tag:blogger.com,1999:blog-74855909800466944532024-03-06T06:57:55.858+03:00Gamze KONA / Gamze GÜNGÖRMÜŞ KONA Kimdir?VİCDAN TANRI'NIN EN GÜZEL FISILTISIDIR...(Edward Young)
BİR YER SOFRASINDA BİR DE HARMAN DALI'NDA DİZ ÇÖKENLERİ SEVERİM...
Gamze Güngörmüş Konahttp://www.blogger.com/profile/14874505075986951772noreply@blogger.comBlogger62125tag:blogger.com,1999:blog-7485590980046694453.post-578329770523259682013-07-20T17:02:00.002+03:002015-06-08T22:29:09.021+03:00Gamze Güngörmüş Kona Hakkında<div dir="ltr" style="text-align: left;" trbidi="on">
<div class="separator" style="clear: both; text-align: justify;">
HER GECE YASTIĞA BAŞIMI KOYDUĞUMDA TÜM GEÇMİŞİMİN MUHASEBESİNİ YAPIYORUM, KISMET BU YA HEP DE MIŞIL MIŞIL UYUYORUM, DARISI NAMUSSUZLARIN, DALKAVUKLARIN, ZALİMLERİN BAŞINA...</div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
1969, İstanbul doğumlu Gamze Güngörmüş Kona doktora derecesini 2001 yılında Marmara Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Ana Bilim Dalı, Uluslararası İlişkiler Bilim Dalı’ndan “Cooperation Strategy Models for the Central Asian Region and Future Scenarios on Turkey” başlıklı tez ile almıştır. 1992 yılından bu yana profesyonel iş hayatında yer alan Kona Akademisyenliğe devam etmekte ve eğitim/kadın alanında faaliyet gösteren Sivil Toplum Kuruluşları'nda gönüllü olarak yer almaktadır.</div>
<div style="text-align: justify;">
Akademik çalışmaları Uluslararası İlişkiler disiplininde Senaryo Planlama, Strateji Modelleme, Güvenlik gibi alanlarda yoğunlaşmaktadır.</div>
<div style="text-align: justify;">
Uluslararası ilişkiler disiplini kapsamında; yayınlanmış beş kitabı;</div>
<div style="text-align: justify;">
Hakemli dergilerde yayınlanmış uluslararası ve ulusal makaleleri;</div>
<div style="text-align: justify;">
Bildiri kitabında yayınlanmış uluslararası / ulusal bildirileri;</div>
<div style="text-align: justify;">
Biri uluslararası olmak üzere beş kitap içinde, beş ayrı makalesi bulunmaktadır.</div>
<div style="text-align: justify;">
(kitaplar hariç tüm çalışmaların tam metni için bkz.www.gamzegungormuskona.blogspot.com)</div>
<div style="text-align: justify;">
21. Yüzyıl Eğitim ve Kültür Vakfı (YEKÜV) bünyesinde babası merhum Ümit Güngörmüş Sürekli Eğitim Fonu-Kurucu, Tarih Vakfı Mütevelliler Kurulu-Üye.</div>
<div style="text-align: justify;">
Evli ve 1 erkek çocuk annesidir.<br />
kona.gamze@gmail.com</div>
<div style="text-align: justify;">
<b>Beğendikleri :</b></div>
<div style="text-align: justify;">
<b>1. </b>Hedefimiz Gelişim Grubu (www.hedefimizgelisimgrubu.blogspot.com)<br />
2. 21. Yüzyıl Eğitim ve Kültür Vakfı (www.yekuv.org)</div>
<div style="text-align: justify;">
<b>3. </b>Kadıköy Belediyesi Ataşehir Hayvan Barınağı (<a href="http://www.kadikoyunkopekleri.org/">www.kadikoyunkopekleri.org</a>)</div>
<div style="text-align: justify;">
<b>Yazılarının Yayınlandığı Haber Portalları ve Gazete:</b></div>
<div style="text-align: justify;">
1. www.politikadergisi.com (e-dergi)</div>
<div style="text-align: justify;">
<strong>2</strong>. www.ulusalses.net (e-gazete)</div>
<div style="text-align: justify;">
<strong>3</strong>. www.flashaber.com.tr (Yerel Gazete)</div>
<div style="text-align: justify;">
<b>Profesyonel Yaşamından Kesitler (Uluslararası):</b></div>
<div style="text-align: justify;">
<b>1. </b>CESS Central Eurasia Studies Society-Member-(Orta Asya Çalışmaları Derneği-Üye- http://centraleurasia.org/ (2005-devam etmekte)<br />
2. Eurasia Critic - Author-London-www.eurasiacritic.com (Eurasia Critic Akademik Dergi-Yazar-Londra) (2009-devam etmekte)</div>
<div style="text-align: justify;">
3. İsveç Uluslararası Yerel Demokrasi Merkezi'nin (<span style="font-family: Verdana; font-size: x-small;">Swedish International Center For Local Democracy) </span>daveti üzerine Haziran 2013-Kasım 2014 tarihleri arasında "Yerel demokrasi ve Sürdürülebilir Kalkınma Eğitim Programı"na (<span style="font-family: Verdana; font-size: x-small;">"International Training Programme on Local Democracy and Sustainable Development With Gender Perspective") </span>katılmış ve "2014 Yerel Seçimleri Öncesinde Yerel Yönetimlerde Kadın Katılımının Güçlendirilmesi" (<span lang="TR" style="font-family: "Verdana","sans-serif"; font-size: 10pt; line-height: 150%; mso-ansi-language: TR; mso-bidi-font-family: "Times New Roman"; mso-bidi-language: AR-SA; mso-fareast-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-language: TR;">"The Ways to Increase Women Participation in Local Governance Before 2014 Local Elections in Turkey")</span>başlıklı Proje ile Yadigar Aslan'ın Çekmeköy Mimar Sinan Mahallesi Muhtarı seçilmesinde Proje Yürütücüsü olarak yer almıştır.<strong> </strong><span lang="TR" style="font-family: "Verdana","sans-serif"; font-size: 10pt; line-height: 150%; mso-ansi-language: TR; mso-bidi-font-family: "Times New Roman"; mso-bidi-language: AR-SA; mso-fareast-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-language: TR;">(Sweden, Turkey, Ukraine / July 2013-November 2014)</span><br />
<div style="text-align: justify;">
<b>4. </b>2012 yılında Avrupa Türk İslam Birliği'nin (ATİB) davetlisi olarak "Kürt Diasporası" başlıklı Çalıştay'a katılmıştır. (26-27 Mayıs 2012, Köln-Almanya)</div>
<div style="text-align: justify;">
<b>5. </b>2011 yılında Ekopolitik’in (Ekonomi ve Sosyal Araştırmalar Derneği) davetlisi olarak “Gizli Kuşatılmışlık:Kuzey Kıbrıs” başlıklı Çalıştay’a katılmıştır. (28 Haziran 2011, Girne-KKTC)</div>
<div style="text-align: justify;">
<b>6. </b>2011 yılında Ekopolitik’in (Ekonomi ve Sosyal Araştırmalar Derneği) davetlisi olarak “Irak Çalıştayı II-Erbil Durağı” başlıklı Çalıştay’a katılmıştır. (28-29 Mayıs 2011, Erbil- Kuzey Irak)</div>
<div style="text-align: justify;">
<b>10.</b> 2007 yılında Hebrew University of Jerusalem ve Bar-Ilan University'nin ortaklaşa daveti üzerine “The Arab-Israeli Conflict in the 21st Century” konulu Uluslararası Atölye Çalışması'na katılmıştır. (June 13-21, 2007, Jerusalem-Israel)</div>
<div style="text-align: justify;">
<b>11.</b> 2006 yılında T.C. Başbakanlık Türk İşbirliği ve Kalkınma İdaresi Başkanlığı'nın davetlisi olarak Türkiye'yi temsilen Tbilisi School of Political Studies'de bir konferans vermiştir. (December 08-10, 2006, Bakuriani-Georgia)</div>
<div style="text-align: justify;">
<b>12.</b> 2006 yılında Ljublijana University'nin davetlisi olarak Ljublijana University/Faculty of Social Sciences'ta bir konferans vermiştir. (May 13, 2006, Ljublijana-Slovenia)</div>
<div style="text-align: justify;">
<b>13.</b> 2006 yılında Slovenya Dışişleri Bakanlığı'nın davetlisi olarak Türkiye'yi temsilen Türkiye-Slovenya Yuvarlak Masa Toplantısı'na katılmıştır. (May 11, 2006)</div>
<div style="text-align: justify;">
<b>14.</b> The Leonard Davis Instıtute For International Relations ve İsrail Dışişleri Bakanlığı'nın davetlisi olarak İsrail Dışişleri Bakanlığı'nda bir konferans vermiştir. (March 6, 2006, Jerusalem-Israel)</div>
<div style="text-align: justify;">
<b>15.</b> Hebrew University/The Truman Institute For The Advancement of Peace'da bir konferans vermiştir. (March 30, 2006, Jerusalem-Israel)</div>
<div style="text-align: justify;">
<b>16.</b> Bar-Ilan University/The Begin-Sadat Center For Strategic Research'de (BESA) bir konferans vermiştir. (March 5, 2006, Ramat Gan-Israel)</div>
<div style="text-align: justify;">
<b>17.</b> Ben Gurion University/The Chaim Herzog Center'da bir konferans vermiştir. (March 29, 2006, Beer Sheva-Israel)</div>
<div style="text-align: justify;">
<b>18.</b> 2006 yılında İsrail Dışişleri Bakanlığı'nın davetlisi olarak “Central Factors of Development Policy" konulu Uluslararası Atölye Çalışması'na katılmıştır. (March 05-30, 2006, Beer-Sheva-Israel)</div>
<div style="text-align: justify;">
<b>19.</b> 2005 yılında Kazakistan Abay Devlet Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü'nün davetlisi olarak Üniversite'nin konuğu olmuş ve bir konferans vermiştir.(April 15-21, 2005, Almati-Kazakistan)</div>
<div style="text-align: justify;">
<b>20. </b>1998-1999 akademik yılı, güz ve bahar dönemlerinde Finlandiya Turku Üniversity - Department of Contemporary History'de misafir araştırmacı olarak görev yapmıştır. (1998-1999, Turku-Finland)</div>
<div style="text-align: justify;">
<b>21.</b> 1999-2000 akademik yılında Finlandiya Turku University - Department of Contemporary History'nin daveti üzerine Finlandiya Bilimler Akademisi (Finland Academy of Sciences) tarafından finanse edilen “Balkan 2000” adlı araştırma projesi grubunda yer almıştır. (1999-2000, Turku-Finland)</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
</div>
<div style="text-align: justify;">
</div>
<div class="MsoNormal" style="margin: 7.5pt 3.7pt 0pt 0in; text-align: justify;">
</div>
<div style="text-align: justify;">
<span lang="TR" style="font-weight: normal; mso-bidi-font-weight: bold;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiykHTYztTWV9ZHZAHjRuuhKtQ-k2zO5T5BJ1Fk9KO6guevUoqz4wXjxQFHXm2PxBe7gthEeoMPrKE1OUKnh-BHv__oD9lSKVK0CEW8L_y2gowwltGEuvtad_1hdJPsZYUXGtAqd6FCueX3/s1600/kad%C4%B1nvesiyasetpaneli+foto2.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="240" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiykHTYztTWV9ZHZAHjRuuhKtQ-k2zO5T5BJ1Fk9KO6guevUoqz4wXjxQFHXm2PxBe7gthEeoMPrKE1OUKnh-BHv__oD9lSKVK0CEW8L_y2gowwltGEuvtad_1hdJPsZYUXGtAqd6FCueX3/s320/kad%C4%B1nvesiyasetpaneli+foto2.jpg" width="320" /></a></span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin: 7.5pt 3.7pt 0pt 0in; text-align: justify;">
<br /></div>
</div>
Gamze Güngörmüş Konahttp://www.blogger.com/profile/14874505075986951772noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-7485590980046694453.post-8285071106892203372012-01-31T16:56:00.027+02:002015-06-08T22:30:09.070+03:00About Gamze Güngörmüş Kona<div dir="ltr" style="text-align: left;" trbidi="on">
<div style="text-align: justify;">
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhM5LPYwxjhwqY1oQGGbg6SDxOS1x8epPGjbOV8yxc9qHlBkb94_LxqQsYjE8U0HAr1Slkrq1gEpDM3nva9UwiVgyGLd-jRNLYFHmV81FXPqJM6Mwu5GgJA0C8S9RPWPyWMr_n3br4sk4_-/s1600/000_0769.JPG" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="241" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhM5LPYwxjhwqY1oQGGbg6SDxOS1x8epPGjbOV8yxc9qHlBkb94_LxqQsYjE8U0HAr1Slkrq1gEpDM3nva9UwiVgyGLd-jRNLYFHmV81FXPqJM6Mwu5GgJA0C8S9RPWPyWMr_n3br4sk4_-/s320/000_0769.JPG" width="320" /></a></div>
<div>
</div>
<div style="text-align: justify;">
<table border="0" cellpadding="0" cellspacing="0" class="MsoNormalTable" style="border-collapse: collapse; margin: auto auto auto 0.7pt; mso-padding-alt: 0in 5.4pt 0in 5.4pt; mso-table-layout-alt: fixed; width: 641px;"><tbody>
<tr style="mso-yfti-firstrow: yes; mso-yfti-irow: 0;"><td style="background-color: transparent; border: rgb(0, 0, 0); padding: 0in 5.4pt; width: 98.3pt;" valign="top" width="131"><div class="CompanyName" style="margin: 11pt 0in 2pt; text-align: justify;">
<br /></div>
</td><td style="background-color: transparent; border: rgb(0, 0, 0); padding: 0in 5.4pt; width: 382.1pt;" valign="top" width="509"><div class="CompanyName" style="margin: 11pt 0in 2pt; text-align: justify;">
<br /></div>
<div class="CompanyName" style="margin: 11pt 0in 2pt; text-align: justify;">
</div>
</td></tr>
<tr style="mso-yfti-irow: 1; mso-yfti-lastrow: yes;"><td style="background-color: transparent; border: rgb(0, 0, 0); padding: 0in 5.4pt; width: 98.3pt;" valign="top" width="131"><div class="CompanyName" style="margin: 11pt 0in 2pt; text-align: justify;">
<br /></div>
</td><td style="background-color: transparent; border: rgb(0, 0, 0); padding: 0in 5.4pt; width: 382.1pt;" valign="top" width="509"><div class="CompanyName" style="margin: 11pt 0in 2pt; text-align: justify;">
</div>
<div class="MsoNormal" style="margin: 7.5pt 3.7pt 0pt 0in;">
<span lang="TR" style="font-weight: normal; mso-bidi-font-weight: bold;"><span style="font-family: Verdana, sans-serif; font-size: xx-small; mso-spacerun: yes;"> </span><o:p></o:p></span></div>
</td></tr>
</tbody></table>
</div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana, sans-serif;"><strong><u><span lang="TR">Master Thesis and Supervisor<span style="mso-spacerun: yes;"> </span></span></u><span lang="TR">:</span></strong><span lang="TR" style="font-weight: normal; mso-bidi-font-weight: bold;"> Batı ile Osmanlı-Türk Toplumlarındaki Sekülerleşmenin Karşılaştırılması (The Comparison of Secularism Between The West and Ottoman-Turkish Societies) Thesis Supervisor : Prof.Dr. Esat Çam<o:p></o:p></span></span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana, sans-serif;"><strong><u><span lang="TR">Doctoral Thesis and Supervisor</span></u><span lang="TR"> :</span></strong><span lang="TR" style="font-weight: normal; mso-bidi-font-weight: bold;"> Cooperation Strategy Models For the Central Asian Region and Future Scenarios on Turkey / Thesis Supervisor : Prof.Dr. Cengiz Okman <o:p></o:p></span></span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span lang="TR" style="font-family: Verdana, sans-serif;"><strong>A. INTERNATIONAL ACADEMIC EXPERIENCE</strong></span></div>
<div style="text-align: justify;">
<strong><span style="font-family: Verdana, sans-serif;"><i><u><span lang="TR">International</span></u></i><u><span lang="TR"> Projects Participated </span></u><span lang="TR">: </span></span></strong></div>
<div style="text-align: justify;">
<span lang="TR" style="font-weight: normal; mso-bidi-font-weight: bold;"><span style="font-family: Verdana, sans-serif;">1. “Balkan 2000 : Human Spatiality and Geohistory – Remapping the Europe Between At The Turn Of<span style="mso-spacerun: yes;"> </span>The Millenium”, Political History Department - Turku University- Finland (1997-1998).<o:p></o:p></span></span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="line-height: 150%;"><span style="font-family: Verdana, sans-serif;">2.<b style="mso-bidi-font-weight: normal;"> </b>"The Ways to Increase Women Participation in Local Governance Before 2014 Local Elections in Turkey with in "International Training Programme on Local Democracy and Sustainable Development With Gender Perspective", organized by Swedish International Center For Local Democracy", Sweden and Ukraine (July 2013-November 2014)<o:p></o:p></span></span></div>
<div style="text-align: justify;">
<strong><span style="font-family: Verdana, sans-serif;"><u><span lang="TR">Membership in <i>International</i> Academic/Scientific Associations</span></u><span lang="TR"> : <span style="mso-spacerun: yes;"> </span></span></span></strong></div>
<div style="text-align: justify;">
<span lang="TR" style="font-weight: normal; mso-bidi-font-weight: bold;"><span style="font-family: Verdana, sans-serif;">Harvard University – Central Eurasia Studies Society-Member<o:p></o:p></span></span></div>
<div style="text-align: justify;">
<strong><span style="font-family: Verdana, sans-serif;"><i><u>International</u></i><u> Workshops Attended :<o:p></o:p></u></span></strong></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-weight: normal; mso-bidi-font-weight: bold;"><span style="font-family: Verdana, sans-serif;">1. KONA, Gamze (2006). The International Workshop on : “Comprehensive and Integrated Public Support Systems For SMEs – A Central Factor of Development Policy. (The Certificate Awarded By) Center For International Cooperation – Ministry of Foreign Affairs – State of Israel, 06-30 March, 2006, Beer-Sheva-Israel. The course included 80 hours of lectures, 20 hours of workshops, 36 hours of guided group work on final projects, professional study visits to 15 relevant organizations, 3 days of historical tours and presentation of final projects.<o:p></o:p></span></span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-weight: normal; mso-bidi-font-weight: bold;"><span style="font-family: Verdana, sans-serif;">2. KONA, Gamze (2007). The International Workshop on : “The Arab-Israeli Conflict in the 21st Century”. Hebrew University of Jerusalem International Center For Jewish Civilization and Begin Sadat Center For Strategic Research, 13-21 June, 2007, Jerusalem-Israel.<o:p></o:p></span></span></div>
<div style="text-align: justify;">
<strong><span style="font-family: Verdana, sans-serif;"><i><u><span lang="TR">International</span></u></i><u><span lang="TR"> References: <o:p></o:p></span></u></span></strong></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana, sans-serif;"><span lang="TR" style="font-weight: normal; mso-bidi-font-weight: bold;">1. Iran - Sharif University of Technology (</span><span style="font-weight: normal; mso-ansi-language: EN-US; mso-bidi-font-weight: bold;"><a href="http://www.sharif.ir/"><span lang="TR" style="mso-ansi-language: TR;"><span style="color: blue;">www.sharif.ir</span></span></a></span><span lang="TR" style="font-weight: normal; mso-bidi-font-weight: bold;">) (www.sharif.ir/~maleki/)<o:p></o:p></span></span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana, sans-serif;"><span lang="TR" style="font-weight: normal; mso-bidi-font-weight: bold;">2. Harvard University – CESS – Central Eurasia Studies World Wide<span style="mso-spacerun: yes;"> </span>(</span><span style="font-weight: normal; mso-ansi-language: EN-US; mso-bidi-font-weight: bold;"><a href="http://www.cesww.fas.harvard.edu/"><span lang="TR" style="mso-ansi-language: TR;"><span style="color: blue;">www.cesww.fas.harvard.edu</span></span></a></span><span lang="TR" style="font-weight: normal; mso-bidi-font-weight: bold;">)<o:p></o:p></span></span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana, sans-serif;"><span lang="TR" style="font-weight: normal; mso-bidi-font-weight: bold;">3. University of El Salvador (Buenos Aires), Journal Libre de Estudios Orientales, (www.transoxiana.org) (</span><span style="font-weight: normal; mso-ansi-language: EN-US; mso-bidi-font-weight: bold;"><a href="http://www.transoxiana.org/0107/review-kona.html"><span lang="TR" style="mso-ansi-language: TR;"><span style="color: blue;">www.transoxiana.org/0107/review-kona.html</span></span></a></span><span lang="TR" style="font-weight: normal; mso-bidi-font-weight: bold;">)<o:p></o:p></span></span></div>
<div style="text-align: justify;">
<u><span lang="TR"><strong><span style="font-family: Verdana, sans-serif;">Papers published in <i>Peer-Reviewed</i> Journals (International) : <o:p></o:p></span></strong></span></u></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-weight: normal; mso-bidi-font-weight: bold;"><span style="font-family: Verdana, sans-serif;">1.KONA, Gamze, “Economic Panorama of Iraq Following the Second U.S. Operation and U.S. Economic Plans in Iraq”, Kırgızistan İktisat ve Girişimcilik Üniversitesi, Akademik Bakış Sosyal Bilimler e-dergi (Academic Outlook Social Sciences Peer Reviewed e-journal, no. 10 (2006). </span><a href="http://www.akademikbakis.com/"><span lang="TR" style="mso-ansi-language: TR; mso-bidi-font-weight: normal;"><span style="color: blue; font-family: Verdana, sans-serif;">www.akademikbakis.com</span></span></a><o:p></o:p></span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana, sans-serif;"><span style="font-weight: normal; mso-bidi-font-weight: bold;">2. </span><span lang="TR" style="font-weight: normal; mso-ansi-language: TR; mso-bidi-font-weight: bold;">KONA, Gamze (2000). “Türkiye-Rusya Federasyonu-Orta Asya Cumhuriyetleri Ekonomik İlişkileri” (“Economic Relations Between Russian Federation-Turkey and The Central Asian Republics”), pp. 83-94, in </span><span lang="TR" style="font-weight: normal; mso-ansi-language: TR;">İşletme ve Finans Hakemli Dergi</span><span lang="TR" style="font-weight: normal; mso-ansi-language: TR; mso-bidi-font-weight: bold;"> (Management and Finance Peer Reviewed e-journal, June 2000, ISSN 1300-610X, Ankara<span style="mso-spacerun: yes;"> </span><o:p></o:p></span></span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana, sans-serif;"><span lang="TR" style="font-weight: normal; mso-ansi-language: TR; mso-bidi-font-weight: bold;">3. KONA, Gamze (1999). “Ekonomide Yeni Bir Potansiyel : Orta Asya Cumhuriyetleri” (“A New Economic Potential : The Central Asian Republics”), pp.83-94, in </span><span lang="TR" style="font-weight: normal; mso-ansi-language: TR;">İşletme ve Finans Hakemli Dergi</span><span lang="TR" style="font-weight: normal; mso-ansi-language: TR; mso-bidi-font-weight: bold;">, February 1999, no.155, ISSN 1300-610-X, Ankara<o:p></o:p></span></span></div>
<div style="text-align: justify;">
<u><span lang="TR"><strong><span style="font-family: Verdana, sans-serif;">Papers published in Proceedings <span style="mso-bidi-font-style: italic;">Book (International)</span> :<o:p></o:p></span></strong></span></u></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana, sans-serif;"><span lang="TR" style="font-weight: normal; mso-ansi-language: TR; mso-bidi-font-weight: bold;">1. </span><span class="apple-style-span"><span style="color: #333333; font-weight: normal; mso-bidi-font-weight: bold;">KONA, Gamze Güngörmüş (2008). “Turkish-American Relations : Destined To Eternal Continuity”. The paper presented at the International Symposium on Democratization, Globalization and Turkey, Akdeniz University, 27-30 March 2008, Antalya.<o:p></o:p></span></span></span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana, sans-serif;"><span class="apple-style-span"><span style="color: #333333; font-weight: normal; mso-bidi-font-weight: bold;">2. </span></span><span style="font-weight: normal; mso-bidi-font-weight: bold;">KONA, Gamze Güngörmüş (2007). “Orta Doğu Merkezli Radikal Örgütler ve Türkiye’ye Etkileri” (“Radical Organizations in the Middle East and Impact on Turkey”), 38. ICANAS Uluslararası Asya ve Kuzey Afrika Çalışmaları Kongresi (The paper presented and published in 38<span style="font-size: small;"><sup>th</sup> ICANAS International Asia and North Africa Congress), 10-15 September 2007, Ankara.<span class="apple-style-span"><span style="color: #333333;"> </span></span><o:p></o:p></span></span></span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-weight: normal; mso-bidi-font-weight: bold;"><span style="font-family: Verdana, sans-serif;">3. KONA, Gamze (2006). “Political Islam in Turkey”. The paper presented at the International conference on ‘Political Islam in the Middle East’. Israel - Ben Gurion University – The Chaim Herzog Center. 29 Mart 2006, Beer Sheva- Israil. <o:p></o:p></span></span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span lang="TR" style="font-weight: normal; mso-bidi-font-weight: bold;"><span style="font-family: Verdana, sans-serif;">4. KONA, Gamze and Zeynep Özonur (2006). “EU Borders and the Problem of Enlargement”. The paper presented at the International Symposium on the Changes and Transformations In The Socio-economic and Political Structure of Turkey Within the EU Negotiations, organized by Stiftung Zentrum Für Türkeisstudien – Universitat Essen Duisburg and Dumlupınar University, March 16-18, 2006, Kutahya.<o:p></o:p></span></span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-weight: normal; mso-bidi-font-weight: bold;"><span style="font-family: Verdana, sans-serif;">5. KONA, Gamze (2005). “Azerbaycan’ın Petrol Rezervleri Açısından Arz Ettiği Önemin Hazar Havzası Bağlamında İfadesi” (“The Importance of Azerbaijani Oil In Regard To the Caspian Sea Region”). The paper presented at “International Peoples Conference III”, organized by Azerbaijan National Sciences Academy, 4 October 2005, Baku-Azerbaijan. <o:p></o:p></span></span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-weight: normal; mso-bidi-font-weight: bold;"><span style="font-family: Verdana, sans-serif;">6. KONA, Gamze (2004). “Strategic Importance of Cyprus in regard to the East and West”. The paper presented at the 5th International Finnish Colloqium of South East Institute of Finland, organized by Finland South East Institute and International Cyprus Near East University, October 1-3, 2004, Nicosia-Cyprus.<o:p></o:p></span></span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span lang="TR" style="font-weight: normal; mso-bidi-font-weight: bold;"><span style="font-family: Verdana, sans-serif;">7. KONA, Gamze (2005). “Kyrgzistan Following the Disintegration of the Soviet Union : Problems”. The paper presented in the “International Social Sciences Congress”, organized by Kommersiyalık Institute – Faculty of Management (Krygzistan) and Sakarya University Institute of Social Sciences, pp. 245-253, 05-09 June 2005, Celalabad<o:p></o:p></span></span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-weight: normal; mso-bidi-font-weight: bold;"><span style="font-family: Verdana, sans-serif;">8. KONA, Gamze (2004). “Türkiye ve Azerbaycan Cumhuriyetleri Arasındaki İlişkilerin Geliştirilmesinde Folklorik Unsurların Gücü ve Önemi” (“The Importance of Folkloric Factors in the Improvement of Turkish-Azeri Relations”). The paper presented at “International Peoples Conference II”, organized by Azerbaijan Nanional Sciences Academy, pp. 197-212, March 18, 2004, Baku-Azerbaijan. <o:p></o:p></span></span></div>
<div style="text-align: justify;">
<u><span lang="TR"><strong><span style="font-family: Verdana, sans-serif;">Papers Presented/Speeches Delivered in International Meetings <i>(International)</i>:<o:p></o:p></span></strong></span></u></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="line-height: 150%;"><span style="font-family: Verdana, sans-serif;">1. KONA, Gamze Güngörmüş (2012). The International Workshop on "Kurdish Diaspora in Europe". ATİB (Turkish-Islamic Cultural Associations in Europe, 26-27 May 2012, Köln-Germany<o:p></o:p></span></span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span class="apple-style-span"><span style="color: #333333; font-family: Verdana, sans-serif; font-weight: normal; mso-bidi-font-weight: bold;">2. KONA, Gamze (2011). “The Invisible Enclave : Northern Cyprus”, Ekopolitik (Foundation for Economic and Social Researches), 28 June 2011, Kyrenia-Northern Cyprus</span></span><span lang="TR" style="font-weight: normal; mso-ansi-language: TR; mso-bidi-font-weight: bold;"><o:p></o:p></span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span class="apple-style-span"><span style="color: #333333; font-weight: normal; mso-bidi-font-weight: bold;"><span style="font-family: Verdana, sans-serif;">3. KONA, Gamze (2011). “Iraqi Workshop on Kurdish Problem”, Ekopolitik (Foundation for Economic and Social Researches), 28-29 Mayıs 2011, Arbil-Northern Iraq.<o:p></o:p></span></span></span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-weight: normal; mso-bidi-font-weight: bold;"><span style="font-family: Verdana, sans-serif;">4. KONA, Gamze (2008). “Economic Panorama of Iraq and Its Probable Future”, Mousul Council and Adam Social Sciences Center, 28-29 February 2008, İstanbul-Turkey.<o:p></o:p></span></span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-weight: normal; mso-bidi-font-weight: bold;"><span style="font-family: Verdana, sans-serif;">5. KONA, Gamze (2006). “Turkey’s Way to Europe”, Seminar on “New Challenges for Georgia”, Tbilisi School of Political Studies, 08-10 December 2006, Bakuriani-Georgia.<o:p></o:p></span></span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-weight: normal; mso-bidi-font-weight: bold;"><span style="font-family: Verdana, sans-serif;">6. KONA, Gamze (2006). “Turkey in the Middle East and Central Asia”, Round Table Meeting at the Ministry of Foreign Affairs State of Slovenia. 11 May 2006, Ljubljana-Slovenia. <o:p></o:p></span></span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-weight: normal; mso-bidi-font-weight: bold;"><span style="font-family: Verdana, sans-serif;">7. KONA, Gamze (2006). “Turkish Foreign Policy in Regard to the New Developments”, Ljublijana University - Faculty of Social Sciences. 12 May 2006, Ljubljana-Slovenia.<o:p></o:p></span></span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-weight: normal; mso-bidi-font-weight: bold;"><span style="font-family: Verdana, sans-serif;">8. KONA, Gamze (2006). “Shanghai Cooperation Organization-Collective Security Treaty Organization / Capabilities in Dealing with the Central Asian Security Issues and Perspectives of Enlargement”, the Paper presented at the international conference on ‘Central Asian Security, Regional Organizations and the Role of Turkey’, organized by Bogazici University-Tusiad Foreign Policy Forum in association with the NATO-OTAN Public Policy Division. 09-10 May 2006, İstanbul. <o:p></o:p></span></span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-weight: normal; mso-bidi-font-weight: bold;"><span style="font-family: Verdana, sans-serif;">9. KONA, Gamze (2006). “Turkey and Israel – Destined to Eternal Neighborhood”. Hebrew University of Jerusalem - Truman Institute. March 30, 2006, Jerusalem – Israel.<o:p></o:p></span></span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-weight: normal; mso-bidi-font-weight: bold;"><span style="font-family: Verdana, sans-serif;">10. KONA, Gamze (2006). “Turkish – Israeli Relatıons – Ups and Downs”. The Paper presented in the International Symposium on ‘Ten Years to the Trade Agreement between Turkey and Israel’, organized by Davis Institute and Ministry of Foreign Affairs – State of Israel, March 06, 2006, Jerusalem – Israel.<o:p></o:p></span></span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-weight: normal; mso-bidi-font-weight: bold;"><span style="font-family: Verdana, sans-serif;">11. KONA, Gamze (2006). “Turkish Foreign Policy under AKP Government”. Bar Ilan University – Begin Sadat Center for Strategic Research, March 05, 2006, Ramat Gan – Israel.<o:p></o:p></span></span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span lang="TR" style="font-weight: normal; mso-bidi-font-weight: bold;"><span style="font-family: Verdana, sans-serif;">12. KONA, Gamze (2005). “Current Issues in Turkish Foreign Policy”. International Cyprus University, 15 December 2005, Nicosia-Cyprus.<o:p></o:p></span></span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-weight: normal; mso-bidi-font-weight: bold;"><span style="font-family: Verdana, sans-serif;">13. KONA, Gamze (2005). “Revolutions in the Central Asian Republics and Kazakhstan”, The Conference at Kazakhstan Abay State University, April 18, 2005, Almatı-Kazakhstan.<o:p></o:p></span></span></div>
<div style="text-align: justify;">
<u><span lang="TR"><strong><span style="font-family: Verdana, sans-serif;">Chapter Published in <i>International</i> Book : <o:p></o:p></span></strong></span></u></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-weight: normal; mso-bidi-font-weight: bold;"><span style="font-family: Verdana, sans-serif;">KONA, Gamze (1999). “Mustanmeren alueen talousyhteistyö ja Turkki” (“Regionalization and Turkey”), pp. 117-138, in Nkökulmıa Ja Tausoja Kaakois – Euroopan Nykytilanteelle (Balkan 2000 Project), Turku University – Department of Political History Press 17, 1999, Turku – Finland. ISBN 952-29-1414-X <o:p></o:p></span></span></div>
<div style="text-align: justify;">
<strong><span style="font-family: Verdana, sans-serif;"><u>Report Published (International) :</u><u><span lang="TR" style="mso-ansi-language: TR;"><o:p></o:p></span></u></span></strong></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-weight: normal; mso-bidi-font-weight: bold;"><span style="font-family: Verdana, sans-serif;">1. KONA, Gamze (2004). International Symposium II “Conflicting Regions and The Impact on Turkey”, Genelkurmay Sarem Başkanlığı (Turkish General Staff - Center For Strategic Research), “Asia” Second Session, May 27-28, 2004, İstanbul. <o:p></o:p></span></span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span class="apple-style-span"><u><span style="color: #333333;"><strong><span style="font-family: Verdana, sans-serif;">Articles Published in International Magazines :<o:p></o:p></span></strong></span></u></span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span class="apple-style-span"><span style="color: #333333; font-weight: normal; mso-bidi-font-weight: bold;"><span style="font-family: Verdana, sans-serif;">1. KONA, Gamze Güngörmüş (2008). “The External and Internal Factors Which Strengthen Radical Islam in Central Asia”, The Eurasia Critic-Monthly Magazine on Eurasian Politics, UK, 22-26 (August 2008).<o:p></o:p></span></span></span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="mso-bookmark: _Toc444058730;"><span class="apple-style-span"><span style="color: #333333; font-family: Verdana, sans-serif; font-weight: normal; mso-bidi-font-weight: bold;">2. KONA, Gamze Güngörmüş (2008), “Reasons Behind Turkish New Interest in Central Asia”, The Eurasia Critic-Monthly Magazine on Eurasian Politics, UK, 50-54 (June 2008).</span></span></span><span style="mso-bookmark: _Toc444058730;"></span><span class="apple-style-span"><span lang="TR" style="font-weight: normal; mso-ansi-language: TR; mso-bidi-font-weight: bold;"><o:p></o:p></span></span></div>
<div style="text-align: justify;">
<strong><span style="font-family: Verdana, sans-serif;">B. NATIONAL ACADEMIC EXPERIENCE</span></strong></div>
<div style="text-align: justify;">
<u><strong><span style="font-family: Verdana, sans-serif;">Published National Books :<o:p></o:p></span></strong></u></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana, sans-serif;"><span style="font-weight: normal; mso-bidi-font-weight: bold;">1. Türkiye-Orta Asya İşbirliği Strateji Modelleri ve Gelecek Senaryoları (Cooperation Strategy Models For the Central Asian Region and Future Scenarios on Turkey), published by IQ Press, 2002, İstanbul-Turkey. </span><span lang="TR" style="font-weight: normal; mso-ansi-language: TR; mso-bidi-font-weight: bold;">ISBN 975 –6618 -41 – 8</span><span style="font-weight: normal; mso-bidi-font-weight: bold;"><o:p></o:p></span></span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-weight: normal; mso-bidi-font-weight: bold;"><span style="font-family: Verdana, sans-serif;">2. Kona, Gamze, Batı’da Aydınlanma Doğu’da Batılılaşma (Enlightenment in the West and Westernization in the East), Yansıma Press, 1997, Ankara-Turkey. ISBN 975 94874 –4–6<o:p></o:p></span></span></div>
<div style="text-align: justify;">
<u><strong><span style="font-family: Verdana, sans-serif;">Edited National Books :<o:p></o:p></span></strong></u></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-weight: normal; mso-bidi-font-weight: bold;"><span style="font-family: Verdana, sans-serif;">1. Editor of the Book : ABD’nin Irak Operasyonunun Türk Basınından İki Yazar Tarafından Algılanış Biçimi (Perceptions of Two Turkish Writers on Iraqi Operation of the U.S.), Okumuş Adam Press, 2005, İstanbul-Turkey. ISBN 975-8513-74-5<o:p></o:p></span></span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-weight: normal; mso-bidi-font-weight: bold;"><span style="font-family: Verdana, sans-serif;">2. Editor of the Book: Uluslararası Çatışma Alanları ve Türkiye’nin Güvenliği (International Conflict Areas and Turkish National Security), Okumuş Adam Press, 2005, İstanbul-Turkey. ISBN<span style="mso-spacerun: yes;"> </span>975-8513-73-7 <o:p></o:p></span></span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-weight: normal; mso-bidi-font-weight: bold;"><span style="font-family: Verdana, sans-serif;">3. Editor of the Book: Orta Doğu – Orta Asya ve Kesişen Yollar (The Middle East: Extention of Central Asia, IQ Press, 2003, İstanbul-Turkey. ISBN 975 – 6618 – 92 – 2, İstanbul, 2003<o:p></o:p></span></span></div>
<div style="text-align: justify;">
<u><strong><span style="font-family: Verdana, sans-serif;">Chapters in National Books :<o:p></o:p></span></strong></u></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana, sans-serif;"><span lang="TR" style="font-weight: normal; mso-ansi-language: TR; mso-bidi-font-weight: bold;">1. </span><span class="apple-style-span"><span style="color: #333333; font-weight: normal; mso-bidi-font-weight: bold;">KONA, Gamze Güngörmüş (2008). “2000-2008 Dönemi Türkiye’nin Güvenlik Politikaları” (“Security Policies of Turkey between 2000-2008”) (in Turkish Foreign Policy, Ed. Prof.Dr. Haydar Çakmak), </span></span><span class="apple-style-span"><span style="color: #333333; font-weight: normal; mso-bidi-font-family: Arial; mso-bidi-font-weight: bold;">Platin Yayınları, ISBN 978-9944-137-25-6, Ankara.</span></span><span lang="TR" style="font-weight: normal; mso-ansi-language: TR; mso-bidi-font-weight: bold;"><o:p></o:p></span></span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana, sans-serif;"><span lang="TR" style="font-weight: normal; mso-bidi-font-weight: bold;">2. <span class="apple-style-span"><span style="color: #333333;">KONA, Gamze Güngörmüş (2008). “Üçlü Koalisyon Dönemi Türk Dış Politikası” (“Turkish Foreign Policy during coalition governments”) (in Turkish Foreign Policy, Ed. Prof.Dr.Haydar Çakmak), </span></span></span><span class="apple-style-span"><span lang="TR" style="color: #333333; font-weight: normal; mso-bidi-font-family: Arial; mso-bidi-font-weight: bold;">Platin Yayınları, ISBN 978-9944-137-25-6, Ankara.</span></span><span class="apple-style-span"><span lang="TR" style="color: #333333; font-weight: normal; mso-bidi-font-weight: bold;"><o:p></o:p></span></span></span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-weight: normal; mso-bidi-font-weight: bold;"><span style="font-family: Verdana, sans-serif;">3. KONA, Gamze Güngörmüş (2004). “Strategic Perception Deficit of Turkish Decision-makers and Turkish Foreign Policy” (“Türkiye’nin Stratejik Öngörü Yetersizliği ve Türk Dış Politikası”), pp. 59-82, in Uluslararası Güvenlik Sorunları (International Security Matters), (Eds. Kamer Kasım ve Zerrin Bakan). Avrasya Stratejik Araştırmalar Merkezi Press (ASAM) (Eurasian Center for Strategic Research), ISBN 975-6362-02-2, Ankara.<o:p></o:p></span></span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-weight: normal; mso-bidi-font-weight: bold;"><span style="font-family: Verdana, sans-serif;">4. KONA, Gamze Güngörmüş (2003). “Orta Asya Bölgesi ve Türkiye’nin Bölgedeki Rolü” (“The Central Asian Region and the Role of Turkey in the Region”), pp. 275-311, in 2002 Stratejik Dosyalar (2002 Strategic Files) (Ed. Emin Demirel), IQ Kültür Sanat Press, ISBN 975-6618-49-3, İstanbul. <o:p></o:p></span></span></div>
<div style="text-align: justify;">
<u><strong><span style="font-family: Verdana, sans-serif;">Articles Published in Peer-reviewed National Journals : <o:p></o:p></span></strong></u></div>
<div style="text-align: justify;">
<span lang="TR" style="font-weight: normal; mso-bidi-font-weight: bold;"><span style="font-family: Verdana, sans-serif;">1. KONA, Gamze (2007). “Kerkük ve Rusya Federasyonu” (“Kirkuk and the Russian Federation”), pp.187-201, in Global Strateji (Global Strategy Journal), Spring 2007, no.9, Ankara. <o:p></o:p></span></span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span lang="TR" style="font-weight: normal; mso-bidi-font-weight: bold;"><span style="font-family: Verdana, sans-serif;">2. KONA, Gamze (2006). “The Social, Political and Economic Problems Central Asian Republics Face and The Role of Turkey in The Central Asian Region”, pp.175-216, in Turkish Rewiev of Eurasian Studies Hakemli Dergi, Annual 2006-6, İstanbul.<o:p></o:p></span></span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span lang="TR" style="font-weight: normal; mso-bidi-font-weight: bold;"><span style="font-family: Verdana, sans-serif;">3. KONA, Gamze (2006). “ABD Müdahale Mantığının Temelleri ve Irak’ın Güvensizliği” (“The Reasons of U.S. Intervention Policy and Uncertainty in Iraq”), pp. 61-75, in Stratejik Öngörü Hakemli Dergi (Strategic Perception Journal), January 2006, vol.7, ISSN 1304-768X, İstanbul.<o:p></o:p></span></span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-weight: normal; mso-bidi-font-weight: bold;"><span style="font-family: Verdana, sans-serif;">4. KONA, Gamze (2005). “Yeni Irak, Yeni Orta Doğu ve Türk Dış Poşitikası” (“Newly-emerged Iraq, Newly-emerged Middle East and Turkish Foreign Policy”), pp.125-138, in Stratejik Öngörü Hakemli Dergi, May 2005, vol.5, ISSN 1304-768X, İstanbul.<o:p></o:p></span></span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span lang="TR" style="font-weight: normal; mso-bidi-font-weight: bold;"><span style="font-family: Verdana, sans-serif;">5. KONA, Gamze (2005). “Central Asia and Turkish Foreign Policy”, pp.79-136, in Turkish Rewiev of Eurasian Studies Hakemli Dergi, Annual 2005-5, İstanbul.<o:p></o:p></span></span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-weight: normal; mso-bidi-font-weight: bold;"><span style="font-family: Verdana, sans-serif;">6. KONA, Gamze (2004). “Security Concerns of Turkey – Cold War and Post Cold War Periods”, pp. 207-254, in Turkish Rewiev of Eurasian Studies Hakemli Dergi, Annual 2004-4, İstanbul.<o:p></o:p></span></span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-weight: normal; mso-bidi-font-weight: bold;"><span style="font-family: Verdana, sans-serif;">7. KONA, Gamze (2004). “Orta Doğu’da Güvenlik Algılaması ve Dahili Risk Faktörlerinin Etkisi” (“Security Perception in The Middle East and The Impact of Domestic Risk Factors”), pp. 113-138, in Antalya Akdeniz Üniversitesi İİBF Hakemli Dergi (Akdeniz University Journal), November 2004, vol.4, no.8. ISSN 1302-9975, Antalya.<o:p></o:p></span></span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-weight: normal; mso-bidi-font-weight: bold;"><span style="font-family: Verdana, sans-serif;">8. KONA, Gamze (2004). “Olası Kriz Bölgeleri ve Türkiye’nin Güvenliğine Olası Etkileri” (“Probable Crisis Regions and Its Impact on Turkish Security Policy”), pp.65-75, in Jeopolitik Hakemli Dergi (Jeopolitik Journal), Winter 2004, no.12. ISSN 1303-4626, İstanbul.<o:p></o:p></span></span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-weight: normal; mso-bidi-font-weight: bold;"><span style="font-family: Verdana, sans-serif;">9. KONA, Gamze (2004). “Rusya Federasyonu’nun Kafkasya Politikası”, (“Russian Foreign Policy on Caucasia”), pp.97-115, in Jeopolitik Hakemli Dergi (Jeopolitik Journal), Summer 2004, no.11. ISSN 1303-4626, İstanbul.<o:p></o:p></span></span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-weight: normal; mso-bidi-font-weight: bold;"><span style="font-family: Verdana, sans-serif;">10. KONA, Gamze (2004). “Orta Doğu Petrolü ve Büyük Güçler” (“The Middle East Oil and The Great Powers”), pp.77-86, in Jeopolitik Hakemli Dergi (Jeopolitik Journal), Spring 2004, no.10. ISSN 1303-4626, İstanbul.<o:p></o:p></span></span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span lang="TR" style="font-weight: normal; mso-bidi-font-weight: bold;"><span style="font-family: Verdana, sans-serif;">11. KONA, Gamze (2003). “Turkey And The Central Asian Republics: Strategy Models<span style="mso-spacerun: yes;"> </span>– Part I”, July 2003, Stradigma academic e-journal, Ankara. </span><a href="http://www.stradigma.com.tr/"><span style="color: blue; font-family: Verdana, sans-serif;">www.stradigma.com.tr</span></a><o:p></o:p></span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span lang="TR" style="font-weight: normal; mso-bidi-font-weight: bold;"><span style="font-family: Verdana, sans-serif;">12. KONA, Gamze (2003). “Turkey And The Central Asian Republics: Future Scenarios - Part II”, August 2003, Stradigma<span style="mso-spacerun: yes;"> </span>academic e-journal, Ankara. </span><a href="http://www.stradigma.com.tr/"><span style="color: blue; font-family: Verdana, sans-serif;">www.stradigma.com.tr</span></a><o:p></o:p></span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-weight: normal; mso-bidi-font-weight: bold;"><span style="font-family: Verdana, sans-serif;">13. KONA, Gamze (2003). “The BSECO and Turkey”, pp.39-54, in Kocaeli Üniversitesi İİBF Hakemli Dergi (Kocaeli University Journal), 2003/1, ISSN 1302-6658, Kocaeli. <o:p></o:p></span></span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-weight: normal; mso-bidi-font-weight: bold;"><span style="font-family: Verdana, sans-serif;">14.KONA, Gamze (2001). “Türkistan’da Siyasi ve Ekonomik Güç Mücadelesi ve Türkiye” (“Political and Economic Power Rivalry in Central Asia”), pp.177-190, in Türk Dünyası Araştırmaları, no. 133, August 2001, ISSN 0255-0644, İstanbul.<o:p></o:p></span></span></div>
<div style="text-align: justify;">
<u><strong><span style="font-family: Verdana, sans-serif;">Papers Presented But Not Published in Proceedings Book (National):<o:p></o:p></span></strong></u></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-weight: normal; mso-bidi-font-weight: bold;"><span style="font-family: Verdana, sans-serif;">1. KONA, Gamze (2006). “Rusya’nın Kafkasya politikası” (“Caucasus Policy of Russian Federation” , Global Strateji Enstitüsü (Global Strategy Institute). 16 June 2006, Ankara.<o:p></o:p></span></span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-weight: normal; mso-bidi-font-weight: bold;"><span style="font-family: Verdana, sans-serif;">2. KONA, Gamze (2006). ”Yeni Dengeler ve Türkiye” (“The New Challenges and Turkey”), Güven Hareketi Temiz Siyaset Paneli-6- (Güven Movement-Policy Panels-6-). April 13, 2006, İstanbul.<o:p></o:p></span></span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-weight: normal; mso-bidi-font-weight: bold;"><span style="font-family: Verdana, sans-serif;">3. KONA, Gamze (2005). “Terörün Çeşitleri ve Terör Örgütleri” (“Varieties of Terror and Terrorist Organizations”). The lecture given at Bahçeşehir Üniversitesi Stratejik Araştırmalar Merkezi Terör Okulu (Bahçeşehir University – Center for Strategic Research -.Terror Institute) October 8, 2005, İstanbul.<o:p></o:p></span></span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-weight: normal; mso-bidi-font-weight: bold;"><span style="font-family: Verdana, sans-serif;">4. KONA, Gamze (2005). “ABD’nin Irak’tan Çıkış Senaryoları Karşısında Türkiye’nin Geliştirmesi Gereken Stratejiler”, The Paper presented at the symposium “ABD’nin Irak’tan Çıkış Senaryoları, Bölgeye Olası Etkileri ve Türkiye’nin Alması Gereken Tedbirler” (“Scenarios on U.S. Withdrawal from Iraq”), organized by HAK Stratejik Araştırmalar Enstitüsü (Turkish Academies of War Command - Strategic Studies Institute), June 15-16, 2005, İstanbul.<o:p></o:p></span></span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-weight: normal; mso-bidi-font-weight: bold;"><span style="font-family: Verdana, sans-serif;">5. KONA, Gamze (2004). “Rusya Federasyonu’nun Kafkasya Politikası” (“Russian Policy in Caucasus”). The paper presented at the symposium, organized by Atase - Stratejik Araştırmalar Merkezi (Turkish General Staff – Center For Strategic Studies), April 14, 2004, Ankara.<o:p></o:p></span></span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-weight: normal; mso-bidi-font-weight: bold;"><span style="font-family: Verdana, sans-serif;">6. KONA, Gamze (2005). “Rusya ve Kafkasya” (“Russian Federation and the Caucasus”). The paper presented at the symposium “A general Overview on South Caucasia”, organized by HAK Stratejik Araştırmalar Enstitüsü (Turkish War Academies Command - Strategic Studies Institute), January 26-27, 2005, İstanbul.<o:p></o:p></span></span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-weight: normal; mso-bidi-font-weight: bold;"><span style="font-family: Verdana, sans-serif;">7. KONA, Gamze (2003). “Stratejik Öngörü Yetersizliği ve Nedenleri” (“The Reasons of Strategic Thinking Defects in Turkish Foreign Policy”). The Paper presented at Avrasya Bir Vakfı (Avrasya Bir Foundation), June 2003, Küçükçekmece-İstanbul.<o:p></o:p></span></span></div>
<div style="text-align: justify;">
<u><span lang="TR"><strong><span style="font-family: Verdana, sans-serif;">Selected Articles in National Journals:<o:p></o:p></span></strong></span></u></div>
<div style="text-align: justify;">
<span lang="TR" style="font-weight: normal; mso-bidi-font-weight: bold;"><span style="font-family: Verdana, sans-serif;">1.KONA, Gamze (2006). “Orta Doğu’da Radikal Akımlar ve Güvenlik” (“Radical Movements in the Middle East”), Karizma Dergisi (Karizma Journal), sayı 28, 23-28, İstanbul.<o:p></o:p></span></span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span lang="TR" style="font-weight: normal; mso-bidi-font-weight: bold;"><span style="font-family: Verdana, sans-serif;">2. KONA, Gamze (2006). “Orta Doğu ve İsrail’in Su Politikası” (“The Middle East and Water Politics of Israel”), in Karizma Dergisi (Karizma Journal), July-August-September 2006, İstanbul.<o:p></o:p></span></span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span lang="TR" style="font-weight: normal; mso-bidi-font-weight: bold;"><span style="font-family: Verdana, sans-serif;">3. KONA, Gamze (2006). “İran ve Amerika ve Avrupa Birliği ve Diğerleri” (“Iran and the U.S. and the EU and the Others”), in Karizma Dergisi (Karizma Journal), April-June-July<span style="mso-spacerun: yes;"> </span>2006, İstanbul.<o:p></o:p></span></span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span lang="TR" style="font-weight: normal; mso-bidi-font-weight: bold;"><span style="font-family: Verdana, sans-serif;">4.KONA, Gamze (2005). “Yeni Orta Asya Stratejik Dengeleri Bağlamında Çin Halk Cumhuriyeti” (“Peoples Republic of China – Under The Light of the New Strategic Balance of the Central Asian Region”), in Karizma Dergisi (Karizma Journal), January-February-March 2005, İstanbul.<o:p></o:p></span></span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span lang="TR" style="font-weight: normal; mso-bidi-font-weight: bold;"><span style="font-family: Verdana, sans-serif;">5.KONA, Gamze, “Orta Doğu Coğrafyasının Türkiye’nin Güvenliğine Olası Etkileri ve Geliştirilmesi Gereken Stratejiler (“The Probable Effects of the Middle East Geography on Turkey and The Strategies to be Developed”), Asya Avrupa Uluslararası İlişkiler ve Stratejik Araştırmalar Dergisi, sayı 2, 60-76 (2005). <o:p></o:p></span></span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span lang="TR" style="font-weight: normal; mso-bidi-font-weight: bold;"><span style="font-family: Verdana, sans-serif;">6.KONA, Gamze (2003). “Orta Doğu’nun Yeni Sınırları” (“The New Borders of the Middle East”), in Tüsiad Görüş Dergisi (Tusiad Journal), March-April 2003, no. 54, pp.16-25, İstanbul.<o:p></o:p></span></span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span lang="TR" style="font-weight: normal; mso-bidi-font-weight: bold;"><span style="font-family: Verdana, sans-serif;">7. KONA, Gamze (2003). “Kronik Türk – Amerikan Krizleri” (“Established Turkish – US Crisis”), Varlık Journal, 04 / 2003, pp.18-22, İstanbul.<o:p></o:p></span></span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span lang="TR" style="font-weight: normal; mso-bidi-font-weight: bold;"><span style="font-family: Verdana, sans-serif;">8.KONA, Gamze (2004). “Türkiye-Azerbaycan İlişkileri: Büyük Umutlar-Talihsiz Gelişmeler ve Yapılması Gerekenler” (“Turkish-Azeri Relations : Great Hopes, Unfortunate Developments and The Necessities”), in Panorama e-journal, February 2004, Ankara. (</span><a href="http://www.panoramadergisi.com.tr/"><span style="color: blue; font-family: Verdana, sans-serif;">www.panoramadergisi.com.tr</span></a><span style="font-family: Verdana, sans-serif;">)<o:p></o:p></span></span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-weight: normal; mso-bidi-font-weight: bold;"><span style="font-family: Verdana, sans-serif;">9. KONA, Gamze (2003). “Saklı Coğrafyadaki Humeyni’siz Devlet: Orta Asya ve İran”. (“Iran in the Middle East without Homeyni”), M5 Avrasya Savunma ve Strateji, March 2003, no. 117, pp. 44-45, İstanbul. <o:p></o:p></span></span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-weight: normal; mso-bidi-font-weight: bold;"><span style="font-family: Verdana, sans-serif;">10.KONA, Gamze (2003). “Orta Asya’da Yükselen Radikal İslamın Nedenleri” (“The Reasons of Increasing Radical Islam in the Middle East”). (Special Report) M5 Avrasya Savunma ve Strateji, February 2003, no. 116, pp. 76-80, İstanbul.<o:p></o:p></span></span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-weight: normal; mso-bidi-font-weight: bold;"><span style="font-family: Verdana, sans-serif;">11.KONA, Gamze (2002). “ABD – Rusya Stratejik Yakınlaşmasının Türkiye’ye Etkileri” (“The Effect of USA-Russian Federation Close Strategic Relations on Turkey”). (Special Report) M5 Avrasya Savunma ve Strateji, July-August 2002, no. 110, pp. 89-94, İstanbul.<o:p></o:p></span></span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-weight: normal; mso-bidi-font-weight: bold;"><span style="font-family: Verdana, sans-serif;">12. KONA, Gamze (2002). “Türkiye-Rusya Federasyonu ve Orta Asya Cumhuriyetleri Ekonomik İlişkileri ve Olası Siyasi Yansımaları” (“Turkey-Russian Federation and Central Asian Republics Multı-lateral Relations and Probale Political Reflections”). (Special Report) M5 Avrasya Savunma ve Strateji, May 2002/05, no. 108, pp. 65-70, İstanbul. <o:p></o:p></span></span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-weight: normal; mso-bidi-font-weight: bold;"><span style="font-family: Verdana, sans-serif;">13.KONA, Gamze (2001). “Türkiye Üzerine Senaryolar” (“Future Political Projections on Turkey”). M5 Avrasya Savunma ve Strateji, November 2001, no. 102, pp. 29-30, Istanbul. <o:p></o:p></span></span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-weight: normal; mso-bidi-font-weight: bold;"><span style="font-family: Verdana, sans-serif;">14.KONA, Gamze (2001). “Rusya Federasyonu’nun Orta Asya Stratejisi” (“Central Asian Policy of Russian Federation”). M5 Avrasya Savunma ve Strateji, July-August 2001, no. 99, pp. 39 – 41, İstanbul.<span style="mso-spacerun: yes;"> </span><o:p></o:p></span></span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-weight: normal; mso-bidi-font-weight: bold;"><span style="font-family: Verdana, sans-serif;">15. KONA, Gamze (1995). “Üniversitelerimizde Yüksek Lisans Eğitiminin Durumu” (“Post-graduate Education in Turkish Universities”). Tiryaki, September 1995, no. 14, pp. 17-20, İstanbul. <o:p></o:p></span></span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-weight: normal; mso-bidi-font-weight: bold;"><span style="font-family: Verdana, sans-serif;">16. KONA, Gamze (1995). “Avrupa Ortaklığına Bir Kala Kadının Türkiye’deki Durumu” (“Women’s Status in Turkey Before UE Full Membership”). Tiryaki, July/August 1995, no. 12/13, pp. 22-23, İstanbul. <o:p></o:p></span></span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-weight: normal; mso-bidi-font-weight: bold;"><span style="font-family: Verdana, sans-serif;">17. KONA, Gamze (1995). “Postmodernizm Açısından Kara Kitap” (“Kara Kitap by Orhan Pamuk in terms of Post-modernism”). Tiryaki, March/April 1995, no.8/9, p.41, İstanbul.<o:p></o:p></span></span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-weight: normal; mso-bidi-font-weight: bold;"><span style="font-family: Verdana, sans-serif;">18. KONA, Gamze (1996). “Laiklik ve İslamiyet” (“Laicism and Islam”). Kadın Kimliği, February 1996, no.11, pp.14-16, İstanbul.<o:p></o:p></span></span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-weight: normal; mso-bidi-font-weight: bold;"><span style="font-family: Verdana, sans-serif;">19. KONA, Gamze (1995). “Kadın Nüfusun Eğitimine Genel Bir Bakış” (“A General Overwiew on Women’s Education in Turkey”). Kadın Kimliği, September 1995, pp. 22- 25, İstanbul. <o:p></o:p></span></span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-weight: normal; mso-bidi-font-weight: bold;"><span style="font-family: Verdana, sans-serif;">20. KONA, Gamze (1995). “Gümrük Birliği ve Türkiye” (“Customs Union and Turkey”). Kadın Kimliği, May 1995, p. 34, İstanbul.<span style="mso-spacerun: yes;"> </span><o:p></o:p></span></span></div>
<div style="text-align: justify;">
<u><strong><span style="font-family: Verdana, sans-serif;">Reports Published (National) :<o:p></o:p></span></strong></u></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-weight: normal; mso-bidi-font-weight: bold;"><span style="font-family: Verdana, sans-serif;">1. KONA, Gamze (2006). Marmara Grubu Vakfı<span style="mso-spacerun: yes;"> </span>9. Avrasya Ekonomi Zirvesi (Marmara Foundation 9<span style="font-size: small;"><sup>th</sup> Eurasian Economy Summit), “National and International Security” session, 10.00-17.00, May 10, 2006.<o:p></o:p></span></span></span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-weight: normal; mso-bidi-font-weight: bold;"><span style="font-family: Verdana, sans-serif;">2. KONA, Gamze (2005). Orta Doğu ve Türkiye Sempozyumu (The Middle East and Turkey). Symposium, organized by Atase – Sarem (Turkish General Staff – Center For Strategic Studies), December, 2005, Ankara.<o:p></o:p></span></span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana, sans-serif;"><span style="font-weight: normal; mso-bidi-font-weight: bold;">3. KONA, Gamze (2005). Marmara Grubu Vakfı 8. Avrasya Ekonomi Zirvesi (Marmara F</span><span style="font-weight: normal; mso-bidi-font-weight: bold;">oundation 8<span style="font-size: small;"><sup>th</sup> Eurasian Economy Summit), “Energy” Session 14.00-18.00, July 5, 2005. “Women in Media” Second Session, 11.00-12.30, July, 7, 2005.<o:p></o:p></span></span></span></div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div>
<br /></div>
<div>
</div>
</div>
</div>
Gamze Güngörmüş Konahttp://www.blogger.com/profile/14874505075986951772noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-7485590980046694453.post-12126438441813655742009-04-22T17:44:00.005+03:002013-07-20T15:02:57.771+03:00The Articles Published in International Magazines/Full Text-(2)1. Güngörmüş Kona, Gamze, “The External and Internal Factors Which Strengthen Radical Islam in Central Asia”, The Eurasia Critic-Monthly Magazine on Eurasian Politics, UK, 22-26 (August 2008).<br />
<br />
2. <a href="http://www.blogger.com/post-edit.g?blogID=7485590980046694453&postID=1212643844181365574" name="_Toc309330270"></a><a href="http://www.blogger.com/post-edit.g?blogID=7485590980046694453&postID=1212643844181365574" name="_Toc444058730">Güngörmüş Kona, Gamze, “Reasons Behind Turkish New Interest in Central Asia”, The Eurasia Critic-Monthly Magazine on Eurasian Politics, UK, 50-54 (June 2008).</a><br />
<br />
<br />
1. THE INTERNAL AND EXTERNAL FACTORS WHİCH STRENGTHEN RADICAL ISLAM IN CENTRAL ASIA<br />
<br />
Abstract<br />
<br />
<a href="http://www.blogger.com/post-edit.g?blogID=7485590980046694453&postID=1212643844181365574" name="_Toc531350143">Religion has an independent status having the mission of reinforcing both the individuals and societies. Particularly, Islam which has a more direct relation with the social structure, compared to Christianity, has the functions of designing and guiding the structure of the society, safeguarding the individuals and transfering the ideological and cultural values to the society (Mardin, 1993, p. 91) So, Islam religion, having the mentioned functions, is automatically integrated in the profan matters.</a> As for the stand of Islam in the Central Asian societies after the demise of the Soviet Union, we might say that Islam, the religion of the majority of the Central Asian people, has been trying to compansate for its negative past experience. In addition to this, with the demise of Soviet institutions and ideology and the persistence of economic crisis, Islam, even its fundamentalist variant, could well become a powerful political force in Central Asia, as disillusioned people cast about for a sense of direction (Menon and Barkey, 1993, p.72) The aim of this article is to determine the internal and external factors which pave the way for the development and reinforcement of radical Islam, which has become a real threat in Central Asia since 1990s.<br />
<br />
Dr. Gamze Güngörmüş Kona<br />
<br />
The Internal and External Factors Which Strengthen Radical Islam In Central Asia<br />
<br />
Introduction<br />
<br />
Religion has an independent status having the mission of reinforcing both the individuals and societies. Particularly, Islam which has a more direct relation with the social structure, compared to Christianity, has the functions of designing and guiding the structure of the society, safeguarding the individuals and transfering the ideological and cultural values to the society. (Mardin, 1993, p.91) So, Islam religion, having the mentioned functions, is automatically integrated in the profan matters. <a href="http://www.blogger.com/post-edit.g?blogID=7485590980046694453&postID=1212643844181365574" name="_Toc531350144">As for the stand of Islam in the Central Asian societies after the demise of the Soviet Union, we might say that Islam, the religion of the majority of the Central Asian people, has been trying to compansate for its negative past experience. In addition to this, with the demise of Soviet institutions and ideology and the persistence of economic crisis, Islam, even its fundamentalist variant, could well become a powerful political force in Central Asia, as disillusioned people cast about for a sense of direction. (Menon and Barkey, 1993, p.72) In this article, the internal and external factors which pave the way for the development and reinforcement of radical Islam, which has become a real threat in Central Asia since 1990s will be determined and explained.</a><br />
The Internal Factors :<br />
Economic Problems in the Region :<br />
Central Asia’s states are simultaneously suffering from three separate - though related - painful developments : the collapse of the command economy, with its highly interdependent system of production, trade and payments; the sudden independence from Russia, the giant core of the system; and the continued dependence on Russia, which itself is gripped by economic and political crisis. (Islam, 1994, p.157)<a href="http://www.blogger.com/post-edit.g?blogID=7485590980046694453&postID=1212643844181365574" name="_Toc531350084"> </a>The mentioned three negative factors, which are regarded by Shafiqul Islam as the factors which mainly cause economic deficiencies in these republics also lead other negative results in the economic field. These may include:<a href="http://www.blogger.com/post-edit.g?blogID=7485590980046694453&postID=1212643844181365574" name="_Toc531350085"> High inflation rate</a><a href="http://www.blogger.com/post-edit.g?blogID=7485590980046694453&postID=1212643844181365574" name="_Toc531350086">; declining living standards</a><a href="http://www.blogger.com/post-edit.g?blogID=7485590980046694453&postID=1212643844181365574" name="_Toc531350087">; shortcomings in liberal market economy structures and norms</a>;<a href="http://www.blogger.com/post-edit.g?blogID=7485590980046694453&postID=1212643844181365574" name="_Toc531350088"> lack of skilled staff in administration of economy</a><a href="http://www.blogger.com/post-edit.g?blogID=7485590980046694453&postID=1212643844181365574" name="_Toc531350089">; insufficient man capital necessary for economic development</a><a href="http://www.blogger.com/post-edit.g?blogID=7485590980046694453&postID=1212643844181365574" name="_Toc531350090">; problematic money and banking system</a>; <a href="http://www.blogger.com/post-edit.g?blogID=7485590980046694453&postID=1212643844181365574" name="_Toc531350091">slow privatization</a><a href="http://www.blogger.com/post-edit.g?blogID=7485590980046694453&postID=1212643844181365574" name="_Toc531350092">; massive monopolization of the economy</a><a href="http://www.blogger.com/post-edit.g?blogID=7485590980046694453&postID=1212643844181365574" name="_Toc531350093">; lack of capital</a><a href="http://www.blogger.com/post-edit.g?blogID=7485590980046694453&postID=1212643844181365574" name="_Toc531350094">; absence of consistent economic aid from industrialized countries since the indusrialised countries refrain from investing in these republics assuming that they are located in politically and economically unstable and risky region. (Kona, 1999, p.89)</a><a href="http://www.blogger.com/post-edit.g?blogID=7485590980046694453&postID=1212643844181365574" name="_Toc531350095">; insufficient transport lines</a><a href="http://www.blogger.com/post-edit.g?blogID=7485590980046694453&postID=1212643844181365574" name="_Toc531350096">; obstacles in importation</a><a href="http://www.blogger.com/post-edit.g?blogID=7485590980046694453&postID=1212643844181365574" name="_Toc531350097">; limited foreign exchange regulations etc.</a> The prevailing problems in the economic field directly reflect themselves on domestic and foreign policy and social life, and makes Islam a kind of spiritual shelter for the ones who suffer from the economic problems.<br />
The Strong Will of Intervention of the Central Asian Leaders:<br />
Authoritarian way of behaviour of the Central Asian leaders represents contradiction with the Western idea of democracy. While the leaders emphasize the importance of democracy for their new republics they continue authoritarian type of leadership inherited from Soviet Union. More or less, all the Central Asian republics seem to be administered similar to the previous totalitarian communist regime. (Gumpel, 1994, p.24)<br />
the leaders of the Central Asian republics have given importance to authoritarian way of leadership. By doing so, they both try to foster their power and extend duration of their power. following the dismantlement of the Soviet Union both nationalist interests and religious upheavals increased. It is evident that these tendencies are functional in two ways: On the one hand they present a kind of safeguard against any <a href="http://www.blogger.com/post-edit.g?blogID=7485590980046694453&postID=1212643844181365574" name="_Toc531350138">state who would threathen their national unity and on the other hand they create a kind of security umbrella against any social discontent or political diversity which would give harm to their national unity and political development. So, the political leaders of the Central Asian republics use authoritarianism to hold the society together against external powers and probable internal conflict. By doing so, they keep the society under their control and they foster their leadership.</a> Besides, it is not surprising that the Central Asian leaders willingly follow the authoritarian way of leadership in the former Soviet Union since both are intended to remove conflicts in the society and remain in power for long years through adopting authoritarianism. This severe pressure applied upon society, economy and politics reinforces the refusal of the generally accepted ideology and intensifies the will of filling the gap by the Islamist ideology which is rather different in terms of quality<br />
<a href="http://www.blogger.com/post-edit.g?blogID=7485590980046694453&postID=1212643844181365574" name="_Toc531350101">Ethnic Disputes in the Region:</a><br />
Moscow has designed the borders of the Central Asian republics arbitrarily and artificially and this made the present republics ethnically heterogenous. The borders of the republics have been changed about 90 times since 1921. While these changes secured Soviet Union’s unity, they made the republics ethnically fractious. Besides, Central Asian region has been in chaos in terms of ethnic disputes due to the lesser degree of urbanization, priority of Islam above ethnic consciousness, strong role of clan identity, lack of political mobilization, <a href="http://www.blogger.com/post-edit.g?blogID=7485590980046694453&postID=1212643844181365574" name="_Toc531350107">prevailing nomad traditions, lack of national heroes and histories and the authoritarian rulers who try to suppress nationalists for the well being of their leadersip. (Kubicek, 1996, p.94)</a> So, on the one hand the mentioned ethnic dispute facilitates the peoples of Central Asia to direct their attention toward the Islamic motives and on the other hand helps the Islamist groups benefit from this chaotic environment for their own profit.<br />
<a href="http://www.blogger.com/post-edit.g?blogID=7485590980046694453&postID=1212643844181365574" name="_Toc462072295"></a><a href="http://www.blogger.com/post-edit.g?blogID=7485590980046694453&postID=1212643844181365574" name="_Toc461704042"></a><a href="http://www.blogger.com/post-edit.g?blogID=7485590980046694453&postID=1212643844181365574" name="_Toc461703602"></a><a href="http://www.blogger.com/post-edit.g?blogID=7485590980046694453&postID=1212643844181365574" name="_Toc461700040">Islam As a Mediator to Have a Social Identity</a>:<br />
In general, religion has been regarded as a mediator for the people want to have a social identity. The peoples of the Central Asia, who had lived with collective social identities for 70 years and who had left aside their Kazak, Turkmen, Kirghiz and Uzbek identities, have begun to feel the necessity and power of religion after the break up of the Soviet Union. Following their independence, Islam has started to be regarded as a value which fosters to have unique Kazak, Turkmen, Kirghiz and Uzbek identities in independent Kazakhistan, Turkmenistan, Kirghizistan and Uzbekistan. Those peoples, who want to emphasize their own identities, would like to overvalue Islam through interpreting it as a distinguishing factor.<br />
<a href="http://www.blogger.com/post-edit.g?blogID=7485590980046694453&postID=1212643844181365574" name="_Toc462072298"></a><a href="http://www.blogger.com/post-edit.g?blogID=7485590980046694453&postID=1212643844181365574" name="_Toc461704045"></a><a href="http://www.blogger.com/post-edit.g?blogID=7485590980046694453&postID=1212643844181365574" name="_Toc461703605"></a><a href="http://www.blogger.com/post-edit.g?blogID=7485590980046694453&postID=1212643844181365574" name="_Toc461700043">Islam As the Most Important Social Value in Traditional Societies</a>: <a href="http://www.blogger.com/post-edit.g?blogID=7485590980046694453&postID=1212643844181365574" name="_Toc531350148"></a><br />
As in all traditional societies in which cultural, religious and social symbols are appreciated more than material symbols, the status of religion is prestigious for the Central Asian states which reflect the features of traditional structure. Strong tendency toward the religious symbols and rituals in these societies has been regarded as a kind of resistance against the probability of loosing the traditions.<br />
<a href="http://www.blogger.com/post-edit.g?blogID=7485590980046694453&postID=1212643844181365574" name="_Toc462072296"></a><a href="http://www.blogger.com/post-edit.g?blogID=7485590980046694453&postID=1212643844181365574" name="_Toc461704043"></a><a href="http://www.blogger.com/post-edit.g?blogID=7485590980046694453&postID=1212643844181365574" name="_Toc461703603"></a><a href="http://www.blogger.com/post-edit.g?blogID=7485590980046694453&postID=1212643844181365574" name="_Toc461700041">Islam As a Distinguishing Factor</a>Regarding the Slavic Population: <a href="http://www.blogger.com/post-edit.g?blogID=7485590980046694453&postID=1212643844181365574" name="_Toc531350146"></a><br />
Islam should also be regarded as a distinguishing factor in getting the Central Asian Muslim population to feel different from the majority of Slavic population in the Commonwealth of Independent States. People instinctively felt it was Islam which is not just a set of religious beliefs but a way of life and civilization - that made them different from the Russians, whose rule they had never accepted as legitimate. (Mirsky, 1992, p.334)<br />
The External Factors:<br />
<a href="http://www.blogger.com/post-edit.g?blogID=7485590980046694453&postID=1212643844181365574" name="_Toc462072297"></a><a href="http://www.blogger.com/post-edit.g?blogID=7485590980046694453&postID=1212643844181365574" name="_Toc461704044"></a><a href="http://www.blogger.com/post-edit.g?blogID=7485590980046694453&postID=1212643844181365574" name="_Toc461703604"></a><a href="http://www.blogger.com/post-edit.g?blogID=7485590980046694453&postID=1212643844181365574" name="_Toc461700042">Islam As a Constraining Symbol Against the Extended Russian Role</a>:<br />
<a href="http://www.blogger.com/post-edit.g?blogID=7485590980046694453&postID=1212643844181365574" name="_Toc531350147">Furthermore, Islam has been regarded as a constraining symbol against the probable extended role of the Russian Federation by the Central Asain people. Today Islam may emerge as a barrier against extended Russian role in Central Asia in as much as Islam is becoming a defining item of the political agenda. (Peker, 1996, p.81)</a><br />
<a href="http://www.blogger.com/post-edit.g?blogID=7485590980046694453&postID=1212643844181365574" name="_Toc462072299"></a><a href="http://www.blogger.com/post-edit.g?blogID=7485590980046694453&postID=1212643844181365574" name="_Toc461704046"></a><a href="http://www.blogger.com/post-edit.g?blogID=7485590980046694453&postID=1212643844181365574" name="_Toc461703606"></a><a href="http://www.blogger.com/post-edit.g?blogID=7485590980046694453&postID=1212643844181365574" name="_Toc461700044">Islam As an Overemphasized Social Value Against the Former Russian Policies</a>:<br />
<a href="http://www.blogger.com/post-edit.g?blogID=7485590980046694453&postID=1212643844181365574" name="_Toc531350149">The revival of Islam may also be based on the policies of the former Soviet Union related to any religion except Orthodoxy. During the Soviet period Islam has been completely eliminated from the public life: mosques, medreses and other religious establishments had disappeared dramatically. Entire religious life in the Soviet Union was kept under strict control of the government, while any slightest manifestation of the national and religious consciousness among the non-Russian people was considered as flagrant nationalism and fundamentalism...In the minds of the ordinary Russians Islam had been associated with backwardness, fundamentalism and even terrorism. But, in spite the all, Islam is considered by its followers as a part of national culture and as a way of life. This gives Islam special status, compared to other religions. (Kadir, 1996, pp.48-49)</a> <a href="http://www.blogger.com/post-edit.g?blogID=7485590980046694453&postID=1212643844181365574" name="_Toc531350150">The Soviet leaders regarded the Muslims as reactionaries who opposed progress at least in the Soviet</a> <a href="http://www.blogger.com/post-edit.g?blogID=7485590980046694453&postID=1212643844181365574" name="_Toc531350151">Union. (D’Encausse, 1992, p.17-51) So, according to the explanations, it may be argued that the Muslim peoples, who were isolated from the society and scorned during the Soviet period, want to perform their Islamic belief and emphasize Islam religion in society after the break up of the Soviet Union.</a><br />
The Russian Modernization Realised in Central Asia:<br />
The attempts to modernize the politics and society made during the Russian rule could not penetrate into the basic social structures and institutions. So, this development accelerated and facilitated Islam’s integration with these structures and institutions, which could succeed to keep traditionalism. <br />
Ideological Gap Following Communism:<br />
Unfortunately, the inability of administrations, which were not able to build up a new ideology following the disappear of communist ideology after the disintegration of the Soviet Union, resulted in the emergence of some radical structures and the adoption of some religious projects by the Central Asian peoples.<br />
Power Rivalry in the Region:<br />
<a href="http://www.blogger.com/post-edit.g?blogID=7485590980046694453&postID=1212643844181365574" name="_Toc531350079">As the result of the decrease in Russian presence in the region, both the international such as U.S., Japan, China and regional states such as Turkey, Iran, Pakistan, India; seeking for geopolitical and geoeconomic advantages; started to take their place in this new great game. They all have come with their own priorities and they all want to re-orientate the Central Asian republics according to their own preferences. So, these new Central Asian states, which are economically weak, politically immature and unstable and ethnicly rather mixed, are subject to be directed or absorbed by the mentioned international or regional powers. (Brzezinski, 1998, pp. 40-53)</a><a href="http://www.blogger.com/post-edit.g?blogID=7485590980046694453&postID=1212643844181365574" name="_Toc531350080"> These re-orientation attempts by the international and regional powers also prevent the Turkic republics in the region from developing their internal and foreign policy principles by themselves. On the one hand, this annoys the nationalist and Islamist circles and causes social discontent and on the other hand, makes these republics dependent on external powers.</a><br />
Conclusion<br />
In order to safeguard political regimes in Central Asia before radical Islam, all the republics in the region should reach almost the same development level, socio-economic problems should be solved, the ruling party should remove oppression over the oppostion parties, cooperation among the regional states should be established, democratic norms and rules should be legitimate in society and politics, the ruling party should solve the prevailing problems not through authoritarian way but tolerence. The most important in all these efforts intended to eliminate radical Islamist movements in Central Asian republics is the reinforcement of political culture, determination of judicial norms, development of dialogue in society and establishment of democracy.<br />
References<br />
Brzezinski, Zbigniev (1998). Büyük Satranç Tahtası. (Çev. Ertuğrul Dikbaş ve Ergun Kocabıyık). Istanbul: Sabah Yy.<br />
<br />
D’Encausse, Helene Carrere (1992). Sovyetler’de Müslümanlar. (Çev. Adnan Tekşen). Alternatif Üniversite Yy.<br />
<br />
Gumpel, Werner (1994). “Economic and Political Developments in the Central Asian Turkish Republics”. Eurasian Studies (Ankara), no.2.<br />
<br />
Islam, Shafiqul (1994). “Capitalism on the Silk Route”. Current History, no.582.<br />
<br />
Kadir, Zülfiye (1996). “Muslim Political Movements in Russia”. Eurasian Studies (Ankara), no.2.<br />
<br />
Kona, Gamze, 1999. “Central Asia: A New Economic Potential”. İşletme ve Finans (Ankara), no.155.<br />
<br />
Kubicek, Paul <a href="http://www.blogger.com/post-edit.g?blogID=7485590980046694453&postID=1212643844181365574" name="_Toc531351500">1996. Managing Inter-Ethnic Relations in </a>Central Asia: Theory and Practice. Eurasian Studies (Ankara), no.3.<br />
<a href="http://www.blogger.com/post-edit.g?blogID=7485590980046694453&postID=1212643844181365574" name="_Toc531351536"></a><a href="http://www.blogger.com/post-edit.g?blogID=7485590980046694453&postID=1212643844181365574" name="_Toc21279055"> </a><br />
Mardin, Şerif (1993). Din ve Ideoloji. Altıncı Basım, Istanbul: Iletişim Yy.<br />
<a href="http://www.blogger.com/post-edit.g?blogID=7485590980046694453&postID=1212643844181365574" name="_Toc21279064"></a><a href="http://www.blogger.com/post-edit.g?blogID=7485590980046694453&postID=1212643844181365574" name="_Toc531351546"> </a><br />
Menon, Rajan ve Henri J. Barkey (1993). “The transformation of Central Asia: implications for regional and international security”. Survival Winter 1992-93.<br />
Mirsky, George I. (1992). “Central Asia’s Emergence”. Current History, no.567.<br />
<br />
Peker, Günden (1996). “ISLAM: myth or reality in Central Asia”. Eurasian Studies (Ankara), no.3.<br />
<br />
<br />
2. THE REASONS BEHIND TURKISH NEW INTEREST IN CENTRAL ASIA<br />
<br />
Abstract<br />
<br />
It is obvious that the changes in international political system led the reorientation of Turkish foreign policy. The demise of the Soviet Union prepared the end of the Cold War; the end of the Cold War paved the way for the questioning of the functions and the status of the most important security institution Nato and also the functions and the status of some strategic Nato members; the role of Turkey, one of the most important Nato ally, started to be regarded as not important as in the Cold War period. In fact, Turkey’s decreasing power before the west led Turkey to overview her foreign policy strategy and this resulted in the transformation from western-orientated to region-orientated foreign policy. With in this region-orientated foreign policy, the relations which were frozen for 70 years with the Central Asian peoples have been revived after 1991. Besides, dismantlement of the Soviet Union also led the revival of the relations with the Central Asian Turks. Oil and gas attractivity of the region might also be regarded as one of the determinants of Turkish orientation toward the region. Last but not the least, political and socio-cultural reasons have also had a role in the mentioned Turkish orientation toward the Central asian region. In this article, we will discuss the reasons which led Turkish decision-makers to concentrate on the Central Asian region and Central asian Republics in all dimensions.<br />
Key Words : Turkey, Central Asia, orientation, preference, reasons<br />
The Reasons of Turkish Interest in Central Asia<br />
<a href="http://www.blogger.com/post-edit.g?blogID=7485590980046694453&postID=1212643844181365574" name="_Toc531349950"></a><br />
It is obvious that the changes in international political system led the reorientation of Turkish foreign policy. The demise of the Soviet Union prepared the end of the Cold War; the end of the Cold War paved the way for the questioning of the functions and the status of the most important security institution Nato and also the functions and the status of some strategic Nato members; the role of Turkey, one of the most important Nato ally, started to be regarded as not important as in the Cold War period. In fact, Turkey’s decreasing power before the west led Turkey to overview her foreign policy strategy and this resulted in the transformation from the western-orientated to the region-orientated foreign policy. With in this region-orientated foreign policy, the relations which were frozen for 70 years with the Central Asian peoples have been revived after 1991. Besides, dismantlement of the Soviet Union also led the revival of the relations with the Central Asian Turks. Oil and gas attractivity of the region might also be regarded as one of the determinants of Turkish orientation toward the region. Last but not the least, political and socio-cultural reasons have also had a role in the mentioned Turkish orientation toward the Central asian region.<br />
<a href="http://www.blogger.com/post-edit.g?blogID=7485590980046694453&postID=1212643844181365574" name="_Toc531349951">In the article, we will explain the reasons which are closely related with Turkish orientation toward Central Asia: The Demise of the Soviet Union, Changes emerged in Turkish foreign policy in the post-Cold War period, Economic reasons, Political reasons and Socio-cultural reasons</a> and by doing so we will also explain the reasons why the Central Asian region and the Central Asian republics can not be disregarded by Turkish decision-makers and Turkish bureaucratic elite.<br />
<a href="http://www.blogger.com/post-edit.g?blogID=7485590980046694453&postID=1212643844181365574" name="_Toc531349975"></a><br />
1. The Demise of the Soviet Union and the Emergence of the Independent Republics in Central Asia<br />
<br />
Along with the emergence of the newly independent Soviet Muslim periphery, the region, has started to be included in Turkish foreign policy agenda, too. Turkey was one of the first countries who recognised the independence of the Central Asian republics. Besides recognition Turkey has declared her willingness to give spiritual and material support to the newly-independent Central Asian republics. The attempts of Turkey was treated with pleasure by the mentioned republics. It will not be wrong to argue that the interest of the Central Asian Muslim republics depended completely on a different reason at the very begining of independence. Bilge explains the reason of Central Asian Muslim republics’ attitude toward Turkey such that; “These republics have not been willing to disintegrate from the Soviet Union, in a way they were isolated. The support given to them were cancelled. Under these circumstances Muslim Turkish republics felt closer to Turkey. Turkey was isolated from the European Union and left alone in the same period. So, the rapproachement between the Central Asian Muslim republics and Turkey has become quite natural”. (Bilge, 1995, p.96)<br />
<a href="http://www.blogger.com/post-edit.g?blogID=7485590980046694453&postID=1212643844181365574" name="_Toc531349976">We should make it clear that in the begining of the relations period not only the newly independent Central Asian republics but also Turkey tried to develop intimate relations with these republics taking her multi-dimentional advantages into consideration such as compensating her isolation from the EU, enlarging its sphere of economic, cultural and political influence in the Central Asian region, developing cultural and social relations with these republics and safeguarding herself in this newly-emerged volatile region. According to Bal, “There are two reasons for Turkey’s interest in Central Asia and Caucasus (particularly in Azerbaijan). The first and most important one includes cultural issues such as ethnicity, religion, history and language. It answers the question, whether Turkey would be so interested in this part of the world if these republics were not Muslim in religion and Turkic in origin. The second reason includes security issues and Turkey’s international relations in general”. (Bal, 1998, p.59)</a><a href="http://www.blogger.com/post-edit.g?blogID=7485590980046694453&postID=1212643844181365574" name="_Toc531349977"></a>. To sum up, the demise of the Soviet Union and the positive stand of the Central Asian republics’ stand toward Turkey had been two important occasions which helped Turkey develop relations with the Turkish origin republics in the Central Asian region.<br />
<br />
2. Changes Ocuured in Turkish Foreign Policy<br />
<br />
Immediately after the end of the Cold War, Turkey started to change her foreign policy strategy though she has kept basic foreign policy principles/objectives she adopted since the establishment of Turkish Republic. (see Hale, 1993, pp.231-248; Kirişçi, 1995, pp.1-21; Taşhan, 1993, pp.1-19; Sander, 1998, pp.69-94 and pp.147-159; Sander, pp.31-45, 1993; Çam, 1978, pp.77-96; Kirişçi, 1993, pp.1-36; Yavuzalp, 1998, pp.219-243) During the Cold War period Turkey has presented relatively passive foreign policy. This passive foreign policy behaviour was significant after Nato membership. Turkey tried to identify its own benefits with Nato in order to integrate itself with the West. For Turkey, West was regarded as a guard against the USSR. However, this close relationship with the West had prevented Turkey from developing its foreign policy preferences. Due to this fact, Turkey was left unable to choose and perform its own foreign policy patterns. Turkey only behaved according to the Western policy determinants. <a href="http://www.blogger.com/post-edit.g?blogID=7485590980046694453&postID=1212643844181365574" name="_Toc531350010">However, this passive foreign policy behaviour has changed into the active one after 1991. Turkey has started to affect the course of international political developments with her own initiatives. These cases symbolize the transformation in Turkish foreign policy behaviour</a>:<a href="http://www.blogger.com/post-edit.g?blogID=7485590980046694453&postID=1212643844181365574" name="_Toc462072259"></a><a href="http://www.blogger.com/post-edit.g?blogID=7485590980046694453&postID=1212643844181365574" name="_Toc461704006"></a><a href="http://www.blogger.com/post-edit.g?blogID=7485590980046694453&postID=1212643844181365574" name="_Toc461703566"></a><a href="http://www.blogger.com/post-edit.g?blogID=7485590980046694453&postID=1212643844181365574" name="_Toc461700004"> The Gulf Crisis</a>, <a href="http://www.blogger.com/post-edit.g?blogID=7485590980046694453&postID=1212643844181365574" name="_Toc462072260"></a><a href="http://www.blogger.com/post-edit.g?blogID=7485590980046694453&postID=1212643844181365574" name="_Toc461704007"></a><a href="http://www.blogger.com/post-edit.g?blogID=7485590980046694453&postID=1212643844181365574" name="_Toc461703567"></a><a href="http://www.blogger.com/post-edit.g?blogID=7485590980046694453&postID=1212643844181365574" name="_Toc461700005">The Conflict in Bosnia-Herzegovina</a>, <a href="http://www.blogger.com/post-edit.g?blogID=7485590980046694453&postID=1212643844181365574" name="_Toc462072261"></a><a href="http://www.blogger.com/post-edit.g?blogID=7485590980046694453&postID=1212643844181365574" name="_Toc461704008"></a><a href="http://www.blogger.com/post-edit.g?blogID=7485590980046694453&postID=1212643844181365574" name="_Toc461703568"></a><a href="http://www.blogger.com/post-edit.g?blogID=7485590980046694453&postID=1212643844181365574" name="_Toc461700006">Armenian - Azeri Conflict</a>, Involvement in Somalia. In addition to that, at the beginning of the post-Cold War era, Turkey faced unexpected and sudden developments from the Balkans to Central Asia and realized that it might create new alternatives while benefiting from the new economic and social developments in the neighbouring countries. <a href="http://www.blogger.com/post-edit.g?blogID=7485590980046694453&postID=1212643844181365574" name="_Toc531350017">So, Turkey, in addition to its bilateral relations with the West and America, stared to set up multi-lateral relations with the countries in the region. Furthermore, Turkey transformed the content of its relations. The content of the relations based upon military and political aspects with the West and America during the Cold War period was added to social, cultural and economic relations with the neighbouring countries after 1990s. </a><br />
<br />
3. Economic Reasons<br />
<a href="http://www.blogger.com/post-edit.g?blogID=7485590980046694453&postID=1212643844181365574" name="_Toc531350026"></a><br />
While disintegration of the Soviet Union and changes in Turkish foreign policy constitute the first two important reasons which lead Turkish decision-makers to show interest in the Central Asian region, economic reasons might be regarded as another important factor which has motivated Turkish decision-makers to become interested in the region. The economic reasons can be as follows: <a href="http://www.blogger.com/post-edit.g?blogID=7485590980046694453&postID=1212643844181365574" name="_Toc531350027">First of all, Central Asian region is quite rich in terms of natural gas and oil reserves. Proven oil reserves in the Caspian Basin are currently estimated at 15 to 31 billion barrels, about 2.7 percent of total world proven reserves. Individual country reserves in billion barrels are estimated at 3.6 to 6.3 for Azerbaijan, 10 to 22 for Kazakhstan, 1 to 1.5 in Turkmenistan and less than 1 in Uzbekistan. Such figures, while not comparable with Saudi Arabia’s holdings, are significantly greater than those of either Iran or Iraq. Future exploration may show that the region holds more substantial oil reserves, potentially as high as 60 to 140 billion barrels. Proven natural gas reserves of 230 to 360 trillion cubic feet represent about 7 percent of total world proven gas reserves. (Olcott, 1999, pp.307-308 ; Sinnott, 1997, p.22)</a> <a href="http://www.blogger.com/post-edit.g?blogID=7485590980046694453&postID=1212643844181365574" name="_Toc531350028">Contrary to the mentioned rich oil and gas reserves, very limited natural gas and oil reserves in Turkey and gradual increase in natural gas and oil importation abroad has been an important factor in directing Turkish decision-makers attention toward Central Asia and Central Asian states. “In 1994, Turkey needed to import 22 million tons of oil. According to BOTAŞ estimates, by 2010 Turkey will have to import 40 million tons. At present, much of Turkey’s oil is transported from Russia. Iran is another important supplier. In 1995 Tehran exported 4.5 million tons of oil to Turkey... As in the case of oil, Turkey is not a major gas producer either. Turkey currently imports 6 billion cubic metres of liquified natural gas (LNG) from Algeria</a><a href="http://www.blogger.com/post-edit.g?blogID=7485590980046694453&postID=1212643844181365574" name="_Toc531350029"> and Turkish consumption will increase gradually”. (Winrow, 1997, p.117) Currently, 7 natural gas pipeline and 2 oil pipeline projects with some Middle East and Central Aisan states and Russia are at the top of economic agenda. (See Özyaprak, 2007) It can be said that among these oil and gas pipeline projects Turkish policy-makers are principally interested in transporting Central Asian natural gas and oil to European makets via Turkey. According to Miles: “The countries whose transit routes are eventually chosen will benefit not only from heavy capital inflows in terms of investment and transit fees, but more importantly, will gain considerable influence throughout the region”. (Miles, 1999, p.325) Depending on this quite realist explanation it can be said that Turkish decision-makers expect that this kind of development will bring both economic and political benefits to Turkey.</a><br />
<a href="http://www.blogger.com/post-edit.g?blogID=7485590980046694453&postID=1212643844181365574" name="_Toc531350030">Secondly, gradual developments in private sector particularly after 1990s has necessitated entrepreneur to find out potential export markets for their goods. Parallel to this development, the newly-independent Central Asian states have begun to be regarded as a newly-invented export market by economic circles in Turkey. (Kuru, 1999, p.149)</a><br />
<a href="http://www.blogger.com/post-edit.g?blogID=7485590980046694453&postID=1212643844181365574" name="_Toc531350031">Thirdly, employment problems, which have become much more obvious after 1990s, have been onother economic factor which has led both the private sector and state to direct their interest into the region. It should be taken into account that the states such as Germany and Arab states have lost their attraction interms of employment advantages for Turkey compared to last years. (Kuru, 1999, p.149)</a><br />
<a href="http://www.blogger.com/post-edit.g?blogID=7485590980046694453&postID=1212643844181365574" name="_Toc531350032">So, depending on the explanations above it can be said that in addition to the collapse of the Soviet Union and the changes in Turkish foreign policy strategy; economic reasons also play an important role in directing Turkish officials interest toward the Central Asian region and Central Asian republics.</a><br />
<br />
<a href="http://www.blogger.com/post-edit.g?blogID=7485590980046694453&postID=1212643844181365574" name="_Toc309330271"></a><a href="http://www.blogger.com/post-edit.g?blogID=7485590980046694453&postID=1212643844181365574" name="_Toc444058731">4. Political Reasons</a><br />
<br />
<a href="http://www.blogger.com/post-edit.g?blogID=7485590980046694453&postID=1212643844181365574" name="_Toc531350033">Besides economic reasons, political reasons are also important in directing the interest of Turkish decision-makers into the Central Asian region. The political reasons can be summarized as follows.</a><a href="http://www.blogger.com/post-edit.g?blogID=7485590980046694453&postID=1212643844181365574" name="_Toc531350034"></a> First of all, following the emergence of independent Central Asian republics Turkish decision-makers have begun to regard the Central Asian region as an important region which would possibly compensate Turkey’s downgrading role in international political system after the end of the Cold War. Thoughts of some foreign political analysts seem to support this assumption. For example, according to Kazemi and Ajdari, links with the republics will help maintain Turkey’s strategic importance in the post Cold War era. (Kazemi and Ajdari, 1998, p.58) So, partly motivated by this mentioned external consensus, and partly by taking internal requirements into consideration Turkish decision-makers have begun to support the idea that Turkey would regain its prestige, largely obtained by the defence role given by the U.S. against the Soviet Union during the Cold War years, through presenting herself as a model for the Central Asian republics. They even believe that Turkey might obtain more international prestige through functioning as a bridge between the West and the Central Asian republics in the new world order. For this reason, Central Asian region is regarded as a region in which Turkey has to be active.<br />
<a href="http://www.blogger.com/post-edit.g?blogID=7485590980046694453&postID=1212643844181365574" name="_Toc531350035">Secondly, the delay in Turkey’s full membership application for the EU reinforced Turkish decision-makers to find new alternatives. Developments in Central Asian republics, which have some common historical, cultural and religious features with Turkish republic, seem to be a new alternative though probable economic and political advantages to be obtained from this region are never regarded as an alternative to economic and political advantages to be obtained from the EU. It can be said that Central Asian region and Central Asian republics are regarded as the motivating factors which might compansate Turkey’s isolation, emerged after the end of the Cold War.</a><br />
<a href="http://www.blogger.com/post-edit.g?blogID=7485590980046694453&postID=1212643844181365574" name="_Toc531350036">Thirdly, as mentioned before Turkey had played the same role during the Cold War years: Nato’s southern flank responsibility. However, along with the end of the Cold War period, Turkey’s role designed by the West and some European states against the Soviet Union, which helped Turkey obtain economic and military advantages, has diminished. Despite this negative development in terms of Turkey, the West, principally the U.S. are still interested in the developments emerged in former Soviet geopolitical area following the disintegration of the Soviet Union. First of all, they forcefully support the independent states’ transition to democracy and market economy. Secondly, they closely follow the probable attempts of the Russian Federation in regard to reestablishing its rule on Commonwealth of Independent States (CIS). Thirdly, they declare obviously their intention related with exportation of oil and gas in these states to world markets. Turkey has also almost the same concern in regard to these new republics, particularly Central Asian republics. Firstly, Turkey very often explains her readiness for the political and economic support in regard to the continuity of independence of these states since she believes that in case of the establishment of the probable Russian rule over these independent republics Turkey would face the same Russian threat as in the Cold War period. Secondly, Turkey is in favour of diminishing Russian role over transportation of Central Asian oil and gas transportation routes since she expects to benefit from transportation fee when oil or gas is transported via Turkey. Thirdly, Turkey regards the republics in Central Asia as a mean to gain economic and political power in her own region.</a> <a href="http://www.blogger.com/post-edit.g?blogID=7485590980046694453&postID=1212643844181365574" name="_Toc531350037">Depending on these common interests related with the independent republics and Russian Federation Turkey might have dual role through intensifying relations with the Central Asian republics against the Russian Federation. So, it can be said that the interest in having this dual role might be another motivating factor in regard to developing multi-lateral relations with Central Asian republics.</a><br />
<a href="http://www.blogger.com/post-edit.g?blogID=7485590980046694453&postID=1212643844181365574" name="_Toc531350038">Fourthly, it can be said that through developing relations with the Central Asian republics Turkish decision-makers expect to increase Turkey’s political influence in its own region</a> <a href="http://www.blogger.com/post-edit.g?blogID=7485590980046694453&postID=1212643844181365574" name="_Toc531350039">and in the neighbourly regions such as Middle East and Balkans. In a way they believe that close relations with the republics in Central Asia, which are Turkic origin and which belong to the same religion, will help Turkey be influential politically. For this reason, they regard Turkey’s relations with independent Central Asian republics quite important. So, it can be argued that this assumption has played a role in directing Turkey’s interest toward the region and the states in the region.</a><br />
<a href="http://www.blogger.com/post-edit.g?blogID=7485590980046694453&postID=1212643844181365574" name="_Toc531350040">Finally, in addition to the mentioned factors, it can be assumed that some Turkish politicians, whose political discourse is largely based on Turkism and nationalism, and some Turkish political parties which have adopted those two notions as a kind of symbol have been influential in reinforcing the interest of different groups and Turkish people toward Central Asia and newly-independent Central Asian states. Besides the mentioned type of politicians and political parties, some Turkish media organizations have also given full support to these politicians and political parties. So, it can be said that both some Turkish politicians, some political parties and some newspapers and tv channels have all helped show interest in Central Asian region and intensify relations with the republics in Central Asia.</a><br />
<a href="http://www.blogger.com/post-edit.g?blogID=7485590980046694453&postID=1212643844181365574" name="_Toc309330272"></a><a href="http://www.blogger.com/post-edit.g?blogID=7485590980046694453&postID=1212643844181365574" name="_Toc444058732">5. Socio-cultural Reasons</a><br />
<br />
<a href="http://www.blogger.com/post-edit.g?blogID=7485590980046694453&postID=1212643844181365574" name="_Toc531350041">In addition to four groups of reasons which have had impact on developing close and multi-lateral relations with the Central Asian republics, some common features between these republics and Turkey such as religion, ethnic origin, language and culture might also be regarded as motivating factors related with developing close relations with the Central Asian republics. It can be said that to develop relations and realise some political and economic goals between the peoples who belong to the same ethnic origin, who speak different dialects of Turkish, who are Muslim and who had shared the same historical past is regarded as more practical and realistic. So, it can be assumed that the mentioned common features between Central Asian republics and Turkey might be</a> <a href="http://www.blogger.com/post-edit.g?blogID=7485590980046694453&postID=1212643844181365574" name="_Toc531350042">interpreted as an important factor which lead Turkish decision-makers to direct their interest toward the Central Asian region.</a><br />
<br />
Conclusion<br />
<br />
In the article, we have tried to present the reasons which directed Turkish officials to begin to show interest in the Central Asian region, and which directed Turkish foreign policy to focus on this region and the republics in Central Asia. It should be kept in mind that Turkey will never give up developing relations with the republics in Central Asia not only due to the reasons of geographic proximity of Central Asia and common socio-cultural features between Turkish and Central Asian societies but also due to the economic and political expectations of Turkish decision-makers related with the Central Asian region.<br />
<br />
References<br />
<br />
<a href="http://www.blogger.com/post-edit.g?blogID=7485590980046694453&postID=1212643844181365574" name="_Toc531351286">Bal, Idris (1998). Emergence of the Turkic Republics and Turkish Reaction. Foreign Policy (Ankara), nos.1-2.</a><br />
<a href="http://www.blogger.com/post-edit.g?blogID=7485590980046694453&postID=1212643844181365574" name="_Toc531351309">Bilge, Suat (1995). Bağımsız Devletler Topluluğu ve Türkiye (Common Wealth of Independent States and Turkey). Avrasya Etüdleri (Eurasian Studies) (Ankara), no.4.</a><br />
<a href="http://www.blogger.com/post-edit.g?blogID=7485590980046694453&postID=1212643844181365574" name="_Toc531351342">Çam, Esat (1978). Foreign Policy Preferences of Turkey. Foreign Policy (Ankara), nos.3-4.</a><br />
<a href="http://www.blogger.com/post-edit.g?blogID=7485590980046694453&postID=1212643844181365574" name="_Toc531351430">Hale, William (1993). Turkish Foreign Policy After the Cold War. Turkish Review of Balkan Studies 1 (Istanbul).</a><br />
<a href="http://www.blogger.com/post-edit.g?blogID=7485590980046694453&postID=1212643844181365574" name="_Toc531351471">Kazemi, Farhad and Zohreh Ajdari (1998). Ethnicity, Identity and Politics: Central Asia and Azerbaijan between Iran and Turkey. In: David Menashri (Ed.), Central Asia Meets the Middle East. Frank Cass Publishers.</a><br />
<a href="http://www.blogger.com/post-edit.g?blogID=7485590980046694453&postID=1212643844181365574" name="_Toc531351477">Kirişçi, Kemal (1993) The End of the Cold War and Changes in Turkish Foreign Policy Behaviour. Foreign Policy (Ankara), nos.3-4.</a><br />
<a href="http://www.blogger.com/post-edit.g?blogID=7485590980046694453&postID=1212643844181365574" name="_Toc531351478">Kirişçi, Kemal (1995). New Patterns of Turkish Foreign Policy Behaviour In: Çiğdem Balım et al. (Eds), Turkey: Political and Economic Challenges in the 1990s. Leiden: E.J. Brill.</a><br />
<a href="http://www.blogger.com/post-edit.g?blogID=7485590980046694453&postID=1212643844181365574" name="_Toc531351508">Kuru, Ahmet T. (1999). Uluslararası Ortam ve Bölgesel Entegrasyon Teorileri Işığında Türk Birliği Meselesi (Turkic Union Issue In the Light of International Conditions and Regional Integration Theories) In: Mim Kemal Öke (Ed.), Geçiş Sürecinde Orta Asya Türk Cumhuriyetleri (Central Asian Turkish Republics in Transition). İstanbul: Alfa Press.</a><br />
<a href="http://www.blogger.com/post-edit.g?blogID=7485590980046694453&postID=1212643844181365574" name="_Toc531351553">Miles, Carolyn (1999). The Caspian Pipeline Debate Continues: Why Not Iran? Journal of International Affairs (U.S.), vol.53, no.1.</a><br />
<a href="http://www.blogger.com/post-edit.g?blogID=7485590980046694453&postID=1212643844181365574" name="_Toc531351578">Olcott, Martha Brill (1999). Pipelines and Pipe Dreams: Energy Development and Caspian Society. Journal of International Affairs (U.S.), vol.3, no.1.</a><br />
<a href="http://www.blogger.com/post-edit.g?blogID=7485590980046694453&postID=1212643844181365574" name="_Toc531351594">Özyaprak, Suat (1999). Boru hattı projeleri (Pipeline projects). Finansal Forum Daily, 8 June 1999.</a><br />
<a href="http://www.blogger.com/post-edit.g?blogID=7485590980046694453&postID=1212643844181365574" name="_Toc531351627">Sander, Oral (1998). Avrupa’daki Hızlı Gelişmeler Açısından Türk Dış Politikası (Turkish Foreign Policy In terms of Increasing Developments in Europe). In: Melek Fırat (Ed.), Türkiye’nin Dış Politikası (Foreign Policy of Turkey). Ankara: Imge Press.</a><br />
<a href="http://www.blogger.com/post-edit.g?blogID=7485590980046694453&postID=1212643844181365574" name="_Toc531351638">Sinnott, Peter (1997). Central Asia’s Geographic Moment. Central Asia Monitor, no.1.</a><br />
<a href="http://www.blogger.com/post-edit.g?blogID=7485590980046694453&postID=1212643844181365574" name="_Toc531351659">Taşhan, Seyfi (1993). Turkey’s Foreign Policy Objectives. Foreign Policy (Ankara), nos.1-2.</a><br />
<a href="http://www.blogger.com/post-edit.g?blogID=7485590980046694453&postID=1212643844181365574" name="_Toc531351715">Yavuzalp, Ercüment (1998). Dış Politikada Oyunun Kuralları (The Rules of the Game in Foreign Policy). Ankara: Bilgi Press.</a>Gamze Güngörmüş Konahttp://www.blogger.com/profile/14874505075986951772noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-7485590980046694453.post-54874476744353496252009-01-06T18:19:00.001+02:002012-06-27T14:33:43.956+03:00Turkish - Israel Relations (Truman Institute Slideshow)KONA, Gamze (2006). “Turkey and Israel – Destined to Eternal Neighborhood”. Hebrew University of Jerusalem - Truman Institute. March 30, 2006, Jerusalem – Israel<br />
<br />
<br />
<div id="__ss_98507" style="text-align: left; width: 425px;"><a href="http://www.slideshare.net/yMch/trytry?type=powerpoint" style="display: block; font: 14px Helvetica,Arial,Sans-serif; margin: 12px 0px 3px; text-decoration: underline;" title="Truman Institute">Truman Institute</a><embed allowfullscreen="true" allowscriptaccess="always" height="355" src="http://static.slideshare.net/swf/ssplayer2.swf?doc=" stripped_title="trytry" type="application/x-shockwave-flash" width="425"></embed> <br />
<div style="font-family: tahoma,arial; font-size: 11px; height: 26px; padding-top: 2px;">View SlideShare <a href="http://www.slideshare.net/yMch/trytry?type=powerpoint" style="text-decoration: underline;" title="View Truman Institute on SlideShare">presentation</a> or <a href="http://www.slideshare.net/upload?type=powerpoint" style="text-decoration: underline;">Upload</a> your own.</div></div><script src="http://b.scorecardresearch.com/beacon.js?c1=7&c2=7400849&c3=1&c4=&c5=&c6=">
</script>Gamze Güngörmüş Konahttp://www.blogger.com/profile/14874505075986951772noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-7485590980046694453.post-46919624401962235242009-01-06T18:10:00.001+02:002012-06-27T14:33:43.957+03:00Turkish Foreign Policy Under AKP Government (Bar Ilan University Slideshow)KONA, Gamze Güngörmüş (2006). “Turkish Foreign Policy under AKP Government”. Bar Ilan University – Begin Sadat Center for Strategic Research, March 05, 2006, Ramat Gan – Israel<br />
<br />
<div id="__ss_98508" style="text-align: left; width: 425px;"><a href="http://www.slideshare.net/yMch/besa?type=powerpoint" style="display: block; font: 14px Helvetica,Arial,Sans-serif; margin: 12px 0px 3px; text-decoration: underline;" title="Besa">Besa</a><embed allowfullscreen="true" allowscriptaccess="always" height="355" src="http://static.slideshare.net/swf/ssplayer2.swf?doc=" stripped_title="besa" type="application/x-shockwave-flash" width="425"></embed> <br />
<div style="font-family: tahoma,arial; font-size: 11px; height: 26px; padding-top: 2px;">View SlideShare <a href="http://www.slideshare.net/yMch/besa?type=powerpoint" style="text-decoration: underline;" title="View Besa on SlideShare">presentation</a> or <a href="http://www.slideshare.net/upload?type=powerpoint" style="text-decoration: underline;">Upload</a> your own.</div></div><script src="http://b.scorecardresearch.com/beacon.js?c1=7&c2=7400849&c3=1&c4=&c5=&c6=">
</script>Gamze Güngörmüş Konahttp://www.blogger.com/profile/14874505075986951772noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-7485590980046694453.post-73719849629274205842009-01-06T15:46:00.006+02:002013-07-20T15:14:58.356+03:00Ulusal Hakemli Dergilerde Makaleler (18)<strong>Ulusal hakemli dergilerde yayınlanan makaleler :</strong> <br />
<br />
Hakemli dergilerde yayınlanan makalelerin tam metni için bkz : "Türkçe" ve "English" başlıklı etiketler<br />
<br />
For the full text of the English articles published in the peer-reviewed academic journals see the gadget : "English"<br />
<br />
<strong>1.</strong>KONA, Gamze Güngörmüş, "Orta Doğu Siyasetini Belirleyen Üç Aktör : Türkiye-ABD-Rusya Federasyonu, Global Strateji Hakemli Dergisi,sayı 14 (2008). <br />
<br />
<strong>2.</strong>KONA, Gamze Güngörmüş, “Orta Doğu-Petrol ve Amerika Birleşik Devletleri”, Global Strateji Hakemli Dergisi, sayı 13, (2008). <br />
<br />
<strong>3.</strong>KONA, Gamze Güngörmüş, “Orta Asya Bölgesinde Yükselen Radikal İslamın Sebepleri”, Global Strateji Hakemli Dergisi, sayı 12, 60-71 (2008).<br />
<br />
<strong>4.</strong>KONA, Gamze Güngörmüş, “Orta Asya İran İçin Ne İfade Ediyor”, Global Strateji Hakemli Dergisi, sayı 11, 95-107 (2007).<br />
<br />
<strong>5.</strong>KONA, Gamze Güngörmüş, “Kerkük ve Rusya Federasyonu”, Global Strateji Hakemli Dergisi, sayı 9, 187-200 (2007).<br />
<br />
<strong>6.</strong> KONA, Gamze Güngörmüş, “Social, Political and Economic Problems Central Asian Republics Face and The Role of Turkey in the Central Asian Region”, Turkish Rewiev of Eurasian Studies hakemli dergisi, 175-215, Annual 2006-6, İstanbul (2006).<br />
<br />
<strong>7.</strong>KONA, Gamze Güngörmüş, “Central Asia and Turkish Foreign Policy”, Turkish Rewiev of Eurasian Studies, Annual 2005-5, İstanbul. <br />
<br />
<strong>8.</strong>KONA, Gamze Güngörmüş, “ABD’nin Müdahale Mantığı ve Irak Özelinde Yarattığı Güvenlik Sorunsalı”, Stratejik Öngörü Hakemli Dergisi, sayı 7, 61-75 (2006).<br />
<br />
<strong>9.</strong>KONA, Gamze Güngörmüş, “Yeni Irak, Kırılgan Orta Doğu ve Türk Dış Politikası”, Stratejik Öngörü Hakemli Dergisi, sayı 5, 128-139 (2005).<br />
<br />
<strong>10.</strong>KONA, Gamze Güngörmüş, “Security Concerns of Turkey-Cold War and Post-Cold War Periods”, Turkish Review of Eurasian Studies Hakemli Dergisi, Annual 4, 207-253 (2004). <br />
<br />
<strong>11.</strong>KONA, Gamze Güngörmüş, “Orta Doğu’da Güvenlik Algılaması ve Dahili Risk Faktörlerinin Etkisi”, Antalya Akdeniz Üniversitesi İİBF Hakemli Dergisi, sayı 8, 113-138 (2004). <br />
<br />
<strong>12.</strong>KONA, Gamze Güngörmüş, “Geleceğin Kriz Bölgeleri, Türkiye’nin Güvenliğine Olası Etkileri ve Türkiye’nin Geliştirmesi Gereken Stratejiler”, Jeopolitik Stratejik Araştırmalar Hakemli Dergisi, sayı 12, 65-75 (2004).<br />
<br />
<strong>13.</strong>KONA, Gamze Güngörmüş, “Rusya Federasyonu’nun Kafkasya Politikası”, Jeopolitik Stratejik Araştırmalar Hakemli Dergisi, sayı 11, 97-115 (2004).<br />
<br />
<strong>14.</strong>KONA, Gamze Güngörmüş, “Orta Doğu Petrolü ve Büyük Güçler”, Jeopolitik Stratejik Araştırmalar Hakemli Dergisi, sayı 10, 77-86 (2004).<br />
<br />
<strong>15.</strong>KONA, Gamze Güngörmüş, “The Black Sea Economic Cooperation Organization (the Bseco) and Turkey”, Kocaeli Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Hakemli Dergisi, sayı 5, 39-54 (2003). <br />
<br />
<strong>16.</strong>KONA, Gamze Güngörmüş, “Turkey And The Central Asian Republics: Strategy Models – Part I”, July 2003, Stradigma hakemli e-dergi (2003). www.stradigma.com.tr<br />
<br />
<strong>17.</strong>KONA, Gamze Güngörmüş (2003). “Turkey And The Central Asian Republics: Future Scenarios - Part II”, August 2003, Stradigma hakemli e-dergi (2003).<br />
<br />
<strong>18.</strong>KONA, Gamze Güngörmüş (2001). “Türkistan’da Siyasi ve Ekonomik Güç Mücadelesi ve Türkiye”, ss.177-190, Türk Dünyası Araştırmaları dergisi, no. 133, ISSN 0255-0644, (2001).<br />
<br />Gamze Güngörmüş Konahttp://www.blogger.com/profile/14874505075986951772noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-7485590980046694453.post-56801850116055290562009-01-06T15:37:00.004+02:002012-06-27T15:17:27.366+03:00Speeches Delivered in International Conferences-13<strong>The Speeches Delivered in International Conferences :</strong><br />
<br />
<b>1. </b>KONA, Gamze Güngörmüş (2012). The Workshop on "Kurdish Diaspora in Europe", ATİB (Union of Turkish Islamic Cultural Associations in Europe), 26-27 May 2012, Köln-Germany.<br />
<span style="font-weight: bold;"><br />
</span><br />
<span style="font-weight: bold;">2.</span> KONA, Gamze Güngörmüş (2011). The Workshop on “The Invisible Enclave : Northern Cyprus”, Ekopolitik (Foundation for Economic and Social Researches), 28 June 2011, Kyrenia-Northern Cyprus.<br />
<br />
<span style="font-weight: bold;">3.</span> KONA, Gamze Güngörmüş (2011). The Workshop on “Kurdish Problem”, Ekopolitik (Foundation for Economic and Social Researches), 28-29 May 2011, Arbil-Northern Iraq.<br />
<br />
<strong>4.</strong> KONA, Gamze Güngörmüş (2008). “Economic Panorama of Iraq and Its Probable Future”, Mousul Council and Adam Social Sciences Center, 28-29 February 2008, İstanbul-Türkiye.<br />
<br />
<strong>5.</strong> KONA, Gamze (2006). “Turkey’s Way to Europe”, Seminar on “New Challenges for Georgia”, Tbilisi School of Political Studies, 08-10 December 2006, Bakuriani-Georgia.<br />
<br />
<strong>6.</strong> KONA, Gamze (2006). “Turkey in the Middle East and Central Asia”, Round Table Meeting at the Ministry of Foreign Affairs State of Slovenia. 11 May 2006, Ljubljana-Slovenia. <br />
<br />
<strong>7.</strong> KONA, Gamze (2006). “Turkish Foreign Policy in Regard to the New Developments”, Ljubljana University - Faculty of Social Sciences. 12 May 2006, Ljubljana-Slovenia.<br />
<br />
<strong>8.</strong> KONA, Gamze (2006). “Shanghai Cooperation Organization-Collective Security Treaty Organization / Capabilities in Dealing with the Central Asian Security Issues and Perspectives of Enlargement”, Bogazici University-Tusiad Foreign Policy Forum in association with the NATO-OTAN Public Policy Division. 09-10 May 2006, İstanbul. <br />
<br />
<strong>9.</strong> KONA, Gamze (2006). “Turkey and Israel – Destined to Eternal Neighborhood”. Hebrew University of Jerusalem - Truman Institute. March 30, 2006, Jerusalem – Israel.<br />
<br />
<strong>10.</strong> KONA, Gamze (2006). “Turkish – Israeli Relatıons – Ups and Downs”, Davis Institute and Ministry of Foreign Affairs – State of Israel, March 06, 2006, Jerusalem – Israel.<br />
<br />
<strong>11.</strong> KONA, Gamze (2006). “Turkish Foreign Policy under AKP Government”. Bar Ilan University – Begin Sadat Center for Strategic Research, March 05, 2006, Ramat Gan – Israel.<br />
<br />
<strong>12.</strong> KONA, Gamze (2005). “Current Issues in Turkish Foreign Policy”. International Cyprus University, 15 December 2005, Nicosia-Cyprus.<br />
<br />
<strong>13.</strong> KONA, Gamze (2005). “Revolutions in the Central Asian Republics and Kazakhstan”, Kazakhstan Abay State University, April 18, 2005, Almatı-Kazakhstan.Gamze Güngörmüş Konahttp://www.blogger.com/profile/14874505075986951772noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-7485590980046694453.post-88389771428318101232009-01-06T15:31:00.003+02:002012-06-27T15:17:10.898+03:00Papers in International Proceedings Book (8)<strong>Papers Published in International Proceedings Book :</strong><br />
<br />
For the full text see the gadget : "English" <br />
<br />
<strong>1.</strong> KONA, Gamze Güngörmüş (2008). “Turkish-American Relations : Destined To Eternal Continuity”. The paper presented at the International Symposium on Democratization, Globalization ve Turkey, Akdeniz University, 27-30 March 2008, Antalya.<br />
<br />
<strong>2.</strong> KONA, Gamze Güngörmüş (2007). “Orta Doğu Merkezli Radikal Örgütler ve Türkiye’ye Etkileri” (“Radical Groups in the Middle East and Impacts on Turkey”). The paper presented in the International ICANAS Asia and North Africa Congress, 10-15 September 2007, Ankara.<br />
<br />
<strong>3.</strong> KONA, Gamze Güngörmüş (2006). “Political Islam in Turkey”. The paper presented at the International conference on ‘Political Islam in the Middle East’. Israel - Ben Gurion University – The Chaim Herzog Center. 29 Mart 2006, Beer Sheva- Israil. <br />
<br />
<strong>4.</strong> KONA, Gamze Güngörmüş and Zeynep Özonur (2006). “EU Borders and the Problem of Enlargement”. The paper presented at the International Symposium on the Changes and Transformations In The Socio-economic and Political Structure of Turkey Within the EU Negotiations, organized by Stiftung Zentrum Für Türkeisstudien – Universitat Essen Duisburg and Dumlupınar University, March 16-18, 2006, Kutahya.<br />
<br />
<strong>5.</strong> KONA, Gamze Güngörmüş (2005). “Azerbaycan’ın Petrol Rezervleri Açısından Arz Ettiği Önemin Hazar Havzası Bağlamında İfadesi” (“The Importance of Azerbaijani Oil In Regard To the Caspian Sea Region”). The paper presented at “International Peoples Conference III”, organized by Azerbaijan National Sciences Academy, 4 October 2005, Baku-Azerbaijan. <br />
<br />
<strong>6.</strong> KONA, Gamze Güngörmüş (2004). “Strategic Importance of Cyprus in regard to the East and West”. The paper presented at the 5th International Finnish Colloqium of South East Institute of Finland, organized by Finland South East Institute and International Cyprus Near East University, October 1-3, 2004, Nicosia-Cyprus.<br />
<br />
<strong>7.</strong> KONA, Gamze Güngörmüş (2005). “Kyrgzistan Following the Disintegration of the Soviet Union : Problems”. The paper presented at the “International Social Sciences Congress”, organized by Kommersiyalık Institute – Faculty of Management (Krygzistan) and Sakarya University Institute of Social Sciences, pp. 245-253, 05-09 June 2005, Celalabad.<br />
<br />
<strong>8.</strong> KONA, Gamze Güngörmüş (2004). “Türkiye ve Azerbaycan Cumhuriyetleri Arasındaki İlişkilerin Geliştirilmesinde Folklorik Unsurların Gücü ve Önemi” (“The Importance of Folkloric Factors in the Improvement of Turkish-Azeri Relations”). The paper presented at “International Peoples Conference II”, organized by Azerbaijan Nanional Sciences Academy, pp. 197-212, March 18, 2004, Baku-Azerbaijan.Gamze Güngörmüş Konahttp://www.blogger.com/profile/14874505075986951772noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-7485590980046694453.post-44227224798959195572009-01-06T15:21:00.009+02:002013-07-20T15:13:52.721+03:00The Articles Published in Peer-Reviewed International Journals/Full Text (3)The Articles Published in Peer-Reviewed International Journals : <br />
<br />
<strong>1.</strong>KONA, Gamze Güngörmüş, “Economic Panorama of Iraq Following the Second U.S. Operation and U.S. Economic Plans in Iraq”, Kırgızistan İktisat ve Girişimcilik Üniversitesi İşletme Fakültesi, Akademik Bakış Sosyal Bilimler hakemli e-dergi, sayı 10 (2006). www.akademikbakis.com / ISSN : 1694-528X (<b>Dergi Asos Index tarafından tarnmaktadır)</b><br />
<span style="font-family: Times, 'Times New Roman', serif;"><br />
</span><br />
<span style="font-family: Times, 'Times New Roman', serif;">2<b style="text-align: justify;"><span lang="TR">.</span></b><span lang="TR" style="text-align: justify;"> KONA, Gamze Güngörmüş, “</span><span style="color: #222222; text-align: justify;">Ekonomide Yeni Bir Potantiyel Orta Asya Cumhuriyetleri” (</span><span style="text-align: justify;"><a href="http://www.iif.com.tr/index.php/iif/article/view/iif.1999.155.8168">http://www.iif.com.tr/index.php/iif/article/view/iif.1999.155.8168</a>)</span><span style="color: #222222; text-align: justify;"> (DOI: 10.3848/iif.1999.155.8168), İktisat, İşletme ve Finans uluslararası hakemli dergi, cilt 14, sayı 155, pp.83-95 (1999). <a href="http://www.iif.com.tr/">www.iif.com.tr</a>, ISSN:1300-610X (<b>Dergi, SSCI tarafından taranmaktadır</b>)</span></span><br />
<div class="BodyTextIndent21" style="margin-left: 0cm; text-align: justify;">
<span style="font-family: Times, 'Times New Roman', serif;"><b><span lang="TR"><br />
</span></b></span></div>
<div class="BodyTextIndent21" style="margin-left: 0cm; text-align: justify;">
<span style="font-family: Times, 'Times New Roman', serif;"><b><span lang="TR">3. </span></b><span lang="TR">KONA, Gamze Güngörmüş, “Türkiye Rusya Federasyonu-Orta Asya Cumhuriyetleri Ekonomik İlişkileri</span><span style="color: #222222;">” (</span><a href="http://www.iif.com.tr/index.php/iif/article/view/iif.2000.171.5944">http://www.iif.com.tr/index.php/iif/article/view/iif.2000.171.5944</a>)<span style="color: #222222;"> (DOI:10.3848/iif.2000.171.5944), İktisat, İşletme ve Finans uluslararası hakemli dergi, cilt 15, sayı 171, pp.63-75 (2000). <a href="http://www.iif.com.tr/">www.iif.com.tr</a>, ISSN:1300-610X (<b>Dergi, SSCI tarafından taranmaktadır</b>)</span><b><span lang="TR"><o:p></o:p></span></b></span></div>
<br />
1. AN OVERVIEW OF IRAQI ECONOMY FOLLOWING THE SECOND U.S. OPERATION AND FUTURE ECONOMIC SCENARIOS OF THE U.S. IN REGARD TO IRAQ<br />
<br />
Abstract<br />
The second Iraqi operation has been the last attempt of the U.S. to reorganize the Middle East region. However, following the second operation, the region itself has faced various serious problems. Currently, most of the strategists argue about the probable poloitical stand of the U.S. after the operation, and the probable outcomes of the mentioned U.S. stand. As known in some circles, not only the political targets but also Iraqi oil reserves and economic growth led by the oil reserves also bear importance for the U.S.’ plans in regard to Iraq. Furthermore, when the ‘oil reserves’ element is removed from U.S.-Iraq correlation, the result makes no sense. Although it is a well known fact that oil has been one of the most important economic driving force behind this very disputable U.S. operation, to explain this operation through a single driving force would not be complete and right. On the current panorama appeared following the U.S. operation in Iraq; it is clearly observed that the goals of the operation do not cover the needs of people. This article mainly concentrates on the most probable economic conditions/features in Iraq after the U.S. operation. The framework of this article is based upon the evaluation of U.S.’ future scenarios on Iraq in terms of economic point of view. For this reason, first of all; the overall economic situation in Iraq, and the present Iraqi economic wealth, except for oil, will be examined. Following this informative determination; probable U.S. withdrawal from Iraq and the probable economic results of the mentioned probable U.S. withdrawal will be explained through seven micro scenarios.<br />
<br />
Key words : scenario, micro scenario, probability, economy, Iraq, U.S. <br />
<br />
İKİNCİ ABD OPERASYONU SONRASI IRAK’IN EKONOMİK GÖRÜNÜMÜ VE ABD’NİN IRAK’A İLİŞKİN EKONOMİK PLANLARI<br />
<br />
Giriş<br />
Bilindiği gibi ABD’nin Irak’a müdahalesi siyasi istikrarı sağlama amacı taşımaktadır. Bugüne kadar yaşanan gelişmeler, ABD’nin amacına rejimi değiştirerek bir ölçüde ulaştığının ancak hem siyasal hem de sosyal açılardan istikrarın sağlanamadığının birer göstergesidir. ABD müdahale sonrasında hızlı bir siyasi yapılanma ve devlet inşası çabası girmiştir. Bazı görüşlere göre, ABD Irak’ta işleyebilir bir demokrasi yaratma ve sürdürme hususlarında başarılı olduğunda, bunu tarihsel eğilimlere karşı gerçekleştirmiş olacağı, ancak başarısız olduğunda ise, Irak halkını Baas şiddeti ve belirsizliğinden daha şiddet dolu ve belirsiz bir siyasi geleceğe mahkum edeceği yönündedir. (STANSFIELD, 2004 : 190)<br />
<br />
Tarihsel sürece bakıldığında, ABD’nin geçtiğimiz on yılda uyguladığı bölgesel politikalarla Orta Doğu’yu kendi öncelikleri doğrultusunda yeniden düzenlemeye çalıştığı görülecektir. (ÖZCAN, 2004 : 349) ABD’nin bölgeyi kendi çıkarları doğrultusunda son düzenleme teşebbüsü ikinci Irak müdahalesi olmuştur. Ancak, ABD’nin ikinci Irak müdahalesi sonrasında bölgede yeni sorunlarla karşı karşıya kalınmıştır. Stratejistler, ABD’nin Irak işgali sonrası tutumunun ne olacağını ve bunun getireceği olası sonuçları tartışmaktadır. Bilindiği gibi, ABD’nin Irak ile ilgili planlarında siyasi hedeflerin yanısıra Irak’ın sahip olduğu petrol rezervleri ve bunun getirdiği ekonomik büyüklük de önem taşımaktadır. Hatta, ABD-Irak denkleminden petrolü çıkardığımız zaman sonuç neredeyse anlamsızlaşmaktadır. Zira, ABD için Irak’ın ekonomik olarak varlığının öncelikle petrole odaklı olduğu öne sürülmektedir. Amerikan toplumunu dahi ikiye bölen bu kadar tartışmalı bir müdahalenin arkasında petrol gibi büyük bir ekonomik itici faktör olduğu bilinse de, bu müdahaleyi tek bir itici faktör çerçevesinde açıklamak yanlış ve eksik olacaktır. İşgalin sonrasındaki beliren yeni tabloda, halkın tutumu ve talebinin, müdahalenin amaçları ile çok fazla örtüşmediği görülmektedir. Bu nedenle, artık ABD petrolü temel almadan yeni stratejiler geliştirmek durumundadır. Öte yandan müdahalenin savaş yolu ile gerçekleşmesi, savaşın ve sonrasının getirdiği yeni koşullar, sadece ABD’nin değil, bölgedeki diğer ülkelerin de bu bölge ile ilgili yeni stratejiler geliştirmelerine neden olmuştur. <br />
<br />
Bu denklemde sorgulanması gereken şudur; işgalin tamamlanması sonrasında petrolden doğrudan yararlanamayacak bir ABD bu durumdan ne tür bir ekonomik çıkar sağlayabilir ve bu çıkarı verimli kılabilmek için ne tür stratejiler uygulayabilir? Bu makalenin konusunu ABD’nin Irak’ı işgali sonrasında ortaya çıkması muhtemel yeni durumlar oluşturmaktadır. Bu ana başlık çerçevesinde makalenin odak noktasını ABD’nin Irak’la ilgili olası senaryolarının ekonomik açıdan değerlendirilmesi oluşturmaktadır. Bu amaçla, makalede öncelikle, Irak ekonomisinin genel görünümü incelenerek, petrol dışındaki ekonomik varlığı araştırılmıştır. Ardından, ABD’nin Irak’tan çıkış senaryoları ve bunların olası sonuçları ekonomik perspektiften değerlendirilmiştir. <br />
<br />
1. Irak Ekonomisinin Genel Görünümü<br />
Irak, % 40’ı 0-14 yaşındaki çocuk ve gençlerden oluşan 25 milyonluk bir nüfusa sahiptir. Etnik dağılımına bakıldığında nüfusun; %80’i Arap, %15’i Kürt ve %5’i Türkmen’lerden oluştuğu görülmektedir (Tablo 1). Irak, Osmanlı yönetimi sonrasında İngiliz manda yönetimi altına girmiş, 1932 yılında bağımsızlığına kavuşmuş ve 1958 yılında da cumhuriyet ilan edilmiştir. Ülke, 1979 yılından ABD işgaline kadar geçen sürede Saddam Hüseyin’in önderliğini yaptığı Baas Partisi tarafından yönetilmiştir. Saddam Hüseyin’in iktidarı ele geçirmesinden sonra Irak, 1980-88 yılları arasında İran’la savaşmış, 1990 yılının Ağustos ayında ise Kuveyt’i işgal etmiştir. Bu işgal Birleşmiş Milletler tarafından çok sert bir şekilde karşılanmış ve ABD önderliğinde Ocak-Şubat 1991 tarihinde gerçekleştirilen müdahale ile Irak Kuveyt’ten çekilmek zorunda bırakılmıştır. Ayrıca, bu dönemde 661 sayılı BM Güvenlik Konseyi kararıyla ambargo uygulanmaya başlanmıştır. 1997 yılında yürürlüğe giren bu ambargo “BM Petrol Karşılığı Gıda, İlaç ve İnsani İhtiyaç Maddeleri Programı (MOU)” kapsamında uygulanmıştır (The World Factbook 2003, Central Information Agency-CIA-). ABD’nin Irak’a saldırısından sonra, Saddam Hüseyin dönemi sona ermiş ve ekonomik durum savaş ortamının getirdiği koşullara göre şekillenmiştir. Koalisyon güçlerinin hala varlıklarını devam ettirdiği ve yeni bir rejim yerleştirilmeye çalışılan mevcut ortamda henüz işleyen bir ekonomiden söz etmek olanaklı değildir.<br />
<br />
Tablo 1 Irak - Temel Sosyal Göstergeler <br />
Yüzölçümü 437.072 km2<br />
Komşuları İran (1.458 km), S. Arabistan (814 km), Suriye (605 km), Türkiye (331 km), Kuveyt (242 km), Ürdün (181 km)<br />
Etnik Guruplar %75-80 Arap, %15-20 Kürt, %5 Türkmen ve Diğer<br />
Nüfusu (2001-Tahmin) 24,683 Milyon <br />
Nüfus Oranı %56’i 15-64 yaşında <br />
%40’si 0-14 yaşında<br />
%3’ü 65 yaş ve 65 yaş üstü <br />
Erkek/Kadın Oranı (2003-Tahmin) 1,03<br />
Nüfus Artış Hızı (2003-Tahmin) %2,78<br />
Ortalama Ömür (2003-Tahmin) 67,81 yıl<br />
Bebek Ölüm Oranı (2003-Tahmin) 55.6 (Toplam 1000 doğumda)<br />
Okur Yazarlık Oranı(1995-Tahmin) %40.4 <br />
Kaynak : The World Factbook 2003, CIA<br />
The Economist Intelligence Unit, December 2003 Country Report.<br />
<br />
Bilindiği gibi, Irak ekonomisi petrole dayanmaktadır. 2003 öncesini değerlendirdiğimiz zaman ülkenin döviz gelirlerinin yüzde 95’inin petrolden sağlandığı görülmektedir. 1980’li yıllarda Petrolden elde edilen gelirlerin neredeyse tamamı sekiz yıl süren savaşın finansmanı için kullanılmıştır. Bu dönemde aynı zamanda petrol ihracat olanakları da büyük ölçüde kısıtlanmıştır. İran ile yapılan savaşın Irak ekonomisine olan maliyeti yaklaşık 100 milyar dolar civarında olmuştur. 1988 yılında savaş sona erdiği zaman petrol gelirleri ülkenin yeniden imarı için önemli bir kaynak oluşturmuş ve dış ticaret hacminde önemli bir artış gözlenmiştir. Ancak bu dönemde Kuveyt’in işgal edilmesi sonrasında BM müdahalesi ve ambargo kararı Irak ekonomisini ciddi olarak etkilemiştir. Savaş ortamı Irak’ın savunma harcamalarını arttırmıştır. Askeri harcamaların milli gelire oranı 1991 yılında yüzde 75’e kadar yükselmiştir. 2001-2002 yıllarında, global ekonomideki yavaşlama ve petrol fiyatlarındaki düşüş nedeniyle milli gelirde de bir azalma söz konusu olmuştur (The World Factbook 2003, CIA). 2003 sonrası ekonomideki göstergelerle ilgili tahminlerde önemli yanılma payı olsa da temel göstergelerin tamamında önemli bir gerileme ve ekonomide ciddi bir tahribat olduğu açıktır. <br />
Savaş yılları boyunca, Irak savunma harcamalarını karşılamak için önemli miktarlarda dış borçlanmaya gitmiştir. Ülkenin dış borç stoku 2001 yılında 62 milyar dolara, 2002’de ise 120 milyar dolara ulaşmıştır. Irak’ın harcama kalemlerinde en önemli yeri tutan savunma harcamaları 2002 tahmini rakamlarına göre 1.3 milyar dolar düzeyinde olmuştur (The Economist Intelligence Unit-EIU-, 2003). <br />
Tablo 2. Irak Ekonomisinin Temel Göstergeleri<br />
1999 a 2000 a 2001 a 2002 a<br />
GSYİH (milyar $) 23,7 31,8 28,5 27,6<br />
GSYİH Büyüme (%) 18 4 -6 -3<br />
Tüketici Fiyatları Enflasyonu(ort%) 80 70 60 70<br />
Nüfus (milyon) 22,3 23 23,6 24.6<br />
İhracat fob (milyar $) 12,7 20,6 16,5 13<br />
İthalat fob (milyar $) 6,8 11,1 11 7.8<br />
Cari-hesap dengesi (milyar $ ) 2 3,2 1,4 <br />
Toplam dış borç (milyar $) 58 60 62,2 120<br />
Döviz kuru (ort;ID:ABD $) 0,311 b 0,311 b 0,311 b 0,311<br />
Kaynak: The Economist Intelligence Unit, December 2001-2003 Country Report.<br />
a EIU tahmini b Güncel. <br />
Irak ekonomisi uygulanan ambargonun hafifletilmesi sonrasında hızlı bir büyüme sürecine girmiştir. Sağlıklı verilere ulaşılamamakla birlikte, GSMH’nın 1999 yılında %18, 2000 yılında %4 büyüdüğü ve ardından 2001 yılında %6, 2002 yılında ise %3 küçüldüğü tahmin edilmektedir (EIU; 2003). Bu gelişmeler sonucunda, GSYİH’nın 2000 yılında 31,8 milyar dolara ulaştığı, 2001 yılında %6 oranında daralarak 28,5 milyar dolar olarak gerçekleştiği, 2002’de ise 27.6 milyar dolar olduğu tahmin edilmektedir. <br />
Irak ekonomisindeki büyümeye paralel olarak enflasyon oranının da istikrarlı bir şekilde düştüğü görülmektedir. 1998 yılında %90 olan enflasyon oranı, 1999 yılında %80’e, 2000 yılında %70’e ve 2001 yılında ise %60’a düştüğü tahmin edilmektedir. Ancak enflasyon oranı 2002 yılında tekrar %70’e yükselmiştir (EIU; 2003). <br />
ABD saldırısı öncesi Irak ekonomisinde yaşanan diğer bir olumlu gelişme ise, özel sektörün giderek daha aktif hale gelmesi olmuştur. Saddam Hüseyin 2000 yılı başlarında, özel sektör firmalarının, sanayi yatırımları yapmaları için teşvik edilmesi için önemli kararlar alınmasını sağlamıştır. Bu gelişmeler, uzun yıllardır sosyalist ekonomik politikalar uygulayan ve sanayi tesislerinin çok büyük bölümünün kamuya ait olduğu Irak'ta daha liberal bir ekonomik düzene geçiş için adımlar olarak değerlendirilmiştir. ABD işgali ile birlikte ekonomide bu tür radikal dönüşümler de askıya alınmış durumdadır.<br />
<br />
2. Enerji Dışında Irak Ekonomisinin Yapısı<br />
Bilindiği gibi Irak ekonomisinin önemli bir ayağı petrol gelirlerine dayalıdır. ABD müdahalesi öncesi ülkenin döviz gelirlerinin yüzde 95’i petrolden sağlanmaktaydı. Öte yandan Irak’ın en büyük giderleri savunma harcamalarından oluşmaktadır. Uzun yıllardır savaş ortamında olan ülkede petrolden elde edilen gelirler büyük ölçüde savaş harcamalarının finansmanı için kullanılmıştır. ABD işgalinin de çok ciddi bir maliyet yarattığı bilinmektedir.<br />
Ekonominin önemli gelir kaynağının petrolden sağlanması diğer alanların ihmal edilmesine ve son derece yavaş gelişmesine neden olmuştur. Ekonominin petrol dışında varlığına bakıldığında, petrolden tamamen bağımsız düşünemediğimiz sanayi ve ardından tarım kesimi değerlendirilebilir olarak karşımıza çıkmaktadır. Savaş sonrası sağlıklı veriler elde edilemediği için, buradaki değerlendirmeler savaşın hemen öncesini içermektedir. Bu bölümde mevcut sektörler; sanayi, tarım, enerji, ulaşım alt gruplarında ele alınmakta ve bu sektörlerin dış ticaret göstergeleri değerlendirilmektedir. Burada petrol dışındaki sektörlerin varlığına odaklanılmakla birlikte; enerji sektörü elektrik, doğalgaz ve bunların içerisindeki payının görülmesi amacıyla da petrol alt sektörü olarak ele alınmıştır. <br />
2.1. Sanayi<br />
Irak’ta savaş öncesinde gelişmiş sektörler olarak; petrol, kimya, tekstil, inşaat malzemeleri ve işlenmiş gıda sanayii varlık göstermektedir. Irak’ta sanayi tesislerinin büyük bir kısmı kamuya ait olmakla birlikte, savaş öncesinde özel kesim yatırım için teşvik edilmiştir. Körfez krizi sonrası zarar gören sanayi tesisleri, petro-kimya, rafineri, tarım makineleri, kimya, demir-çelik, gıda, ilaç, elektrikli, makine, inşaat malzemeleri ve tekstil başta olmak üzere, yedek parça, yarı mamul ve hammadde sağlanamaması nedeniyle çok düşük kapasitelerle çalıştırılabilmiş ve tesislerin bir kısmı da hammadde sıkıntısı nedeniyle kapatılmıştır. Savaş öncesinde kapatılan tesislerin açılması ve işletilmesi konusunda BM Petrol Karşılığı Gıda, İlaç ve İnsani İhtiyaç Maddeleri Programı (MOU) sonrası, daha çok kaynak ayrılmıştır. Irak savaşı sonrasında ise sanayi tesislerinde körfez krizinden çok daha fazla bir tahribatın olduğu tahmin edilmektedir. Şu anda tahrip edilen bu tesislerin yeniden yapılandırılması ve işler duruma getirilmesi hem çok ciddi bir maliyet, hem de oldukça uzun bir zaman gerektirmektedir. <br />
2.2.Enerji<br />
Elektrik Enerjisi: Körfez Savaşı sırasında Irak’ın elektrik şebekesinin yüzde 90’ı yok edilmiştir. 1992 yılı başlarında 20 adet olan güç istasyonlarının yüzde 75’i tekrar işler hale getirilmiştir. 2001 yılı rakamlarına göre Irak 36.01 milyar kwh elektrik üretmiştir. Aynı yılın tüketimi ise 26,4 milyar kwh olarak gerçekleşmiştir. Enerjinin yaklaşık değerlerle yüzde 55’i ulaşımda, yüzde 35-40’ı sanayide, yüzde 10’i ise konutlarda kullanılmaktadır (EIU, 2003). 2003 öncesinde Irak, Çin, İsveç, Fransa ve Rusya orijinli şirketlerle elektrik üretim istasyonları inşa etmek üzere anlaşmalar yapmıştır. <br />
Petrol: Irak 113.8 milyar varil petrol rezervi ile Suudi Arabistan’dan sonra en büyük petrol rezervine sahiptir. Kuveyt savaşı ile birlikte petrol üretimi önemli ölçüde düşmüştür. Üretim 1997 yılında BM Petrol Karşılığı Gıda, İlaç ve İnsani İhtiyaç Maddeleri Programının (MOU) yürürlüğe girmesiyle birlikte artmaya başlamış ve 1998 yılında günlük 2,11 milyon varile, 1999 yılında ise 2,52 milyon varile yükselmiştir. 2001 yılı tahmini verilerine göre günlük petrol üretimi 2,45 milyon varile ulaşmış petrol tüketimi ise yine 2001 yılı tahmini verilerine göre, 460.000/gün varil iç tüketimde kullanılmıştır. Bu dönemde yapılan hesaplara göre, petrol üretim kapasitesinin, ülkeye uygulanan ambargonun tamamen kalkmasından itibaren 4 ile 7 yıl arasında günlük 6 milyon varile çıkarılması planlanmıştır. Bu dönemde, BM Kararları dışında da ihracat yapılmaktadır. Sözkonusu Kararlar dışında Ürdün'e karayolu üzerinden 100 bin varil/gün, Suriye'ye 30-40 bin varil/gün ve Basra Denizinden 50-60 bin varil/gün Petrol ihracatı gerçekleştirildiği tahmin edilmektedir (EIU, 2003).<br />
Doğalgaz: Irak sahip olduğu doğal gaz rezervi ile dünyada onuncu sırada gelmektedir. Irak 2002 tahmini verilerine göre 3,15 trilyon kübik feet doğal gaz rezervine sahiptir. Fakat aylık olarak ancak 300 milyon kübik feet doğal gaz üretiminde bulunmaktadır. Irak’da yine 2003 verilerine göre 1.360 km doğal gaz boru hattına sahiptir. Irak yönetimi, Birleşmiş Milletlerin ambargoyu kaldırmasından itibaren üretimi artırmayı ve ihtiyaç fazlasını ihraç etmeyi planlamıştır. 1997 yılında Irak, 4,2 milyar dolar tutarındaki doğal gaz projelerine yatırım yapmak üzere uluslararası şirketlere davette bulunmuştur. Bu şirketler genellikle Irak’a uygulanmakta olan yaptırımların kaldırılması yönünde çabalarda bulunan Fransa, Çin ve Rusya Federasyonu gibi ülkelere mensuptur. Yönetimin tavrı bu şirketlerin imtiyazlar yoluyla ödüllendirilmesi şeklindedir. Türkiye ile Irak arasında 1997 Mayıs ayında Mansuriye sahasının geliştirilmesi ve çıkarılacak doğal gazın bir boru hattıyla Türkiye'ye naklini öngören bir protokol imzalanmıştır.<br />
2.3. Tarım<br />
Irak’ın topraklarının %12’si ekilebilir araziden oluşmaktadır. Orta Doğu Ülkelerine göre önemli bir tarımsal potansiyeli olan Irak tarımsal alanlarında buğday, arpa, pirinç, pamuk, hurma ve çeşitli sebze üretimi yapılmaktadır. Savaş sonrası uygulanan ambargo nedeniyle, tarım üretiminde hayati öneme haiz gübre, tarımsal ilaçlar ve çeşitli tarım aletleri ithalatı gerçekleştirilemediği için, üretim olumsuz etkilenmektedir. Bu nedenle buğday, un, kuru gıdalar, yağ, çay ve pirinç gibi temel gıda ihtiyacının büyük bir bölümü ithalat yoluyla karşılanmaktadır. Ülke topraklarının %9’u mera konumundadır. Meralarda sığır ve koyun besiciliği de yapılmaktadır (EIU, 2003).<br />
BMGK’nın 1 Mart ve 29 Mart 2000 tarihli kararlarına göre, “gıda sektörü”,”eğitim malzeme ve techizatı”, “tarım sektörü” ve “sağlık sektörü”, başlıklı listelerde yer alan çok sayıdaki ürünün Irak’a ihracatında uygulanan BMYK’dan onay alma zorunluluğu kaldırılmıştır. Petrol Karşılığı Gıda, İlaç ve İnsani İhtiyaç Maddeleri Programı kapsamında gıda sektörünün rehabilitasyonu amacıyla ayrılan kaynaklar da artırılmıştır. Ancak, ABD işgali sonrasında bu uygulamanın günümüze yansıyan etkisini tam olarak gözlemlemek olanaklı değildir.<br />
2.4. Ulaşım<br />
Irak’ın 2003 savaş öncesinde oldukça gelişmiş ulaşım ağına sahip olduğu bilinmektedir. Bu dönemdeki verilere göre, karayolu uzunluğu yaklaşık 45.550 km civarında olduğu tahmin edilmekte ve oldukça iyi bir karayolu altyapısına sahip bulunmaktaydı. Yine 2003 yılı verilerine göre, ülkenin 1.963 km. demiryolu ağı bulunmaktadır. 1015 km olan denizyolu ile ulaşım için ise üç liman bulunmaktadır. Son savaştaki tahribat tam olarak bilinmemekle birlikte havaalanı sayısının yaklaşık 150 tane olduğu tahmin edilmektedir. Ham petrol için 4.350 km, petrol ürünleri için 725 km ve doğal gaz için de 1.360 km boru hattı bulunmaktadır (The World Factbook 2003).<br />
2.5. Dış Ticaret <br />
Irak’ın dış ticareti içinde petrolün payı 1950’lerden bu yana giderek artmıştır. Petrol gelirlerinin önemli tutarlara ulaşması diğer ihraç kalemlerinin ihmal edilmesine neden olmuştur. Petrol ihracatı ve dünya petrol fiyatlarındaki dalgalanmalar Irak’ın ödemeler dengesinin temel değişkenleridir. 1990 yılında uygulamaya konan ambargo sonrası sadece ham petrol ihracatına izin verilmektedir. 1980’lerin sonlarında Irak’ın ihracatının %95’ini petrol oluşturduğu için ambargo Irak’ın ihracat yapısında fazla bir değişikliğe neden olmamıştır. <br />
Irak’ın ithalat ürünleri de çok daha fazla çeşitlilik göstermektedir. Irak’ın yerli üretimi sınırlı olduğu için ihtiyaçlarının büyük bir kısmını ithalat yoluyla karşılamaktadır. Ancak ithalatın BM Yaptırımlar Komitesi tarafından onaya tabi olmasından dolayı ithalat miktar ve çeşitliliği büyük ölçüde sınırlanmıştır. 1997 yılında ambargonun hafifletilmesinden sonra Irak’ın dış ticaret hacmi hızla artmaya başlamıştır. Dış ticaret hacmi 1999 yılında 19,5 milyar dolar olmuş, 2000 yılında 31,7 milyar dolara yükselmiş, 2001 yılında 27,5 milyar dolar olarak gerçekleşmiştir. Dış ticaret dengesi sürekli Irak lehine fazla vermektedir. 1999 yılında 5,9 milyar dolar olan dış ticaret fazlasının, 2000 yılında 9,5 milyar dolar, 2001 yılında 5,5 milyar dolar, 2002’de ise 5.2 milyar dolar olarak gerçekleştiği tahmin edilmektedir (Tablo 3).<br />
Tablo 3 Irak’ın Dış Ticaret Göstergeleri (Milyar $-2002)<br />
İhracat (FOB) İthalat (FOB) Hacim Denge<br />
1999 a 12,7 6,8 19,5 5,9<br />
2000 a 20,6 11,1 31,7 9,5<br />
2001 a 16,5 11,0 27,5 5,5<br />
2002 a 13.0 7,8 20,8 5,2<br />
Kaynak: The Economist Intelligence Unit, December 2001-2003 Country Report.<br />
a EIU tahmini<br />
<br />
Yıllar itibariyle ihracattaki artış ithalattaki artışın üzerinde gerçekleşmiştir. İhracat 1999 yılında 12,7 milyar dolar iken, 2000 yılında yaklaşık % 66 artarak 20,6 milyar dolara yükselmiştir. 2001 yılı ihracat miktarının 16,5 milyar dolar olduğu tahmin edilmektedir. Irak’ın ihracatının büyük bir bölümü (tahminen yüzde 95’i) ham petrolden oluşmaktadır (Tablo 7). Petrol ihracatından elde edilen gelirlerin yüzde 33’ü ABD işgaline kadar Birleşmiş Milletler Tazminatlar Fonu ve idari giderleri için kesilmiştir. Irak’ın ihracat yaptığı ülkelerin başında ABD, İtalya, Fransa, İspanya ve Hollanda gelmektedir (Tablo 4). Bu ülkelere ait firmalar Irak’tan ham petrolü alıp, petrol ithal eden ülkelere satmaktadır.<br />
Tablo 4 Irak’ın Dış Ticaretinde Başlıca Ülkeler (2002) <br />
Ülkeler İhracat Ülkeler İthalat<br />
2000 a 2001 a 2000 a 2001 a<br />
ABD 46.2 60.6 Fransa 22.5 19.4<br />
İtalya 12.2 5.8 Avustralya 22.0 14.4<br />
Fransa 9.6 8.5 Çin 5.8 -<br />
İspanya 8.6 - Rusya 5.8 -<br />
Hollanda - 7.4 İtalya - 10.7<br />
- - Almanya - 9.9<br />
Kaynak: The Economist Intelligence Unit, December 2001-2003 Country Report. <br />
a Tahmini<br />
<br />
BMGK'nin 1284 sayılı Kararı ile Irak'ın petrol ihracatına getirilen sınırlamanın kaldırılması, petrol üretim kapasitesinin artırılması amacıyla önemli kaynak ayrılması ve petrol fiyatlarının önceki yıllara göre yükselmesi, 2000’li yılların başında Irak'ın ithalatının artmasına neden olmuştur. Irak’ın 2000 ithalatının bir önceki yıla göre yüzde 38 artarak 11,1 milyar dolara yükseldiği ve 2001 ithalatının 11 milyar dolar düzeyinde olduğu tahmin edilmektedir. Bu değerlerde 2002 yılında düşüş görülmüş; bu yıl tahmini olarak ithalat 13 milyar dolar, ihracat ise 7.8 milyar dolar gerçekleşmiştir. 2003 öncesi verilere göre, Irak’ın ithal ettiği başlıca ürünler temel gıda maddeleri, dayanıklı tüketim malları, ilaç ve tıbbi malzeme ve cihazlar, ulaşım araçları ve yedek parçaları, demiryolu malzemeleri, makineler, elektrik malzemeleri ve teçhizat, içme suyu ve kanalizasyon sistemlerinin yenilenmesinde kullanılan malzeme ve teçhizat, tarımsal alet ve makineler, iş makineleri, telekomünikasyon malzemeleri, eğitim araç, gereç ve malzemeleri, petrol üretiminde kullanılan malzeme ve teçhizattır (Tablo 5). İthalatta ilk sıraları alan ülkeler, Fransa, Avustralya, İtalya, Almanya, Çin ve Rusya’dır (Tablo 4).<br />
<br />
Irak 2000’lerin başında dış ticarette önemli gelişmeler kaydetmiştir. Irak ile Suudi Arabistan arasındaki Arar sınır kapısı 2001 yılının Ocak ayında açılmıştır. Yine 2001 yılında Suriye ve Mısır’la Serbest Ticaret Anlaşması imzalanmış ve Dubai’ye günde iki kez gemi seferlerine başlanmıştır. Avusturya ise Bağdat’taki Ticaret Müşavirliğini yeniden açmıştır. <br />
Tablo 5 Irak’ın Başlıca İthalat Maddeleri <br />
<br />
HS MADDELER Değer<br />
(1000) $<br />
87 MOTORLU KARA TASITLARI, TRAKTOR, BISIKLET, MOTOSIKLET VE DIGER 320.539 <br />
85 ELEKTRIKLI MAKINA VE CIHAZLAR, AKSAM VE PARCALARI 175.842 <br />
73 DEMIR VEYA CELIKTEN ESYA 137.493 <br />
4 SUT VE SUT MAMULLERI, KUS VE KUMES HAY.YUMURTALARI, BAL VB. 126.861 <br />
10 HUBUBAT 126.613 <br />
90 OPTIK, FOTOGRAF, SINEMA, OLCU, KONTROL, AYAR CIHAZLARI, TIBBI ALET. 108.992 <br />
17 SEKER VE SEKER MAMULLERI 66.181 <br />
19 ESASINI HUBUBAT, UN, NISASTA, SUT TESKIL EDEN MUSTAHZARLAR 60.029 <br />
84 NUKLEER REAKTORLER, KAZAN; MAKINA VE CIHAZLAR, ALETLER, PARCALARI 48.745 <br />
15 HAYVANSAL VE BITKISEL YAGLAR VE BUNLARIN MUSTAHSALLARI 43.241 <br />
38 MUHTELIF KIMYASAL MADDELER 24.732 <br />
Kaynak: ITC-Interactive Trade Map <br />
<br />
Tablo 6 Irak’ın Başlıca İhracat Maddeleri<br />
<br />
HS MADDELER Değeri (1000 $)<br />
27 MINERAL YAKITLAR, MINERAL YAGLAR VE MUSTAHSALLARI, MUMLAR 15.677.073 <br />
10 HUBUBAT 12.520 <br />
76 ALUMINYUM VE ALUMINYUM ESYA 9.099 <br />
84 NUKLEER REAKTORLER, KAZAN; MAKINA VE CIHAZLAR, ALETLER, PARCALARI 3.234 <br />
07 YENILEN SEBZELER VE BAZI KOK VE YUMRULAR 3.018 <br />
85 ELEKTRIKLI MAKINA VE CIHAZLAR, AKSAM VE PARCALARI 2.651 <br />
87 MOTORLU KARA TASITLARI, TRAKTOR, BISIKLET, MOTOSIKLET VE DIGER 1.908 <br />
51 YUN, KIL, AT KILI; BUNLARIN IPLIK VE DOKUMALARI 1.874 <br />
90 OPTIK, FOTOGRAF, SINEMA, OLCU, KONTROL, AYAR CIHAZLARI, TIBBI ALET. 1.438 <br />
Kaynak: ITC-Interactive Trade Map<br />
<br />
3. ABD'nin Irak'a İlişkin Ekonomik Hesapları<br />
ABD’nin uluslararası çatışmalarının altında yatan en temel faktörün ekonomik nedenler olduğunu ifade etmek yanlış olmayacaktır. Bu nedenle, ABD’nin dış politika hedeflerinin temellerinin anlaşılabilmesi için ekonomik nedenlere dikkati çekmek gereklidir. Ulusal güvenlik politikalarının ekonomik sonuçlarının iki temel dayanağı olduğu ileri sürülmektedir. Birincisi askeri araçların ekonomik etki yapmak üzere kullanılması, ikincisi ise, ekonomik araçların askeri araçları tamamlar bir biçimde veya onların yerine kullanılmasıdır. Birinci nedende araştırılması gereken askeri araştırma ve geliştirme çalışmalarının ticari açıdan değer yaratacak hareketlenmeyi nasıl sağlayacağının ortaya konmasıdır. Askeri gruplar, hava ulaşımı, lojistik, mühendislik ve tıbbi hizmetlerin, acil yardım, ekonomik kalkınma veya ulus inşa etmek için kullanılması ilk olarak akla gelen araştırmalardır. ABD askeri üretimi ve ihracat politikaları, diğer ülkelerin tehlikeli silahları üretmesini durdurmak için kullanılması, ABD istihbaratının ekonomik amaçlarla kullanılması gibi hususlar da bu konu kapsamında düşünülmüştür (KÖNİ, 2005 : 400).<br />
<br />
Bütün bunlar dikkate alındığı zaman ABD’nin Irak’a saldırısındaki temel amacın, savaş süresince ve sonrasında ekonomik olarak kendisine bazı çıkarlar sağlayacak ortamı yaratmak olduğu ifade edilebilir. Savaş sırasındaki harcamalar, özellikle silah ve diğer savaş araçları başta olmak üzere savaş ekonomisinin gelişmesinde önemli bir faktördür. Öte yandan savaşla birlikte ve sonrasında savaşın tahrip ettiği alanların yeniden inşası da ekonomik açıdan inşaat ve ilişkili sektörler için önemli bir ekonomik yarar vaat etmektedir. <br />
<br />
4. ABD'nin Irak'tan Çıkış Senaryoları<br />
Irak ekonomisindeki hakim güç olan enerji kaynaklarını hesaba katmazsak, makro senaryo; “ABD Irak'tan çıkacaktır” şeklinde belirlenebilir.<br />
<br />
Buradaki çıkış noktası şu şekilde ifade edilebilir; ABD’nin Irak’ta bulunmasının nedeni bölgede siyasi istikrarın sağlanması amacını taşımaktadır. Ancak bilindiği gibi, işgale ilişkin diğer yorumlar büyük ölçüde ABD’nin bu bölgedeki petrol kaynaklarını kontrol etmek amacında olduğu yönündedir. Eğer bu olanaktan söz etmezsek, ABD’nin bu ülkeden çıkmasına yönelik görüşler geliştirmek anlamlı hale gelmektedir. Ancak bu durumda ABD’nin hiçbir ekonomik çıkar gözetmeksizin buradan ayrılmasını düşünmek de çok akılcı olmayacaktır. Bu durumda ana senaryo; ABD’nin Irak’dan çıkacağı ve çıkarken de kendisine ekonomik olanaklar yaratarak bunu yapacağı şeklinde olabilir. Burada ABD Irak üzerinden kendisine yeni ekonomik olanaklar yaratırken, Irak da, çöken ekonomisini yeniden ayağa kaldırmak için yıllarca uğraş verecektir. Bölgede güçlü bir Irak ihtimali de böylece uzun yıllar ertelenmiş olacaktır.<br />
<br />
ABD’nin Irak'dan çıkacağı varsayıma yönelik olarak geliştirilebilecek mikro senaryolar aşağıdaki şekildedir.<br />
<br />
Senaryo 1. ABD, Irak ekonomisini bir daha düzelemeyecek duruma getirerek çıkabilir.<br />
<br />
Bu mikro senaryo kapsamında :<br />
• ABD tarafından Irak ekonomisinin yapı taşları olan üretim birimleri (fabrikalar, sanayi işletmeleri ve ticaret birimleri) çökertilecektir.<br />
• Öte yandan ekonominin işleyişine olanak sağlayan, ulaşım ağları, enerji tesisleri, elektrik santralleri, doğal gaz hatları, petrol aktarım tesislerinin tahrip edilmesi sonrasında hem üretimin, hem de ticaretin önü tamamen kesilecektir.<br />
<br />
Şu an Irak’da görünen durum bu tanımlamadan çok farklı değildir. ABD ekonomik birimleri fark gözetmeksizin büyük ölçüde tahrip etmiş durumdadır. Bu senaryo ise, mevcut durumda kalanların da tamamen yok edilmesi üzerine geliştirilebilir. Bu mikro senaryo bağlamında; Eğer ABD Irak’dan çıkarsa büyük ihtimalle kalan ekonomik birimler de tamamen tahrip edilecektir. <br />
<br />
Senaryo 2. Bu ekonomik çöküşten yarar sağlamak isteyecek olan ABD çöken Irak ekonomisini tekrar iyileştirmek için kendi olanaklarını kullanabileceği bir ortam yaratabilir. <br />
<br />
Irak ekonomisini düzeltme yollarının ABD için ne tür getirisi olacağına bakıldığında şu olasılıklar kaşımıza çıkmaktadır:<br />
<br />
• Öncelikle yenilenecek ortamların yeni mimarı kendisi olacaktır. Tamamen tahrip edilen şehirlerin yeniden inşası için harekete geçecek olan ABD’nin inşaat ve yan sanayiden önemli bir çıkar sağlayacağı son derece açıktır. <br />
• ABD müttefiklerini Irak’ın yeniden inşasında bu olanaktan yararlandırarak, aynı zamanda dolaylı çıkar da sağlayacaktır.<br />
• Komşu devletlere sunacağı bazı olanaklarla onların üzerinde ilave bir kontrol sağlayacaktır. Örneğin bazı işleri taşeron olarak yaptırabileceği gibi, geçici işgücünü buralardan sağlanmayı da tercih edecektir.<br />
<br />
Senaryo 3. ABD, Irak ekonomisini İsrail ile birlikte ortaklaşa onarma girişiminde bulunabilir. <br />
<br />
ABD’nin İsrail’le bu tür bir işbirliğini gerektiren nedenler ve bunun ABD ve İsrail’e sağlayacağı olası avantajlar şunlardır:<br />
<br />
• Öncelikle, ABD’nin Orta Doğu’daki en önemli müttefiki İsrail buradan mutlaka bir pay almak isteyecektir. ABD her zamanki klasik fonksiyonunu yerine getirerek dışarıya bu dayanışma ve koruyuculuk mesajını yineleyecektir. ABD destekli bir İsrail daha güçlü bir imaja sahip olacaktır.<br />
• Diğer taraftan ABD’nin İsrail’e sağlayacağı bu olanak karşılıklı işbirliğini ekonomik katkı ile de kuvvetlendirecek yeni bir unsur olacaktır.<br />
• Bu yolla bölge ülkelerine ve bölgedeki etkin güçlere yeni bir mesaj daha verilmiş olacaktır. <br />
• Bölgede hem siyasi hem de ekonomik olarak güçlü bir İsrail bölgenin gelecek stratejilerinin birinci aktörü olmaya devam edecektir. <br />
• Böyle bir gelişme bölgedeki diğer ülkelerin rahatsız olmalarına neden olacaktır.<br />
<br />
Senaryo 4. ABD çöken ekonomiyi düzeltmek için stratejik öneme sahip silah sektörünü devreye sokabilir. <br />
<br />
• ABD’nin Irak ekonomisini yeniden yapılandırmak için silah sektörünü kullanmasının ABD için kısa dönemde olumlu, uzun dönemde ise olumsuz sonuçları olabilecektir. ABD Irak’a bu yolla yaptığı desteğin karşılığında bu bölgede kontrolü elinde tutmaya ve bunu silah sektörünü kontrol ederek yapmaya devam edebilir. Ancak bölge ülkelerinin bu tür bir gelişmeden rahatsızlık duymaları kaçınılmazdır. Bu gerçek bölgede sürekli bir risk unsuru yaratacak faktör olacaktır.<br />
• Irak ekonomisinin yeniden canlandırılmasının bir yolu olarak Irak’ın silah üretimi konusunda faaliyetlerini sürdürmesi sağlanabilir. Silah sektörünün canlanması kısa dönemde buradan çıkar sağlayacak Irak ekonomisi için de fayda sağlayabilir ve Irak bundan hoşnut kalabilir. Ancak orta ve uzun dönemde yukarıda bahsettiğimiz bu girişim bölgede dengeleri sarsacaktır. <br />
• Aynı şekilde Orta Doğu’nun geleceği ve bölgedeki dengeler açısından gelişmiş bir silah sektörüne sahip Irak bölgede sıkıntı ve istikrarsızlık yaratabilir. Bu olasılık sözü edilen gerekçelerle bölge ülkeleri tarafından dikkatle izlenecektir.<br />
<br />
Senaryo 5. Uyuşturucu trafiğinde; PKK, İran, Pakistan, Afganistan duraklarından biri yer değiştirip Irak bu duraklardan biri ve hatta en başlıcası olabilir. <br />
<br />
Böyle bir girişim; Irak, ABD ve Orta Doğu için bazı getiriler sağlayacağı gibi, sakıncaları da beraberinde getirecektir. Bunlar;<br />
• Irak bu trafikten yararlanarak örtülü büyük bir ekonomik çıkar sağlayacaktır. Böylece savaş sonrası ekonomisini düzeltebilecek ve şehirlerini çok daha ucuza yeniden inşa edecektir. <br />
• ABD kontrolünün devam ettiği bir ülkenin bu tür bir ticari trafikte yer alması ABD’nin bu sektör üzerinde de kontrolünü sağlaması anlamına gelmektedir. <br />
• Bu durum uyuşturucu ticaretinden ciddi ekonomik yarar sağlayan diğer bölge ülkeleri tarafından hoş karşılanmayacaktır. <br />
• Bölgedeki terörist örgütlerin bu kanalla besleniyor olmaları, bu durumdan zarar gören ülkelerin (örneğin Türkiye) bu trafikte önder olacak bir ülke ile ilişkilerini olumsuz olarak etkileyecektir. <br />
• Öte yandan bu yolla ekonomik güç elde eden bir ülke olarak Irak, hiçbir zaman gerçek ekonomik performansını kullanmayacak ve kontrol edilen ülke konumundan hiç bir zaman kurtulamayacaktır. Bu da ABD’nin arzuladığı bir sonuç olacaktır.<br />
<br />
Senaryo 6. Çöken Irak ekonomisinin telafisi için ABD, Arap Orta Doğusundan Suriye ve Iran gibi ülkeleri Irak’ı yeniden yapılandırmak için birer aracı olarak kullanabilir. <br />
<br />
Irak’ın yeniden yapılandırılmasında doğrudan ya da dolaylı rol verilecek bölge ülkeleri Iran ve Suriye için bu durumun kısa ve uzun vadelerde avantaj ve dezavantajları ve ayrıca ABD için olası sonuçları sözkonusu olacaktır. Bunlar;<br />
<br />
• Irak ekonomisinin inşası için ABD’nin bölge ülkelerine vereceği ihaleler bu ülkelerin bu durumdan sağlayacakları çıkar nedeniyle kısa vadede ABD kontrolünde bir Arap bölgesi ortaya çıkaracaktır. <br />
• Bu gelişmenin olumlu tarafı; yeniden yapılanmada yakın ülkelerin katkılarının Irak için olumlu ekonomik sonuçlar ortaya çıkarması ve bu ülkelerin de bu durumdan önemli bir yarar sağlamalarıdır.<br />
• Öte yandan yeniden yapılanmada sadece bu ülkelerle sınırlı bir girişim, ABD’nin sadece bu ülkeleri aracı olarak kullanması bölgedeki diğer ülkeleri rahatsız edecektir. <br />
<br />
Senaryo 7. Irak ekonomisini çökerten ABD; Orta Doğu coğrafyası ile tarihi bağları bulunan ve halen bu coğrafyada yer alan bazı ülkelerden maksimum ekonomik fayda elde etmeyi amaçlayan ve AB bağlamında ABD ile iyi ilişkiler kurmanın faydalı olacağını düşünen, bölge dışından Almanya, Fransa ve İngiltere'yi çöken Irak ekonomisini tamir etmek üzere destekçi dış güçler olarak yanına çekmek isteyebilir. <br />
<br />
Bu olasılığın gerçekleşmesinin ABD, Fransa ve İngiltere için kısa ve uzun vadelerde doğuracağı sonuçları şu şekilde sıralamak olanaklıdır.<br />
<br />
• Tarih boyunca bu bölgede bir şekilde var olmak isteyen AB ülkeleri ile birlikte bu bölgeyi yeniden yapılandırmak isteyen ABD, bu ülkelerin geçmiş yılardaki emellerini yeniden gündeme getirmiş olacaktır. <br />
• Orta Doğu ülkeleri bu gelişmeden rahatsız olacak ve bu konudaki tepkilerini muhtemelen ciddi olarak belirteceklerdir. <br />
• Bu durumdan fayda sağlayacak olanlar doğal olarak kendisine rol verilen Fransa ve İngiltere olacaktır. Bu hem ekonomik çıkar, hem de bölgede yeni bir hakim güç pozisyonu sağlamak şeklinde olacaktır.<br />
<br />
5. Senaryoların Olası Sonuçları<br />
<br />
Mikro senaryoların gerçekleşmesi halinde karşılaşılacak olası sonuçları aşağıdaki gibi sıralamak olanaklıdır:<br />
<br />
1. ABD tarafından çökertilen Irak ekonomisi tekrar ABD önderliğinde inşa edilmeye başlayıncaya kadar Irak halkı ekonomik açıdan büyük bir çıkmazda olacaktır. Bu çıkmaz beraberinde bir halk hareketini de getirebilir.<br />
<br />
2. ABD Irak ekonomisinin merkezini Bağdat'dan Kuzey Irak'a kaydırabilir. Böylece Kuzey Irak ekonomik açıdan öncelikli olur. <br />
<br />
Ekonomik açıdan güçlü bir Kuzey Irak ise, siyasi olarak Irak'ın Sünni ve Şii Arap kesimleri üzerindeki hakimiyetini geliştirir. Nüfustaki çoğunluklarına karşı, azınlık teşkil eden Kürtler nezdinde siyasi ve ekonomik açılardan baskı altına alınacak Sünni ve Şii Araplar ile Kürtler arasında Irak genelinde sıcak çatışmalar yaşanabilir. Ayrıca güçlenen Kuzey Irak Kürtlerinin İran'da yerleşik Kürtlere ve Türkiye'de süre gelen ayrılıkçı Kürt hareketine olası desteği ve bunun getireceği olası olumsuzluklar da değerlendirilmelidir.<br />
<br />
3. Çöken ekonomi yine ABD'nin mali gücü ile inşa edilirse ekonomideki tüm sektörlerin denetimi ABD'ye geçer. Böylelikle ekonomik öncelik ABD'de olur. Yani ABD, hem Irak özelinde hem de Orta Doğu genelinde dengeleri belirleyici bir dış güç olmaya devam eder. Bu durum, Batılı bir dış gücün denetimine dinsel ve siyasal denenlerle hep soğuk baka gelmiş olan Orta Doğulu devletleri ve Irak'ı iç karışıklığa sürükleyebilir.<br />
<br />
4. Irak Orta Doğu genelinde uzun dönemde başa çıkılamayacak bir silah gücüne dönüşebilir. Bu durum istikrarsız Orta Doğu'yu iyice istikrarsızlaştırabilir.<br />
<br />
5. Uyuşturucu trafiğinin merkezinin Irak'a kayması, Irak'ı kontrolsüz bir güce dönüştürebilir.<br />
<br />
6. Irak ekonomisini onarmak için İsrail ile işbirliği geliştirecek olan ABD, İsrail'i sadece Filistin sorunu üzerinde güçlendirmekle kalmayacak, aynı zamanda Irak üzerinde de söz sahibi olacak bir konuma taşıyacaktır. İsrail'in Arap Orta Doğusu üzerinde bu denli etki genişletmesinin özellikle Filistin-İsrail bağlamındaki olası olumsuz sonuçları değerlendirilmelidir.<br />
<br />
7. Irak ekonomisini yeniden yapılandırmak için ABD'nin Suriye ve İran gibi devletleri devreye sokması ve görüntüde de olsa birer aracı gibi kullanması Orta Doğu dengelerini bozabilir.<br />
<br />
8. Irak ekonomisini İngiltere, Fransa ve Almanya desteği ile yeniden imar çabasına giren bir ABD, dış güçlerin hakimiyetini tekrar bu coğrafyaya çekmiş olacaktır. Sömürge olma türünden bir acı tecrübesi bulunan Orta Doğu devletlerinin bu üç ülkenin tekrar Orta Doğu coğrafyasına girmeleri karşısında alacağı tavır ve olası olumsuz yansımalar da değerlendirilmelidir.<br />
<br />
Sonuç Yerine<br />
Bu çalışmada, Irak ekonomisindeki hakim güç olan enerji kaynakları ana gösterge olmaktan çıkarılırsa, ABD’nin Irak’dan çıkacağı varsayımı altında geliştirilen senaryolar tartışılmış ve bunların olası sonuçları değerlendirilmiştir. Geliştirilen senaryoların ortak noktasını; büyük ölçüde tahrip edilen Irak’ın yeniden inşasının nasıl paylaşılacağı ve ekonominin yeniden canlandırılması için hangi yolların ve yöntemlerin izleneceği oluşturmaktadır. ABD’nin Irak’ın yeniden yapılanmasının kendi kontrolü dışında gerçekleştirilmesine izin vermeyeceği düşünülürse, senaryolar Irak’ın ABD’nin inisiyatifi ve kontrolünde yeniden inşası üzerine geliştirilmiştir. Ancak bunun gerçekleştirilmesi sırasında ABD’nin kimlere pay vereceği ve sonrasında ortaya çıkacak durumun Irak’ı kontrolünde ne kadar etken olacağı sorusu önem taşımaktadır. ABD müdahalesi, Orta Doğu’da yeni stratejilerin oluşturulmasını beraberinde getirmekle birlikte, bundan sonra verilecek kararlar da Orta Doğu’daki dengeleri etkileyebilecektir. Irak’a siyasi istikrarı sağlamak üzere müdahale eden ABD, bu amacına bir şekilde ulaşmış gibi görünse de Irak ekonomisini ciddi şekilde tahribata uğratmış ve en önemlisi de sosyal istikrarı sağlayamamış durumdadır. Bu aşamada ortak düşünce şudur ki; ABD mevcut tabloya göre ileride kendisine çıkar sağlayacak en uygun çözümün arayışı içindedir. Kamunun bütün tepkisiine rağmen müdahalede ısrarcı olan ABD’nin bu bölgedeki stratejik hedeflerinin yanısıra, ekonomik kazanç elde etmeden çıkmayacağı düşünülebilir.<br />
<br />
Kaynakça<br />
ITC - Interactive Trade Map, 2004<br />
<br />
KÖNİ, Hasan (2005), “Ekonomik Güvenlik, Uluslararası İlişkiler ve Türkiye”, Uluslararası Çatışma Alanları ve Türkiye’nin Güvenliği, Gamze Güngörmüş Kona (Ed.), İstanbul : IQ Yayınları.<br />
<br />
ÖZCAN, Gencer (2004), “Doksanlı Yıllar Boyunca ABD’nin Orta Doğu’da Değişen Konumu”, Fulya Atacan (Ed.), Değişen Toplumlar Değişmeyen Siyaset: Ortadoğu, İstanbul : Bağlam Yayınları.<br />
<br />
ÖZTÜRK, Osman Metin (2005), “ABD, Büyük Orta Doğu Projesi ve Türkiye”, Gazi Üniversitesi İ.İ.B.F. Yorum Mart Ayı Bülteni.<br />
<br />
STANSFIELD, Gareth R.V., “Çarpışan Milliyetçilikler ve Irak Devletinin Çöküşü”, Fulya Atacan (Ed.), Değişen Toplumlar Değişmeyen Siyaset: Ortadoğu, İstanbul : Bağlam Yayınları.<br />
<br />
The Economist Intelligence Unit, 2003 Country Report (Iraq)<br />
<br />
The World Factbook 2003, CIA<br />
<br />
2. EKONOMİDE YENİ BİR POTANSİYEL ORTA ASYA CUMHURİYETLERİ<br />
<span style="font-family: Times, 'Times New Roman', serif;">(makalenin tam metni için bkz: <span lang="TR" style="color: #222222; font-size: 12pt;">(</span><span lang="TR" style="font-size: 12pt;"><a href="http://www.iif.com.tr/index.php/iif/article/view/iif.1999.155.8168">http://www.iif.com.tr/index.php/iif/article/view/iif.1999.155.8168</a>)</span><span lang="TR" style="color: #222222; font-size: 12pt;"> (DOI: 10.3848/iif.1999.155.8168)</span></span><br />
<br />
3. TÜRKİYE-RUSYA FEDERASYONU-ORTA ASYA CUMHURİYETLERİ EKONOMİK İLİŞKİLERİ<br />
<br />
<br />
<h3 align="center" style="text-align: center;">
İşletme ve Finans - Sayı 155 - Şubat 1999 – Gamze Güngörmüş KONA </h3>
<h3 align="center" style="text-align: center;">
TÜRKİYE - RUSYA FEDERASYONU - ORTA ASYA CUMHURİYETLERİ EKONOMİK İLİŞKİLERİ (1)</h3>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div align="center" class="MsoNormal" style="text-align: center;">
<i><span lang="TR">Gamze Güngörmüş KONA<o:p></o:p></span></i></div>
<div align="center" class="MsoNormal" style="text-align: center;">
<br /></div>
<div align="center" class="MsoNormal" style="text-align: center;">
<span lang="TR">ABSTRACT</span></div>
<div align="center" class="MsoNormal" style="line-height: 150%; text-align: center;">
<br /></div>
<div align="center" class="MsoNormal" style="line-height: 150%; text-align: center;">
<span lang="TR">TURKEY – RUSSIAN FEDERATION – CENTRAL ASIAN REPUBLICS ECONOMIC RELATIONS</span></div>
<div align="center" class="MsoNormal" style="line-height: 150%; text-align: center;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%; text-align: justify;">
<span lang="TR" style="font-size: 10pt; line-height: 150%;">Along with the dissolution of the Soviet Union four muslim and Turkish origin former Soviet peoples, the Kazakhs, the Kyrgyz, the Turkmen and the Uzbeks declared their independence and established their own republics in the Central Asian region. They all wecomed Turkey’s interest in their own region and set up bi-lateral and multi-lateral relations with her. However, the mentioned promising aspect in terms of economic and political relations between Turkey and these republics began to change slightly after Russia had adopted new political thinking in mid-1993. Along with this new political doctrine, Russia has begun to give more importance to the Central Asian republics and observed their domestic and foreign economic and political relations closely. So, Turkey became unable to realise her economic policies in regard to the Central Asian region independently. From then on, Turkey, in order that she could overcome Russian resistance in this region, looked for the ways to intensify relations with the U.S. and tried her best to gain this state’s economic and political support for the mentioned region. However, it became obvious that these attempts of Turkey based on breaking Russian resistance in the region were ineffective. And Russia has begun to appear one of the most important obstacles before Turkey in terms of maximising her economic expectations in Central Asia.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%; text-align: justify;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%; text-align: justify;">
<span lang="TR" style="font-size: 10pt; line-height: 150%;">In this study, firstly we will determine the fact that it is impossible for Turkey to disregard Russian Federation in Central Asia due to five basic reasons while developing economic relations with the Central Asian republics; secondly, we will present some proposals which might help Turkish officials downgrade Russian opposition against Turkey’s economic policies in Central Asia , and thirdly, we will assume probable positive outcomes for Turkish economy when the proposals are realised. </span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%; text-align: justify;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%; text-align: justify;">
<span lang="TR" style="font-size: 9pt; line-height: 150%;">(1) Orta Asya bölgesinde Kazakistan, Kırgızistan, Tacikistan, Türkmenistan ve Özbekistan olmak üzere beş bağımsız cumhuriyet yer almaktadır. Fakat çalışmada Kazakistan, Kırgızistan, Türkmenistan ve Özbekistan olmak üzere sadece dört Orta Asya cumhuriyetine atıfta bulunulmaktadır, Tacikistan ise konu dışı bırakılmıştır. Çalışmada benimsenen bu türden bir yaklaşımın temel nedeni, bu dört cumhuriyeti oluşturan halkların etnik köken, dil, din ve tarihsel geçmiş gibi hususlarda geçmişteki Türk kökenli halklarla pek çok ortak paydada buluşmaları ve Türkiye ile yoğun ekonomik ve de siyasi ilişki içinde bulunmalarıdır. Tacikler ise çoğunlukla Farsi kökenlidir ve sosyal - kültürel bağlamda İran etkisindedirler. Mevcut durumda, ikili ya da çok yönlü bir Türkiye – Tacikistan ilişkisinden bahsedilemez.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%; text-align: justify;">
<br /></div>
<div class="MsoBodyText2">
<span style="text-indent: 0cm;">Giriş</span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%; text-align: justify;">
<span style="line-height: 150%;">Sovyetler Birliği’nin 1991 yılında dağılmasının ardından Birliğin güneyinde yer alan coğrafyada Türkiye’yi gayet yakından ilgilendiren değişimler yaşanmıştır. Etnik, kültürel ve tarihsel yönlerden Türk halkı ile pek çok ortak özelliğe sahip eski Sovyet halkları bağımsızlıklarını ilan etmiş ve Orta Asya bölgesinde bağımsız cumhuriyetler olarak belirmişlerdir. Böylece, Sovyet rejiminin tesisini takiben sadece Türkiye ile değil diğer tüm müslüman kökenli uluslarla da sosyal, siyasal ve iktisadi ilişkilerini kesmek durumunda kalan eski Sovyet cumhuriyetleri Türkiye ile çok yönlü ilişkileri başlatma fırsatı bulmuşlardır. Öte yandan Soğuk Savaş döneminde özellikle coğrafi yakınlık nedeni ile Sovyetlerin yayılmacı politikasının tehlikesini derinden hisseden ve bu nedenle Sovyetlerin egemenliği altında bulunan müslüman Orta Asya uluslarına yaklaşmaya çekinen Türkiye, 1991 yılında Sovyetler Birliği’nin kapladığı bölgenin tümünde yaşanan coğrafi, siyasal ve ekonomik değişimin ardından ayrı birer bağımsız devlet olarak varlık göstermeye başlayan Orta Asya cumhuriyetleri (OAC) ile geçmişi telafi etmek istercesine yoğun ilişkiler kurmaya başlamıştır.</span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%; text-align: justify;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%; text-align: justify;">
<span lang="TR">Bağımsızlığın ilk yıllarında hem Orta Asya cumhuriyetlerinin göstermiş olduğu sıcak ilgiyi hem de kendi dış politik amaçlarını göz önünde bulundurarak Türkiye, Orta Asya bölgesinde yer alan müslüman ve Türk kökenli Türkmenistan, Özbekistan, Kazakistan ve Kırgızistan cumhuriyetleri ile herhangi bir hedef alan tespit etmeksizin hemen her alanda ilişkiler geliştirmiştir. 1993 yılının ortalarına dek daha çok sosyal, ekonomik ve kültürel alanlarda gelişme gösteren Türkiye-OAC ikili ya da çok yönlü ilişkileri, Sovyetlerin yıkılmasının ardından oluşan Bağımsız Devletler Topluluğu’nun (BDT) en güçlü ve de en etkin üyesi Rusya Federasyonu’nun yayınladığı 1993 Konsensüs’ü ile sorgulanma aşamasına gelmiştir. 1993 yılına dek Orta Asya bölgesini iktisadi ve siyasal açılardan kendisi için birincil derecede önem arz eden bölgeler arasına katmayan Rusya Federasyonu, aynı yıl ortalarında değişikliğe uğrattığı politik doktrini ile adı geçen bölgeyi kendisi için öncelikli bölgeler arasına katmıştır. Buna paralel olarak, Rus bürokratlar Orta Asya cumhuriyetlerinin dış dünya ve dolayısı ile Türkiye ile geliştirmekte oldukları siyasal, sosyal ve ekonomik ilişkileri yakından takip etmeye başlamışlardır. Rusya’nın Orta Asya cumhuriyetleri üzerinde 1993 yılından itibaren giderek artan etkisi, bu cumhuriyetlerin çok yönlü uluslararası bağlantılarını özgürce geliştirmelerini engellerken Türk bürokratlarının da bu cumhuriyetlere temkinli yaklaşmalarına neden olmuştur. Diğer bir deyişle, Orta Asya’da yer alan cumhuriyetler ile Türkiye arasında 1993 öncesinde tesis edilen ekonomik, siyasal ve sosyal direkt ilişkiler modeli elde olmayan nedenlerle 1993 sonrasında Rusya üzerinden Türkiye – OAC dolaylı ilişkiler modeline dönüşmüştür. Bu nedenle, 2000 yılının başlarında OAC ile ekonomik ilişkiler kapsamında (siyasal ve sosyal alanlarda olduğu gibi) üstesinden gelinmesi gereken asıl sorun, Türkiye’nin Rusya Federasyonu’na rağmen OAC ile mevcut ekonomik ilişkilerini nasıl maksimize edebileceğidir. </span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%; text-align: justify;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%; text-align: justify;">
<span lang="TR">Bu çalışmada, Türkiye’nin OAC ile mevcut ekonomik ilişkilerini Rusya Federasyonu’nu göz ardı ederek değil ancak onu yanına alarak geliştirebileceği öne sürülmektedir. Çalışma üç bölümden oluşmaktadır. Birinci bölümde, Türkiye’nin OAC ile mevcut ekonomik ilişkilerini geliştirebilmek için Rusya Federasyonu faktörünü hangi nedenlerle dikkate alması gerektiği açıklanacaktır. İkinci bölümde, Türkiye’nin OAC ile geliştirmeyi düşündüğü ekonomik ilişkiler kapsamında Rusya Federasyonu’nun bir engel teşkil etmemesi için Türk bürokratları tarafından alınması gereken tedbirler sunulacaktır. Üçüncü bölümde ise, Türkiye – OAC arasındaki ekonomik ilişkilerin maksimizasyonu kapsamında Türkiye’nin Rusya Federasyonu’nu göz ardı ederek değil yanına alarak izleyeceği ekonomi politikasının Türk ekonomisine getireceği olası avantajlar belirtilecektir. </span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%; text-align: justify;">
<span style="text-indent: 0cm;">I. Gerekçeler:</span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%; text-align: justify;">
<span style="line-height: 150%;">Bu başlık altında, Rusya Federasyonu’nun 1993 yılında benimsediği Konsensüs’ü takiben OAC’ni algılayış tarzındaki değişiklik, OAC’nin Rusya Federasyonu’nu değerlendirme biçimi, Orta Asya devletlerindeki yönetici kademelerde Rus azınlığın çokluğu, Rusya’nın Hazar Havzası petrollerine bakışı ve Türkiye-Rusya Federasyonu arasındaki mevcut ticaret hacmi gibi geçerli nedenlerle Türkiye’nin OAC ile ekonomik ilişkilerini Rusya’yı göz ardı ederek değil onu yanına alarak geliştirmek zorunda olduğu açıklanacaktır.</span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%; text-align: justify;">
<span style="text-indent: 0cm;">a. Rusya’nın Orta Asya Bölgesini Algılayış Biçimi:</span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%; text-align: justify;">
<span style="line-height: 150%;">Belirtildiği üzere, Rusya Federasyonu’nun özellikle 1994 yılından sonra genelde BDT özelde ise Orta Asya bölgesi üzerinde giderek yoğunlaşan ekonomik, siyasal ve sosyal etkisi açıkça gözlemlenmektedir. 1994 yılı öncesinde Orta Asya bölgesinin sorumluluğunu üstlenmeyi ekonomik bir yük olarak gören Rusya, 1994 yılının başlarından itibaren bölgede ortaya çıkan güç boşluğundan yararlanmak isteyen devletlerin</span><span style="line-height: 150%;"> </span><span style="line-height: 150%;">giderek artan ekonomik ve politik güç mücadelesi, ABD’nin bölgeye yönelik aşırı ilgisi, İran İslam Cumhuriyeti’nin İslam faktörünü kullanarak bölgeden ekonomik ve siyasal çıkar elde etmeyi amaçlaması, Orta Asya bölgesinde yaşanan iç karışıklıkların kendi güvenliğini etkileyeceği endişesi, Hazar Havzası’nda bulunan petrol ve doğal gazın dünya pazarlarına ulaştırılmasında etkin bir rol oynama arzusu ve tek boyutlu / batı merkezli dış politika tercihinin kendi beklentilerini karşılamaya yetmeyeceğini anlaması gibi nedenlerle Orta Asya bölgesini oldukça önemsemeye başlamıştır, ve 1993 yılında yayınladığı Konsensüs ile de Orta Asya bölgesine yönelik siyasi ve ekonomik bakış açısını değiştirdiğini resmileştirmiştir.</span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%; text-align: justify;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%; text-align: justify;">
<span lang="TR">1993 Konsensüsü’nü takiben Rusya’nın Orta Asya politikası şu şekilde özetlenebilir:</span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%; text-align: justify;">
<span style="line-height: 150%;">Öncelikle, Rus savunma doktrini Orta Asya bölgesini Rusya’nın kendi çıkarları için vazgeçilmez olarak kabul ediyor (Kulchik, Fadin and Sergeev, 1996, s.46), Orta Asya cumhuriyetlerinde barış ve istikrarın tesisini ve devamını istiyor ve bu amaçla Orta Asya’daki cumhuriyetlere siyasi, ekonomik ve de askeri destek vermeye hazır olduğunu belirtiyor, OAC’ni kendisinin ekonomik ve siyasal desteği olmaksızın ekonomik ve sosyal yönlerden zor durumda kalacaklarına inandırmaya çalışıyor, Orta Asya bölgesinde belirecek ciddi boyutta bir İslami yayılmanın hem bölgede yaşayan Rus nüfusu hem de Rusya Federasyonu’nda yaşayan mülüman nüfusu olumsuz yönde etkileyeceğini düşünerek olası İslami köktendinci girişimleri engellemeyi amaçlıyor (Lepingwell, 1994, s.75 ; Blank, 1994, s.267), bu bölgeyi Yakın Çevre (Near Abroad) politikasının bir parçası olarak gördüğü ve Sovyet-sonrası şekillenen coğrafi alanı kendi coğrafi alanının doğal uzantısı olarak kabul ettiği için herhangi bir devletin Orta Asya cumhuriyetleri üzerindeki etkinliğini artırmasına karşı çıkıyor ve ayrıca bölgede yer alan petrol ve doğal gaz rezervlerinin kendisi için önem arz ettiğini vurguluyor.</span><span style="line-height: 150%;"> </span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%; text-align: justify;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%; text-align: justify;">
<span lang="TR">Bu durumda, Türkiye’nin Rusya Federasyonu için siyasal, sosyal ve ekonomik açılardan büyük önem arz eden OAC ile ekonomik ilişkilerini Rusya’yı göz ardı ederek istenen düzeye getirmesi pek mümkün görünmemektedir.</span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%; text-align: justify;">
<span style="text-indent: 0cm;">b. OAC’nin Rusya Federasyonu’nu Algılayış Biçimi:</span><span style="text-indent: 0cm;"> </span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%; text-align: justify;">
<span style="text-indent: 0cm;"><br />
</span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%; text-align: justify;">
<span style="text-indent: 0cm;">Siyasi:</span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%; text-align: justify;">
<span style="line-height: 150%;">OAC’nin Rusya Federasyonu’nu nasıl değerlendirdiği sorusu siyasi ve ekonomik olarak iki açıdan cevaplandırılmalıdır. Bu soru her iki açıdan da cevaplandırıldığında sonuç aynı da olsa</span><span style="line-height: 150%;"> </span><span style="line-height: 150%;">nitelikler farklıdır.</span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%; text-align: justify;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%; text-align: justify;">
<span lang="TR">Bağımsızlığın hemen ardından OAC dünya devletlerine kendilerini tanıtmak, sorunlarını anlatmak ve bu devletlere ilişkin beklentilerini açıklamak için yoğun bir ikili ya da çok yönlü ilişki kurma telaşına düşmüşlerdir. Özellikle sanayi ve teknoloji yarışındaki batılı gelişmiş devletlerce gayet bakir olarak tanımlanan Orta Asya bölgesinde yer alan cumhuriyetlerin bu telaşı tüm devletler ve uluslararası kuruluşlar tarafından hoşnutlukla karşılanmıştır. Rus baskısından kurtulmanın ve bağımsız birer devlet olarak varlık göstermeye başlamanın beraberinde getirdiği heyecanla OAC pek çok bölgesel işbirliği örgütünün bünyesinde yer almıştır. Bu cumhuriyetler değinilen gelişmeleri yaşarken Rusya’nın yanlarında yer almayışının eksikliğini hiç hissetmemiş aksine bu durumdan memnuniyet duymuşlardır.</span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%; text-align: justify;">
<br /></div>
<div class="MsoBodyText2">
<span lang="TR">Bununla birlikte, Tajikistan’da çıkan iç savaş, Afgan mücahit hareketi ve İran kökenli fundamentalistlerin Orta Asya bölgesine sızma olasılığı bu cumhuriyetlerde Rusya’nın aktif katılımı ile oluşturulacak kapsamlı bir kollektif güvenlik sistemi içerisinde yer alma gereksinimi doğurmuştur. (Mesbahi,1994, s.283) Belirtilen gelişmeleri takiben, Orta Asya cumhuriyetleri liderlerinden Rus bürokratların Orta Asya’da daha aktif bir siyaset takip etmelerine ilişkin talepler yükselmeye başladı. Bölgede artan ulusal ve uluslararası güç mücadelesi, İslami hareketlerdeki artış Rusya’nın OAC’nin kendisi ile yakınlaşma talebini tereddütsüz kabul etmesi ile neticelenmiş ve bu sonuç OAC’ni siyasi açıdan Rusya’ya hemen hemen tümü ile bağımlı kılmıştır. </span></div>
<h6 style="margin-left: 0cm; text-indent: 0cm;">
<span style="text-indent: 0cm;">Ekonomik:</span></h6>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<span style="line-height: 150%;">OAC’nin ekonomik açıdan Rusya’yı algılayış biçimi siyasi açıdan algılayış biçimi ile aynıdır.</span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%; text-align: justify;">
<span lang="TR">Sovyet yönetimi döneminde Sovyetler Birliği kapsamında toplam pamuk üretiminin 3/2’lik </span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%; text-align: justify;">
<span lang="TR">bölümü Özbekistan tarafından karşılanıyordu. Kazakistan ikinci büyük petrol - doğal gaz ve üçüncü büyük kömür üreticisi durumundaydı. Ayrıca Kazakistan’ın sahip olduğu tarım ve hayvancılık ürünlerinin toplam değeri eski Sovyet cumhuriyetleri arasında üçüncü sırada idi. Türkmenistan ise eski Sovyetler Birliği’nin ihraç ettiği doğal gazın %10’nundan fazlasını üretiyordu. (Kimura, 1993, ss.132-142) Bu parlak dönemi takiben, Sovyetler Birliği’nin çözülüşü ile birlikte Orta Asya bölgesi’nde bağımsızlığını ilan eden Sovyet cumhuriyetleri gayet zor ekonomik koşullarla yüzleşmeye başlamışlardır. Öncelikle, Sovyetlerin dağılması ile başlayan ekonomik yapıların çözülüşü üretim güçlerinin gelişimini durdurmuştur. İş gücü, sermaye ve diğer kaynakların oldukça alt seviyelerdeki hareketliliği üretimin kurumsal yapılanmasını engellemiştir. Ayrıca, düşük üretim, yüksek nüfus artışı, yaygın fakirlik, kalitesiz iş gücü kaynakları tüm Orta Asya’da derinden hissedilmektedir. Son olarak endüstriyel ekonomik sistemin sınırlı gelişimi kronik tarzdaki ekolojik krizin ortaya çıkmasına neden olmuştur. (Alexandrov, 1993, s.106) Tek merkezden yönetilen ekonomik sistem değişikliğinin, birbirine sıkı sıkıya bağlı üretim ve ticaret sisteminin çözülüşünün, bağımsızlığın aniden kazanılışının Orta Asya cumhuriyetlerine yüklediği ekonomik sorunlar bu cumhuriyetleri özellikle güçlü batılı devletlerle ikili ya da çok yönlü ekonomik ilişkiler geliştirmeye yöneltmiştir. </span></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%; text-align: justify;">
<span lang="TR">OAC’nin 1993 yılının ortalarına dek ya bölgesel bazlı ekonomik işbirliği örgütlerine üyelik (ECO - Economic Cooperation Organization ve BSECO - Black Sea Economic Cooperation Organization gibi) ya da uluslar arası ekonomik kuruluşlara üyelik başvurusu şeklinde gelişme gösteren bu girişimleri Rusya Federasyonu’nun direkt her hangi bir müdahaleci tavrı ile karşılaşmamıştır. Ancak 1993 yılı ortalarında, Rus yetkililerin Rusya Federasyonu’nun yeni bağımsız cumhuriyetlerin bulunduğu eski Sovyet coğrafyasındaki ekonomik çıkarlarını gerektiği ölçüde önemsemedikleri görüşü yaygınlık kazanmaya başlamıştır. Bu görüşü takiben, eski Sovyet coğrafyasında yer alan ekonomik zenginlik Rus politikasını şekillendirme sürecinde oldukça önemli bir unsur olarak değerlendirilmeye başlanmıştır. (Baev, 1997, s.5) Bu politika değişikliğinin ardından Rusya Federasyonu OAC’nin hemen tüm ekonomik ilişkilerini ve Orta Asya bölgesinden ekonomik çıkar elde etmek isteyen devletlerin faaliyetlerini gayet yakından takibe almış ayrıca kendi ekonomik çıkarları için tehlikeli bulduğu girişimlere müdahale etmiştir. Dış ticaretinin büyük bir bölümünü Rusya Federasyonu ile gerçekleştiren OAC ise Rusya’nın bu tepkisi karşısında tepkisiz kalmayı tercih etmiştir. </span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%; text-align: justify;">
<br /></div>
<div class="MsoBodyText2">
<span lang="TR">Denilebilir ki, bu cumhuriyetler bölgesel istikrar, sınır ve ülke güvenliği, İslami tehlike ve savunma konularında Rusya’nın varlığına ve siyasi desteğine ne denli ihtiyaç duyuyorlarsa, ekonomilerinin rehabilitasyonu konusunda da aynı devletin varlığına ve desteğine o denli ihtiyaç duymaktadırlar. Bu durum ise OAC’nin Rusya Federasyonu’nu reddetmek yerine ona sıkı sıkıya bağlanmalarını gerektirmektedir. Hal böyleyken, Türkiye’nin Orta Asya bölgesinde Rusya Federasyonu’nu karşısına alarak ya da onu kızdırarak OAC ile ekonomik ilişkilerini geliştirmesi pek mümkün görünmemektedir. </span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%; text-align: justify;">
<span style="text-indent: 0cm;">c. Orta Asya Cumhuriyetlerinde Yaşayan Rus Azınlık:</span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%; text-align: justify;">
<span style="line-height: 150%;">Sovyetler Birliği’nin dağılması ile tüm Rus kökenli nüfus Rusya Federasyonu bünyesinde toplanmış değildir. 1991 öncesinde Sovyetler Birliği’nin varlık gösterdiği toprakların genişliği düşünüldüğünde 1991 sonrası mevcut coğrafi düzende eski Sovyet yeni bağımsız cumhuriyetler içerisinde pek çok Rus kökenli toplulukların var olduğunu tespit etmek zor olmayacaktır ki eldeki sayısal veriler bu yöndeki tespiti doğrular niteliktedir. Bu verilere göre, hali hazırda</span><span style="line-height: 150%;"> </span><span style="line-height: 150%;">Rus kökenli nüfus toplam Kazakistan nüfusunun %40’tan fazlasını, Kırgızistan nüfusunun yaklaşık</span><span style="line-height: 150%;"> </span><span style="line-height: 150%;">%20’sini, Türkmenistan nüfusunun yaklaşık</span><span style="line-height: 150%;"> </span><span style="line-height: 150%;">%9’unu, Özbekistan toplam nüfusunun ise yaklaşık %8’ini oluşturmaktadır. Olası bir göç dalgası karşısında Rus kökenli nüfusun barınma ve istihdam sorunlarını çözümleyebilecek yeterli ekonomik kaynağa sahip bulunmayan Rus yetkililer bu cumhuriyetlerden Rusya Federasyonu’na gerçekleştirilecek olası göç akınını engellemenin zorunlu olduğunu düşünüyorlar. Bununla birlikte, Rusya Federasyonu sınırları dışında yaşayan Rus kökenli nüfusun ekonomik, sosyal ve politik güvenlikleri ile ilgilendiklerini sıklıkla vurguluyorlar. (Bacık ve Canbaş, 1999, s.325)</span><span style="line-height: 150%;"> </span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%; text-align: justify;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%; text-align: justify;">
<span lang="TR">Bu, meselenin Rusya’yı ilgilendiren boyutu, Orta Asya cumhuriyetleri ve Türkiye açısından ise durum oldukça farklı. Bireysel ekonomik ve siyasal formasyonu oluşturma aşamasında birinci derecede önem arz eden bilimsel donanımdan Sovyet idaresi boyunca mahrum bırakılmış olan müslüman kökenli Orta Asya halkları ne Sovyetler Birliği döneminde ne de yeni bağımsız düzende kendi devletlerinin ekonomi ve siyasi politikalarını saptamakla görevli idari kadrolara yükselme şansı bulamamışlardır. 1991 sonrası kendi bağımsız cumhuriyetlerinde bağımsız birer vatandaş olarak yaşama hakkını elde eden Orta Asyalılar geçmişte yaşanan bu olumsuzluğu kısa bir sürede telafi edemedikleri için çoğu kurumda (bilim üreten, ekonomi ve politikayı şekillendiren kurumların çoğunda) Rus kökenli idari kadro ile çalışmak durumundadırlar. Doğal olarak, Rusya Federasyonu’nun siyasi ve ekonomik önceliklerine göre hareket tarzı belirleyen bu Rus yönetici elit hem Rusyasız bir Orta Asya’da istediği şekilde ekonomik ve siyasal politikalarını uygulamak isteyen yabancı devletleri hem de Rus baskısından arınmış bir Orta Asya’da iç ve dış politikalarını özgürce gerçekleştirmek isteyen Orta Asya cumhuriyetlerini sınırlamaktadır. </span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%; text-align: justify;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%; text-align: justify;">
<span lang="TR">Bu durumda, OAC’nde azınlık durumunda yaşayan Rus kökenli nüfusun idari kadrolardaki niceliksel çoğunluğunu ve karar alma ve uygulama aşamasındaki etkinliğini göz önünde bulunduracak olursak, Türk yetkililerin Rusya’yı karşısına alarak ya da kızdırarak OAC ile ekonomik ilişkilerini geliştirmesi pek mümkün görünmemektedir. </span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%; text-align: justify;">
<span style="text-indent: 0cm;">d. Hazar Denizi Havzası Petrol ve Doğal Gaz Rezervleri ve Rusya:</span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%; text-align: justify;">
<span style="line-height: 150%;">Sovyetler Birliği’nin dağılmasının ardından beliren güç boşluğu nedeni ile Orta Asya bölgesinde yer alan petrol ve doğal gaz rezervleri bölgede ekonomik güç mücadelesinin başlamasında birinci derecede etkili olmuştur. Pek çok gözlemci tarafından Orta Asya dünyanın en zengin ham madde potansiyeline sahip bölgeleri arasında gösterilirken, petrol ve doğal gaz üretimi açısından Hazar Havzası’nın Basra Körfezi’nin ardından ikinci sırada yer aldığı belirtilmektedir. (Razov, 1997, s.59) Özbekistan,</span><span style="line-height: 150%;"> </span><span style="line-height: 150%;">“Fırsatlar Ülkesi” (Convay, 1994, s.164) olarak adlandırılan Kazakistan ve “Orta Asya’nın Kuveyt’i” (Nissman, 1994, s.183) şeklinde düşünülen Türkmenistan Hazar Havsası’nda yer alan üç önemli Orta Asya cumhuriyetidir. Azerbaycan Hazar Denizi Havzası’nda yer alan dördüncü devlettir. Kazakistan’da 95, Türkmenistan’da ise 34 milyar varillik bir petrol rezervi bulunduğu hesaplanmaktadır. Ayrıca dünyanın üçüncü en büyük doğal gaz rezervine sahip olduğu bilinen Türkmenistan’da 4.5 trilyon metre küp doğal gaz rezervi mevcuttur. Kazakistan, Türkmenistan ve Özbekistan doğal gaz zenginliği bakımından en önemli 20 ülke arasında yer almaktadır. (Pala ve Engür, 1998, ss.23-27) Bu durumda, “Hazar Denizi’nin ve Hazar Denizi’ni çevreleyen bölgelerin Asya ve Avrupa kıtalarına en fazla petrol ve doğal gaz tedarik eden yerler olabileceğini” (Gökay, 1998, s.49) öne sürmek yanlış olmayacaktır.</span><span style="line-height: 150%;"> </span></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%; text-align: justify;">
<span style="line-height: 150%;">Tüm bu petrol ve doğal gaz zenginliğine rağmen Hazar Denizi Havzası’nın denize çıkışı olmayışından dolayı bu bölgede petrol çıkarma ve sevkıyat konularında büyük güçlüklerle karşılaşılmaktadır. Oysa, 1914’ten önceki 20 yıl boyunca Hazar bölgesi en geniş ve en gelişmiş petrol üretim alanlarından biri durumundaydı. Bununla Birlikte, 70 yıl süren Sovyet yönetiminin ardından Hazar bölgesindeki devletler petrol çıkarma teknolojilerinin oldukça gerisinde kalmışlardır. Şu anda bölgede petrol çıkarma kuyularını inşa ve tamir edebilen iki tesis bulunmaktadır. Bunlardan biri Azerbaycan’ın Primorsk şehrinde diğeri ise Rusya’nın Astrakhan şehrinde yer almaktadır. Bölgenin değinilen olumsuz coğrafi konumundan dolayı petrol çıkarma teçhizatını dışarıdan getirmek oldukça yüklü bir maliyet gerektirmektedir. Bunun yanı sıra, yeni petrol boru hatlarının döşenmesine ilişkin siyasi sorunlar ve inşası düşünülen yeni petrol boru hatlarının yüksek maliyeti karşılaşılan sorunların diğer bir yönünü oluşturmaktadır.</span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%; text-align: justify;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%; text-align: justify;">
<span lang="TR">İşin en ilginç yanı, Hazar Havzası’nda yer alan devletlerin petrol ve doğal gaz çıkarma ve sevkıyat meselelerinde karşı karşıya kaldıkları bu olumsuzlukların bu bölgede ekonomik çıkar peşinde olan yabancı devletlerin hiçbiri için bir engel teşkil etmeyişidir. Yabancı devletler hem bölgedeki petrol ve doğal gazın çıkarılması için maddi destek vermek üzere hazır bulunduklarını ifade etmekte hem de bu bölgeden çıkarılacak petrol ve doğal gazın dünya pazarlarına ulaştırılması için gerekli ek petrol ve doğal gaz boru hatlarının yapımı ve güzergah tespiti aşamasında bir fiil işin içinde yer almak istediklerini vurgulamaktadırlar.</span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%; text-align: justify;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%; text-align: justify;">
<span lang="TR">Yabancı devletlerin Hazar Havzası’nda yer alan petrol ve doğal gaz rezervlerinin çıkarılması ve dünya pazarlarına ulaştırılması için verdikleri yoğun mücadele, 70 yıl boyunca bu bölgenin adı geçen potansiyelinin tek sahibi durumundaki Rus yetkililerin özellikle 1993 sonrasında sert tepkisi ile karşılaşmıştır. 1991 sonrasında Orta Asya bölgesinde yer alan petrol ve doğal gazın çıkartılması ve sevkıyatı gibi hususlarda tek yetkili değil fakat en fazla yetkiye sahip devlet konumunda olmak isteyen Rusya, hem Azerbaycan petrolünün İran ya da Türkiye (ki Azeri petrolünü dünya pazarlarına ulaştırmak için inşası düşünülen ve ABD tarafından desteklenen Baku – Ceyhan boru hattı Türkmen doğal gazını ve Kazak petrolünü de herhangi ilave bir boru hattı inşasına gerek kalmadan dünya pazarlarına ulaştıracaktır) üzerinden dünyaya ulaştırılmasına ilişkin projeye hem de diğer petrol ve doğal gaz projelerine gayet temkinli yaklaşmaktadır. Asıl amacı, Kazak petrolünü Rusya üzerinden Novorossisk limanına getirmek ve buradan da batıya ulaştırmaktır. Böylece, hem büyük ölçüde Kazakistan hem de diğer Hazar bölgesi devletleri üzerinde siyasi ve de ekonomik prestij sahibi olmayı amaçlamaktadır. (Bkz. IISS Stratejik Yorumlar - Milliyet, 23 Haziran 1999; Blank, 1994; Forsythe, 1996) Genelde İran ve Türkiye’nin Orta Asya bölgesinde bulunan petrol ve doğal gazı kendi ülkelerinden geçirmeyi düşündükleri boru hatları ile dünyaya ulaştırma çabaları, özelde ise Amerika’nın bölgedeki petrol ve doğal gaz rezervlerini çıkarma aşamasında expertiz satmayı sıklıkla talep etmesi ve Baku – Ceyhan boru hattı inşasını desteklemesi Rus yetkilileri Orta Asya petrol ve doğal gaz kaynakları üzerinde en etkin olmaya sevk etmektedir.</span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%; text-align: justify;">
<br /></div>
<div class="MsoBodyText2">
<span lang="TR">Rusya Federasyonu’nun Orta Asya cumhuriyetlerinde yer alan petrol ve doğal gaz rezervlerinin çıkarılması ve dünya pazarlarına aktarılması konularındaki net tavrı ve OAC’nin Rusya Federasyonu’na olan siyasi ve ekonomik bağımlılığı göz önüne alındığında, Amerikan desteğini dahi arkasına alan Türkiye’nin Baku – Ceyhan petrol boru hattının realizasyonu meselesini Rusya’yı by-pass ederek çözümlemesi yakın gelecekte pek mümkün görünmemektedir. </span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="text-indent: 0cm;">e. Türkiye – Rusya Federasyonu Ekonomik İlişkileri:</span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%; text-align: justify;">
<span style="line-height: 150%;">Tarihsel süreç içerisinde gözlemlendiğinde, Türkiye – Rusya ekonomik ilişkilerini belirleyen temel etmenin siyaset olduğu ortaya çıkacaktır. Türkiye’nin dev komşusu Rusya karşısındaki tedirginliği, Rusya’nın ise Türkiye’ye ilişkin güvensizliği hem Sovyetler Birliği döneminde hem de 1991 sonrası gelişmelerde iki devlet arasındaki ekonomik ilişkilerin hareket tarzını gayet yakından etkileyen bir faktör olarak karşımıza çıkmaktadır. Rusya ve Türkiye arasındaki siyasi ilişkilerin olumlu seyir gösterdiği dönemlerde iki ülke arasındaki ekonomik ilişkiler de olumlu yönde gelişme kaydetmektedir. 1991 sonrasında iki ülke arasında yaşanan kimi siyasi sorunların Rusya ve Türkiye’nin ekonomik ilişkilerini aynı paralellikte etkilemesi bunun en somut kanıtıdır.</span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%; text-align: justify;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%; text-align: justify;">
<span lang="TR">1992 başlarında Türkiye Rusya Federasyonu ile oldukça dostane ilişkiler başlatmıştır. Aynı yıl içinde iki ülke arasında üst düzeylerde karşılıklı ziyaretler gerçekleştirilmiştir. İkili ilişkilerdeki bu sıcak hava Rusya’nın 1993 ortalarında uygulamaya koyduğu dış politika değişikliği ile (ki bu değişiklik Rus yetkililerin OAC’ne ilişkin tutumlarına da direkt yansımıştır) yerini hafif bir gerginliğe bırakmıştır. Bu tarihten itibaren Rusya, Türkiye - OAC arasındaki yakın ilişkiyi Türkiye’nin Orta Asya bölgesinde etkinliğini artırmak için benimsediği politik bir taktik olarak algılamaya başlamıştır. (Andican, 1997, s.214) Çeçen - Rus savaşında ise, Türkiye baskıcı politikalarından dolayı Rusya’nın tavrını onaylamazken, Rusya Federasyonu Çeçen lider Cahar Dudayev’in Türkiye’ye gerçekleştirdiği iki özel ziyareti dostça bulmadığını belirtmiştir. Ayrıca Rusya, Türkiye’nin 1994 yılında gemilerin Boğazlardan geçiş koşullarına ilişkin yönetmelikte yaptığı değişikliği Boğazlardan geçiş özgürlüğünü sınırlayıcı bir girişim olarak değerlendirmiştir. (Klepatskii and Pospelov, 1996, ss.152-157) Rusya’nın 1991 sonrasında Türkiye’yi eleştirdiği noktalardan bir diğeri de Kara Deniz’de Türk donanmasına ait gemilerin sayısını artırmasıdır. Rus yetkilileri en fazla rahatsız eden husus ise Türkiye’nin Hazar bölgesi petrolünü Avrupa pazarlarına Baku-Ceyhan petrol boru hattı üzerinden ulaştırmadaki ısrarı ve bu amaca ulaşmak için Amerika’nın desteğini sağlama girişimleridir. (Trenin, 1997, ss.61-62) </span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%; text-align: justify;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%; text-align: justify;">
<span lang="TR">Durum Türkiye açısından da pek farklı değildir. Türk yetkililer Rusya Federasyonu’nun çeşitli meselelerde aldığı siyasi tavırdan hoşnut olmadıklarını açıkça ifade etmişlerdir. Türkiye öncelikle Rus yetkililerin 1991 sonrası düzende bağımsız birer devlet olarak varlık göstermeye başlayan eski Sovyet cumhuriyetleri üzerinde oldukça otoriter ve sınırlayıcı bir politika sürdürmesinden duyduğu rahatsızlığı vurgulamaktadır. İkinci olarak, Türkiye Rusya’nın Kıbrıs Rum yönetimine gerçekleştirdiği S-300 füzeleri satışının Kıbrıs’taki mevcut askeri dengeyi bozabileceğini ve adada yaşayan Türklerin güvenliğini tehdit edebileceğini öne sürmektedir. Türkiye aynı hassasiyeti Rusya’nın İran, Irak ve Suriye gibi ülkelere yaptığı silah satışı hususunda da göstermektedir. Rusya’nın Ermenistan’da yürüttüğü silahlanma girişimleri Türk makamlarınca diğer bir olumsuz gelişme olarak yorumlanmaktadır. Son olarak, Türkiye Rusya’yı Suriye’den ayrılan Abdullah Öcalan’nı bir ay boyunca Moskova’da barındırmakla suçlamıştır. Rus yetkililer tarafından yapılan çelişkili açıklamalar 1998 yılının son aylarında iki devlet arasında güven krizinin doğmasına neden olmuştur. </span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%; text-align: justify;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%; text-align: justify;">
<span lang="TR">İşte 1991 sonrasında Rusya – Türkiye arasında yaşanan tüm bu olumsuz siyasi gelişmelerin Türk – Rus ekonomik ilişkileri üzerindeki etkisi büyük olmuştur. Sorunsuz geçen dönemlerle kıyaslandığında siyasi kriz dönemlerinde Türkiye ve Rusya Federasyonu arasındaki ekonomik alış veriş düşüş göstermiştir. İkili ekonomik ilişkilerdeki en büyük gerileme 1998 yılının ikinci yarısında Rusya’nın karşılaştığı mali kriz neticesinde moratoryum ilan etmesi ile yaşanmıştır. Bunu takiben Türkiye’nin Rusya’ya olan ihracatında ciddi bir gerileme saptanmıştır. Yeni düzende, Türkiye’nin Rusya’dan ithal ettiği doğal gaz miktarı, bu ülke ile </span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%; text-align: justify;">
<span lang="TR">gerçekleştirdiği dış ticaret hacmi, bavul ticaretinin Türk ekonomisindeki azımsanmayacak önemi ve doğal gaz tüketiminde giderek artan yükselme gibi nedenler göz önüne alındığında, Türk bürokratların Orta Asya bölgesine ilişkin ekonomi politikalarını uygulama aşamasında Rusya ile birlikte hareket etme gerekliliği fark edilecektir.</span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%; text-align: justify;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%; text-align: justify;">
<span lang="TR">Birinci bölümde, Türkiye’nin OAC ile mevcut ekonomik ilişkilerini geliştirebilmek ve bu ilişkilerden en üst seviyede fayda elde edebilmek için Rusya Federasyonu faktörünü beş temel nedenden dolayı dikkate alması gerektiği açıklanmıştır. İkinci bölümde, Türkiye’nin OAC ile geliştirmeyi düşündüğü ekonomik ilişkiler kapsamında Rusya Federasyonu’nun bir engel teşkil etmemesi için bazı öneriler sunulacaktır.</span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%; text-align: justify;">
<span style="text-indent: 0cm;">II.</span><span style="text-indent: 0cm;"> </span><span style="text-indent: 0cm;">Öneriler:</span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%; text-align: justify;">
Detaylı biçimde açıklanan nedenlerden dolayı Türkiye’nin Orta Asya bölgesine yönelik ekonomik beklentilerini Rusya’yı karşısına alarak maksimize edebilmesi olası görünmemektedir. Bu durumda yapılması gereken, Türkiye’nin Orta Asya’daki ekonomik girişimlerine engel teşkil etmeyecek hatta bu girişimleri destekleyecek bir Rus siyasi düşüncesini tesis edebilmek için gerekli girişimlerde bulunmaktır. Buna ilişkin öneriler aşağıda sıralanmaktadır. </div>
<div class="MsoBodyText2">
<span lang="TR"> </span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%; text-align: justify;">
<i><span lang="TR" style="font-family: Arial, sans-serif;">1</span></i><span lang="TR">. Türk yetkililer, Türkiye’nin OAC ile siyasi değil ekonomik ve sosyal ilişkileri geliştirmeyi hedeflediğini vurgulamalıdırlar. Mevcut durumda ECO ve BSECO kapsamında OAC ile yürütülen ilişkilerin de nihai amacının siyasi entegrasyon olmadığı sadece ekonomik işbirliği olduğu resmi biçimde açıklanmalıdır,</span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%; text-align: justify;">
<i style="line-height: 150%;"><span lang="TR" style="font-family: Arial, sans-serif;">2.</span></i><span lang="TR" style="line-height: 150%;"> Türkiye’nin din, dil, etnik köken, tarihi geçmiş gibi ortak özellikleri kullanarak Orta Asya bölgesinde siyasi etkinliğini artırmayı amaçlamadığı önemle belirtilmelidir. 1991’de Sovyetlerin dağılmasının ardından bağımsızlığını kazanan cumhuriyetlere ‘Büyük Ağabey’ şeklindeki yaklaşımın Rusya Federasyonu’nu ne denli rahatsız ettiği hatırlanacak olunursa, bu türden keskin söylem ve vurguların Türkiye’nin Orta Asya’ya ilişkin ekonomi politikalarını olumsuz yönde etkileyeceğini iddia etmek yanlış olmayacaktır,</span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%; text-align: justify;">
<i style="line-height: 150%;"><span lang="TR" style="font-family: Arial, sans-serif;">3.</span></i><span lang="TR" style="line-height: 150%;"> Türkiye’nin Rusya Federasyonu’nun OAC üzerindeki siyasal ve ekonomik etkinliğini tümü ile ortadan kaldırmak gibi bir dış politik amacı bulunmadığı ayrıca bu türden amaçlar güden ve Orta Asya bölgesinde güç mücadelesi içerisinde bulunan devlet ya da devletlerle adı geçen bölge için ekonomik ya da siyasal iş birliğine yönelmeyeceği açıkça ifade edilmelidir,</span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%; text-align: justify;">
<i style="line-height: 150%;"><span lang="TR" style="font-family: Arial, sans-serif;">4.</span></i><span lang="TR" style="line-height: 150%;"> Türk bürokrasisi OAC ile ekonomik ilişkiler hususunda, Türkiye’nin Rusya faktörü nedeni ile tam verim sağlayamayacağını göz önünde bulundurarak, bir eko-strateji belirlemelidir. Bu eko-strateji doğrultusunda bir ilişkiler modeli saptanmalıdır. Bu model, Türkiye – OAC – Rusya Federasyonu ekonomik ilişkiler modeli olmalıdır. Bu modelin temel hedefi, OAC ile gerçekleştirilecek her bir ekonomik ilişki kapsamında Rusya Federasyonu’nun olası davranış biçimini tahmin etmek olmalıdır. Bu modelin etkin biçimde kullanılışı, Türkiye – OAC arasındaki ekonomik ilişkiler bağlamında Rusya’nın bir engel olarak belirmesini engelleyecek böylece hem ilişkilerde gelişme kaydedilecek hem de bu ilişkilerden en üst seviyede fayda sağlanacaktır.</span></div>
<h6 style="margin-left: 0cm; text-indent: 0cm;">
<i style="line-height: 150%; text-align: justify;"><span lang="TR" style="font-family: Arial, sans-serif;">5. </span></i><span lang="TR" style="line-height: 150%; text-align: justify;">BSEC’te olduğu gibi; OAC, Rusya Federasyonu ve Türkiye’nin yer alacağı ortak ekonomik projeler gerçekleştirilmelidir. Bu sayede Rusya kendisini dışlanmış hissetmeyecek ve böylece herhangi bir karşıtlık göstermeyecektir.</span></h6>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%; text-align: justify;">
<span lang="TR"> <span style="font-family: Arial, sans-serif;">6</span></span><i style="line-height: 150%;"><b><span lang="TR" style="color: grey;">. </span></b></i><span lang="TR" style="line-height: 150%;">Hem siyasi hem de ekonomik etik gereği ve hem de Rusya ile Türkiye arasındaki mevcut ekonomik ilişkiler göz önünde bulundurularak, Rusya Federasyonu’nun sıklıkla maruz kaldığı siyasi ve ekonomik kriz anlarında Rusya karşıtı tavır almak yerine Rusya’yı destekleyici tavır alınmalıdır. Bu türden bir davranış iki ülke arasında güven bunalımı yerine güvenin tesisini getirecektir. Bu şekilde Türkiye OAC ile geliştireceği ekonomik ilişkilerde Rusya’nın şüpheci tavrı yerine desteği ile karşılaşacaktır.</span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%; text-align: justify;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%; text-align: justify;">
<span lang="TR">7. Türk bürokrasisi, Orta Asya bölgesi ve Orta Asya cumhuriyetleri ile ilgili üreteceği ekonomik ya da siyasi nitelikteki projelere karşı gelişebilecek olası Rus karşıtlığını dizginlemek amacı ile, bilinçli olarak Rusya Federasyonu’nun karşısında Amerikan siyasi ve ekonomik desteğini aldığını vurgulamaktan vazgeçmelidir. Türkiye’nin 1991 yılından bu yana benimsediği bu türden bir politik davranış biçimi Rusya’nın Orta Asya hususunda Türkiye’ye duyduğu tedirginliğin artmasına neden olmuş ve Türkiye’nin Orta Asya politikalarını tıkamıştır. Türkiye, Amerikan desteğini siyasi bir koz olarak kullanmak yerine daha bağımsız ve de münferit politikalarla adı geçen bölgede çok daha sınırlı sayıda ve seviyedeki bir Rus engeli ile karşılaşacak, bu da Türkiye’nin bölgedeki işini kolaylaştıracaktır. </span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%; text-align: justify;">
<span lang="TR">8. Türk devleti, iki yeni devlet başkanı Ahmet Necdet Sezer ve Vladimir Putin ile başlayan yeni süreçte (Putin her ne kadar Boris Yeltsin’in ekonomik ve politik çizgisini aynen devam ettirse de), Türkiye – Rusya Federasyonu arasındaki ilişkiler hususunda yeni bir sayfa açıldığına inanarak yeni Rus devlet başkanına Türkiye’nin Orta Asya’ya yönelik siyasi ve ekonomik hedeflerini ikili resmi ziyaretler kapsamında açıklıkla ifade etmelidir. Bu bir iyi niyet göstergesidir ve gelecekteki ilişkilerin niteliğini belirleme aşamasında gayet olumlu bir etkide bulunma gücü vardır. </span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%; text-align: justify;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%; text-align: justify;">
<span lang="TR">İkinci bölümde, Türkiye’nin OAC ile geliştirmeyi düşündüğü ekonomik ilişkiler kapsamında Rusya Federasyonu’nun bir engel teşkil etmemesi için bazı öneriler sunulmuştur. Üçüncü bölümde ise, ikinci bölüm kapsamında sunulmuş olan önerilerin uygulanması durumunda bu önerilerin Türkiye’nin OAC ile ilişkileri üzerindeki olası olumlu etkilerinden bahsedilecektir.</span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%;">
<span style="text-indent: 0cm;">III. Olası Olumlu Sonuçlar:</span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%; text-align: justify;">
<span style="line-height: 150%;">Türk bürokratlarının OAC ile kurup geliştirecekleri ekonomik ilişkilerden en üst seviyede fayda elde edebilmeleri için Rusya faktörünü dizginleyecek bir dizi öneriyi ikinci bölümde sunduk. Bu önerilerin hayata geçirilmesi durumunda Türkiye’nin karşılaşacağı olası olumlu gelişmeler ise şu şekilde özetlenebilir:</span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%; text-align: justify;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%; text-align: justify;">
<i><span lang="TR" style="font-family: Arial, sans-serif;">1<b>.</b></span></i><span lang="TR"> Türkiye Orta Asya bölgesine yönelik ekonomi politikalarını gerçekleştirme aşamasında Rusya Federasyonu’nu kızdıracak tavırlardan kaçınırsa ve hatta bu devletle Orta Asya bölgesi için işbirliğine girerse hem adı geçen bölge için önemli bir engeli bertaraf edecek hem de Rusya ile mevcut ekonomik ilişkilerini geliştirme şansına sahip olacaktır. </span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%; text-align: justify;">
<i style="line-height: 150%;"><span lang="TR" style="font-family: Arial, sans-serif;">2<b>.</b></span></i><span lang="TR" style="line-height: 150%;"> Türkiye Orta Asya bölgesindeki cumhuriyetlerle geliştirmeyi amaçladığı ilişkiler bağlamında Rusya’yı karşısına değil yanına alarak adı geçen devletin değinilen hususta duyduğu tedirginliği ve güvensizliği ortadan kaldırmış olacaktır. Bu gelişme ise Türkiye’nin ekonomik anlamda OAC ile daha fazla sayıda ve daha etkin projeler gerçekleştirmesini sağlayacaktır. </span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%; text-align: justify;">
<i style="line-height: 150%;"><span lang="TR" style="font-family: Arial, sans-serif;">3.</span></i><span lang="TR" style="line-height: 150%;"> Türkiye Orta Asya bölgesi için Rusya ile geliştireceği iyi ilişkiler neticesinde Baku-Ceyhan petrol boru hattı projesinin hayata geçirilmesi konusunda Rusya’nın onayını alırsa ekonomik açıdan büyük avantajlar elde edecektir. Adı geçen boru hattının realizasyonunun Türk ekonomisine getireceği olumlu katkı hususunda birinci derecede yetkili kişi Enerji ve Tabi Kaynaklar Bakanı Cumhur Ersümer’in açıklamaları dikkate değerdir. Ersümer’e göre; proje tam kapasiteye ulaştığında yılda 50 milyon ton petrol Baku’den Ceyhan’a aktarılacaktır. Türkiye’nin yıllık petrol tüketimi 30 milyon tondur, bu tüketim 2010 yılında 45 milyon tona ulaşacaktır. Ayrıca bu proje gerçekleştiğinde Türkiye 16 milyar metre küp doğal gaz satın alacak ve aynı miktarda doğal gazı Avrupa’ya pazarlayacaktır. 2.4 milyar dolar tutarındaki petrol boru hattının inşası ise Türk ekonomisi üzerinde diğer bir olumlu etkiye sahip olacaktır. (Milliyet, 18 Kasım 1999) </span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%; text-align: justify;">
<i style="line-height: 150%;"><span lang="TR" style="font-family: Arial, sans-serif;">4. </span></i><span lang="TR" style="line-height: 150%;">Türkiye Orta Asya cumhuriyetleri ile geliştireceği ilişkiler hususunda Rusya Federasyonu’nun hassasiyetini göz önünde bulundurduğu takdirde bu devletin Türk bürokrasisinin ekonomik ve siyasi ilişkilerde gayet büyük bir temkinlilikle yaklaştığı devlet ya da devletlere yönelik olası kışkırtıcı tutumunu da engelleyebilecektir. PKK terörünün ve Türkiye’de faaliyet gösteren İran menşeli köktendinci islami terör örgütlerinin ülkemizde ne denli büyük bir ekonomik külfet ve siyasi kaosa neden olduğu göz önünde bulundurulacak olunursa, Türkiye’nin Orta Asya’da Rusya’yı kızdıracak herhangi bir girişiminin Türkiye’ye Rusya’nın politik bir misillemesi olarak geri dönebileceği ihtimali oldukça yüksektir. Rusya’nın PKK’ya verdiği düşünülen siyasi ve ekonomik destek ve yeni düzende İran ile ilişkilerini geliştirme isteği, bu devletin Türkiye’nin Orta Asya politikalarında hoşnut olmadığı durumlarda adı geçen bu iki unsuru Türkiye’ye karşı kullanabileceği ihtimalini güçlendirmektedir. Bu durumda, Türkiye’nin Orta Asya bölgesinde Rus siyasi elitleri arasında tepki uyandırmayacak, ölçülü ve radikal olmayan girişimlerde bulunması değinilen ihtimali de bir ölçüde engelleyecektir. </span><i style="line-height: 150%;"><span lang="TR" style="font-family: Arial, sans-serif;"> </span></i></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="text-indent: 0cm;"><br />
</span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="text-indent: 0cm;">Sonuç</span></div>
<div class="MsoNormal">
1991 yılında Sovyetler Birliği’nin dağılmasını takip eden süreçte Orta Asya bölgesinde dört müslüman ve Türk kökenli (Kazakistan, Türkmenistan, Özbekistan, Kırgızistan) ve bir şii, Farsi kökenli (Tacikistan) toplam beş bağımsız cumhuriyet kurulmuştur. Türkiye özellikle adı geçen dört cumhuriyetle din, dil, etnik köken ortaklığı ve yoğun tarihsel geçmiş gibi nedenlerle ikili ya da çok yönlü ilişkiler kurmaya başlamıştır. Türkiye’nin bu ilgisi dört Orta Asya cumhuriyeti tarafından büyük bir hoşnutlukla karşılanmıştır. Bununla birlikte ilişkilerdeki bu olumlu gelişme ancak 1993 yılının ortalarına kadar devam edebilmiştir. 1993 yılında Rus bürokrasisi tarafından benimsenen yeni dış politika doktrini ile Rusya o yıla dek pek önemsemediği bu cumhuriyetlerin iç ekonomik ve siyasal gelişmelerini ve dış bağlantılarını yakından gözlemlemeye başlamıştır. Diğer bir deyişle, bu tarihten itibaren adı geçen bölgede Türkiye’nin önüne Rusya faktörü çıkmıştır ve 1991’den bu güne Türkiye-OAC arasındaki ekonomik ilişkiler kapsamında kat edilen mesafe oldukça sınırlı kalmıştır.</div>
<div class="MsoBodyText2">
<br /></div>
<div class="MsoBodyText2">
<span lang="TR">Bu noktada asıl mesele, Rusya’nın açıklanan nedenlerle bu bölgede ve bölgedeki cumhuriyetler üzerindeki etkinliğini artırarak devam ettireceği gerçeğini göz önünde bulundurarak Türkiye’nin Orta Asya bölgesine ilişkin ekonomi politikalarını Rusya’nın bu bölgedeki ekonomik ve siyasi hassasiyetini dikkate alarak tespit ve de tayin etmesi gerektiğidir. Rusya Federasyonu’nu Orta Asya bölgesinde Türkiye karşısında bir rakip hatta bir hasım olarak değerlendirerek halen güçlü olan bu devletin tepkisini çekmek yerine adı geçen devletle Orta Asya bölgesi için ortak projeler geliştirmek ve uygulamak daha akılcı görünmektedir. Bu türden bir politika, hem Türkiye-OAC ekonomik ilişkilerinin gelişmesini sağlayacak hem de Türkiye’nin bu bölgeye ve bölgedeki cumhuriyetlere yönelik ekonomik beklentilerini gerçekleştirmesine yardımcı olacaktır. </span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="text-indent: 0cm;"><br />
</span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="text-indent: 0cm;">Kaynakça</span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="line-height: 150%; text-align: justify;">-Alexandrov, Yuri G., 1993. “Central Asia: Specific Case of Economic Underdevelopment”. State, Religion and Society in Central Asia - A Post-Soviet Critique, Vitaly Naumkin (ed.) içinde. Reading: Ithaca Press.</span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%; text-align: justify;">
<span lang="TR">-Andican, Ahad, 1997. “Türkiye-Rusya İlişkileri Üzerine Düşünceler”, Yeni Türkiye (Ankara), no.16.</span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%; text-align: justify;">
<span lang="TR">-Bacık Gökhan ve Fahrettin Canbaş, 1999. “Kimlik, Din, Tarih ve Dış Politika Tartışmaları Işığında Rusya”. Avrasya Dosyası (Ankara), no.2.</span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%; text-align: justify;">
<span lang="TR">-Baev, Pavel K., 1997. Challenges and Options in the Caucasus and Central Asia. Pennsylvania: U.S. Army War College Strategic Studies Institute.</span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%; text-align: justify;">
<span lang="TR">-Blank, Stephen, 1994. “Russia, the Gulf and Central Asia in a new Middle East”, Central Asian Survey, no.13(2).</span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%; text-align: justify;">
<span lang="TR">-Blank, Stephen J., 1994. Energy and Security in Transcaucasia. Pennsylvania: U.S. Army War College Strategic Studies Institute.</span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%; text-align: justify;">
<span lang="TR">-Conway, Patrick, 1994. “Kazakhstan: Land of Opportunity”, Current History, no.582.</span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%; text-align: justify;">
<span lang="TR">-Forsythe, Rosemarie, 1996. The Politics of Oil in the Caucasus and Central Asia, Adelphi Paper 300. Oxford University Press.</span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%; text-align: justify;">
<span lang="TR">-Gökay, Bülent, 1998. “Caspian Uncertainties:Regional Rivalries and Pipelines”, Perceptions- Journal of International Affairs (Ankara), no.1.</span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%; text-align: justify;">
<span lang="TR">-Kimura, Yoshihiro, 1993. “Central Asia and the Caucasus-Nationalism and Islamic Trends-with special reference to Central Asia and the Caucasus-”. Turkey in A Changing World, Şükrü S. Gürel, Şamil Ünsal and Yoshihiro Kimura (eds.) içinde. Tokyo: Middle East Studies Series, no.33.</span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%; text-align: justify;">
<span lang="TR">-Klepatskii, L. ve V. Pospelov, 1996. “The Black Sea Straits: An Artery of Life”, International Affairs (Moscow), no.2.</span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%; text-align: justify;">
<span lang="TR">-Kulchik, Yuriy, Andrey Fadin ve Victor Sergeev, 1996. Central Asia After the Empire. London: Pluto Press.</span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%; text-align: justify;">
<span lang="TR">-Lepingwell, John W. R., 1994. “The Russian Military and Security Policy in the “Near Abroad”, Survival (London), no.3.</span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%; text-align: justify;">
<span lang="TR">-Mesbahi, Mohiaddin, 1994. “Russia and the Geopolitics of the Muslim South”. Central Asia and the Caucasus after the Soviet Union Domestic and International Dynamics, Mohiaddin Mesbahi (ed.) içinde. University Press of Florida.</span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%; text-align: justify;">
<span lang="TR">-Milliyet, 23 Haziran 1999. “Hazar Petrolü İyimserlik Vermiyor”, (International Institute for Strategic Studies-London tarafından yayınlanan Strategic Comments adlı rapordan alıntı yapılmıştır).</span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%; text-align: justify;">
<span lang="TR">- Milliyet, 18 Kasım 1999. “Enerji Müjdesi”, Taha Akyol tarafından aktarılmıştır.</span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%; text-align: justify;">
<span lang="TR">-Nissman, David, 1994. “Turkmenistan (Un)transformed”, Current History, no.582.</span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%; text-align: justify;">
<span lang="TR">-Pala, Cenk ve Emre Engür, 1998. “Kafkasya Petrolleri 21. Yüzyılın Eşiğinde Hazar Havzası ve Türkiye”, İşletme ve Finans (Ankara), no.152.</span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%; text-align: justify;">
<span lang="TR">-Razov, S., 1997. “New Developments in Central Asia”, International Affairs (Moscow), no.3.</span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%; text-align: justify;">
<span lang="TR">-Trenin, Dimitri, 1997. “Russia and Turkey: A Cure From Schizophrenia”, Perceptions-Journal of International Affairs (Ankara), no.2.</span></div>
Gamze Güngörmüş Konahttp://www.blogger.com/profile/14874505075986951772noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-7485590980046694453.post-77697969080689961412009-01-06T15:17:00.003+02:002012-06-27T15:16:34.984+03:00International References (3)<strong>International References: </strong><br />
<br />
<strong>1.</strong> Iran - Sharif University of Technology (www.sharif.ir) (www.sharif.ir/~maleki/)<br />
<br />
<strong>2.</strong> U.S.A. - Harvard University – CESS – Central Eurasia Studies World Wide (www.cesww.fas.harvard.edu)<br />
<br />
<strong>3.</strong> Argentina - University of El Salvador (Buenos Aires), Journal Libre de Estudios Orientales, (www.transoxiana.org) (www.transoxiana.org/0107/review-kona.html)Gamze Güngörmüş Konahttp://www.blogger.com/profile/14874505075986951772noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-7485590980046694453.post-12407038729196028812009-01-06T15:14:00.005+02:002013-07-20T15:48:43.658+03:00International Workshops (6)<strong>International Workshops Attended :</strong><br />
<br />
<strong>1.</strong> "The Ways to Increase Women Participation in Local Governance Before 2014 Local Elections in Turkey with in "International Training Programme on Local Democracy and Sustainable Development With Gender Perspective", organized by Swedish International Center For Local Democray", Sweden, 04-25 November 2013<br />
<b style="text-align: justify;"></b><br />
<b style="text-align: justify;">2.</b><span style="text-align: justify;"> KONA, Gamze Güngörmüş (2012). The International Workshop on "Kurdish Diaspora in Europe". ATİB (Turkish-Islamic Cultural Associations in Europe, 26-27 May 2012, Köln-Germany</span><br />
<div style="text-align: justify;">
<b><br />
</b><br />
<b>3.</b> KONA, Gamze Güngörmüş (2011). The International Workshop on "The Invisible Enclave : Northern Cyprus". Ekopolitik (Economic and Social Research Association), 27-28 June 2011, Nicosia-TRNC</div>
<div style="text-align: justify;">
<b><br />
</b><br />
<b>4.</b> KONA; Gamze Güngörmüş (2011). The International Workshop on “Iraqi Workshop II-Arbil Stop”. Ekopolitik (Economic and Social Research Association), 28-29 May 2011, Arbil-Northern Iraq</div>
<br />
<strong>5.</strong> KONA, Gamze Güngörmüş (2007). The International Workshop on : “The Arab-Israeli Conflict in the 21st Century”. Hebrew University of Jerusalem International Center For Jewish Civilization and Begin Sadat Center For Strategic Research, 13-21 June, 2007, Jerusalem-Israel<br />
<br />
<strong>6. </strong>KONA, Gamze Güngörmüş (2006). The International Workshop on : “Comprehensive and Integrated Public Support Systems For SMEs – A Central Factor of Development Policy. (The Certificate Awarded By) Center For International Cooperation – Ministry of Foreign Affairs – State of Israel, 06-30 March, 2006, Beer-Sheva-Israel. The course included 80 hours of lectures, 20 hours of workshops, 36 hours of guided group work on final projects, professional study visits to 15 relevant organizations, 3 days of historical tours and presentation of final projectsGamze Güngörmüş Konahttp://www.blogger.com/profile/14874505075986951772noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-7485590980046694453.post-13405426800285020682009-01-06T15:06:00.003+02:002013-07-20T15:27:22.844+03:00International Projects (2)<strong>1. International Projects Participated : </strong><br />
<br />
1. “Balkan 2000 : Human Spatiality and Geohistory – Remapping the Europe Between At The Turn Of The Millenium”, Political History Department - Turku University- Finland (1997-1998)<br />
<br />
<div style="text-align: justify;">
2. International Project Participated :"The Ways to Increase Women Participation in Local Governance Before 2014 Local Elections in Turkey with in "International Training Programme on Local Democracy and Sustainable Development With Gender Perspective", organized by Swedish International Center For Local Democracy", Sweden and Ukraine (July 2013-November 2014) </div>
Gamze Güngörmüş Konahttp://www.blogger.com/profile/14874505075986951772noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-7485590980046694453.post-49006687369635880982009-01-06T15:05:00.008+02:002012-06-27T15:16:01.830+03:00International Book Chapter-Full Text (1)<strong>Book Chapter :</strong> <br />
<br />
<strong>1.</strong>KONA, Gamze Güngörmüş, “Mustanmeren a lueen talousyhteistyö ja Turkki”, pp. 117-138, in Nkökulmıa Ja Tausoja Kaakois – Euroopan Nykytilanteelle (Balkan 2000 Project), Turku University – Department of Political History Press 17, Turku – Finland, 1999, ISBN 952-29-1414-X<br />
<br />
<br />
The Black Sea Economic Cooperation Organization and Turkey – THE BSECO<br />
<br />
Gamze Güngörmüş KONA<br />
<br />
Özet: Bu makalede, dış politikasını bugüne kadar Batılı müttefiklerinin politikalarının uygulayıcısı olarak şekillendirmiş olan Türkiye’nin, Sovyetler Birliği’nin dağılması ve Doğu Bloku’nun çökmesinden sonra bu durumdan etkilenen bir bölge ülkesi olarak kendi dış politikasını daha bağımsız bir şekilde belirleme ve bölgesinde öncülük etme yolunda attığı önemli adımlardan biri olan Karadeniz Ekonomik İşbirliği Örgütü’nün oluşumu dünyada bölgesellik yönünde değişen dış politika tercihlerinin Türkiye tarafından algılanma ve kendi dış politikasında uygulama biçimine bir örnek olması nedeniyle ele alınmıştır. Bu dönemde dünyada bölgesel gruplaşma eğilimlerine dikkat çekildikten sonra, Türkiye’nin bu örgütün kuruluş aşamasındaki katkıları incelenmiş; Karadeniz bölgesinde yer alan ülkeler arasında geçmişte ve bugün mevcut ekonomik, politik, idari, sosyal, etnik çatışmalara ve geçmişteki başarısız işbirliği çalışmalarına değinilmiş; sonrasında Örgütün kuruluşu, yapısı ve amaçları ele alınmıştır. Kısa geçmişine rağmen pek çok projesini sonuçlandırmış olan örgütün günümüzde bölge ülkeleri ve dünya için sağladığı güvenlik, ekonomik, sosyal ve kültürel alanlardaki avantajlar incelenmiş ve örgütün daha verimli kılınabilmesi için bazı önerilerde bulunulmuştur. <br />
Anahtar Kelimeler: Karadeniz Ekonomik İşbirliği Örgütü, Karadeniz Bölgesi, bölgeselleşme, bölgesel örgütler, bölgesel güvenlik. <br />
<br />
<br />
Introduction<br />
<br />
The BSECO should be put into the category of not ‘regionalization’ but ‘region-building’ since ‘regionalization’ is a natural and passive process without a conscious or programmed human activity but region-building is an active process with a conscious human subject. (see Saarikoski, 1995, pp.228-229) and should be regarded as the result of two main changes: 1.The new international political system and 2.The neo-regionalist concept and the necessity of rethinking of the regional groupings. Since these two gave way to the establishment of the BSECO it would be ideal to explain those two roughly.<br />
<br />
<br />
The new international political system prepared a suitable milieu for flourishing the BSECO ideal. As we all know the balance of the new international political system is largely based on the notions such as unity/globalism/interdependence/universalism in every field from economy to politics. In stead of dividing or categorising the countries having similar characteristics into one group against another group of countries for the sake of ideology or political purposes, the world has started to be regarded as one big region, containing small or medium size regions or other sub-regions.<br />
<br />
In this process while the regional groupings, built according to the political and economic needs of the Cold War period, are gaining more importance, the need for setting up the new regional groupings has started to be felt more profoundly. “On December 4, 1996 more than 300 European regions with diverse territorial, administrative and political goals, representing the interests of more than 400 million residents, proceeding from their aspiration toward further regionalization within the institutional framework of their respective countries and taking into account the importance of the process of the integration and regionalization, adopted a Declaration of Regionalism in Europe” (Stoliarov, 1997, p.119). So, this gave way to the activation of the bare ideas related to building new regional groupings. In this context, we should give a response to the question “Why the regionalization and the region-building are getting more and more important in the new international political system. The explanation will also ease to understand the responsibilities of the BSECO.<br />
<br />
First of all, the regional groupings are regarded as the main confidece-building measure. Preliminary conclusions of a research project by the Institute for East West studies, which looked at six such organizations, indicate that “they continue to make a contribution to the stability and the security of Euro-Atlantic area and that there is a strong synergy between the sub-regional process and integration” (Bailes,1997, pp.27-34). Taking the importance of global security for the planned single Europe into consideration, security in the Balkans and the Black Sea region will also bear importance since the mentioned regions have always been the most conflicting regions in history.<br />
<br />
Secondly, the new Europe strongly needs economically stable countries which solved economic shortcomings largely and set up economic structures. According to the EU members the structure of the planned single Europe are strongly against the membership of the countries which will certainly bring economic problems together with their underdeveloped economic vision (Schwok, 1997, pp.107-115). For this reason, the EU believes that regional groupings will help transition economies be better off by preparing their member countries for the specific economic and social rules of the EU with in a small group.<br />
<br />
Thirdly, the new international political system needs political maturity so as not to have negative experiences lived before due to the political immaturity. Partly the new system gives support to the setting up the new regional groupings assuming that these groupings will remove negative political rivalries, political hatred and extreme nationalist aims. The superpowers of the new system also believe that the countries politically, economically and socially developed more will be good examples for the countries which lacked human rights, democratization, good-neighbourly relations during the Cold War period by playing a pioneeering role in the region.<br />
<br />
Fourthly, in the new international political system hard security issues such as inter state wars, nuclear rivalries, risky armament, military superiority etc. have been replaced by soft security issues such as drug smuggling, money laundering, sex trade, terrorism, extreme nationalism, environmentalism, pluralistic democracy, market economy etc. In encountering soft security issues, the Western European countries strongly support region-building process and building regional groupings arguing that by improving bilateral and multilateral social, economic and cultural relations, the regional groupings will solve those kinds of problems by themselves for a secure Europe (Lodgaard, 1993, pp.7-24).<br />
<br />
Fiftly, for the planned integrated Europe, the region rather than the nation-state has gradually become the focal point of the international development. “The time of the roman strategy of ‘divide et impera’ seems to be replaced by ‘the golden age of regional harmony’ ” (Bleda, 1991, p.19). Based on this view, region-building is thought to be the preparatory process in which the regional groupings experience to co-operate almost in every field for a united Europe.<br />
<br />
Depending on the explanations above; the new international political system and the West’s supportive attitude towards building new regional groupings and regionalization both paved the way to the BSECO.<br />
<br />
In this article we will discuss four main points; in the first part, the function of Turkey in the establishment process of the BSECO; in the second part, the BSEC with its structure, aims and outcomes, the importance of the Black Sea region and the obstacles which make the cooperation difficult; in the third part, the internal and external advantages the BSECO presents; and in the last part some suggestions for the well-being of the BSECO. <br />
<br />
<br />
1. Turkey and the BSECO<br />
<br />
The BSECO was initiated by Turkey just after the collapse of the Eastern Block , demise of the Soviet Union and appearance of the CIS. The sudden changes in international political system affected not only the world order but also the internal order of the countries in the region and near abroad. Turkey, a European, Balkan, Eastern Meditarennean, Black Sea, Middle East country, has been one of the countries influenced deeply by the changes.<br />
<br />
Turkey, suddenly and unexpectedly found itself as the pioneering country for the newly independent Central Asian Republics. Following the bilateral and multilateral relations Turkey has begun to behave more freely in her foreign policy. Although it is beyond the purpose of this article to give details of Turkish foreign policy during the Cold War period, we will mention the basic features to grasp the new foreign policy pattern and the BSECO initiative of Turkey.<br />
<br />
During the Cold War period, Turkey was an inevitable ally of the West particularly the U.S.A. Except for the slight changes in foreign policy strategies, Turkey instead of realising her own interest in foreign policy, directed her own foreign policy according to the needs of the United States and the Nato. In other words, she was sentenced to play the role designed by the Western Block.<br />
<br />
However, just after the dismantlement of the Soviet Union, Turkey has become a decision-maker instead of realising the decision made by the others. During the Gulf Crisis and Yugoslavia matter, Turkey was quite effective in taking necessary precautions (Gulf Crisis) and in bringing the matter to the top priority of the UN agenda (Yugoslavia Matter).<br />
<br />
So, the BSECO might be determined as the third concrete example of assertive, reactive and activist Turkish new foreign policy pattern. Turkey, the founder of the BSECO, simply sends a direct message to the rest of the world that Turkey has become aware of her responsibilty as a mediator country in the region and decided to act more liberally in her own foreign policy and also enhance her foreign policy menu.<br />
<br />
The idea of designing a cooperation model in the Black Sea region was first put forth by the former Turkish diplomat Şükrü Elekdağ and materialised by the former president Turgut Özal in 1990. Following this attempt, Soviet Union, Bulgaria and Romania expressed their interests and negotiations started among the countries interested. The informal talks largely included technical matters such as tariff reduction and free movement of goods. From the end of 1990 by the mid-July 1991, four meetings were realised. Finally, the mentioned states prepared a document which drew an outline of the planned cooperation in the region. After the collapse of the Eastern Block and demise of the Soviet Union, newly independent states; Armenia, Azerbaijan, Georgia, Moldova and Ukraine partricipated in the agreement process and the Soviet Union was replaced by the Russian Federation.<br />
<br />
<br />
The first agreement on the setting up the Black Sea Economic Cooperation in the region was reached by the foreign ministers and deputy foreign ministers of the participating states, in Istanbul on 3 February 1992. The Black Sea Economic Cooperation Organizayion project also attracted attention of the states such as Albania and Greece which are not Black Sea coastal states. They applied for full membership and were accepted as full members. Austria, Egypt, Israel, Italy, Poland, Slovak Republic, Tunis also joined the BSECO project as observes.<br />
<br />
However, the legal process for the BSEC was started by the heads of states and government of 11 participating states on 25 June 1992 at a summit meeting in Istanbul. At the end of the meeting, they signed the Summit Declaration on the Black Sea Economic Cooperation Organization and declared Bosphorus Statement on 26 June 1992.<br />
<br />
2. The BSECO<br />
<br />
In order to understand the structure of the BSECO better we should explain the Black Sea region in which the mentioned organization was materialized. The Black Sea region represents a remarkable importance with its human potential, significant economic force, energy sources, wide spectrum of complementary industries besides its geostrategic location. Although the possibilities are quite unlimited, the use of these possibilities are full of barriers. While some of those barriers depend on the disputes emerged in history, some depend on the prevailing disputes at present. Through pointing out the disputes in the region in the past/in history, we will grasp the source of the problems and know the region better at present.<br />
<br />
First of all, the Balkans, situated at the South Eastern corner of Europe and the Transcaucasus have always been an apple of discord among the big powers of Europe in history. The Balkan peninsula is a kind of transit line which gives an easy access from Europe to Asia and visa versa. The region is at the crossroads where land, sea, air and river transportation routes meet one another. Following the rule of Roman, Byzantine, Ottoman and Habsburg empires in the region, the region become an area of rivalry between the USSR and the U.S.A. From the begining to the present the region has been an important strategic and political factor in international relations.<br />
<br />
Secondly, this region has faced many unsuccessful cooperation attempts in history. Due to the geostrategic importance of the Black Sea region, which is located at the intersection of the Gulf, Eastern Meditarrenean and Europe, several attempts were made for cooperation. However, only two of these resulted with success. The large Entente, initiated by Turkey under Mustafa Kemal Ataturk in 1934, did not live long. The little Entente in the 1940s lasted even shorter than the first one. In addition to the mentioned attempts, others also failed and resulted in fragmentation of the region. The reason of this failure might be explained by a number of geographical, cultural, historical, ethnic and religion causes which had brought about mistrust, enmities and territorial conflicts.<br />
<br />
Thirdly, due to the lack of popular political participation, in most of the countries in the region, particularly in the Balkans, the administration was left to autocratic and fascist regimes. These regimes had found it convinient to appeal to the nationalistic fervour of the masses by following policies of aggrandizement at the expense of their regional neighbours often in allience with extra regional big powers (Sander, 1993, p.33).<br />
<br />
Fourthly, religious confrontations have also been effective in the structure of the region. “The religious confrontations in the region are based on Islamic and Christian cultures. The confrontation is rooted deeply in the past epoch of Christianization of the Bulgarian Kingdom and Kiev Russia during the 9th to 10th centuries and in the conquest of Byzantium by the Ottoman Empire in the 15th century” (Pisarev, 1993, p.124). This confrontation still prevails, increasing gradually, experienced in the Yugoslavia matter.<br />
<br />
<br />
<br />
Furthermore, economic and political disputes are not new notions for the Black Sea region countries. Particularly the states in the Balkan Peninsula have always experienced drastic political confrontations caused by the statemen who used their rule to enhance their area of influence in stead of encouraging pluralist democracy and political maturity, they preferred autocratic regimes which enabled them to realise what they planned. These all caused social discontent and political weaknesses in the long-run (Hopken, 1997). In addition to the political disputes in the region, in history, economic instability has been remarkable in society too. The impact of political fragmentations on economic structures has been deeply felt. The economies of the countries in the Black Sea region have never beeen promising. Short-term, endless economic policies have not been sufficient to stabilize the economy. In some countries in the region, particularly in ex-Soviet republics, the cause of the economic weaknesses was the central planning economies which banned the formation of the liberal economic structures.<br />
<br />
The mentioned negative disputes in the past lasted for years and were transformed to the newly independent states in the Black Sea region.<br />
<br />
Besides the negative experiences rooted deeply in history, some new disputes were added to the political, social and economic structure of the region just after the demise of the Soviet Union and the foundation of the new independent states. The new prospect of the region represents the following negative features.<br />
<br />
At present, the Balkans and the Transcaucasus face drastic nationalist conflicts in the Black Sea region. According to the national statistics of the Balkan countries; 20 million Romanians, 10 million Greeks, 8 million Serbs, 7 million Bulgarians, 5 million Albanians, 1 million Macedonians and 0.5 million Montenegrines live in the Balkans. In such a cosmopolitian population, the stability in the society has been rather fragile. After the collapse of the Eastern Block the nationalist movements increased immensily in the region. After 1990s nationalism has started to be used to fill political and ideological vacuum remained by communism. In the region, the politicians have appealed to nationalism as a means of reinforcing their legitimacy and some illegal groups have emerged to gain personal advantages from nationalism for their illegal performances. This faked nationalism also made the public aware of their regional identity, cultural features and historical values.<br />
<br />
Secondly, ethnic and territorial Disputes in the region(5) cause severe problems at present. The region is rather chaotic in terms of ethnic population. At the moment ethnic Turks in Greece and Albania, Russian diaspora in ex-Soviet states, ethnic Armenians in Georgia, ethnic Georgians in Azerbaijan, ethnic Azeris in Georgia subject to be misused for political aims in the region. (Yerasimos, 1995, pp.35-85) Territorial disputes largely caused by ethnic uphaveals also destabilize the societies in the region too. These include; The territorial claim of Armenia over Nagorno-Karabakh with Azerbaijan; The status quo of Trans-Dniester between Moldova and Russian Federation; The status of Crimea and the future of the Black Sea Fleet between the Russian Federation and Ukraine; Still lasting claims of the Russian Federation in Chechnya; The inter-ethnic and civil war between Ossetians and Abkhazians in Georgia; The disputes between Albanians and Serbs over Kosovo; Territorial conflicts among the successor states of the former Yugoslavia.<br />
<br />
Thirdly, social dicontent also causes chaos in the region. Forced and illegal migration, uncontrolled arms trafficking, organized crime, illicit drug trafficking, terrorism, illegal groups, caused by political and ideological vacuum and lawlessness all fuel the social instability.<br />
<br />
Fourthly, economic detorioration and financial corrosion in the region are partly the results of the rapid transition from central planing economy to market economy and partly other problems in ex-Soviet/ex-Eastern Block states. Nowadays, the societies in the region face unfullfilled welfare aspirations, economic infrastructural shotcomings, hyper inflation, low living standart, high unemployment rate, limited financial resources, shattered public finance and lack of convertible currencies - even national currencies.<br />
<br />
Fifthly, political disputes are among the problems at present. Although the conflicts between Turkey and Greece over Cyprus and Agean Sea and Turkey and the Russian Federation over the Straits do not cause hot disputes, the mentioned conflicts are among the perceived risks and dangers in the region.<br />
<br />
<br />
As a result, the region represents a kind of boiling cattle. Under these circumstances, the cooperation attempt/s in the Black Sea region is a must. For this reason, the Black Sea Economic Cooperation Organization, the BSECO, should be determined as a cooperation atttempt organized on the right time and in the right place. In the following parts of the paper we will discuss the BSECO in long and depth.<br />
<br />
<br />
The institutional structure of the BSECO is based on three main bodies: 1.Meeting of the Ministers of Foreign Affairs 2.Parliamentary Assembly of the BSECO 3.The BSECO Business Council. We will point out the responsibilities of the three main bodies roughly so as to know how the BSECO works.<br />
<br />
Meeting of the Ministers of Foreign Affairs-MMFA: The MMFA is responsible for making policy decisions, establishing sub-groups, enlarging observer status to various states. The chairmanship of the MMFA rotate among the member states in English alphabetic order every six months.<br />
<br />
The Parliamentary Assembly of the BSECO-PABSEC: The PABSEC was initiated following the common Declaration signed by the heads of the Parliaments of Albania, Armenia, Azerbaijan, Georgia, Moldova, Romania, Russian Federation, Ukraine and Turkey on 26 February 1993. The PABSEC has three comissions: 1.Comission of Economy, Trade, Technology and Environmental issues 2.Comission of Law and Political issues 3.Comission of Culture, Education and Social issues. The main functions and aims of the PABSEC are : (Cindoruk, 1995, pp.13-17) To prepare legal ground for the BSECO process; To provide political support to the BSECO via parliaments; To encourage the public to adopt the ideals of the BSECO by the help of the MPs; To give support to the development of confidence and good-neighbourly relations through co-ordination and co-operation in political, social, cultural and economic matters; To build peace and stability in the Black Sea region.<br />
<br />
The BSECO Business Council: The BSECO Business Council, established in December 1992, is responsible for bringing potential business partners from within and outside the region and also for developing proposals, programmes in a variety of fields of co-operation (Özer, 1997, p.97). The BSECO Business Council also developes intensive economic relations with the third parties. European Bank for Reconstruction and Development (EBRD), the United Nations Industrial Development Organization (UNIDO), the International Finance Corporation (IFC) are among the international economic organizations with which the BSECO Business Council has economic relations.<br />
<br />
In addition to the mentioned three main bodies; Local Administrations such as the Mayors Conference of the Capitals of Black Sea Countries, the Black Sea Capitals’ Governors and Mayors Round Table and International Black Sea Club, Non-Governmental Organizations such as the Conference of Architects of the Black Sea and the Association of the BSECO Bars of Lawyers, Academic Institutions such as the Black Sea University, the Black Sea Studies Certificate Programme, the International Center for Black Sea Studies all together help the BSEC work properly and the betterment of the BSECO.<br />
<br />
<br />
The goals the BSECO is aimed to realise are clear in the Declaration on Black Sea Economic Co-operation. “According to the Declaration, the aim of the BSECO is to provide an environment for the free circulation of goods, services, capital and business entrepreneurs among its member states. Inter-governmental co-operation is envisaged in a number of fields including transport, communications, energy, agriculture, environment, tourism, the processing of minerals and raw materials and the exchange of economic and commercial information” (Turkish Daily News, 25 June 1992). In the Bosporus Statement of June 1992, declared the day after the Declaration on Black Sea Economic Co-operation, one objective of the organization was pointed out clearly: “...to transform the Black Sea into a region of peace, freedom, stability and prosperity...” (Turkish Daily News, 26 June 1992).<br />
<br />
Besides the aims mentioned above the BSECO has also some practical aims which were not indicated in the Declaration on BSECO and Bosphorus Statement related to economic, social and cultural issues. These include:<br />
<br />
The BSECO is aimed to diversify economic relations both among the member states and with the third countries and organizations in order to accelerate integration of the region states into world economy;<br />
To help the transition economies build the economic structures which are necessary in the market economies;<br />
To improve the involvement of non-governmental sectors and to foster the role of private sector in economic relations;<br />
To soften rigid integration and concentrate on less rigid, project-orientated co-operation arrangements;<br />
To lower inter-regional trade obstacles, liberalise foreign trade, attract foreign investment and realise customs union in the region;<br />
To build peace through intensive multi-lateral, good-neighbourly relations for the regional security;<br />
To continue economic, political, social and cultural relations according to the principles of the Helsinki Final Act, the Resolution of the CSCE follow-up documents and the rules of international law;<br />
To respect for the human rights and basic freedoms;<br />
To help the member states which lack the democratic institutions, human rights and the rules of pluralist democracy;<br />
To encourage the member states to start particularly economic relations with the Western European countries.<br />
<br />
<br />
As for the concrete outputs of the BSECO, we will only emphasize the projects which resulted and gave practical ends. For this reason, we will exclude the projects which are being worked on at present. Although the establishment of the BSECO is not old, the projects realised within the BSECO are quite a lot. During 7 years 22 projects were realised in different fields as a result of the common work (Akgönenç, 1994, pp.75-77; Özer, 1996, pp.95-99 and Smirnov, 1997, pp.80-83). These include: Center for Exchange of Statistical Data and Economic Information;<br />
BSECO Trade and Development Bank;<br />
Balkan Center for the Support of Small and Medium Size Enterprises;<br />
Black Sea Regional Energy Center;<br />
The Center for Scientific and Cultural Relations Between the Black Sea Countries;<br />
Black Sea Trading Company;<br />
Black Sea Corporation;<br />
Black Sea Corporation Association;<br />
Romanian Danube-Black Sea Foundation;<br />
International Black Sea Club;<br />
Black Sea Capitals Governors and Mayors Round-Table Meetings;<br />
A number of Working Groups in the fields of transportation, communications and energy;<br />
An impressive number of conferences on different issues related to the BSECO;<br />
The Convention on the Protection of the Black Sea Against Pollution;<br />
The Convention of Scientific, Cultural and Information Cooperation Between the Black <br />
Sea Region Countries;<br />
The Black Sea Chamber Orchestra;<br />
The Black Sea Television;<br />
The Program ‘The Black Sea: the zone of interaction of civilazitions’ worked out by <br />
Russian; <br />
The Black Sea University;<br />
The Black Sea Studies Certificate Program established jointly by Colombia University in <br />
the U.S.A and Bosphorus University in Turkey;<br />
The Association of the BSECO Bars;<br />
International Center of Black Sea Research.<br />
<br />
Considering the projects realised within the BSECO we should say that the BSECO proved it self to be an effective Cooperation Project which presented advantageous economic, cultural and political results for the countries in the region.<br />
<br />
3. The Advantages the BSECO Presents<br />
<br />
In this last part we will mention the advantages the BSECO presents both for the region and the world in terms of security, economy, society and culture.<br />
<br />
Security<br />
It is evident that the notion “security” which was largely based on war-avoidance, state-based, military-orientated features during the Cold War left its place to multiple units/international organizations/international institutions and non-military/soft diplomatic features. Ole Waever explains this transformation in security perception of the states with the following words “ ‘Security community’ proved to be a fertile organizing question in that it produced a rethinking of European politics in the complex field where the historic novelty of non-war meets a transformation of security from state monopoly to multiple units. This revealed amongst other things that the regional construction has gone through a complex process from an early phase where it was built on arguments related to war-avoidance over state-based desecuritization (neo-functionalist integration) to post-sovereign non-military re-securitization (the integration/fragmentation argument). Without war, security becomes much more complex, and the identities built on this kind of security pose challenges not only to security analysis but generally to international relations theory, unprepared as it still largely is for structured thinking about post-sovereign politics” (Waever, 1995, p.48).<br />
Within this neo-security perception which gives an additional importance to multiple units for safeguarding the global security, the share of the BSECO in building peace and confidence in one of the most conflicted regions is evident.<br />
“Geopolitically, the West’s interest is dictated by the intermediate position of the Black Sea between Europe and Asia and by its proximity to the Mediterranean and the Middle East. A presence in the region helps solve foreign policy problems in the Caucasus, the Caspian Sea region, Central Asia and provides access to Russia’s southern boundaries. This makes the Black Sea region an important factor for European security and stability, as relevant CSCE documents acknowledge.”(Kovalsky, 1994, p.115)<br />
In fact, the BSECO is neither a security provider nor a security building measure.It might only be determined as a confidence-building measure. However, the BSECO, through intensifying good-neighbourly relations and multi-lateral agreements, motivating the member states for pluralist democracy, developing multi-level economic relations, supporting the setting up liberal political institutions, giving importance to the conventions of the CSCE and Helsinki Final Act realises the functions of the security institutions.<br />
<br />
Economy<br />
“...there are many attempts in which the regions try focusing on the European axis in their own ways...” (Bleda, 1996, p.70)<br />
Most of the BSECO members see the BSECO process as a mean of European integration as their final aim is to integrate themselves with the EU. However, EU membership is not easy for the newly-independent states which were obliged to apply the norms of the central planning economies and which lacked the structures of the market economy. So, the BSECO is a kind of preparation ground for the integration with the world economy. Although it is rather difficult the BSECO members are getting used to adopting certain rules, standards and practices which are available in the EU.<br />
In addition to the European integration, the BSECO members have obtained the advantage of diversifying economic relations, increasing foreign trade, taking part in bilateral and multilateral economic contracts, starting economic relations with the third parties and international organizations most of which lacked before the BSECO membership.<br />
Considering the fact that most of the countries in the Black Sea region are transition economies, we should say that the countries which adopted liberal economic structures and institutions have been quite practical for transition economies.<br />
<br />
Society and Culture<br />
Depending on the negative experiences in the region during history, particularly the former Soviet republics and ex-Eastern Block countries lack self-confidence and bear the feelings of enmity, unreliability, nationalist hatred and insecurity toward other nations in the region. The BSECO through developing multi-dimensional relations leads to mutual understanding and common action. So, this helps build psychologically stable societies.<br />
In addition to this, the BSECO also removes the negative effects and difficulties caused by the efforts made for transformation from central planning economy to market economy through diversifying economic relations, increasing foreign trade and initiating economic relations with the third parties. <br />
Furthermore, it is evident that the differences between Christian and Islamic cultures have always caused problems not only in the Black Sea region but in the world. The BSECO, having member states from different cultural and religious background paves the way to the removal of the strict dividing lines between Christianity and Islam and motivates the participant states to show respect for cultural and religious differences. The BSECO, having this feature, proves itself to be one of the multi-cultural regional grouping different from most of the available regional groupings in today’s international system.<br />
<br />
4. Some Suggestions For the BSECO<br />
<br />
“...If the EU and EFTA are viewed as the economically and politically the most stable pillars in Europe, Russian Federation, the Baltic States and the Ukraine are the second pillar. Turkey, the Central Asian Republics of the former USSR and the Balkan States must then rank as the third pillar...” (Şen, 1993, p.287).<br />
<br />
In this context, the BSECO should be determined as one of the most important economic and security element for the well-being of the third pillar. Taking other internal (for the countries in the Black Sea Region) and external (for the EU) responsibilities of the BSECO, the following points must be regarded as the suggestions for making the BSECO more effective.<br />
<br />
First of all, the BSECO should continue as a regional grouping based on economic, cultural and social purposes but a way from political aims and military gains;<br />
<br />
The BSECO was initiated as a top-down region-building process by the highest political powers but continued as a bottom-up co-operation model by citizens and local authorities.For the long-lasting and promising BSECO, the bottom-up model in which the private sectors, local administrations, non-governmental organizations and academic institutions co-operate with each other and reach the conclusion by themselves should be given priority;<br />
<br />
At the moment there are still immense economic diversities which cause some problems among the BSECO members. While some of the member states feel deeply the structural and practical problems of the transition economies, the economies of some other countries present a better panorama. Considering the negative effects that the economic differences cause in the same region among member states, these should be decreased to a minimum level;<br />
<br />
Most of the member countries of the BSECO, particularly ex-Soviet republics, still lack democratic political institutions, norms of pluralist democracy, respect for human rights and fundamental freedoms. In order to create equal advantages in terms of politics, the shortcomings in the political arena in some BSECO members should be removed;<br />
<br />
All member states should benefit the advantages the BSECO presents equally. It should be kept in mind that most of the revolutions and breaking-ups among countries were caused by inequalities;<br />
<br />
The BSECO members should also show willingness to fullfill their tasks within the BSECO Project;<br />
<br />
The West should also give support for the BSECO in those matters (Özer, 1996, 82-86): The West should integrate the BSECO with EU; The West should support the political reforms within the BSECO; The West should promote economic reforms which the BSECO is aimed to realise; The West should invest in the BSECO projects as much as possible; The financial assistance should be directed into the region through trade; The West should increase technical assistance in the region; The West should encourage cultural exchanges with the countries in the Black Sea region.<br />
<br />
Conclusion<br />
<br />
Paralel to the developments in international political system after 1990s, both the content of regionalist concept and regional groupings have changed profoundly. Along with those changes while the available regional organizations have gained more importance, the need for the establishment of some new regional organizations has been felt deeply. The BSECO has been one of the first examples of this initiative. <br />
<br />
Turkish decision-makers, who have found themselves in the center of unexpected changes and chaotic situation, led the establishment of the BSECO regarding Turkey’s security, political and economic considerations. Some Balkan and former Soviet/newly independent states have joined this organization. So many projects have been realized, and some security, economic, social and cultural expectations of the member states have been covered. However, due to the problems deeply rooted in past and the prevailing problems at present among the member states prevented the organization from realising its ideals fully. <br />
<br />
In this article we tried to analyse the mentioned organization in a detailed way taking the fact into consideration that Turkey, realising the changes in international political order along with the collapse of the Soviet Union, was quite successful in adapting herself to those changes. Through pioneering the establishment of the BSECO, Turkish bureucrats showed their willingness to direct the course of foreign policy preference from Western-oriented to region-oriented type. The BSECO should be regarded as the new form of region-building process, built in one of the most fragile regions in the world. <br />
<br />
Abstract: This article has been intended to emphasize that how Turkey has perceived the increasing regionalist tendency of foreign policy of the states in the world after the collapse of the Soviet Union through pioneering the establishment of the Black Sea Economic Cooperation Organization (BSECO) in 1992, and that how Turkey, which has designed her foreign policy preferences according to the needs of her Western allies during the Cold War period, succeeded to begin to determine her own foreign policy parallel to her own needs along with the establishment of the BSECO. After explaining the function of Turkey in the establishment process of the BSECO; on the one hand the political, social and economic problems in the past and at present among the states in the Black Sea region has been mentioned, and on the other unsuccessful cooperation attempts in the past among the Black Sea region states has been indicated. Besides, the establishment, structure and goals of the BSECO has been taken into consideration. Security, economic, social and cultural advantages that the BSECO has presented to the regional states and to the world has been explained. In the last part, some suggestions for the well-being of the BSECO have been presented. <br />
Key Words: The Black Sea Economic Cooperation Organization, the Black Sea region, regionalization, regional organizations, regional security.<br />
<br />
<br />
<br />
References<br />
<br />
Akgönenç, Oya, 1994, “Ventures in Regional Cooperations: The Balkans and the Black Sea Regional Cooperation”, Foreign Policy (Ankara), vol.18.<br />
Bailes, Alyson J.K., 1997, “Sub-regional Organizations: The Cinderallas of European Security”,<br />
Nato Review, no.2., March.<br />
Bleda, Tanşuğ, 1991, “Black Sea Economic Cooperation Region”, Review of International Affairs (Belgrade), no.987.<br />
Bleda, Tanşuğ, 1996, “The Mediterranean and the Black Sea”, Perceptions (Ankara), vol.1, no.3.<br />
Cindoruk, Hüsamettin, 1995, “Karadeniz Ekonomik Isbirligi Sureci ve KEIPA”, Yeni Turkiye<br />
(Ankara), no.3.<br />
Hopken, Wolfgang, 1997, “Savaşlararası Dönemde Balkan Devletlerinde Siyasi Kültür”, (Tr.Bernar Kutluğ), in Kemali Saybaşılı and Gencer Özcan (eds.), Yeni Balkanlar Eski Sorunlar..., İstanbul:Bağlam Yy.<br />
Kovalsky, Nikolai, 1994, “Russia and the Black Sea Region”, International Affairs (Moscow),<br />
no.10.<br />
Lodgaard, Sverre, 1993, “Competing Schemes for Europe: the CSCE, Nato and the European Union”, in Olli-Pekka Jalonen (ed.), Approaches to European Security in 1990s, Tampere: Tampere Peace Research Institute, Research Report, no.49.<br />
Özer, Ercan, 1996, “Concept and Prospects of Black Sea Economic Cooperation”, Foreign Policy (Ankara), vol.20, nos.1-2.<br />
Özer, Ercan, 1996, “The Black Sea Economic Cooperation and the EU”, Perceptions (Ankara), vol.1, no.3., September-November.<br />
Özer, Ercan, 1997, “The Black Sea Economic Cooperation and Regional Security”, Perceptions<br />
(Ankara), vol.2, no.3., September-November.<br />
Pisarev, Vladimir, 1993, “Turkey, Romania and the Soviet Union: The Black Sea”, in Guy Olivier<br />
Faure and Jeffrey Z. Rubin (eds.), Culture and Negotiations, California: Sage Publications.<br />
Saarikoski, Vesa, 1995, “Regional Alternatives: The Breaking of the Europe Between?”, in<br />
Clive Archer and Olli-Pekka Jalonen (eds.), Changing European Security Landscape, Tampere:<br />
Tampere Peace Research Institute, Research Report, no.63.<br />
Sander, Oral, 1993, “The Balkan and Black Sea Cooperation”, Foreign Policy (Ankara), vol.17,<br />
nos.1-2.<br />
Schwok, Rene, 1997, “IGC and EU Enlargement”, in IGC and Custom Union, Center for Strategic Research Papers, (SAM Papers), no.4, Ankara.<br />
Smirnov, Pavel, 1997, “The Black Sea Summit in Moscow”, International Affairs (Moscow), vol.<br />
43, no.1.<br />
Stoliarov, Mikhail, 1997, “Regionalism in Europe and Russia”, International Affairs (Moscow),<br />
vol.43, no.6.<br />
Şen, Faruk, 1993, “Black Sea Economic Cooperation: A supplement to EC?”, Aussen Politik,<br />
vol.44, no.3.<br />
Waever, Ole, 1995, “Insecurity, Security and Asecurity in the West European Non-War Community”, Paper delivered at December 1-2 1995 Conference on Security Communities in Comparative Perspective.<br />
Yerasimos, Stefanos, 1995, Milliyetler Ve Sınırlar: Balkanlar, Kafkasya ve Orta Doğu, (Tr.Şirin Tekeli), İstanbul: İletişim Yy.Gamze Güngörmüş Konahttp://www.blogger.com/profile/14874505075986951772noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-7485590980046694453.post-64658667169389875112009-01-06T14:25:00.006+02:002012-06-27T15:18:55.061+03:00Yayınlanmış Ulusal Kitaplar (5) ve Ulusal Kitaplar İçinde Bölüm/Tam Metin (4)<strong>Yayınlanan kitaplar : </strong><br />
<br />
<strong>1.</strong>KONA, Gamze Güngörmüş Kona, Türkiye-Orta Asya İşbirliği Strateji Modelleri ve Gelecek Senaryoları, IQ Kültür Sanat Yayıncılık, (Üçüncü Baskı), ISBN 975 –6618 -41–8, İstanbul, 2002.<br />
<br />
<strong>2.</strong>KONA, Gamze Güngörmüş, Batı’da Aydınlanma Doğu’da Batılılaşma, Yansıma Yayınları, ISBN 975 94874 – 4 – 6, Ankara, 1997.<br />
<br />
<strong>Kitap editörlüğü:</strong><br />
<br />
<strong>1.</strong>KONA, Gamze Güngörmüş , ABD’nin Irak Operasyonu’nun Türk Basınından İki Yazar Tarafından Algılanış Biçimi, Okumuş Adam Yayınları-Bahar Yayın Grubu, ISBN 975-8513-74-5, İstanbul, 2005<br />
<br />
<strong>2.</strong>KONA, Gamze Güngörmüş , Uluslararası Çatışma Alanları ve Türkiye’nin Güvenliği, Okumuş Adam Yayınları-Bahar Yayın Grubu, ISBN 975-8513-73-7, İstanbul, 2005.<br />
<br />
<strong>3.</strong>KONA, Gamze Güngörmüş , Orta Doğu – Orta Asya ve Kesişen Yollar, IQ Kültür Sanat Yayıncılık, İstanbul (Üçüncü Baskı). ISBN 975 – 6618 – 92 – 2, İstanbul, 2003.<br />
<br />
<span style="font-weight: bold;">Kitap İçinde Bölüm :</span><br />
<br />
1. KONA, Gamze Güngörmüş (2008). “2000-2008 Dönemi Türkiye’nin Güvenlik Politikaları” (“Türk Dış Politikası, Der. Prof.Dr.Haydar Çakmak)<br />
<br />
2. KONA, Gamze Güngörmüş (2008). “Üçlü Koalisyon Dönemi Türk Dış Politikası” (“Türk Dış Politikası”, Der. Prof.Dr.Haydar Çakmak)<br />
<br />
3. KONA, Gamze, “Türkiye’nin Güvenlik Politikaları ve Stratejik Öngörü Düzeyi”, Uluslararası Güvenlik Sorunları, Dr. Kamer Kasım-Zerrin A. Bakan (Der.), 59-81, Avrasya Stratejik Araştırmalar Merkezi Yayınları, ISBN 975-6362-02-2, Ankara, 2004. <br />
<br />
4. KONA, Gamze, “Orta Asya Bölgesi ve Türkiye’nin Bölgedeki Rolü”, ss. 275 -311, Stratejik Dosyalar, Emin Demirel (Der.), IQ Kültür Sanat Yayıncılık, İstanbul, 2003.<br />
<br />
<span style="font-weight: bold;">Kitap İçinde Bölümler Tam Metin :</span><br />
<br />
1. KONA, Gamze Güngörmüş (2008). “2000-2008 Dönemi Türkiye’nin Güvenlik Politikaları” (“Türk Dış Politikası, Der. Prof.Dr.Haydar Çakmak)<br />
<br />
2000-2008 DÖNEMİ TÜRKİYE’NİN GÜVENLİK POLİTİKALARI<br />
<br />
Soğuk Savaş sonrası dönemin ardından uluslararası sistem kapsamında yaşanan bir dizi radikal değişim, dönüşüm ve kriz anları kimi kez bizleri Soğuk Savaş döneminin en sıcak gelişmelerini dahi özlemle anacak noktaya sürüklemiştir. 1991 sonrası şahit olunan, kimi devletlerce bizzat yaşanan gelişmeler, hız, kapsam ve nicelik gibi açılardan o denli yoğun bir görünüm arz etmişlerdir ki uluslararası sistem bir radikal değişimi tolere edebilmek adına kendisi için gerekli olan olgunluğa erişemeden bir diğer değişimle yüzleşmek durumunda kalmıştır. Soğuk Savaş sonrası dönemde Orta Doğu ve Doğu Akdeniz bölgeleri geçmişte olduğundan farklı bir nitelikte, daha geniş kapsamlı ve kesif kriz noktalarına sahip olurken, Orta Asya, Kafkasya, Balkanlar, Güney Doğu Asya gibi Soğuk Savaş süresince “zoraki sessizlik” yaşayan bölgeler 1991 sonrasında yeni kriz bölgeleri olarak belirmişlerdir. Bu bölgelerin bizim açımızdan en önemli özelliği, Türkiye’yi çevreleyen bir alan oluşturmasıdır. Dolayısıyla Türkiye’nin bu alanların birinde meydana gelebilecek bir değişikliğe tepkisiz kalması düşünülemez. Türkiye’nin pasif bir konumda olması ve herhangi bir rol üstlenmemesi; ne bu bölgeler ne de Türkiye açısından mümkün gözükmektedir.<br />
Türkiye’nin güvenliğini direkt etkileme potansiyeline sahip bu bölgeler sahip oldukları birçok benzerlik açısından dikkat çekmektedir. Bunlar genellikle siyasal olarak istikrarsız alanlardır, çoğu etnik, dini temellere dayanan çatışmalarla çalkalanmaktadır. Ya sıcak çatışmaların ya da patlamaya hazır potansiyel “soğuk savaş”ların yaşandığı durumlar, adı geçen bölgelerin en tipik özelliğidir. Çoğunun geçmişte sömürge dönemi geçirmesi de genel olarak bir benzerlik olmakla beraber bölgelerin günümüz siyasal yapısını şekillendirmede önemli bir etkiye sahiptir. Sömürgeci devletler, bu coğrafyaları etnik, dini, linguistik ve diğer farklılıkları göz önünde bulundurmadan sadece kendi ekonomik ve siyasal çıkarları doğrultusunda parçalamışlardır. Sınırların bu şekilde çizilmiş olması sonu gelmeyen bir çatışma döngüsünü beraberinde getirmiştir. Bu çatışma potansiyeli, uluslararası aktörleri ve küresel güçleri de bu bölgelerle ilgilenmeye itmiş ve uygulanmaya çalışılan politikalar ya da “barış girişimleri” genellikle çözüm getirmek yerine durumu daha da kötüleştirmiştir. Küresel güçlerin bu bölgelere olan ilgisi artarak devam edecek gibi gözükmektedir. Bunun en bariz örneğini ilerde daha geniş kapsamlı değineceğimiz ABD’nin son Irak Operasyonu girişiminde görmekteyiz. Operasyonun sonuçlarının diğer küresel güçlerin dikkatini bölgeye daha fazla çekeceğini söyleyebiliriz. Adı geçen bölgelerdeki devletlerin özellikle sömürge döneminin bir kalıntısı olarak genellikle otoriter hükümetler tarafından yönetildiğini belirtmek gerekir. Bu hükümetler özellikle ABD ve SSBC arasında yaşanan Soğuk Savaş nedeniyle süper güçler tarafından ya desteklenmişlerdir ya da bu rejimlerin varlığı ve politikaları çok fazla sorgulanmamıştır. Dolayısıyla bu devletlerin demokrasi kavramına pek tanıdık oldukları söylenemez. Devletin çıkarları ya da rejimin gereklilikleri halkların hak ve özgürlüklerinden genellikle daha önemli sayılmış ve insanların baskı altına alınmaları ya da temel hak ve özgürlüklerden mahrum bırakılmaları gayet makul karşılanabilmiştir. Demokrasi anlayışının oturmamış olması; çoğulculuk, sivil toplum, insan hakları gibi günümüz liberal anlayışının gereklerinin oluşmamış ya da çok az gelişmiş olduğunu göstermektedir. Değinilmesi gereken başka bir benzerlik de bölge devletlerinin genellikle zengin kaynaklara sahip olmasına rağmen ekonomik yönden gelişmemiş olmalarıdır. Başta petrol ve doğalgaz olmak üzere birçok ekonomik kaynağı barındırmakla beraber bölge devletlerinin bu kaynakların işletilmesinde ya çok az etkin olduğunu ya da bu işi tamamen küresel güçlerin çok uluslu şirketlerine ve konsorsiyumlar(ın)a bıraktıklarını söylemek mümkündür. Dolayısıyla bu devletlerin hem ekonomik hem siyasal hem de güvenlik ile ilgili hususlarda diğer devletlerden büyük oranda etkilendikleri açıktır. <br />
Hemen hemen tümü yukarıda değinilen bu ortak özelliklere sahip yeni dönem kriz bölgeleri sadece kendi bölgelerinde yer alan devletler bağlamında değil ABD, Avrupa Birliği ve Türkiye gibi devlet ve yapılanmaların da güvenliklerine ilişkin bazı önemli unsurlar ifade etmeye başlamış ve ABD, AB, Türkiye adı geçen kriz bölgeleri için zorunlu olarak bir dizi güvenlik politikası geliştirmeye başlamışlardır. Ancak, AB üyesi ülkeler ve Türkiye’ye oranla ABD kendi ulusal güvenlik kaygılarını başlangıçta giderebilmek adına yeni kriz bölgelerine ilişkin daha kapsamlı ve kökten güvenlik politikaları geliştirmiştir. Makale kapsamında 2000 yılından bu güne Türkiye’nin geliştirdiği ve uygulamakta olduğu güvenlik politikaları ele alınacaktır. <br />
Türkiye Soğuk Savaş’ın bitimiyle güvenlik ve dış politika alanlarında ciddi değişimlerle yüzleşmek zorunda kalmıştır. Soğuk Savaş döneminde Sovyetler Birliği’nden gelen tehdit algılaması Batının yanında yer alınarak dengelenebiliyordu. Ama küresel dengelerin değiştiği 1990’larda Türkiye de birçok devletin yaptığı gibi bölgesel sorunlarla daha fazla ilgilenmek zorunda kalmıştır. Irak’ın Kuveyt’i işgalinden sonra yaşanan Körfez müdahalesi ve Irak’ta meydana gelen değişiklikler Türkiye’nin dış politika ve güvenlik gündemini en çok işgal eden konular olmuştur. Kuzey Irak’ta bir Kürt devletinin kurulması ihtimali Türkiye’de sıkça gündeme gelen konulardan biri olmuştur. <br />
Türkiye Soğuk Savaş sonrası dönemde bir çok kriz bölgesinde ABD ile ortak hareket etmiştir. Somali, Bosna ve Kosova müdahalelerinde Türkiye ABD’nin yanında yer almıştır. Bu müdahalelerde Türkiye Soğuk Savaş’tan bu yana süregelen “en güvenilir müttefik” konumunu devam ettirmiştir. Kriz bölgelerinden Balkanlar’da Türkiye Yugoslavya’nın dağılmasıyla bölge ile daha yakından ilgilenmeye başlamıştır. Etnik yapı, din, dil gibi özellikler bakımından büyük farklılıklar gösteren bu coğrafya Yugoslavya’nın dağılmasıyla çatışmaların odağı haline gelmiştir. Farklı dil, din, mezhep ve etnik gruba sahip insanların yanyana yaşadığı bu coğrafya, dağılmadan çok kısa bir zaman sonra savaş alanına dönmüştür. Ortodoks Sırplar, Katolik Hırvatlar ve Müslüman Boşnaklar arasında çıkan savaşta çok ciddi bir etnik temizlik başlamıştır ve bu olay Avrupa’nın göbeğinde olmasına rağmen Avrupa ve Avrupa Birliği üyesi ülkeler olaya sadece seyirci kalmıştır. Türkiye bölgedeki çatışmaların barışçı yoldan halledilmesini ısrarla istemiştir. Rusya’nın vetosuna rağmen, NATO düzeyinde bir harekat düzenleyen ABD ve onun müttefikleri olaya müdahale etmiş ve Dayton Anlaşması ile olaylar durulabilmiştir. Türkiye, bölgede barışın tesis edilmesi hususunda ABD ve NATO ile ortak hareket etmiştir. Kısa bir süre sonra Kosova’da patlak veren olaylar Türkiye’nin bölge ile yeniden yakından ilgilenmesine neden olmuştur. Kosova, Yugoslavya döneminde özerk bir yapıya sahip olmasına rağmen dağılmadan sonraki dönemde statüsünün belirsizliği ve bölgedeki Arnavutlar’ın daha fazla özerklik isteklerine Sırplar’dan sert bir tepki gelmiş ve bölge yine sıcak çatışmaların içine sürüklenmiştir. Avrupa ve Avrupa Birliği’nin Bosna olayında olduğu gibi yine seyirci kalması üzerine Rusya’nın veto çabalarına rağmen NATO düzeyinde ABD’nin öncülük ettiği askeri müdahaleyle olaylar durulabilmiştir. Bosna’nın halen istikrara kavuşturulamaması; bölgenin her an patlamaya hazır bir çatışma potansiyeline sahip olduğunu göstermektedir ki, Türkiye’nin bölgedeki gelişmeleri yakından takip etmesi gerekmektedir. NATO’nun bölgede bulundurduğu barışı koruma birlikleri Türkiye’nin zaten bölge ile ilgili gelişmelerde barıştan yana olduğunu göstermeye yetmiştir. Türkiye’nin bu birliklerde asker bulundurmasının bölge istikrarına katkıda bulunacağını söyleyebiliriz. <br />
Kafkaslar ve Orta Asya’da Türkiye güvenlik açısından Türk Cumhuriyetlerle ilişkilerini yoğun tutmaya çalışmıştır. Özellikle Kafkaslar’da Ermenistan-Azerbaycan arasında Karabağ sorunu yüzünden çıkan çatışmada Türkiye, Azerbeycan’ı açıkça desteklemiştir. Fakat Rusya, Ermenistan’a olan açık desteği ve bölge üzerinde geçmişten beri süregelen etkinliği ile Türkiye’nin etki alanını daraltmıştır. Rusya ile ilişkileri ciddi şekilde gerginleştiren bu olaylar, Türkiye’nin Kafkasya’daki diğer devletler ve Orta Asya’daki cumhuriyetlerle ilişkilerini de etkilemiştir. Rusya, Türkiye’nin Rus-Çeçen çatışmasında Çeçenleri desteklediğini defalarca iddia etmiştir. Bu iddialar karşısında Türkiye’nin benimsediği tavır genel olarak Rusya ile ilişkilerin bozulmamasına gayret gösterme şeklinde olmuştur. Rusya’nın iç meselesi olarak nitelendirdiği bu olaya Rus yönetimi çok sert tepki göstermiş ve Rusya’nın parçalanabileceği telaşı Rus yöneticileri Türkiye’ye karşı tavır almaya itmiştir. Çünkü Orta Asya ve Kafkaslar halen önemli bir Türk nüfusu barındırmaktadır ve Çeçenistan’da meydana gelebilecek bir bağımsızlık hareketi diğer bölgeleri de etkileyebilecektir. Özellikle 11 Eylül 2001 saldırılarından sonra ABD ve Rusya arasında yaşanan yakınlık Rusya’nın bölgede daha rahat hareket etmesini sağlamıştır. Rusya’nın yapacağı müdahalelerde kısa bir süre önce oluşan uluslararası yapının Rusya’ya geniş bir hareket alanı sağladığını untmamamız gerekir. Gerek Azerbaycan, gerek Çeçenistan konularında Türkiye’nin ihtiyatlı olması ve Rus faktörünü göz ardı etmemesi gerekir. Orta Asya’daki Türk Cumhuriyetleri ile olan ilişkilerde de Rus faktörünün hesaba katılması gerekir. Çünkü 11 Eylül saldırılarından sonra bölge üzerindeki ABD-Rus mücadelesinin kısmen de olsa ertelendiğine tanık oluyoruz. Dolayısıyla ABD bölgeye nüfuz edebilmek için Rus gücünü dengeleme adına artık Türkiye’ye 1990’ların başında duyduğu gereksinimi duymayabilir. Yani Türkiye’nin model bir ülke olarak telaffuz edilmesinin ötesinde çok da fazla bir fonksiyonu olmayabilir. Burada bölgede -hem Kafkaslar’da hem de Orta Asya’da- istikrarsızlığın giderilebilmesi için petrol ve doğalgaz kaynaklarının Batı’ya aktarımı önemli bir unsur olacaktır. Ayrıca, ABD’ye Irak operasyonunda açık destek veren Şevardnadze hükümetinin düş(ürül)mesi, Kırgızistan ve Ukrayna’da yaşanan olaylar ABD’nin bölgeye ilgisinin ileride artacağının ve Rusya ile ABD arasındaki ilişkilerin bundan etkileneceğinin işaretlerini vermektedir. Kendi içinde çok parçalı bir yapısı olan Gürcistan’ın ileride ABD için Kafkasya’ya yönelik yeni politikalar benimsemede önemli bir unsur olacağını hatırlatmamız gerekir.<br />
Türkiye’nin yeni kriz bölgelerine ilişkin olarak geliştirdiği politikalar yukarıda açıklanmaya çalışılmıştır. Ancak, Türkiye’nin güvenliği açısından üzerinde daha bir önemle durulması gereken husus; ABD’nin Yeni Orta Doğu Politikası Karşısında Türkiye’nin Orta Doğu bölgesi için geliştirmesi gereken güvenlik politikaları olmalıdır. Çünkü ABD’nin yeni Orta Doğu politikası, yakın gelecekte Türkiye’nin bu bölgeye ilişkin dış politikasını ve ulusal güvenlik politikalarını büyük ölçüde belirleme kabiliyetine sahip bir gelişme olarak karşımıza çıkacaktır.<br />
Türkiye’nin Orta Doğu’daki devletlerle ilişkileri genel olarak uzun süreli ve istikrarlı bir şekilde gelişmemiştir. Çoğu zaman küçük sorunlar dahi devletler arasında önemli krizlere yol açabilmiştir. Bölge devletlerinin rejimlerinin farklılığı ve geçmişten gelen sınır sorunları gibi temel sorunlarına, dışarıdan desteklenen iç sorunlar da eklenince bölge devletleri arasında ciddi bir güvensizlik ortamı oluşmuştur. Türkiye’nin de bölge devletleri ile ilişkileri benzer sebepler yüzünden ilerleme imkanını çok fazla bulamamıştır. Özellikle Suriye, İran gibi komşularımızla ilişkilerimizin genelde uzun soluklu ve olumlu bir şekilde ilerlemesi çok mümkün olmamıştır. Türkiye’nin Soğuk Savaş sonrası dönemde Irak özelinde geliştirdiği politikalarda Kuzey Irak’ta oluşması muhtemel Kürt devletinin temel belirleyici olduğunu söyleyebiliriz. ABD tarafından 36. paralelin uçuşa yasak bölge ilan edilmesi ve bu bölgenin “Çekiç Güç” müdahalesiyle güvenli bölge olarak açıklanması Saddam Hüseyin yönetiminin bölge üzerindeki etkinliğini azaltmış ve bölgedeki Kürtler için olumlu bir ortam oluşturmuştu. Türkiye, özellikle PKK terörü ile ilgilendiği için Kürtler’in buradaki oluşumuna çok fazla tepki göstermemiştir. Ancak, ikinci Irak operasyonunu takip eden süreçte Irak genelinde ve kuzey Irak özelinde yaşanmakta olan Türkiye aleyhine gelişmeler Türk karar alıcılarının politik ve güvenlik gündemini fazlasıyla rahatsız etmektedir.<br />
Bölgenin diğer önemli bir kriz noktası olan Filistin, Türk-Arap ilişkilerini derinden etkileyen önemli bir konu olmuştur. Türkiye’nin Soğuk Savaş’ın önemli bir kısmında ABD ile olan yakın münasebeti nedeniyle İsrail ile ilişkilerini sıcak tuttuğunu söyleyebiliriz. Bu ilişki, Türkiye’nin Orta Doğu’da Araplar’la olan ilişkilerine olumsuz bir etkide bulunmuştur. Araplar - özellikle Mısır ve Suriye - Filistin sorununu Arap milliyetçiliğinin tetikleyicisi olarak kullanmışlar ve dolayısıyla İsrail’e destek veren ya da onunla olumlu ilişki kuran her devletin Araplar’a karşı cephe aldığı fikrini savunmuşlardır. Petrol krizi ve iç politikada yaşanan gelişmelerinin bir sonucu olarak Arap ülkeleriyle ilişkiler kısmen de olsa düzelmiştir. Ancak 1980’lerde İsrail ile geliştirilen ilişkiler 1990’larda savunma alanında imzalanan anlaşmalarla zirveye çıkmıştır. Bu yakın ilişki, Soğuk Savaş dönemine oranla Arap devletlerinin tepkisine çok fazla neden olmamıştır. Çünkü Türkiye geçmişe oranla biraz daha dengeli bir politika takip etmiş ve iki tarafı da ciddi olarak dikkate almıştır. İki taraf arasında yapılacak barış görüşmelerine ev sahipliği yapma teklifinde dahi bulunan Türkiye, Oslo Barış Süreci’ni desteklemiştir. Ne var ki Filistin sorunu herhangi bir çözümle neticelenmemiş ve İsrail bu soruna genellikle terörist örgütlerin yaptığı faaliyetleri temel alarak yaklaşmıştır. 11 Eylül 2001 saldırılarından sonra İsrail bölgede etkinliğini artırmış ve “Güvenlik Duvarı”nın inşasına başlayarak temel kaygılarını Filistin’deki Araplar’ı çevreleyerek gidermeye çalışmıştır.<br />
Türkiye’nin güvenlik politikasını belirleyebilmesi için öncelikle ABD’nin 11 Eylül 2001 saldırılarından sonra nasıl bir yayılma gösterdiğini ve bunun hangi devletleri nasıl etkilediğini belirlememiz gerekir. ABD, genel itibariyle Balkanlar ve Doğu Avrupa’dan sonra Kafkasya ve Orta Asya’ya yerleşmeye başlamıştır ve bunun son ayağını da Irak müdahalesi sonrası Orta Doğu oluşturmaktadır. ABD’nin askeri varlığı tarafından çevrelenen unsurları şöyle sıralayabiliriz: Çevrelenen Rusya: Doğu Avrupa, Orta Asya ve Kafkasya’dan; Çevrelenen Avrupa Birliği: Doğu Avrupa ve Balkanlar’dan; Çevrelenen Çin: Orta Asya’dan (gelecek için); Çevrelenen Arap dünyası: Orta Doğu’dan; Çevrelenen Türkiye: Orta Asya, Kafkasya, Orta Doğu ve Balkanlar’dan.<br />
ABD, yeni Orta Doğu politikasını hayata geçirmeye çalışırken, Türkiye’den kendisine destek vermesini istemiştir. Orta Doğu devletlerinin büyük oranda demokratik değerlere kavuşmasını amaçlayan bu politikanın hedefi genel olarak Araplar’ın bulunduğu yerlerdir. Ancak bunun içine Kuzey Afrika ve ileride ABD’nin belirleyeceği muhtemel coğrafyaları da ekleyebiliriz. Türkiye’nin böyle bir projede yer alması kriz bölgelerinin sorunlarının önemli ölçüde azalması için önemli bir fırsat olabilir. Fakat Türkiye’nin bu projenin neler getireceği husususunda ihtiyatlı davranması ve iyi bir muhasebede bulunması gerekir. Türkiye, Orta Doğu’daki devletlerle ilişkilerini yeniden gözden geçirme ihtiyacını hissedebilir. İlişkilerin gerginleşme ihtimali ileride birtakım sorunlara yol açabilir. Türkiye’nin 1950’lerde Arap devletleri tarafından Batı emperyalizminin ve ABD’nin bir unsuru olduğu yönündeki algılamayı unutmamamız gerekir. Türkiye’nin bu demokratikleştirme çabalarında hedefin devletler ve rejimler değil, toplumsal yapıların demokratikleştirilmesi olduğuna once kendisi ikna olmalıdır. Aksi durumda, Arap milliyetçiliği Türkiye’yi emperyal amaçları olduğu iddiasıyla suçlayabilir. Türkiye’nin ilişkilerinde en çok sorun yaşayabileceği iki devlet Mısır ve İran olabilir. Çünkü, İran toplumsal yapısı ve rejimi itibariyle demokrasiye uzak ancak, halkının önemli bir kısmının bu iki unsuru da arzuladığı bir yapıya sahiptir. Mısır ise Arap dünyasının ve Orta Doğu’nun liderliğine oynayan bir devlet konumundadır. Dolayısıyla ABD tarafından başlatılacak bu girişim Mısır’ın pozisyonunu olumsuz etkileyebilir. <br />
Orta Doğu’nun önemli bir kriz bölgesi olan Filistin sorununda da Türkiye politikasını tekrar gözden geçirmelidir. ABD’nin yaymayı düşündüğü demokrasi fikrinin genel olarak güvenlik sebeplerinden kaynaklandığı ortadadır. Ancak demokratikleşme kavramının İsrail tarafından nasıl algılanacağı önemlidir. Bu kavramın “Halkların self determinasyonu” fikrini taşıması halinde Filistin’deki Araplar’a devlet kurma hakkının verilip verilmeyeceği bölgenin geleceği açısından önemlidir. İsrail’in güvenlik kaygılarını öne çıkararak daha sert önlemler alması da ihtimal dahilindedir. İsrail’in tercihi ve ABD’nin samimiyeti ve etkinliği Türkiye’nin politikasında önemli etkilere sahip olacaktır. Bu arada Türkiye’nin İsrail ile ilişkilerinin artması ve bu ilişkilerin ABD ve NATO eksenine göre şekillenmesi beklenebilir. <br />
Bölgenin daha da istikrarsız olabileceği ihtimalini de göz önünde bulundurmamız gerekir. Çünkü uygulanacak politikalar çerçevesinde; Irak’ı takiben ileride diğer bir Orta Doğu devletinin ya da devletlerinin topraklarının bölünüp bölünmeyeceği hususu kesin bir şekilde açıklanmamıştır. Türkiye’nin böyle bir kaygıyı genelde Orta Doğu, özelde ise Kuzey Irak için taşıması ve politikalarını bu eksende belirlemesi yerinde olacaktır. ABD, kendi politikaları gereği Irak’ı takiben hedef seçeceği diğer devletlerin parçalanmasına göz yumar ya da bunu desteklerse Türkiye nasıl bir duruş benimseyecektir? ABD ve NATO’yu karşısına alabilecek midir? İleride böyle sorular sormamamız için Türkiye’nin bugünden itibaren ABD’nin niyetini açıkça sorgulamasında yarar vardır. Çünkü ABD yarın demokratikleştirme derken “Halkların self determinasyonu”nun da politikanın bir gereği olduğunu açıklar ve bu hakkın Orta Doğu’da mevcut diğer azınlıklara da verilmesi gerektiğini savunursa Türkiye’nin güvenlik politikasında ciddi bir revizyon gerekebilir. <br />
Böyle bir girişimin Orta Doğu devletlerinin genelinde Baas Partisi’nin ideolojisine sahip parti ya da görüşleri ortaya çıkarabileceği unutulmamalıdır. Çünkü bölgesel bir savunma örgütü olarak kurulan Bağdat Paktı’nın bir üyesi olan Irak, 1958 yılındaki devrimden sonra Baas ideolojisinin etkinlik kazandığı bir devlet haline gelmiş ve rejim Batı karşıtı bir söylemi Arap miliyetçiliğinin temeline yerleştirmiştir. Ayrıca Orta Doğu’da genel olarak çoğunluğun yönetime katılmadığı gerçeğini dikkate almak gerekir. Irak operasyonu sonrası gördüğümüz gibi, halktan her kesimin yönetime katılacağı bir yapının Orta Doğu’da tutunabilmesi gayet zordur. Çünkü otoriter bir başkan ya da parti tarafından bastırılarak yönetilen bir halkın tamamen özgür kılınması sonucu bu özgürlükleri nasıl kullanacağı belirsizdir. Bir devletin içindeki halklar Irak örneğinde olduğu gibi hakimiyetin yalnız kendilerine ait olduğunu iddia edip çatışmaya dahi girebilirler.<br />
ABD’nin Orta Doğu politikasına destek vermesi Türkiye’nin NATO’daki etkinliğini ve konumunu güçlendirebilir. Türkiye’nin özellikle İngiltere ile ve ABD yanlısı Avrupa Birliği ülkeleri ile ilişkilerinde bir gelişme söz konusu olabilir. Ancak, bu politikanın, Türkiye’nin Nato kapsamındaki görev ve sorumluluklarını ve ayrıca Türkiye-Avrupa Birliği ilişkilerini ne yönde etkileyeceği belirsizdir. NATO’nun da muhtemelen rol alacağı düşünülürse, bu kadar geniş bir coğrafyaya yayılan NATO’nun etkinliğinde azalma olabileceği ihtimalini göz önünde bulundurmamız gerekir. Ayrıca bu demokratikleştirme faaliyetleri kapsamında şiddetin ve anti-demokratik yöntemlerin kullanılmamasına dikkat edilmelidir. Orta Doğu’daki devletlerin toplumsal yapıları kadar ordularının da ileride demokratik oluşumu yıkamayacak bir olgunluğa erişmeleri sağlanmalıdır.<br />
Sonuç olarak, dünya artık eski dünya değildir. Soğuk Savaş dönemi sonrasında eski sorunlu bölgelerdeki krizler nicelik ve nitelik itibarıyla yoğunlaşmış ve bunlara ek olarak Türkiye açısından yeni kriz bölgeleri belirmiştir. Bu makale, bu kriz bölgelerinin ve krize dönüşmesi muhtemel sorunların neler olduğunun, Türkiye’nin güvenlik politikalarında ne türden dönüşümlerin beklenildiğinin somut birer ifadesi olarak anlaşılmalıdır.<br />
<br />
2. KONA, Gamze Güngörmüş (2008). “Üçlü Koalisyon Dönemi Türk Dış Politikası” (“Türk Dış Politikası”, Der. Prof.Dr.Haydar Çakmak)<br />
<br />
ÜÇLÜ KOALİSYONUN DIŞ POLİTİKASI (2000-2008 DÖNEMİ TÜRK DIŞ POLITIKASI)<br />
<br />
Türk Dış Politikası kapsamında adeta gelenekselleşen “koalisyon hükümetleri verimsizdir“ inancı DSP-ANAP-MHP koalisyon hükümeti döneminde de pekişerek devam etmiştir. Büyük bir destek ve umutla başlayan süreç, yaşanan iç siyasal çalkantılar ve 2000-2001 mali krizleri gibi iki başat nedenle sona ermiştir. Bu makale kapsamında koalisyon hükümetinin dış politik icraatları ve dış politikayı dolaylı yoldan etkileyen iç politik uygulamaları açıklanacak, koalisyon hükümetinin dış politik tavrını etkilemeyen hiç bir hususa değinilmeyecektir.<br />
DSP-ANAP-MHP Koalisyon Hükümeti Döneminde Mali Krizler ve Dönemin Dış Politikası Üzerindeki Etkisi<br />
Koalisyon hükümeti döneminde Türk dış politikasını doğrudan etkileyen konulardan biri 2000 ve 2001 yıllarında yaşanan mali krizlerdir. ANAP-DSP Koalisyon Hükûmetinin IMF ile başlattığı ve 1998 Temmuz ayında imzalanan Yakın İzleme Anlaşması ile sonuçlanan görüşmeler, son on yıllık dönemi kapsayacak olan en uzun dönemli (1998-2008) Türkiye-IMF ilişkilerinin başlangıcını oluşturmaktadır. Yakın İzleme Anlaşmasının ek metni olan Ekonomik Politikalar Bildirgesi’nde yer alan kararlara göre hükümet, bankacılık ve sosyal güvenlik alanlarında yapısal değişiklikler getiren yeni yasal düzenlemeler yapacak, tahkim ile ilgili Anayasal değişiklikler gerçekleştirecek, özelleştirmede POAŞ, THY, ERDEMİR hisselerini satacak, TEDAŞ dağıtım işletmelerinin işletme haklarını devredecek, TELEKOM’da % 49 hissesini satacaktı, 1999 sonuna kadar mevcut tarımsal destekleme araçlarının tümünü yürürlükten kaldıracaktı. Ancak, Yakın İzleme Anlaşması’nın uygulamasının beşinci ayında, Ekonomiden Sorumlu Bakan Bakanlık görevinden alındı. Hükümet istifa etti ve Nisan 1999 tarihinde bir azınlık hükûmeti oluşturuldu. DSP azınlık hükûmeti seçimler sonrası oluşacak hükûmetin Yakın İzleme Anlaşmasındaki hedefleri koruyacağı güvencesini taşıyan bir ‘Anlayış Birliği Mutabakatı’nı IMF ile 1999 Ocak sonunda imzaladı. DSP-ANAP-MHP koalisyon hükümeti güven oyu aldıktan kısa bir süre sonra Ekonomik Politikalar Belgesi’nde verilmiş olan dört taahhüdü yerine getirmek üzere harekete geçti. Haziran ayında TBBM’de Bankacılık Yasası (BDDK’nın kurulması - Bankacılık denetim ve gözetim yetkisinin Hazineden alınması) görüşüldü. Hemen arkasından SSK Yasası gündeme geldi ve kabul edildi. Daha sonra Anayasa değişikliği gerçekleştirilerek tahkim uygulamasının önündeki engeller kaldırıldı. Temmuz-Aralık 1999 dönemi içinde tarımsal kesimde uygulanan destekleme araçları birbiri ardınca Bakanlar Kurulu kararları ile yürürlükten kaldırıldı. 1997 Kasım ayında başlatılan bir süreç iki yıl sonra orta vadeli bir istikrar ve yapısal reform programına dönüştü. Fakat Programın uygulaması 2000 Kasım/2001 Şubat krizlerine yol açtı. <br />
Kısaca; 1999 yılında kurulan DSP-ANAP-MHP hükümeti de bir stand-by ile işe başlamış, kısa vadede ortaya muhteşem bir tablo çıkmış fakat daha sonra yapısal reformları rafa kaldırdıkları için, ekonomiye zararı çok daha fazla olmuştur. En basit özelleştirme konusunda bile anlaşamayarak, çok daha önemli reformları yapamayacaklarını net bir şekilde ortaya koymuşlardır. Tam liberalleşme yapılamayarak özelleştirme işlemleri istenen düzeyde olmamış ve yabancı sermayeye tam serbesti sağlanamamış, sonuçta da bu hükümet 2001 ekonomik krizinden sonra uzun süre iktidarda kalamamıştır. 2001 krizinden sonra Dünya Bankası’ndan Kemal Derviş gelerek, Ekonomi Bakanı olmuş ve IMF’nin Türkiye’ye verdiği krediyi 30 milyar dolara kadar yükseltmiştir. Bu arada birçok bankaya el konmuş ve yabancı banka ve kuruluşların ve alacaklarının ödenmesi devletçe garanti edilmiştir, fakat kanımızca IMF yine tam tatmin olamamıştır. <br />
DSP-ANAP-MHP koalisyon hükümetinin bir anlamda sonunu getiren fakat ekonomik bağlamda bir sonraki hükümete olumlu anlamda miras bıraktığı ekonomi politikalarını Erol Tuncer Vatan Gazetesi’ne vermiş olduğu mülakatta farklı bir bakış açısıyla şu şekilde özetlemektedir : “Hangi iktidar gelse temelleri bir önceki hükümet tarafından atılan, bu ekonomik istikrar programını sürdürmek zorunda kalacaktı. Aslında AKP iktidara geldiğinde, yaklaşık bir 6 ay kadar, IMF uygulamasından çıkmayı ciddi olarak denedi. Ancak, 5-6 ay sonra görüldü ki, IMF’den kurtulmanın en iyi yolu, bu istikrar programını uygulamaktır. Bu anlamda Kemal Derviş AKP’nin şansı oldu denilebilir. AKP’nin başka bir şansı daha oldu; sıkıntılı günler DSP-ANAP-MHP koalisyon hükümeti döneminde atlatıldı... Ama tam istikrar programının meyvelerini toplamaya başlayacakları sırada erken seçim kararı verildi ve AKP iktidara geldiğinde olumluya dönmüş bir tabloyla karşılaştı. Bu da AKP için büyük bir şanstır…” <br />
DSP-ANAP-MHP Koalisyon Hükümeti Döneminde Türkiye-AB İlişkişleri<br />
DSP-ANAP-MHP koalisyon hükümetinin bir diğer dış politika çıktısı AB-Türkiye ilişkileri bağlamında kendini göstermiştir. Bülent Ecevit, 1999 yılı yazında aday sayılma talebinde ve Kopenhag siyasî kriterlerini yerine getirme taahhüdünde bulunur. 1999 Aralık ayında ise Türkiye’nin aday sayıldığı Helsinki Zirvesi yapılır; o sırada DSP-ANAP-MHP koalisyon hükümeti iktidardadır. Helsinki’de yapılan AB Zirvesi’nde Türkiye’nin adaylığı resmileşirken, adaylık sürecinin işlemesi için bazı konuların çözümlenmesi koşul olarak öne sürülmüştür. Kıbrıs ve Ege meselelerinin halli de bu konuların arasında yer almıştır. Bu koşula göre; Türkiye ve Yunanistan arasındaki sorunlar uzlaşı yolu ile çözülecek, çözülmez ise sorunu Avrupa Konseyi ele alacaktı. Yunanistan bu şartı mevcut sorunların doğrudan Adalet Divanı’na gideceği şeklinde yorumlarken, Türkiye bu şekilde yorumlanamayacağını belirtmiştir. Türkiye’yi Lüksemburg’da dışlayan AB Helsinki’de neden bu tavır değişikliğine başvurmuştur? Nedenlerden ilki, Türkiye’nin Kopenhag Kriterleri kapsamında gerçekleştirdiği bir dizi düzenlemenin AB nezdinde olumlu etki yaratmasıdır. İkinci neden, Almanya’da Hristiyan Demokratların yerine Sosyal Demokratların iktidara geçmesiyle birlikte Almanya’nın Türkiye’nin AB üyeliğine sıcak bakmaya başlamasıdır. Üçüncü neden, Lüksemburg Zirvesi’nin ardından AB ile ilişkileri siyasi yönden askıya alan Türkiye’yi AB üyesi ülkelerin istediği gibi yönlendirebilme şansından uzak kalmalarıdır. Son neden ise, Türkiye’nin AB üyeliğine tam destek veren Clinton yönetiminin AB üyesi ülkeleri bu alanda etkileme gücünün sonuç vermesidir. <br />
Koalisyon hükümeti döneminde AB üyeliği kapsamında yaşanan tüm bu olumlu gelişmelere karşın bir dizi olumsuz gelişmeden de söz etmek yerinde olacaktır. 1999 yılı Haziran ayında Köln’de yapılan Avrupa Konseyi toplantısında AB’nin özellikle kriz çözümlerine yönelik olarak oluşturmayı hedeflediği Avrupa Güvenlik ve Savunma Politikası’nın (AGSP) temelleri atılmıştı. Bu doğrultuda AB, AGSP’yi oluşturabilmek için sahip olduğu kaynakların yeterli olmayacağını öne sürerek NATO’nun imkan ve kabiliyetlerinden yaralanmayı kararlaştırmıştır. Bu durumda, AB üyesi olmayan fakat NATO üyesi olan Türkiye operasyon aşamasında karar zemininde değil danışma zemininde (o da bazı koşullarda) yer alacaktı. Kıbrıs ve Yunanistan gibi konularda Türkiye’nin bu sürecin dışına itilmesi Türk karar alıcılar tarafından hoşnutsuzlukla karşılandı. Bu hoşnutsuzluğun kısmi telafisi ancak Aralık 2002 Kopenhag Zirvesi’nde yapıldı. Bu Zirve’de alınmış olan karar neticesinde Türkiye’ye AGSP’nin NATO üyesi bir ülkeye karşı kullanılmayacağı sözü verilmiş ve Kıbrıs Rum Yönetimi’nin bazı meselelerde NATO kaynakları kullanılarak düzenlenecek AB operasyonlarında yer almaması kararlaştırılmıştır. Bunun yanı sıra, 1999 Helsinki Zirvesi ile aday ülke statüsü tanınan Türkiye’nin Avrupa Birliği’nden alacağı mali yardımlarda insan hakları konusunun iyileştirilmesi şartına bağlanmıştır. Ayrıca, Koalisyon hükümeti döneminde Avrupa Birliği’ne ilişkin olarak alınan kararlar ve yapılan reformlar AB üyesi ülkeleri hoşnut ederken Türkiye’nin farklı kurumları arasında görüş ayrılıklarına yol açmıştır. Bilindiği gibi Türkiye'deki ilk reform paketleri DSP-ANAP-MHP koalisyon hükümeti zamanında geçmiştir. Kemal Derviş'in Türkiye'ye gelip ulusal programı yapması ile sadece ekonomik liberalleşme değil, siyaseten de liberalleşme reformlarının temeli atılmıştır. 1999 önemli bir milattır. 2001 mali krizi ve bunun getirdiği yeniden yapılanma önemli bir başka milattır. 1999'dan sonra, özellikle Türkiye-AB ilişkileri farklı bir düzleme geçtiği zaman, yani resmi olarak aday üye ilan edildikten ve AB ile olan ilişkilerinde ulusal program, katılım anlaşması belgesi ortaya çıktıktan sonra, Türkiye'de hem asker hem de dışişleri içinde çatlaklar başlamıştır. Genel olarak bu iki geleneksel kurum üçe bölünmüştür: Avrupacılar, Amerikancılar ve milliyetçi çizgi Asyacılar. Amerika taraftarları çok fazla ses çıkarmadılar, çünkü Amerika'nın özellikle 11 Eylül'den sonraki karnesine bakınca çok fazla tutulabilir yanı yoktu. Diğer yandan, İran ve Rusya'ya yaklaşalım diyen Avrasyacılar da çok fazla kabul görmedi. O yüzden bir yerde gerek dışişleri gerekse asker içinde AB yandaşlarının epeyi yol aldığını görüyoruz ve bu çatlağın daha fazla büyüdüğünü görüyoruz. <br />
Lüksemburg’da dışlanan Türkiye, Helsinki’de “aday ülke” sayılmış ve Katılım Ortaklığı Belgesi’ni imzalayarak Ulusal Program hazırlamayı taahhüt etmiştir. Bunun sonucunda, süreç içerisinde; idam cezası kaldırılmış, ana dilde yayın ve eğitim hakkı tanınmış, düşünce özgürlüğü önündeki engeller önemli ölçüde kaldırılmış, MGK sivilleştirilmesi kararı öneri haline getirilmiş, OHAL kaldırılmış, DGM’ler kaldırılmış, Dernekler Kanunu liberalleştirilmiş, AİHM kararları gereği yeniden yargılama yapılmış, işkenceye son verilmiş, AİHS’ye ekli bütün protokollere taraf olunmuş, insan hakları konularında uluslar arası hukuk kurallarının iç hukuk kurallarına önceliği sağlanmıştır. <br />
DSP-ANAP-MHP Koalisyon Hükümeti Döneminde Türkiye-ABD İlişkişleri<br />
DSP-ANAP-MHP koalisyon hükümetinin bir diğer dış politika çıktısı ABD-Türkiye ilişkileri bağlamında kendini göstermiştir. ABD bu dönemde PKK’yı etkinsizleştirme, Hazar petrolünün Bakü-Ceyhan boru hattıyla Türkiye üzerinden pazarlanması ve BAB, AB ve AGSP gibi konularda Türkiye’ye tam destek verdi. İnsan hakları konusunda Türkiye’ye Avrupa devletleri gibi dayatmacı bir tutum içinde olmadı. Kasım 1999 AGİT Zirvesi’nde Türkiye’ye verdiği destek iyice belirginleşti. Abdullah Öcalan’ın 1998 yılında Suriye’den çıkarılması ile başlayan ve 15 Şubat 1999’da Türkiye’ye getirilmesiyle neticelenen süreçte ABD’nin muhtemel katkısından söz etmemek mümkün değildir. ABD tarafından Türkiye’ye belirtilen hususlarda verilmiş olan destekte bazı konuların pay sahibi olduğunu belirtmekte yarar görüyorum. Rusya’nın ikinci Çeçenistan müdahalesiyle belirginleşen Kafkasya’da nüfuz genişletme çabaları, dağılmanın ardından “arka bahçesi” olarak nitelendirdiği Orta Asya’da başat güç olma arzusunun engellenmesi, Kafkasya ve Orta Asya’da yer alan enerji kaynaklarının Batı pazarlarına aktarılmasında tek yetkili devlet olma hedefinin engellenmesi, Irak’ta Saddam rejimini yakından denetleyebilmek için İncirlik hava üssünü istediği şartlar alında ve zamanda kullanma ihtiyacının karşılanması gibi konularda ABD doğal olarak Türkiye’nin desteğine ihtiyaç duymuş ve ilişkilerini geliştirme yoluna gitmiştir. Bu bağlamda, 1999 yılında dönemin Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel NATO toplantısı nedeniyle, dönemin Başbakanı Bülent Ecevit ise dönemin ABD Başkanı Bill Clinton’un daveti üzerine ABD’yi ziyaret etmişlerdir. Hemen ardından, yine 1999 yılı içinde Kasım ayında AGİT Zirvesi için İstanbul’a gelen Başkan Clinton Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde yaptığı konuşmada iki ülke ilişkilerine yönelik gayet olumlu mesajlar vermiştir. <br />
Diğer taraftan Türkiye DSP-ANAP-MHP koalisyon hükümeti döneminde; Balkanlar’da, Irak ve İran politikaları özelinde, Kafkaslar ve Orta Asya’da benimsediği politikalar genelinde, İsrail ile ikili ilişkiler bağlamında ABD politakalarının destekleyicisi olmuştur. ABD 1999’da meydana gelen Yugoslavya krizinde ABD ile ortak politikalar geliştirmiş ve uygulamıştır. ABD önderliğinde Nato üyesi ülkelerin uçaklarıyla başlatılan bombalamanın ardından Yugoslavya direncini artırınca ABD Türkiye’deki üsleri de kullanmak istedi. Bu istek üzerine Türkiye Bandırma ve Çorlu’daki üslerini ABD’nin kullanımına açtı. ABD’nin Saddam rejimini devirebilmek ve İran’ı bölge politikalarında etkinsizleştirmek amacıyla bu iki ülkeye yönelik olarak uyguladığı çifte çevreleme politikasına Türkiye tam destek vermiştir. Dönemin ABD Savunma Bakanı William Cohen tarafından 1999 yılında Irak’ta Saddam rejimi devam ettiği sürece Çekiç Güç’ün kaldırılmayacağına ilişkin olarak yapılan açıklama Türkiye’de oluşturulduğu ilk günden beri huzursuzluk yaratan bu konuda dahi Türk yetkililerinin olumsuz bir karşı açıklaması ile neticelenmemiştir. ABD’nin Doğu Akdeniz ve Orta Doğu’da etkinliğini daha da artırmasıyla neticelenen Türkiye-İsrail ilişkilerinin güçlendirilmesi süreci bu döneme belirgin bir biçimde damgasını vurmuştur.<br />
DSP-ANAP-MHP Koalisyon Hükümeti Döneminde Türkiye-Orta Doğu Ülkeleri İlişkileri<br />
İran’ın İslami rejimini ihraç etmesi ihtimalinden duyulan kaygı, Kemalist aydınların katledilmesinde ya da katledenlere verilen destek sürecinde İran’ın dahli olduğu şüphesi, Türk Hizbullahı üzerindeki olası İran etkisi, PKK militanlarına İran tarafından verildiği iddia edilen destek gibi konular Türkiye- İran ilişkileri kapsamında her dönem değerlendirmeye tabi tutulmuştur. Koalisyon hükümeti döneminde tüm bu belirtilen kökleşmiş sorunlar etkinliğini korurken fiili olarak, ikili ilişkiler kapsamında üç temel sorun kendini göstermiştir. Bunlardan ilki, 1999 yılı Temmuz ayında İran sınır birlikleriyle Türk hava kuvvetlerine ait uçaklar arasında, Türk yetkili makamlarınca İran’da bulunduğu addia edilen PKK kampları nedeniyle doğan sıcak çatışma meselesidir. İkincisi yine 1999 Temmuz’unda İran’daki rejim muhaliflerinin İran’daki mollalara karşı protestolarını destekleyici açıklamada bulunan Başbakan Bülent Ecevit’in İran’ın Türkiye’ye yönelik tavrını keskinleştirmesine elverişli bir ortam sağlamış olmasıdır. Tüm diğer gerginlikler gibi kısa bir süre sonra unutulan bu iki gerginliğin ardından ilişkiler eski görünüme kavuşmuştur.<br />
Özellikle 1990’ların ikinci yarısından itibaren giderek kesifleşen Türkiye-İsrail ilişkileri DSP-ANAP-MHP koalisyon hükümeti tarafından da derinleştirilerek devam etmiştir. İkili ilişkiler; İkinci İntifada esnasında İsrail’in sertlik politikası, bir İsrailli Bakan’ın Ermeni soykırımı iddialarını gündeme getirmesi gibi iki küçük olumsuzluğun dışında üst düzey resmi ziyaretler çerçevesinde, özellikle de askeri alanda artarak devam etmiştir.<br />
DSP-ANAP-MHP koalisyon hükümeti öncesinde yüzleşilen bir dizi iç politik gelişmenin ardından yaşanan 28 Şubat 1997 sürecini takip eden dönemde Türk Genelkurmayı irtica ve bölücü terör tehdidini birinci öncelik olarak tespit etmiş ve bölücü teröre destek veren İran ve Suriye’ye karşı askeri güç kullanma ihtiyacının hasıl olabileceğini ifade etmiştir. Bu ifadenin ardından dönemin Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Atilla Ateş’in “Suriye sabrımızı taşırmaktadır” şeklindeki açıklaması iki ülke ilişkilerini iyiden iyiye gerginleştiren unsurlar arasındaydı. Türkiye’nin bu kararlı askeri ve politik tutumunun ardından Öcalan Suriye’yi terk etmek zorunda kalmıştır. Suriye devlet başkanı Hafız Esad’ın ölümünün ardından Beşar Esad’ın yönetimi üstlenmesiyle birlikte Suriye ile ilişkiler yumuşamaya başlamıştır.<br />
Türkiye’nin DSP-ANAP-MHP koalisyon hükümeti döneminde Irak ile ilişkiler ise daha çok ABD’nin Saddam ve Kuzey Irak politikası çerçevesinde şekillenmiştir. Bu dönemde daha çok ABD’nin Irak politikalarını uygulamasında kolaylık gösteren bir tavır benimseyen Türk dış politikası karar alıcılarının bu ilişkiler bağlamındaki başlıca hedefi; düzenlenmesi kuvvetle muhtemel Irak operasyonunun ardından belirecek yeni Irak, yeni Kuzey Irak ve Türkiye üçgeninde ABD’nin mümkün olduğunca Türkiye’yi kollayan politikalar geliştirmesini ve uygulamasını sağlamaktı. <br />
DSP-ANAP-MHP Koalisyon Hükümeti Döneminde Türkiye-Balkan Ülkeleri İlişkileri<br />
DSP-ANAP-MHP koalisyon hükümeti döneminde Türkiye-Yunanistan İlişkilerinin yumuşaması; Abdullah Öcalan’ın 1999 yılında Kenya’daki Yunanistan Büyükelçiliği’nde yakalanmasının ardından Yunanistan’ın Türrkiye’ye PKK dahil terör eylemleri uygulayanlara destek politikasını gözden geçirmesi, Türkiye’de yaşanmış olan yıkıcı Ağustos 1999 depremi ardından Yunanistan’ın Türkiye’ye yönelik sıcak tavrı, dönemin iki ülke Dışişleri Bakanları İsmail Cem ve Yorgo Papandreu’nun gayet dostane temasları, o dönem iktidarda bulunan Kostas Simitis hükümetinin yönetim kadrosunda yer alan Türkiye aleyhtarı karar alıcıları etkinsizleştirmesi gibi başlıca dört temel sebebe dayanmaktaydı. Kıbrıs ve Ege Denizi’ni ilgilendiren tüm sorunlar niteliğini ve varlığını korumakla birlikte Türkiye-Yunanistan ilişkileri bu dönemde iyi niyet çerçevesinde yürütülmüştür. <br />
DSP-ANAP-MHP koalisyn hükümeti döneminde Balkan coğrafyası kapsamında diğer bir dış politika uygulamamız 1999 yılında meydana gelen Kosova krizi bağlamında gerçekleştirilmiştir. Türkiye bölgeye yönelik Nato girişimini desteklemiş, Arnavutluk’a askeri birlik göndermiş, Belgrad yönetiminin etnik temizlik uygulayacağı endişesiyle Makedonya topraklarına geçen mültecilerin bir kısmına kapılarını açmış, diğer kısmına ise insani yardımda bulunmuştur. Ayrıca Türkiye bu dönemde ABD’nin Balkanlar’da en büyük destekçisi olmuştur. <br />
DSP-ANAP-MHP Koalisyon Hükümeti Döneminde Türkiye-Rusya Federasyonu/Orta Asya Cumhuriyetleri/Kafkasya Ülkeleri İlişkileri<br />
Koalisyon hükümeti döneminde Orta Asya Cumhuriyetleri (OAC) ile Türkiye arasında gelişen ilişki daha çok eğitim ve kültür alanında kendisini göstermiştir. OAC kapsamında açılan Türk okullarının sayısı Başbakan Bülent Ecevit’in de desteği ile artış göstermiştir. Kültürel ve tarihi ortaklığa yapılan vurgu temelinde yürütülen ilişkilerde Türkiye leyhine ekonomik ve siyasal bir gelişmeden söz etmek bu dönem için mümkün olmamıştır. Daha çok siyasal açıdan istikrarlı, ekonomik açıdan ise güçlü ve istikrarlı, kendileri için sermaye sağlayabilecek, yoğun yatırımlar gerçekleştirebilecek ve Rusya Federasyonu karşısında güçlü durmalarını sağlayacak Batılı devletlerle ilişki geliştirmeye yönelen OAC’ın Türkiye ile olan ilişkileri tüm bu nedenlerle eski seviyesine ulaşamamıştır.<br />
Kafkasya’da ise Ermenistan diaspora politikasını başarıyla devam ettirerek Türkiye’yi dış politik alanda daha kırılgan duruma getirmiş, Azerbaycan’la ilişkiler “İki devlet bir millet” şeklindeki duygusal kavramsallaştırmadan öteye gidememiş, Gürcistan’la ise ilişkiler her dönem olduğu gibi Rusya Federasyonu’nun gölgesinde devam etmiştir. Bu dönemde Türkiye için Kafkasya politikası bağlamında en olumlu gelişme Baku-Tiflis-Ceyhan boru hattının gelecek dönemde Türkiye’ye getirebileceği olumlu kazanımların hesabı olmuştur. <br />
Rusya Federasyonu ise 1999 yılında ikinci Çeçenistan operasyonunu başlatmış ve bu süreçte Türkiye’nin Çeçen direnişçilere lojistik ve maddi destek sağladığını ifade etmiştir. Türkiye kamuoyunun birinci Çeçen Savaşı’ndan daha az bir tepkiyle karşıladığı ve Rusya Federasyonu’nu daha mutedil bir hava içinde eleştirmeyi yeğlediği ikinci Çeçen Savaşı süreken Başbakan Bülent Ecevit 1999 yılı Kasım ayındaki Rusya gezisini iptal etmeyerek gerçekleştirmiştir. Bu gelişmenin yanısıra; Abdulllah Öcalan’ın Ekim 1998 yılında Suriye’yi terk etmesinin ardından Rusya’ye gelmesi, sığınma talebinde bulunması ve Duma’nın aldığı bir kararla sığınma hakkı tanınması için dönemim Rusya Devlet başkanı Boris Yeltsin’e çağrıda bulumasıyla iki ülke arasındaki ilişkiler gerginleşmiştir. Türkiye’nin abartılı olmayan tavrı neticesinde Öcalan burada barınamamış ve İtalya’ye gitmiştir.<br />
Dış politikada bu makale kapsamında ifade edilmeye çalışılan olumlu sayılabilecek gelişmeler yaşanırken iç politikada gayet çalkantılı bir sürece girilmiştir. Başbakan Bülent Ecevit’in hastalığı, yolsuzluk olayları, hükümet içi anlaşmazlıklar, Başbakan Yardımcısı Hüsamettin Özkan, Dışişleri Bakanı İsmail Cem ve Ekonomiden Sorumlu Devlet Bakanı Kemal Derviş’in önderliğini yaptığı parti içi muhalefetin yükselmesi DSP-ANAP-MHP kolalisyon hükümetinin sonunu getirdi. Erken seçim kararı alındı ve 2002 yılının Kasım ayında yapılan seçimlerde AKP hükümeti Meclis' de çoğunluğu elde ederek tek başına iktidar oldu.<br />
Kaynakça <br />
“IMF Gözetiminde 10 Uzun Yıl 1998-2008 : Farklı Hükümetler Tek Siyaset”, Bağımsız Sosyal Bilimciler Raporu, Haziran 2006, İşletme ve Finans Dergisi, www.isletme-finans.com<br />
<br />
Erdinç, Yaşar (2004). “Stand-by Yeterli mi”, 08.08.2004, www.aksam.com.tr<br />
<br />
Altıer, Selahattin (2007). Stratejik Rapor:“Globalleşme (Küreselleşme) fikirlerinin doğuşu ve gelişimi”, 05.07.2007, www.21yyte.org<br />
<br />
Tuncer, Erol (2007). “İstikrar Programı AKP’ye Yaradı”, 09.07.2007, www.vatan.com.tr<br />
<br />
Sönmezoğlu, Faruk (2006). II: Dünya Savaşı’ndan Günümüze Türk Dış Politikası, İstanbul, Der Yy., 2006.<br />
<br />
Sözen, Ahmet (2007). “Kıbrıs Sorununun Çözüm Süreci Hareketlenecek”, 24.01.2007, www.abhaber.com<br />
<br />
Günuğur, Haluk (2006). “AB Müzakerelerinde Birinci Yılın Muhasebesi : Tespitler, Öneriler, Projeksiyonlar”, Siyaset, Ekonomi ve Toplumsal Araştırmalar Vakfı (SETA) Paneli, 31.10.2006, www.setav.org<br />
<br />
Uzgel, İlhan (2005). “ABD ve NATO’yla İlişkiler”, Baskın Oran (der.), İletişim Yy., Ankara, 2005.<br />
<br />
Tellal, Erel (2005). “Rusya’yla İlişkiler”, Baskın Oran (der.), İletişim Yy., Ankara, 2005.<br />
<br />
3. KONA, Gamze, “Türkiye’nin Güvenlik Politikaları ve Stratejik Öngörü Düzeyi”, Uluslar arası Güvenlik Sorunları, Dr. Kamer Kasım-Zerrin A. Bakan (Der.), 59-81, Avrasya Stratejik Araştırmalar Merkezi Yayınları, ISBN 975-6362-02-2, Ankara, 2004. <br />
<br />
TÜRKİYE'NİN GÜVENLİK POLİTİKALARI VE STRATEJİK ÖNGÖRÜ DÜZEYİ<br />
<br />
ÖZET<br />
<br />
Bu çalışmanın amacı, Türkiye’nin güvenlik politikaları ve Türk dış politikası kapsamında “strateji geliştirme” kavramının ne denli önemli olduğunu vurgulamaktır. Makalede, “strateji algılama” ve “strateji geliştirme kavramları açıklandıktan sonra Türk karar alıcılarının ulusal güvenlik politikaları ve Türk dış politikası nezdinde bu iki kavrama ilişkin olarak nasıl bir duruş aldıkları tartışılmaktadır. Bu türden bir analitik yaklaşım, bir taraftan Ulusal Kurtuluş Savaşı’ından günümüze dek Türkiye’nin güvenlik güncesini açıklamakta bir diğer taraftan ise Türkiye’nin coğrafi, jeopolitik, etnik ve kültürel özellikleri göz önünde bulundurularak Türk dış ve güvenlik politikalarında belirtilen kavramları dikkate alma gerekliliğinin önemini ifade etmektedir. <br />
<br />
Anahtar Sözcükler: Stratejik öngörü, stratejik planlama, strateji geliştirme, güvenlik politikası, Türk dış politikası<br />
<br />
<br />
ABSTRACT<br />
<br />
This essay concentrates on the importance of the development of strategy perception in Turkish security policy and Turkish foreign policy. The author explains the content of the notions strategy perception and strategy development then analyses the stand of Turkish decision-makers in regard to these notions in national security policies and Turkish foreign policy. This analytical approach includes on the one hand, Turkey’s security agenda from the begining of the National War of Independence until today, and on the other the necessity of the application of the indicated notions in Turkish foreign and security policies depending on Turkey’s geographic, geopolitical, ethnic and cultural peculiarities. <br />
<br />
Key Words: Strategic perception, strategic planning, strategy development, security policy, Turkish foreign policy <br />
<br />
GİRİŞ<br />
<br />
II. Dünya Savaşı’nı takiben oluşan iki kutuplu uluslararası sistem kapsamında tehlike, tehdit ve duyarlılık alanları net bir biçimde tespit edilebilecek basit özelliklere sahipti. ABD’nin öncülüğünde yapılandırılan Batı Bloku’nun algıladığı belli başlı tehditler; Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nin komünist ideolojiyi yayma çabası ve olası nükleer gücünü geliştirme girişimleri idi. Sovyetlerin ise karşı koymaya çalıştığı; Amerika’nın öncülüğündeki Batı’nın emperyalist genişlemesini engellemekti. Tehdidin ne zaman, kimden, nasıl, hangi nedenlerle ve hangi boyutlarda gelebileceğini kestirmek her iki taraf için de zor değildi. ABD ve SSCB için yapılması gereken, tehdidin algılandığı ideolojik genişleme ve nükleer güç artırımı gibi belli alanlara ilişkin gerekli stratejiler geliştirmek ve tehdide duyarlı alanlara yönelik güvenlik politikaları tesis etmekti. II. Dünya Savaşı’ndan sonra tercihini Batı’dan yana yapan Türkiye Cumhuriyeti için de yerine getirilmesi gereken tek görev Batı’nın yani ABD’nin Sovyetler Birliği’ne karşı geliştirdiği politikaların, Türkiye’yi ilgilendiren yönüyle ilişkili olarak, sevk ve idaresinden sorumlu olmaktı. Diğer bir deyişle, Türkiye’nin Sovyetler karşısında kendi ulusal güvenliğini sağlayabilmek için özel güvenlik politikaları geliştirmesine gerek yoktu. Sovyetler Birliği’nin dağılmasına dek düzen bu şekilde devam etti.<br />
<br />
Ancak, Sovyetler Birliği’nin dağılmasının ardından şekillenen yeni uluslararası ortam tehdidi çeşitlendirerek, duyarlılık alanlarını genişletti. İki kutupluluktan (ABD – SSCB) tek büyük gücün (ABD) hakim olduğu sisteme geçiş aşamasının ilk dönemlerinde, ABD, Avrupa ve bağımsızlıklarını yeni kazanan cumhuriyetler, Sovyetler Birliği gibi önemli bir tehdit unsurunun ortadan kalkmasıyla kısa süreli bir rahatlama yaşadılar ancak yeni sistemin yeni unsurlarının şekillenmesiyle birlikte bu rahatlama yerini güvenliğe ilişkin ciddi bir tedirginliğe bıraktı. Artık tehdit tek değil çok boyutluydu; etnik, dini ve kültürel çatışmalar, demokrasiye ve serbest piyasa ekonomisine geçişte yaşanan krizler, kaynağı belli olmayan terör, uyuşturucu ticareti, karapara aklama girişimleri gibi yeni unsurlar tehdidin kaynaklarını çeşitlendirerek, devletlerin duyarlılık alanlarının genişlemesine neden oldu.<br />
Bu gelişmelerin odağında yer alan Türkiye, bir anda kendisini belirsizliklerle çevrili buldu. Soğuk Savaş dönemi boyunca ABD’nin Sovyetler Birliği karşısında geliştirmiş olduğu stratejiler vasıtasıyla Türkiye’yi bölgede güvenceye almayı başaran Türk karar alıcılar, yeni ortamda oluşan çok boyutlu tehdit algılamalarını azaltan ve duyarlılık alanlarını daraltan stratejiler geliştirmekten, stratejik öngörü planlamaktan ve gerekli güvenlik politikaları yapılandırmaktan uzak kaldılar. <br />
Çalışma kapsamında; Soğuk Savaş sonrasında çeşitlenen tehdit algılamalarına ve genişleyen duyarlılık alanlarına paralel olarak ve Türkiye’nin sahip olduğu jeopolitik, kültürel ve etnik özellikler dikkate alınarak strateji geliştirme, stratejik öngörü planlama ve güvenlik politikaları yapılandırma gibi kavramların Türkiye özelinde ne ölçüde önemli olduğu irdelenecektir.<br />
<br />
“STRATEJİ”VE “STRATEJİ GELİŞTİRME”<br />
Uluslararası ilişkiler ve dış politika alanlarını ilgilendiren anlamıyla strateji, bir devletin belirlenen hedefe ulaşmak için mevcut askeri, ekonomik, siyasal, kültürel ve sosyal güçleri birbiriyle uyumlu biçimde düzenleyip, biraraya getirerek koşulların gerektirdiği şekilde işlevsel biçimde hedefe uygun olarak yönlendirmesidir. Strateji oluşturma sürecinde; ulaşılmak istenen hedefin iyi tanımlanması, belirlenen hedefin gerçekleşmesi için gerekli güç ve imkanların oluşturulması ya da mevcut güç ve olanaklar arasında eşgüdüm-akışkanlık sağlanması, bu güç ve imkanların hedefe yönelik olarak uygun biçimde sevkedilmesi gerekmektedir (Akad, 1992:21). Bu üç aşamada ortaya çıkacak bir tıkanıklık ya da önemsememe durumu ilgili stratejinin etkinliğinin azalmasına ya da bu stratejinin geçersizliğine yol açacaktır. <br />
<br />
Strateji kavramı Türkiye’de yeni bir kavram olarak bilinse de, bu kavramın Uzak Doğu ve Avrupa’da çok daha eski tarihlere dayandığını görürüz. Strateji kavramının ortaya çıkış tarihi M.Ö. 2500 yıllarına kadar uzanmaktadır. Sun Tzu, dünyada en önemli stratejistlerden biri olarak kabul edilirken, M.Ö. 51’de Jül Sezar tarafından yazılan “Galya Savaşı”, strateji konusundaki en eski kitap olarak bilinmektedir. Ayrıca, stratejiyle ilgili olarak 1700’den beri yazılmış çok sayıda kitap bulunmaktadır. Ancak, strateji kavramını askeri alanda bir sanat olarak Napoleon Bonaparte’ın uyguladığı ve 19.yüzyılda Batı’da Carl von Clausewitz’in bu kavramın teorik yapısını belirlediği kabul edilmektedir. Machiavelli’nin yazdığı “Savaş Sanatı” ve “Prens”, strateji üzerine Batı’da yayımlanmış en meşhur özgün kitaplar olarak bilinmektedir. Bundan başka, Clausewitz tarafından yazılmış olan “Savaş Üzerine” 19. yüzyılda stratejiyle ilgili en önemli kitap kabul edilmektedir (Mütercimler, 1997:5-7). <br />
<br />
Bu noktada, şunu açıklığa kavuşturmamız gerekir ki, strateji kavramının içeriği 18. yüzyıldan bu yana aynı kaldıysa da, referans noktası 19. yüzyılın ikinci yarısında değişikliğe uğramıştır. Strateji, 18. yüzyılda ve 19. yüzyılın başlarında daha çok askeri alanda ve askeri operasyonların planlanması ve yönetimiyle ilgili olarak kullanılmışken, aynı kavram, 19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren, askeri alanın dışında siyasal, ekonomik, toplumsal alanları da içine almaya başlamıştır. Stratejinin içeriğinin genişletilmesiyle birlikte, bu terimin anlamı da değişiklik göstermeye başlamıştır. <br />
<br />
20. yüzyılın ilk yarısında, özellikle II. Dünya Savaşı’ndan sonra, strateji kavramının, öncelikle dış politika ve güvenlik politikaları olmak üzere çeşitli alanlara uygulanması, uluslararası politikadaki kutuplaşma nedeniyle bir zorunluluk haline gelmiştir. Amerika’nın öncülüğündeki Batı ile Rusya’nın öncülüğündeki Doğu dünyası arasında II. Dünya Savaşı’ndan sonra ortaya çıkan Doğu-Batı bloklaşması, her iki kutubun da bir diğerine karşı güvenlik ve strateji politikaları oluşturmalarını ve gelecekleriyle ilgili belirli planlar yapmalarını gerektirmiştir. Bu düşünce, ayrıca her iki tarafı siyasal (Varşova Paktına karşı Nato gibi) ve ekonomik (Comecon’a karşı EEC gibi) stratejiler geliştirmeye de sevk etmiştir. Bu nedenle, Soğuk Savaş döneminden bu yana yalnızca stratejinin içeriği zenginleşmemiş aynı zamanda strateji geliştirmenin önemi de artmıştır. <br />
<br />
Sovyetler Birliği’nin dağılmasının ardından, Soğuk Savaş yılları boyunca uluslararası politikaya egemen olan mevcut siyasal düzen, yerini dünya siyasetindeki yeni oluşumlara bırakmıştır. Eski Sovyetlerin jeopolitik alanındaki beklenmedik değişiklikler, Avrupa devletlerini ve özellikle de ABD’yi, Soğuk Savaş yıllarında Sovyetler Birliği ve Varşova Paktı Devletleri’ne karşı benimsedikleri stratejileri yeniden düzenlemeye zorlamıştır. Bir anlamda, uluslararası sistemdeki olağandışı değişiklikler, bu devletleri eski stratejilerini yeniden değerlendirmeye ve eski dünya düzeninin mevcut kalıntıları arasında yeni kaynaklar aramaya zorlamış oldu (Chilcoat, 1995:6). Böylece, strateji kavramının politikaya uygulanması hususu, ABD ve Avrupa devletlerinin dış ve güvenlik politikalarının önemli bir bölümünü oluşturmaya başlamışken; strateji uzmanlarının da belirli hedeflere ulaşmak üzere kendi ülkelerinin siyasal, ekonomik ve toplumsal potansiyellerini koordine etme çalışmaları dış politika arenasında önemli faktörlerden biri olarak görülmeye başlanmıştır. <br />
<br />
STRATEJİ GELİŞTİRMENİN TEMEL UNSURLARI<br />
Yanlış, eksik, temelsiz, potansiyel gücü aşan ve uyumsuz stratejilerin uluslararası ilişkiler alanında bir devleti değer kaybına uğratabileceği, dış politikada faydadan çok zarar verebileceği ve ulusal güvenlik konusunda ise o devleti daha fazla tehdide maruz bırakabileceği olasılığı gözönünde bulundurulduğunda, ilgili stratejilerin bazı temel unsurlara dayandırılarak geliştirilmesi kaçınılmaz hale gelmekte ve ancak bu yöntemle geliştirilecek stratejilerden verim alınabilmesi söz konusu olmaktadır. <br />
<br />
Strateji geliştirme aşamasında gerekli olan temel unsurlar şunlardır: <br />
“Hedefin büyüklüğünü potansiyel güç ve kabiliyete uygun biçimde tespit etmek” strateji geliştirmede olmazsa olmaz taktik olarak kabul edilmelidir çünkü amacın mevcut araçlara göre ayarlanmadığı bir başka deyişle amacın büyüklüğü eldeki araçların büyüklüğü ve gücünü aştığı takdirde belirlenen amaca ulaşmak imkansızlaşır.<br />
“Amaç ve hedef arasındaki bağlantıyı muhafaza etmek”, strateji planını mevcut şartlara dahi adapte ederken daima amacın gözönünde bulundurulmasını sağlayacaktır. Tespit edilen herbir hedefin amaçla ya da amacın hedefle ilgili olmasını sağlamak strateji geliştirme sürecinde amaç ya da hedeften sapma olasılığını azaltır. <br />
“Siyasal, ekonomik ya da askeri yarışta yer alan diğer aktörlerin (devletlerin) tahmin edemeyecekleri, sezinleyemeyecekleri, en az umulan bir strateji belirlemek”, bu güçlerin olası etkinliğini ve olası müdahalesini en baştan ortadan kaldıracaktır. Bu durum, tespit edilen hedefe ulaşmada daha az maliyet, daha az zaman unsurlarını olumlarken daha kısa zamanda, daha az bir maliyetle, daha yüksek bir kar maksimizasyonuna ulaşmayı kolaylaştıracaktır.<br />
“En az direnç gösterilecek stratejik planı uygulamak”, hedefe ulaşma aşamasında daha az sayıda engelle karşılaşmayı beraberinde getirecektir.<br />
“Benzer içeriğe sahip alternatif hedefler kapsayan strateji geliştirmek”, tespit edilen hedeflerden birine ulaşma aşamasında üstesinden gelinemeyecek engeller zinciriyle karşılaşıldığında yakın içeriğe sahip bir diğer hedefe ya da hedeflere yönelmeyi kolaylaştıracaktır. Böylece hedefe ulaşamama durumu ile karşılaşılmayacaktır. <br />
“Stratejik planın esnek ve değişen koşullara uygun olmasını sağlamak”, hedefe ulaşma aşamasında bir engelle karşılaşıldığında mevcut planın revize edilmesini kolaylaştıracağı gibi hedefe ulaşıldıktan sonra da o anın ortamına göre bu planın yeniden şekillendirilebilmesini temin edecektir.<br />
“Gerçekleştirilememiş bir hedefi benzer ya da aynı siyasal, ekonomik ve askeri güçleri kullanarak ve benzer ya da aynı stratejik planla (benzer ya da aynı hareket tarzıyla) yeniden uygulamaya koymamak” gerekmektedir.<br />
Yukarıda belirtilen temel unsurlar; askerlik bilimi, savaş tarihi ve strateji konularında yaptığı çalışmalarla strateji ile ilgilenenlerin yakından tanıdığı B.H. Lidell Hart’ın harbin prensiplerini açıklamak için “olumlu özlü sözler” ve “olumsuz özlü sözler” başlığı altında sıraladığı unsurların, strateji kavramını her alanda kullanabilmek için içeriğe sadık kalınarak tarafımdan genelleştirilmiş şeklidir (Hart, 2002:260-261). Kanımca, ancak yukarıda belirtilen temel unsurlar dikkate alındığında sağlıklı ve fayda sağlayan stratejiler geliştirmek mümkün olabilmektedir. <br />
<br />
“STRATEJİK ÖNGÖRÜ” ve “STRATEJİK ÖNGÖRÜ PLANLAMA” <br />
Uluslararası ilişkiler alanında etkin olabilmek, dış politikada ulusal çıkarları maksimize edebilmek ve ulusal güvenliği mevcut ve olası tehdit unsurlarından koruyabilmek için ileriye dönük hedeflerin tespit edilmesi ve bu hedeflere ulaşmak için de uygun stratejilerin geliştirilmesi gerekmektedir. Günü kurtarır nitelikteki planlar günümüzün teknoloji çağında ihtiyaçlara cevap verir nitelikten oldukça uzaktır. Gelecekte ortaya çıkması olası durumları gözönünde bulundurarak hazırlıklı olmak esastır. Stratejik öngörü ve stratejik öngörü planlama kavramları da işte tam bu noktada gerekmektedir.<br />
<br />
Stratejik öngörü ve stratejik öngörü planlama kavramları birbiriyle yakın ilişkili kavramlardır. Stratejik öngörü, yakın veya uzak dönemlerdeki önceden seçilmiş gelecek ortamlarını tasvir eden birer anlatı veya taslaktır. Geleceğe yansıtıldığında değişim hakkında yeni kavram ve fikirleri aklımıza getiren tanınabilir unsurlardan, yeni koşullardan ve yeni ilişkilerdeki durumlardan ibarettir. Gelecekteki ortamları tanımlar ve bu konuda bir anlayış kazandırır, bu sayede günümüzün planlayıcıları, politika yapıcıları veya karar vericilerine geleceği etkileyebilme olanağı sağlar. Alternatif stratejik eylem yollarının planlanabileceği ve savunma ve güvenlik politikalarının değerlendirilebileceği bir zemin hazırlarlar (Taylor, 1993:1-3). Stratejik öngörü olası yakın geleceği veya uzak yarınları tahmin ederken, geçmişi ve bugünü incelemek zorundadırlar. Stratejik öngörünün temel amacı; askeri, siyasal ve ekonomik alanlarda geçmişte yaşanan olumsuzlukların yinelenmesini engellemek için geleceği bugünden görmek ve öngörü kabiliyetini geliştirmektir.<br />
Stratejik öngörü planlaması ise stratejik öngörü yaratmak için kullanılan bir tekniktir. Stratejik öngörü planlaması, geleceğe ilişkin yapısal, disiplinli bir düşünme yöntemidir (Yergin ve Gustafson, 1991:8). Yergin ve Gustafson’a göre, stratejik öngörü planlaması, gelecekle ilgili sorulara cevap bulmaya çalışan ve karmaşıklığı azaltan etkin bir tekniktir. Bu teknik, değişimi önceden fark edebilmeyi kolaylaştırabilir, bu yolla esnekliği artırmış olur. Stratejik öngörü planlaması, elbette geleceği bildirmez, daha çok, karar vericilerin yargıda bulunmalarını teşvik eder. Düşünülmeyeni düşünebilme ve spekülasyon bu türden bir planlamada esastır. Geleceğe ilişkin olarak akla yakın hikayeler üretir (Yergin ve Gustafson, 1991: 8-12), ‘geleceğin olasılıklar çerçevesinde görünüşü’nü verir” (Taylor, 1993:3). Bu nedenle, stratejik öngörü planlamada, kesinlik değil tahmin esastır.<br />
STRATEJİK ÖNGÖRÜ OLUŞTURMANIN TEMEL UNSURLARI<br />
Stratejik öngörü; askeri, siyasi, ekonomik ve sosyal konularda uzmanlaşmış kişilerden oluşan profesyonel bir ekip tarafından geliştirilmelidir,<br />
Dar açılı, sınırlı ve tek yönlü düşünme ve değerlendirme yöntemine stratejik öngörü aşamasında yer yoktur. Bunun yerine sınırsız düşünme özelliğinin sağlayacağı çok yönlü değerlendirmeler ve alternatifler sunmak esastır. Diğer bir deyişle tüm varsayımlar dikkate alınmalıdır,<br />
Stratejik öngörüler, geçmişte ortaya çıkmış ve bugünü etkileyebilmiş olaylar incelenerek, yaşanılan dönemde hüküm süren kritik olayların geleceği ne şekilde etkileyebileceğine ilişkin olmalıdır, <br />
Geçmiş incelenirken dikkatlerin tarihin sürekliliği üzerinde değil kırılma noktaları üzerinde toplanması gerekmektedir. Bu kırılmaların ne zaman, nasıl, hangi etkilerle oluştuğunu gözönünde bulundurarak; gelecekte hangi koşullar altında ve hangi etkilerle ne türden sonuçların doğabileceği analiz edilmelidir. “...geleceği araştırmanın en iyi -belki de tek- yolu, geçmişi incelemek ve bugünü biçimlendirecek trendleri araştırmaktır” (Maynes, 1993:3), <br />
Stratejik öngörülerin beklenmeyen gelişmeler karşısında birbirine alternatif olması sağlanmalıdır,<br />
<br />
Birbiriyle bağlantısı olmadığı izlenimi veren olaylar arasında bazı bağlantıların olabileceğini görmek, bu bağlantıları ortaya koymak, olayların gelecekte alabileceği şekli yansıtabilmektedir. Stratejik öngörü geliştirilirken bu sezinlenmeyen bağlantıları tespit etmek ve açıklamak gerekmektedir,<br />
Stratejk öngörülerin öngörüde bulunulacak alana ilişkin bilgiyle donatılması öngörünün olasılığını yükseltir. Bu aşamada, mümkün olduğu ölçüde fazla sayıda ulusal ve uluslararası kaynak kullanmak kaçınılmazdır,<br />
Tüm stratejik öngörü planlarının gizli tutulması esastır. Aksi takdirde hazırlanan stratejik öngörülerin ve bu öngörülere ilişkin çözüm yollarının bir karşıt güç tarafından ele geçirilmesi ve planın zaafiyete uğraması kuvvetle muhtemeldir.<br />
Stratejik öngörü geliştirme aşamasında yukarıda sıralanan unsurları dikkate almak ve mümkün olduğunca bu unsurları planlama aşamasında eksiksiz uygulamak geliştirilecek olan stratejik öngörünün ‘güvenilirliğini’ ve ‘gerçekleşebilirliğini’ yükseltecektir. Yüksek oranda bir stratejik öngörü güvenilirliği ve gerçekleşebilirliği ise ulusal çıkarları garanti altına almak ve hatta geliştirmek için önemli araçlardan biridir.<br />
STRATEJİK ÖNGÖRÜ GELİŞTİRMENİN FAYDALARI<br />
Yakın ya da uzak yarınların stratejik öngörü geliştirme vasıtasıyla tahmin edilmesinin güvenlik politikaları, dış politika ve ulusal çıkarlar açısından bir devlete ne türden katkıda bulunacağına ilişkin tespitte büyük önemi bulunmaktadır. <br />
Stratejik öngörü geliştirerek bir devlet gelecekte karşılaşabileceği olası tehlikelerin şiddetini, etki alanlarını ve yıkım gücünü bugünden görebilme avantajına ve gerekli önlemleri almak için yeterli imkan ve zamana sahip olabilir,<br />
Kendi stratejik öngörülerini geliştiren devlet başka devletlerin kendi amaçları doğrultusunda geliştirdikleri stratejik öngörülerde bir ‘yönlendirilen unsur’ olmak yerine kendisi ‘yönlendirici unsur’ durumuna gelebilir. Böylece, yakın ya da uzak çevrede diğer güçlerin etkisiyle meydana gelen gelişmelerin olumsuz sonuçlarına katlanmak yerine bu gelişmeleri etkileyip kendi dış politik ve güvenlik çıkarları doğrultusunda şekillendirecektir,<br />
Stratejik öngörü geliştirerek bir devlet bilinmez, sürprizlerle dolu, karmaşık ve tehditkar bir geleceğe sürüklenmek yerine; gelecekte karşılaşabileceği sürprizleri, karmaşayı ve olası tehditleri dengeleyebilecek planlı, programlı ve mantıklı bir tavır alır,<br />
<br />
Uluslararası siyasal ortamda beklenmedik olumsuz gelişmelerle yüzleşen devletler, geleceğe ilişkin sistemli, uzun ömürlü ve kalıcı stratejik öngörüleri olmaksızın, sadece o anda ortaya çıkan beklenmedik olumsuz gelişmenin üstesinden gelebilecek anlık, kısa süreli ve plansız önlemler alabilirler. Güç, kaynak ve zaman israfından başkaca bir anlam taşımayan bu tür önlemler ise sağlıklı ve fayda sağlayan bir devlet politikası olarak nitelendirilemezler,<br />
Yakın ya da uzak yarınları bugünden öngörebilmek anlamı taşıyan stratejik öngörü, geçmişte yaşanmış olayların etkinlik alanlarını ve etkilerini analiz ederek gelecekte geçmiştekine benzer olaylarla karşılaşıldığında bu olayların tahrip gücünü minimize edebilme imkanına sahip olunmasını sağlar, <br />
Bir devlette stratejik öngörü pratiğinin gelişmesi, dış politikayı ve uluslararası ilişkileri geçmişteki ilişkileri araştırmaktan ibaret kabul eden karar alıcıların geleceğe dönük olarak yaşamaya başlamalarını gerektirecektir. Bu radikal dönüşüm ise bir devletin dış politik ve uluslararası ilişkiler kültürünü geçmişe yapışık olmaktan kurtarıp geleceğe odaklı yeni bir kültüre dönüştürecektir. Bu yeni kültür; eskisine oranla daha işlevsel, mevcut potansiyeli kullanmaya ve geliştirmeye daha yatkın, geleceğe yönelik düşünmeye daha fazla önem veren dinamik bir tarz alacaktır. <br />
<br />
Yukarıda açıklanmış olan tüm bu faydaları dikkate aldığımızda stratejik öngörü geliştirmeksizin bir devletin dış politika alanında sıklıkla karşılaşması olası belirsizlikler karşısında hazırlıksız, telaşlı, plansız bir duruş alacağı ve bu duruşun ilgili devleti büyük kayıplara uğratacağı kuvvetle muhtemeldir. <br />
<br />
“STRATEJİ GELİŞTİRME” VE “STRATEJİK ÖNGÖRÜ PLANLAMA” KAVRAMLARINA YOĞUNLUKLA İHTİYAÇ DUYAN TÜRKİYE<br />
Türkiye’nin Strateji Güncesi<br />
“Türkler bugüne kadar strateji üreten, yeni stratejik düşünceler ortaya atan bir güç ve kapasite olmayı başaramamışlardır. İthal malı düşünceler benimsenmiş ve kullanılmıştır. Stratejinin önceliklerine ve derinliklerine inmenin zorluklarını öteden beri görmekteyiz...” (Türsen, 1986:6). <br />
<br />
Anlaşılabileceği üzere, Türkiye’de strateji geliştirme ve stratejik öngörü planlama konularında 1986 yılından günümüze büyük değişimler yaşanmamıştır. Batı’da strateji geliştirme ve stratejik öngörü planlama düzeyi Türkiye’de strateji geliştirme ve stratejik öngörü planlama düzeyi ile kıyaslandığında Türkiye’de oldukça sönük bir manzarayla karşılaşmaktayız. Her iki kavram da Türkiye’de dış politika alanına yeni girmiş olan kavramlardır. Siyasi, askeri ve hukuki alanlarda olgunluğun zirveye ulaştığı Kanuni Süleyman devrinden sonra Osmanlı devletini yönetenler zaafiyete uğramaya başlayan devleti, toplumu ve askeri kurumları batılılaştırmak için bazı politikalar geliştirmeye çalışmışlarsa da, bu girişimler devlet, toplum ve ordu için düşünülen dönüşümleri asla gerçekleştiremeyecek birer taklit olarak kalmıştır. Aslında bu girişimler, o zamanki koşullar analiz edilmediği ve sistemli, planlı bir düşünce yöntemine dayandırılmadığı için birer strateji olarak uygulanabilmenin çok uzağındaydılar. I. Dünya Savaşı’na Almanya- Avusturya grubuyla katılan Osmanlı Devleti savaş sonunda yenik düşen devletlerin yanında yer aldı. 1918’de İtilaf Devletleri ile Mondros Mütarekesi’ni imzalayan Osmanlı devlet adamlarının büyük bir kısmı başta Padişah Vahdettin olmak üzere İtilaf Devletleri’nin işgaline direnmenin imkansız olduğunu ve İngiltere’nin himayesini kabul etmekten başka bir çare bulunmadığını vurgulamaya başladılar. Başta Mustafa Kemal olmak üzere bu görüşü paylaşmayan bir grup Anadolu’ya geçerek Kurtuluş Savaşı’nı başlattı.<br />
<br />
Kurtuluş Savaşı döneminde geliştirilen strateji, Osmanlı İmparatorluğu’nda Kanuni Süleyman devrinin ardından uzun bir zaman aralığından sonra geliştirilmiş olan en kapsamlı ve başarılı sonuç veren ilk strateji olmuştur. İtilaf Devletleri’ne karşı başlatılan bu mücadelenin stratejik açıdan üç unsuru bulunmaktaydı: İtilaf Devletleri’nin Sovyetler Birliği ile dengelenmesi, bu devletlerin kendi aralarındaki çelişkilerden yararlanılması ve Yunanistan’ın mümkün olduğunca yalnız bırakılmasının sağlanması (Sönmezoğlu, 1994:33-40). Bu stratejinin güvenilirliğini yükselten unsur ise, Kurtuluş Savaşı’nın başında Türkiye’nin gelecekteki coğrafi ve siyasi varlığının temelini belirten ve bunu hem içeride hem de dışarıda ulusal bir program ve hedef olarak açıkça vurgulayan Misakı Milli belgesi olmuştur. Diğer bir deyişle, Türk ulusal amaçları Misakı Milli belgesiyle net bir biçimde belirlenmiştir (Sonyel, 1991:358-362). Geliştirilen bu akılcı strateji, belirlenen hedeflerin gerçekleşebilirliğine ilişkin olarak gelişen yüksek güven ve en önemlisi Mustafa Kemal’in mevcudiyeti sayesinde bir devlet var edilebilmiştir.<br />
<br />
Cumhuriyet döneminin ilk başarılı strateji örneği ise II. Dünya Savaşı’nda gözlemlenmektedir. II. Dünya Savaşı’nda Kurtuluş Savaşı döneminde geliştirilmiş olan stratejiye benzer derecede mantıklı ve fayda getiren bir strateji İsmet İnönü tarafından geliştirilmiştir. Savaş dışı kalmak isteyen Türkiye bu dönemde ittifak oluşturma stratejisini tarafsızlık stratejisini destekleyen bir biçimde zaman kazanma ve savaş dışı kalma amaçlarına ulaşmak için kullanmıştır (Sönmezoğlu, 1994: 83). Bu strateji sayesinde Türkiye çok yönlü bir kar maksimizasyonuna ulaşabilmiştir. <br />
<br />
Ancak, II. Dünya Savaşı’ndan sonra iki kutuplu uluslararası sistemin ortaya çıkışıyla komşusu Sovyetler Birliği’nin ideolojik ve siyasal girişimlerinden rahatsız olmaya başlayan Türkiye, Amerika’nın öncülüğündeki Batı dünyasının davranış kalıplarını benimsemekten başka çözüm yolu bulamadı ve kendisini Batı’nın siyasal, ekonomik ve askeri kurumlarına entegre edebilmek için azami çaba harcamaya başladı. Nato üyeliği Türkiye’nin güvenliğiyle ilişkili olarak Batı’yla entegrasyon aşamasında ilk somut girişim oldu. Güvenliğimizle ilgili olarak Nato’nun dışında bir şey düşünmenin adeta ‘komünistlik’ yapmak şeklinde kabul edildiği süreç; (Şehsuvaroğlu, 1999:154) bir taraftan Türk yetkililerine Türkiye’nin güvenliğini garanti altına almalarına yardım ederken, diğer bir taraftan da Türk bürokrasisini kendi inisiyatiflerini geliştirmekten alıkoydu. Bu durum, Türk yetkililerinin, dış politika sorunlarıyla ilgili risk veya sorumluluk alma konusunda ürkek davranmalarına da neden oldu. Böylece, Soğuk Savaş dönemi boyunca Türk yetkililer, Türkiye’nin kendi ihtiyaçları için gerekli özgün stratejileri geliştirmek yerine, sadece ABD ve Avrupalı devletlerin Türkiye için belirlediği stratejilerin sevk ve idaresiyle uğraştılar. <br />
<br />
Soğuk Savaş sonrasındaki dönemde strateji ve strateji geliştirme hususlarını değerlendirdiğimizde, Türk yetkililerin, 1991 yılından sonra ortaya çıkan değişikliklere kendilerini uydurma hususunda karmaşa içinde bulunduklarını söyleyebiliriz. Bu değişiklikler esas olarak Kafkaslar, Orta Asya ve Balkanlar gibi Türkiye’ye gayet yakın üç bölgeyi etkilediği için, Türkiye bu bölgelerdeki değişiklikleri derin bir şekilde hissetti. Türkiye, bölgeye ilişkin belirli stratejiler geliştirerek kendi dış politikasını çeşitlendirebilme şansına sahip olsa da, Türk yetkililer bu dış politika hedefini gerçekleştirme hususunda etkisiz kaldılar. Profesör Dr. Hasan Köni, Milliyet gazetesinde yayınlanmış olan “Türkiye Tutunmaya Çalışıyor” başlıklı makalesinde bu durumu şöyle açıklamaktadır; “Türkiye 1991’de birdenbire Sovyetler Birliği’nin dağılması durumuyla karşı karşıya kaldı ve iyi bilmediği Kafkaslar, Orta Asya ve Balkanlar’la yüzleşti. Türk yetkililerin bu üç bölgeyle ilgili hedefleri politik olmayıp ekonomik ve kültürel nitelikteydi. Ancak Türkiye, kendi mevcut potansiyeli ile bu bölgelere tek başına girebilecek yeterlilikte değildi. Türkiye’yi bölgelere tek başına girmekten alıkoyan nedenlerden biri, Türk bürokrasisinin 1991 yılından sonra meydana gelen değişiklikler karşısında oldukça ürkek davranmasıydı, çünkü Türk bürokrasisi bu değişiklikler ortaya çıkmadan önce bunlara ilişkin hiçbir bir projeksiyon geliştirmiş değildi” (Köni, Milliyet 15 Mayıs 1998). Türkiye, böyle davranmakla öyle pasif bir duruma düştü ki ekonomik kalkınma için potansiyel yeni alternatifler olarak görülen bu yeni oluşumlar, bu bölgelere ilişkin belirli bir stratejinin olmaması nedeniyle zaman içinde birer dezavantaja dönüştüler. <br />
<br />
Çok benzer bir durum Amerika’nın Irak’a düzenlediği operasyon aşamasında da ortaya çıkmıştır. Amerika’nın Irak’a operasyon düzenlemeyi sıklıkla telaffuz etmeye başladığı 11 Eylül 2001 tarihinden itibaren bu operasyon neticesinde Irak özelinde ve Orta Doğu bölgesi genelinde ne türden gelişmelerle karşılaşabileceğine ilişkin siyasal ve ekonomik stratejik öngörüler geliştiremeyen Türkiye bir dizi ciddi tereddüt yaşamıştır. <br />
<br />
Yukarıda açıklandığı gibi, Kurtuluş Savaşı ve II. Dünya Savaşı dönemleri hariç olmak üzere Türkiye yarım asırdan bu yana; gelişen olaylar karşısında ulusal güvenliğini tam garanti altına alacak ve dış politik amaçlarının garçekleşmesini sağlayacak ya hiçbir strateji geliştirmemiş ya da başka büyük güçlerin kendi ulusal güvenliklerini Türkiye üzerinden sağlama almak ve kendi dış politik amaçlarını yine Türkiye üzerinden gerçekleştirebilmek için geliştirdikleri stratejilerin kimi zaman gönüllü kimi zaman da gönülsüz bir biçimde sevk, idare ve uygulamasından sorumlu olmuş ya da tutulmuştur. <br />
<br />
Türkiye Hangi Nedenlerle Strateji Geliştirme ve Stratejik Öngörü Kavramlarına Yoğunlukla İhtiyaç Duymaktadır<br />
Türkiye bulunduğu coğrafi mevki, sahip olduğu kültürel ve etnik çeşitlilik gibi nedenlerle strateji geliştirme ve stratejik öngörü planlama kavramlarına diğer ülkelerden daha fazla gereksinim duymaktadır. Bu alt başlığın konusunu ilgilendirecek şekilde Türkiye’nin bazı temel jeopolitik, etnik ve kültürel özelliklerinden kısaca bahsederek, strateji geliştirme ve stratejik öngörü planlama kavramlarına Türk karar alıcılarının neden daha fazla önem vermeleri gerektiğini açıklamaya çalışacağız. <br />
<br />
Türkiye’nin Jeopolitik Konumu ve Güvenlik Politikaları Açısından Karşılaşılan Sorunlar<br />
Bir ülkenin bulunduğu coğrafi yeri ve bulunduğu durumu açıklayan coğrafi konuma kıyasla daha geniş bir kapsama sahip olan jeopolitik konum bir ülkenin dünya ve bölge güç merkezlerine, dünya politik yapısına ve siyasi bölünmeye göre bulunduğu yeri ve bulunduğu durumu açıklar. Diğer bir deyişle coğrafi konum güç değerlendirmesi ile desteklendiğinde jeopolitik konuma ulaşılır. Türkiye’nin coğrafi konumu, üç kıtanın birleşme noktası üzerinde bulunması; doğuyu batıya, batıyı doğuya, güneyi kuzeye, kuzeyi güneye karşı kapatması; Balkanlar-Orta Doğu arasında bulunması; Karadenizi Akdenize bağlaması, Boğazlara sahip olması gibi coğrafi özelliklerini anlatır. Türkiye’nin jeopolitik konumu dendiği zaman ise, coğrafi konumda sayılan bütün özelliklere ek olarak ABD, eski Sovyet coğrafyası, AB, Orta Doğu dörtlü güç merkezinin birleşme noktasında bulunuşu; Nato’nun güney kanadı üzerinde oluşu; AB ile İslam dünyası etkileşim noktası üzerinde bulunuşu gibi özellikleri açıklanmış olur. Türkiye iki kıtada birden toprağı olan sayılı ülkelerden biridir. Balkanlar üzerinden Avrupa, Karadeniz ve Kafkasya üzerinden Rusya, İran ve Orta Doğu üzerinden Asya ile Hint Okyanusu, Akdeniz üzerinden Afrika ile bağlantılıdır. Anadolu toprakları, Asya’nın Avrupa sınırını; Trakya bölgesi ise Avrupa kıtasının Asya sınırını oluşturur. Avrasya kıtasını merkez ve Türkiye, İran, Afganistan, Çin ve Kore’yi de ilk kenar ay olarak değerlendirmiş olan İngiliz jeopolitikçi H. Mackinder’in kara hakimiyet teorisine ve kenar kuşakta yer alan ülkeleri merkez, Avrasya’yı ise ikinci derecede önemli olarak değerlendirmiş olan Spykman’ın kenar kuşak teorisine göre Türkiye her iki teori kapsamında da büyük bir jeopolitik önem arz etmektedir (İlhan, 1989:60-62).<br />
<br />
Açıklanan bu yoğun coğrafi ve jeopolitik özelliklerin dünya üzerindeki bir ülkeye sunduğu fırsatların yanında bazı güçlükleri de beraberinde getirdiği gerçeğini Türkiye özelinde açıklıkla gözlemleyebilmekteyiz. Türkiye sahip olduğu bu jeopolitik özelliklerden dolayı farklı bölgelerde yer alan çeşitli devletlerden çok yönlü talep ya da tehditlerle karşılaşmıştır. Aşağıdaki örneklerde Türkiye’nin sahip bulunduğu jeopolitik konum ve özelliklerin güvenlik politikalarını ne şekilde tehdit etmekte olduğunu açıklamaya çalışacağız.<br />
<br />
Rusya<br />
<br />
Tarih boyunca Rusya’nın Boğazları ele geçirip sıcak denizlere inme arzusu ve tehdidi güvenlik politikalarımızı Moskova merkezli duruma getirmiştir. Osmanlı İmparatorluğu döneminde Rusya ile pek çok sıcak mücadeleye ya da diplomatik soğukluğa neden olan bu durum Soğuk Savaş döneminde Rusya karşısında güvenliğimizi garanti altına alabilmek için tüm politikaları Batı merkezli oluşturmamıza neden olmuştur. Bu Batı merkezli politika ise Türk dış politikasının potansiyel ve kabiliyetini sınırlamakla kalmamış aynı zamanda her yönüyle Batı’ya endekslenen bir Türk dış politikasının doğmasına da neden olmuştur. <br />
<br />
Amerika<br />
<br />
Amerikan yönetimleri sahip olduğu jeopolitik özellikler dolayısıyla Türkiye’nin güvenliğini direkt olarak tehdit eden bir siyasi tavır almamış olsa da başka bölgelerde gerçekleştirmek istediği dış politik amaçları Türkiye üzerinden gerçekleştirmek istediği durumlarda Türkiye, kimi kez ilgili devletin direkt tehdidine maruz kalmış, ilgili devlet nezdinde gerçekleştirmek istediği dış politik amaçlarını gerçekleştirememiş kimi kez de ilgili devletin Türkiye’ye karşı aldığı olumsuz tavır neticesinde bazı siyasal ve ekonomik kayıplara uğramıştır. Amerika’nın bazı politikalarını Türkiye üzerinden uygulama çabası neticesinde Türkiye’nin yaşadığı olumsuzlukları şu örneklerde kolaylıkla tespit etmek mümkündür. <br />
<br />
Amerika Soğuk Savaş döneminde Sovyetler Birliği’nin ideolojik yayılma ve siyasal nüfuz genişletme hedeflerinden Orta Doğu bölgesini koruyabilmek amacıyla Türkiye’nin jeopolitik konumundan yararlanarak Rusya karşısında Türkiye üzerinden etkin askeri ve siyasal politikalar geliştirebilmiştir. Amerika tarafından geliştirilen Orta Doğu politikalarına, Rusya karşısında duyduğu güvenlik kaygıları ve Amerika ile birlikte hareket etmenin kendisine getireceği avanjlar gibi nedenlerle sıkı sıkıya bağlı kalan Türkiye, Orta Doğu bölgesine ilişkin siyasal ve ekonomik hedeflerini gerçekleştirebilecek nitelikte kendine özgü bir Orta Doğu politikası geliştirememiştir. Ayrıca, Soğuk Savaş döneminde Amerika’nın Orta Doğu politikalarının sevk ve idaresinden sorumlu olan ya da tutulan Türkiye bazı dönemlerde Arap ülkeleriyle ciddi siyasal ve ekonomik anlaşmazlıklarla yüzleşmiştir. <br />
<br />
Yine Soğuk Savaş döneminde komünist ideolojinin Sovyetler Birliği tarafından daha geniş alanlara yayılmasını engelleyebilmek için Sovyetleri çevreleyen hemen tüm müslüman ülkeler genelinde İslami motif ve yönetimlerin vurgulandığı müslüman ülkelerden oluşan bir Yeşil Kuşak projesi Amerika tarafından geliştirilmişti. Bu proje kapsamında ise kilit ülke jeopolitik açıdan büyük önem arzeden Türkiye olmuştur. Ancak, 1950’lilerin sonlarından başlayan bu Amerikan politikası Türkiye’de yavaşça siyasal İslamın kendisine uygun ortam bulup gelişmesine, toplumsal ve siyasal dokunun kesif İslami uygulamaları desteklemesine ve kimi zaman da İslamın militanlaşmasına neden olmuştur. <br />
<br />
Orta Asya’da yer alan devletler Sovyetler Birliği’nin dağılmasını takiben bağımsızlıklarını ilan ettikten sonra Amerika, Orta Asya bölgesine en yakın güvenilir müttefik olarak kabul ettiği Türkiye üzerinden adı geçen bölgede etkin olmaya çabalamıştır. Amerika’nın bu girişimi, Türkiye’nin Orta Asya bölgesine ilişkin kendi dış politik hedeflerini geliştirme ve uygulamasını geciktirmiş ya da ertelemiştir. <br />
<br />
Son Irak operasyonu esnasında Amerika ekonomik yönden daha az maliyetli, askeri ve siyasal açıdan ise daha yüksek avantaj sağlayacak Kuzey cephesini Türkiye üzerinden açmak için büyük çabalar sarf etmiş hatta dayatmacı bir tavır almıştır. Operasyon esnasında ve sonrasında Türkiye’nin ABD’den yana aldığı tavır başta Irak olmak üzere diğer bazı Orta Doğu ülkelerinin tepkisiyle karşılaşmış, Türkiye dış kaynaklı bazı terörist saldırılara maruz kalmıştır.<br />
<br />
Suriye<br />
<br />
Güneydoğu Anadolu bölgesinde bulunan ve Orta Doğu bölgesi için büyük bir önem arzeden su kaynakları, özellikle GAP projesinin gündeme geldiği ve projeye hız verildikten sonra gündemin yoğunlaştığı dönemi takip eden süreçte Suriye ile aramızda sadece suyun paylaşımı açısından değil, su konu edilerek siyasi açıdan da problemlerin doğmasına neden olmuştur (Durmazuçar, 2002:100-106). Suriye ile mevcut sorunların sadece küçük bir kısmını kapsayan su sorunu, su üzerinden Türkiye karşıtı politikalar ve politik kozlar geliştirmek için Suriye hükümetine imkan tanımaktadır.<br />
<br />
Ermenistan<br />
<br />
Türkler Anadolu’ya ulaşmadan önce bu bölgede yaşadıklarını sıklıkla dile getiren Ermeniler, bügün Türkiye Cumhuriyeti’nin sınırları içinde yer alan Doğu Anadolu Bölgesi üzerinde hak iddia etmektedirler. Ruslar Karadeniz’de kıyısı olan, Fransızlar ise Adana ve Mersin şehirlerini de içine alan, Doğu Akdeniz’de yeni bir devlet olarak kurulması düşünülen Ermenistan projelerini özellikle kritik dönemlerde gündeme getirip destekleyerek Ermeni devletine siyasal açıdan büyük bir destek vermektedirler.<br />
<br />
Yunanistan<br />
<br />
Hava sahası, kıta sahanlığı, Ege Adaları, Kıbrıs ve Fener Rum Patrikhanesi gibi kısa vedede çözülmesi imkansız gibi görünen sorunlarla tanımlana gelen Türk-Yunan ilişkileri karşılıklı duyulan kuşkunun şekillendirdiği bunalım üzerine tesis edilmiştir. Yunan halkının, özellikle de Yunanlı politikacıların Türkiye’yi coğrafi büyüklüğü ve Kıbrıs ve Ege Adaları meselelerinde benimsediği tutumdan dolayı ciddi bir tehdit olarak algılamalarından dolayı Yunanistan, hem Batılı devletlerden aldığı güçle hem de Nato ve AB üyeliğinin getirdiği avantajları kullanarak Türkiye’ye karşı olumsuz tavır almakta tereddüt etmemiştir. Ortamın gerektirdiği şekilde, ya büyük devletler üzerinden ya da belirli dönemlerde genelde Türkiye karşıtı belirli devletlerle geliştirdiği ortaklıklar vasıtasıyla Türkiye’nin ulusal güvenliğini Batı Trakya, Ege Adaları ve Kıbrıs gibi unsurları kullanarak tehdit etmektedir. Bizans-Yunan İmparatorluğunun merkezini oluşturan Konstantinopolis’in günümüzde Türkiye Cumhuriyeti sınırları dahilinde yer alması, Bizans-Yunan İmparatorluğunun canlandırılmasına ilişkin romantik hayali hiç terk etmeyen Yunanistan’ın Türkiye politikalarını belirleyen temel unsurlardan biri olduğu unutulmamalıdır. <br />
<br />
Bu somut örneklerden yola çıkarak, bulunduğu coğrafyanın ve sahip olduğu jeopolitik özelliklerin belli dönemlerde Türkiye’nin ulusal güvenliğini tehdide maruz bıraktığını, geliştirilmiş olan güvenlik politikalarını etkisiz kıldığını ifade edebiliriz. Coğrafi ve jeopolitik duyarlılıktan kaynaklanan tehdit algılamalarının ulusal güvenliğe ve geliştirilen güvenlik politikalarına zarar vermesini engellemek için Türk yetkililerin strateji geliştirme ve stratejik öngörü planlama kavramlarına ivedilikle yönelmeleri gerektiğini söyleyebiliriz.<br />
<br />
Türkiye’nin Etnik ve Kültürel Özellikleri ve Güvenlik Politikaları Açısından Karşılaşılan Sorunlar<br />
Yukarıda verilen örneklerde görüldüğü üzere, Türkiye sahip olduğu özel coğrafi konum ve nadir rastlanan jeopolitik özelliklerinden dolayı çeşitli ülkelerin doğrudan ya da dolaylı girişimlerine sıklıkla maruz kalmıştır ve kalmaya da devam etmektedir. Ancak mevcut coğrafya ve jeopolitik özellikler; Türkiye’nin siyasal duyarlılığını yükselten ve kırılgan hale getiren ve buna paralel olarak da strateji geliştirme ve stratejik öngörü planlama kavramlarını gerekli kılan yegane unsur değildir. Jeopolitik özelliklerin yanında Türk yetkililerin strateji geliştirme ve stratejik öngörü planlama kavramlarına sıkıca bağlanmalarını gerektiren ve Türkiye’nin güvenlik politikalarını, dış politik hedeflerini ve iç siyasetini tehditlere maruz bırakan ve en az jeopolitik özellikler kadar önem taşıyan etnik ve kültürel özellikler de bulunmaktadır. Türkiye’nin toplumsal dokusu içinde yer alan bu etnik ve kültürel özellikleri açıklayarak Türkiye’nin ulusal güvenliğinin ve güvenlik politikalarının bu etnik ve kütürel çeşitlilikten ne ölçüde etkilendiğini belirtmek yerinde olacaktır.<br />
<br />
Azınlık kavramı kültürel, dinsel ya da etnik köken grupları için kullanılan genel bir kavramdır. Ancak, 1923 yılında imzalanan Lozan Anlaşması’nda azınlık kavramı sadece Müslüman olmayan yani Rumlar, Ermeniler, Yahudiler ve Süryaniler gibi gayrimüslimler için kullanılmış, gayrimüslimler dışında herhangi bir kültürel ya da etnik bir kesim için kullanılmamıştır. Böylece, Türkiye Cumhuriyeti sınırları kapsamında etnik kökenleri farklı olan grup ya da gruplar azınlık haklarına ve statüsüne sahip değildir, sadece Müslüman olmayanlar hukuken azınlık hakları ve statüsüne sahiptir. Yine Lozan Anlaşması’nın ikinci kısmında uyrukluk meselesi ele alınmış ve Türkiye’de yaşayan herkes Türk uyruğu olarak kabul edilmiştir (Kili, 2001:209). Bu Anlaşmayı takiben Türk milleti kavramı resmi olarak kullanılmaya başlanmıştır. Bu kavramın resmi olarak kullanılmaya başlanmasıyla birlikte Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde yaşayan ve vatandaşlık bağı ile Türk Devleti’ne bağlı olan herkes eşit olarak kabul edilmiş ve ortak etnik köken ve kanbağı aranmaksızın müslüman olmayanların dışında tüm insanlar Türk olarak kabul edilerek, kendilerine vatandaşlık hakkı tanınmıştır. Lozan Anlaşması’yla varılan bu hukuki düzenlemeyi tüm dünya onaylamıştır.<br />
<br />
Ancak, 1990 yılında Danimarka’nın başkenti Kopenhag’da gerçekleştirilen AGIT (Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı) zirve toplantısını takiben yayınlanan Kopenhag Bildirisi, insan hakları alanına Kopenhag Kriterleri şeklinde adlandırılan ölçütleri getirmiştir. Bildiri’nin 30. ve 35. maddeleri arasında yer alan altı maddelik bölümü ulusal azınlıklarla ilgilidir. Bu altı maddeye göre; kişiler kendi özgür iradeleriyle ulusal azınliklar içinde yer alabilecek ve tercihleri nedeniyle zarara uğramayacak, ana dillerini özel yaşamda özgürce kullanabilecek, hukuk kuralları çerçevesinde kendi eğitim, kültürel ve dini kuruluşlarını oluşturabilecek ve kendi ana dillerinde eğitim hakkına sahip olabileceklerdir. Kopenhag Kriterleri, ulusal azınlıkların kimliklerinin korunması, diğer vatandaşlarla eşit olarak tüm haklardan yararlanmalarının sağlanması, azınlıkların kendi dillerini gerekli olduğu yerlerde kullanmalarının temin edilmesi, azınlık mensuplarının kamuya ait yerlerde görev almalarına kısıtlama getirilmemesi gibi konularda taraf devletlere bazı görevler vermektedir. 1994 yılında Strasburg’da toplanan Avrupa Konseyi’nde de ulusal azınlıkların korunmasıyla ilgili bir sözleşme imzalanmıştır. Ulusal Azınlıkların Korunmasına İlişkin Çerçeve Sözleşme adı ile bilinen bu sözleşme kapsamında taraf devletler kendi ulusal sınırları dahilinde yaşamakta olan ulusal azınlıkların ayrı varlığını korumakla yükümlü kılınmışlardır (Çeçen, 2001:40-47). <br />
<br />
Kopenhag Bildirisi ve Strasburg Sözleşmesi’yle birlikte bir ulus devletin içinde yaşayan etnik azınlıklar ulusal azınlık statüsünde kabul edilmiş, bu ulusal azınlıklara kendi varlıklarını sürdürebilmeleri için bir dizi hukuki, siyasal, dini ve kültürel haklar tanınmış ve bu hakların korunması görevi taraf devletlere verilmiştir. Avrupa Birliği’ne tam üye olarak alınmanın ön şartı olarak kabul edilen Kopenhag Kriterleri’nin Türkiye’yi direkt olarak ilgilendirmesinden dolayı 1990 yılından itibaren azınlık meselesi Türkiye’de yoğunluk kazanan bir sorun haline gelmiştir. Hem Lozan Anlaşmasının kurduğu siyasal ve hukuki modelin değişmesi hem de tek bir ulus devlet içinde farklı ulusal grupların oluşması anlamı taşıyan bu yeni ulusal azınlık kavramı Avrupa devletleri tarafından; özellikle 1990 yılından sonra Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde yaşayan ve etnik açıdan farklı diğer gruplar arasında sayıca en büyük orana sahip, yoğunlukla Güneydoğu Anadolu bölgesi’nde bulunan Kürtlerle özdeşleştirilmeye başlanmıştır. Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan itibaren ilk dönemlerde çeşitli ayaklanma ve isyanlar 1980 yılının ikinci yarısından itibaren ise fiili silahlı eylemler şeklinde gelişen ayrılıkçı Kürt hareketleri Türk Devleti sınırları dahilinde yaşayan, fakat kendi dillerini, kültürlerini ve faaliyetlerini istedikleri şekilde kullanamayan ve gerçekleştiremeyen, baskı altında tutulan bir grubun haklarını elde etme mücadelesi olarak nitelendirilmiştir. Kopenhag Kriteleri’nin tanımladığı şekildeki bir ulusal azınlık statüsüne sahip olabilecek özelliklere sahip başka gruplar üzerinde değil de özellikle Kürtler üzerinde odaklanılması doğal olarak Türkiye topraklarında yaşayan Kürtlerin kültürel, sosyal ve siyasal taleplerinin yoğunlaşmasına neden olmuştur.<br />
<br />
Konjonktür gereğince, bazı devletler tarafından belli nedenlerle, gerektiği zamanlarda, gerektiği biçimlerde ve gerektiği boyutlarda gündeme getirilen kültürel, dinsel ya da etnik köken grupları yani azınlıklar meselesi Türkiye için ciddi bir siyasal soruna dönüşmüştür. Türk karar alıcıların Kopenhag Kriterlerinin zorlama uygulamaları karşısında Mustafa Kemal Atatürk’ün haklı deyişiyle “Osmanlı tarihinde benzeri görülmemiş bir siyasal zafer yapıtı...” (Atatürk, 1997:258) olan Lozan Anlaşması’nı savunamayışı, sınırlarımız dahilinde yaşayan farklı etnik, kültürel ve dinsel özellikler taşıyan gruplara ilişkin kalıcı bir politikalarının olmaması, bu grupların dış güçlerin isteklerine paralel biçimde dile getirdikleri talepler karşısında gerekli stratejileri geliştirememesi, bu grupların gelecekte Türkiye Cumhuriyeti’ni siyasal, kültürel ve dinsel açılardan hangi boyutlarda tehdit edebileceğini öngörememesi ve bu nedenle de herhangi bir stratejik öngörü geliştirememesi gibi nedenlerden dolayı Türkiye Cumhuriyeti mevcut etnik ve kültürel çeşitlilikten ötürü güvenlik politikaları açısından son derece duyarlı bir durumdadır. <br />
<br />
SONUÇ<br />
Kritik coğrafi-jeopolitik özelliklere sahip ve toplumsal dokusu oldukça heterojen ülkelerde siyasal, sosyal ve ekonomik dalgalanma eşiğinin diğer ülkelere oranla daha yüksek olması bu ülkelerde strateji, stratejik öngörü ve güvenlik politikaları geliştirilmesini adeta zorunlu kılmaktadır. Sıralanan özelliklere ilave bazı özellikler taşıyan Türkiye için bu türden strateji ve politikaların geliştirilmesi kaçınılmazdır. Türkiye’nin coğrafi konumu, jeopolitik özellikleri, toplumsal dokusu ve bazı devletlerin olumsuz politikaları gözönünde bulundurularak, karar alıcı konumdaki yetkililerin işin uzmanı çevrelerle ortak çalışmalar yaparak Türkiye’nin geleceği ile ilgili öngörülerde bulunmaları gelecek ortamında Türkiye’nin avantajlar elde edebilmesini sağlamak için gerekli stratejiler geliştirmeleri gerekmektedir. Dünya artık eski dünya değil, tehlike ve tehdit alanları genişleyip çoğaldı, bilinmezlerin sayısı arttı. Özellikle 1990 sonrasında ABD ve bazı Avrupa devletleri, dünya siyasetinde en yüksek düzeyde avantajlar elde etmek amacıyla ekonomiden politikaya çeşitli alanlarda stratejiler geliştirmeyi tercih ederken ve strateji uzmanları ile akademisyenlerin geliştirdikleri gelecek projeksiyonlarından yararlanma yolunu seçerken; tehdit, tehlike ve bilinmezlerin merkezinde yer alan Türkiye, strateji ve stratejik öngörü kavramlarından uzak bir ülke haline gelmiştir. Fayda getiren bir dış politika elde etmek ve ulusal güvenliği koruyacak bir güvenlik politikası oluşturmak için olmazsa olmaz kabul edilen strateji geliştirme ve stratejik öngörü planlama kavramları özellikle 1990 sonrası dönemde Türkiye’nin sıkı sıkıya bağlanması gereken kavramlardır. <br />
<br />
KAYNAKÇA<br />
<br />
AKAD, M. Tanju (1992) 20. Yüzyıl Savaşları, Kastaş Yy. İstanbul.<br />
ATATÜRK, Mustafa Kemal (1997) Söylev “Nutuk”, Dil Derneği Yy., Ankara .<br />
CHILCOAT, Richard A. (1995) Strategic Art: The New Discipline For 21st Century Leaders, U.S. Army War College Strategic Studies Institute, Pennsylvania.<br />
ÇEÇEN, Anıl (2001) Türkiye Cumhuriyeti Ulus Devleti, Avrasya Stratejik Araştırmalar Merkezi Yy., Ankara.<br />
DURMAZUÇAR, Vedat (2002) Ortadoğu’da Suyun Artan Stratejik Değeri, IQ Kültür-Sanat Yy., İstanbul.<br />
HART, B.H. Liddell (2002) Strateji Dolaylı Tutum, (E) Korgenaral Cemal Enginsoy (ter.), 4. baskı, Avrasya Stratejik Araştırmalar Merkezi Yy., Ankara.<br />
İLHAN, Suat (1989) Jeopolitik Duyarlılık, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara.<br />
KİLİ, Suna (2001) Türk Devrim Tarihi, Türkiye İş Bankası Kültür Yy., Ankara.<br />
KÖNİ, Hasan (1998) “Türkiye Tutunmaya Çalışıyor”, Milliyet (15 Mayıs 1998).<br />
MAYNES, Charles William (1993) The World In The Year 2000: Prospects For Order Or Disorder, U.S. Army War College Strategic Studies Institute, Pennsylvania.<br />
MÜTERCİMLER, Erol (1997) 21.Yüzyıl ve Türkiye “Yüksek Strateji”, Erciyaş Yy., İstanbul.<br />
SÖNMEZOĞLU, Faruk Der. (1994) “Kurtuluş Savaşı Dönemi Diplomasisi”, Faruk Sönmezoğlu, Türk Dış Politikasının Analizi içinde, Der Yy., İstanbul.<br />
SONYEL, Salahi R. (1991) Türk Kurtuluş Savaşı ve Dış Politika, 2. baskı, Cilt II, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara.<br />
SÖNMEZOĞLU, Faruk Der. (1994) “II. Dünya Savaşı Doneminde Türkiye’nin Dış Politikası: Tarafsızlık’tan Nato’ya”, Faruk Sönmezoğlu, Türk Dış Politikasının Analizi içinde, Der Yy., İstanbul.<br />
ŞEHSUVAROĞLU, Lütfü (1999) Milli Sivil Stratejik Konsept, Seba Yy., Ankara.<br />
TAYLOR, Charles W. (1993) Alternative World Scenarios For A New Order of Nations, U.S. Army War College Strategic Studies Institute, Pennsylvania.<br />
TÜRSEN, M. Cemal (1986) “Strateji ve Teknolojisi”, Deniz Kuvvetleri Dergisi, Ankara, 6.<br />
YERGIN, Daniel ve Thane Gustafson (1991) Russia 2010 and What It Means For the World Random House, New York.<br />
<br />
4. KONA, Gamze, “Orta Asya Bölgesi ve Türkiye’nin Bölgedeki Rolü”, ss. 275 -311, Stratejik Dosyalar, Emin Demirel (Der.), IQ Kültür Sanat Yayıncılık, İstanbul, 2003.<br />
<br />
<br />
ORTA ASYA VE TÜRKİYE'NİN BÖLGEDEKİ ROLÜ*<br />
<br />
Bu makalede; Orta Asya bölgesinin coğrafyası, jeo ve ekostratejik önemi, siyasal kültürü ve bölgedeki devletlerin yüzleştiği problemlerden başka Türkiye’nin bu bölgedeki rolü açıklanacaktır. Bu makalenin amacı, Orta Asya bölgesinin kendine has özelliklerini vurgulamak ve bölgenin Türkiye için ne türden bir önem arzettiğini okurlarla paylaşmaktır. <br />
<br />
Bölge<br />
<br />
“Orta Asya nedir ve nerededir? Veya İç Asya? Bu ikisi aynı mı yoksa farklı mıdır? İç Asya şeklindeki kullanım daha çok Amerikan tarzını andırmaktadır. Avrupa’da ve bölgenin kendi içinde genel kullanım Orta Asya şeklindedir… fakat tüm bu kavramlar aynı coğrafi alana gönderme yapıyor gibi gözükmektedir”. (Frank, 1992, s.5); “Orta Asya bölgesi, Avrupa’nın iki katı büyüklükte geniş bir alanı kaplar. Ruslar buraya yakın zamana kadar Asyanın Ortası demişlerdir, Kazaklar kendi alanlarını İç Asya olarak adlandırmayı tercih eder. Orta Asya Kuzeyde Güney Sibirya’dan Güneyde Hint Yarımadasına; Batıda Hazar Denizi ve İran’dan, Doğuda Çin’e kadar uzanmaktadır (halkının çoğunluğu Uygur olduğundan bazı yazarlar Xinkiang’ı da Orta Asya’ya dahil ederler)”. (Taşhan, 1993, s.56); “...Orta Asya bölgesi standart Rus tanımına göre, Srednyaya Aziya, ya da ‘Asyanın Ortası’dır, Kazaklar kesinlikle Türki bir topluluk olmasına rağmen, Kazakistan’ı bu bölgeden ayrı düşünürler”. (Hyman, 1993, s.289)<br />
Özbekistan, Türkmenistan, Kırgızistan, Kazakistan ve (Fars kökenli) Tacikistan, Orta Asya bölgesini oluşturan beş Orta Asya cumhuriyetidir. 50 milyonu aşan nüfusuyla 4 milyon kilometrekare alanı kaplayan bölge toplam BDT alanının %20’sini teşkil etmektedir. Coğrafi olarak bir milyon kilometrekare yüzölçümüyle en geniş alanı kaplayan Kazakistan’dır; %40’ı Kazak, %38’i Rus, %6’sı Alman ve diğer etnik milliyetlerden oluşan nüfus 16.5 milyon civarındadır. 20 milyonu aşan nüfusuyla en kalabalık cumhuriyet Özbekistan’dır, Nüfusun %71’ini Özbekler oluşturur, bu yönüyle Orta Asya’da homojen nüfus barındıran cumhuriyet <br />
<br />
* “Orta Asya Bölgesi ve Türkiye’nin Bölgedeki Rolü“ başlıklı makale, yazarın Türkiye-Orta Asya İşbirliği Stratejileri ve Gelecek Senaryoları adlı kitabından yazarın izniyle alınıp, yayınlanmıştır. Makalenin güncelleştirilmesi bizzat yazarın kendisi tarafından gerçekleştirilmiştir. (Dr. Gamze Güngörmüş Kona, Türkiye-Orta Asya İşbirliği Stratejileri ve Gelecek Senaryoları, IQ Kültür Sanat Yayıncılık, 2002, İstanbul, 479 sayfa).<br />
<br />
olarak Türkmenistan’dan sonra ikinci sırada gelmektedir. Özbekistan, kültürel ve tarihi potansiyeliyle Orta Asya cumhuriyetleri arasında öncü cumhuriyet olarak kabul edilir. 4.5 milyonluk nüfuslu Kırgızistan’ın %55’ini Kırgızlar, %22’sini Ruslar ve %13’ünü Özbekler oluşturur. Türkmenistan’ın 3.5 milyonluk nüfusunun %75’i Türkmenler, %10’nu Ruslar ve %10’nu da Ukraynalılardan oluşmaktadır. Tacikistan, 5 milyonu aşan bir nüfusa sahiptir, bunun %62’sini Tacikler, %25’ini Özbekler ve %8’ini de Ruslar teşkil eder. (bkz. Avşar ve Çolak, 1998, s. 82-200; Batalden ve Batalden, 1993, ss. 124, 136, 146-147, 157-158, 167-168)<br />
<br />
Toplum ve Siyaset<br />
Orta Asya nüfusunun çoğunluğu Türk kökenli ve Türkçe-konuşan uluslardır. Farklı lehçeler kullanıyor olsalar bile konuştukları dil, Türkiye’de konuşulan dille benzerlikler taşımaktadır. Bundan başka, tüm Orta Asya Türk kökenli ulusları İslam dinine mensuptur. Orta Asya cumhuriyetlerinin toplumsal yapısı, halen geleneksel özellikleri hatırlatmaktadır. Aile, Orta Asya toplumlarının halen en önemli parçasıdır. Din, geleneksel ilişkiler ve milliyetçi duygular, bu toplumları bir arada tutan en etkili kavramlardır.<br />
<br />
1924 ve 1936 yıllarında, Güney bölgesini itaatkar kılma girişimlerinin sonucu olarak eski Sovyetler Birliği tarafından çizilen yapay sınırlarda sınır uyuşmazlıkları çıkma olasılığı oldukça yüksektir. Bu Sovyet yapımı cumhuriyetlerde bağımsızlığın ardından etnik çatışmalar ortaya çıkmıştır, çünkü yeni kurulan bu cumhuriyetlerin halkları, eski Sovyetler Birliği tarafından sınırları çizilen ve kendilerine verilen bu toprakların yapay ve dayatma olduğunu düşünmektedirler. Bunun da ötesinde, Orta Asya toplumları, serbest pazar ekonomisinin gereklerine kendilerini uydurmada güçlük çekmektedirler. Serbest pazar ekonomisinin kural ve kurumlarının gelişmesi bu toplumlarda oldukça yavaş seyretmektedir. Geçiş yapan hemen her ekonomide yaşanan güçlükler, bu Orta Asya cumhuriyetlerinde daha şiddetli hissedilmektedir. Yargı sistemindeki eksikler nedeniyle; para aklama, uyuşturucu trafiği, seks ticareti ve diğer yasadışı faaliyetler de büyük bir artış göstermektedir. <br />
<br />
Orta Asya cumhuriyetlerindeki siyasal kültür konusuna gelince, bu toplumlarda kökleşmiş bir siyasal kültürden söz etmek oldukça zordur. Aşirete bağlılık siyasal arenadaki en belirgin özelliktir. Siyasi liderler teoride çok demokratik gibi gözükseler de uygulamada oldukça otoriterdirler. Bu toplumlardaki siyasal kültür temelde otoriterlik ve milliyetçiliğe dayanmaktadır. Gerçekte, Orta Asya’daki cumhuriyetlerde mevcut durumda hakim olan siyasal kültür, eski Sovyetler Birliği’ndeki oldukça otoriter olan siyasal kültürün doğal sonucuymuş gibi görünmektedir. (bkz. Akiner, 1994, ss. 1-74 ; Dawisha and Parrott, 1997, ss. 1-65 and 201-408 ; Haghayeghi, 1995, ss. 101-164) Bununla birlikte, bağımsızlığın ardından mali ve toplumsal yararlar elde etmek adına Batının siyasal ve ekonomik kuruluşlarıyla entegre olabilmek için bu cumhuriyetlerin siyasi liderleri liberal ve demokratik birer lider gibi davranmaya çalışmaktadırlar. Ancak, bağımsızlığın korunması siyasi gündemlerinin en öncelikli sırasını işgal ettiğinden Orta Asya cumhuriyetleri liderlerinin hemen hepsi için demokrasi, ikinci sırada gelmektedir. Vaner’in ifadesiyle, “Demokrasi asla gerçekleşemeyecek bir hayal değildir, ancak daima ulaşılması zor bir hedef olarak kalacaktır”. (Vaner, 1997, s.238) <br />
<br />
Siyasal muhalefeti baskı altında tutan bu otoriter siyasal kültürün toplumda egemen etkisine rağmen, bu cumhuriyetlerde siyasal güç kazanabilmek için mücadele veren gruplar halen bulunmaktadır. Bunlar; 1. Eski komünist parti üyeleri 2. Aydınların başını çektiği yeni oluşan demokratik gruplar 3. Köktendinci eğilimli dini grupların oluşturduğu İslamcılar (Kimura, 1993, s.177) ve 4. İslami kimlikten güç alan milliyetçiler. <br />
<br />
Orta Asya’nın Jeo ve Eko-Stratejik Önemi <br />
Bölgenin stratejik önemine gelince, hem konumu ve hem de enerji kaynakları nedeniyle Orta Asya’nın jeopolitik ve jeoekonomik bakımlardan büyük bir öneme sahip olduğunu söyleyebiliriz. Solodovnik’e göre “...stratejik ve ekonomik nedenlerle kontrolü bir ulus için hayati bir önem taşıyan bir yer olarak anılan bu bölgenin, jeopolitik bakımından dünyanın en büyük kara kütlesinin kalbi olduğunu ve Büyük İpek Yolu’nun kullanımda olduğu zamanlardaki gibi, değerli ve kârlı bir kara ticaretini sürdürebilmek için denizlere ulaşma imkânının tümüyle komşu güçlerin iyi niyetine bağımlı olduğunu söylemek mümkündür. Sadece bu faktör, bölge ulusları için serbest ve engelsiz bir karasal ulaşımı sağlayabilirken jeopolitik hassasiyeti de artırabilir..” (Solodovnik, 1993, s.58) <br />
<br />
Aslında bölgenin jeostratejik önemi, İpek Yolu’nun hayati konumu nedeniyle 19.yy’da zirveye ulaşmıştır. Kuzeyden güneye, doğudan batıya içinden geçilen meşhur ipek yolları, Arap, Doğu ve Avrupa uygarlıklarını birbirine bağlayan ilk önemli ticaret yolları arasındaydı. Orta Asya 19. yüzyılda, Hindistan’ın stratejik kontrolü için çekişen Rus ve İngiliz imparatorluklarının çarpışma noktasıydı. (Chavin, 1994, s.160 ve bkz. Hopkirk, 1990) Bölgedeki Türk kökenli dört cumhuriyet, Sovyet hakimiyeti döneminde jeostratejik önem taşımaya devam etmiştir. Bölge, jeoekonomik açıdan da Sovyetler Birliği tarafından hayati önemdeydi. Örneğin, Özbekistan en önemli pamuk üreticisiydi ve Sovyetler Birliği’ndeki toplam pamuğun üçte ikisini tek başına üretmekteydi. Kazakistan, doğal gaz ve petrol üretiminde ikinci ve kömürde üçüncü ülkeydi ve başlıca akaryakıt ve elektrik enerji merkezlerinden biriydi. Tarım ve çiftçilikten elde edilen toplam üretim değeri açısından Kazakistan, eski Sovyet cumhuriyetleri arasında üçüncü sırada geliyordu. Türkmenistan, eski Sovyetler Birliği tarafından ihraç edilen tüm doğal gazın %10’unundan fazlasını üretiyordu. (bkz. Kimura, 1993, ss.132-142)<br />
<br />
Sovyetler Birliği’nin parçalanmasından sonra, ortaya çıkan iktidar boşluğu nedeniyle, bölgedeki doğal gaz ve petrol potansiyeli Orta Asya’da ekonomik güç rekabetine yol açtı. Bölge, dünyanın en zengin hammadde depolarından biri ve Hazar Havzası bölgesi de İran Körfezinden sonra ikinci petrol ve gaz üreticisi olarak önem kazandı. (Razov, 1997, s.59) “Fırsatlar ülkesi” Kazakistan, (Conway, 1994, s.164), “birçokları tarafından Orta Asya’nın Kuveyt’i olarak” değerlendirilen (Nissman, 1994, s.183) Türkmenistan ve de Özbekistan, oldukça yüksek petrol ve doğal gaz rezervlerine sahip olan üç önemli cumhuriyettir.<br />
<br />
Önemli bir nokta da, Kazakistan, Türkmenistan ve Özbekistan’ın doğal gaz zengini en önemli 20 ülke arasında yer almasıdır. Dünyanın en büyük üçüncü doğal gaz rezervine sahip olan Türkmenistan, 9 723 milyon metreküp, Özbekistan 56 001 milyon metre küp doğal gaz üretimiyle doğal gaz zengini ülkelerdir. (Şen ve Üşümezsoy, 2002, s.79) Bu koşullar altında, “gelecek yüzyılda Hazar Denizi ve ona komşu bölgelerin Asya ve Avrupa’ya petrol ve doğal gaz veren en büyük tedarikçiler haline geleceğini” (Gökay, 1998, s.49) iddia edilebiliriz. <br />
<br />
Bölgenin petrol ve gaz potansiyeline bağlı olarak, Orta Asya’daki jeopolitik rekabet de eko-politik rekabete dönüşmüştür. (bkz. Forsythe, 1996) Bölgedeki güç çekişmesi, 20. yüzyılın başında Orta Doğu’da gerçekleşen mücadeleyi hatırlatmaktadır. “Hazar Kumarı” (The Economist, 1998, s.1) şeklinde adlandırılabilecek olan mücadelenin temelde iki amacı vardır: 1. Petrol ve gaz sahalarındaki paylaşım 2. Boru hattı güzergahının belirlenmesi. (Gökırmak, 1996, s.178) Tüm bunlar, bölgedeki başlıca petrol yerlerinin belirlenmesi ve bu petrolün dünya pazarlarına transferinde hem bölgelerarası bir çekişmeye ve hem de uluslararası güç rekabetine yol açmaktadır. Bunun yanında, bu bölge Rusya Federasyonu için de jeopolitik ve jeoekonomik açıdan önem taşımaktadır. Herşeyden önce Rusya Federasyonu için, Avrupa ve Orta Doğu ülkelerine ulaşmak Orta Asya üzerinden olukça kolay olacaktır. Bundan başka, eski Soyetler Birliği, gerektiğinde kullanmak üzere bölgede iki askeri üs kurmuştu. Bu üsler, bölgede nüfuz alanı yaratmak iddiasındaki güçlere karşı Rusya Federasyonu açısından hala önem taşımaktadır. (Mütercimler, 1993, s.37) Kazakistan; Rusya Federasyonu, Belarusya ve Ukrayna’yla birlikte eski Soyetler Birliğinin nükleer silahlarını devralan cumhuriyetlerden biri durumundadır. Doğal kaynaklar özellikle de petrol ve gaz açısından bakıldığında, Rusya Federasyonu’nun, bölgenin eko-politikalarını yönlendirmek amacıyla Orta Asya’ya girmeye teşebbüs eden devletlere karşı sert muhalefet göstereceği kuvvetle muhtemel gibi gözükmektedir. <br />
<br />
Ekonomik açıdan gelecek vaad eden bu potansiyeline rağmen bölge, gelecekteki durumunu etkileyebilecek çeşitli ve derin sorunlara gebedir. Takip eden kısımda, bu sorunlar ayrıntılarıyla ele alınacaktır.<br />
<br />
Bağımsızlıklarına Yeni Kavuşan Orta Asya Cumhuriyetlerinin Problemleri<br />
<br />
Yeni kurulan Orta Asya cumhuriyetleri, bağımsızlıklarına kavuştuktan sonra, kısmen iç kısmen de ülke dışından kaynaklanan güçlüklerin neden olduğu ciddi problemlerle karşı karşıya kaldılar. Bu problemler Türkiye’nin bu cumhuriyetlerle gelecekteki ilişkilerini etkileyebileceğinden, bu başlık altında Orta Asya cumhuriyetlerinin karşılaştıkları problemler detaylı bir biçimde aktarılacaktır.<br />
<br />
-Rusya Federasyonu<br />
Rusya Federasyonu, hemen hemen aynı dış politikayı izlediği için eski Sovyetler Birliği’nin devamı olarak görülmelidir. Eski Sovyetler Birliği’nin nüfuz alanı, şimdiki Rusya Federasyonu’nun nüfuz alanı olarak devam etmektedir. Rusya Federasyonu, eski SSCB topraklarını kendi iç ve dış politikaları için olağanüstü önemde gördüğünden, yeni bağımsızlıklarına kavuşmuş cumhuriyetlerin bulunduğu Orta Asya bölgesini mümkün olduğunca etkisi altında tutmak için elinden gelen çabayı göstermektedir. Rusya Federasyonu, eski Sovyetler Birliği topraklarındaki siyasal ve askeri güvenlik ve istikrardan kendini tam sorumlu hissetmektedir. (Winrow, 1995, s.32) Bu nedenle, bu varsayım Rusya’yı, Orta Asya cumhuriyetlerinin iç ve dış politika girişimlerini doğrudan sınırlayan Yakın Çevre politikasını benimsemeye götürmektedir. Rusya Federasyonu’nun bu türden bir dış politika doktrini oluşturması başlıca şu nedenlere dayanmaktadır; (Gökırmak, 1996, ss.161-162) kendi politik ve askeri geleceği açısından önem taşıdığından Orta Asya’daki siyasal ve askeri gelişmeleri denetim altında tutmak, Türki cumhuriyetlerde yaşayan Rus azınlığın haklarını korumak ve onların bu cumhuriyetlerde stratejik idari görevlere gelmesine yardımcı olmak, yakın çevresinde siyasal ve ulusal bütünlüğü ortadan kaldırabilecek olası etnik ve dini hareketlerin gelişimini engellemek, bölgedeki petrol ve gazın çıkarılması ve ihracında en önemli pay sahiplerinden biri olmak, bölgeyi tarımsal hammadde deposu olarak kullanmaya devam etmek. Orta Doğu, Uzak Doğu ve Batı’ya giden ulaşım yollarının kontrolüne yönelik ilgisi ve Kazakistan’da mevcut nükleer silahlar da, Rusya Federasyonu’nu Yakın Çevre politikası geliştirmeye sevk eden nedenler arasında sayılabilir. <br />
<br />
Bağımsızlıklarına yeni kavuşmuş Orta Asya cumhuriyetleri, Rusyanın kendi üzerlerinde hakimiyet kurma arzusuna şiddetli bir direnç göstermemektedirler. Aslında bunun nedeni oldukça açıktır. Bu cumhuriyetler, Rusya Federasyonu’yla hala yoğun ilişki içindedirler. Hepsi, dış ekonomik ilişkilerinin Rusya olmaksızın iflasla sonuçlanacağının farkındadır, çünkü dış ticaretlerinin büyük çoğunluğunu Rusya Federasyonu ile yapmaktadırlar. Ayrıca, Rusya’nın, askeri alandan siyasal konulara kadar her alanda, en önemli güvenceleri olduğuna inanmaktadırlar. En azından, Rusya’nın kendi bölgelerindeki askeri, güvenlik ve siyasal çıkarlarını hesaba katarak Orta Asya’yı asla gözden çıkarmayacağı fikrini paylaşmaktadırlar. Bu nedenle, Rusya’yla ilişkilerini bir denge içinde tutmaya çalışmaktadırlar. <br />
<br />
-Bölgedeki Güç Rekabeti <br />
Eski Sovyetlerin Güneyindeki bu devletlerin mücadele vermek zorunda kalmaksızın, Sovyetler Birliği’nin parçalanmasının ardından bir tür armağan olarak elde ettikleri bağımsızlık, hem olumlu hem de olumsuz sonuçları beraberinde getirmiştir. Orta Asya bölgesinde 1991’lerde başlayan rekabet, bu beklenmedik bağımsızlığın olumsuz sonuçlarından biri olmuştur. “Bağımsızlığın geliş hızı, Orta Asya liderlerine komşularıyla ilgili politikalar oluşturma zamanı tanımadı. Bu nedenle, dünyanın geride kalan kısmıyla ilişkileri, kendi istedikleri şekilde değil, bu devletlerin Orta Asya ile kurmayı istedikleri şekilde belirlendi.”. (Rashid, 1994, s.209) Eski Sovyetler Birliği’nin merkezi Moskova tarafından yönetilmeye alışkın bu yeni bağımsız Orta Asya cumhuriyetleri, bağımsızlığın ilk günlerinde kendilerini “Beş Genç Öksüz” (The Economist,1997) şeklinde hissettiler. Birdenbire büyük bir iktidar boşluğu doğdu. Bu iktidar boşluğunun yanında, jeopolitik ve jeoekonomik boyutlarıyla birlikte yeni büyük bir oyun da ortaya çıktı. (Ahrari, 1994, s.525) Rusya’nın bölgedeki varlığının azalmasıyla birlikte, hem ABD, Japonya, Çin gibi uluslararası güçler ve hem de Türkiye, İran, Pakistan, Hindistan gibi bölge devletleri, jeopolitik ve jeoekonomik avantajlar edinmek amacıyla bu yeni oyunda yerlerini almaya başladılar. Tüm bu ülkeler kendi öncelikleriyle birlikte geldiler ve kendi tercihleri doğrultusunda yeniden Orta Asya cumhuriyetlerine yöneldiler. Böylece, ekonomik olarak zayıf, siyasal olarak olgunlaşmamış ve istikrarsız ve etnik olarak da oldukça karışık durumdaki bu yeni Orta Asya devletleri, yönlendirilmeye ya da bu uluslararası ya da bölgesel güçler tarafından absorbe edilmeye açıktırlar. (Brzezinski, 1998, ss.40-53) Uluslararası ve bölgesel güçlerin bölgeye bu yeniden yönelme girişimleri, bölgedeki Türki cumhuriyetlerin kendi iç ve dış politika ilkelerini geliştirmelerine engel olmaktadır. Bu durum bir yandan milliyetçi ve İslamcı çevreleri rahatsız etmekte ve toplumsal hoşnutsuzluğa neden olmakta, diğer yandan da bu cumhuriyetleri dış güçlere bağımlı kılmaktadır. <br />
<br />
-Ekonomik Sorunlar<br />
“Gelişmekte olan dünyanın ekonomik ve toplumal sorunlarını inceleyen herhangi bir ekonomi öğrencisi, ekonomik azgelişmişliğin karakteristik niteliklerini -yani dengeli ekonomik kalkınmayı ve sanayi toplumuna geçişi engelleyen faktörlerin tamamını- Orta Asya cumhuriyetlerinde kolaylıkla bulabilir. Bunların birkaç göstergesi vardır. İlki; ekonomik yapıların dağınık oluşunun üretim güçlerinin gelişimini engellemesi. İkincisi; işgücü, sermaye ve diğer kaynakların dolaşım hızlarının düşük oluşunun optimum ve örgütlü bir üretim biçiminin oluşumunu engellemesi. Üçüncüsü; düşük verimlilik, aşırı nüfus, yaygın yoksulluk ve vasıfsız işgücünün varlığı. Dördüncüsü; endüstriyel ekonomik sistemin tam gelişmemiş olması nedeniyle ortaya çıkan derin ekolojik kriz”. (Alexandrov, 1993, s.106)<br />
<br />
Alexandrov’un sözünü ettiği nedenlerden dolayı Orta Asya cumhuriyetleri, ancak uzun vadede çözülebilecek ciddi ekonomik problemlerle karşı karşıya kaldılar. Bölgedeki ekonomik problemlerin kaynağının komünist dönemde kökleşmiş olması şaşırtıcı değildir. Eski Sovyet devletlerinin tarımsal zenginlik ve doğal kaynaklarından yararlanan ve bu devletleri kendi ekonomik kurumlarını oluşturmaktan aciz bırakan komünist sistem, bu ülkeleri ekonomik açıdan geri bıraktı. “Orta Asya’nın yeni doğan devletleri, birbirinden bağımsız fakat birbiriyle ilişkili üç sancılı gelişmeyi aynı anda yaşamaktadır: üretim, ticaret ve ödemelerin büyük oranda karşılıklı bağımlılık içinde olduğu güdümlü ekonominin çökmesi; sistemin merkezi Rusya’dan ani kopuşu; ve kendisi de ekonomik ve siyasal krizlerin pençesindeki Rusya’ya bağımlılığın sürmesi”. (İslam, 1994, s.157)<br />
<br />
Shafiqul İslam’ın bu cumhuriyetlerdeki ekonomik sorunların temel nedeni olarak gördüğü bu üç olumsuz faktör, ekonomik alanda başka bazı olumsuz sonuçlara da yol açmıştır. Bunlar arasında; yüksek enflasyon oranı; düşük yaşam standardı; serbest piyasa ekonomisinin kurum ve kurallarındaki kusurlar; ekonominin yönetiminde nitelikli kadronun olmayışı; ekonomik kalkınma için gereken insan unsurunun yetersizliği; oturmamış para ve banka sistemi; yavaş yürüyen özelleştirme; ekonomideki yaygın tekelcilik; sermaye eksikliği; sanayileşmiş ülkelerin siyasal ve ekonomik olarak istikrarsız ve riskli bir bölgede bulunduğunu düşündükleri bu cumhuriyetlerde yatırım yapmaktan çekinmeleri nedeniyle, bu ülkelerden gerekli ekonomik yardımın gelmeyişi (Kona, 1999, s.89); ulaşım yollarının yetersizliği; ithalatta mevcut engeller; sınırlı kambiyo mevzuatı gibi olumsuzluklar sayılabilir. <br />
<br />
Ekonomik alandaki şiddetli problemler, iç ve dış politikaya ve toplumsal yaşama yansımakta, ekonomik karşılıklı bağımlılığı daha da artırmakta, siyasal, toplumsal ve ekonomik gelişmeyi yavaşlatmaktadır.<br />
<br />
-Etnik İhtilaflar<br />
Bölgedeki etnik ihtilaflar, güvenliği en çok tehdit eden problemlerden birini oluşturmaktadır. Günümüzde, Özbekistan ve Tacikistan, etnik ihtilafların büyük ölçüde kendisinde bütünleştiği bilinen devletlerdendir. Tacikler, zamanında Orta Asya’nın iki büyük kültür merkezi olan ve şimdi Özbekistan sınırları içinde bulunan Semerkand ve Buhara’nın bulunduğu topraklardan vaktiyle çıkarılmış olmalarının intikamını almak isterken Özbekistan Kırgızistan’ın Oş bölgesini içine alan tüm Fergana Vadisi ve Tacikistan’nın Khojent (eski Leninabad) bölgesinin bir kısmı üzerinde hak iddia etmektedir. Özbekler ayrıca Kazakistan’ın güneyi ve Türkmenistan’ın doğusu için de iddiada bulunmaktadırlar. (Gürel, 1993, ss.13-14) Artan toplumsal hoşnutsuzluk, düşük yaşam standartı ve sürmekte olan siyasal bozulmayla birlikte sözünü ettiğimiz bu etnik sorunlar da artış gösterecektir.<br />
<br />
Özbekistan cumhuriyeti adı etnik ihtilaflarla ilgili olarak çok sık karşımıza çıktığı için, etnik problemlerin esas kaynağının Özbekistan olduğunu iddia etmeye kalkışabiliriz. Ancak bu iddia, gayet tek yanlı ve geçersiz bir iddia olacaktır. Özbekistan’ın diğer Orta Asya cumhuriyetleri üzerinde egemenlik veya üstünlük kurmaya çalışarak kendini marjinalleştirdiği aşikardır, zira bölgedeki potansiyel etnik ihtilafların tümünü hesaba katarsak, bu sorunların ilk ve tek kaynağının Özbekistan olmadığını görebiliriz. Bugün bölgedeki etnik ihtilafların hem geçmişte ve hem de günümüzde yaşanan olaylara dayandığı aşağıda maddeler halinde açıklanmaktadır. <br />
<br />
Sovyet Politikasının Neden Olduğu Etnik İhtilaflar; Moskova, Orta Asya cumhuriyetlerinin sınırlarını keyfi ve yapay biçimde belirlemiş ve bu politika günümüzdeki cumhuriyetleri heterojen etnik birliktelikler haline sokmuştur. Bu cumhuriyetlerin sınırları, 1921 yılından bu yana 90 kez değiştirilmiştir. Bu değişiklik Sovyetler Birliği’nin bütünlüğünü koruduğu halde, bu cumhuriyetleri etnik olarak birbiriyle kavga eder hale getirmiştir. Buna ek olarak, “... Sovyetler Birliği, ayrıntılı olarak ulus tanımlarını yapmak suretiyle ve daha sonraları izlediği eğitsel, kültürel ve sosyal politikalarla , Birleşmiş bir Türkistan’a ilgi duymayan yeni bir politik ve eğitsel seçkin grubu yaratarak, Orta Asya’da etnik farklılaşma sürecine olumsuz katkıda bulunmuştur”. (Khazanov, 1994, s. 147) Ulusal Bilinç Artışının Neden Olduğu Etnik İhtilaflar; komünist devrimin ardından, ulusal bilinç ve milliyetçi duyguların artmasına hep birlikte tanık olduk. Bağımsızlığına yeni kavuşan cumhuriyetler, bayraklarını, dinlerini ve yeni ortaya çıkan vatanlarını dışarıya karşı destekleyerek bağımsızlıklarını alenen haykırmaya başladılar. Şu anda birer Kazak, Kırgız, Özbek ve Türkmen olmaktan gurur duyarlarken, diğer kültürleri, dinleri ve etnik kökenleri dışlayarak başka etnik grupları izole etmeye çalışmaktadırlar. Yeni Ulusal Kimliklerin Neden Olduğu Etnik İhtilaflar; yeni ortaya çıkan bu bağımsız cumhuriyetler, kendi bağımsız ülkelerine yeni birer kimlik aramaya yönelik güçlü bir eğilime kapıldılar. Bu yeni kimliklerin sadece onlara ait olduğuna inanarak bu süreçte etnik olarak farklı gruplara yer vermediler. Kendi kültürlerini, din ve etnisitelerini başka etnik gruplarla paylaşmamaya karar verdiler. Bu “başkalık” ne yeni bir olgu ne de yeni bir politikaydı. Uzun süre bir diğerinin egemenliği altında kaldıktan sonra bağımsızlığını ilan eden dünyadaki her ülke elbette, uyum göstermek yerine önce bir uyumsuzluk sergileyecektir. Üstünlük Duygusunun Neden Olduğu Etnik İhtilaflar; bu cumhuriyetler işbirliği yerine, bölgedeki diğer kültürlerden, politikalar ve dinlerden daha çekici ve daha baskın kabul ettikleri kendi kültürlerini, politikalarını ve dinlerini bölgedeki diğer cumhuriyetler veya etnik gruplara kabul ettirmeye çalışarak bir üstünlük sağlama mücedelesi içindedirler. Bu nedenle, bu olumsuz tutum da etnik ihtilafları körüklemekte ve bölgeyi daha hassas ve kırılgan bir hale getirmektedir.<br />
<br />
Bununla birlikte, kentleşme oranının düşük olması, İslam’ın etnik bilinçten daha önde gelmesi, kabile kimliğinin güçlü etkisi, siyasal hareketliliğin eksikliği, göçebe geleneklerinin yaygın oluşu, ulusal kahramanlar ve tarihlerinin olmayışı ve kendi liderliklerinin devamı için milliyetçiliği bastırmaya çalışan otoriter yöneticilerin varlığı gibi nedenlerden dolayı Kafkasya’ya kıyasla Orta Asya bölgesi etnik ihtilaflar açısından çok daha istikrarlı durumdadır. (Kubicek, 1996, s.94) Sonuç olarak, daha fazla demokratikleşme, toplumsal istikrar, siyasal olgunluk ve gelişmiş bir ekonominin olması halinde bölgedeki etnik ihtilafların yumuşayacağı ileri sürülebilir. <br />
<br />
-İşbirliğinin Olmayışı<br />
Soğuk Savaş’ın sona ermesinden sonra, yeni uluslararası siyasal sistem ekonomiden politikaya kadar her alanda, genellikle bütünlük, globalleşme, karşılıklı bağımlılık ve evrensellik gibi kavramlara dayanmaktadır. Bir grup ülke karşısına benzer karakteristiklere sahip ülkeleri başka bir grupta toplayarak ideolojik veya siyasal amaçlarla sınıflandırma anlayışı yerine, dünya; küçük veya orta büyüklükte bölgeler ya da başka alt-bölgeler barındıran tek büyük bir bölge olarak görülmeye başlanmıştır. (bkz. Kona, 1999, s.117-134) Bununla birlikte, Orta Asya cumhuriyetleri için tam tersi bir durum söz konusudur. Ne bölgesel işbirliği oluşturmaya ilişkin ön koşulların varlığı, ne de ekonomik, toplumsal ve siyasal potansiyelleri bu cumhuriyetlerin böylesi bölgesel bir işbirliğini başlatmalarına olanak tanımıştır. Orta Asya cumhuriyetlerinin bölgesel gruplaşma gibi oluşumlar kurmadaki yetersizliklerini anlayabilmek için, öncelikle bölgesel işbirliği oluşturmaya ilişkin genel ön koşullardan söz edeceğiz. <br />
<br />
Öncelikle, bölgesel işbirliği kurmayı hedefleyen ülkeler ekonomik, kültürel, siyasal veya toplumsal alanlardan birinde ya da bu alanların tümünde gelişmeyi amaçlamak gibi bazı ortak idealler taşımalıdır. Aynı ülkelerin, aralarında karşılıklı anlayışı da geliştirmeleri gerekmektedir. İkinci olarak, bölgesel işbirliği kurma amacındaki ülkelerin, bölgesel işbirliği geliştirmeye daha istekli ve ekonomik, siyasal ve toplumsal alanlarda daha iyi durumda olan bir öncü ülke belirlemeleri gerekmektedir. Bir kez böyle bir önder seçtiklerinde, planlanan bu işbirliğini tamamen ortadan kaldıracak kısır çekişmelerden kaçınmaları gerekecektir. Üçüncü olarak, bölgesel işbirliği kurmaya istekli ülkeler gelişmiş veya gelişmekte olan ülkeler olmalıdır. Başka bir ifadeyle, işbirliğini oluşturacak ülkelerin siyasal ve ekonomik açıdan güçlü olmaları gerekmektedir. Bu siyasal ve ekonomik güç, nüfuz alanlarını genişletme niyeti taşıyan başka ülkelerin siyasal ve ekonomik emellerini de engelleyebilecektir. Şurası unutulmamalıdır ki işbirliği güçlüleri geliştirir, fakat zayıfların oluşturduğu işbirliği hiçbir gelişme gösteremez. <br />
<br />
Bölgesel işbirliği oluşturmak için gereken önkoşullara bakarsak, işbirliğinin Orta Asya cumhuriyetleri için bir realiteye dönüşmekten çok bir tür ideal olarak kalacağını anlayabiliriz. Orta Asya cumhuriyetleri arasında işbirliği oluşturma fikrini saf bir idealden öteye götüremeyen nedenler şunlardır: Toprak Bütünlüğü ve Devlet Egemenliği Önceliği Nedeniyle İşbirliğinde Eksiklik; Orta Asya cumhuriyetleri aynı ideallere sahip olsalar da bu idealler bölgesel bir işbirliği kurmak için gereken ideallerden tümüyle farklılık taşımaktadır. Bunlar daha çok Toprak Bütünlüğü ve Devlet Egemenliği’ne yönelik ideallerdir. Bu iki ideal öncelikler sıralamasında en üst sırayı işgal ederken, ekonomik gelişme, siyasal olgunluk, kültürel ve toplumsal birlik ikinci önemli konular olarak kalmaktadır. Görünen o ki, Orta Asya cumhuriyetleri bu iki önemli problemi çözmedikçe bir işbirliği oluşturmayı düşünmeyeceklerdir. Liderlik Mücadelesi Nedeniyle İşbirliğinde Eksiklik; bu cumhuriyetler hemen hemen aynı ekonomik, toplumsal ve siyasal seviyelerde olduklarından ve günümüzde hiçbiri umut verici durumda bulunmadıklarından, böyle bir işbirliği başlatmak üzere toplumsal, ekonomik ve siyasal açılardan diğerlerine göre daha iyi durumda bulunan bir lider ülke seçme olasılığı bir hayli zayıf olacaktır. Böyle bir lider seçtiklerinde, daha sonra aralarında bu liderliği ele geçirmek için rekabet başlayabilecektir. Göçebe özellikleri nedeniyle, Orta Asya cumhuriyetlerinin hiçbiri bir diğerinin üstünlüğünü kabul etmeyecektir. Bu cumhuriyetler, elbette Rusya istisna olmak üzere, bu dört ülkenin hiçbirinin bir diğerine göre fazlası olmadığına inanmaktadırlar. Profesör Martha Brill Olcott, bu olguyu şu sözlerle açıklamaktadır: “Orta Asya’daki bölgesel işbirliği gerçek olmaktan çok daima bir idealdi. Fakat, Orta Asya liderlerinin Sovyetlerden sonraki diplomatik stratejileri, bu cumhuriyetleri birbirlerinden çok uzaklara sürükledi. Orta Asya liderleri biraraya geldiklerinde... üzerinde anlaşabilecekleri çok az şey bulurlar. Sovyetler döneminde liderler Moskova’nın gözüne girmek için yarışıyorlardı, şimdi ise uzakta bulunan büyük havuzdan yatırım elde etmek ve herbiri kendi cumhuriyetinin daha üstün olduğunu kanıtlamak için rekabet ediyorlar”. (Olcott, 1992, s.126 ve Olcott, 1996, s.145) İşbirliğini Kuracak Gücün Olmayışı Nedeniyle İşbirliğinde Eksiklik; açıktır ki eğer bir işbirliği oluştururlarsa sonuç hiç de tatminkar olmayacaktır, çünkü yeni bağımsızlığına kavuşmuş bu cumhuriyetler, girişimleri ve potansiyellerine rağmen halen siyasal olgunluğa ulaşamamanın, toplumsal düzensizliğin ve ekonomik problemlerin sıkıntısını çekmektedirler. Dolayısıyla, bölgesel bir işbirliğini kuracak güçleri yoktur. Yukarıdaki açıklamalara dayanarak, S. Enders Wimbush’ın görüşlerini kabullenmek durumundayız: “Tek, siyasal olarak birleşmiş ve ekonomik olarak bütünleşmiş bir Orta Asya ihtimalini gözardı etmiyorum fakat itiraf etmeliyim ki, bunu yakın gelecek için oldukça uzak bir olasılık olarak düşünüyorum. Orta Asya’yı birleştirmek için bu yolda ciddi ve kararlı adımlara tanık olacağımızı hissediyorum ve inanıyorum ki, bunun başarılı olması için diğer bütünleşmelerde olduğu gibi uzun bir zaman geçmesi gerekecek...” (Wimbush, 1996, ss.121-122)<br />
<br />
-Milliyetçilik<br />
Milliyetçi hareketler henüz ürkütücü bir seviyeye ulaşmış değilse de, milliyetçilik Orta Asya cumhuriyetlerinin günümüzde karşı karşıya kaldığı potansiyel problemlerden birini teşkil etmektedir. Ulusal bilinç, kırsal bölgelerde oturanlara göre özellikle şehirlerde yaşayan aydın kesim arasında daha fazla yayılmaktadır. Ulusal bilinç, kırsal kesimde yaşayanlar için halen din ve yöresel bağlılık ve geniş ailelere mensup olma şeklinde tanımlanmaktadır. (Dawisha and Parrott, 1994, s.81) Bu çok benzer özellikler Orta Asya aydınları arasında tarihsel geçmiş, siyasal kültür, etnik bağlantılar ve kültürel değerlerle tanımlanmaktadır. Seçkinlerin hakimiyeti konusunda ise milliyetçilik, birbirine zıt iki farklı kavramın birleşimini ifade etmektedir. Seçkinler bir yandan hoşgörüsüzlük ve anti-demokratik davranışlar kapsamında milliyetçilik kavramını kullanırken, öte yandan kendi halkları için Batı’nın kültürü ve demokrasisini benimsemektedirler. (Ahmet, 1995, s.57) Bağımsızlığın ardından Orta Asya halkları kendi ulusal kimliklerini ifade etme ve öne çıkarma hususunda oldukça istekliydiler. Bunun çeşitli sebepleri vardır, bunlar arasında: Sovyetlerin Orta Asya Halkları Üzerindeki Ruslaştırma ve Sovyetleştirme Politikasının Neden Olduğu Milliyetçilik; Kazak, Kırgız, Özbek ve Türkmen uluslarında mevcut milliyetçi duygular, tek bir Sovyet toplumu yaratmak adına 70 yıl boyunca görmezden gelindi. Bağımsızlıktan sonra, bağımsız ulus tesis etme arzusuyla alevlenen bazı milliyetçi hareketler ortaya çıktı. “Bu popüler hareketler, esasen sömürgecilik karşıtı, reformcu ve milliyetçidir”. (Hunter, 1990, s.325) Sömürgecilik karşıtıdır, çünkü sömürgecilik eğilimlerinin tümüyle karşısındadır; reformcudur çünkü siyasal, toplumsal ve ekonomik reformlarla birlikte milliyetçiliği destekler; milliyetçidir çünkü kendi yeni kazanılmış bağımsızlıklarını başka devletlerin olası genişleme politikalarına karşı koruyup kollamak ve yeni oluşmuş, bağımsız ulusal kimliklerini Bolşevikler tarafından empoze edilen eski kimlikler karşısında güçlü kılmak için milliyetçiliğin gücünü kullanır. Geçmişin Öcünü Alma İsteğinin Neden Olduğu Milliyetçilik; Orta Asya cumhuriyetleri milliyetçilikten geçmişin öcünü almak için yararlanmaktadırlar. Milliyetçiliği kullanmak suretiyle, kendi topraklarında yaşayan Rus azınlıklara karşı kendi ülkelerinde birinci sınıf yurttaş olmanın tadına varabileceklerine ve bunun gururunu duyabileceklerine inanmaktadırlar. Diğer bir deyişle, bu halklar Sovyetler dönemindeki kenara itilmişliklerinin bedelini, bağımsızlığa kavuştuktan sonra kendi üstünlüklerini Rus azınlığa kabul ettirmek suretiyle telafi edebileceklerine inanmaktadırlar. Dengesiz Ekonomik Gelişmenin Neden Olduğu Milliyetçilik; yeni bağımsız Orta Asya toplumlarındaki ekonomik geri kalmışlık da bu toplumları, din, aile bağları ve ulus gibi maddi olmayan değerlerle derin bağlılığa götürdü. Bu şekilde davranarak başka alanlardaki eksiklerini telafi etmeye çalışan Orta Asya halkları, 1990’lardan sonra böylesi bir görünüm arz etmektedir. Rus nüfuzunun azalmasıyla birlikte, kendi Pazar ekonomilerinin kurum ve kurallarını oluşturmak zorunda kaldılar. Bu cumhuriyetler Sovyetler döneminde birer hammadde ambarı olarak kullanıldıklarından, kendi ekonomik faaliyetlerini gerçekleştiremediler. (Hunter, 1996, ss.66-67) Bu nedenle, bağımsızlıkla birlikte ekonomik güçlükleri kendi başlarına çözmek zorunda kaldılar. Bu durum, elbette Orta Asya toplumları arasında hoşnutsuzluklara yol açtı ve mevcut ekonomik problemleri çözemeyen Orta Asya halklarının dikkatini daha önemli gördüğü diğer konulara yöneltmesine neden oldu. İşte bu nedenle, 1990’lardan sonra artan milliyetçilik, Orta Asya halklarının özenle yaşatmak istediği kavramlar arasında yer almaktadır. Devlet Kurma Sürecinin Neden Olduğu Milliyetçilik; devlet kurma süreçlerinin tümünde ulusal bilincin hızlı gelişmesi olağan bir durumdur. Eğer bağımsızlığa yeni kavuşan halk büyük egemen bir gücün altında yıllarca, dini, kültürel ve ulusal duygulardan mahrum yaşamışsa bu süreç daha da hızlı ve hırçın çalışır. Bu koşullar altında, ülke, devlet, ulus, kültür ve din gibi yeni sahiplenilen değerler çok daha fazla önem kazanır. Böylece, Orta Asya’daki cumhuriyetlerin milliyetçiliği, devlet kurma ve uluslaşma süreçlerini hızlandırabilen ve besleyebilen toplumsal bir olgu olarak kabul edilebilir. Liderlerce Desteklenen Milliyetçilik; Orta Asya liderleri, milliyetçiliğe özel bir statü tanıyarak kendi siyasal iktidarlarını güçlendirmeye çalışmaktadırlar. Yeni kurulan cumhuriyetlerin halkları ulusal konularda kendileriyle aynı duyguları paylaşan kişileri doğal olarak desteklediğinden, bu liderler bu şekilde davranarak halkın da desteğini almaktadırlar. Ancak, Orta Asya liderlerinin milliyetçiliğe ilişkin olarak benimsedikleri bu tavır bu yeni doğan Orta Asya cumhuriyetlerinde milliyetçiliği tutuşturan yegane faktör olarak görülmemelidir, çünkü demokrasideki eksikler, ekonomik az gelişmişlik, koyu liderlik sultası gibi etkenler de bizleri milliyetçiliğin uzun vadede Orta Asya bölgesinde yükseleceğini düşünmeye sevk etmektedir. Bu doğrultuda, Katz’ın şu varsayımını desteklememek mümkün değildir “...Sovyetlerden sonra kurulan devletlerdeki milliyetçilik; demokratikleşme, ekonomik kalkınma ve diğer olumlu faktörlerin sonucu olarak zayıflayacaktır, fakat bunun yakın bir zamanda gerçekleşmesi hayli kuşkuludur”. (Katz, 1994, s.327)”<br />
<br />
-Otoriterlik <br />
Orta Asya liderlerinin otoriter davranış biçimi, Batıdaki demokrasi fikriyle tezat teşkil etmektedir. Liderler, bir yandan yeni cumhuriyetleri için demokrasinin ne kadar önemli olduğunu vurgularken, diğer yandan da Sovyetler Birliği’nden devraldıkları otoriter liderlik tarzını sürdürmektedirler. Hemen tüm Orta Asya cumhuriyetleri önceki totaliter komünist rejime benzer bir anlayışla yönetiliyormuş gibi gözükmektedirler. (Gumpel, 1994, s.24)<br />
<br />
Orta Asya cumhuriyetlerindeki otoriterciliğin nedenleri arasında şunlar sayılabilir; Siyasi Liderlerin Otoritesini Genişletme Amaçlı Otoriterlik; bağımsızlığın başlangıcından bu yana, Orta Asya cumhuriyetlerinin liderleri otoriter liderlik tarzına önem vermişlerdir. Böylelikle, hem kendi iktidarlarını güçlendirmişler, hem de iktidarda kalış sürelerini uzatmışlardır. Aşağıdaki alıntılardan Orta Asya liderlerinin milliyetçilik kavramını kendi otoritelerini genişletmek üzere nasıl kullandıkları açıklıkla anlaşılmaktadır: “Orta Asya liderlerinin herbiri laik/bilimsel bir liderlik modelini benimseyerek kendi otoritelerini sağlamlaştırmayı ve popülerliklerini artırmayı tercih etmektedirler. Kazakistan devlet başkanı Nursultan Nazarbayev kendini yeni Asya ekonomik ‘ejder’inin lideri olarak görmekte, Kırgızistan devlet başkanı Askar Akayev ise kendini Asya’nın İsviçresi’nin lideri olarak takdim etmektedir. Türkmenistan devlet başkanı Saparmurad Niyazov, kendini Türkmen halkının ‘Babası’ olarak ilan etmiştir ve Özbekistan devlet başkanı İslam Kerimov ise kendini, ancak koşulların zorlaması nedeniyle otoriter önlemler almak zorunda kalan bir yönetici olarak tanımlamaktadır”. (Olcott, 1994, s.150) “Yabancı gözlemciler şu gerçekleri çoğunlukla unutmuş gözüküyorlar; tüm Orta Asya liderleri sürmekte olan iktidarlarını devam ettirme ve sağlamlaştırma arzusu taşımaktadırlar, çünkü, doğru ya da yanlış, ülkelerinin geleceğinin kendi modernleşme, kalkınma programlarının gerçekleşmesine ve devlet olma duygusunun yaratılmasına bağlı olduğuna inanmaktadırlar. Bu liderlerin hepsi bu hedeflere ulaşmak için en iyi yöntemin hangisi olduğu konusunda farklı düşünceler taşımaktadırlar”. (Brown, 1996, s. 8) Ülke Bütünlüğü İçin Otoriterlik; daha önce de sözü edildiği gibi, Sovyetler Birliği’nin parçalanmasının ardından milliyetçi yönelimler ve dini kıpırdanmalar başlamıştır. Açıktır ki bu iki eğilim karşısında kalkan olarak kullanılan otoritercilik bir taraftan, kendi ulusal bütünlüğünü tehdit edebilecek nitelikteki herhangi bir devlete karşı bir tür koruma sağlamakta; diğer taraftan da, ulusal bütünlüğe ve siyasi gelişime zarar verebilecek herhangi toplumsal hoşnutsuzluk veya siyasal ayrılıklara karşı bir tür güvenlik şemsiyesi yaratmaktadır. Böylece, Orta Asya cumhuriyetlerinin siyasi liderleri, dış güçlere ve muhtemel iç karışıklığa karşı toplumu, bir arada tutmak için otoriterciliği kullanmaktadırlar. Bu yolla, toplumu denetimleri altında tutmakta ve kendi liderliklerini güçlendirmektedirler. Bunun ötesinde, Orta Asya liderlerinin bu tutumunun Rusya Federasyonu tarafından desteklenmesi ve Orta Asya liderlerinin eski Sovyetler Birliğindeki otoriter liderlik tarzını bilerek benimsemeleri hiç de şaşırtıcı değildir. Çünkü her iki tarafın da toplumdaki ihtilafları ortadan kaldırmayı ve otoritercilik yoluyla uzun yıllar iktidarda kalmayı amaçlamış oldukları bilinen bir gerçektir. Rusya Federasyonu’nun Orta Asya devletlerinde mevcut otoritercilik uygulamasını desteklemeye devam edeceği, sıkı denetimi kaldırmayacağı ve kargaşadan kaçınacağı ileri sürülebilir. (Fuller, 1994, s.146) Komünist Kültürün Mirası Olarak Otoriterlik; bu cumhuriyetlerde totaliter yönetim tarzı 70 yıl boyunca geçerli olmuştur. Yöneten seçkinlerin temel amacı, çeşitli etnik milliyetlerden oluşan Sovyet toplumunu bu politika yardımıyla bir arada tutmayı başarabilmekti. Birliğin dağılmasından sonra, totaliter-sonrası rejim özellikleri gösterdiklerinden Rusya Federasyonu ve yeni bağımsız devletlerin laik ve demokratik olduklarını iddia etmek oldukça yapay olacaktır. Kısmen statükonun gerekleri, kısmen de eski komünist dönemin etkisiyle, hala otoriter sistemin kurallarını uygulamaya devam etmekte oldukları aşikardır. Bu bağlamda bu varsayımı destekleyen şu düşünceye yer verebiliriz “...Orta Asya cumhuriyetlerinin Sovyetler Birliği zamanında tamamen Ruslaştırılamayan komünist kültürü, Marxist-Leninist ideolojinin muhafızlığından milliyetçi liderliğe görece başarılı bir geçiş sağladı. Bu, kısmen bu liderlerin iktidar tabanlarının gücünden ve köklü geleneksel efendi-hizmetli ilişkisinden ve aşiret bağlılığından gelmektedir,...” (Strategic Survey 1991/92, s.153)<br />
<br />
Sonuç olarak, itiraf etmeliyiz ki otoriterlik anlayışı sürdükçe, bu cumhuriyetlerde demokrasiye geçiş ya umulandan daha uzun bir süre alacak ya da bir çeşit ideal olarak kalacaktır. <br />
<br />
<br />
-İslam<br />
Aslında dinler, hem bireyleri hem de toplumları güçlendirme misyonu taşıyan bağımsız bir statüye sahiptirler. “Özellikle, toplumsal yapıyla daha doğrudan ilişki içinde bulunan İslam, Hristiyanlığa kıyasla, toplumun yapısını düzenleyen ve bu konuda yol gösteren, bireyleri koruyan ve ideolojik ve kültürel değerleri topluma aktaran işlevlere sahiptir.” (Mardin, 1993, s.91) Sovyetler Birliği’nin sona ermesinden sonra Orta Asya toplumlarının çoğunluğunun dini durumunda bulunan İslam dinine, geçmişte yaşanan olumsuzlukları telafi etmek gibi gayet zor bir görev verilmesinden dolayı bu din bu halklar arasında farklı bir güce sahip olmuştur. Menon ve Barkey’e göre “… Sovyet kurumlarının ve ideolojisinin sona ermesi ve ekonomik krizin sürüp gitmesiyle İslamiyet, hatta en köktenci şekilleri bile, Orta Asya’da çok kuvvetli bir politik güç haline gelebilir.” (Menon and Barkey, 1993, s. 72) <br />
<br />
Orta Asya toplumlarındaki İslami uyanışın nedenleri arasında şunları sayabiliriz: Toplumsal Kimlik Edinmede Arabulucu Olarak İslam; genelde dinler, toplumsal bir kimliğe sahip olmak isteyen insanlar için bir arabulucudur. 70 yıl boyunca kollektif toplumsal kimliklerle yaşamış ve Kazak, Türkmen, Kırgız ve Özbek kimliklerini bir kenara bırakmış Orta Asya halkları, Sovyetler Birliği’nden ayrıldıktan sonra dinin gerekliliği ve gücünü hissetmeye başlamışlardır. Bağımsızlığa kavuşmalarının ardından İslam, bağımsız Kazakistan, Türkmenistan, Kırgızistan ve Özbekistan’da özgün Kazak, Türkmen, Kırgız ve Özbek kimliklerini güçlendiren bir değer olarak görülmeye başlanmıştır. Ayırt Edici Faktör Olarak İslam; İslam, Orta Asya’daki Müslüman nüfusun BDT’da çoğunluğu oluşturan Slav nüfusdan farklı olduğunu hissetmelerinde ayırt edici bir faktör olarak da görülmektedir. “İnsanlar, İslam’ın Orta Asya’da sadece bir inançlar demeti değil, -onları, egemenliklerini asla meşru saymadıkları Ruslar’dan ayıran- bir yaşam ve uygarlık biçimi olduğunu içgüdüsel olarak anladılar”. (Mirsky, 1992, s.334) Genişletilmiş Rus Rolüne Karşı Engelleyici Sembol Olarak İslam; İslam, bundan başka, Rusya Federasyonu’nun muhtemel genişletilmiş rolüne karşı Orta Asya halkları tarafından engelleyici bir sembol olarak görülmektedir. “Günümüzde siyasi gündemin genel belirleyicisi haline gelen din (İslamiyet) Orta Asya toplumları özelinde genişletilmiş Rus rolüne karşı bir engel olarak ortaya çıkmaktadır.” (Peker, 1996, s.81) Geleneksel Toplumlardaki En Önemli Toplumsal Değer Olarak İslam; kültürel, dini ve toplumsal simgelerin maddi simgelerden daha fazla kabul gördüğü tüm geleneksel toplumlarda olduğu gibi, geleneksel yapı özellikleri gösteren Orta Asya devletleri için de din toplumda itibarlı mevkide yer almaktadır. Eski Rus Politikalarına Karşı Aşırı Yüceltilmiş Toplumsal Değer Olarak İslam; İslamiyet’in Orta Asya toplumlarında ihya edilmesi büyük ölçüde eski Sovyetler Birliği’nin Ortodoksluk dışındaki herhangi bir dine yönelik olumsuz politikasından kaynaklanıyor olabilir. “Sovyet dönemi sırasında İslamiyet, kamu yaşamından tümüyle çıkarılmıştı: camiler, medreseler ve diğer dini kurumlar dramatik biçimde ortadan silinmişlerdi. Sovyetler Birliği’ndeki tüm dini yaşam devletin sıkı denetimi altındaydı, Rus kökenli olmayanların ulusal veya dini duygularını en hafif şekilde bile belli etmeleri aşırı milliyetçilik ve köktendincilik sayılıyordu...Sıradan Rusların zihninde İslamiyet, geri kalmışlık, köktendincilik ve hatta terörizmle ilişkilendiriliyordu. Fakat, herşeye rağmen İslamiyet, taraftarlarınca ulusal kültürün bir parçası ve bir yaşam biçimi olarak kabul ediliyordu. Bu durum, diğer dinlere kıyasla İslamiyet’e özel bir statü sağlıyordu”. (Kadir, 1996, ss.48-49) Sovyetler Birliği yönetimi, Rus topraklarında yaşayan Müslümanları üç grup halinde sınıflandırmıştı: Sayıları fazla olmamasına rağmen İslami ideolojiyi sıkı sıkıya izleyen fanatikler; sıradan Müslümanlar ve ortada olanlar. Sovyet liderler Müslümanları, Sovyetler Birliği’ndeki ilerlemelere karşı çıkan gericiler olarak görüyorlardı. (D’Encausse, 1992, ss.17-51) Böylece, bu açıklamalar ışığında, toplumdan soyutlanmış ve Sovyet döneminde hor görülmüş Müslümanların, Sovyetler Birliği’nden ayrıldıktan sonra İslamiyetin gereklerini yerine getirmek ve toplumda İslam dininin önemini vurgulamak istedikleri ileri sürülebilir. Ancak, İslam dininin Orta Asya toplumlarında bu aşırı yüceltilmiş durumu, bölgede nüfuz alanını genişletme yolları arayan İran’ın bu amacını gerçekleştirmek için İslami motifleri kullanabileceği ihtimalini güçlendirmiştir. Bu türden bir gelişme ise, İslami söylemlerle kışkırtılacak Orta Asya devletlerinin geçiş dönemini başarıyla tamamlayamamaları ve demokratik rejimden yoksun kalmaları ile neticelenebilir. Ahmet’e göre, “Bölgedeki İslami köktendiciliğin geleceği bölgesel güçlerin dolaylı ya da doğrudan müdahalelerine veya etkisine bağlıdır.”(Ahmet, 1994, s.58)<br />
<br />
İslam dininin Orta Asya halklarını ve toplumlarını, geleneklerine sıkı sıkıya bağlı kalmak ve yenilikleri benimsemelerini engellemek şeklinde yönlendirdiği sürece, Orta Asya cumhuriyetlerinin gerçekleştirmeye kararlı oldukları Batı tarzı demokratikleşme, laikleşme ve modernleşmenin çok güç yeşereceğini düşünmek oldukça gerçekçi olacaktır. <br />
<br />
Türkiye’nin Bölgedeki Rolü<br />
<br />
Orta Asya cumhuriyetleriyle kültür, tarih, din ve dil bağları bulunan Türkiye, bağımsızlığın hemen başında hem kendisi hem de Batı tarafından, laik devlet, çoğulcu demokrasi ve serbest pazar ekonomisiyle bu cumhuriyetler için siyasal ve ekonomik bir model olarak sunulmuştur. Profesör Bahri Yılmaz, bu durumu şu sözlerle açıklamaktadır: “Merkezi düşünce, her iki bölgedeki ülkelerde ‘Türk model’inin sunulmasıydı. Bu model, üç esas üzerine kurulmuştu: Müslüman bir toplumda laiklik, Batı tarzında çoğulcu demokratik sistem, ve serbest pazar ekonomisi. Bu model sadece bu ülkeler için gelecekte siyasal ve ekonomik gelişmeye ilişkin bir çerçeve model olarak değil, aynı zamanda bu ülkelerin ‘Batılılaşması’ için bir katalizör model olma amacı da taşımaktaydı”. (Yılmaz, 1994, s. 94) Buradan hareketle, Türk yetkililer Batının bu süreçte Türkiye’ye arka çıkması gerektiği fikrini kuvvetle desteklediler. Öğütçü’ye göre, “Türkiye’nin yeni kurulan demokrasilere Batı tarzı bir model yerleştirmesi amacıyla Batı tarafından başlatılmış olan bu sürece, yöntem ve araçlar araştırılarak katkıda bulunulması gerekmektedir”. (Öğütçü, 1994, s.108) Batıdaki olumlu görüntüsü ve kendi konumundan aldığı cesaretle Türk yetkililerinin, ilişkilerin ilk iki yılında bölgeden beklentileri büyüktü ve Adriyatik’ten Çin Seddi’ne uzanan bir Türk Dünyası kurmaktan ve bir Türk Ortak Pazarı yaratmaktan söz ediyorlardı. <br />
<br />
Ne var ki, 1992 Ekim’inde Azerbaycan, Kazakistan, Kırgızistan, Türkiye, Türkmenistan ve Özbekistan liderlerinin katılımıyla gerçekleşen Ankara Zirvesi’nin ardından kabul edilen Ankara Deklarasyonu’yla, bu beklentiler yerini daha gerçekçi olanlara bıraktı. Ankara Zirvesi’nin ardından Ankara Deklarasyonu yayınlandı. Bu deklarasyon, kültür, eğitim, dil, güvenlik, ekonomi, yargı sistemi gibi hususlara ve parlamentoyla ilgili konularda işbirliği geliştirme ihtiyacına temas ediyordu ancak bu Deklarasyon’da, bir Türk Ortak Pazarı veya Türk Bankası oluşturma hususlarına değinilmemişti. Bunun yanısıra, katılımcılar yeni boru hattının yapımıyla ilgili kesin bir söz de vermiş değillerdi. (Winrow, 1995, s. 20) <br />
<br />
Ankara Deklarasyonu’ndan bu yana planların yalnızca küçük bölümleri hayata geçirilmiştir. Şu anda ne Türkiye ne de Orta Asya cumhuriyetleri sonuçtan memnun gözükmemektedirler. Bugüne kadar geliştirilen ilişkilerin sonucunda varılan noktada yaşanan hayal kırıklığının nedenleri büyük ihtimalle, hem Türkiye hem de Orta Asya Cumhuriyetleri’nden kaynaklanmaktadır. Bu nedenle, aşağıdaki bölümde öncelikle, 1991 yılından günümüze yaşananları esas alarak Orta Asya cumhuriyetleri ve Türkiye arasındaki ilişkilerin tarafları memnun etmeyen bugünkü düzeyinin nedenlerini tartışacağız.<br />
<br />
Türkiye’nin Orta Asya Politikalarını Engelleyen Faktörler<br />
<br />
-Türkiye’nin Ekonomik Yetersizlikleri <br />
Orta Asya cumhuriyetleri her hangi bir devletle geliştirecekleri tek taraflı ekonomik işbirliğinin başka devletlerle geliştirilebilecek diğer ekonomik işbirliği alternatiflerini engelleyebileceğini düşünmektedirler. Yalnızca Türkiye üzerine yoğunlaştıklarında veya ekonomik ilişkilerini başlatma ve geliştirmede önceliği Türkiye’ye verdiklerinde, olası ekonomik imkanları artırmak yerine daraltmış olacakları gerçeğinin farkındadırlar. Daha fazla yarar sağlayacağına inandıklarından, sanayileşmiş ülkelerle ekonomik ilişkiler geliştirmeye önem vermektedirler. Türkiye’nin ekonomik açıdan yetersizliklerini göz önüne aldığımızda, bu cumhuriyetlerin sanayileşmiş ülkelerle kuracakları ekonomik ilişkilerin onlar için daha avantajlı olacağını itiraf etmemiz gerekir. Sanayileşmiş ülkelere kıyasla Türkiye, kendisi de bizzat dış ekonomik yardıma ihtiyaç duyan, tarıma dayalı bir ülke görüntüsü sergilemektedir. 1983 yılından sonra serbest pazar ekonomisinin gereklerini uygulamasına rağmen, Türkiye’nin ekonomik alanda hala eksikleri bulunmaktadır. Bu koşullar altında Türkiye, Orta Asya cumhuriyetlerinin ekonomik taleplerini karşılamakta yetersiz durumdadır. Dolayısıyla bu cumhuriyetler, Türkiye’yle geliştirilecek tek taraflı ekonomik ilişkilerin başka devletlerle geliştirilmesi planlanan olası ekonomik ilişkileri engelleyebileceğini düşünmekte haklıdırlar.<br />
<br />
-İşbirliği Sürecinde Türkiye’nin İç Siyasal Kısıtları<br />
Orta Asya cumhuriyetlerinin, işbirliği sürecinde Türkiye’nin siyasi ve ekonomik kısıtlarının bulunduğunu düşünmeleri kuvvetle muhtemeldir. Türkiye’nin iç politikasındaki değişkenlik ve ekonomik sorunlar, Orta Asya cumhuriyetlerinin Türkiye’yle tam bir işbirliği içinde bulunmasını engellemektedir. Hepimizin bildiği gibi istikrarlı ilişkiler, istikrarlı bir siyasal süreç ve istikrarlı bir ekonomik kalkınma gerektirir. Ancak, tam tersine Türkiye, sık sık siyasal değişiklikler yaşamaktadır. İktidardaki siyasi partinin iç ve dış politika konularında aldığı kararlar, bir sonraki hükümet tarafından değiştirilebilmektedir. Hükümetler öyle hızlı değişmektedir ki, geçmiş dönemde iktidarda olan bir siyasi parti kendi döneminde alınan siyasi kararların sonuçlarını göremeyebilmektedir. Türkiye, bağımsızlığına kavuştuğundan bu yana Orta Asya için hemen hemen aynı dış politika stratejisini izliyor olsa da, Türkiye’deki bu siyasi istikrarsızlık ve değişkenlik, Orta Asya cumhuriyetlerini Türkiye’yle doyurucu ilişkiler geliştirmede çok daha dikkatli davranmaya sevk etmekte ve ayrıca Türkiye’yi de kararlı bir Orta Asya politikası izlemekten alıkoymaktadır. <br />
<br />
-“Büyük Birader”le İşbirliğine Yönelik Tereddütler<br />
Orta Asya devletleri, bağımsızlıklarına yeni kavuşan herhangi bir devlette görüldüğü gibi, kendisini siyasal, ekonomik veya kültürel etki altına alabilecek herhangi bir devletle tam bir işbirliği kurulmasına taraftar değildir. Geçmişte yaşadıkları deneyimler, “Büyük Birader” Sovyetler Birliği’nin rolünde görüldüğü gibi, olumsuz sonuçlandığı için bu cumhuriyetler kültürel, siyasal ve ekonomik hakimiyet altına girmekle sonuçlanabilecek ilişkiler konusunda şu anda daha da çekingen davranmaktadırlar. Dönemin Başbakanı Süleyman Demirel’in ‘Türkiye’nin amacı bölgede ekonomik, siyasal ve kültürel güç kazanmaktan ibarettir’ (Landau, 1995, s.222) şeklindeki beyanatına rağmen, bazı siyasi parti liderlerince dile getirilen aşırı bazı siyasal söylemler bu cumhuriyetleri, Türkiye’nin ilişkileri geliştirmek suretiyle bu yeni “Büyük Oyun”da yeni “Büyük Birader” sorumluluğunu alabileceğini düşünmeye zorlamış olabilir. Aslında, özellikle ilişkilerin ilk yıllarında, Milliyetçi Hareket Partisi ve Refah Partisi gibi belirli bazı milliyetçi ve İslamcı çevreler, yeni uluslararası düzende Türkiye’nin güçlü ve prestijli bir siyasi aktör olacağından ve bir Türk ulusları bloku veya birliğini kuracağından söz etmekteydiler. Bu politikayı savunan siyasi partiler yalnızca ideolojik olarak birbirinden ayrıydılar, bunlardan ilki kendini milliyetçi olarak tanıtırken ikincisi dini ideolojisini öne çıkarıyordu. (Kramer, 1996, s.114)<br />
<br />
Türkiye, Orta Asya cumhuriyetlerine yönelik oldukça fanatik dış politika söylemini değiştirmiş ve bu söylemi 1992’den sonra daha gerçekçi bir tarza oturtmuş olmasına rağmen Orta Asya cumhuriyetleri halen Türkiye’yle tam bir işbirliğine girmekten çekinmektedirler.<br />
<br />
-Orta Asya Cumhuriyetlerine Yönelik Yeterli Stratejinin Olmayışı <br />
Türkiye, Orta Asya cumhuriyetleriyle ilişki kurmaya başladığı tarihten bu yana stratejik bir kaos içinde bulunmaktadır. Türkiye bazı politikaları gerçekleştirmede kararlı ve Orta Asya bölgesine ilişkin hedefinde de azimli ve tutarlı olmasına rağmen, bu hedefe ulaşmak için gereken araçlar hususunda daima yetersiz kalmıştır. Aslında, bu yetersiz politikanın nedeni, Türkiye’nin belirli bir işbirliği alanı tayin etmemiş ve çok geniş boyutlu işbirliği planları geliştirmiş olmasıdır. 1991 yılından bu yana Orta Asya devletleriyle ilişkilerde bu olumsuz gerçekle yüz yüze bulunmaktayız. Geçen on sene zarfında Türkiye bölgede çok sayıda girişim başlatmış, ancak bunlar bir sonuca ulaşamamıştır. Bu güne dek, Orta Asya cumhuriyetlerine verilen sözler tam anlamıyla tutulamamış bu da Orta Asya cumhuriyetlerini Türkiye’yle ilgili hayal kırıklığına uğratmıştır.<br />
<br />
-Bilgi Eksikliği<br />
Herhangi bir devletle sağlıklı ekonomik, siyasal, askeri ya da toplumsal ilişkiler kurabilmek için bu devletin geçmişinin ve benimsemiş bulunduğu davranış kalıplarının iyi bilinmesinin vazgeçilmez olduğu şeklinde yaygın kabul gören bir saptama vardır. Daha önce de sözü edildiği gibi, Orta Asya cumhuriyetlerinin halkı Türk kökenlidir, bu halklar Türkçe konuşan uluslardandır ve İslam dinine mensupturlar. Bu ortak noktalara rağmen şunu itiraf etmeliyiz ki Orta Asya cumhuriyetlerine ilişkin tarihsel bilgi Türkiye’de oldukça kısıtlıdır. Bölgedeki ekonomik ve siyasal hedeflere ulaşmada hayati öneme sahip toplumsal, kültürel ve siyasal bilgileri dikkate alarak, akademik çevrelerin bu konu üzerine eğilmesi ve üniversitelerde Orta Asya enstitülerinin kurulması gerekmektedir. <br />
<br />
-Rusya Federasyonu<br />
Daha önce de değindiğimiz gibi Rusya Federasyonu, bağımsızlığına yeni kavuşmuş bu cumhuriyetleri eski Sovyetler Birliği toprakları üzerinde yaşayan ve ekonomik, siyasal ve toplumsal olarak kendisine bağımlı bulunan federatif devletler gibi görmektedir. Aslında, gerçek durum da bu varsayıma uygun düşmektedir. Bu cumhuriyetler, dış ticaretlerinin çoğunu Rusya Federasyonu ile yapmaktadırlar. Orta Asya cumhuriyetlerinde yaşayan Rus azınlıkların sayısı da oldukça fazladır. Bundan başka, bu cumhuriyetlerde yönetimi devralabilecek durumdaki eğitimli insan kaynağının ortalamanın altına düşmesinden bu yana yönetim kademesindeki Rusların sayısı günden güne artmaktadır. <br />
<br />
Ayrıca, Sovyetler Birliği’nin toplumsal, siyasal, ekonomik ve kültürel etkisi altında yıllarca yaşamış bulunan Orta Asya cumhuriyetleri, Rus faktörünü dışlamak ya da ekonomik nedenlere bağlı olarak Rusya Federasyonu’nu Orta Asya bölgesinden tecrit etmek taraftarı değildir. Dolayısıyla, bu cumhuriyetler Rusya Federasyonu’na düşmanlığı hedefleyen tüm girişimlere karşı çıkmaktadırlar. Başka herhangi bir devletle kurulacak ve Rusya Federasyonu’nun önemini azaltabilecek çok yoğun ekonomik, siyasal, toplumsal ve kültürel işbirliğinin onların nazarında avantaj yerine dezavantajlar getireceği gerçeğinin farkındadırlar. Bu kanı yalnızca Türkiye için değil, tüm başka ülkeler için de genelleştirilebilir. Bu nedenle, Rusya Federasyonu dışındaki herhangi bir devletle herhangi bir ilişki/işbirliği kurma veya geliştirme hususlarında çok ihtiyatlı davranmaktadırlar. <br />
<br />
-Batı’nın Desteğinin Olmayışı <br />
Türkiye’nin Orta Asya cumhuriyetlerinin ihtiyaçlarını kendi mevcut ekonomik potansiyeli ile karşılayamadığı oldukça açıktır. Bu ülkelerle planlanan ilişkileri hayata geçirebilmek için bir tür ek yardıma ihtiyaç duyulmaktadır. Eğer Türkiye bu cumhuriyetler için Batı’dan destek sağlarsa, planlanan bu ilişki ve işbirliği süreci daha uygun biçimde ilerleyebilecektir. Ancak, özellikle sanayileşmiş devletler, bölgenin riskli olduğunu ve yapacakları yatırımların sonunda avantaj elde edemeyeceklerini düşünerek bu bölgede yatırım yapmaktan kaçınmaktadırlar. Şu ana kadar bölgeye büyük miktarda bir Batı desteğinin geldiğini iddia etmek oldukça zordur. Batı desteğinin eksikliği, Orta Asya cumhuriyetleri ve Türkiye arasındaki ilişkiler üzerinde olumsuz etki bırakmaktadır. Türkiye’nin bu cumhuriyetleri tam anlamıyla desteklemede çok yetersiz kalması ve bu cumhuriyetlerin de ekonomik yardım için özellikle Batı’ya yönelmeye istekli olmaları, sanayileşmiş Batılı devletlerle işbirliğini Türkiye’yle işbirliğine tercih etmelerine neden olmaktadır.<br />
<br />
-Bölgede Bölgesel ve global Güçler Rekabeti <br />
Bölgede nüfuz alanını genişletme isteğindeki çeşitli devletlerin varlığı da Türkiye ile bu cumhuriyetler arasındaki ilişkilerin düzeyini etkileyebilmektedir. Dış güçlerin bu cumhuriyetlere kabul ettirmek istediği çeşitli politikalar nedeniyle Türkiye, bölgede kendi politikalarını bağımsız olarak yürütememektedir. <br />
<br />
Türkiye’nin Orta Asya Cumhuriyetlerine Sağlayabileceği Avantajlar<br />
<br />
-Bölgedeki Radikal İslam’a Karşı Türkiye<br />
Türkiye ve Orta Asya cumhuriyetlerini birbirleriyle yoğun işbirliği geliştirmekten alıkoyan bu problemlere rağmen, Türkiye Orta Asya cumhuriyetleri ve Orta Asya bölgesi için bazı avantajlar ifade etmektedir. İlk olarak, Türkiye’nin Orta Asya’daki varlığı, bölgenin yeni şekillenen perspektifinde yer almaya istekli köktendinci ülkelere karşı gereklidir. Kısmen bölgeyle mevcut kültürel bağları ve ekonomisindeki darboğaz nedeniyle cesaret alan İran bölgede oldukça etkin durumdadır. 1991’den sonra bölgedeki İslami uyanışı dikkate alırsak, İran’ın bölgedeki etkisinin Orta Asya toplumları arasında aşırı dinciliğe sebep olabileceğini iddia edebiliriz. Böylece, laik devlet modeli, serbest pazar ekonomisi ve çoğulcu demokrasisiyle (bu üç konuda da aşikar eksiklerine rağmen) Türkiye, bölgede nüfuz arayışındaki köktendinci devletlerin muhtemel dini istismarlarına karşı bir tür engel teşkil etmektedir. <br />
<br />
-Bölgeye Amerikan Desteğini Yönlendirebilen Türkiye<br />
İkinci olarak Türkiye’nin bölgedeki varlığı, Amerikan desteğinin Orta Asya cumhuriyetlerine yönlendirilmesi için gerekmektedir. Türkiye’nin ABD ile mevcut bağları, bölgedeki güçler rekabetinde yer alan diğer devletlere kıyasla en yüksek düzeydedir. ABD ile olan bu yakın ilişki, Orta Asya cumhuriyetleri için de bir avantajdır. ABD, bölgede aktif olarak yer almamasına ancak bölgeyi uzaktan kontrol etmeye çalışmasına karşın, bu cumhuriyetler üzerinde herhangi bir egemen gücün hakimiyetini kesinlikle kabul etmeyecektir. İşte bu nedenle bölgedeki Türk etkisi, Amerikan ekonomik desteğini elde etme açısından Orta Asya cumhuriyetleri için hayati önem taşımaktadır. <br />
<br />
-Bölge Devletlerine Batının İletişim Kanallarını Açabilen Türkiye<br />
Üçüncü olarak Türkiye, bölgedeki diğer aktörler arasında kendini Batının ekonomik ve siyasal kuruluşlarına en fazla entegre edebilmiş ülke konumundadır. Bu husus ayrıca, Orta Asya cumhuriyetleri için de bir avantaj ifade etmektedir. Türkiye, Batılı devletlerle yakın ilişkiler içinde olan bir ülke olarak sanayileşmiş Batılı devletlerle çeşitli iletişim kanalları oluşturarak Orta Asya cumhuriyetlerinin kendi siyasal (demokratikleşme, laik devlet ve toplum) ve ekonomik (serbest pazar ekonomisi) gelişmeleri için gerekli ekonomik ve siyasal desteği elde etmelerine yardımcı olmaktadır.<br />
<br />
-Laik ve Demokratik Bir Model Olarak Türkiye<br />
Ve son olarak Türkiye, laik devlet kurumları, çoğulcu demokrasisi ve serbest pazar ekonomisi bulunmayan Orta Asya cumhuriyetleri için gereklidir. Orta Asya’dan avantajlar elde etme amacındaki bölgesel güçler arasında Türkiye, laik, demokratik ve eksiklerine rağmen serbest pazar ekonomisini kurmuş tek ülkedir. Bu nedenle, Türkiye’nin, devlet kurma ve serbest pazar ekonomisine geçiş sürecinde bu cumhuriyetler için bir model olma olasılığı son derece yüksektir.<br />
<br />
Bu makale kapsamında Orta Asya bölgesinin coğrafi, toplumsal, siyasal ve ekonomik özellikleri kabaca tanımlanmaya çalışılmış; bölgede yer alan cumhuriyetlerin yüzleştikleri problemler irdelenmiş ve Türkiye’nin bu bölgedeki cumhuriyetler için hangi alanlarda lokomotif rol ya da roller üstlenebileceği tartışılmıştır.<br />
<br />
KAYNAKÇA<br />
<br />
Ahmet, Mutahir (1994). “Radikal İslam ve Orta Asya”. Avrasya Etüdleri (Ankara), no.3.<br />
Ahmet, Mutahir (1995). “Euro-Central Asian Relations”. Eurasian Studies (Ankara), no.1.<br />
Ahrari, M.E. (1994). “The Dynamics of the New Great Game in Muslim Central Asia”. Central Asian Survey, no.4.<br />
Akiner, Shirin (Ed.) (1994). Political and Economic Trends in Central Asia. London: I.B.Tauris.<br />
Alexandrov, Yuri G. (1993). “Central Asia: Specific Case of Economic Underdevelopment”. Vitaly Naumkin (Ed.), State, Religion and Society in Central Asia-A Post-Soviet Critique. Reading: Ithaca Press.<br />
Avşar, B. Zakir and Ferruh Solak (1998). Türkiye ve Türk Cumhuriyetleri. İkinci Basım, Ankara: Vadi Yy. <br />
Batalden, Stephen K. ve Sandra B. Batalden (1993). The Newly Independent States of Eurasia - Handbook of Former Soviet Republics. ORYX.<br />
Brown, Bess A. (1996). Authoritarianism in the New States of Central Asia: An Overview of Post-Independence Politics. Köln: Bundesinstitut für Ostwissenschaftliche und Internationale Studien.<br />
Brzezinski, Zbigniev (1998). Büyük Satranç Tahtası. (Çev. Ertuğrul Dikbaş ve Ergun Kocabıyık). Istanbul: Sabah Yy.<br />
Chavin, James (1994). “Independent Central Asia: A Primer”. Current History, no.582.<br />
Conway, Patrick (1994). “Kazakhstan: Land of Opportunity”. Current History, no.582.<br />
D’Encausse, Helene Carrere (1992). Sovyetler’de Müslümanlar. (Çev. Adnan Tekşen). Alternatif Üniversite Yy.<br />
Dawisha, Karen and Bruce Parrot (1994). Russia and the New States of Eurasia Politics of Upheaval. Cambridge University Press.<br />
Dawisha, Karen ve Bruce Parrott (Eds) (1997). Conflict, cleavage, and change in Central Asia and the Caucasus Authoritarianism and Democratization in Postcommunist Societies 4. Cambridge University Press.<br />
Forsythe, Rosemarie (1996). The Politics of Oil in the Caucasus and Central Asia. Adelphi Paper 300. Oxford University Press.<br />
Frank, Andre Gunder (1992). The Centrality of Central Asia. Amsterdam: VU University Press.<br />
Fuller, Graham E. (1994). “Russia and Central Asia: Federation or Fault Line?”. Michael Mandelbaum (Ed.), Central Asia Kazakhstan Uzbekistan Tajıkıstan Kyrgyzstan Turkmenistan and the World. New York: The Council on Foreign Relations, Inc.<br />
Gökay, Bülent (1998). “Caspian Uncertainties:Regional Rivalries and Pipelines”. Perceptions- Journal of International Affairs (Ankara), no.1.<br />
Gökırmak, Mert (1996). “Türkiye-Rusya İlişkileri ve Petrol Taşımacılığı Sorunu: Jeopolitik Bir Değerlendirme”. Faruk Sönmezoğlu (Ed.), Değişen Dünya ve Türkiye. İstanbul: Bağlam Yy.<br />
Gumpel, Werner (1994). “Economic and Political Developments in the Central Asian Turkish Republics”. Eurasian Studies (Ankara), no.2.<br />
Gürel, Şükrü S., Şamil Ünsal ve Yoshihiro Kimura (Eds) (1993). Turkey in A Changing World. Tokyo: Middle East Studies Series, no.33.<br />
Haghayeghi, Mehrdad (1995). Islam and Politics in Central Asia. New York: St.Martin’s Press.<br />
Hopkirk, Peter (1990). The Great Game. Oxford University Press.<br />
Hunter, Shireen T. (1990). “Nationalist Movements in Soviet Asia”. Current History, no.549.<br />
Hunter, Shireen T. (1996). Central Asia Since Independence. Westport: Praeger Publishers.<br />
Hyman, Anthony (1993). “Moving out of Moscow’s Orbit: the outlook for Central Asia”. Foreign Affairs (London), no.2.<br />
IISS Strategic Survey (1991/92). Central and South Asia, London: Brassey’s.<br />
Islam, Shafiqul (1994). “Capitalism on the Silk Route”. Current History, no.582.<br />
Kadir, Zülfiye (1996). “Muslim Political Movements in Russia”. Eurasian Studies (Ankara), no.2.<br />
Katz, Mark N. (1994). “Nationalism and the Legacy of Empire”. Current History, no.585.<br />
Khazanov, A. M. (1994). “Underdevelopment and Ethnic Relations in Central Asia”. Beatrice Manz (Ed.), Central Asia in Historical Perspective. Boulder: Westview Press.<br />
Kimura, Yoshihiro (1993). “Central Asia and the Caucasus-Nationalism and Islamic Trends-with special reference to Central Asia and the Caucasus-”. Şükrü S. Gürel, Şamil Ünsal ve Yoshihiro Kimura (Eds), Turkey in A Changing World. Tokyo: Middle East Studies Series, no.33.<br />
Kona, Gamze, 1999. “Central Asia: A New Economic Potential”. İşletme ve Finans (Ankara), no.155.<br />
Kramer, Heinz (1996). “Will Central Asia Become Turkey’s Sphere of Influence”. Perceptions- Journal of International Affairs (Ankara), no. 2.<br />
Kubicek, Paul (1996). “Managing Inter-Ethnic Relations in Central Asia: Theory and Practice”. Eurasian Studies (Ankara), no.3.<br />
Landau, Jacob M. (1995). Pan Turkism: From Irredentism to Cooperation. Second Ed., Bloomington: Indiana University Press. <br />
Mardin, Şerif (1993). Din ve Ideoloji. Altıncı Basım, Istanbul: Iletişim Yy. <br />
Menon, Rajan ve Henri J. Barkey (1993). “The transformation of Central Asia: implications for regional and international security”. Survival Winter 1992-93.<br />
Mirsky, George I. (1992). “Central Asia’s Emergence”. Current History, no.567.<br />
Mütercimler, Erol (1993). Türkiye-Türk Cumhuriyetleri Ilişkiler Modeli. Istanbul: Anahtar Kitaplar Yayınevi.<br />
Nissman, David (1994). “Turkmenistan (Un)transformed”. Current History, no.582.<br />
Öğütçü, Mehmet (1994). “Religious ‘Bias’ in the West against Islam Turkey As a Bridge Between?”. Foreign Policy (Ankara), vol.18.<br />
Olcott, Martha Brill (1992). “Central Asia’s Catapult to Independence”. Foreign Affairs (London), no.3.<br />
Olcott, Martha Brill (1994). “Central Asia’s Islamic Awakening”. Current History, no.582.<br />
Olcott, Martha Brill (1996). Central Asia’s New States - Independence, Foreign Policy, and Regional Security. Washington D.C.: United States Institute For Peace.<br />
Peker, Günden (1996). “ISLAM: myth or reality in Central Asia”. Eurasian Studies (Ankara), no.3.<br />
Rashid, Ahmed (1994). The Resurgence of Central Asia Islam or Nationalism? London-New Jersey: Zed Books.<br />
Razov, S. (1997). “New Developments in Central Asia”. International Affairs (Moscow), no.3.<br />
Şen, Şamil ve Şener Üşümezsoy (2002). “Küresel Dünyanın En Büyük Sorunu: Enerji Sağlama Güvenliği”. M5 Savunma ve Strateji, no.109.<br />
Solodovnik, Sergei (1993). “Central Asia: A New Geopolitical Profile”. International Affairs (Moscow), no.10.<br />
Taşhan, Seyfi (1993). “Turkey’s Foreign Policy Objectives”. Foreign Policy (Ankara), nos.1-2.<br />
The Economist, 25-31 October 1997. “The Five Young Orphans”.<br />
The Economist, 7-13 February 1998. “A Caspian Gamble A Survey of Central Asia”.<br />
Vaner, Semih (1997). “Türk Dilli Dünyada Demokrasi Sorunu”. Semih Vaner (Ed.), Unutkan Tarih Sovyet Sonrası Türk Dilli Alan. (Çev. Ercan Eyüboğlu). İstanbul: Metis Yy.<br />
Wimbush, Enders (1996). “Pressures For and Against Regional Integration in Central Asia”. SAM (Center For Strategic Research) Papers (Ankara), no.1.<br />
Winrow, Gareth M. (1995). “Regional Security and National Identity: The Role of Turkey in Former Soviet Central Asia”. Çiğdem Balım et al. (Eds), Turkey: Political, Social and Economic Challenges in the 1990s. Leiden: E.J. Brill.<br />
Yılmaz, Bahri (1994). “Turkey’s New Role in International Politics”. Aussen Politik, no.1.Gamze Güngörmüş Konahttp://www.blogger.com/profile/14874505075986951772noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-7485590980046694453.post-11374661173057800032009-01-05T17:09:00.021+02:002012-07-07T16:27:50.221+03:00Yazılı Basın (53) ve Röportajlar (7)<b>YAZILI BASIN</b><br />
<br />
<div class="MsoNormal"><b><u><span lang="EN-AU" style="font-size: 12pt;">26-27 mayıs 2012, Köln Toplantısı Haberleri<o:p></o:p></span></u></b></div><div class="MsoNormal"><br />
</div><div class="MsoNormal"><span lang="EN-AU" style="font-size: 12pt;"><a href="http://www.focushaber.com/kurt-sorunu-koln-de-masaya-yatirildi-h-14150"><span style="background-color: white;">www.focushaber.com/kurt-sorunu-koln-de-masaya-yatirildi-h-14150</span></a><cite><span style="background-color: white; color: #009933;">...</span></cite><cite><span style="background-color: white; color: #009933; font-style: normal;"><o:p></o:p></span></cite></span></div><div class="MsoNormal"><br />
</div><div class="MsoNormal"><span lang="EN-AU" style="font-size: 12pt;"><a href="http://www.rojevakurdistan.com/.../5562-tuerk-bayrakl-kuert-diasporas-cal"><span style="background-color: white;">www.rojevakurdistan.com/.../5562-tuerk-bayrakl-kuert-diasporas-cal</span></a><cite><span style="background-color: white; color: #009933;">...</span></cite><cite><span style="background-color: white; color: #009933; font-style: normal;"><o:p></o:p></span></cite></span></div><div class="MsoNormal"><br />
</div><div class="MsoNormal"><span lang="EN-AU" style="font-size: 12pt;"><a href="http://www.aksam.com.tr/silahlar-sussun,-insanlar-konussun--118188h.html"><span style="background-color: white;">www.aksam.com.tr/silahlar-sussun,-insanlar-konussun--118188h.html</span></a><cite><span style="background-color: white; color: #009933; font-style: normal;"><o:p></o:p></span></cite></span></div><div class="MsoNormal"><br />
</div><div class="MsoNormal" style="background: white; margin-bottom: .75pt; margin-left: 0cm; margin-right: 0cm; margin-top: 0cm; mso-layout-grid-align: auto; mso-line-height-alt: 11.25pt; mso-pagination: widow-orphan; mso-vertical-align-alt: auto; punctuation-wrap: hanging; text-autospace: ideograph-numeric ideograph-other;"><span style="color: #009933; font-size: 12pt;">www.pressturk.com/dunya/.../koln’de-‘silahlar-sussun’-cagrisi.html</span><span style="color: #666666; font-size: 12pt;"><o:p></o:p></span></div><div class="MsoNormal"><span style="background-color: white; color: #222222; font-size: 12pt;"><br />
</span><span lang="EN-AU" style="font-size: 12pt;"><a href="http://www.agos.com.tr/silahlar-sussun-insanlar-konussun-1615.html"><span style="background-color: white;">www.agos.com.tr/silahlar-sussun-insanlar-konussun-1615.html</span></a><cite><span style="background-color: white; color: #009933; font-style: normal;"><o:p></o:p></span></cite></span></div><div class="MsoNormal"><br />
</div><div class="MsoNormal" style="background: white; margin-bottom: .75pt; margin-left: 0cm; margin-right: 0cm; margin-top: 0cm; mso-layout-grid-align: auto; mso-line-height-alt: 11.25pt; mso-pagination: widow-orphan; mso-vertical-align-alt: auto; punctuation-wrap: hanging; text-autospace: ideograph-numeric ideograph-other;"><span style="color: #009933; font-size: 12pt;">gundem.milliyet.com.tr/koln-de-silahlar-sussun.../default.htm?...</span><span style="color: #666666; font-size: 12pt;"><o:p></o:p></span></div><div class="MsoNormal"><span style="background-color: white; color: #222222; font-size: 12pt;"><br />
</span><span lang="EN-AU" style="font-size: 12pt;"><a href="http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=1294193&title=almanyadaki-turk-ve-kurt-kanaat-onderleri-kurt-sorununa-cozum-aradi&haberSayfa=0" target="_blank"><span style="color: #1155cc;">http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=1294193&title=almanyadaki-turk-ve-k<br />
urt-kanaat-onderleri-kurt-sorununa-cozum-aradi&haberSayfa=0</span></a><o:p></o:p></span></div><div class="MsoNormal"><br />
</div><div class="MsoNormal"><span lang="EN-AU" style="font-size: 12pt;"><a href="http://www.berlinturk.de/almanya/news/almanya/almanya%E2%80%99daki-turk-ve-kurtlerle-kurt-sorunu">http://www.berlinturk.de/almanya/news/almanya/almanya%E2%80%99daki-turk-ve-kurtlerle-kurt-sorunu</a><o:p></o:p></span></div><div class="MsoNormal"><br />
</div><div class="MsoNormal"><span lang="EN-AU" style="font-size: 12pt;"><a href="http://www.haberler.gen.al/2012-05-27/almanyadaki-turk-ve-kurt-kanaat-onderleri-kurt-sorununa-cozum-aradi/">http://www.haberler.gen.al/2012-05-27/almanyadaki-turk-ve-kurt-kanaat-onderleri-kurt-sorununa-cozum-aradi/</a><o:p></o:p></span></div><div class="MsoNormal"><br />
</div><div class="MsoNormal"><span lang="EN-AU" style="font-size: 12pt;"><a href="http://eurozaman.com/euro/newsDetail_getNewsById.action?newsId=58404">http://eurozaman.com/euro/newsDetail_getNewsById.action?newsId=58404</a><b><u><o:p></o:p></u></b></span></div><div class="MsoNormal"><br />
</div><div class="MsoNormal"><span lang="EN-AU" style="font-size: 12pt;"><a href="http://www.bugun.com.tr/son-dakika-haber/?id=61414">http://www.bugun.com.tr/son-dakika-haber/?id=61414</a><b><u><o:p></o:p></u></b></span></div><div class="MsoNormal"><br />
</div><div class="MsoNormal"><span lang="EN-AU" style="font-size: 12pt;"><a href="http://www.haber10.com/haber/283541/">http://www.haber10.com/haber/283541/</a><b><u><o:p></o:p></u></b></span></div><div class="MsoNormal"><br />
</div><div class="MsoNormal"><span lang="EN-AU" style="font-size: 12pt;"><a href="http://www.magazinavrupa.com/news.php?id=2422">http://www.magazinavrupa.com/news.php?id=2422</a><b><u><o:p></o:p></u></b></span></div><div class="MsoNormal"><br />
</div><div class="MsoNormal"><span lang="EN-AU" style="font-size: 12pt;"><a href="http://www.gazetegercek.com/haber-konusu/gamze/">http://www.gazetegercek.com/haber-konusu/gamze/</a><b><u><o:p></o:p></u></b></span></div><div class="MsoNormal"><br />
</div><div class="MsoNormal"><span lang="EN-AU" style="font-size: 12pt;"><a href="http://www.azhaberler.com/haber/koln-de-silahlar-sussun-cagrisi_36918377">http://www.azhaberler.com/haber/koln-de-silahlar-sussun-cagrisi_36918377</a><o:p></o:p></span></div><div class="MsoNormal"><br />
</div><div class="MsoNormal"><span lang="EN-AU" style="font-size: 12pt;"><a href="http://haberpan.com/haber/pkkya-bir-cagri-da-kurt-diasporasindan">http://haberpan.com/haber/pkkya-bir-cagri-da-kurt-diasporasindan</a><b><u><o:p></o:p></u></b></span></div><div class="MsoNormal"><br />
</div><div class="MsoNormal"><span lang="EN-AU" style="font-size: 12pt;"><a href="http://www.avrupa-postasi.com/almanya/kurt-sorunu-kolnde-masaya-yatirildi-h34352.html">http://www.avrupa-postasi.com/almanya/kurt-sorunu-kolnde-masaya-yatirildi-h34352.html</a><b><u><o:p></o:p></u></b></span></div><div class="MsoNormal"><br />
</div><div class="MsoNormal"><b><u><span lang="EN-AU" style="font-size: 12pt;">3 Nisan 2012, Parlamento Haber (DP)<o:p></o:p></span></u></b></div><div class="MsoNormal"><br />
</div><div class="MsoNormal"><span lang="EN-AU" style="font-size: 12pt;"><a href="http://www.parlamentohaber.com/dpnin-guc-durumu-ve-merkez-sag-siyaset-237.html">http://www.parlamentohaber.com/dpnin-guc-durumu-ve-merkez-sag-siyaset-237.html</a><b><u><o:p></o:p></u></b></span></div><div class="MsoNormal"><br />
</div><div class="MsoNormal"><b><u><span lang="EN-AU" style="font-size: 12pt;">31 Mart 2012, Gazetecitv, İntihalci Kılıçbeyli Haberi<o:p></o:p></span></u></b></div><div class="MsoNormal"><br />
</div><div class="MsoNormal"><span lang="EN-AU" style="font-size: 12pt;"><a href="http://gazeteci.tv/iki-bilim-kadini-arasinda-intihal-atismasi-144409h.htm">http://gazeteci.tv/iki-bilim-kadini-arasinda-intihal-atismasi-144409h.htm</a><o:p></o:p></span></div><div class="MsoNormal"><br />
</div><div class="MsoNormal"><br />
<div class="MsoNormal"><b><u><span lang="EN-AU" style="font-size: 12pt;">26 Ağustos 2011, Turkishnews (Suriye)<o:p></o:p></span></u></b></div><div class="MsoNormal"><br />
</div><div class="MsoNormal"><span lang="EN-AU" style="font-size: 12pt;"><a href="http://www.turkishnews.com/tr/content/2011/08/26/bir-baska-suriye-analizi-ne-babasi-ne-de-oglu/">http://www.turkishnews.com/tr/content/2011/08/26/bir-baska-suriye-analizi-ne-babasi-ne-de-oglu/</a><o:p></o:p></span></div><div class="MsoNormal"><br />
</div><br />
<b><u><span lang="EN-AU" style="font-size: 12pt;">27-28 Haziran 2011, Kıbrıs Toplantısı Haberleri</span></u></b></div><div class="MsoNormal"><br />
</div><div class="MsoNormal"><span lang="EN-AU" style="font-size: 12pt;"><a href="http://www.ikincicumhuriyet.org/index.asp?sayfa=gundem&icerik=24464">http://www.ikincicumhuriyet.org/index.asp?sayfa=gundem&icerik=24464</a><o:p></o:p></span></div><div class="MsoNormal"><br />
</div><div class="MsoNormal"><span lang="EN-AU" style="font-size: 12pt;"><a href="http://taraf.com.tr/haber/yavruvatan-ergenekon-un-anavatani.htm">http://taraf.com.tr/haber/yavruvatan-ergenekon-un-anavatani.htm</a><o:p></o:p></span></div><div class="MsoNormal"><br />
</div><div class="MsoNormal"><b><u><span lang="EN-AU" style="font-size: 12pt;">Nisan 2011, Dp Üsküdar</span></u></b></div><div class="MsoNormal"><br />
</div><div class="MsoNormal"><span lang="EN-AU" style="font-size: 12pt;"><a href="http://www.hergungazetesi.com.tr/Nisan2011/dpistanbulatagi.htm">http://www.hergungazetesi.com.tr/Nisan2011/dpistanbulatagi.htm</a><o:p></o:p></span></div><div class="MsoNormal"><br />
</div><table border="0" cellpadding="0" cellspacing="0" class="MsoNormalTable" style="border-collapse: collapse; width: 726px;"><tbody>
<tr> <td style="padding: 0cm 0cm 0cm 0cm;"></td> <td style="padding: 0cm 0cm 0cm 0cm;"></td> <td style="padding: 0cm 0cm 0cm 0cm;"></td> <td style="padding: 0cm 0cm 0cm 0cm;"></td> <td style="padding: 0cm 0cm 0cm 0cm;"></td> <td style="padding: 0cm 3.0pt 0cm 0cm; width: 541.5pt;" width="722"></td> </tr>
</tbody></table><div class="MsoNormal"><br />
<br />
<div class="MsoNormal"><br />
<div class="MsoNormal"><b><u><span lang="EN-AU" style="font-size: 12pt;">31 Mart 2011, TGRT Gündem Programı</span></u></b></div><div class="MsoNormal"><div class="MsoNormal"><b><u><span style="font-size: 12pt;"><v:shapetype coordsize="21600,21600" filled="f" id="_x0000_t75" o:preferrelative="t" o:spt="75" path="m@4@5l@4@11@9@11@9@5xe" stroked="f"><v:stroke joinstyle="miter"><v:formulas><v:f eqn="if lineDrawn pixelLineWidth 0"><v:f eqn="sum @0 1 0"><v:f eqn="sum 0 0 @1"><v:f eqn="prod @2 1 2"><v:f eqn="prod @3 21600 pixelWidth"><v:f eqn="prod @3 21600 pixelHeight"><v:f eqn="sum @0 0 1"><v:f eqn="prod @6 1 2"><v:f eqn="prod @7 21600 pixelWidth"><v:f eqn="sum @8 21600 0"><v:f eqn="prod @7 21600 pixelHeight"><v:f eqn="sum @10 21600 0"></v:f></v:f></v:f></v:f></v:f></v:f></v:f></v:f></v:f></v:f></v:f></v:f></v:formulas><v:path gradientshapeok="t" o:connecttype="rect" o:extrusionok="f"><o:lock aspectratio="t" v:ext="edit"></o:lock></v:path></v:stroke></v:shapetype><v:shape alt="http://www.tgrthaber.com.tr/tgrt_haber/content/images/Sabitler/PROGRAMLAR/GunlukProgramlar/Gundem/GundemTanitim31Mart.jpg" id="Picture_x0020_1" o:spid="_x0000_i1025" style="height: 156.75pt; visibility: visible; width: 453.75pt;" type="#_x0000_t75"><v:imagedata o:title="GundemTanitim31Mart" src="file:///C:\DOCUME~1\GRSEL~1\LOCALS~1\Temp\msohtmlclip1\01\clip_image001.jpg"></v:imagedata></v:shape></span></u></b><b><u><span lang="EN-AU" style="font-size: 12pt;"><o:p></o:p></span></u></b></div></div><br />
<b><u><span lang="EN-AU" style="font-size: 12pt;">26-27 Şubat 2011, Siirt Toplantısı Haberleri</span></u></b></div><div class="MsoNormal"><br />
</div><div class="MsoNormal"><span lang="EN-AU" style="font-size: 12pt;">Batman Postası : <a href="http://www.batmanpostasigazetesi.com/yazi/ekopolitik-calistayin-ardindan-3859.htm">http://www.batmanpostasigazetesi.com/yazi/ekopolitik-calistayin-ardindan-3859.htm</a><b><u><o:p></o:p></u></b></span></div><div class="MsoNormal"><br />
</div><div class="MsoNormal"><span lang="EN-AU" style="font-size: 12pt;">Siirt Belediyesi Web Sayfası : <a href="http://www.siirt.bel.tr/h_sayfa_detay.php?no=493">http://www.siirt.bel.tr/h_sayfa_detay.php?no=493</a><o:p></o:p></span></div><div class="MsoNormal"><br />
</div><div class="MsoNormal"><span lang="EN-AU" style="font-size: 12pt;">Siirt İlk Haber : <a href="http://www.siirtilkhaber.com/Ekopolitikin-Siirt-Calistayi-Hadim-Edildi-haberi-941/">http://www.siirtilkhaber.com/Ekopolitikin-Siirt-Calistayi-Hadim-Edildi-haberi-941/</a><b><u><o:p></o:p></u></b></span></div><div class="MsoNormal"><br />
</div><div class="MsoNormal"><span lang="EN-AU" style="font-size: 12pt;">Siirttenote : <a href="http://www.siirttenote.com/siirt/2533-panelden-dueuenceler-ve-goeruentueler.html">http://www.siirttenote.com/siirt/2533-panelden-dueuenceler-ve-goeruentueler.html</a><o:p></o:p></span></div><div class="MsoNormal"><span lang="EN-AU" style="font-size: 12pt;"><br />
</span><br />
<span lang="EN-AU" style="font-size: 12pt;">Siirt Manşet :<b> </b><a href="http://www.siirtmanset.com/siyaset/ekopolitikin-siirtte-duzenledigi-calistay-11-saat-surdu-h1885.html">http://www.siirtmanset.com/siyaset/ekopolitikin-siirtte-duzenledigi-calistay-11-saat-surdu-h1885.html</a><u><o:p></o:p></u></span></div><div class="MsoNormal"><br />
</div><div class="MsoNormal"><span lang="EN-AU" style="font-size: 12pt;">Net Habercilik : <a href="http://www.nethabercilik.com/haber/ekopolitik-dergisinin-siirtte-duzenledigi-calistay-11-saat-surdu.htm">http://www.nethabercilik.com/haber/ekopolitik-dergisinin-siirtte-duzenledigi-calistay-11-saat-surdu.htm</a><b><u><o:p></o:p></u></b></span></div><div class="MsoNormal"><br />
</div><div class="MsoNormal"><span lang="EN-AU" style="font-size: 12pt;">Siirt56 : <a href="http://www.siirt56.com/siirt-guncel/ekopolitik-derne%C4%9Ei%C2%B4nin-demokratiklesmeye-do%C4%9Eru-siirt-dura%C4%9Ei-2049.html">http://www.siirt56.com/siirt-guncel/ekopolitik-derne%C4%9Ei%C2%B4nin-demokratiklesmeye-do%C4%9Eru-siirt-dura%C4%9Ei-2049.html</a><o:p></o:p></span></div><div class="MsoNormal"><br />
</div><div class="MsoNormal"><b><u><span lang="EN-AU" style="font-size: 12pt;">24 Ocak 2011, CHP Kadıköy İlçe Başkanlığı Konferans Haberi</span></u></b></div><br />
<div class="MsoNormal"><br />
<div class="MsoNormal"><br />
</div><div class="MsoNormal"><span lang="EN-AU" style="font-size: 12pt;">Kent Yaşam Gazetesi : <a href="http://www.extrahaber.com/haber.php?haber_id=14334">http://www.extrahaber.com/haber.php?haber_id=14334</a><b><u><o:p></o:p></u></b></span></div></div><br />
<br />
<b><u><span lang="EN-AU" style="font-size: 12pt;">26 Ocak 2010, BBP Danışmanlık Görevine Atanmama İlişkin Röportaj</span></u></b></div><div class="MsoNormal"><br />
</div><div class="MsoNormal"><span lang="EN-AU" style="font-size: 12pt;"><a href="http://www.ulusalses.net/haberv.asp?HaberNo=31412">http://www.ulusalses.net/haberv.asp?HaberNo=31412</a><o:p></o:p></span></div><div class="MsoNormal"><br />
</div><div class="MsoNormal"><br />
<div class="MsoNormal"><b><u><span lang="EN-AU" style="font-size: 12pt;">10 Aralık 2009, Saadet Partisi Kadın Kolları’ndan BBP’ye Ziyaret<o:p></o:p></span></u></b></div><div class="MsoNormal"><span lang="EN-AU" style="background-color: white; color: #009933; font-size: 12pt;">saadetkadin.org/tag/<b>gamze</b>-<b>gungormus</b>-<b>kona</b>/</span><span lang="EN-AU" style="color: #222222; font-size: 12pt;"><o:p></o:p></span></div><div class="MsoNormal"><br class="Apple-interchange-newline" /></div><br />
<b><u><span lang="EN-AU" style="font-size: 12pt;">17 Kasım 2009, Sizden Size “Mustafa” Filmi ile İlgili Yazıma Dair Haber <o:p></o:p></span></u></b></div><div class="MsoNormal"><br />
</div><div class="MsoNormal"><span lang="EN-AU" style="font-size: 12pt;"><a href="http://sizdensize.milliyet.com.tr/Siyaset/Ben_%E2%80%9CMustafa%E2%80%9Dyi_degil__Ataturk_u_sevdim/HaberDetay/1016">http://sizdensize.milliyet.com.tr/Siyaset/Ben_%E2%80%9CMustafa%E2%80%9Dyi_degil__Ataturk_u_sevdim/HaberDetay/1016</a><o:p></o:p></span></div><div class="MsoNormal"><br />
</div><div class="MsoNormal"><b><u><span lang="EN-AU" style="font-size: 12pt;">2 Kasım 2009, Sizden Size (Nimet Çubukçu’ya Mektup Haberi) <o:p></o:p></span></u></b></div><div class="MsoNormal"><br />
</div><div class="MsoNormal"><span lang="EN-AU" style="font-size: 12pt;"><a href="http://mpltv.de/mpltv.php?action=arsiv&islem=izle&id=1180">http://mpltv.de/mpltv.php?action=arsiv&islem=izle&id=1180</a><b><u><o:p></o:p></u></b></span></div><div class="MsoNormal"><br />
</div><div class="MsoNormal"><br />
<div class="MsoNormal"><b><u><span lang="EN-AU" style="font-size: 12pt;">16 Ekim 2008, Ekoayrıntı (Dış Politika)<o:p></o:p></span></u></b></div><div class="MsoNormal"><br />
</div><div class="MsoNormal"><span lang="EN-AU" style="font-size: 12pt;"><a href="http://www.ekoayrinti.com/news_detail.php?id=9693&uniq_id=1238394542">http://www.ekoayrinti.com/news_detail.php?id=9693&uniq_id=1238394542</a><o:p></o:p></span></div><div class="MsoNormal"><br />
</div><div class="MsoNormal"><b><u><span lang="EN-AU" style="font-size: 12pt;">7 Ekim 2008. Türkmeneli (Irak)<o:p></o:p></span></u></b></div><div class="MsoNormal"><br />
</div><div class="MsoNormal"><span lang="EN-AU" style="font-size: 12pt;"><a href="http://www.turkmeneli.org/v2/yorum/1621-abdnin-iraktan-cekilmesinin-turkiye-ve-orta-doguya-muhtemel-etkileri.html">http://www.turkmeneli.org/v2/yorum/1621-abdnin-iraktan-cekilmesinin-turkiye-ve-orta-doguya-muhtemel-etkileri.html</a><o:p></o:p></span></div><div class="MsoNormal"><br class="Apple-interchange-newline" /></div><br />
<br />
<div class="MsoNormal"><br />
<div class="MsoNormal"><br />
<div class="MsoNormal"><b><u><span lang="EN-AU" style="font-size: 12pt;">2 Eylül 2008, Apa News, Azerbaycan Röportajı<o:p></o:p></span></u></b></div><div class="MsoNormal"><br />
</div><div class="MsoNormal"><span lang="EN-AU" style="font-size: 12pt;"><a href="http://m.apa.az/en/news.php?id=87907">http://m.apa.az/en/news.php?id=87907</a><o:p></o:p></span></div><div class="MsoNormal"><br class="Apple-interchange-newline" /></div><br />
<b><u><span lang="EN-AU" style="font-size: 12pt;">8 Ağustos 2008, İyi Bilgi Röportaj (Dış Politika)</span></u></b></div><div class="MsoNormal"><br />
</div><div class="MsoNormal"><span lang="EN-AU" style="font-size: 12pt;"><a href="http://www.iyibilgi.com/haber.php?haber_id=80741&do=print">http://www.iyibilgi.com/haber.php?haber_id=80741&do=print</a><o:p></o:p></span></div><div class="MsoNormal"><br class="Apple-interchange-newline" /></div><br />
<b><u><span lang="EN-AU" style="font-size: 12pt;">7 Temmuz 2008, Karşı Haber, Teke Tek Programı Haberi<o:p></o:p></span></u></b></div><div class="MsoNormal"><br />
</div><div class="MsoNormal"><span lang="EN-AU" style="font-size: 12pt;"><a href="http://www.karsihaber.com/gamze-gungormus-kona-kimdir-23435h.htm">http://www.karsihaber.com/gamze-gungormus-kona-kimdir-23435h.htm</a><o:p></o:p></span></div><div class="MsoNormal"><br class="Apple-interchange-newline" /></div><br />
<b><u><span lang="EN-AU" style="font-size: 12pt;">Şubat 2008, Ermeni Araştırmaları Enstitüsü Röportaj (Dış Politika)</span></u></b></div><div class="MsoNormal"><br />
</div><div class="MsoNormal"><span lang="EN-AU" style="font-size: 12pt;"><a href="http://www.eraren.org/index.php?Lisan=tr&Page=GBultenDetay&BultenNo=13744">http://www.eraren.org/index.php?Lisan=tr&Page=GBultenDetay&BultenNo=13744</a><o:p></o:p></span></div><div class="MsoNormal"><br />
</div><div class="MsoNormal"><br />
<div class="MsoNormal"><b><u><span lang="EN-AU" style="font-size: 12pt;">2007, İyi Bilgi Röportaj (Dış Politika)<o:p></o:p></span></u></b></div><div class="MsoNormal"><br />
</div><div class="MsoNormal"><span lang="EN-AU" style="font-size: 12pt;"><a href="http://psikologdoctor.blogcu.com/k-iraki-kaybedecek-miyiz/2636450">http://psikologdoctor.blogcu.com/k-iraki-kaybedecek-miyiz/2636450</a><o:p></o:p></span></div><div class="MsoNormal"><br class="Apple-interchange-newline" /></div><br />
<br />
<div class="MsoNormal"><b><u><span lang="EN-AU" style="font-size: 12pt;">29 Kasım 2007, MPL TV Satranç Tahtası Programı Konuk<o:p></o:p></span></u></b></div><div class="MsoNormal"><br />
</div><div class="MsoNormal"><span lang="EN-AU" style="font-size: 12pt;"><a href="http://mpltv.de/mpltv.php?action=arsiv&islem=izle&id=1180">http://mpltv.de/mpltv.php?action=arsiv&islem=izle&id=1180</a><o:p></o:p></span></div><div class="MsoNormal"><br class="Apple-interchange-newline" /></div><br />
<br />
<div class="MsoNormal"><b><u><span lang="EN-AU" style="font-size: 12pt;">19 Kasım 2007, Haber5 (Dış Politika)<o:p></o:p></span></u></b></div><div class="MsoNormal"><br />
</div><div class="MsoNormal"><span lang="EN-AU" style="font-size: 12pt;"><a href="http://haber5.com/siyaset/erdoganin-dilinin-altindaki-bakla-ne">http://haber5.com/siyaset/erdoganin-dilinin-altindaki-bakla-ne</a><o:p></o:p></span></div><div class="MsoNormal"><br class="Apple-interchange-newline" /></div><br />
<br />
<div class="MsoNormal"><br />
<div class="MsoNormal"><b><u><span lang="EN-AU" style="font-size: 12pt;">31 Ekim 2007, Aktifhaber (Dış Politika)<o:p></o:p></span></u></b></div><div class="MsoNormal"><br />
</div><div class="MsoNormal"><span lang="EN-AU" style="font-size: 12pt;"><a href="http://www.aktifhaber.com/komutanlar-erdoganla-niye-gidiyor-138731h.htm">http://www.aktifhaber.com/komutanlar-erdoganla-niye-gidiyor-138731h.htm</a><o:p></o:p></span></div><div class="MsoNormal"><br class="Apple-interchange-newline" /></div><br />
<b><u><span lang="EN-AU" style="font-size: 12pt;">10 Ekim 2007, İyi Bilgi Röportaj (Dış Politika)<o:p></o:p></span></u></b></div><div class="MsoNormal"><br />
</div><div class="MsoNormal"><span lang="EN-AU" style="font-size: 12pt;"><a href="http://www.iyibilgi.com/haber.php?haber_id=38342&do=print">http://www.iyibilgi.com/haber.php?haber_id=38342&do=print</a><o:p></o:p></span></div><div class="MsoNormal"><br class="Apple-interchange-newline" /></div><br />
<b><u><span lang="EN-AU" style="font-size: 12pt;">5 Mart 2007, USAK-Turkish Weekly (Dış Politika)</span></u></b></div><div class="MsoNormal"><br />
</div><div class="MsoNormal"><span lang="EN-AU" style="font-size: 12pt;"><a href="http://www.turkishweekly.net/news/43157/kona-turkey-and-azerbaijan-should-conclude-security-agreement.html">http://www.turkishweekly.net/news/43157/kona-turkey-and-azerbaijan-should-conclude-security-agreement.html</a><o:p></o:p></span></div><div class="MsoNormal"><br />
</div><div class="MsoNormal"><br />
<div class="MsoNormal"><b><u><span lang="EN-AU" style="font-size: 12pt;">15 Ağustos 2006, İyi Bilgi Röportaj (Dış Politika)<o:p></o:p></span></u></b></div><div class="MsoNormal"><br />
</div><div class="MsoNormal"><span lang="EN-AU" style="font-size: 12pt;"><a href="http://www.iyibilgi.com/haber.php?haber_id=3368">http://www.iyibilgi.com/haber.php?haber_id=3368</a><o:p></o:p></span></div><div class="MsoNormal"><br class="Apple-interchange-newline" /></div><br />
<br />
<div class="MsoNormal"><b><u><span lang="EN-AU" style="font-size: 12pt;">19 Temmuz 2006, Yeni Şafak GYV Abant Toplantısı Haberi<o:p></o:p></span></u></b></div><div class="MsoNormal"><br />
</div><div class="MsoNormal"><span lang="EN-AU" style="font-size: 12pt;"><a href="http://tr.fgulen.com/content/view/10271/12/">http://tr.fgulen.com/content/view/10271/12/</a><o:p></o:p></span></div><div class="MsoNormal"><br class="Apple-interchange-newline" /></div><br />
<b><u><span lang="EN-AU" style="font-size: 12pt;">20 Nisan 2006, Turku Unv. Siyasi Tarih Balkan 2000 Projesi Tanıtımı ve Makalem</span></u></b></div><div class="MsoNormal"><br />
</div><div class="MsoNormal"><span lang="EN-AU" style="font-size: 12pt;"><a href="http://www.soc.utu.fi/laitokset/poliittinenhistoria/oppiaine/julkaisut/poliittisenhistoriantutkimuksia/tutkimuksia17.html">http://www.soc.utu.fi/laitokset/poliittinenhistoria/oppiaine/julkaisut/poliittisenhistoriantutkimuksia/tutkimuksia17.html</a><b><u><o:p></o:p></u></b></span></div><div class="MsoNormal"><br />
</div><div class="MsoNormal"><b><u><span lang="EN-AU" style="font-size: 12pt;">Nisan 2006, Şalom Gazetesi 05-31 Mart 2006 İsrail Konferanslarımın Haberi</span></u></b></div><div class="MsoNormal"><br />
</div><div class="MsoNormal"><span lang="EN-AU" style="font-size: 12pt;"><a href="http://www.salom.com.tr/news/print/2999-Imrenilesi-bir-basari-oykusu-sizinkisi-fakat-yine-de-Bir-baskad.aspx">http://www.salom.com.tr/news/print/2999-Imrenilesi-bir-basari-oykusu-sizinkisi-fakat-yine-de-Bir-baskad.aspx</a><o:p></o:p></span></div><div class="MsoNormal"><br />
</div><div class="MsoNormal"><b><u><span lang="EN-AU" style="font-size: 12pt;">16 Eylül 2005, Radikal Gazetesi Batı’da Aydınlanma Doğu’da Batılılaşma Kitabımın Haberi</span></u></b></div><div class="MsoNormal"><br />
</div><div class="MsoNormal"><span lang="EN-AU" style="font-size: 12pt;"><a href="http://www.radikal.com.tr/ek_haber.php?ek=ktp&haberno=4356">http://www.radikal.com.tr/ek_haber.php?ek=ktp&haberno=4356</a><o:p></o:p></span></div><div class="MsoNormal"><br />
</div><div class="MsoNormal"><b><u><span lang="EN-AU" style="font-size: 12pt;">23 Temmuz 2004, Transoxiana 7, Doktora Tezime İlişkin İnceleme Yazısı<o:p></o:p></span></u></b></div><div class="MsoNormal"><br />
</div><div class="MsoNormal"><span lang="EN-AU" style="font-size: 12pt;"><a href="http://www.transoxiana.org/0107/review-kona.html">http://www.transoxiana.org/0107/review-kona.html</a><o:p></o:p></span></div><div class="MsoNormal"><br />
</div><b>RÖPORTAJLAR: </b><br />
<b><br />
</b><br />
<b>Röportaj-Zaman Gazetesi-18 Nisan 2003</b><br />
"Dışişleri Bakanlığı Stratejik Simülasyon Merkezi Kurmalı", Zaman Gazetesi-18 Nisan 2003, s.6. <br />
<b><br />
</b><br />
<b>Röportaj-Cumhuriyet Gazetesi-30 Haziran 2004</b><br />
"Türkiye Alternatifini Ortaya Koymalı", Cumhuriyet Gazetesi-30 Haziran 2004, s.6. <br />
<br />
<b>Röportaj-Gerçek Hayat Dergisi-24 Kasım 2006</b><br />
"Irak İşgali 1972'de Planlandı", Gerçek Hayat Dergisi, ss.12-13. <br />
<br />
<b>Röportaj-Yeni Şafak Gazetesi-10 Ağustos 2008</b><br />
"Kıbrıs'ı Konuşma Zamanı", Yeni Şafak Gazetesi, 10 Ağustos 2008, s.8. <br />
<br />
<b>Röportaj-Sabah Gazetesi-2 Ocak 2009</b><br />
"Gazze'ye Müslüman Barış Gücü", Sabah Gazetesi, s.18.<br />
<br />
<b>Röportaj-Uiportal-Mayıs 2008 : </b>“Irak’ın Geleceği ve Türkiye’ye Yansımaları”<br />
<br />
<b>Röportaj-İyi Bilgi-Kasım 2007 : </b>"Manavgat Suyu Projesi"<br />
<b><br />
</b><br />
<b>Tam Metin Röportaj-Uiportal-Mayıs 2008 : "Iark'ın Geleceği ve Türkiye'ye Yansımaları"</b><br />
<br />
“Irak’ın Geleceği ve Türkiye’ye Yansımaları” konulu röportaj kapsamında Sayın Yrd. Doç. Dr. Gamze Güngörmüş KONA’ya yöneltilen sorular:<br />
<br />
1. Irak’ın geleceğine projeksiyon tutmak için, sanırım öncelikle geçmişini, tarihi arka planını irdelemek gerekir. Sizce, Irak’ın yakın tarihine baktığımızda, bugün içersinde bulunduğu durumla geçmişi arasında ne gibi bağlantılar saptanabilir? (Muzaffer)<br />
En önemli bağlantı; Şiiler - Sünniler ve Kürtler arasında süre gelen çatışma olsa gerek. Saddam döneminde nüfus bakımından azınlık sayılan snniler çoğunluk arz eden şiileri yıllarca yönetti, Kürtlerin ise yok edilmesi için uğraş verildi. Şimdi merkezi güç ortadan kalkınca her bir grup tek başına var olabileceğini farkedince tarihin acısını çıkarmaya başladı. Şu anda Şii gurupların Sünnilere, Krtlerin ise hem sünnilere hem de şiilere yönelik tavrı ancak bu şekilde açıklanabilir.<br />
2. 4 asra yakın Osmanlı hükümranlığında, Osmanlı toprağı olarak hayat sürmüş olan Irak, I. Dünya Savaşı’ndan sonra İngiliz kontrolüne geçmiş ve ne olduysa o tarihten sonra olmuştur. Dolayısıyla bu tarihi, günümüze kadar süren istikrarsız yönetim ve müdahalelerin kaynağı kabul edersek, günümüz Irak sorununun temellerini bu anlamda I. Dünya Savaşı sonrasında aramak mümkün ise de tek neden sayılabilir mi? (mediator)<br />
Hayır, sayılamaz. Irak’ın bugünkü yapılanmasında İngiliz yönetimi haricinde daha pek çok neden sayılabilir. Demokratik olmayan siyasi yapı, aşiretlerin hakim olduğu siyasi ve askeri yapı, liderlerin anti-demokratik tavrı, dışarıdan çok iyi gibi görünen ve bilinen fakat liderlerin oyuncağı haline dönşen Baas ideolojisi ve rejimi-iktidarı, sınıflar arasında kapatılamayacak derecelere ulaşmış olan ekonomik fark, petrol gelirlerinin hep ayrıcalıklı sınıflar lehine kullanımı, Sünni gurupların ayrıcalıklı siyasal, ekonomik ve sosyal konumu toplumda bu güne dek ciddi bir birikim yapmıştır. Bu tür toplumlar patlamak için uygun yer, mekan ve zaman kollarlar. ABD’nin mdahalesi bu guruplar için hem uygun yer hem de uygun zaman yaratmış, güç boşluğu dini, toplumsal ve siyasi patlamayı beraberinde getirmiştir.<br />
3. Amerika’nın Irak’a müdahalesinde bilinen sebepler dışında başkaca sebepleri nasıl açıklar mısınız? (Sami Çom)<br />
Biz hep petrol diye tutturduk. Oysa orta asya ve kafkasya’nın 91 yılında bağımsızlığına kavuşmasından itibaren bu iki coğrafyada beliren petrol ve doğal gaz zengini bazı devletlerin siyasi, ekonomik ve sosyal açılardan orta doğu coğrafyasında yer alan devletlere ne denli büyük oranda benzediğini, bu iki coğrafyanın abd’nin gelecekte avrasya hakimiyeti hesapları bağlamında ne denli büyk bir önem arz ettiğini, “hilal” i andıran bu iki coğrafyanın birleştirilmesinin abd’nin dünya imparatorluğunu kurmasını ne denli büyk bir ölçüde yardım edeceğini farkına varamadık. Abd bu iki coğrafyayı birleştirme planlarına ırak2tan başladı çünkü saddam gibi bir liderin üstesinden gelebilen abd diğer orta doğu devletleri için bir korku sembol olacak ve böylece abd’nin saddam operasyonu sonrası orta doğu’yu yönlendirmesi daha kolay olacaktı.<br />
4. ABD Irak’ı işgalinin 5. yılı içinde ve hala bölgeden çekilmeye niyetli görünmüyor. Bu kadar senedir bölgede kalışını Irak’ta başarısız olunması halinde İran’ın bölgede uzun vadede artan bir nüfuza ulaşacağı ve Irak’ın güneyinde başat aktör olacağı korkusuyla açıklamak yeterli olur mu? Ayrıca ABD’nin Irak müdahalesini G.W. Bush döneminin dış politika anlayışı ile sınırlamak doğru mudur? (Kemal)<br />
Abd gücünü ispatlamadan ırak’tan çıkmaz çünkü ırak bir örneklemdir, ırak’ta başarısız olacak bir abd’nin diğer orta doğu devletlerinde işi zorlaşacaktır (rusya’nen çeçenistan takıntısı gibi). Bu nedenle, sadece olay iran zerinden de açıklanamaz. Suriye, lübnan, BAE ve suudi arabistan unutulmamalıdır. Irak abd için diğer orta doğu devletleri karşısında bi gösteri alanıdır. Bir matador bir boğaya yenilirse, diğer boğaların işini kolaylaştırır ye da hırsını alamaz ve “yenilen pehlivan güreşe doymaz” kıvamına gelir, işte orta doğu coğrafyası kapsamında abd’nin oyunu bundan ibaret.<br />
Ayrıca, hiçbir abd yönetimi kendi algılamasına göre bir abd dışpolitik tavrı benimseyemez, abd’nin prensip haline getirilmiş bir dış politika tutumu vardır, bu tutum yönetimlere göre şekillenmez ye da şekil değiştiremez. Abd liberal ekonomisine yeni pzarlar sağlayacak devletler gereksinim duymaktadır, orta doğu’da bu pazarlara sahip devletler yaratabilmek için abd karşıtı iktidarlar düşürülmeli, abd karşıtı rejimler değiştirilmeli ve abd’nin yönetebileceği rejim ve iktidarlar getirilmeliydi. Bütün olay dünya hakimiyeti kurmak isteyen abd2nin bu gücü ekonomik yollardan ele geçirme politikasının bir sonucudur. Bu nedenle, bu politika bush ile sınırlandırılamaz.<br />
5. Irak’a fiili müdahalede bulunan ABD’nin dışında Rusya ve Çin gibi iki önemli güç de Türkiye’nin hassasiyet gösterdiği Kuzey Irak Bölgesine ilgi duyan, bölge ile ilişkiler tesis eden ülkeler arasındadır. Bu ilgi boyutu Kuzey Irak kadar Türkiye’yi de yakından etkilemektedir. Bölge içi aktörler ve bölge dışı güçleri de hesaba katarak, çıkarların çatıştığı bu bölgede Türkiye nasıl bir dış politik tavır belirlemelidir? (Kemal)<br />
Kuzey ırak özelinde türkiye’nin dış politik tavrı; bağımsız bir kürt devletinin kurulmasını engellemek, kuzey ırak’taki iki parti liderinin pkk unsuruna vermekte oldukları desteği ortadan kaldırmak, ırak merkezi yönetiminin kuzey ırak’a siyasi ve ekonomik ayrıcalık uygulamasını engellemek, musul ve kerkük’te türkmen varlığını güçlendirmek olmalıdır. Ayrıca diğer devletlerin çin ve rf gibi kuzey ırak’taki gelişmeler karşısında aldıkları tavrın türkiye’nin bu bölgeye ilişkin politikasına pek faydalı olabileceğini düşünmüyorum çünkü kuzey ırak politikaları bağlamında sesini yükselten her devlet kendi çıkarlarının maksimizasyonu için sesini yükseltmektedir. Yoksa türkiye’nin hassasiyeti falan kimsenin umurunda değildir.<br />
6. Ortadoğu’daki pek çok devlet gibi Irak da emperyalist güçler tarafından, etnik, dini/mezhepsel ve demografik yapısı göz önüne alınmadan, tamamen suni sınırlarla oluşturulmuş bir devlettir. Ancak böyle bir devlet en fazla 60-70 yıl kadar ayakta kalabildi. Şimdilerde ciddi bir etnik ve mezhep ayrılığına düşmüş bir Irak, önümüzdeki zaman içersinde varlığını tek devlet olarak devam ettirebilir mi? Yoksa kuzeyini Türkiye’nin, ortasını Suriye’nin ve güneyini İran’ın egemenliğine girecek bir yapı ile parçalanması sizce olası mı? (Cemalettin)<br />
Okunduğu şekilde algılandığında gayet olası ancak abd’nin bu tabloyu nasıl okuyacağı bizim okuduğumuz tablodan ne anladığımızdan daha önemli. 5 yıldır ırak’a bu kadar yatırım yapan, mal ve can kaybeden, güç gösterisinde bulunan abd ortayı suriye’ye, kuzeyi türkiye’ye, güneyi iran’a yar eder mi açıkçası pek zannetmiyorum. Kanımca, merkezde bir kukla yönetim yapılandırması, kuzey’de bağımsız değil ama özerk bir kürt bölgesi oluşturması, güneyi ise iran etkisini uzaklaştırabilmek için şiilerden tamamen arındırması en kuvvetle muhtemel ihtimal gibi.<br />
7. Bölgedeki diğer ülkelere nazaran daha demokratik bir yapı içeren İran ve Türkiye (buradaki demokratik yapıyla kastedilen, yöneticilerin seçimle iktidara gelmesidir), ABD ve Batı tarafından parçalanan Irak örneğinden ders alarak, askeri düzeyde işbirliğine gidebilir mi? (Yusuf Kenan)<br />
İran orta doğu’da türkiye için çok önceden değerlendirilmeye başlanması gereken bir devletti. abd’nin yapay bir “islam devrim transferi” pompalaması ile türkiye iran2dan soğutuldu ve abd’nin kucağına atıldı. Orta doğu bağlamında benzer hassasiyetleri taşıyan türkiye ve iran askeri alanda değil ama siyasi ve ekonomik alanlarda işbirliğine rahatlıkla gidebilir. Askeri düzeyde işbirliğine gitmek türk askeri elitinin sahip olduğu duyarlılıklar ve iran’ın bazı yapısal özellikleri dikkate alındığında pek mümkün gözükmemektedir.<br />
8. Bilindiği ve sıklıkla dile getirildiği gibi Türkiye, Ortadoğu’yu Batıya açan menteşe görevi icra etmektedir. AB üyelik süreci müzakere aşamasına gelmiş bir ülke olan Türkiye’ye, Irak’ın gelecekteki belirsizliği ne yönde tesir edecektir? (Muzaffer)<br />
Bildiğimiz gibi ab siyasi açıdan sorunlu bir türkiye’yi bünyesine katmak istemiyor. Bu nedenle, eğer kuzey ırak’ta bağımsız bir kürt devleti kurulur, toprak tecavüzleri başlar ve böylece fiili bir çatışma ortamı doğarsa ab için türkiye kıbrıs’tan sonra bir siyasi soruna daha sahip olmuş olur bu da pek türkiye’nin lehine bir durum olmaz.<br />
9. Irak, dış güçlerden bağımsız, kendi içinden bir lider çıkartabilir mi? Yani kısaca bağımsız bir Irak gerçekten mümkün mü? (Nicolae)<br />
Mümkün değil, anayasa yapım sürecinde dahi abd ve ingiliz kökenli hukukçular devreye girdi, değil ki bağımsız ırak kendi bağımsız liderini çıkarabilsin. Abd’nin uzaktan yönetip, kontrol edebileceği kukla bir yönetim ve göstermelik bir lider, pek çok yerde yaptığı gibi…<br />
10. Türkiye’nin Kuzey Irak operasyonu, sonrasında Kerkük ve Musul için bir adım olarak değerlendirilebilir mi? (Yusuf Biçer)<br />
Zannetmiyorum, musul ve kerkük’ü türkiye’ye ne abd ne de abd2den güç alan kuzey ırak ve israil yar etmez. Türk askeri kanadının da bu türden bir hedefi olduğunu düşünmüyorum, burada temel amaç, kürtlerin pkk’ye vermekte oldukları siyasi ve ekonomik desteği ortadan kaldırmak ve kuzey ırak bölgesinin pkk2dan temizlenmesini sağlamaktır.<br />
11. Türkiye’nin Irak’ın toprak bütünlüğünü ve siyasi istikrarını istemesindeki nedenler neler olabilir?(Nevzat)<br />
Bu isteğin nedeni temelde kuzey ırak faktörüyle açıklanabilir. Toprak bütünlüğünü korumayı başarmış bir ırak kapsamında kuzey ırak’taki kürt guruplar ve pkk destekçileri bağımsızlık hayallerine son verecekler, kuzey ırak güney doğu için siyasi bir çekim merkezi olmaktan çıkacaktır. bu da türkiye2nin siyasi istikrarını zedeleyen çok önemli bir unsurun devreden otomatik olarak çıkması anlamına gelecektir.<br />
12. Demokratik bir Irak’la gelecekte olacak ilişkilerin, Saddam Hüseyin Irak’ıyla farkları ne olur? Türkiye Demokratik bir Irak’la ilişkiye ilk hangi alanlarda başlamalıdır? (Nevzat)<br />
Demokratik rejimlerin tüm orta doğu’da nitelik olarak artması ve nicelik olarak gelişmesi demokratik türkiye’nin orta doğu bağlamında siyasi alanda rahatlaması anlamına gelecektir. Otoriter, totaliter, aşiret kültürüne sahip bir anti-demokratik liderle olan türkiye’nin ilişki çerçevesi belirlidir,oysa bunların tam tersi olan bir liderle türkiye’nin ilişki çerçevesi ve yoğunluğu da bellidir. İlişkinin kurulması gereken ilk alan siyasi daha sonra ise ekonomik olmalıdır.<br />
13. Türkiye’nin yeni Irak’la ilişkilerinde diğer ülkelere göre avantajları ve dezavantajları nelerdir? (Nevzat)<br />
Hep dezavantajlı olacaktır. Çünkü türkiye bugüne dek hep batının kurumları ve devletleri ile ilişkiyi bir orta doğulu devletle ilişki kurmaktan önde tutmuştur, ayrıca orta doğu coğrafasında pek çok devlette olduğu gibi ırak2ta da türkiye’ye ilişkin bazı tarihi ön yargılar ve olumsuz hisler vardır.<br />
14. ABD’nin Irak’a müdahalesi için şartların oluşturulmasında, müdahalenin gerçekleştirilmesinde, gelinen noktada ve işgalin devamıyla ilgili süreçte İsrail’in rolü nedir? (Yusuf)<br />
Orta doğu’daki israil küçük abd, o çok uzak coğrafyadaki abd ise büyük israil’dir. İsrail’in orta doğu’da abd politikalarına hizmet etmesi kadar doğal bir şey yoktur. Ayrıca kürt yahudilerin varlığı ve barzani’nin kökenine ilişkin olarak dolaşan “şehir efsanesi” de dikkate alındığında israil’in bu gelişmedeki etkinliği iyice pekişebilir. Bir de tabi orta doğu coğrafyasında siyasi ve ekonomik yalnızlığıyla meşhur israil’in ırak2taki kürt unsuru iktidara taşıtarak yeni bir müttefik edinme hayalini de gözden ve zihinlerden uzak tutmamak gerek.<br />
15. Kuzey Irak'ta Arap olmayan bir unsurun devletleşmesinin, çevresi Arap ülkeleriyle sarılmış ve sıkışmış bir İsrail için önemi nedir? Böyle bir oluşuma İsrail desteği ne seviyededir. (Abdullah Bayrak) : 14. sorunun kapsamıyla aynı<br />
16. Kuzey Irak'ın ve Türkiye'nin doğusunun federal bir çatı altında birleşmesi ve Türkiye’ye bağlanması şeklinde teoriler var. Bunun gerçekleşme olasılığı nedir? (Abdullah Bayrak)<br />
Federal yapılar son dönemde demokratik yönetimler kapsamında dillendirilen ve bir devlet içinde farklı etnik gurupların iyi yönetimi ve yönetişimi için siyasi birer çözüm olarak ortaya çıkmıştır. Fakat federel yönetim modellemesinin daha çok 91 yılı sonrasında bağımsızlığını ilan eden ve bir arada yaşaması mümkün olmayan farklı ve uzlaşamayan etnik grupları barındıran devletlerin yönetimine birer çözüm olarak kullanılmakta olduğu unutulmamalıdır. Yönetim sorunu olmayan, farklı etnik grupların bir arada yaşamaları gayet mümkün olan türkiye cumhuriyeti kapsamında bunun bir çözüm olarak sunulmasının pratik bir yönünün olmadığını düşünüyorum. Ne türkiye’nin doğusunun kuzey ırak2la birleşmesi ne de kuzey ırak’ın türkiye2nin doğusuna bağlanması mümkün görünmemektedir. Teori ve pratik çok ayrı şeylerdir. Böyle olmasaydı, “mektepli ile alaylı” ve “teori ile pratik birbirine benzemez” gibi deyimler dillerimize pelesenk olmazdı.<br />
17. Bazı kesimlerce, Türkiye’nin yumuşak karnı Kuzey Irak’ta oluşturulması planlanan Kürt devletinin, aslında Siyonist İsrail’e hizmet edeceği söyleniyor. Hatta bu devletin bir ‘Yahudi Kürt Devleti’ olacağı dillendiriliyor. Barzani aşiretinin Yahudi kökenli olması ve halihazırda da Kürt bölgesel yönetiminin Barzaniler tarafından idare edilmesi bu tezi ne derece kuvvetlendirir? (Ayşenur)<br />
Barzani aşiretinin yahudi kökenli olması ve bölgesel kürt yönetiminin barzani tarafından idare edilmesi sadece planın küçük bir kısmını açıklayabilir. İsrail2in yeni bir müttefik edinecek olması böylece orta doğu2da diğer arap ülkeleri karşısında daha güçlü olacak olması, daha güçlü bir israil’in orta doğu2da abd çıkarlarına daha iyi hizmet edecek olması, iran2ı kuzey ırak2taki bağımsız kürt devleti üzerinden kontrol altında tutabilecek olması, böylelikle filistin davasında elini daha güçlendirecek olması diğer faktörler olarak açıklanabilir.<br />
18. Bugün ülkedeki durum, Irak’ın bir iç sorunu olmaktan çıkmış, bölgenin komşusu olan Türkiye, İran ve Suriye’nin, ama aynı zamanda bölgedeki gelişmelerden çıkarı olan dünya politikasının güçlü devletlerinin de ilgi alanı haline gelmiştir. Devletlerin çıkar hesapları çatışırken ve denklemin bilinmeyenleri bu kadar çok iken, Irak’ın üniter ya da federatif devlet formunda geleceğini tesis etmesi ne derece mümkündür? (Hasan)<br />
Sovyetler de 91 yılında dağıldığında her bir devlet kendiçıkarını gerçekleştirmek üzere gelmişti orta asya ve kafkasya coğrafyasına fakat bir süre sonra büyük çıkar hayallerine sahip olan küçük ya da orta büyüklükteki devletler çekilmek zorunda kaldılar çünkü bu coğrafya büyük devletlerin çıkarlarını gerçekleştirmek için bir arenaya dönüştü . bu bölgelerdeki siyasi ve ekonomik politikalar çok kısa bir süre sonra bu büyük devletlerin arzuladıkları biçimlerde gelişme gösterdi. Bu durum ırak2ta da aynı şekilde yaşanacaktır. ilk başlarda aç kurtlar gibi bu bölgeye üşüşülecek fakat kısa bir zaman sonra “en uygun ayakta kalacaktır”<br />
19. ABD’nin Irak’taki istikrasızlaştırma sürecini oluşturduğu ve yönettiği yönündeki düşünceye katılıyor musunuz? Bölgedeki devletlerin (Türkiye, İsrail, İran, Suriye) kendi menfaatleri açısından bu istikrarsızlığa katkıları var mıdır? (Esra)<br />
Evet, abd ırak2taki istikrarsızlaşma sürecini başlatmış ve bu süreci ırak halkı aleyhine yönetmiştir. İsrail2in kürtler üzerinden, iran’ın şiiler üzerinden ve suriye’nin orta bölge üzerinden kendi menfaatleri açısından istikrarsızlaşma sürecine dolaylı da olsa katkıları vardır.<br />
20. ABD’nin Kuzey Irak’taki PKK hedefleri konusunda Türkiye’ye istihbarat desteği sağlamasında, İran ile Türkiye arasındaki PKK merkezli yakınlaşmanın bir etkisi var mıdır? (Fahrettin)<br />
Evet, iran ile türkiye arasında pkk merkezli yaklaşım abd’nin türkiye’ye yönelik tavrını olumlu yönde etkilemiştir. Fakat olayın bir diğer boyutu da türk askeri ve siyasi bürokrasisinin türkiye’nin kuzey ırak’taki sorunlarını kendi başına belirleyeceği, bağımsız politikalarla halletmesini engellemek, türkiye’ye yardım ederek (ye da eder gibi görünerek) kuzey ırak bağlamında bağımsız değil, ortak politikalar geliştirilmesini sağlamaktır. Tamamen kontrolden çıkmış bir türk kuzey ırak politikası, yarı denetlenebilir olandan her zaman çok daha tehlikelidir.bu nedenle, türkiye’ye istihbari destek veriliştir. Böylelikle türkiye hem iran’ın kucağına itilmeyecek hem de abd2den tam anlamıyla uzaklaştırılmayacaktı<br />
21. Yine bu bağlamda sizce, Türkiye’nin İran ile yapacağı doğalgaz anlaşması konusunun artık ağırdan alınmasında, ABD’nin sağladığı istihbarat desteğinin ve ABD ile olan ilişkilerin nispeten iyileşmesinin ne kadar etkisi vardır? (Fahrettin)<br />
Azımsanmayacak bir etkiye sahiptir.<br />
<br />
Sayın Hocam, Röportaj teklifimizi kabul ettiğiniz için, Uiportal olarak teşekkür eder, akademik hayatınızda başarılar dileriz.<br />
Saygılarımızla,<br />
Uiportal Site Yönetimi adına<br />
Muzaffer Akdoğan<br />
<br />
<b>Tam Metin Röportaj-İyi Bilgi-Kasım 2007 : "Manavgat Suyu Projesi" </b><br />
<br />
Türkiye’nin İsrail’e Manavgat suyunu satma projesi geçtiğimiz yılların en önemli tartışma konularından birisiydi. Proje bitince tartışma da sona erdi. Ancak kimse “neden” diye sormadı. İyibilgi hariç… iyibilgi’nin sorularını (Yrd.) Doç. Dr. Gamze Güngörmüş Kona yanıtladı…<br />
<br />
Su ve savaş sözcükleri küresel ısınma yer küreyi esir aldıkça daha sık yan yana gelir oldu. Genelkurmay Başkanlığı’nın tehdit değerlendirmelerinde yer verdiği “Küresel ısınma” örneğin bu kez de Genelkurmay Başkanlığı’nın yayımladığı Silahlı Kuvvetler Dergisi’nde ele alındı. Dergide 2025 yılında, dünya üzerinde yaklaşık 5 milyar insan temiz su sıkıntısı çekeceği, Türkiye bölgenin en zengin temiz su kaynaklarına sahip olduğu için su sıkıntısı çeken İsrail, Irak ve Suriye gibi ülkelerin ülkemiz için tehdit oluşturabileceğinin altı çizildi.<br />
<br />
Ortadoğu, Türkiye ve su dendiğinde son yıllarda en çok hatırlanan şey İsrail’a Manavgat suyunun satılması projesiydi. Turgut Özal, Süleyman Demirel ve Mesut Yılmaz gibi yöneticilerin destek verdiği proje kapsamında 200 milyon dolarlık yatırım yapılan Manavgat'tan su almak isteyen tek ülke olan İsrail'le 1999'dan itibaren pazarlıklar yapılıyordu. Ancak 30 Ocak 2006 tarihinde Türkiye-İsrail Ortak Su Grubu toplantısında, proje bir kez daha görüşüldü ve ortak kararla projenin iptali benimsendi. Neden?<br />
<br />
Bu sorunun yanıtını almak için (Yrd.) Doç. Dr. Gamze Güngörmüş Kona’ya ulaştık. İşte aldığımız yanıtlar…<br />
<br />
Manavgat suyunun İsrail’e satılmasından neden vazgeçildi?<br />
<br />
Manavgat suyundan İsrail’in ikinci bir projesinin Mısır’la devreye girmesi ve Mısır’la devreye girecek bu projenin siyasi ve ekonomik açıdan İsrail’e daha büyük çıkar sağlayacağı için Manavgat projesi iptal edilmiş ve İsrail Mısır ile su projesi imzalamıştır. İkincisi 1994 yılında GAP projesinden mümkün olduğunca fazla imkan sağlamak adına İsrail yetkilileri dış işleri bakanlığına ve tarım ve köy işleri bakanlığına, GAP projesinden, GAP’ın hakim olduğu alanlardaki sulamadan, oralara yeni fabrikalar yapmak için ciddi teklif getirdiler. Organik tarım yapmak için fabrika yapmak istiyorlardı. Bunların bir kısmının il bölge yönetimi tarafından kabul edildiğini, diğer kısımlarının ise milli menfaat açısından uygun görülmediğini biliyorum. İsteklerin karşılanmayan bölümü İsrail’i huzursuz etti. Bu nedenle bu kadar büyük para yatırılan GAP projesi rafa kaldırılmak durumunda kalındı.<br />
<br />
Ne kadar yatırım yapılmıştı?<br />
<br />
İsrail’in bu proje doğrultusunda aynı zaman diliminde harekete geçirmeyi planladığı yatırımların çok yüksek olduğu söyleniyor. Net bir rakam yok. Şu an için uykuya yatırmış görünüyorlar projeyi. Ancak vazgeçmeyecekler. Su olduğu yerde İsrail’in vazgeçmesi söz konusu değdir. Suyun olduğu her yer İsrail için kıymetlidir. Nil havzası ve Fırat vazgeçilmezdir. Bu Tevrat’ta da geçer. İşin dini yönü de var yani. Komşuları, su olduğu için İsrail için kıymetlidir. En yoğun ilişki kurması gereken üç ülke var İsrail’in: Mısır, Ürdün ve Türkiye. Hindistan’da gidip farklı bir faaliyette bulunur, farklı ilişkiler kurar ama Ortadoğu’da bu üç ülke vazgeçilmezdir İsrail için.<br />
<br />
Geçtiğimiz günlerde TSK dergisinde su için savaşabileceğimiz yazılmıştı…<br />
<br />
Ortadoğu’da su savaşı çıkacaksa İsrail Türkiye’yi yanına almak için elinden geleni yapar. Ortadoğu’da su savaşı olacaksa eğer iki blok oluşabilir: Bir yanda İsrail ve Türkiye, diğer yanda İran, Irak ve Suriye. İsrail’e uzaktan destek verenler ise Ürdün ve Mısır olacaktır.<br />
<br />
Nasıl bir savaş olacak bu?<br />
<br />
Hegemon güçlerin etkisinden bağımsız olarak çıkarsa bu savaş, konvansiyonel, simetrik ve tehdit algılamalarının ne boyutta olduğunu (öngörebileceğimiz) bileceğimiz bir savaş olmayacaktır. Su savaşı olacaktır. Su Ortadoğu’da çoktur. Yani su az olduğu için savaş çıkmayacak. Siyasi uzlaşmazlıklardan dolayı su üzerinden çıkabilir savaş. Paylaşılamama sorunu var su olsa da…<br />
<br />
Konvansiyonel ve simetrik olmayacak diyorsunuz. Ne demek bu?<br />
<br />
Sınırı aşan suların paylaşımından doğacak uyuşmazlıkların hallinin ancak çatışma yoluyla halledildiği bir durum bu. Özal döneminde; Türkiye’den çıkan suların barışçıl yollarla, adil dağıtımını içeren ancak bu uygulama karşılığında siyasal sorunların da hallini de şart koşan barış suyu projesi işlerlik kazanamadığı için Manavgat devreye sokulmuştur. Ancak o da yürümedi.<br />
<br />
Tüm bu açıklamalardan sonra Orta Doğu bölgesinin su bağlamında geleceğini nasıl görüyorsunuz.?<br />
<br />
Yakın bir gelecekte birbirlerini klasik savaş yöntemleriyle, nükleer güç kullanarak ya da destekçisi bir hegemon gücü yanına alarak yok etmeyi ya da en azından siyaseten ve ekonomik açılardan zayıflatmayı göze alamayan çatışan bazı Orta Doğu devletleri suyu bahane ederek ve suyu kullanarak bölge genelinde istediğine ulaşmaya teşebbüs edecektir. Bu gelişme ise Orta Doğu genelinde yaşanacak derin ve çok boyutlu çatışmaların ateşleyicisi olacaktır.Gamze Güngörmüş Konahttp://www.blogger.com/profile/14874505075986951772noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-7485590980046694453.post-41449629312229098492008-12-10T15:31:00.000+02:002012-06-27T14:58:56.918+03:00Orta Doğu Siyasetini Belirleyen Üç Aktör<a name="_Toc165557890"></a><a name="_Toc165553028"></a><a name="_Toc78117538"></a><a name="_Toc45901455">KONA, Gamze Güngörmüş (2008). </a>“Orta Doğu Siyasetini Belirleyen Üç Temel Aktör:Türkiye-ABD-Rusya Federasyonu ”, Global Strateji Dergisi (ulusal hakemli dergi), Kış-2008.<br /><br />Orta Doğu Siyasetini Belirleyen Üç Temel Aktör : Türkiye-A.B.D-Rusya Federasyonu<br /><br />The Main Actors Determining The Politics in the Middle East : Turkey -The United States – Russian Federation<br /><br />Dr. Gamze Güngörmüş Kona<br /><br />Özet<br />Soğuk Savaş’ın sona ermesiyle birlikte ortaya çıkan yeni dünya düzeninde Orta Doğu bölgesi dış güçler için önemini korumaya devam etmiştir. İki kutupluluğun çökmesiyle ve bölge içinde var olan sorunların içice geçmesiyle bölge çok daha karmaşık bir hal almıştır. Güvenlik kavramının daha da önem kazandığı ama bir o kadar da sağlanması zor hale geldiği asimetrik dünya düzeninde, Orta Doğu Bölgesi genelde dünya düzeni ve güvenliği, özelde ise bölge içi ve komşu ülkelerin güvenliği için daha kırılgan bir yapı arz etmeye başlamıştır. Tek kutupluluğa kayışla beraber dünyanın tek süper gücü haline gelen ABD için bölge vazgeçilmezliğini devam ettirmektedir. Bu nedenle de Soğuk Savaş sonrası dönemde ABD bölgede meydana gelen gelişmelerin temel belirleyicisi konumundadır. Ancak, Soğuk Savaş sonrası dönemin sistemik parametreleri Orta Doğu bölgesi kapsamında iki bölgesel gücün daha etkin olarak rol almasını gerekli kılmıştır : Türkiye ve Rusya Federasyonu. Bu makale kapsamında yeni dönemde bu üç devletin Orta Doğu politikalarını nasıl ve hangi nedenlerle şekillendirmeye çalıştıkları tartışılacaktır.<br /><br />Abstract<br />Along with the emergence of the new world order following the end of the Cold War perid, the Middle East region held its importance for some regional and global actors. The region itself happened to me more complicated just of the collapse of the bipolarity. In this asymetric world order in which the notion of security became more important and more difficult to build up, the Middl3e East region began to reflect a much more sensitive structure for the neighbouring states in particular and for the new international world order in particular. Paralel to the shift to the unipolar system, the region is still significant for the U.S. Fr this reason, U.S. has been the main determinant in Middle East politics. However, the parametres of the post-cold war period necessitated the two more states to play their roles in the region more actively : Turkey and the Russian Federation. In this article, the question why and how those three actors attempt to design the politics of the Middle East will be discussed.<br /><br />Giriş<br />Orta Doğu bölgesi ekonomik, siyasal, kültürel ve dinsel konularda toplumlar arasında bir geçiş bölgesi konumundadır. Sahip olduğu bu çok yönlülükten dolayı da tarih boyunca dünya hakimiyetini elde etmek isteyen devletler için Orta Doğu bölgesine hakim olmak çok önemli olmuştur. Önceleri dış güçler için bir ticaret merkezi olan Orta Doğu bölgesi, sanayi devriminden sonra artan sömürgecilik faaliyetleriyle birlikte Avrupalı devletler için hammadde elde etmek ve sömürgelerine giden yolların güvenliğini sağlamak amacıyla kontrol altında tutulması gereken bir bölge olmuştur.<br />Soğuk Savaş döneminde de Orta Doğu dış güçler için önemini korumuştur. Bu dönemde var olan uluslararası sistemin bir sonucu olarak bölgede Amerika Birleşik Devletleri (ABD) ve Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği (SSCB)’nin rekabeti yaşanmaktaydı. Aynı zamanda bölge, iki kutuplu sistemin özelliklerine uyum göstererek bir yandan sosyalist ideolojinin beslediği Baasçı ve Nasırcı diktatörlükler, diğer yandan Batı yanlısı hanedanlar olarak iki kutba ayrılmıştı. (Davutoğlu, 2001:134) Bu dönemde ABD, Sovyetler Birliği’nin genişlemesini engellemek için çevreleme politikasını geliştirdi. ABD için SSCB ve komünist sistemin yayılması kendisi ve genel olarak Batı için bir tehdit oluşturmaktaydı. Bu tehdidi caydırmak için nükleer silahları kullanmış, Avrupa ve Orta Doğu devletlerinin SSCB’yle yoğun ilişki kurmasını engellemeye çalışmıştır. Orta Doğu bölgesinde bir savunma ittifakı oluşturmak istemiştir. Bunu gerçekleştirmek için Bağdat Paktı’nın kurulmasına yardımcı olmuştur. “Orta Doğu’da ABD’yle iyi ilişkiler içinde bulunan devletlerin komünist yayılmaya karşı bir savunma paktı içinde örgütlenmeleri fikri Washington’dan kaynaklanmıştı.” (Erhan, 2001:564) Fakat Orta Doğu’daki en sağlam müttefiki İsrail ile arasının bozulmaması ve giderek SSCB’ye yakınlaşan Mısır’ı daha fazla sisteme yabancılaştırmamak için toplantılara gözlemci statüsünde katılmayı tercih etmiştir. (Erhan, a.g.m., s.554)<br />Süveyş Krizi ortaya çıktığı zaman SSCB’nin Birleşmiş Milletler (BM)’de etkin rol üstlenmesi ve Arap devletlerinin koruyucusu gibi davranması ABD’yi tedirgin etmişti. ABD başkanı Eisenhower’in kendi adıyla anılan doktrin ABD’nin Orta Doğu politikası açısından bir dönüm noktasıdır. O güne kadar, İngiltere ve kendine yakın bölge ülkelerinin üzerinden politika yürütmeye çalışan ABD, ilk kez bölgedeki yaşamsal çıkarlarını tüm açıklığıyla ortaya koymuştur. (Armaoğlu, 1991:240-248) Bu doktrinle beraber ABD, Orta Doğu ülkelerinin bağımsızlıklarını korumaları için bu ülkelerle işbirliği yapacağını ve herhangi bir komünist ülkeden gelecek tehdide karşı güvenliklerinin ve toprak bütünlüklerinin korunması amacıyla gerekirse askeri müdahale yapacaklarını duyurmuş oldu. (Erhan, a.g.m., s.566) 1970’lerde Suriye ve Irak’ta Baas iktidarlarıyla birlikte bu ülkelerin SSCB ile yakınlaşması ABD’yi rahatsız etmiştir. 1979 yılında meydana gelen ve Orta Doğu’nun dengelerini altüst eden İran İslam Devrimi sonrasında ABD Mısır, Türkiye ve İsrail üzerinden Orta Doğu’daki çıkarlarını korumaya çalışmıştır.<br />Soğuk Savaş’ın sona ermesiyle birlikte ortaya çıkan yeni dünya düzeninde Orta Doğu bölgesi dış güçler için önemini korumaya devam etmiştir. İki kutupluluğun çökmesiyle ve bölge içinde var olan sorunların içice geçmesiyle bölge çok daha karmaşık bir hal almıştır. Güvenlik kavramının daha da önem kazandığı ama bir o kadar da sağlanması zor hale geldiği asimetrik dünya düzeninde, Orta Doğu Bölgesi genelde dünya düzeni ve güvenliği, özelde ise bölge içi ve komşu ülkelerin güvenliği için daha kırılgan bir yapı arz etmeye başlamıştır. Tek kutupluluğa kayışla beraber dünyanın tek süper gücü haline gelen ABD için bölge vazgeçilmezliğini devam ettirmektedir. Bu nedenle de Soğuk Savaş sonrası dönemde ABD bölgede meydana gelen gelişmelerin temel belirleyicisi konumundadır. Ancak, Soğuk Savaş sonrası dönemin sistemik parametreleri Orta Doğu bölgesi kapsamında iki bölgesel gücün daha etkin olarak rol almasını gerekli kılmıştır : Türkiye ve Rusya Federasyonu.<br /><a name="_Toc165557891"></a><a name="_Toc165553029"></a><a name="_Toc78117539"></a><a name="_Toc45901456">Türkiye</a><br />Türkiye’nin Soğuk Savaş sonrasında güvenlik merkezli Orta Doğu ilişkilerini incelemeden önce, Türkiye’nin Orta Doğu için neden bir dış güç olarak ele alındığının belirtilmesi önemlidir. Türkiye sahip olduğu coğrafi konumunun bir sonucu olarak pek çok bölge ile sınırlara sahip olan bir ülkedir ve bu durumun sonucu olarak da özellikle Soğuk Savaş sonrası dönemde pek çok güvenlik problemiyle karşılaşmaktadır. Her şeyden önce Türkiye kendisini bir Avrupa devleti olarak görmektedir. Bu durum cumhuriyetin kuruluşundan beri değişmeden devam etmektedir. Ekonomik, siyasi, sosyal alanlarda yapılan reformlarla batı medeniyetinin bir parçası olarak uluslararası arenada yer almak istemektedir. Bu duruma ek olarak Türkiye, Avrupa kıtasında sahip olduğu topraklarla bir Balkan devletidir. Türkiye’nin en gelişmiş şehri olan İstanbul nüfusunun ve endüstrisinin önemli bir bölümü bu topraklar üzerinde yer almaktadır. Bu duruma ek olarak tarihsel, dinsel ve etnik sebepler nedeniyle de Türkiye Balkanlarla güçlü bağlara sahiptir. Ayrıca Türkiye bir Karadeniz devleti olarak kabul edilebilir. Özellikle Soğuk Savaş sonrası dönemde Türkiye’nin bu bölgeyle olan ilişkileri artmıştır. Tüm bunlara ek olarak Türkiye, Kafkaslarda ve Orta Asya’da yaşayan Müslüman ve Türk topluluklarıyla da yakın ilişkiler içindedir ve son olarak Türkiye bir Orta Doğu ülkesidir ve güvenlik, istikrar, refah gibi konularda bölgedeki gelişmelerden etkilenmektedir. (Kirişçi, 1997:1)<br />Türkiye yukarıda kısaca belirtilen jeopolitik öneminden, diğer bir değişle çok yönlülüğünden dolayı bir dış güç olarak ele alınacaktır. Soğuk Savaş yılları boyunca Türkiye tehdidin büyük ölçüde kuzeyinden yani Sovyetler Birliği’nden ve kısmen de batısından geldiğini kabul etmekteydi. Sovyetler Birliği’nin Türkiye’den toprak talebinde bulunması, boğazlar üzerinde hak iddia etmesi ve komünizmi yayma politikaları Türkiye’nin temel tehdit algılayışını oluşturmaktaydı ve Avrupa’dan kendi güvenliğinin sağlanması ve savunması için yardım istemekteydi. Bu talebi NATO’ya üye olarak gerçekleşti ve üye olduktan sonra Türkiye’nin güvenlik politikaları ve stratejileri NATO’ya paralel şekilde gelişti. İki kutuplu sistemin çökmesiyle beraber bir yandan Türkiye’nin stratejik öneminin bittiği yolunda bir takım tezler öne sürülmeye başlandı, çok geçmeden de bu defa da sorunlu bölgelerin kesişme noktasında yer alan çok bölgeli Türkiye’nin jeopolitik önemi, yeni konumu ve önüne çıkan fırsatları değerlendirip değerlendiremeyeceği, sorunlarla başa çıkıp çıkamayacağı soruları gündeme geldi. (Özcan ve Kut, 2000:44)<br />Soğuk Savaş dönemi boyunca, Emekli General Şadi Ergüvenç’in de belirttiği gibi Ortadoğu bölgesinin Türkiye’nin güvenlik hesaplamalarında bir önceliği yoktu. (Mortimer, 1992:13) Doksanlı yılların başından itibaren dünyada meydana gelen değişiklikler Orta Doğu bölgesinde, ayrıca Türkiye’nin bu bölgeyi algılamasında ve uygun politikalar üretmesinde etkili oldu. İki kutuplu uluslararası sistemin sona ermesinin Ortadoğu bölgesine ilk yansıması Körfez Savaşı ile oldu. 1990 yılının Ağustos ayında Irak’ın Kuveyt’i işgal etmesi sonucunda başlayan kriz ortamı, ABD liderliğindeki “uluslararası koalisyon” kuvvetlerinin Irak’ı yenmesiyle sona erdi. Türkiye Kerkük-Yumurtalık petrol boru hattını kapatarak, Irak sınırına asker yığarak, İncirlik üssünün ABD tarafından kullanılmasına izin vererek ve Birleşmiş Milletler’in Irak’a uyguladığı ambargoya dahil olarak Körfez Krizi’nde dolaylı fakat etkin bir rol oynamıştır. Diğer bir değişle Körfez Krizi Türkiye’nin stratejik önemini yitirdiğine dair kaygıları ortadan kaldırmıştır. Ayrıca savaş sonrasında ortaya çıktığı ya da yaratıldığı düşünülen Yeni Orta Doğu Türkiye’nin dış politikasında yepyeni parametrelerin kullanılmasına da neden olmuştur. Ancak Sovyet tehdidinin ortadan kalkması Türkiye’nin tehdit değerlendirmeleri ve güvenlik algılamalarında köklü değişimleri de beraberinde getirmiştir. 1990’ların ortalarına gelindiğinde Orta Doğu’nun Türkiye’ye yeni sorunlar açtığı ya da var olan sorunları daha da çözülmez bir hale getirdiği düşünülmektedir. Türkiye’de yeni güvenlik kaygıları meydana gelmiştir. Soğuk Savaş boyunca Kuzeyden ve bir ölçüde Batıdan gelen tehdidin artık Güneyden geldiği düşünülmektedir ve tehdit algılamaları çok yüksek seviyelere ulaşmıştır. (Özcan ve Kut, a.g.e.,ss.17, 319-323) Bu dönemde, güvenlik ve dış politika ülkenin toprak bütünlüğünü ortadan kaldırmaya ve rejimi değiştirmeye yönelik tehditlerin varlığı ve bunların dış bağlantıları şeklinde tanımlanmıştır.<br />1990’larla beraber Türkiye’nin Ortadoğu’yu algılamasında meydana gelen değişimler Orta Doğu politikalarında da değişikliklere neden olmuştur. Türkiye’nin Ortadoğu politikaları güvenlik ekseninde şekillenmiştir. 1950’lerde kısa bir dönem Sovyet tehdidinin engellenmesi için aktif bir rol üstlenen Türkiye, 1970’lerle beraber Orta Doğu bölgesinde Arap devletleri ve İsrail arasında denge politikası izlemiştir. 1980’lerle beraber çok önemli değişiklikler meydana gelmiştir. Başbakan ve Cumhurbaşkanlığı görevlerinde bulunan Turgut Özal Ortadoğu bölgesinde aktif politika izlemenin önemini vurgulamıştır. Özellikle Körfez Krizi döneminde Turgut Özal ortaya çıkan fırsatların en iyi şekilde kullanılması ve maksimum fayda elde edilmesini öngörmüştür. Körfez Krizi Turgut Özal’ın Orta Doğu’ya yönelik beklentilerinin gerçekleşmesine yol açmadığı gibi uzun vadede olumsuz gelişmelere neden oldu. Kürt Sorunu bölgesel olmaktan çıkarak uluslararası platforma taşındı, bölgede meydana gelen güç boşluğundan yararlanan PKK Kuzey Irak’ta güçlenmeye başladı, Türkiye milyarlarca dolar maddi zarara uğradı, Batılı devletlerin bölgede bir Kürt devleti kurma politikası izlemesi Türkiye’nin kendi toprak bütünlüğü konusunda endişe duymasına yol açtı. (Fırat ve Kürkçüoğlu, 2001:554) İran Irak Savaşı esnasında oluşan ve Körfez Savaşı ile kronik bir hal alan Kuzey Irak’taki jeopolitik boşluk alanı Türkiye için Soğuk Savaş döneminden Soğuk Savaş sonrası döneme aktarılan en önemli dış politika meselelerinden biri olmuştur ve olmaya devam edecektir. Bu jeopolitik boşluk alanının PKK tarafından kullanılması ve bölgeye yönelik bölge-dışı stratejik hesapların bu jeopolitik boşluk alanında yoğunlaşması bölgeyi Türkiye’nin yumuşak karnı haline getirmiştir. Körfez Savaşı sonrası dönemde Irak’ta 36. paralelin kuzeyinde oluşturulan Kürt otonom bölgesi Türkiye için olumsuz bir durum yaratmıştır. Türkiye Irak’ta savaş öncesi duruma dönülmesine yönelik politikalar izlemeye başlamıştır. Çünkü Kuzey Irak’ta oluşan otonom yapı sayesinde 1991’den itibaren PKK terör örgütü bu bölgede güçlenmiş, Türkiye’ye yönelik saldırılar için üsler oluşturmuştur. Ayrıca, Kerkük-Yumurtalık boru hattının kapatılması ve Irak’a ambargo uygulanması Türkiye’de önemli ekonomik kayıplara neden olmuş ve artan işsizlik Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde istikrarsız bir ortam yaratmıştır. Bu bağlımda 688 sayılı BM Güvenlik Konseyi kararı çerçevesinde Irak’ın toprak bütünlüğünün korunması ve Kuzey Irak’taki otorite boşluğunun sona ermesi Türkiye’nin Kuzey Irak politikasının temelini oluşturmuştur. Bu dönemde Türkiye ve Suriye Irak’ın toprak bütünlüğünün sağlanması konusunda ortak endişeler taşımaktaydılar. Ancak bölge sularının paylaşımı konusunda sorunlar devam etmekteydi. Bu duruma ek olarak Türkiye bir yandan PKK terör örgütünün faaliyetlerini engellemek için Kuzey Irak’ta operasyonlar gerçekleştirirken diğer yandan da Suriye’den bu örgüte verdiği desteği kesmesini istemekteydi. Bu bağlamda 1992 yılında imzalanan bir protokol ile iki ülke arasında işbirliği yoluyla güvenlik sorunu giderilmeye çalışılmıştır. Ayrıca Suriye bu anlaşmaya bağlı kalırsa Türkiye de Fırat Nehri üzerindeki sorumluluklarını yerine getireceğine söz vermiştir. Bu dönemde Türk kamuoyu terörün giderek artması karşısında, Suriye PKK’ya verdiği desteği sona erdirmezse Fırat sularının kesilmesi konusunun bir alternatif olabileceğini tartışmaya başlamıştı.<br />Ayrıca 1990ların ikinci döneminde Suriye ile Yunanistan arasında ortak savunma anlaşmasının imzalanması ilişkilerin iyice gerilmesine neden olmuştur. Bu anlaşmaya göre Suriye, Türkiye ile bir çatışma halinde Yunan savaş uçaklarına Suriye hava sahasını kullanma hakkı vermekteydi. Zaten Yunanistan ile Kıbrıs ve Ege Denizi nedeniyle sorunlar yaşayan Türkiye’nin, Yunanistan’ın bir başka sorunlu devlet Suriye ile girdiği bu işbirliğinden rahatsızlık duyması ve bunu bir tehdit olarak algılaması son derece normaldi. Ayrıca Suriye ile İsrail arasındaki yakınlaşma süreci de Türkiye’yi endişelendirmekteydi. Çünkü İsrail ile barış yapmış bir Suriye Türkiye için daha büyük bir sorun oluşturabilirdi. Tüm bu gelişmeler karşısında Türkiye daha aktif bir politika izlemeye başlamıştır. İşte bu aktif politika bir yandan Suriye gibi PKK’yı destekleyen ülkelere karşı sertliği getirirken, bir yandan da İsrail’le daha yakın bir ilişki kurmanın olası faydalarını Ankara’daki karar vericilerin görmesini sağlamıştır.<br />Körfez Savaşı sonrasında Türkiye ile İran arasındaki ilişkiler İran’ın PKK’ya ve Türkiye’deki radikal İslam’a verdiği destek iddialarından dolayı iniş-çıkışlar göstermiştir. İran ise bu iddiaları reddetmiştir ve Türkiye’nin Irak’ta yaptığı sınır ötesi harekatlardan rahatsızlık duyduğunu belirtmiştir. Aslında özellikle 1979 devriminden sonra birbirine zıt iki rejime sahip olan bu iki ülke arasında bölgedeki konumlarından dolayı ikili ilişkilere oldukça pragmatist yaklaştıklarını söyleyebiliriz. İsrail’le ise özellikle savunma alanında ilişkiler çok gelişmiştir. Askeri eğitim ve savunma alanlarında işbirliğine yönelik anlaşmalar imzalanmıştır. Bu sayede iki ülke arasında askeri düzeyde stratejik ortaklığın başladığından bahsedebiliriz.<br />Kısaca özetlemek gerekirse Soğuk Savaş sonrası Türkiye’nin Orta Doğu ile olan ilişkileri çok daha karmaşık bir hal almıştır ve Türkiye bölgede yeniden etkin bir devlet olarak ortaya çıkmıştır. Bu türden bir gelişme kapsamında Türkiye’deki asker ve siyasi elitlerin Türkiye’nin ulusal güvenlik sorununu yeniden tanımlaması önemli bir unsur olmuştur. Soğuk Savaş döneminde kuzeyden gelebilecek tehditlere göre güvenlik algılayışını şekillendiren Türkiye’ye artık ülkesel bütünlüğe yönelik tehditler güneyinden gelmektedir. Türkiye yaptığı görüşmeler ve işbirliği anlaşmalarıyla güvenliğini garanti altına almaya çalışmıştır. Türkiye’nin bütünlüğüne temel tehdit olarak ortaya çıkan PKK terör örgütü ve İslami radikalizmin Orta Doğu’daki güçlerle bağlantıları vardır. Özellikle Abdullah Öcalan’ın yakalanmasından sonra PKK askeri olarak yenilgiye uğratılmıştır. Kuzey Irak sorunu ve su sorunu henüz çözülememiştir. Özellikle Amerika’nın gerçekleştirdiği son operasyondan sonra bölge genelde tüm dünya özelde ise Türkiye için giderek daha karmaşık bir hal almıştır. Kuzey Irak’ta bağımsız bir Kürt devleti kurulması ihtimali giderek güçlenmiştir. Bu durum ise Türkiye’nin ülke bütünlüğü açısından bir tehdit unsurudur.<br /><a name="_Toc165557892"></a><a name="_Toc165553030"></a><a name="_Toc78117540"></a><a name="_Toc45901457">Amerika Birleşik Devletleri</a><br />Sovyetler Birliği’nin çöküşü Batı’nın (özellikle ABD) ve Batı’nın değerlerinin (demokrasi, insan hakları, serbest piyasa ekonomisi) Varşova Parkı’na karşı kazandığı bir zaferdir. Soğuk Savaş’ın sona ermesiyle birlikte ABD bu yeni düzende uluslararası arenada tek süper güç olarak yerini almıştır. Tek süper güç olmasının doğal bir sonucu olarak da kendi önceliklerine ve çıkarlarına göre uluslararası ilişkiler arenasını düzenlemeye çalışmaktadır. Diğer bir değişle kendi menfaatleri doğrultusunda gerekli gördüğü bölgelerde gereken müdahaleleri yapma ve o bölgeyi kendi menfaatlerine göre şekillendirme yetkisini kendisinde görmektedir. Bunun en somut örneğini 1991 Körfez Savaşı ve ikinci Irak operasyonuyla sergilemiştir. Orta Doğu bölgesi gerek Soğuk Savaş döneminde gerekse Soğuk Savaş sonrası dönemde ABD için en önemli bölgelerden biri olmuştur. Özellikle Orta Doğu’nun sahip olduğu zengin petrol kaynakları çok önemlidir.<br />Soğuk Savaş sonrası dönemde ABD’nin Orta Doğu politikalarının dayandığı temelleri; Soğuk Savaş döneminden devralınan petrol kaynakları üzerinde denetimin sağlanması ve bunun dünya pazarlarına kesintisiz ulaştırılması, radikal İslam'ın etkisinin azaltılması, İran ve Irak’ın çevrelenmesi (ikili çevreleme politikası), bölge ülkelerinin kitle imha silahlarına sahip olmalarının engellenmesi (Uzgel, 2001:254), barış sürecinin başarıya ulaşarak İsrail’in güvenliğinin garanti altına alınması (Brzezinski, 1979:20) şeklinde özetleyebiliriz. Bu politikalardan İran ve Irak’ın güçsüz bırakılması ve bölgesel barışın sağlanması arasında önemli bir ilişki vardır. İran ve Irak’ın güçsüz bırakılmasıyla bölgesel barışın sağlanması önündeki en büyük engellerden biri kalkmış olacaktı. Bu bağlamda, ABD’nin bölgeye yönelik ekonomi ve güvenlik politikaları arasında sıkı bir bağ vardır; Körfez İşbirliği Konseyi (KİK) ülkelerinin İran ve Irak tehditlerine karşı silahlanmalarını destekleyerek, bölgede oluşabilecek olası bir tehlike karşısında müdahale edebilme kapasitesini arttırmaktadır. (Kılıç, 2000:16-17) Özellikle ikinci Irak operasyonuyla birlikte ABD Orta Doğu’da kesin ve belirleyici bir güç haline gelirken, kendi iç sorunlarıyla uğraşan Rusya yerine ABD’nin bölgedeki hegemonyası Avrupa Birliği (özellikle Fransa ve Almanya) tarafından sorgulansa da bu iki devlet bu konuda pek başarılı olamamış ve ABD bölgeyi giderek kendi çıkarları doğrultusunda şekillendirmeye başlamıştır.<br />Diğer bir değişle, Körfez Savaşı’ndan sonra ABD bölgedeki en önemli güç durumuna gelmiş ve bölgeyi kontrol etmeye başlamıştır. (Erkmen, 2003:22) Böylelikle, ABD’nin Orta Doğu’daki hayati çıkarları olan İsrail’in güvenliğinin sağlanması, başka bir devlet tarafından bölgede ABD çıkarlarına meydan okunmaması ve petrolün uluslararası piyasalara kesintisiz ve makul fiyatlarla aktarılması gerçekleştirilmiş oldu. (The Commission on American National Interests, 2000:32)<br />Bununla birlikte, Körfez Savaşı sona erdikten sonra G. Bush başkanlığındaki Amerikan yönetimi 11 Eylül 2001 tarihine dek yeni bir güvenlik stratejisi ilan etmedi. Soğuk Savaş dönemindeki denge politikasının mantıksal bir devamı olan ve bölgedeki önemli bir değişikliğin bölge istikrarını bozacağı yaklaşımını temel alan çevreleme politikası doğrultusunda Basra Körfezi için üretilen politika 1993-2001 yılları arasına damgasını vurmuştur. Amerika tarafından İran ve Irak’a karşı uygulanan “ikili çevreleme politikası” Clinton yönetimi zamanında Ulusal Güvenlik Konseyi Yakın Doğu Bölgesi sorumlusu Martin Indyk tarafından kaleme alınmıştır. Bu doktrine göre İran bölgedeki terörist faaliyetlere destek vermektedir, İslam Devrimini yaymaya çalışmaktadır ve gizlice kitle imha silahlarını arttırmaktadır; Irak Saddam yönetiminin genişleme politikaları nedeniyle bölgede istikrarsız bir durum yaratmaktadır; ayrıca her iki ülke de Arap-İsrail barış sürecine olumsuz yaklaşmaktadır. İşte tüm bu davranışlar ABD’nin bölgedeki çıkarlarını engellemekte ve genelde bölgenin özelde ise ABD’nin güvenliğine karşı tehdit oluşturmaktadır.<br />ABD, İran ve Irak’ı soyutlama, baskı uygulama gibi çeşitli yollarla uluslararası sistemin yapıcı bir üyesi haline getirmeyi hedefliyordu. Ayrıca İran ve Irak’ı Soğuk Savaş döneminin aksine birbirine karşı kullanmaktan vazgeçtiğini de göstermekteydi. ABD ikili çevreleme politikasını ilan ederek, Körfezden Batı dünyasına güvenli petrol akışının sağlanması şeklinde özetlenebilecek temel Körfez politikasında bir değişiklik yapmış, artık bölgede etkinliğini geçmişte olduğu gibi İran ya da Irak vasıtasıyla, bunlardan birini diğerine karşı kullanmak suretiyle gerçekleştirmeyeceğini ortaya koymuştur. ABD Körfez bölgesinde güvenliği sağlamak amacıyla bu politikanın devamı olarak bölgedeki asker sayısını arttırdı ve KİK ülkelerinin silahlanmasını sağladı. Ancak ikili çevreleme politikasının çok başarılı olduğu söylenemez. Özellikle İran’a yönelik ambargo kararına Çin, Rusya gibi devletler karşı çıkıyordu. Ayrıca 1997’de İran’da yönetime gelen Hatemi’nin ABD’ye yönelik iyi niyetli adımları sayesinde bu politikanın İran’a uygulanması giderek zorlaşmıştı. İran’ın Rusya Federasyonu ile yakınlaşan ilişkileri nedeniyle de ikili çevreleme politikaları eleştirilmekteydi.<br />Ayrıca özellikle 1990'ların ikinci yarısında ABD’nin Irak’a uyguladığı petrole karşı gıda programı, Saddam’ın içeride güç kazanmasına yol açmış, ABD’nin Saddam Hüseyin üzerindeki caydırıcılığının azalmasına neden olmuştu. Bölge içinden de ikili çevreleme politikasına eleştiriler artmıştı. ABD’nin müttefiklerinin bölgede artan Amerikan askeri gücünden duyduğu rahatsızlık ve bölgede tehdit algılayışının değişmesi bu eleştirilerin başlıca nedenleridir. KİK devletlerine göre artık Irak ve İran kendilerine tehdit oluşturacak durumda değildir ve iç tehdit dış tehdidin önüne geçmişti.<br />Ancak, 11 Eylül saldırısından sonra ABD’nin tehdit algılayışında ve güvenlik kavramında önemli değişiklikler meydana gelmiştir. Artık tehdit küresel boyuttadır, uluslararası güvenliğin ve barışın sağlanması için uluslararası terörizm durdurulmalıdır. 11 Eylül saldırıları ile birlikte ABD’nin Orta Doğu politikalarında da radikal ve yapısal değişiklikler gözlenmiştir. (Laçiner, 2003:32) El-Kaide terör örgütünün saldırısıyla birlikte, ABD Filistin ya da İran asıllı terör örgütlerinden başka, radikal İslam’a dayalı terörün Körfezdeki en yakın müttefikleri kapsamında da gelişebileceğini anlamış oldu. ABD Orta Doğu’ya yeni bir düzen getirmeye karar verdi. Daha doğrusu Soğuk Savaş sonrası oluşan yeni dünya düzeninde tek süper güç olarak var olan ABD kendi çıkarlarına ve güvenlik kaygılarına göre bölge üzerinde yeni politikalar yürütmeye karar verdi. Buna göre ABD Arap ülkelerine daha az güvenecek ve bölgedeki askeri varlığını arttıracaktır. Gerek kendi güvenliği gerekse ülkeler arası düzeni sağlamak için gerekli gördüğü bölgelere askeri operasyonlar düzenleme hakkını kendinde görmektedir. Körfez Savaşından sonra bu hakkı, geniş kapsamıyla Afganistan’da uygulamıştır. Bu operasyon esnasında Taliban yönetimi ile El-Kaide arasındaki açık bağ ve Afganistan’ın sahip olduğu stratejik önemden dolayı uluslararası arenada destek sağlamıştır. Oysa aynı desteği İran ve Kuzey Kore ile birlikte uluslararası teröre destek veren Şer ekseninin üçüncü ülkesi Irak’a karşı düzenlediği operasyonda bulamamıştır. Operasyon sonrası Orta Doğu hem bölge ülkeleri, hem komşu devletler hem de uluslararası arena için daha karmaşık bir hal almıştır.<br />Diğer bir değişle, ABD kendi çıkarlarını gözetmede ve bu çıkarları doğrultusunda Orta Doğu’yu şekillendirmede başarılı gözükebilir ama Orta Doğu politikalarında değişime ihtiyaç duymaktadır ve bunu da en son Irak operasyonu ile fiiliyata dökmüştür. ABD’nin bölgeye yönelik yeni hedefleri doğrultusunda bölgenin akıbetine ilişkin daha kesin yorumlar yapılması için henüz çok erkendir. Önce Irak’taki karmaşa ortamının nelere yol açacağı ve Arap-İsrail çatışma sürecinin nasıl sonuçlanacağı takip edilmelidir.<br />ABD’nin politikalarında değişime ihtiyaç duyulmaktadır çünkü Soğuk Savaş’ın bitmesiyle birlikte bölgenin yapısında meydana gelen değişiklikler ABD’nin bölgeye yönelik stratejilerine pek yansıtılmamıştır. Soğuk Savaş öncesinin temel güvenlik algılamaları önemli bir değişim geçirmeden Körfez Savaşı sonrası döneme de taşınmıştır.<br />Sonuç olarak, ikinci Irak operasyonu sonrasında ABD’nin Orta Doğu’ya yönelik politikaları ABD’nin beklediği sonucu vermemiştir. Irak meselesi özelinde ABD Orta Doğu’daki hegemonyasını yitirmeye başlamıştır. Bu durum 11 Eylül saldırılarından sonra şekillenen yeni tehdit algılamalarıyla birleşince ABD özelde kendi güvenliği ve çıkarlarını sağlamlaştırmak genelde ise bölge güvenliğini ve daha kapsamlı biçimde global barışı sağlamak amacıyla mevcut politikalarında değişime gitmiştir. Kesinliği daha da vurgulanan unsur ise Orta Doğu’nun ABD için vazgeçilmez olduğu ve bu bölgede düzenin sağlanmasında kendisini yetkili gördüğüdür.<br /><a name="_Toc165557893"></a><a name="_Toc165553031"></a><a name="_Toc78117541"></a><a name="_Toc45901458">Rusya</a> Federasyonu<br />Orta Doğu Rusya için de büyük önem taşımaktadır. Hem Asya hem Avrupa parametreleri içinde politika geliştirmek zorunda olan Rusya’nın bölgeye yönelik yaklaşımı ciddi bir tarihi derinlik içermektedir. Sıcak denizlere inmek isteyen Rusya için Orta Doğu hem Çarlık hem de Sovyetler Birliği döneminde önemini korumuştur. İkinci Dünya Savaşı sonrasında meydana gelen iki kutuplu dünya düzeni içinde, ideolojik eksenli çok daha etkin bir ittifak zemini bulan SSCB, ikili ve çok yönlü ittifaklarla bölgesel güçler dengesinin bir kutbunu oluşturmaktaydı. Zaten Soğuk Savaş döneminde Rusya’nın Baasçı (sosyalist ve Arap milliyetçisi) rejimlerle olan ilişkileri ABD önderliğindeki Batı Bloğu tarafından hem bölgedeki müttefikleri hem de kendi güvenlikleri açısından tehdit olarak algılanmaktaydı.<br />SSCB’nin dağılmasından sonra varisi konumundaki Rusya Federasyonu kendi içinde yaşadığı ekonomik, politik ve sosyal sorunları çözmeye çalıştığından bir anlamda kendi içine kapanmıştır. Bu dönemde Batı ile bütünleşme sürecine giren Rusya Federasyonu Batı’yla, özellikle de ABD’yle, ters düşmek istememektedir. Defansif bir tutum içinde olan Rusya’nın, Doğu Avrupa, Kafkaslar ve Orta Asya hattında egemenliğini korumaya çalışması, Orta Doğu üzerindeki etkinliğinde azalmaya neden olmuştur. Ancak belli bir toparlanma evresinden sonra Rusya Orta Doğu’ya tekrar yönelmeye başlayacaktır. Rusya’nın Orta Doğu bölgesinde en yoğun ilişkilerinin bulunduğu ülke İran’dır. Rusya bir yandan Orta Asya’da radikal İslam’ı yayma tehlikesi ve bu bölgede etkin bir güç haline gelmeye çalışması nedeniyle İran’a tepki duyarken, diğer yandan da nükleer işbirliği anlaşması imzalamıştır. 1989 yılında dile getirilen nükleer alanda işbirliği anlaşması Sovyetler Birliği’nin yıkılması sonucu ortaya çıkan gelişmelerden dolayı askıya alınmış, nihayet 1995 yılında imzalanmıştır. (Kibaroğlu, 1999:275) Ayrıca, Hürmüz Boğazı Rusya için büyük önem taşımakta, İran’ın bu bölgede gücünü yitirmesi doğrudan Rusya’yı etkileyeceğinden, Rusya İran ile ilişkilerini sıkı tutmaya özen göstermektedir. (Yıldız, 2000:28) Rusya ile İran arasındaki bu yakınlaşma özellikle ABD’yi rahatsız etmektedir. Yüzeysel olarak değerlendirildiğinde herhangi iki ülke arasında normal koşullarda yapılacak sıradan bir nükleer işbirliği anlaşması olmasına karşın, İran-Rus anlaşması Batılı güvenlik çevrelerinde tedirginlik yaratmıştır. Çünkü, nükleer tesisler ve bu yöndeki araştırmalar sivil ve barışçıl amaçlar için olduğu kadar askeri amaçlar için de kullanılabilmektedir.<br />Soğuk Savaş döneminde Batılı devletler için Rusya’nın Orta Doğu’da, özellikle Körfez bölgesinde, dolaylı da olsa etkin bir rol oynaması kabul edilemezdi, oysa nükleer işbirliği anlaşması sayesinde bu stratejik kazanım Rusya açısından bir bakıma gerçekleşmiştir.<br />Putin’in başa geçmesiyle bir takım değişiklikler yaşayan Rusya bir yandan milliyetçiliği ön plana çıkarırken, diğer yandan da Batı ile ilişkilerini iyi tutmaya çalışmıştır. 11 Eylül saldırılarının ardından Rusya Federasyonu’nun uluslararası terörizme kaşı mücadelede ABD’nin yanında yer aldığını açıklaması, Afganistan operasyonu sırasında Orta Asya Türk cumhuriyetlerinin üçünde üs kurmasına izin vermesi Rusya’nın batı ile bütünleşme süreci için olumlu birer adımdır. Artık Rusya uluslararası arena için Soğuk Savaş dönemindeki gibi bir tehdit olmadığını göstermiştir. Bununla beraber ABD’nin son Irak operasyonunda Rusya; Çin, Fransa ve Almanya ile birlikte ciddi bir muhalefet oluşturmuştur. ABD’nin Irak’ta askeri operasyonuna karşı olduğunu vurgulayan Rusya’nın tutumu stratejik, ekonomik ve iç siyasi nedenler çerçevesinde şekillenmektedir. İç siyasi neden olarak yaklaşan devlet başkanlığı seçimleri öncesinde Putin Amerikan karşıtı kesimin de desteğini almak istemektedir ancak bunu yaparken de ekonomik olarak ihtiyaç duyduğu ABD desteğini de göz önünde bulundurmak zorundadır; ekonomik olarak, Rusya petrol karşılığı gıda politikasından kar elde etmektedir. Savaş sonrasında Irak petrolleri üzerindeki ambargonun kalkması ve petrol fiyatlarının düşmesi ayrıca Irak’ın Rusya’ya olan silah borcu önemlidir; stratejik olarak, Rusya ABD’nin Irak operasyonunu sadece bölgede silahsızlanmayı sağlamak ve Saddam rejimini yıkmak için yapmadığını düşünmekte ve ABD’nin gerçekleştirdiği bu operasyonu tüm uluslararası sistemi yeniden şekillendirme arzusunun başlangıç aşaması olarak görmektedir. (Cafersoy ve Soltan, 2003:65-76)<br />Sonuç olarak Rusya’nın Soğuk Savaş dönemine göre Orta Doğu’daki etkinliği erozyona uğramıştır. Özellikle İran’la imzaladığı nükleer işbirliği anlaşması hem bölge hem de uluslararası güvenlik açısından dikkatle izlenmelidir. 11 Eylül saldırılarından sonra global terörizme karşı mücadeleye, özellikle Çeçenistan’la yaşadığı kargaşayı uluslararası platformda yasal kılmak için, destek vermiştir. Fakat son Irak operasyonunda pasifist bir tutum sergilemiştir. Her ne kadar Soğuk Savaş dönemindeki gibi bir süper güç değilse de kendisi için Orta Doğu’nun önemi halen devam etmektedir ve bölgeyi ABD’nin tek başına şekillendirmesini istememektedir.<br /><br /><br />Kaynakça<br /><br /><br />Armaoğlu, Fahir (1991). Belgelerle Türk amerikan Münasebetleri. Ankara: TTK Yayınları. ss. 240-248.<br /><br />Brzezinski, Zbigniev (1979). “Differentiated Containment: Policy Toward Iran and Iraq”. Foreign Affairs, cilt 76, sayı 3, s.20.<br /><br />Cafersoy, Nazim, Elnur Soltan. “Irak Krizi’nde Rusya”, Stratejik Analiz, Nisan 2003, cilt 3, sayı 36, s.65.<br /><br />Davutoğlu, Ahmet (2001). Stratejik Derinlik- Türkiye’nin Uluslararası Konumu. Küre Yayınları. s.134.<br /><br />Erhan, Çağrı (2001). “1945-1960 ABD ve NATO’yla İlişkiler”. Baskın Oran (Ed), Türk Dış Politikası Kurtuluş Savaşından Bugüne Olgular,Olaylar, Yorumlar, cilt I. İstanbul: İletişim Yayınları. s. 564.<br /><br />Erkmen, Serhat (2003). “ABD’nin Orta Doğu’da Değişim İhtiyacının Nedenleri”, Stratejik Analiz, Mart 2003, Cilt 3, sayı 35, s.22.<br /><br />Fırat, Melek, Ömer Kürkçüoğlu. “1990-2001 Orta Doğu’yla İlişkiler”. Baskın Oran (Ed.) (2001). Türk Dış Politikası Kurtuluş Savaşından Bugüne Olgular,Olaylar, Yorumlar, Cilt II, İstanbul: İletişim Yayınları. s.554.<br /><br />Kılıç, Ramazan (2000). “Soğuk Savaş Sonrası Basra Körfezi”, Avrasya Dosyası, İlkbahar (2000), cilt 6, sayı 1, s.16.<br /><br />Kibaroğlu, Mustafa (1999). “İran Nükleer bir güç mü olmak istiyor?”, Avrasya Dosyası, Sonbahar 1999, cilt 5, sayı 3, s.275.<br /><br />Kirişçi, Kemal (1997). “Post Cold-War Turkish Security and The Middle East”, MERİA: Middle East Review of International Affairs, Volume1, no.2, s.1.<br /><br />Laçiner, Sedat (2003). Irak Krizi“Orta Doğu’nun Yeniden Yapılandırılmasının İlk Adımı Mı?”, Stratejik Analiz, Mart 2003, Cilt 3, s.32.<br /><br />Mortimer, E ( Summer 1992). “European Security after the Cold War”. Adelphi Papers 271, s13.<br /><br />Özcan, Gencer, Şule Kut (Ed.) (2000). En Uzun Onyıl - Türkiye’nin Ulusal Güvenlik ve Dış Politika Gündeminde 90’lı Yıllar. Büke Yayıncılık, s.44.<br /><br />The Commission on America National Interest (Temmuz 2000), s.32.<br /><br />Uzgel, İlhan(2001). “1990-2001 ABD ve NATO’yla İlişkiler”. Baskın Oran (Ed.) (2001). Türk Dış Politikası Kurtuluş Savaşından Bugüne Olgular,Olaylar, Yorumlar, Cilt II, İstanbul: İletişim Yayınları. s.254.<br /><br />Yıldız, Yavuz Gökalp (2000). Global Stratejide Orta Doğu-Krizler Sorunlar Ve Politikalar. İstanbul: Der Yayınları, s.28.Gamze Güngörmüş Konahttp://www.blogger.com/profile/14874505075986951772noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-7485590980046694453.post-64474978148286042152008-05-24T19:35:00.000+03:002012-06-27T14:58:56.919+03:00Türkiye-Orta Asya Ekonomik İlişkileri/TürkçeTÜRKSAM-Uluslararası İlişkiler ve Stratejik Analizler Merkezi web sayfasında (<a href="http://www.turksam.org/">www.turksam.org</a>) yayınlanmıştır.<br />TÜRKİYE - ORTA ASYA CUMHURİYETLERİ EKONOMİK İLİŞKİLERİ VE RUSYA FAKTÖRÜ<br />Dr.Gamze Güngörmüş KONA<br /><br />Giriş<br /><br />Sovyetler Birliği’nin 1991 yılında dağılmasının ardından Birliğin güneyinde yer alan coğrafyada Türkiye’yi gayet yakından ilgilendiren değişimler yaşanmıştır. Etnik, kültürel ve tarihsel yönlerden Türk halkı ile pek çok ortak özelliğe sahip eski Sovyet halkları bağımsızlıklarını ilan etmiş ve Orta Asya bölgesinde bağımsız cumhuriyetler olarak belirmişlerdir. Böylece, Sovyet rejiminin tesisini takiben sadece Türkiye ile değil diğer tüm müslüman kökenli uluslarla da sosyal, siyasal ve iktisadi ilişkilerini kesmek durumunda kalan eski Sovyet cumhuriyetleri Türkiye ile çok yönlü ilişkileri başlatma fırsatı bulmuşlardır. Öte yandan Soğuk Savaş döneminde özellikle coğrafi yakınlık nedeni ile Sovyetlerin yayılmacı politikasının tehlikesini derinden hisseden ve bu nedenle Sovyetlerin egemenliği altında bulunan müslüman Orta Asya uluslarına yaklaşmaya çekinen Türkiye, 1991 yılında Sovyetler Birliği’nin kapladığı bölgenin tümünde yaşanan coğrafi, siyasal ve ekonomik değişimin ardından ayrı birer bağımsız devlet olarak varlık göstermeye başlayan Orta Asya cumhuriyetleri (OAC) ile geçmişi telafi etmek istercesine yoğun ilişkiler kurmaya başlamıştır.<br /><br />Bağımsızlığın ilk yıllarında hem OAC’nin göstermiş olduğu sıcak ilgiyi hem de kendi dış politik amaçlarını göz önünde bulundurarak Türkiye, Orta Asya bölgesinde yer alan müslüman ve Türk kökenli Türkmenistan, Özbekistan, Kazakistan ve Kırgızistan cumhuriyetleri ile herhangi bir hedef alan tespit etmeksizin hemen her alanda ilişkiler geliştirmiştir. 1993 yılının ortalarına dek daha çok sosyal, ekonomik ve kültürel alanlarda gelişme gösteren Türkiye-OAC ikili ya da çok yönlü ilişkileri, Sovyetlerin yıkılmasının ardından oluşan Bağımsız Devletler Topluluğu’nun (BDT) en güçlü ve de en etkin üyesi Rusya Federasyonu’nun yayınladığı 1993 Konsensüs’ü ile sorgulanma aşamasına gelmiştir. 1993 yılına dek Orta Asya bölgesini iktisadi ve siyasal açılardan kendisi için birincil derecede önem arz eden bölgeler arasına katmayan Rusya Federasyonu, aynı yıl ortalarında değişikliğe uğrattığı politik doktrini ile adı geçen bölgeyi kendisi için öncelikli bölgeler arasına katmıştır. Buna paralel olarak, Rus bürokratlar Orta Asya cumhuriyetlerinin dış dünya ve dolayısı ile Türkiye ile geliştirmekte oldukları siyasal, sosyal ve ekonomik ilişkileri yakından takip etmeye başlamışlardır. Rusya’nın OAC üzerinde 1993 yılından itibaren giderek artan etkisi, bu cumhuriyetlerin çok yönlü uluslararası bağlantılarını özgürce geliştirmelerini engellerken Türk bürokratlarının da bu cumhuriyetlere temkinli yaklaşmalarına neden olmuştur. Diğer bir deyişle, Orta Asya’da yer alan cumhuriyetler ile Türkiye arasında 1993 öncesinde tesis edilen ekonomik, siyasal ve sosyal direkt ilişkiler modeli elde olmayan nedenlerle 1993 sonrasında Rusya üzerinden Türkiye – OAC dolaylı ilişkiler modeline dönüşmüştür. Bu nedenle, 2000 yılının başlarında OAC ile ekonomik ilişkiler kapsamında (siyasal ve sosyal alanlarda olduğu gibi) üstesinden gelinmesi gereken asıl sorun, Türkiye’nin Rusya Federasyonu’na rağmen OAC ile mevcut ekonomik ilişkilerini nasıl maksimize edebileceğidir. <br /><br />Bu çalışmada, Türkiye’nin OAC ile mevcut ekonomik ilişkilerini Rusya Federasyonu’nu göz ardı ederek değil ancak onu yanına alarak geliştirebileceği öne sürülmektedir. Çalışma üç bölümden oluşmaktadır. Birinci bölümde, Türkiye’nin OAC ile mevcut ekonomik ilişkilerini geliştirebilmek için Rusya Federasyonu faktörünü hangi nedenlerle dikkate alması gerektiği açıklanacaktır. İkinci bölümde, Türkiye’nin OAC ile geliştirmeyi düşündüğü ekonomik ilişkiler kapsamında Rusya Federasyonu’nun bir engel teşkil etmemesi için Türk bürokratları tarafından alınması gereken tedbirler sunulacaktır. Üçüncü bölümde ise, Türkiye – OAC arasındaki ekonomik ilişkilerin maksimizasyonu kapsamında Türkiye’nin Rusya Federasyonu’nu göz ardı ederek değil yanına alarak izleyeceği ekonomi politikasının Türk ekonomisine getireceği olası avantajlar belirtilecektir. <br /><br />I. Gerekçeler:<br /><br />Bu başlık altında, Rusya Federasyonu’nun 1993 yılında benimsediği Konsensüs’ü takiben OAC’ni algılayış tarzındaki değişiklik, OAC’nin Rusya Federasyonu’nu değerlendirme biçimi, Orta Asya devletlerindeki yönetici kademelerde Rus azınlığın çokluğu, Rusya’nın Hazar Havzası petrollerine bakışı ve Türkiye-Rusya Federasyonu arasındaki mevcut ticaret hacmi gibi geçerli nedenlerle Türkiye’nin OAC ile ekonomik ilişkilerini Rusya’yı göz ardı ederek değil onu yanına alarak geliştirmek zorunda olduğu açıklanacaktır.<br /><br />a. Rusya’nın Orta Asya Bölgesini Algılayış Biçimi:<br /><br />Belirtildiği üzere, Rusya Federasyonu’nun özellikle 1994 yılından sonra genelde BDT özelde ise Orta Asya bölgesi üzerinde giderek yoğunlaşan ekonomik, siyasal ve sosyal etkisi açıkça gözlemlenmektedir. 1994 yılı öncesinde Orta Asya bölgesinin sorumluluğunu üstlenmeyi ekonomik bir yük olarak gören Rusya, 1994 yılının başlarından itibaren bölgede ortaya çıkan güç boşluğundan yararlanmak isteyen devletlerin giderek artan ekonomik ve politik güç mücadelesi, ABD’nin bölgeye yönelik aşırı ilgisi, İran İslam Cumhuriyeti’nin İslam faktörünü kullanarak bölgeden ekonomik ve siyasal çıkar elde etmeyi amaçlaması, Orta Asya bölgesinde yaşanan iç karışıklıkların kendi güvenliğini etkileyeceği endişesi, Hazar Havzası’nda bulunan petrol ve doğal gazın dünya pazarlarına ulaştırılmasında etkin bir rol oynama arzusu ve tek boyutlu / batı merkezli dış politika tercihinin kendi beklentilerini karşılamaya yetmeyeceğini anlaması gibi nedenlerle Orta Asya bölgesini oldukça önemsemeye başlamıştır, ve 1993 yılında yayınladığı Konsensüs ile de Orta Asya bölgesine yönelik siyasi ve ekonomik bakış açısını değiştirdiğini resmileştirmiştir.<br /><br />1993 Konsensüsü’nü takiben Rusya’nın Orta Asya politikası şu şekilde özetlenebilir:<br /><br />Öncelikle, Rus savunma doktrini Orta Asya bölgesini Rusya’nın kendi çıkarları için vazgeçilmez olarak kabul ediyor (Kulchik, Fadin and Sergeev, 1996, s.46), OAC’nde barış ve istikrarın tesisini ve devamını istiyor ve bu amaçla Orta Asya’daki cumhuriyetlere siyasi, ekonomik ve de askeri destek vermeye hazır olduğunu belirtiyor, OAC’ni kendisinin ekonomik ve siyasal desteği olmaksızın ekonomik ve sosyal yönlerden zor durumda kalacaklarına inandırmaya çalışıyor, Orta Asya bölgesinde belirecek ciddi boyutta bir İslami yayılmanın hem bölgede yaşayan Rus nüfusu hem de Rusya Federasyonu’nda yaşayan mülüman nüfusu olumsuz yönde etkileyeceğini düşünerek olası İslami köktendinci girişimleri engellemeyi amaçlıyor (Lepingwell, 1994, s.75 ; Blank, 1994, s.267), bu bölgeyi Yakın Çevre (Near Abroad) politikasının bir parçası olarak gördüğü ve Sovyet-sonrası şekillenen coğrafi alanı kendi coğrafi alanının doğal uzantısı olarak kabul ettiği için herhangi bir devletin OAC üzerindeki etkinliğini artırmasına karşı çıkıyor ve ayrıca bölgede yer alan petrol ve doğal gaz rezervlerinin kendisi için önem arz ettiğini vurguluyor. <br /><br />Bu durumda, Türkiye’nin Rusya Federasyonu için siyasal, sosyal ve ekonomik açılardan büyük önem arz eden OAC ile ekonomik ilişkilerini Rusya’yı göz ardı ederek istenen düzeye getirmesi pek mümkün görünmemektedir.<br /> <br />b. OAC’nin Rusya Federasyonu’nu Algılayış Biçimi: <br />Siyasi:<br /><br />OAC’nin Rusya Federasyonu’nu nasıl değerlendirdiği sorusu siyasi ve ekonomik olarak iki açıdan cevaplandırılmalıdır. Bu soru her iki açıdan da cevaplandırıldığında sonuç aynı da olsa nitelikler farklıdır.<br /><br />Bağımsızlığın hemen ardından OAC dünya devletlerine kendilerini tanıtmak, sorunlarını anlatmak ve bu devletlere ilişkin beklentilerini açıklamak için yoğun bir ikili ya da çok yönlü ilişki kurma telaşına düşmüşlerdir. Özellikle sanayi ve teknoloji yarışındaki batılı gelişmiş devletlerce gayet bakir olarak tanımlanan Orta Asya bölgesinde yer alan cumhuriyetlerin bu telaşı tüm devletler ve uluslararası kuruluşlar tarafından hoşnutlukla karşılanmıştır. Rus baskısından kurtulmanın ve bağımsız birer devlet olarak varlık göstermeye başlamanın beraberinde getirdiği heyecanla OAC pek çok bölgesel işbirliği örgütünün bünyesinde yer almıştır. Bu cumhuriyetler değinilen gelişmeleri yaşarken Rusya’nın yanlarında yer almayışının eksikliğini hiç hissetmemiş aksine bu durumdan memnuniyet duymuşlardır.<br /><br />Bununla birlikte, Tajikistan’da çıkan iç savaş, Afgan mücahit hareketi ve İran kökenli fundamentalistlerin Orta Asya bölgesine sızma olasılığı bu cumhuriyetlerde Rusya’nın aktif katılımı ile oluşturulacak kapsamlı bir kollektif güvenlik sistemi içerisinde yer alma gereksinimi doğurmuştur. (Mesbahi,1994, s.283) Belirtilen gelişmeleri takiben, Orta Asya cumhuriyetleri liderlerinden Rus bürokratların Orta Asya’da daha aktif bir siyaset takip etmelerine ilişkin talepler yükselmeye başladı. Bölgede artan ulusal ve uluslararası güç mücadelesi, İslami hareketlerdeki artış Rusya’nın OAC’nin kendisi ile yakınlaşma talebini tereddütsüz kabul etmesi ile neticelenmiş ve bu sonuç OAC’ni siyasi açıdan Rusya’ya hemen hemen tümü ile bağımlı kılmıştır. <br /><br />Ekonomik:<br /><br />OAC’nin ekonomik açıdan Rusya’yı algılayış biçimi siyasi açıdan algılayış biçimi ile aynıdır.<br />Sovyet yönetimi döneminde Sovyetler Birliği kapsamında toplam pamuk üretiminin 3/2’lik<br />bölümü Özbekistan tarafından karşılanıyordu. Kazakistan ikinci büyük petrol - doğal gaz ve üçüncü büyük kömür üreticisi durumundaydı. Ayrıca Kazakistan’ın sahip olduğu tarım ve hayvancılık ürünlerinin toplam değeri eski Sovyet cumhuriyetleri arasında üçüncü sırada idi. Türkmenistan ise eski Sovyetler Birliği’nin ihraç ettiği doğal gazın %10’nundan fazlasını üretiyordu. (Kimura, 1993, ss.132-142) Bu parlak dönemi takiben, Sovyetler Birliği’nin çözülüşü ile birlikte Orta Asya bölgesi’nde bağımsızlığını ilan eden Sovyet cumhuriyetleri gayet zor ekonomik koşullarla yüzleşmeye başlamışlardır. Öncelikle, Sovyetlerin dağılması ile başlayan ekonomik yapıların çözülüşü üretim güçlerinin gelişimini durdurmuştur. İş gücü, sermaye ve diğer kaynakların oldukça alt seviyelerdeki hareketliliği üretimin kurumsal yapılanmasını engellemiştir. Ayrıca, düşük üretim, yüksek nüfus artışı, yaygın fakirlik, kalitesiz iş gücü kaynakları tüm Orta Asya’da derinden hissedilmektedir. Son olarak endüstriyel ekonomik sistemin sınırlı gelişimi kronik tarzdaki ekolojik krizin ortaya çıkmasına neden olmuştur. (Alexandrov, 1993, s.106) Tek merkezden yönetilen ekonomik sistem değişikliğinin, birbirine sıkı sıkıya bağlı üretim ve ticaret sisteminin çözülüşünün, bağımsızlığın aniden kazanılışının Orta Asya cumhuriyetlerine yüklediği ekonomik sorunlar bu cumhuriyetleri özellikle güçlü batılı devletlerle ikili ya da çok yönlü ekonomik ilişkiler geliştirmeye yöneltmiştir. <br /><br />OAC’nin 1993 yılının ortalarına dek ya bölgesel bazlı ekonomik işbirliği örgütlerine üyelik (EİÖ - Economik İşbirliği Örgütü ve KEİÖ - Karadeniz Ekonomik İşbirliği Örgütü - gibi) ya da uluslararası ekonomik kuruluşlara üyelik başvurusu şeklinde gelişme gösteren bu girişimleri Rusya Federasyonu’nun direkt her hangi bir müdahaleci tavrı ile karşılaşmamıştır. Ancak 1993 yılı ortalarında, Rus yetkililerin Rusya Federasyonu’nun yeni bağımsız cumhuriyetlerin bulunduğu eski Sovyet coğrafyasındaki ekonomik çıkarlarını gerektiği ölçüde önemsemedikleri görüşü yaygınlık kazanmaya başlamıştır. Bu görüşü takiben, eski Sovyet coğrafyasında yer alan ekonomik zenginlik Rus politikasını şekillendirme sürecinde oldukça önemli bir unsur olarak değerlendirilmeye başlanmıştır. (Baev, 1997, s.5) Bu politika değişikliğinin ardından Rusya Federasyonu OAC’nin hemen tüm ekonomik ilişkilerini ve Orta Asya bölgesinden ekonomik çıkar elde etmek isteyen devletlerin faaliyetlerini gayet yakından takibe almış ayrıca kendi ekonomik çıkarları için tehlikeli bulduğu girişimlere müdahale etmiştir. Dış ticaretinin büyük bir bölümünü Rusya Federasyonu ile gerçekleştiren OAC ise Rusya’nın bu tepkisi karşısında tepkisiz kalmayı tercih etmiştir.<br /><br />Denilebilir ki, bu cumhuriyetler bölgesel istikrar, sınır ve ülke güvenliği, İslami tehlike ve savunma konularında Rusya’nın varlığına ve siyasi desteğine ne denli ihtiyaç duyuyorlarsa, ekonomilerinin rehabilitasyonu konusunda da aynı devletin varlığına ve desteğine o denli ihtiyaç duymaktadırlar. Bu durum ise OAC’nin Rusya Federasyonu’nu reddetmek yerine ona sıkı sıkıya bağlanmalarını gerektirmektedir. Hal böyleyken, Türkiye’nin Orta Asya bölgesinde Rusya Federasyonu’nu karşısına alarak ya da onu kızdırarak OAC ile ekonomik ilişkilerini geliştirmesi pek mümkün görünmemektedir. <br /><br />c. Orta Asya Cumhuriyetlerinde Yaşayan Rus Azınlık:<br /><br />Sovyetler Birliği’nin dağılması ile tüm Rus kökenli nüfus Rusya Federasyonu bünyesinde toplanmış değildir. 1991 öncesinde Sovyetler Birliği’nin varlık gösterdiği toprakların genişliği düşünüldüğünde 1991 sonrası mevcut coğrafi düzende eski Sovyet yeni bağımsız cumhuriyetler içerisinde pek çok Rus kökenli toplulukların var olduğunu tespit etmek zor olmayacaktır ki eldeki sayısal veriler bu yöndeki tespiti doğrular niteliktedir. Bu verilere göre, hali hazırda Rus kökenli nüfus toplam Kazakistan nüfusunun %40’tan fazlasını, Kırgızistan nüfusunun yaklaşık %20’sini, Türkmenistan nüfusunun yaklaşık %9’unu, Özbekistan toplam nüfusunun ise yaklaşık %8’ini oluşturmaktadır. Olası bir göç dalgası karşısında Rus kökenli nüfusun barınma ve istihdam sorunlarını çözümleyebilecek yeterli ekonomik kaynağa sahip bulunmayan Rus yetkililer bu cumhuriyetlerden Rusya Federasyonu’na gerçekleştirilecek olası göç akınını engellemenin zorunlu olduğunu düşünüyorlar. Bununla birlikte, Rusya Federasyonu sınırları dışında yaşayan Rus kökenli nüfusun ekonomik, sosyal ve politik güvenlikleri ile ilgilendiklerini sıklıkla vurguluyorlar. (Bacık ve Canbaş, 1999, s.325) <br /><br />Bu, meselenin Rusya’yı ilgilendiren boyutu, Orta Asya cumhuriyetleri (OAC) ve Türkiye açısından ise durum oldukça farklı. Bireysel ekonomik ve siyasal formasyonu oluşturma aşamasında birinci derecede önem arz eden bilimsel donanımdan Sovyet idaresi boyunca mahrum bırakılmış olan müslüman kökenli Orta Asya halkları ne Sovyetler Birliği döneminde ne de yeni bağımsız düzende kendi devletlerinin ekonomi ve siyasi politikalarını saptamakla görevli idari kadrolara yükselme şansı bulamamışlardır. 1991 sonrası kendi bağımsız cumhuriyetlerinde bağımsız birer vatandaş olarak yaşama hakkını elde eden Orta Asyalılar geçmişte yaşanan bu olumsuzluğu kısa bir sürede telafi edemedikleri için çoğu kurumda (bilim üreten, ekonomi ve politikayı şekillendiren kurumların çoğunda) Rus kökenli idari kadro ile çalışmak durumundadırlar. Doğal olarak, Rusya Federasyonu’nun siyasi ve ekonomik önceliklerine göre hareket tarzı belirleyen bu Rus yönetici elit hem Rusyasız bir Orta Asya’da istediği şekilde ekonomik ve siyasal politikalarını uygulamak isteyen yabancı devletleri hem de Rus baskısından arınmış bir Orta Asya’da iç ve dış politikalarını özgürce gerçekleştirmek isteyen OAC’ni sınırlamaktadır. <br /><br />Bu durumda, OAC’nde azınlık durumunda yaşayan Rus kