çıkan bunalımdan etkilenmişlerdir.[5] 17 Ekim 1973’de Kuveyt’te toplanan 10 OAPEC üyesi devletin temsilcileri, İsrail’in 1967’de işgal ettiği topraklardan çekilip, Filistinlilerin yasal hakları güvenceye kavuşturulana kadar petrol üretimini her ay en az %5 kesintiye tabi tutmayı karara bağladılar.[6] Bu karar, dünya petrol talebinin arttığı bir döneme rastlamıştır. Bu talebin karşılanabilmesi için üretimin artırılabileceği tek bölge Orta Doğu idi. Bu durumda ambargonun etkisini göstermesi kaçınılmazdı. Fakat bu karar tüm OAPEC üyelerince benimsenen bir karar değildi.[7] Tüm Arap ülkelerinin karara katılmaması ve kararın zorluğu nedeniyle ambargo amacına ulaşamamıştır. Asıl olarak düşmanı cezalandırmayı hedefleyen petrol ambargosu petrol pazarının içinde olan “dost” ülkelere de zarar vermiştir. 1973 petrol krizinin en önemli etkilerinden birisi kuşkusuz ki harcama kalemlerinin değişmesi olmuştur. 1973’ten sonra, en büyük petrol rezervlerine sahip olduğu varsayılan Basra Körfezi, aynı zamanda dünyanın en hızlı silahlanan ülkelerinin yer aldığı bir bölge durumuna gelmiştir. Bu gelirlerin çok büyük kısmı silahlanmaya ayrılmıştır.[8]

Verilen örnek, petrolün etkinliğini gösteren pek çok örnek arasında sadece bir tanesidir. Özellikle Orta Doğu bölgesinde bulunan petrol rezervleri, büyük güçlerin bu bölgeye ilişkin politikalarını şekillendiren, bölge devletlerine müdahale isteklerini artıran, bölgeyi güç mücadelesine maruz bırakan, Orta Doğu devletleri arasında siyasal ve ekonomik farklılaşmayı ve çatışmayı yoğunlaştıran en güçlü unsur görünümündedir. Bu makale kapsamında, bölgede mevcut petrolün Orta Doğu devletlerinin ekonomilerini ne yönde etkiletebildiği, büyük güçlerin özellikle de ABD’nin bölge devletleriyle petrol bağlamındaki ilişkilerinin niteliği, Basra Körfezi’nin petrol potansiyeli açısından önemi gibi konular incelenektir.

Orta Doğu Ekonomisi ve Petrol

Orta Doğu ekonomisi diğer dünya ekonomilerinden farklı yapısal özellikler taşımaktadırlar. Ayrıca bölge ekonomisi kendi içinde de farklılıklar içermektedir. Örneğin; Kuveyt, Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri ile Lübnan, Ürdün ve Suriye arasında çok büyük ekonomik yapısal farklılıklar ve eşitsizlikler bulunmaktadır. Bu farklılıkların ve eşitsizliklerin altında yatan en belirgin faktörler arasında petrol ve büyük devletler ile ilişkiler yer almaktadır.

Bölge devletlerinin ekonomik gücü, temel olarak petrol üretimine dayanmaktadır. Orta Doğu petrolleri, dünya petrol rezervlerinin yüzde 65’ini; Orta Doğu’nun diğer bir ekonomik kaynağı olan doğal gaz ise dünya doğal gaz rezervlerinin yüzde 26’sını oluşturmaktadır. İran, Irak, Suudi Arabistan, Kuveyt ve Birleşik Arap Emirlikleri gibi ülkelerin ekonomileri neredeyse tamamen petrol üretimine dayanmaktadır. 19. yüzyılda ve 20. yüzyılın başlarında ipek, pamuk ve tahıl gibi tarımsal ürünler Orta Doğu ekonomisin yükünü taşımaktaydı. Ancak 20. yüzyılın ortalarına gelindiğinde bu durum tamamen değişti. Artık, petrol Orta Doğu ekonomisinin en önemli belirleyicisi ve ana ihraç hammaddesi olmuştur. Petrolün yanı sıra doğal gaz da bölge ekonomisi için önemli hale gelmiştir. Orta Doğu’da petrol üretimi sadece bölge içindeki ülkeleri değil, tüm dünya ülkelerini de etkilemiştir. Petrol üreticisi bölge ülkelerinin özellikle petrol fiyatları üzerinde yaptıkları oynamalar, dünya politikalarını yakından etkilemiştir. Bunun en somut örneği 1970’li yıllarda meydana gelen OPEC krizlerinde rahatça gözlemlenebilmektedir. Petrol fiyatlarında meydana gelen artış tüm dünya ekonomilerini derinden etkilemiş ve bölge ülkelerini daha da zengin hale getirmiştir.

Orta Doğu petrolleri büyük devletlerin ilgisini daha fazla çekmektedir. Petrol üretiminin başlamasıyla birlikte dönemin büyük devletleri arasında bölge üzerinde hakimiyet kurmak amacıyla büyük bir rekabet başlamıştır. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra İngiltere’nin, Orta Doğu’yu koruma görevini ABD’ye teslim etmesini takiben, Soğuk Savaş dönemi boyunca ABD ve Sovyetler Birliği arasında bölgeyi ve bölge kaynaklarını kontrol etme konusunda ciddi sorunlar ve rekabet yaşanmıştır. 1950’li yıllarda bölgede meydana gelen devrimler sonucunda, bölgedeki bazı devletler üzerinde Sovyetlerin etkisi artmıştır. Mısır, Irak ve Suriye gibi ülkelerde devlet kontrollü ekonomiye geçilmiştir. Bunun aksine, İsrail ve Ürdün gibi batı yanlısı ülkeler ise batının iktisadi, teknik ve askeri yardımlarından yararlanmıştır. Ancak, 1991’de Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra, Sovyet etkisi altındaki Orta Doğu ülkeleri olumsuz birçok koşulla karşılaşmıştır. Ayrıca İran ve Irak gibi bölge ülkeleri maruz kaldıkları ambargolar nedeniyle çok ciddi ekonomik sıkıntılar çekmişler ve ekonomik yapıları oldukça zayıflamıştır.

Bu nedenle, bölge petrolü her açıdan çok boyutlu önem taşımaktadır. Ayrıca sahip oldukları petrol rezervleri ile birçok Orta Doğu ülkesi ekonomik açıdan çok kuvvetli durumdadır. Ancak, petrol endüstrisi dışında kalan bölgeler, bu eşitsizliğin verdiği dezavantaj ile gelişememiş durumdadırlar. Bu bölgeler halen temel gıda gibi ana ihraç mallarından yoksundurlar. Daha da önemlisi, Orta Doğu’da ekonomik anlamda sistem oturmamıştır; bu bölgede batıdan bağımsız olmayan ama batıyı da bir model olarak almayan ülkeler yer almaktadır.

Orta Doğu Petrolü ve Büyük Güçler

Orta Doğu coğrafyasında yer alan devletler, özellikle Osmanlı Devleti’nin Birinci Dünya Savaşı’ndan yenik çıkıp savaşın galipleri tarafından işgal edilmesiyle birlikte dönemin en güçlü devletleri olan Büyük Britanya ve Fransa tarafından manda haline getirilerek kolonileştirilmiştir. Birinci Dünya Savaşı’ndan önce Fransa’nın Fas, Tunus, Cezayir ve İngiltere’nin Mısır’ı egemenlikleri altına almasıyla başlayan Orta Doğu’yu kolonileştirme faaliyetleri bu savaştan sonra bölgenin büyük kısmına yayılmıştır. İki savaş arası dönem (1818-1939) Orta Doğu’nun 400 yıldır süren eski düzenin çöküşünü getirmiştir.[9]

Bununla birlikte bölge üzerinde özellikle Birinci Dünya Savaşı öncesinde Büyük Britanya, Rus Çarlığı ve Almanya’nın önemli ölçüde bir güç mücadelesi daha 20. yüzyılın başında etkisini göstermiştir. Bu güç mücadelesinin en önemli unsurlarından biri olarak petrolün göz önünde bulundurulması gerekir.[10] 1888 yılında Deutsche Bank tarafından kurulan Şark Demiryolları Şirketi Basra Körfezi’ne bağlanacak demiryolunun yapımı için ilk imtiyazı elde etmiş ve 1903’te yenilenen anlaşma Bağdat Demiryolu ile ilgili olup şirkete demiryolunun iki yanında 20 km’lik bir şeritte maden ve petrol arama izni verilmişti.[11] Büyük Britanya’da ise gittikçe güçlenen Almanları denizde yenmenin gerekli olduğunu ve bunun için donanmanın modernleşmesi gerektiğini düşünen Churchill ve Amiral Fisher Bahriyenin başına getirilmişti.[12] Böylece petrolün İngiliz donanmasına destek sağlaması gerektiğini düşünen iki şahıs başa gelmiş ve yeni yakıt olarak petrol, savaşın en hayati nesnesi ve bir devlet meselesi haline gelmiştir.[13] 1907 yılında ise İngiliz-İran Petrol Kumpanyası ve daha sonra da İngiliz petrol gücünün önemli bir parçası haline gelecek olan ve British Petroleum (BP) adını alacak olan Anglo-Persian Oil Company (APOC); İran Şahından alınan imtiyaz sonucu kurulmuştur.[14] Bu arada İngiliz sermayesiyle kurulmuş olan ancak Alman yanlısı ve Jön Türkler’e yakın olduğu için İngilizlerin güvenmediği National Bank Of Turkey; Deutsche Bank ve Shell ile birlikte şirketlerden her birinin %25 hissesine sahip olduğu Turkish Petroleum Company (TPC) kurulmuştur.[15]

Britanya Hükümeti 1913 yılında donanmanın ihtiyacı olan yakıtın gelecekte sürekli ve bağımsız olarak sağlanmasının hayati bir önem taşıdığını belirterek ülke içindeki ve ülke dışındaki güvenilir petrol kaynakları üzerinde ülkenin etkili konuma gelinmesini sağlayacak yollar bulunmasına karar vermişti.[16] Bu niyetini bir politika haline getiren Büyük Britanya’nın ardından Osmanlı Devleti ile Fransa ve Almanya bir dizi anlaşma yapmıştır. Aynı zamanda Birinci Dünya Savaşı’nın hemen öncesinde, Almanların İngilizlerin Basra vilayeti ve Basra Körfezi’nde Osmanlı Devleti’nden elde ettikleri hakları tanımaları koşuluyla; İngilizler de Almanlar’ın Bağdat Demiryolu inşasına göz yummuştu.[17] İngilizler böylelikle Orta Doğu’daki petrol kaynaklarına çıkacak muhtemel bir savaş sonrasında -Birinci Dünya Savaşı- yerleşecekleri hesabını yapmış ve Almanya ile çok kısa süreli bir işbirliğine gitmekte hiç tereddüt etmemişti. Bu anlaşma bölge üzerindeki güç hakimiyetinin sadece sömürge kurulmasıyla ilgili olmadığını kullanım alanı ve böylece değeri çok hızlı bir şekilde artan ve bölgede önemli miktarda bulunan petrolün çok etkin bir unsur olduğunu gözler önüne sermiştir. Büyük Britanya, Almanya, Fransa ve Rus Çarlığı bu doğal kaynak üzerinde mutlak ve tek hakimiyet kurmayı amaç edinmiş ancak, Birinci Dünya Savaşı neticesinde Almanya ve Rusya’nın Orta Doğu’daki etkinliği önemli ölçüde azalmıştır. Bununla birlikte Birinci Dünya Savaşı devam ederken İngiltere Basra Körfezi’nin kontrolünü elinde bulundurmak dışında hiçbir yerde gözü olmadığını tekrarlamış ve Osmanlı Devleti’nin paylaşılması konusundaki bütün tartışmalar için zamanın erken olduğunu dile getirmiştir.[18] Görüldüğü gibi daha Birinci Dünya Savaşı devam ederken Büyük Britanya, Fransa ve Rus Çarlığı arasında Osmanlı Devleti’nin parçalanmasına ilişkin birtakım gizli anlaşmalar yapılmasına rağmen İngilizler’in en önemli kaygılarının başında Basra Körfezi’ni kontrol etme isteği yatmıştır.

Orta Doğu’ya özellikle iki dünya savaşı arasındaki dönemde İngiltere ve Fransa’nın önem vermesinin başlıca sebepleri arasında petrol kaynakları ile birlikte stratejik unsurlar da yer almaktaydı.[19] İhtilal nedeniyle savaştan 1917’de çekilen Rusya, İngiltere ve Fransa ile yapmış olduğu gizli anlaşmaları açığa çıkarmıştır. Bunun üzerine İngiltere ve Fransa Ortadoğu halklarının iradelerine dayanan yönetimler kurulacağını belirtmiş ancak 1920’deki San Remo Konferansı’nda Ortadoğu’da Irak, Ürdün, Mısır ve Filistin İngiliz; Suriye ve Lübnan ise Fransız yönetimlerine bırakılmıştır.[20] Ancak zamanla güçleri zayıflayan İngiltere ve Fransa; yükselen Arap milliyetçiliği ve revizyonist Almanya ile İtalya’nın etkisinden dolayı bölgeden yavaş yavaş çekilmeye başlamışlardır. Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra sadece üç Ortadoğu ülkesi Türkiye, İran ve Afganistan bağımsızlığa sahipken; iki savaş arası dönemde dört Arap ülkesi, Suudi Arabistan, Irak, Yemen ve Mısır bunlara eklenmiş ve Fransa’nın çekilmesiyle Suriye ve Lübnan da bağımsızlıklarını elde etmişlerdi.[21]

Böylece, Birinci Dünya Savaşı’nın hemen ardından İkinci Dünya Savaşı’nın başlangıcına kadar olan dönemde Orta Doğu bölgesi genelinde siyasi olarak ve petrol egemenliği bağlamında başat güç konumuna gelmeye çalışan iki büyük devlet ön plana çıkmıştır; İngiltere ve Fransa. Ancak, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Orta Doğu bölgesi genelinde ABD’nin giderek yükselecek olan etkisi ve etkinliği ile karşılaşılmıştır.

ABD - Ortadoğu Bölgesi ve Petrol

ABD’nin Ortadoğu bölgesindeki çıkarları; ekonomik, siyasal ve stratejik temellere dayanmaktadır.[22] Ekonomik olarak ABD’nin bölgeyle ilgilenmesinin asıl nedeni, bölgedeki petrol yataklarıdır. Ortadoğu devletleri, dünya petrol rezervlerinin %65’ini, dünya petrol üretiminin ise %25’ini elinde bulundurmaktadır.[23] Bölge ayrıca endüstriyel ve tarımsal ürünler ve silah ticareti için önemli bir pazar ve dünya ekonomisi için başlıca enerji tedarikçisi olmaya devam etmektedir.[24] Bununla beraber petrol fiyatlarının istikrarlı olması ve özellikle gelişmiş ülkelere güvenli bir şekilde ulaştırılması başta ABD olmak üzere hemen hemen bütün büyük güçlerin en temel hedeflerinden biri olmuştur. Petrol arzının azalması veya petrol sevkıyatının kesintiye uğraması dünya ekonomisini oldukça olumsuz bir şekilde etkilemektedir.[25] ABD’nin bölge üzerine politikalarını belirleyen diğer temel nedenlerin başında İsrail’in güvenliğinin sağlanması, Arap-İsrail barış sürecinin olumlu şekilde sonuçlanması,[26] ılımlı Körfez devletlerinin güvenliğinin temin edilmesi ve bu devletlerle ilişkilerin güçlendirilmesi,[27] Basra Körfezi’nin kontrol altına alınması ve askeri güce dayanak oluşturacak yeni üsler ve askeri ittifaklarla bölge devletleriyle ilişkilerin geliştirilmesi[28] gelmektedir.

ABD bölgeyi kendisi için tehdit oluşturan güçlerden uzak tutmayı en önemli stratejik çıkarlardan biri olarak görmüştür. ABD’nin neredeyse tüm Soğuk Savaş boyunca Sovyetler Birliği ile girdiği güç mücadelesi bunun en bariz örneğini gözler önüne serer. ABD bölge ülkelerinin ve Basra Körfezi’nin Sovyet etki ve kontrolüne girmesine karşı geleneksel İngiliz politikasının yerini almış ve bölge ülkeleriyle ilişkilerini güçlendirirken tampon işlevi gören ülkelere askeri ve teknik yardımlarda bulunmuştur.[29] Aynı zamanda bölgede oluşabilecek radikal hareketler ve bunun sonucunda oluşacak terörist hareketler ABD’nin dikkatini bölgeye daha fazla çevirmesine yol açmıştır.

I. Dünya Savaşı’nın bitmesi ve petrolün öneminin anlaşılmasının ardından, ABD’de yerli yatakların tükenmesi korkusu başlamış ve bu durum ülke genelinde endişe yaratmıştır. Amerikan ve İngiliz şirketleri on yıl süreyle, dünyanın birçok yerinde yeni rezervler bulmak için mücadeleye başladılar. Başlıca mücadele alanları ise Meksika, Venezüella ve II. Dünya Savaşı sonrası tam bir çatışma alanına dönüşen Orta Doğu idi.[30]

Petrolün kriz anlarındaki siyasal önemi, hükümetleri, ülke dışındaki kendi ulusal çıkarlarını açık siyasi ve askeri araçlarla savunmak zorunda bırakmıştır. 1950-53 İran’ında İngiltere ve 1990-91 Körfez krizinde ABD bunun örneklerini oluşturmaktadır.[31] II. Dünya Savaşı’nın bitimiyle başlayan Soğuk Savaş dönemi ise, uygulanan petrol politikalarının en şiddetlilerine sahne olmuştur. Bu dönemde birçok krizle boğuşan Orta Doğu ekonomisi giderek küresel güçlerin etkisine daha çok girmeye başlamıştır. 1967 ve 1973 savaşları, 1979 İran-Irak savaşı ve 1982’de İsrail’in Lübnan’ı işgali bölgenin ekonomisini süreklilik arz eden bir düşüşe geçirmiştir. Soğuk Savaş, büyük güçlerin “Yıldız Savaşları”na sahne olmuş, bu dönemde teknoloji tam kapasite ile kullanılmıştır.

İki kutuplu Soğuk Savaş döneminde Orta Doğu ABD açısından bu kutuplaşmanın jeopolitik karşılaşma hattını oluşturan kenar kuşağın merkezi bölgesini temsil etmenin yanı sıra, kapitalist Batı Bloku’nun ekonomik varlığı ve üstünlüğü için hayati öneme haiz doğal kaynakların jeoekonomik alanı konumundaydı. Orta Doğu’da kontrolü kaybetmek hem jeopolitik, hem de ekonomi politik açıdan küresel dengenin karşı kutup lehine değişmesi anlamına gelecekti. İki süper gücün bu dönemdeki en çetin ve en sürekli yüzleşmelerinin bu bölgede cereyan etmiş olması bu açıdan dikkat çekicidir. [32]

ABD gerek Soğuk Savaş döneminde gerekse Soğuk Savaş sonrası dönemde iki temel parametre arasında diplomatik ve stratejik bir uyum kurmaya çalıştı: Bölgenin küresel jeopolitik ve ekonomi-politik dengeler içindeki rolü ve bölge-içi güç yapılanması.[33]

Soğuk Savaş’ın bitimiyle birlikte oluşan yeni dünya düzeni (Pax Americana) ABD’ye yeni bir üstünlük statüsü kazandırmıştır. Yeni dünya düzeninin dayanağı kabul edilen demokrasi ve insan hakları gibi kavramların Orta Doğu’da yol açabileceği dalgalanmalar, sistemik güçleri bölgedeki düzenin çok da fazla değiştirilmeden yeni küresel sisteme entegre edilmesi tercihine yöneltmiştir.[34] Uluslararası ilişkilerde küresel ölçekte strateji belirleme ise aslında büyük güçlerin çıkarlarını maksimize etmesi anlamına gelmektedir. Soğuk Savaş’ın çözülmesiyle birlikte dünyaya yeni “patronu” ilan etme heyecanı içerisinde olan ABD, Körfez Savaşı’nda bir iki istisna dışında bütün bölge ülkelerini Irak’a karşı harekete geçirmeyi başarmıştır. II. Körfez Savaşı ve ardından yaşanan gelişmeler ise ABD’nin I. Körfez Savaşı’ında tamamlayamadığı bazı görevlerini yerine getirebilmesi için uygun ortam yaratmıştır.

Bu bağlamda, Orta Doğu devletleri ile hemen tüm ilişkilerini petro-politik üzerine inşa etmeyi Orta Doğu bölgesine ilişkin genel dış politikasının en temel belirleyeni olarak kabul eden ABD’nin bölgedeki petrol politikalarının niteliğini açıklamak, bu devletin Orta Doğu bölgesini nasıl okuduğunu ve anlamlandırdığını kavrayabilmek için önem taşımaktadır.

ABD’nin Orta Doğu Bölgesine Yönelik Petrol Politikaları

ABD, Ortadoğu ile özellikle 20.yüzyıl başlarından itibaren artan bir şekilde ilgilenmeye başlamıştır. Bu ilgi özellikle Amerikan şirketlerinin petrol arama çalışmalarıyla hız kazanmıştır. Suudi Arabistan’da petrol aramak için ilk ayrıcalık 1923 yılına El Hassa yöresinde Standart Oil Company of California’ya verilmiş, bu ayrıcalığın yarısı 1936’da Texas Corporation’a devredilmiş ve 1944 yılında (ARAMCO) Arabistan-American Oil Company adıyla yeni bir ortaklık kurulmuştur. Bahreyn’de ise 1927’de bir Amerikan şirketi olan Gulf Oil Corparation ilk ayrıcalığını elde etmiş, Kuveyt’te ise Anglo-Persian Oil Company, Gulf Oil Corporation ve Kuveyt Oil Company kurulmuş ve 1934 yılında bütün Kuveyt’i kapsayan bir ayrıcalık anlaşması imzalamıştır. ARAMCO ise 1939’da yaptığı bir anlaşmayla Suudi Arabistan ve Kuveyt arasındaki tarafsız bölgede ayrıcalık elde etmiştir.[35]

ABD şirketleri böylece Suudi Arabistan ve Bahreyn’deki petrol ayrıcalığının %100’ünü, Kuveyt’te %50’sini, Irak Petrolium Company’nin %23,75’inin ve İran’da 1955’te faaliyete başlayan uluslararası konsorsiyumun %40’ını elde ediyordu. Amerikan şirketleri 1940’larda Katar, 1960 ve 1970’te Birleşik Arap Emirlikleri ve Umman’da petrol üretimine başlamışlardır.[36] Açıklamalarda da görüleceği üzere özellikle 1. Dünya Savaşı’ndan sonra Amerikan petrol şirketlerinin ve Amerikan hükümetlerinin Ortadoğu’daki etkisi hızla artmış ve bölgeyi önemli ölçüde manda yönetimine almış olan Fransa ve özellikle Büyük Britanya’nın Ortadoğu’da zayıflamasıyla doğan boşluğa artan bir biçimde nüfuz etmeye başlamıştır. Ortadoğu’da özellikle Basra Körfezi ülkeleri Amerikan petrol şirketleriyle yoğun ilişki içine olmuş; Suudi Arabistan, Kuveyt, Irak, İran, Katar, Bahreyn, Birleşik Arap Emirlikleri ve Umman’daki petrol yataklarının işletilmesinde Amerikan petrol şirketleri çok önemli bir yer edinmiştir.

ABD’nin bölgede petrolün dışında siyasal olarak etkinliğini artırması; 2. Dünya Savaşı’nın hemen ardından İngiltere’nin ABD’ye bir nota vererek kendisinin bırakacağı boşluğun ABD tarafından doldurulmasını ve Türkiye ile Yunanistan’a destek verilmesini istemesiyle belirginleşmiştir.[37] İngiltere Amerikan hükümetine Türkiye ve Yunanistan hakkında vermiş olduğu notalarla bu ülkelere yönelik geleneksel sorumlulukları yerine getiremeyeceğini ve bir Sovyet saldırısının ancak etkin Amerikan taahhütleriyle önlenebileceğini bildirmiştir.[38] Sovyetler Birliği’nin İran’daki etkinliği, Yunanistan ve Türkiye’yi etkisi altına alması; ABD’nin Sovyet lehine değişecek dengede hayati çıkarlarını önemli ölçüde tehlikeye atacaktı. ABD; Sovyet askerinin 1946’da İran’dan çekilmesine rağmen, Truman yönetimi karşı bir hat oluşturularak Sovyetler’in çevrelenmesini düşünüyordu.[39] Daha sonra “çevrelenme politikası” olarak isimlendirilecek yeni bir yapılanma Orta Doğu’nun güvenliği için ABD tarafından benimsendi. Bu politika aynı zamanda ABD’nin Orta Doğu’da özellikle petrol bağlamında ekonomik, siyasi, stratejik çıkarlarını korumak için Sovyetler Birliği ile bir rekabet içine girdiğini de göstermiştir.

Soğuk Savaş döneminde Orta Doğu bölgesindeki petrol rezervlerinin egemenliğine ilişkin isteğini Sovyetler Birliği gibi bir büyük karşı güç nedeniyle engellemek durumunda kalan ABD, Sovyetler Birliği’nin yıkılmasını takiben oluşan güç boşluğundan da faydalanarak Orta Doğu bölgesine I. ve II. Körfez harekatlarının ardından daha belirgin bir biçimde yerleşmeye ve petrol kaynaklarını daha yüksek bir oranda kendi insiyatifi dahilinde yönlendirmeye başlamıştır.



Basra Körfezi ve Petrol

Basra Körfezi esas itibariyle Hint okyanusunun uzantısından oluşan ve Arap Yarımadasının doğusu ile İran’ın güney batısı arasında kalan, yüzölçümü 240.000 km2 olan deniz alanıdır. Körfez Bölgesi’nde İran, Irak ve Suudi Arabistan gibi üç büyük devlet ve Kuveyt, Birleşik Arap Emirlikleri, Bahreyn, Katar ve Umman gibi beş küçük devlet bulunmaktadır.[40] Yaklaşık olarak 5 milyon km2’lik bir alan oluşturan bu bölgede yer alan ülkeler Körfez ülkeleri olarak da adlandırılmaktadır.

Kuzeyi Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla bağımsızlığına kavuşan Ermenistan, Azerbaycan ve Türkmenistan, doğusu Afganistan, batısı Kızıldeniz ve güneyi Arap Denizi ve Hint okyanusu ile çevrili olan bölge, sanayileşme açısından geri, genelde kurak olduğundan tarım için elverişli topraklardan da yoksun olmakla beraber, petrol bölgenin en önemli gelir kaynağını oluşturmaktadır.[41]

Dünya petrol rezervlerinin yaklaşık %60’ına varan petrol kaynakları ile Basra Körfezi, ekonomik açıdan büyük öneme sahiptir. Başta sanayileşmiş Batı ülkeleri olmak üzere, genel olarak Dünya ekonomisinin petrole bağımlılığı dikkate alındığında uluslararası ekonomik çıkarlar açısından bölgenin önemi artmaktadır. Bu nedenle, bu bölgenin ekonomik özellikleri ve sahip olduğu kaynakların incelenmesi gerekmektedir.

İran’da ekonomik yapı büyük ölçüde merkezi görünüme sahiptir. Fakat ülkede liberalizasyon yönünde önemli adımlar atılmakta ve özelleştirmeye önem verilmektedir. 1992 itibariyle ülkede gayri safi milli hasıla 134.9 milyar dolar, kişi başına düşen milli gelir ise 2.120 dolardır.[42] En önemli gelir kaynağını petrol ve doğal gazın oluşturduğu İran, doğal gaz rezervleri ile dünyada ilk sırada, %8 dolayındaki petrol rezervi ile de dünyada altıncı sırada yer almaktadır.[43]

Irak, Körfez ülkeleri arasında ekonomisi planlı ekonomiden tam olarak kurtulamamış olan yarı merkezi sisteme bağlı tek ülke durumundaydı. Saddam döneminde Irak ekonomisi büyük ölçüde devlet kontrolü altında idi. 1993’teki gayrı safi milli hasıla 19 milyar dolar, kişi başına düşen milli gelir ise 870 dolardı.[44] Dünya petrol rezervlerinin yaklaşık % 12’sine sahip olmakla beraber dünyada ikinci sırada yer alan Irak’ta, petrol rezervlerinin büyük bir bölümü ülkenin kuzeyinde toplanmıştır. Petrol üretiminin ilk başladığı yer olan Kerkük dışında ikinci büyük petrol yatağı merkezi ise Basra yakınlarındaki ez-Zubeyr-Rumeyle’dir.[45]

Petrol üretimi bakımından dünyada birinci sırada yer alan Suudi Arabistan, dünya petrol rezervlerinin %23’üne sahiptir. Ülkenin günlük petrol üretimi 1.3 milyon tondur. Büyük ölçüde petrol üretimi ve ihracatına dayanan ve karma ekonomiye sahip bir ülke olan Suudi Arabistan’da gayri safi milli hasıla 140.6 milyar dolar, kişi başına düşen milli gelir ortalaması ise 7000 dolardır. Petrol, ihracat gelirlerinin %85’ini ve bütçe gelirlerinin %75’ini oluşturmaktadır. Bu bakımdan petrol gelirleri Suudi Arabistan ekonomisini büyük ölçüde etkilemektedir. Petrol yataklarının büyük bir bölümü ülkenin doğu kesiminde ve Basra Körfezi’nin tabanındadır. Petrol zengini ülkelerin başında gelen Suudi Arabistan’da petro-kimya endüstrileri ve rafineri kuruluşlarına büyük önem verilmektedir. Bu durum petrole olan bağımlılığı daha da artırmıştır. 1973’te petrol fiyatlarının 4 kat değer kazanması ile gelişme ve modernleşme süreci başlamıştır. Halkın büyük bir kesimi kentlerde yaşamaya başlamış ve çoğunun bir ev ve araba sahibi olduğu görülmüştür. Ücretsiz eğitim ve sağlık hizmetleri verilmeye çalışılarak, elektrik ve doğal gaz fiyatları ucuzlatılmıştır. Geleneksel gelir kalemlerini oluşturan tarım ve balıkçılık, milli ekonomideki önemini yitirmiştir. Ancak ülkede sosyal reformlara ve hızlı gelişmeye önem verilse de yönetimin Suudilerin kontrolünden çıkmamasına büyük özen gösterilmektedir. Bugün Suudi Arabistan’da her çeşit üretim sağlanmaktadır. Bu gelişme üzerinde petrol gelirlerinin büyük etkisi bulunmaktadır. Bunun yanı sıra, Mekke ve Medine’ye yapılan ziyaretlerden elde edilen kar yıllık 2 milyon dolardır.

Dünya petrol rezervinin %10’una sahip olan Kuveyt’in ekonomisi büyük ölçüde petrole dayalıdır. Diğer Körfez ülkelerinden farklı olarak toplam gelir içerisinde petrol gelirinin payını azaltmaya çalışan tek Körfez ülkesidir. Dolayısıyla Kuveyt petrol dışı üretim ve gelirlere yönelmeye çalışmıştır. Diğer körfez ülkeleri gibi parasını dolara endeksleme yoluna gitmeyen Kuveyt’te Dinar’ın değeri doların ağırlıkta olduğu uluslararası rezerv birimlerinin oluşturduğu bir sepete göre belirlenmektedir.[46] GSMH’nın %23’üne eşit orandaki bütçe açığını azaltmak için çeşitli ekonomi politikaları uygulanmaktadır. Ancak halen yeterli ilerleme sağlanamamıştır. GSMH’ sı 7.65 milyardır. Sınırlanan petrol üretimi ve petrol fiyatlarına göre Kuveyt ekonomisinin durgunluğu ılımlı bir gelişmede bulunulmasını yavaşlatmıştır. Son olarak, özelleştirmeye büyük önem verilen Kuveyt’te 1994’ten bu yana 24 kurumun elden çıkarılmasıyla 3 milyar dolarlık özelleştirme gerçekleştirilmiş olup, 3 milyar dolarlık daha özelleştirme yapılması planlanmaktadır. Özelleştirilen kurumlar arasında Kuveyt hava yolları, telekom, elektrik ve su dağıtım şirketi ve kısmen de olsa Kuveyt petrol şirketi bulunmaktadır.[47]

Abu Dabi, Dubai, Sharjaj, Asman, Umm al-Qiwain, Ras al-Haimah ve Fujairah gibi yedi farklı Emirliğin oluşturduğu Birleşik Arap Emirlikleri (BAE), petrol ve doğal gaz rezervleri bakımından dünyanın en zengin ülkeleri arasında yer almaktadır. Petrol bakımından dünya petrol rezervinin yüzde 10’unu elinde bulunduran BAE’nin günlük üretimi 2.1 milyon varildir. BAE petrol gelirlerinin büyük bir bölümünü petro-kimya ve yüksek teknolojinin farklı kollarına yatırmaktadır. BAE aynı zamanda doğal gaz rezervine sahip ilk 20 ülke arasında yer almaktadır. BAE’de özel sektör girişimi özendirilmekte ve su, elektrik gibi alanlara yatırım yapılması teşvik edilmektedir. Kişi başına düşen milli gelirin ortalama 19-20 bin dolar olduğu BAE’de, Emirliklerin ekonomik düzeyleri oldukça farklı olup gelir dağılımı bakımından büyük bir eşitsizlik vardır. GSMH’sı 15.584 $’dır. Emirlikler arasında en yüksek gelir, petrol zengini Abu Dabi ve Dubai’de bulunmaktadır. Dubai’nin yılda ortalama %20 büyüyen re-exportla bölgesel ticaret merkezi olması kuvvetle muhtemeldir. 1980’lerin ortasından itibaren ham petrol ve doğal gaz ihracatında artış gözlemlenmektedir. Toplam ihracatında ham petrol ve doğal gaz %70’lik bir paya sahiptir. Petrol ihracatındaki bir yükseliş ve ithalatta bir yavaşlama ticaret fazlasını artıracaktır. Petrol sektörü ekonomide belirleyici olmaya devam edecektir.

Komşu Arap ülkelerine göre rezerv düzeyi daha düşük olan Umman’da büyük ölçüde petrol üretimine ve ihracatına dayanan bir karma ekonomi uygulanmaktadır. Umman petrollerini işletme hakkı yabancı sermaye ve Umman devletinin ortaklaşa kurduğu bir şirketin elindedir. Bunun yanı sıra ekonomik yapıda liberalleşme konusunda önemli adımlar atılmaktadır. 1993 rakamlarına göre, GSMH yaklaşık 12.2 milyar dolar ve kişi başına düşen milli gelir 6,598 dolardır. Diğer yer altı zenginlikleri arasında doğal gazın baş sırayı aldığı Umman’da 30 trilyon metre küp doğal gaz rezervine ulaşılabileceği tahmin edilmektedir. Umman özel sektörün gelişmesine paralel olarak gelişmekte olan bir sermaye piyasasına da sahiptir.

Coğrafi konumu itibariyle Bahreyn, 1930 yılında petrolün bu bölgede bulunmasından önce tarım, sanayi, ticaret bakımından diğer körfez ülkeleri arasında en gelişmiş ülke durumunda idi. Petrol üretimi düşük olan Bahreyn günümüzde üretici ülke olmaktan çok işlenmiş petrol ihracatçısı olarak önemini korumaktadır. Yaklaşık günde 4,200 varil petrol üreten ve ihraç rafinerisini beslemek için petrol ithal eden Bahreyn’de petrol ürünleri ihracatı, toplam ihracat gelirlerinin % 85’ini oluşturmaktadır. Bahreyn genellikle Suudi Arabistan’dan ham petrol ithal etmekte ve işlenmiş ürünler olarak ihraç etmektedir. 21. yüzyıl sonuna kadar petrolünün tükeneceği tahmin edilen Bahreyn, 6 milyarlık GSMH ile bölgenin en küçük ekonomiye sahip olan ülkesi sayılabilir. Bahreyn’de bütçe gelirlerinin geri kalanı gümrük vergileri, yerel vergiler, mülk ve toprak kiralarından ve bölgedeki diğer ülkelerden aldığı petrolün rafine işleminden elde edilmektedir. İmalat ve hizmet sektörü başta olmak üzere petrol dışı sektörlerin geliştiği Bahreyn’de özellikle finans ve banka sektörü, petro-kimya, gemi yapımı, alüminyum, rafine işlemi, küçük ve orta ölçekli imalat sektörü de önemli gelişme göstermiştir.


Dünya petrol rezervi içindeki payı yüzde 1’in altında olmasına rağmen Katar’ın petrol geliri, ulusal gelirin yaklaşık yüzde 35’ini ve bütçe gelirlerinin yüzde 75’ini oluşturmaktadır. Katar’da ihracat gelirlerinin yüzde 70-80’i petrole dayanmaktadır. Ekonominin geleceği büyük ölçüde petrol ve doğal gaz satışına bağlı bulunan ve 200 yıllık ömür biçilen Katar’ın doğal gaz rezervlerinin toplamı 250 trilyon metre küp dolayındadır. Bu sınırlı rezervler Katar ekonomisinin değişmesine yönelik kuvvetli bir teşviktir. Diğer önemli yer altı zenginliği ise doğal gazdır. Tarım ise sadece %2’lik bir katkıda bulunmaktadır. Katar tarım ihtiyacının ancak %50’sini karşılayabilmektedir. Özel sektörün de faaliyet gösterdiği Katar ekonomisinde devlet sektörü ağırlığını korumakla birlikte son yıllarda özellikle petrol ve doğal gaz konusunda çok sayıda uluslararası firma ile yapılan sözleşmelerle ülkede yabancı sermaye yatırımları hızla artmaktadır. Ayrıca özelleştirme konusundaki faaliyetler sürmektedir. GSMH’sı 12 milyar dolar dolayında ve kişi başına düşen milli gelirin ise 17 bin dolar düzeyinde olduğu Katar, bu açıdan zengin körfez ülkeleri arasında yer almaktadır.[48] BAE’ni oluşturan ülkelerin karşılaştıkları en önemli sorun, milli ekonomilerini kontrol altında tutamamaları ve dışa olan bağımlılığın iç tehditler yaratıyor olmasıdır. Diğer dünya devletleri tarafından da büyük bir ilgi gösterilen bölge, dıştan gelen etki ve tehditlere karşı da hassasiyet içerisindedir.
Dolayısıyla uluslararası pazar ortamı bölge ekonomilerini olumlu ya da olumsuz yönde belirlemektedir. Böylece sanayi kuruluşları hep petrol üzerine kurularak, tarım, balıkçılık ve diğer geleneksel gelir kalemlerinin gelişmesi kısıtlanmış ve bütçeye olan katkısı azalmıştır.

Soğuk Savaş Sonrası Dönemde Petrol Politikaları

Uluslararası ticarete konu olan tüm mallar gibi, petrol de esas olarak küresel, politik ve askeri ilişkilerden etkilenmektedir.[49] Irak’ın Kuveyt’i işgali ve bunu takiben Körfez Savaşı’nın patlak vermesi, petrolü 1990’larda bir numaralı sorun haline getirmiştir. Petrol ithalatçısı sanayileşmiş batılı ülkeler Irak’ın petrol arzı üzerindeki kontrolünü kendilerine yönelik bir tehdit kabul ettiklerinden Irak’ın kontrolünü ve petrole bağımlılıklarını azaltmak amacıyla yeni politikalar geliştirme çabası içine girmişlerdir. Bu politikalar temel olarak, korumacılığı canlandırmayı ve üretimi teşvik etmeyi amaçlanmıştır. Irak’ın Orta Doğu petrolünün kontrolü üzerindeki etkisi, siyasi riski arttırmış ve petrol fiyatlarını yükseltmiştir. Uzun vadede petrol arzının dünya sistemi ile uyumlu rejimlerin kontrolü altında bulunması halinde petrol fiyatlarının % 50 oranında düşebileceği genel olarak kabul edilmektedir.[50]

Petrol gelirleri nitelik olarak diğer gelir biçimlerinden farklıdır. Bu gelirler bir rantı temsil ederler. Hükümetler için petrol gelirleri kolay kazanılan para demektir. Bu yüzden küresel güçler petrol gelirlerini kendilerine rahat konumlar yaratmak için kullanabilirler.[51]

Irak’ın Kuveyt’ten çekilmesiyle birlikte uluslararası boyutta petrole ilişkin dört sorunun ortaya çıktığı tespit edilmiştir:[52] Öncelikle, Körfezdeki kolay zafer ABD, Japonya ve diğer sanayileşmiş ülkelerin petrol politikalarındaki zaafını derinleştirmiştir. Bu politika zaafı sanayileşmiş batılı ülkelerin, “Petrol ihracına yönelik tehdit, nispeten düşük askeri harcamalarla karşılanabiliyor ise Orta Doğu petrolüne olan bağımlılığımızı azaltmak için niçin alternatif kaynaklara para harcamayalım?” sorusunu sormalarına yol açmıştır. İkinci olarak, Suudi Arabistan ve diğer Körfez monarşilerinin gelecekte belirsizliklerini sürdürecekleri ve petrol arzında önemli ilave kesintilerin oluşması tahmin edilmiştir. Üçüncü olarak, dünya ekonomisindeki gücünü korumakla birlikte petrolün kendi taban fiyatını belirleyebileceği buna karşılık, ABD ve Suudi Arabistan gibi ülkelerin petrolün tavan fiyatını belirlemeye devam edecekleri ön görülmüştür. Son olarak, Rusya ve diğer bağımsızlıklarına kavuşan cumhuriyetlerin uluslararası petrol piyasalarında etkin yeni bir güç olarak ortaya çıkacakları, bu gelişmenin ise, OPEC’in etkinliğini ve gücünü sınırlandırabileceği düşünülmüştür.

Körfez Savaşı boyunca Orta Doğu’da ve dünyada savaşın her boyutu hissedilmiş ve dünya ekonomisinde OPEC savaş boyunca fiili rol oynamıştır. OPEC toplam kapasitesini günlük 30 milyon varilden 24 milyon varile düşürmüştür. 24 milyon varillik bu düzey 1991’de dünya petrol talebini karşılamaya yeterli idi. OPEC üyesi ülkeler, mevcut dünya petrol rezervinin % 77’sine sahiptir (yaklaşık 990 milyon varil) ve artan petrol talebini karşılayacak şekilde kapasitelerini arttırma imkanları vardır. Bu ülkeler aynı zamanda doğal gaz üretimini de iki katına çıkarabilecek güçtedirler. Diğer taraftan gelişen ülkeler, çok geniş kullanılmayan hidroelektrik kaynaklarına sahiptir ve artan elektrik talebini karşılamak için kendi ulusal enerji üretimlerini arttırabilecek durumdadırlar. Bu ülkelerde toplam elektrik enerjisi içinde nükleer enerjinin payı % 1’den azdır. Bu payın yüzyılın sonunda %2’ye yükselmesi beklenmektedir.[53]

1990’larda OPEC, iki temel stratejik problemle karşı karşıya kalmıştır. Gelecek birkaç yıl içinde dünya petrol talebi OPEC’in üretim kapasitesinden daha az artacaktır. Bu nedenle, OPEC üyeleri herhangi bir şekilde artan yedek kapasite hacmini düzenlemelidir. Geçmişte bu problem 1980-85’te ortaya çıkmıştır. İkinci problem, 1990’larda hızlı fiyat düşüşlerini önlemede OPEC’in rolünün sınırlı kalmasıdır. “Fiyat güvercinleri” olarak adlandırılan BAE, Suudi Arabistan ve Kuveyt tek başlarına bırakılmazsa, OPEC bu sınırlı rolünde başarılı olacaktır. Bunun sonucu olarak, 1990’larda uluslararası petrol fiyatları; OPEC’in asgari ortak menfaatinin belirlediği bir taban fiyat (varil başına % 18) ile, Suudi Arabistan ile ABD arasında mutabık kalınan petrol fiyat stratejisinin belirlediği bir tavan fiyat (varil başına 25 $) arasında serbest şekilde hareket edecektir.[54]

İki kutuplu dünya düzeninin çökmesi ve yerine Pax-Americana yani Amerikan değerlerinin kabul edildiği, hukuksal, ekonomik, siyasal ve kültürel boyutları Amerikan değerlerine göre çizilmiş tek kutuplu dünyanın yarattığı barış düzeninin ortaya çıkması ABD’ye yeni bir üstünlük kazandırmıştır. Bu ortamda ABD, çeşitli nedenler öne sürerek Irak’a ikinci bir operasyon düzenlemiştir. Mevcut durumda, sadece Irak’ın değil diğer Orta Doğu ülkelerinin de siyasi gelecekleri ve petrol kaynaklarını kendi inisiyatifleri doğrultusunda kullanıp kullanamayacakları belirginleşmemiştir.

Sonuç

Sahip oldukları petrol kaynakları nedeniyle bazı siyasal ve ekonomik avantaj ve dezavantajlarla yüzleşen ve bu unsurları bizzat yaşayan Orta Doğu devletleri tarihsel süreç içinde pek çok büyük gücün müdahalesine maruz kalmışlardır. Ekonomik amaçlı bu siyasal müdahaleler Orta Doğu devletlerinin siyasi açıdan gelişmelerini engellerken ellerinde bulundurdukları petrol kaynaklarını da kendi inisiyatifleri doğrultusunda değerlendirememelerine neden olmuştur. Birinci Dünya Savaşı öncesinde Rusya, Fransa ve İngiltere merkezli bir dizi müdahale İkinci Dünya Savaşı’nı takiben yerini Rusya-Amerika eksenli müdahaleler zincirine bırakmıştır. Sovyetler Birliği’nin dağılmasını takiben sona eren iki kutuplu sistemin ardından tek başat güç olarak beliren ABD, Orta Doğu bölgesine yönelik dış politika ilgisinin devam ettiğini vurgulayan bir tarzda 1990’ların başında bölgede ilk fiili müdahalesini gerçekleştirmiş ancak petrol arzını tam anlamıyla kendi isteği doğrultusunda şekillendirememiştir. Son dönem gelişmeleri Orta Doğu devletlerinin daha uzunca bir süre büyük devletlerin dış politik manevra alanları dahilinde kalacaklarını göstermektedir. Gelecek dönemlerde, Orta Doğu petrol rezervlerinin tespiti, petrolünün çıkarılması ve ihracı gibi meselelerin bölge devletlerinin kontrolünden tümüyle çıkarak, büyük güçlerin hakimiyet alanına girmesi kuvvetle muhtemel görünmektedir.




Kaynakça
Altuğ, Fevzi (1983). Petrol Sorununun Tarihsel Gelişimi ve Türkiye. Bursa.

Arı, Tayyar (1999). 2000’li Yıllarda Basra Körfezi’inde Güç Dengesi. İstanbul: Alfa Yy.

Aykaç, Mustafa. Ortadoğu’da Petrol. Ankara Siyasal Bilgiler Fakültesi Yayınları, No:432.

Buchanan’dan Sazanov’a : 20 Mart tarihli momerandum. Adamov, E..E., Le Portage De La
Turquie d’Asie (1924), Belge no:32 ve Cambon’dan Delcasse’ye, 27 Mart 1915, mFAF, (1924). Paix, cilt:177.

Chitsyakov, Alexi (1995). “The Middle East in the Light of Geopolitical Changes”. İnternational Affairs (Moscow), no.8.

Davutoğlu, Ahmet (2002). Stratejik Derinlik. İstanbul: Küre Yy.

Gough, G.P., H. Temperley (1936). “British Documents on the Origine of the War 1898-1914”. cilt: X, bölüm:1, The Near and Middle East on The Eve of War. Londra.

Gresh, Alain and Dominque Vidal (1991). Ortadoğu (Çev.Hamdi Türe). İstanbul: Alan Yy.

Gürel, Şükrü Sina (1979). Ortadoğu Petrolünün Uluslararası Politikadaki Yeri. Ankara: Ankara Üniversitesi Basımevi.

Issawi, Charles (1972). Oil, the middle east and the world, the Washington papers 4, New York: The Library press.

Kayabalı, İsmail ve Cemender Aslanoğlu (1990). Orta Doğu’da Savaş ve Strateji. Ankara.
Keesing’s Contemprary Archives, 26355.

Kent, Morion (1975). “Agent Of Empire? The National Bank Of Turkey And British Foreign Policy”. Historical Journal, cilt:18. , no.2.

Kent, Morion (1976). Oil and Empire, British Policy and Mesopotamian Oil. Londra.

Kocaoğlu, Mehmet (1996). Petro Strateji. Ankara.

Kona, Gamze Güngörmüş (2002). Türkiye - Orta Asya İşbirliği Stratejileri ve Gelecek Senaryoları. (Çev. Sinan Akbaytürk). İstanbul : IQ Kültür Sanat Yy.

Krapels, Edward N. (1993). “The Commanding Heighst: Internatiomnal Oil in a Changed World”, International Affairs (January 1993).

Kupchan, A. Charles (1987). The Persian Gulf and the West, The Dilemmas of Security. Boston: Ulter and Unwih Press.

Lewis, Bernard (1995). Orta Doğu. (Çev. Mehmet Harmancı). İstanbul: Sabah Yy.

Luger, Richard G.. “US Arms Sales and The Middle East”. Journal of International Affairs, vol.40, no.1.

Marder, A. J. (1961). From The Dreadsnought to Scope Flow: The Royal Navy in The Fisher Era 1904-1919. cilt:1. Londra.

Moin, A. Siddiqi (1999). “Kuwait: Financial Report”, The Middle East, No. 287, (February 1999).

Noreng, Øystein (1997). Petrol ve İslam. (Çev. Dilek Başak). İstanbul: Sabah Kitapları.

Oran, Baskın (2001). Türk Dış Politikası. İstanbul: İletişim Yy.

Önertürk, Filiz (1993). Petrol ve Ekonomisi Üzerine. Ankara.

Spainer, John W. (1980). American Foreign Policy Since World War II. New York: Half,
Rinehart and Winston Press.

The Middle East, No. 241 (January 1995).

The Middle East, No. 242 (February 1995).

UN, Global Outlook (2000) UN Pub., 1990.

Weinberger, Casper W. (1987). “A Report to the Congress on Security Arrangements in Persian Gulf”. Washington D.C: US Government Printing Office.

Wolf, J.B. (1973). The Diplomatic History Of The Baghdad Railway. Londra: University Of Missiori Studies XI .

World Tables, Washington D.C: The World Bank Publication, 1995.

Yerasimos, Stefanos (2000). Milliyetler ve Sınırlar; Balkanlar, Kafkasya, Orta Doğu. (Çev. Şirin Tekeli). İstanbul: İletişim Yy.

Yergin, Daniel (1995). Petrol “Para ve Güç Çatışmasının Epik Öyküsü”. Birinci Baskı, Ankara: Türkiye İş Bankası Yy.

Yıldız,Yavuz Gökalp (2000). Global Stratejide Ortadoğu, Krizler Sorunlar ve Politikalar İstanbul: Der Yy.
[1] Önertürk, Filiz (1993). Petrol ve Ekonomisi Üzerine, s.20.
[2] Altuğ, Fevzi (1983). Petrol Sorununun Tarihsel Gelişimi ve Türkiye ; Kocaoğlu, Mehmet (1996). Petro Strateji, s.224-225.
[3] Issawi, Charles (1972). Oil, the Middle East And The World, The Washington Papers 4, s.1.
[4] Yergin, Daniel (1995). Petrol “Para ve Güç Çatışmasının Epik Öyküsü”, s.262.
[5] Gürel, Şükrü Sina (1979). Orta Doğu Petrolünün Uluslararası Politikadaki Yeri, s.172.
[6] Keesing’s Contemprary Archives, 26355.
[7] Kayabalı, İsmail ve Cemender Aslanoğlu (1990). Orta Doğu’da Savaş ve Strateji, ss.269-271.
[8] Gürel, Şükrü Sina , a.g.e., s.216.
[9] Lewis, Bernard (1995). Orta Doğu. (Çev. Mehmet Harmancı), s.267.
[10] Yerasimos, Stefanos (2000). Milliyetler ve Sınırlar; Balkanlar, Kafkasya, Orta Doğu, (çev. Şirin Tekeli), s.123.
[11] Wolf, J.B. (1973). The Diplomatic History Of The Baghdad Railway. Londra: University Of Missiori Studies XI .
[12] Marder, A. J. (1961). From The Dreadsnought to Scope Flow:The Royal Navy in The Fisher Era 1904-1919. cilt:1. Londra.
[13] Yerasimos, Stefanos (2000), a.g.e., s.123.
[14] Yerasimos, Stefanos (2000), a.g.e., s.124.
[15] Kent, Morion (1975). “ Agent Of Empire? The National Bank Of Turkey And British Foreign Policy”. Historical Journal, cilt:18. , no.2.
[16] Kent, Morion (1976). Oil and Empire, British Policy and Mesopotamian Oil. Londra.
[17] Gough, G.P., H. Temperley (1936). “British Documents on the Origine of the War 1898-1914”. cilt: X, bölüm:1, The Near and Middle East on The Eve of War. Londra.
[18] Buchanan’dan Sazanov’a : 20 Mart tarihli momerandum. Adamov, E..E. ,Le Portage De La Turquie d’Asie (1924), Belge no:32 ve Cambon’dan Delcasse’ye, 27 Mart 1915, mFAF,(1924). Paix, cilt:177, ss.54-59.
[19] Lewis, Bernard (1995), a.g.e. , s.276 .
[20] Kona,Gamze Güngörmüş (2002). Türkiye - Orta Asya İşbirliği Stratejileri ve Gelecek Senaryoları, s.277.
[21] Lewis, Bernard (1995), a.g.e., s.79.
[22] Arı,Tayyar (1999). 2000’li Yıllarda Basra Körfezi’inde Güç Dengesi, s.58.
[23] Gresh, Alain and Dominque Vidal (1991). Ortadoğu (Çev.Hamdi Türe).
[24] Chitsyakov, Alexi (1995). “The Middle East in the Light of Geopolitical Changes”. İnternational Affairs (Moscow), no.8, s.48.
[25] Arı,Tayyar (1999), a.g.e., s.59.
[26] Kona,Gamze Güngörmüş (2002). a.g.e., s.267.
[27] Arı,Tayyar (1999). a.g.e., s.64.
[28] Yıldız, Yavuz Gökalp (2000). Global Stratejide Ortadoğu, Krizler Sorunlar ve Politikalar, s.28.
[29] Luger, Richard G..”US Arms Sales and The Middle East”. Journal of International Affairs, vol.40, no.1, (summer), ss.24-26.
[30] Yergin, Daniel, a.g.e., s.10.
[31] Noreng, Qystein (1997). Petrol ve İslam. (Çev: Dilek Başak), s.146.
[32] Davutoğlu, Ahmet(2002), Stratejik Derinlik. Orta Doğu: Küresel Ekonomi-Politik ve Stratejik Dengelerin Kilidi, s.342.
[33] a.g.e., s.342.
[34] a.g.e., s.340.
[35] Gürel, Şükrü Sina (1979). Ortadoğu Petrolünün Uluslararası Politikadaki Yeri, ss.65-65.
[36] Weinberger, Casper W. (1987). A Report to the Congress on Security Arrangements in Persian Gulf, s.5.
[37] Oran, Baskın (2001). Türk Dış Politikası, s.530.
[38] Spainer, John W. (1980). American Foreign Policy Since World War II., s.27.
[39] Kupchan, A. Charles (1987). The Persian Gulf and the West, The Dilemmas of Security, s.14.
[40] Arı, Tayyar(1999). 2000’li Yıllarda Basra Körfezinde Güç Dengesi, ss. 10-11, 23.
[41] Arı, Tayyar(1999), a.g.e., ss. 10, 11, 23.
[42] World Tables, Washington D.C: The World Bank Publication, 1995, ss. 361-363.
[43] The Middle East, no. 241 (January 1995), s. 23.
[44] The Middle East, no. 242 (February 1995) s. 26.
[45] Arı, Tayyar (1999), a.g.e., s.24.
[46] Moin, A Siddiqi (1999). “Kuwait: Financial Report ”, The Middle East, No. 287, ss. 27-29.

[47]Moin, A Siddiqi, a.g.m., s .29.

[48] The Middle East, No.241 (January 1995).

[49] Aykaç Mustafa, Orta Doğu’da Petrol, s.46.
[50] Krapels, Edward N. (1993).“The Commanding Heighst: Internatiomnal Oil in a Changed World”, International Affairs (January1993), s. 72.
[51] Noreng, Qystein., a.g.e., s.154.
[52] Krapels, Edward N., a.g.m., s.72.
[53] UN, Global Outlook (2000). UN Pub., 1990, ss.115-117.
[54] Aykaç, Mustafa, a.g.e., s.50.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder