27 Ağustos 2007 Pazartesi

Orta Asya'da Güç Mücadelesi

Türk Dünyası Araştırmaları Dergisi, Sayı 133, ss.177-191, Ağustos 2001
Gamze Güngörmüş KONA

The author discusses the ongoing power rivalry in the Central Asian region and explains foreign policy aims of Russian Federation, U.S., Iran, Israel and Turkey in regard to the Central Asian region and Central Asian republics. While explaining the reasons of interest and foreign policy goals of the four states; Russia, U.S., Israel and Iran, she also emphasizes the fact that these four actors seriously prevent both the Central Asian republics from determining and realising their own foreign policy preferences and Turkey from materialising her foreign economic and political expectations related with Central Asian and the republics in this region.

ORTA ASYA’DA SİYASİ VE EKONOMİK GÜÇ MÜCADELESİ VE TÜRKİYE

Sovyetler Birliği’nin 1991 yılında dağılması ile birlikte kendi bağımsız devletlerinde özgür birer vatandaş olarak yaşama şansını elde eden Orta Asya halkları adeta bu özgürlüğün sefasını süremeden çeşitli siyasi ve ekonomik sorunlar karşısında mücadele vermeye başlamışlardır. Serbest piyasa ekonomisinin ve demokratik siyasal rejimin gerektirdiği kurum ve de kuralları yapılandırma, Rusya Federasyonu’nun (RF) kendi bölgelerine ilişkin siyasi ve ekonomik taleplerini göğüsleme, ciddi ekonomik sıkıntıları aşma ve bağımsızlıklarını kazanmalarının hemen ardından başlayan ve içinde güçlü global aktörleri barındıran güç mücadelesine yönelik politikalar geliştirme türünden gayet zorlu meseleler bağımsızlığın ilk yıllarından itibaren Orta Asya cumhuriyetlerinin (OAC) yüzleştiği sorunlardır. Bu çalışmada biz, OAC’nin kendi iç ve dış siyasal ilişkilerini özgürce geliştirmelerini engelleyen ve ulusal ekonomik kaynaklarını istedikleri şekilde değerlendirmekten alıkoyan bölgedeki siyasi ve ekonomik güç mücadelesini inceleyeceğiz. Bu kapsamda, Rusya Federasyonu, Amerika, Iran ve İsrail gibi devletlerin Orta Asya bölgesine ilişkin dış politik yaklaşımlarının ve bu devletlerin bölgedeki siyasi ve ekonomik girişimlerinin Türkiye’nin adı geçen bölgeye ait siyasi ve ekonomik beklentilerini gerçekleştirmesini ne şekilde etkilediği konuları incelenecektir. Türkiye’nin bu bölgeye ve bölgede yer alan cumhuriyetlere ilişkin dış politika amaçlarına da değinilecektir.

Rusya Federasyonu ve Orta Asya

Rusya Federasyonu’nun Orta Asya’ya ilişkin dış politik yaklaşımını 1991-1993 ve 1993 ve sonrası olarak iki döneme ayırarak incelemek oldukça mantıklıdır çünkü Rus siyasi elitinin Orta Asya bölgesini algılayış biçimi 1991-1993 arasındaki dönemde ve 1993 yılından sonraki dönemde oldukça büyük farklılıklar arz etmektedir.

Tek-parti yönetiminin 1991 yılının Ağustos ayında çözülmesinden hemen önce Rus dış politikası zamanın Devlet Başkanı Mikail Gorbaçov ve Dış İşleri bakanı Eduard Şevardnadze'nin ‘yeni politik düşünce’ (New Political Thinking) diye adlandırılan görüşü şekillendiren prensiplere dayanıyordu, ki bu prensipler 1987-1990 arasında benimsenen Rus dış politik tavrını da şekillendiren prensiplerdi. 1991 sonlarında Boris Yeltsin’in Rusya Devlet Başkanı ve Andre Kozirev’in Dış İşleri bakanı olarak göreve başlaması ile birlikte Rus dış politikasında iki farklı yaklaşım ortaya çıktı. Bunlardan ilki Kozirev tarafından benimsenen dış politika stratejisi ile ilgili idi. Kozirev Yeltsin’in ekonomik kalkınmayı hedefleyen politik görüşünü destekleyen bir Rus dış politika konsepti geliştirmeyi ilke edindi. Bunun yanı sıra Kozirev demokratikleşme önündeki engelleri kaldırarak Rusya’yı ortalama bir büyük güce dönüştürmeyi planlıyordu. Bu ideal dış politikada bazı büyük değişimleri beraberinde getirdi. Kozirev’e göre, Rusya Batı ile mesafeli durma düşüncesini terkedip batılı devletlerle özellikle Amerika ile ikili ya da çok yönlü ilişkiler geliştirmenin yollarını aramalıydı. Bunun yanısıra Rusya eski Sovyet cumhuriyetlerini yeni eşit ve bağımsız ortaklar olarak algılamayı öğrenmeliydi. Ayrıca Rusya tek taraflı güç kullanmak yerine Avrupadaki uluslararası kuruluşların arabulucu rölüne güvenmeliydi. İşte belirtilen bu görüşler doğrultusunda 1992 yılında Rusya Federasyonu, Batı yanlısı, Avrupa merkezli bir dış politika izlemiş ve bu da Rus bürokratlarının Orta Asya’daki müslüman kökenli cumhuriyetlere uzak durmasını sağlamıştır.

Ancak bu türden bir dış politik yaklaşım Rus politik çevrelerce hiçbir zaman tam destek görmemiş ve 1992 yılı boyunca ciddi boyutta eleştirilere maruz kalmıştır. Bu eleştirilerin bir kısmı, Sovyetler Birliği’nin dağılmasına karşı çıkan ve eski Sovyet coğrafyasında yeni bağımsız cumhuriyetlerin kurulmasını destekledikleri için Gorbaçov ve Yeltsin’i benimsemeyen reform karşıtı gruptan gelmekteydi. Yeni Rus hükümeti bu eleştirileri göz ardı ederek, benimsediği yeni dış politika prensiplerini uygulamaya devam etti. Bununla birlikte, demokratik grup içindeki bazı etkili şahsiyetlerden gelen eleştiriler Rus dış politikasının yönünü değiştirmeye başladı. Vladimir Lukin, Sergei Stankeviç, Yevgeni Ambartsumov, Sergei Karaganov eleştirilerini yeni Rus hükümetinin benimsediği dış politika çizgisine yöneltenler arasındaydı. Adı geçen kişiler Andre Kozirev’i uluslararası ilişkiler alanında son derece idealist ve kurumsal bir yaklaşım benimsediği ve Rusya’nın ulusal güvenlik menfaatlerini tespit etme ve dikkate alma aşamasında başarısız olduğu yönünde eleştirirken onu Batı’ya fazla önem atfetmekle ve uluslararası kuruluşların arabuluculuk rolüne fazlasıyla güvenmekle suçladılar.

Bu eleştirilerin neticesinde, 1992 Aralık ayında, Rus Dışişleri Bakanlığı dış politika ile ilgili bir taslak yayınlandı ve 1993 yılı ortalarında Rus dış politikasının çerçevesiyle ilgili ulusal bir konsensüs’e varıldı. Bu tarihten itibaren Rus dış politikasındaki idealist ve kurumsal yaklaşım yerini eski Sovyet cumhuriyetlerinde ortaya çıkan iç sorunlarda Rus askeri ve diplomatik müdahalesinin gerçekleştirilmesi gerektiği görüşünü destekleyen daha aktivist tarzdaki dış politik yaklaşıma bırakmıştır. Rus dış politikasındaki bu yeni düzenleme kendisini Orta Asya bölgesinde yer alan cumhuriyetler üzerinde de yoğun biçimde hissettirmiştir. Bu yeni dış politik tavır kapsamında Rus bürokratlar Orta Asya bölgesi ve Orta Asya cumhuriyetleriyle ilgili ilişkilerde daha aktif bir tavır sergilemeye başlamışlardır.

Bu noktada Rusya’nın Orta Asya politikasını değiştirme sebebinin sadece demokratik gruptan Kozirev’e yöneltilen eleştiriler olmadığını belirtmek uygun olacaktır. Dönemin Amerikan Bush yönetiminin Orta Asya bölgesine ve OAC’ne ilişkin giderek artan ilgisi; İran ve Türkiye’nin OAC üzerinde yoğunlaşan etkisi; Orta Asya’da her geçen gün etkisini daha fazla hissettiren askeri, sosyal, ekonomik ve politik istikrarsızlık (Suny, 1998, s.499); Orta Asya halkları arasındaki İslami uyanış; bölgedeki güç mücadelesinin Rusya’nın etkinliğini sınırlayacak boyutlara ulaşması; Rus bürokratlarının batı merkezli, tek boyutlu dış politik tercihin Rusya’nın beklentilerini karşılamayacağına inanmaları (Mesbahi, 1994, s.284), ve Rusya Federasyonu’nun eski Sovyet cumhuriyetlerindeki ekonomik menfaatlerinin giderek önem kazanmaya başlaması (Baev, 1997, s.5) gibi unsurlar Rusya’nın Orta Asya politikasını yeniden gözden geçirmesini ve bu politikada yeni düzenlemeler yapmasını kolaylaştıran ve çabuklaştıran nedenler olarak kabul görmektedir.

Belirtilen sebeplerin tümünün etkisiyle 1993 ortalarında yeniden düzenlenen Rusya’nın Orta Asya’ya yönelik dış politik tavrı yine de tam bir netlik arz etmemiştir. Bu düzenlemenin hemen ardından Rus dışişlerinde Orta Asya’ya ilişkin iki farklı görüş belirmiştir. Bunlardan ilki; bu bölgenin Rusya için ekonomik, siyasi ve askeri bir yük olduğu ve Rusya ile birlikte var olmaya devam etmektense Orta Doğu’nun bir uzantısı olarak varlık göstermeye devam etmesi gerektiği ile ilgilidir. Bu görüşe göre, mevcut sorunun en akılcı çözümü bölgede yaşayan Ruslarla birlikte Rusya’nın Orta Asya’dan tamamen çekilmesi olacaktır. İkinci görüş ise; Rusya’nın mevcut tüm imkanları kullanarak bölgenin kontrolunu elinde tutması gerektiği şeklinde tezahür etmiştir. Bu görüşe göre, yeni bağımsız devletler yabancı egemenliğine mahkumdurlar, eğer Rusya bölgeyi terk eder ya da varlığını hissedilir bir biçimde azaltırsa Orta Asya devletleri Rusya’ya karşı dostane olmayan tutum güden oluşumların içinde yer almaktan kaçınmayacaklardır. (Zviagelskaia, 1995, ss.3-4; 35)

Rusya’da 1993 yılında gerçekleştirilen politik yeniden yapılanmanın ardından Orta Asya bölgesine ve Orta Asya cumhuriyetlerine ilişkin olarak beliren bu iki farklı görüşten ilki zaman içinde kaybolmuş ve ikinci görüş Boris Yeltsin’in iktidarı döneminde Rus dış politikasında iyice yerleşmiştir. Devlet başkanlığı görevini Yeltsin’den devralan Vladimir Putin de Orta Asya’ya yönelik bu dış politik tavrı aynen devam ettirmektedir.

Bu görüş doğrultusunda Rus bürokratlarınca 1993 yılında yeniden düzenlenen Rusya’nın Orta Asya politikası şu temel niteliklere sahiptir:

1. Rusya Federasyonu Bağımsız Devletler Topluluğu’nun (BDT) mevcut sekliyle devam etmesinden yana olduğunu belirtiyor çünkü BDT’yi ulusal güvenlik için bir çeşit güvenlik şemsiyesi olarak kabul ediyor. Bunun yanı sıra Rus bürokratlar da bu topluluk vasıtasıyla eski Sovyet cumhuriyetleri üzerinde otorite kurabileceklerine inanıyorlar.

2. Yeni Rus savunma doktrini Orta Asya topraklarını Rusya Federasyonu’nun menfaatleri için hayati olarak değerlendiriyor. (Kulchik, Fadin ve Sergeev, 1996, s.46) Ayrıca Rusya Orta Asya cumhuriyetlerinin kendisi ile Türkiye, İran, Afganistan ve Çin sınırının büyük bir kısmı arasında bir tampon vazifesi gördüğünü düşünüyor. Bu nedenlerle, Rusya Federasyonu Orta Asya cumhuriyetlerinde barış ve istikrarın tesisi ve sürekliliğinin gayet büyük bir önem arz ettiğini sıklıkla vurguluyor. Bölgedeki barış ve istikrarın devamı için Orta Asya cumhuriyetlerine siyasi, ekonomik ve askeri yardımda bulunmaya hazır olduğunu ifade ediyor.

3. Rusya Federasyonu kendi desteği olmaksızın Orta Asya cumhuriyetlerinin ekonomik ve sosyal açılardan zor durumda kalacaklarını öne sürüyor ve belirtilen bu düşünceye Orta Asya’daki liderlerin inanmalarını istiyor. Orta Asya cumhuriyetlerini kendine mecbur bırakmak için Sovyetler Birliği döneminde kurulmuş olan tüm ikili ilişkilerin devam etmesini istiyor ve yeni ilişkilerin kurulması için de oldukça hevesli görünüyor.

4. Rus yetkililer kaynağı hangi ülke olursa olsun olası bir İslami köktendinci hareketin Orta Asya bölgesine sızma ihtimalinin öncelikle Orta Asya cumhuriyetlerinde yaşayan Rus azınlığı daha sonraları ise Rusya Federasyonu’nda yaşayan müslüman topluluğu tehdit edeceği endişesini taşıyorlar. (Lepingwell, 1994, s.75) Bu nedenle, Rusya Orta Asya bölgesinde ortaya çıkabilecek İslami köktendinci hareketleri engellemeyi amaçlıyor.


5. Rusya Orta Asya bölgesini Yakın Çevre politikasının bir parçası ve Sovyet sonrası düzenin doğal bir coğrafi uzantısı olarak düşündüğü için herhangi bir devletin Orta Asya Cumhuriyetleri üzerinde egemenlik kurmasına hatta etkisini artırmasına dahi karşı çıkıyor. Bu nedenle de bölgede kendi etkinliğini artırmanın yollarını arıyor.

6. Ruslar giderek artan bir biçimde Sovyet sonrası Avrasya jeopolitiğinin kendilerine çok az bir seçenek bıraktığını bu nedenle ya Rusya Federasyonu’nun kendisinin kendi dış jeopolitik alanını şekillendirip stabilize edeceğini ya da yakın çevresindeki göç hareketleri, siyasi huzursuzluk, sosyal düzensizlik, bölgesel çatışmalar türünden olumsuz gelişmelerin Rusya’nın geleceğini tayin edeceğini düşünüyorlar. (Shashenkov, 1994, s.49) Bu görüşü dikkate alan Rus yetkililer Orta Asya bölgesinde Rusya’nın barış koruyucu (peace keeping) görevini eksiksiz uygulaması için çaba harcıyorlar. Bu çaba kapsamında Rusya, Birleşmiş Milletler ve Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Örgütü gibi uluslararası kuruluşların Orta Asya bölgesinde barış ve istikrarın korunması için üstlendikleri görevi göz ardı etmese de adı geçen bölgeyi bu türden kuruluşlara tamamen teslim etmenin akılcı olmadığını düşünüyor. (Shashenkov, 1994, s.65)

7. Sovyetler Birliği’nin dağılmasının ardından pek çok Rus eski Sovyet toraklarında kurulan yeni bağımsız devletlerde yaşamaya başlamıştır. Orta Asya cumhuriyetlerinde de pek çok Rus bulunmaktadır. Mevcut durumda Rus kökenli nüfus Kazakistan toplam nüfusunun %40’ından fazlasını, Kırgızistan toplam nüfusunun %20’sini, Türkmenistan toplam nüfusunun %9’unu ve Özbekistan toplam nüfusunun %8’ini oluşturmakta. Rus hükümetinin Rusya Federasyonu sınırları dışında yaşayan Rusları barındırmak ve istihdam etmek için yeterli ekonomik kaynaklara sahip olmamasından dolayı Rus yetkililer bu cumhuriyetlerde yaşayan Rusların Rusya Federasyonu’na göç etmesini engelleme gereksinimi duyuyorlar. Bu olası göç dalgasını engellemek için Rus yetkililer kendi sınırları dışında yaşayan Rus kökenli nüfusun ekonomik, sosyal ve siyasal güvenliğini korumayı amaçlıyor. (Bacık ve Canbaş, 1999, s.325)

Rusya Federasyonu’nun Orta Asya bölgesine ve Orta Asya cumhuriyetlerine ilişkin dış politik amaçlarını dikkate aldığımızda Rusya’nın Türk hükümetlerinin Orta Asya’da yer alan Türk kökenli cumhuriyetlere ilişkin siyasi ve ekonomik beklentilerini gerçekleştirme aşamasında Türkiye’nin önüne büyük bir engel olarak çıktığını ve çıkmaya devam edeceğini dile getirmek yanlış olmayacaktır. Rusya’nın yanı sıra Amerika da özellikle 1993 yılında Rusya’da gerçekleştirilen dış politik tavır neticesinde bu seneden itibaren Orta Asya bölgesi ve Orta Asya cumhuriyetleri ile yakından ilgilenmeye başlamış ve Türkiye’nin hareket alanını sınırlayıcı bir devlet haline gelmiştir.

Amerika ve Orta Asya

Öncelikle Amerika’nın Orta Asya politikasını bağımsız olarak değil Rusya’nın Orta Asya bölgesine ve Orta Asya cumhuriyetlerine ilişkin politikalarının niteliğine paralel bir biçimde tespit ve tayin ettiğini belirtmemiz gerekiyor. Bu nedenle ilk olarak Amerika’nın Rusya politikasını gözden geçirip daha sonra bu devletin Orta Asya politikasını inceleyeceğiz.

Dönemin Amerikan başkanı George Bush 25 Aralık 1991’de yayınladığı bildiride Amerika’nın özgür, bağımsız ve demokratik Rusya’yı ve de Sovyetler Birliği’nin yerini alan BDT’yi tanıdığını, her ikisinin de uluslararası siyasi arenada yerini almasından dolayı hoşnutluk duyduğunu açıkladı. Bush yönetiminin önceliklerinden en önemlisi eski Sovyetler Birliği’nin sahip olduğu nükleer silahlar üzerindeki kontrolu sağlamak, bu bölgede nükleer silahlara sahip yeni devletlerin oluşumunu engellemek ve mevcut nükleer silahların BDT’ye üye ülkeler arasında herhangi bir tehdit oluşturmasını önlemekti. 1991 yılında Amerika’nın Rusya Federasyonu’nu ile ilişkili olarak geliştirdiği bu tek yönlü bakış açısı 1992 yılı başından itibaren çok yönlülüğe doğru çeşitlilik göstermeye başladı. 1992-1993 yıllarında Amerikan diplomasisinin Rusya ile ilgili politikalarının merkezinde Rusya’nın ekonomik ve siyasi açılardan gelişmesi yer aldı ve bu yıllarda Amerikalı yetkililer Rusya’nın yeni dünya düzenine uyum sağlaması sürecinde önemli bir rol üstlendiler. Fakat 1992-1993 yıllarında gayet sakin ve de sorunsuz bir görünüm arz eden ikili ilişkiler 1993 yılı sonlarında Amerika’nın Rusya’ya ilişkin endişelerinin artmasıyla durgunluk hatta hoşnutsuzluk dönemine girdi. 1993 yılının son aylarında Amerikan yönetiminin Rusya’ya ilişkin endişelerinin yoğunlaşmasına neden olan gelişmeler şu şekilde özetlenebilir:

1. Rusya’nın tüm uluslararası desteğe karşın ekonominin kötüye gitmesini engelleyememesi,

2. Rusya’nın 1993 yılı ortalarında değiştirdiği dış politika tavrının eski Sovyet cumhuriyetleri üzerinde yeniden egemenlik kurmak için tasarlanmış yeni emperyalist bir tavır olarak nitelendirilmesi,

3. 1993 yılında Rusya’nın Hindistan’a gerçekleştirdiği roket motoru ve ilgili teknoloji satışına ve İran’daki nükleer reaktörlerin yapımı için bulunduğu yardıma Amerika’nın şiddetle karşı çıkması,

4. Rusya’nın eski kimyasal silah stoklarını ve diğer silahları vaat ettiği dönem içinde yok etmemesi,

5. Rusya’nın biyolojik silahlarla ilgili araştırmalara son vermede yavaş davranması ve bu türden silahların üretiminde kullanılan altyapıyı yok etmede isteksizlik göstermesi,

6. Nato’nun genişleme süreci kapsamında olumsuz tavır alması,

7. Özellikle 1994-1995 yıllarında Amerikan yönetiminin Rusya’nın gerekli reformları gerçekleştirmekten ziyade imparatorluk sonrası yeni bir milliyetçilik uygulamada daha istekli olduğuna inanması,

8. Boris Yeltsin’in kimseye danışmaksızın sadece kendi insiyatifi doğrultusunda idari kadrolarda sıklıkla yaptığı değişikliklerin tehlikeli olarak yorumlanması.

Yukarıda sıralanan olumsuz gelişmelerin neticesinde 1994 yılı başında Rusya-Amerika ilişkileri 1991-1993 arasındaki umut vaat eden görüntüsünü kaybederek tedirgin ve problemli dönemine girmiştir. Doğal olarak Amerika 1994 yılından itibaren Rusya politikasını değişikliğe uğratmaya başlamış ve bu tarihten sonra Amerika’nın Rusya politikası Rusya’nın iç ve dış politika kararlarına paralel olarak gelişme göstermiştir. Rusya’nın 1993 sonrasında Orta Asya bölgesiyle ilgili olarak gerçekleştirdiği dış politika değişikliği, bu bölgeyi kendisi için dev bir ekonomik bakir alan olarak kabul eden fakat siyasi açıdan birincil derecede önem arz ettiğini düşünmeyen Amerika’nın adı geçen bölgeye ilişkin tutumunu değiştirmesine neden olmuştur. Rusya’nın Orta Asya bölgesine yönelik emperyalist, pragmatist ve kötü niyetli tutumu Amerika’nın Orta Asya bölgesine daha fazla ilgi göstermesine, Rusya’nın bu bölge üzerinde tam egemenlik kurmasını engelleyecek politikalar geliştirmesine, adı geçen bölgedeki enerji kaynaklarından azami derecede yaralanmak için girişimlerde bulunmasına, bu bölgeyi Rusya karşısında bir prestij alanı olarak değerlendirmeye başlamasına kısaca bu bölgeyi çeşitli şekillerde ve mümkün olduğunca kendi kontrolü altında tutmaya çabalamasına neden olmuştur. Tüm bu gelişmelerin ardından şekillenen Amerika’nın Orta Asya politikası 2000 yılı başında aşağıdaki niteliklere sahiptir:

1. Orta Asya bölgesinde istikrarın tesisi ve devamı. Amerikan yönetiminin bu konuya gösterdiği hassasiyetin bir göstergesi olarak dönemin Uluslararası İlişiler Komitesi Başkanı Benjamin A. Gilman’ın beyanatı gayet büyük bir önem taşımaktadır. ‘Amerika’nın Orta Asya Cumhuriyetlerindeki Menfaatleri’ konulu oturumda şunları dile getirmiştir: ‘Orta Asya bölgesi istikrarsızlığa sürüklendiği takdirde Avrasya kıtasında Rusya ve Çin gibi bölgeyi çevreleyen büyük devletleri içine çekecek bir kırılma yaratabilir’. (Gilman, 1998, s.55)

2. Demokrasi ve liberal ekonomiye geçiş sürecindeki devletlere tam destek vermek. Robert W. Gee bu görüşü şu şekilde açıklamaktadır. ‘Amerikan hükümetinin yeni bağımsızlığına kavuşmuş Hazar Havzası bölgesinde yer alan devletlerin özgürlük ve refah çabalarına tam destek verme politikasının ardında stratejik menfaatler bulunmaktadır. Bizler bu devletlerin bölgesel güçlerin baskı ya da etkisinden uzak bir biçimde uluslararası toplumun demokratik birer üyesi olmalarını ve dünya pazarlarına girmelerini kolaylaştıracak desteği vermek istiyoruz’. (Gee, 1998, p.32)

3. Orta Asya bölgesinde her hangi bir bölgesel ya da uluslararası gücün tek egemenliğini engellemek. Balcı’ya göre Amerika’nın bu görüşü gerçekleştirmeyi amaçlayan politikası şu şekilde özetlenebilir: ‘Amerika bir devletin ya da birden çok devletin Orta Asya’daki olası hegamonyasını engellemeyi amaçlamaktadır. Amerikan hükümeti kendi ilişkilerinin iyi olmadığı devlet ya da devletlerin Orta Asya cumhuriyetleri üzerinde egemenlik kurmasına asla izin vermeyecektir. Washington'un temel amacı Avrasya’yı dışarıdan kontrol etmektir’.
(Balcı, 1998)

4. İran’ın Orta Asya bölgesindeki etkisini azaltmak ve hatta ortadan kaldırmak ve bu amacı gerçekleştirmek için Türkiye’yi Orta Asya cumhuriyetleri tarafından örnek alınması gereken bir model olarak sunmak.

5. Hazar Havzası bölgesinde yer alan petrol rezervleri üzerindeki Rus ve İran etkisini azaltmak ve bu bölgedeki petrolü Türkiye gibi stratejik açıdan güvendiği devlet ya da devletler üzerinden dünya pazarlarına ulaştırmak. (İlhan, 1998) Buna ilaveten, Amerika kendi petrol gereksinimini dikkate alarak mevcut petrol rezervleri açısından kendisi için önem arz eden Suudi Arabistan ve diğer körfez ülkelerini dışlamak türünden bir hedef belirlemiş olmasa da ekonomik ve stratejik beklentilerinin merkezini istikrarsız Orta Doğu bölgesinden Hazar Havzası bölgesine kaydırma amacı taşımaktadır. (Balcı, 1998)

6. Orta Asya bölgesinde radikal İslamın olası tırmanışını engellemek. Amerika Orta Asya’da olası bir radikal İslami dalganın oluşması durumunda bu hareketin kendisinin bölgede yer alan müttefiklerine sıçrama olasılığının yüksek olduğunu düşünüyor. Bu noktada güvenlik meselesi kapsamında Amerika’nın en önemli hedeflerinden birinin İran’ı çevrelemek ve bu ülkenin İslami rejimini Orta Asya bölgesine ihracını engellemek olduğunu söylemek mümkündür. (Shakoor, 1995, s.16; Aras ve Çolak, 1996, ss.68-69)

7. Nükleer silah üretimini ve Rusya’nın bölgede mevcut bulunan silahları kullanmasını engellemek. Ayrıca Amerika Orta Asya bölgesinde her hangi bir nükleer araştırma yapılmasına ve güç reaktörleri kurulmasına şiddetle karşı çıkıyor.

8. Rusya’nın denetim ve gözetimi altında eski Sovyetler Birliği’nin restorasyonunu ya da Bağımsız Devletler Topluluğu’nun iyileştirilmesini engellemek.

9. Orta Asya bölgesinde iç karışıklıkların ya da sınır çatışmalarının oluşumunu engellemek için gerekli girişimlerde bulunmak.

10. Kendisinin sahip olduğu teknoloji, ham madde ve insan gücünü kullanarak Orta Asya bölgesinin ekonomik gelişmesinde önemli bir rol üstlenmek.

Maddeler halinde özetlemeye çalıştığımız Amerika’nın Orta Asya politikasının içeriğinden de anlaşılacağı üzere Türkiye 1993 yılından itibaren Orta Asya bölgesinde sadece Rusya Federasyonu’nun değil Amerikan devletinin de bölgeye ilişkin siyasi ve ekonomik talep ve beklentileriyle de karşı karşıyadır. Türkiye’nin Amerika’dan yana bir şansı, Amerika’nın Rusya gibi Türkiye’yi Orta Asya’dan tamamen dışlamak yerine Türkiye’ye Orta Asya’da tam destek vererek ve yanına alarak Orta Asya cumhuriyetlerine şirin görünmek istemesidir. İran ise Orta Asya’ya ilişkin talep ve beklentileri kapsamında Türkiye’yi Rusya’nın değerlendirdiğinden farklı bir biçimde değerlendirmemekte ve Türkiye’nin Orta Asya politikalarını son derece sınırlamaktadır.

İran ve Orta Asya

İran’ın Orta Asya bölgesine ve Orta Asya cumhuriyetlerine ilişkin politikasını bağımsız olarak değerlendirmek mümkün değildir çünkü İran’ın Orta Asya cumhuriyetleriyle ilgilenmesi ve Orta Asya bölgesine ait dış politik amaçlar geliştirmeye başlaması 1991 yılında eski Sovyet coğrafyasında ortaya çıkan coğrafi ve politik değişikliklerle bağlantılı olduğu kadar İran’da Humeyni sonrası dönemin kendine özgü iç siyasal, ekonomik ve bölgesel dinamikleriyle de bir o kadar bağlantılıdır. Diğer bir deyişle İran hem 1990 sonrasında eski Sovyet coğrafyasında beliren jeo-politik yeniden yapılanmanın sunduğu avantajları değerlendirmek adına hem de 1989 yılında Ayetullah Humeyni’nin ölümünün ardından İran’ın karşı karşıya kaldığı yeni siyasi ve ekonomik dengelerle başa çıkabilmek adına Orta Asya cumhuriyetlerine yönelmiş ve ilgili politikalar geliştirmiştir. İran’ın Orta Asya politikasının temel niteliklerini incelemeden önce Humeyni sonrası dönemde dış politikada ortaya çıkan değişiklikleri incelemeyi yararlı görüyoruz. Değişiklikler şu şekilde özetlenebilir: (Herzig, 1995, ss.9-11)

1. İran hükümeti 1989 yılından itibaren uluslararası siyasi ve ekonomik platformlarda yalnızlığını gidermek amacıyla diğer devletleri uluslararası hukukun gereklerini yerine getiren ‘normal’ bir devlet olduğuna ve bir tehdit unsuru değil potansiyel bir ortak olduğuna inandırmak için dikkate değer bir çaba sarf etmektedir. Amerika ile ilişkilerini geliştirmek için de çeşitli yolları denemektedir.

2. İran dünya toplumuyla entegre olarak yalnızlıktan kurtulmak için hem ikili ve çok yönlü hem de bölgesel bağlantılar geliştirmiştir. Ekonomik İşbirliği Örgütü ve İslam Konferansı Örgütü gibi çok yönlü ve bölgesel yapılanmalarda yer alarak imajını yenilemek ve diğer devletlerle uyum içinde çalıştığını kanıtlamak istemiştir. Bu açıklamalara dayanarak İran’ın yeni dış politik tavrının en belirgin özelliğinin bölgesel işbirliği geliştirmek ve çok yönlü ilişkiler kurmak olduğu söylenebilir.

3. Soğuk Savaş yıllarında İran’ın en temel dış politik amacı büyük güçleri kendi ulusal ve bölgesel menfaatlerini maksimize edecek şekilde dengelemekti. İran bu amaca ulaşmak için dört farlı yöntem uygulamıştır. Bu yöntemler 1. Positif Denge – her iki süper devlete de bazı menfaatler temin etmek 2. Negatif Denge – iki süper devletten hiçbirine taviz vermemek 3. Üçüncü Güç Stratejisi – iki süper devletin kendi üzerindeki etki ve baskısını diğer bir batılı büyük devletle ortadan kaldırmak ve 4. Şu ya da bu süper devletle müttefik olmak.
Bununla birlikte, Sovyetler Birliği’nin dağılmasını takiben İran’ın iki süper devleti dengeleme zorunluluğu kendiliğinden ortadan kalktı. Yeni düzende İran iki süper devleti dengelemek yerine Amerika karşısındaki zayıf pozisyonunu telafi etmeyi ve bölgesel ya da çok yönlü oluşumlarda yer alarak Amerika’yı dengelemeyi amaçlıyor.

4. Iran 1989 sonrasında İranlı yetkililer tarafından Soğuk Savaş döneminde sıkı sıkıya takip edilen dış politik prensiplerde de bazı radikal değişiklikler yapmıştır. Yeni dönemde İranlı yetkililer ulusalcılık yerine uluslararasıcılığın, köktendinci İslamı siyasal açıdan yüceltmek yerine ulusal menfaatleri ön plana çıkarmanın ve ideoloji yerine pragmatizmi savunmanın önemini vurgulamaya başlamışlardır.

5. Humeyni döneminde ülkenin askeri kapasitesini genişletme, Amerikan etkisine karşı direnmek için Sovyetler Birliği’nden silah satın alma gibi yöntemler İran yetkililerince benimsenmiş olan en temel güvenlik politikalrıydı. Bununla birlikte, Soğuk Savaş döneminin kapanmasının ve Ayetullah Humeyni’nin ölümünün ardından İran İslam Cumhuriyeti’nin güvenlik politikası dış güçlere bağımlı olmaksızın silah üretimi yapmak ve kendine güvenmek gibi unsurlara dayanmaya başlamıştır. İran ayrıca kendi bölgesinden ya da dışarıdan yönelecek tehditleri kontrol altına alabilmek için bölgesel bazda güvenlik örgütlenmelerinin oluşturulması yönünde çaba sarf etmektedir.

6. Sekiz yıl süren İran-Irak savaşının ve Kuveyt krizinin getirdiği mali yük, İran İslam devriminin özellikle ilk on yılında uygulanan kötü politikalar, yozlaşma, hızlı nüfus artışı, düşük petrol fiyatları ve dış yatırımın önündeki engellerden dolayı İran ciddi ekonomik zorluklarla karşı karşıyadır. Bu türden ekonomik problemleri dikkate alan Humeyni sonrası İran hükümetleri ülkenin petrol haricindeki ihraç malları için pazar bulmak, özellikle diğer İslam ülkeleri ve gelişmekte olan ülkelerle ekonomik ve teknik işbirliği geliştirmek, serbest ticaret bölgeleri yaratmak ve dış ekonomik ilişkileri artırmak gibi hususlara gayet büyük bir önem vermektedirler. Ekonomiden sorumlu ilgili birimler çok yönlü ekonomik kuruluşların oluşturulmasından yana tavır almaktadırlar. İran’ın Economik İşbirliği Örgütü’nü (ECO) canlandırma çabaları bunun en somut kanıtıdır. Tüm bu açıklamaları dikkate aldındığında, Humeyni’nin ölümünden sonra İranlı liderlerin ülkenin ekonomi politikasına özel bir önem atfetmeye başladıkları ve bu nedenle de Humeyni döneminin aksine İran’ın dış politikasında bölgesel ve dış ekonomik ilişkilerin ağırlıklı olarak telaffuz edilmekte olduğu söylenebilir.

Yukarıda maddeler halinde özetlemeye çalıştığımız Humeyni sonrası İran’ın dış politik tavır ve prensiplerindeki değişiklikler İran hükümetinin Orta Asya bölgesini ve Orta Assya cumhuriyetlerini algılayış biçimini de etkilemiştir. Amerika karşısındaki zayıflığını telafi etmeye çalışan, kendi bölgesinde güçlenmeyi amaçlayan, dünya toplumuyla entegrasyonu hedefleyen ve ekonomik yönden kalkınmanın önemini sıklıkla vurgulayan İran için 1991 yılında yeni bağımsızlığına kavuşmuş Orta Asya cumhuriyetleri çok önemli hale gelmiştir. Bu bakir bölgeden azami fayda edebilmek için yeni politikalar geliştirilmeye başlanmıştır. 2000 yılının başlarında İran İslam Cumhuriyeti’nin Orta Asya bölgesine ve Orta Asya cumhuriyetlerine ilişkin dış politik amaçları şu şekilde özetlenbilir.

1. İran hükümetleri Orta Asya bölgesinde koyu İslami söylem ve politikalar uygulamaktan kaçınmaktadırlar. İranlı yetkililerin kendi İslami sistemlerini bu cumhuriyetlere ihraç etme türünden bir çabaları olduğu gözlemlenmemektedir. Gareth Winrow’a göre; İran’ın Orta Asya bölgesinde İslam taraftarlığı misyonunu üstlenmek gibi bir telaşı yok. Çünkü İran Orta Asya bölgesinde kendi politik gücünü artırmak için İslamı yayma girişimlerini cesaretlendirmenin bölgede istikrarsızlık yaratacağını ve bu istikrarsızlığın da kendi ulusal menfaatlerine hizmet etmeyeceğini anlamış durumda. (Winrow, 1995, s.35)

2. İran kendi İslam devrimini ya da Sünni mezhebe ait Orta Asya halkları üzerinde daha az bir etki bırakacak olan kendi siyasal modelini ihraç etmek yerine Orta Asya halklarıyla kendi halkı arasındaki ortak Fars kültüründen ve ortak ekonomik menfaatlerden faydalanmayı amaçlıyor (Ehteshami, 1994, s.39) ve bu cumhuriyetlere gerçekçi tarzda politikayla yaklaşıyor.

3. İranlı yetkililer Orta Asya cumhuriyetlerinin İran İslam cumhuriyetiyle işbirliğine girmedikleri sürece ekonomik açıdan tamamen Rusya’ya bağımlı ve coğrafi açıdan denize çıkışları olmadığı için çaresiz kalacaklarını sıklıkla vurguluyorlar. İran’ın sahil şeridi uzunluğunun 1450 km uzunluğundaki Basra Körfezinin tümünü ve Arap Denizi’nin sahil şeridinin 480 km’lik bölümünü kapladığı düşünüldüğünde ve Kazakistan, Özbekistan gibi denize çıkışı olmayan Orta Asya cumhuriyetleri için İpek demir yolu projesinin çeşitli limanlara ve uzaktaki pazarlara ulaşım imkanı sağlayacağı dikkate alındığında (Economist, 21-27 Haziran 1997) İran hükümetinin kendi yardımı olmaksızın denize çıkışı olmayan Orta Asya cumhuriyetlerinin coğrafi açıdan çaresiz kalacakları yönündeki görüşü haklılık kazanacaktır. İşte Orta Asya cumhuriyetlerinin bu coğrafi dezavantajını iyi değerlendirmek isteyen İran bu cumhuriyetleri dünya pazarlarına ulaştırmada etkin bir rol üstlenmeyi amaçlıyor. (Dikkaya, 1999, s.206) Bunun yanısıra İran Orta Asya bölgesinde gelişmekte olan Büyük Oyun’da yer almak isteyen ve Orta Asya cumhuriyetlerine sunacakları alternatifleri çeşitlendirmek isteyen devletlerin kendisiyle işbirliği kurmaları gerektiğini belirtiyor.

4. İran hükümeti Rusya’nın Yakın Çevre politikasını sınırlayacak her hangi bir girişimin Rus yetkililerin tepkisiyle karşılaşacağına ve Orta Asya’da gerçekleştirmeyi planladığı dış politik amaçlar önünde ciddi engeller oluşturacağına inandığı için Rusya Federasyonu’nu kızdırmaktan kaçınıyor.

5. İran hükümeti Orta Asya cumhuriyetlerinin bağımsızlıklarını kazanmalarından bu yana Afgan – Tacik çatışmasında olduğu gibi Orta Asya’da cereyan eden bölgesel çatışmalarda arabulucu politik tavrı uygulamayı amaçlıyor. İranlı yetkililer bu yöntemle İran hükümetinin Orta Asya bölgesine ilişkin politikalarını realize edebilmek için bölgedeki cumhuriyetlerle entegre olabileceğini düşünüyor.

6. İran uzun yıllar süren İran – Irak savaşının, Körfez krizinin ve Humeyni döneminin yanlış ekonomi politikalarının beraberinde getirdiği ekonomik problemlerin çözümünün bir bölümünün ekonomik yatırımlar açısından gayet bakir durumda bulunan Orta Asya bölgesinde yer aldığını düşünüyor. Bu nedenle İran adı geçen bölgeye İran malı tüketim maddelerinin ihracı için önemli bir pazar gözüyle bakıyor. (Banuazizi ve Weiner, 1994, s.199)

7. İran Orta Asya’da yer alan petrol ve doğal gaz rezervlerinin hiç olmazsa bir bölümünü kendi toprakları üzerinden dünya pazarlarına ihraç ederek İran İslam devriminden bu yana devam eden uluslararası platformlardaki yalnızlığını bir ölçüde gidermeyi ve uluslararası topluma yeniden entegre olmayı amaçlıyor. Ayrıca kendi topraklarından geçmesini tasarladığı ihraç güzergahı vasıtasıyla Avrupa, Orta Doğu, BDT ve Güney Asya’yı birbirine bağlayabilen bir ülke olarak jeo-ekonomik pozisyonunu da geliştirmek istiyor.

Orta Asya bölgesine ilişkin politik amaçları ve beklentileri dikkate alındığında İran adı geçen bölgede Türkiye karşısında hem bir rakip hem de Türkiye’nin Orta Asya’daki faaliyetlerini gerçekleştirme aşamasında bir engel durumundadır. Orta Doğu bölgesinde siyasal ve ekonomik liderliği elde etme amacı taşıyan ve bu hususta Türkiye Cumhuriyeti’ni ciddi bir rakip olarak telakki eden İran’ın Orta Asya bölgesindeki siyasi ve ekonomik güç yarışında yine Türkiye’yi güçlü bir rakip olarak karşısında bulması bu bölgede Türkiye’nin işini daha da güçleştirmektedir. Orta Asya’da coğrafi ve siyasi dengelerin değişimini takiben bölgeden çeşitli ekonomik ve siyasi çıkarlar elde etmek isteyen devletlerden bir diğeri de İsrail’dir. Aşağıdaki bölümde İsrail’in Orta Asya bölgesine ve Orta Asya cumhuriyetlerine ilişkin siyasi ve ekonomik beklentilerine değineceğiz.

İsrail ve Orta Asya

Rusya Federasyonu, Amerika ve İran’la karşılaştırıldığında bölgeye ve bölgedeki cumhuriyetlere ilişkin dış politik ve ekonomik beklentileri oldukça sınırlı düzeyde kalan İsrail devleti’nin özellikle son birkaç yıldan bu yana amaç ve beklentilerinin arttığı gözlemlenmektedir. Bununla birlikte, artan bu ilgiye rağmen mevcut durumda İsrail’in belirgin bir Orta Asya politikasına sahip olduğunu iddia etmenin pek mümkün olmadığını görüyoruz. İsrail bölgede önceden saptanmış olan politikaları takip etmek yerine, bu bölgeye dolaylı yollardan ilgi göstermektedir. Diğer bir deyişle, İsrail hükümeti Orta Asya cumhuriyetlerinden direkt bir ekonomik ya da politik avantaj temin etmeyi değil fakat kendi bölgesinde yıllardır yüzleştiği sorunlar karşısında Orta Asya cumhuriyetleri ile ilişkilerini yoğunlaştırarak bir ölçüde güçlenmeyi amaçlamaktadır. Bunun yanısıra Amerikan hükümeti ile Arap-İsail Barış sürecinde bir miktar zedelenen ilişkilerini Orta Asya bölgesinde Amerika’nın kendisine yüklediği rolü en iyi şekilde yerine getirerek telafi etmeyi amaçladığı yönündeki ilave bir çıkarsama da yanlış olmayacaktır. İsrail’in Orta Asya bölgesinde ilgisine ilişkin olarak iddia edilebilecek en doğru sav, bu ilginin günden güne yoğunlaştığı ve belirli bir politik amaca doğru yöneldiği ve de İsrail’in bu tavrı benimsemesinin altında çeşitli nedenlerin yattığıdır. Aşağıdaki bölümde İsrail hükümetinin Orta Asya bölgesi ve Orta Asya cumhuriyetleri ile ilgilenme nedenleri sunulacaktır.

1. Soğuk Savaş döneminin bitiminden bu güne dek İsrail’in Orta Doğu bölgesindeki stratejik fonksiyonunun yavaşça azaldığı gözlemlenmektedir. İsrail Orta Doğu bölgesinde yer alan İran gibi radikal İslamcı devletler, aynı bölgede sıklıkla güç dengesini bozan Irak, Libya gibi devletler ve Orta Doğu’da Suriye ve İran gibi terörizme arka çıkan ve terörist grupları destekleyen devletler karşısında halen Amerika’nın önemli müttefiklerinden biri olmasına rağmen bu devlet Orta Doğu’daki stratejik rolünü yine Amerika’nın Orta Doğu politikalarının bir uzantısı olarak Türkiye’ye bu bölgede gayet stratejik fonksiyonlar yüklemesiyle birlikte Türkiye ile paylaşmak zorunda kalmıştır. Değinilen bu stratejik önem kaybı İsrail’i çeşitli aryışlara sürüklemiş ve Orta Asya’yı bu durumu telafi etmek için yeni bir imkan olarak değerlendirmeye başlamıştır. Orta Asya bölgesinde Amerikan hükümetlerinin bu bölgeye ilişkin politikaları dorultusunda yine Amerikan hükümetlerince kendisine verilen misyonu yerine getirerek hem kendi bölgesinde siyasal ve ekonomik açılardan güçlenmeyi amaçlamakta hem de Amerika nezninde ytirmekte olduğu önemi yeniden kazanmayı arzulamaktadır.

2. İsrail devletinin kuruluşundan bu yana görev almış olan tüm İsrail hükümetleri fudamentalist Orta Doğu Arap devletleri karşısında İsrail devletinin ve halkının bağımsızlığını koruyabilmek için mücadele vermişlerdir. Bu nedenle, İsrail fundamentalist devletlerin kendisine yönelik girişimlerini dengeleyebilmek için hem kendi bölgesinde hem de uluslar arası platformlarda müttefik temin etmeye çalışmaktadır. Mevcut durumda İsrail tarafından Amerika ve Türkiye’nin Orta Doğu’da İsrail’in bağımsızlığını destekleyen en sağlam iki müttefik olarak algılandığını söylemek doğru olacaktır.

Bununla birlikte, 1991 yılında eski Sovyet coğrafyasının güneyinde beş bağımsız Orta Asya cumhuriyetinin ortaya çıkışı bu Müslüman devletlerin İsrail’in bağımsızlığına yönelik herhengi bir tehdit oluşturmamalarına rağmen İsrail tarafından tedirginlikle karşılanmıştır. Zaman içinde Orta Asya’daki bu müslüman devletlerin kapladığı coğrafyanın Orta Doğu’nun jeopolitik bir uzantısı olarak telaffuz edilmeye başlanması bu tedirginliği artırmıştır. Bu nedenle, İsrail’in Orta Doğu’da yer alan Mülüman devletlerin Orta Asya bölgesindeki cumhuriyetlerle siyasi ve ekonomik açılardan ilişkilerini yoğunlaştırmasını dengelemeyi amaçladığı söylenebilir. (Zviagelskaia, 1994, s.153) Bu politikanın bir uzantısı olarak İsrail devleti Orta Asya bölgesindeki gelişmeleri yakından takip etmekte ve bu bölgede aktif olarak yer almak istemektedir.

3. Madde 1’de belirtilen nedenlerle İsrail Türkiye ile ilişkilerini geliştirmeyi amaçlamaktadır. İsrail Orta Doğu politikaları bağlamında Türk hükümetlerinin kendisine verdiği desteği göz önünde bulundurarak Orta Asya bölgesinde Türkiye ile ortak hareket edip Türkiye ile ilişkilerini geliştirmek istemektedir.

4. İsrail Orta Asya bölgesinde aktif biçimde yer alarak ve Orta Asya cumhuriyetleriyle ilişkilerini geliştirerek Arap-İsrail anlaşmazlığında nötr olarak algılanmak ve hatta Orta Asya cumhuriyetleri tarafından desteklenmeyi arzulamaktadır. (Saivetz, 1994, s.322)

5. İsrail devletinin Orta Asya cumhuriyetleriyle ilişkisini geliştirmeyi amaçlamasının diğer bir nedeni de Orta Asya’da İran’ın etkisini dizginlemek isteyen Amerika’dan hatırı sayılır bir ekonomik yardım almak istemesidir.

İsrail devletinin Orta Asya bölgesine ve Orta Asya cumhuriyetlerine gösterdiği ilginin temelinde yatan nedenler irdelendiğinde bu devletin Türkiye’nin bu bölgeye ve bölgedeki cumhuriyetlere ilişkin dış politik amaçlarını baltalama amacı taşımadığı anlaşılmaktadır. Fakat bu olumlu durum yine de Orta Asya’daki güç mücadelesinin İsrail’e dek uzanmış olduğu ve bu durumun Türkiye’nin Orta Asya politikaları önünde bir engel teşkil ettiği görüşünü ortadan kaldırmamaktadır. Son bölümde Türk yetkililerin Orta Asya bölgesine ilişkin olarak tespit ettikleri dış politika amaçlarını inceleyeceğiz.

Türkiye ve Orta Asya

Türkiye cumhuriyeti 1991 yılında Orta Asya cumhuriyetlerinin bağımsız birer devlet olarak uluslararası siyasal sistemde yerlerini almalarının hemen ardından bu cumhuriyetleri tanımış, bu cumhuriyetlerin liderleri ile üst düzey Türk yetkililer arasında resmi ziyaretler gerçekleştirilmiş, pek çok alanda ikili ya da çok yönlü ilişkiler geliştirilmiş ve Türkiye diğer bazı devletlere yeni bağımsızlığını ilan etmiş olan bu cumhuriyetlere ekonomik ve siyasi destek verme çağrısında bulunmuştur. İlk başlarda bu cumhuriyetlere 70 yıl süren büyük özlemi telafi etme telaşıyla gayet duygusal yaklaşılmış fakat 1993 yılından itbaren hem Rusya’nın bu cumhuriyetlere yönelik hırçın politikasının şekillenmeye başlamasıyla hem de Orta Asya bölgesindeki bölgesel ve uluslararası güç mücadelesinin netlik kazanmasıyla birlikte Türkiye duygusallıktan gayet uzak, realist politikalar uygulamaya koyulmuştur. Orta Asya cumhuriyetlerini teşkil eden halklarla din, dil, kültür ve tarih gibi pek çok ortaklığı bulunan Türkiye’nin Orta Asya bölgesine yönelik dış politik amaçları Hostler’in belirttiği şekilde ideolojik amaçlardan çok pragmatik nitelikteki ekonomik ve siyasi amaçlara dayanmaktadır. (Hostler, 1993, s.162) Türk hükümetleri tarafından Orta Asya bölgesine ilişkin olarak tespit edilmiş olan resmi dış polika amaçları şu şekilde özetlenebilir:

1. Türkiye bu cumhuriyetlere kendisini Müslüman bir toplum ve Türklerden müteşekkil bir devlet olarak takdim etmekten ziyade seküler bir toplum ve laik ve de demokratik bir devlet olarak takdim etmeyi tercih etmektedir. Bu şekilde Türk karar alıcılar, hem Orta Asya halkları hem de bu bölgede güç mücadelesinde yer alan devletler arasında ortaya çıkabilecek “Türkiye Müslümanlığı kullanarak bölgeye ilişkin beklentilerini gerçekleştirmeyi amaçlıyor” şeklindeki olası düşünceyi en baştan engellemeyi amaçlıyorlar.

2. Türkiye Orta Asya cumhuriyetlerinin Türk ihraç mallarını alabilecek düzeye gelmeleri için bu cumhuriyetlerin ekonomilerini desteklemekleme yönünde tavır sergiliyor. Bu şekilde Türk yetkililer Türk hükümetlerinin Orta Asya bölgesinde kendi ekonomik ve de siyasi profillerini geliştirebileceklerine inanıyorlar.

3. Türk hükümetleri Orta Asya bölgesine ve Orta Asya cumhuriyetlerine ilişkin dış politika amaçlarını gerçekleştirebilmek için Batılı devletler tarafından destek görmeyi arzuluyor ve bu nedenle de Batılı devletlerin bu bölgeye ve bölgedeki cumhuriyetlere ilişkin ekonomik ve de politik amaçlarını destekleyen bir tavır sergiliyor.

4. Türk yetkililer Orta Asya cumhuriyetleriyle kurulmuş olan ikili ya da çok yönlü ilişkileri yoğunlaştırmayı amaçlıyorlar.

5. Türk hükümetleri Orta Asya bölgesinde yer alan ekonomik zenginlikten azami derecede yararlanabilmek amacıyla Orta Asya cumhuriyetlerini oluşturan halklarla Türk halkı arasında mevcut kültürel, tarihi ve etnik bağları vurgulamayı tercih ediyorlar.

6. Türkiye bu cumhuriyetlerin uluslararası toplumla en ivedi biçimde entegrasyonunu temin edebilecek ve Orta Asya’da barışı, istikrarı ve de demokrasiyi güçlendirebilecek her türden desteği vermeyi amaçlıyor.

7. Türkiye Orta Asya cumhuriyetleriyle ne denli yakın ilişkiler ilişkiler geliştirirse o denli fazla oranlarda ekonomik menfaatler elde etmeyi umuyor.

8. En önemlisi Türkiye Hazar Denizi Havzası’nda yer alan petrol ve doğal gaz rezervlerinin dünya pazarlarına aktarılması hususunda kilit rol oynayacak ülkeler arasında yer almayı ve böylece ekonomisini güçlendirmeyi amaçlıyor.

Görüldüğü üzere Türkiye bölgeye ve de bölgedeki cumhuriyetlere ilişkin gayet olumlu ve de yapıcı, bu cumhuriyetlerin özgür iradesini kısıtlama ya da bu cumhuriyetler üzerinde otorite kurma türünden nitelikler taşımayan dış politik amaçlar gütmektedir. Bununla birlikte hali hazırda Orta Asya’da devam etmekte olan güç mücadelesi ve bu mücadelenin içinde yer alan devletlerin bölgeye ve bölgede yer alan cumhuriyetlere ilişkin amaç ve beklentileri Türkiye’nin önünü tıkamaktadır.

Sonuç

Bu çalışmada Orta Asya’da yer alan eski Sovyet cumhuriyetlerinin 1991 yılında bağımsız birer devlet olarak belirmelerinin ardından Rusya Federasyonu, Amerika, İran ve İsrail gibi devletlerin bu bölgeye ve bölgedeki Türk kökenli cumhuriyetlere ilişkin siyasal ve de ekonomik beklentilerini incelemeye çalıştık ve gördük ki bu dört devletin her biri kendi siyasal ve ekonomik güçleriyle doğru orantılı bir biçimde hem bölgede yer alan Türk kökenli cumhuriyetlerin hem de Türkiye’nin hareket alanını sınırlamaktadır. Bağımsız birer devlet olarak kendi iç ve dış politikalarını kendi bağımsız iradeleriyle tespit ve de tayin etmeyi amaçlayan Orta Asya cumhuriyetleri hem iç siyasi çalkantıların hem de mevut ekonomik sorunların getirdiği çaresizlikle güç mücadelesinde yer alan bu devletlere karşı koymak bir yana onlardan medet ummaya başlamışlardır. Bu türden bir gelişme Türkiye’nin Orta Asya bölgesine ve Orta Asya cumhuriyetlerine ilişkin siyasi ve de ekonomik beklentilerini tespit ettiği süre içinde gerçekleştirmesini engellediği gibi bu cumhuriyetlerle olan ilişkilerini istediği yoğunluğa eriştirememesine de neden olmuştur.

Mevcut şartlar altında yapılması gereken Orta Asya bölgesinde güç mücadelesi içinde yer alan devletlere rağmen Türkiye’nin Orta Asya cumhuriyetlerine ilişkin siyasi ve de ekonomik beklentilerini maksimum derecede gerçekleştirebilmesi için gerekli dış politika stratejileri geliştirmek ve bu stratejileri akılcı biçimde uygulamaktır. Türkiye Cumhuriyetinin ve Türk halkının her zaman en iyiye layık olduğunu düşünüyor ve Orta Asya bölgesinde de en iyileri elde edeceğine inanıyorum.

Kaynakça

Kitaplar

-Baev, Pavel K., 1997. Challenges and Options in the Caucasus and Central Asia. Pennsylvania: U.S. Army War College Strategic Studies Institute.
-Banuazizi, Ali ve Myron Weiner (eds.), 1994. The New Geopolitics of Central Asia and Its Borderlands. London: I.B. Tauris and Co. Ltd.
-Herzig, Edmund, 1995. Iran and the Former Soviet South. London: The Royal Institute of International Affairs.
-Hostler, Charles Warren, 1993. The Turks Of Central Asia. Westport: Praeger Publishers.
-Kulchik, Yuriy, Andrey Fadin ve Victor Sergeev, 1996. Central Asia After the Empire. London: Pluto Press.
-Suny, Ronald Grigor, 1998. The Soviet Experiment Russia, the USSR, and the Successor States. New York: Oxford University Press, Inc.
-Zviagelskaia, Irina, 1995. The Russian Policy Debate on Central Asia. London: The Royal Institute of International Affairs.

Makaleler

-Aras, Bülent ve İhsan Çolak, 1996. “American-Central Asian Relations”, Eurasian Studies (Ankara), no.3.
-Bacık Gökhan ve Fahrettin Canbaş, 1999. “Kimlik, Din, Tarih ve Dış Politika Tartışmaları Işığında Rusya”. Avrasya Dosyası (Ankara), no.2.
-Balcı, Ergun, 1998. “Turkiye-ABD, Bir Garip Kader Ortaklığı”. Cumhuriyet, 13 Kasım
1998.
-Balcı, Ergun, 1998. “ABD’nin Yeni Stratejisi”. Cumhuriyet, 27 Kasım 1998.
-Dikkaya, Mehmet, 1999. “Orta Asya’da Yeni Büyük Oyun: Türkiye, Rusya ve İran”, Avrasya Dosyası (Ankara), no.3.
-Ehteshami, Anoushiravan, 1994. “New Frontiers: Iran, the GCC and the CCARs”, From the Gulf to Central Asia Players in the New Great Game, Anoushiravan Ehteshami (ed.) içinde. Exeter: University of Exeter Press.
-Gee, Robert W., 1998. “Prepared Statement”, U.S. Interests In The Central Asian Republics içinde, 1998. Temsilciler Meclisi Uluslararası İlişkiler Alt Komisyonunun 105. Oturumunda yapılan konuşma, 12 Şubat 1998. Washington: U.S. Government Printing Office.
-Gilman, Benjamin A.,1998. “Açılış Konuşması”, U.S. Interests In The Central Asian Republics içinde, 1998. Temsilciler Meclisi Uluslararası İlişkiler Alt Komisyonunun 105. Oturumunda yapılan konuşma, 12 Şubat 1998. Washington: U.S. Government Printing Office.
-İlhan, Atilla, 1998. “Doğu “Refleksi”. Cumhuriyet, 10 Ağustos 1998.
-Lepingwell, John W. R., 1994. “The Russian Military and Security Policy in the Near Abroad”, Survival, no.3.
-Mesbahi, Mohiaddin, 1994. “Russia and the Geopolitics of the Muslim South”, Central Asia and the Caucasus after the Soviet Union Domestic and International Dynamics, Mohiaddin Mesbahi (ed.) içinde. University Press of Florida.
-Saivetz, Carol R., 1994. “Central Asia: Emerging Relations with the Arab States and Israel”, Central Asia Its Strategic Importance and Future Prospects, Hafeez Malik (ed.) içinde. New York: St Martin’s Press.
-Shakoor, Abdul, 1995. “Central Asia: The US Interest-perception and its Security Policies”, Eurasian Studies (Ankara), no.2.
-Shashenkov, Maxim, 1994. “Russian Peacekeeping in the “Near Abroad”, Survival, no.3.
-The Economist, 21-27 June 1997. “Iran and Central Asia Silken Dreams”.
-Winrow, Gareth M., 1995. “Regional Security and National Identity: The Role of Turkey in Former Soviet Central Asia”, Turkey: Political, Social and Economic Challenges in the 1990s, Çiğdem Balım et al. (eds.) içinde. Leiden: E.J. Brill.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder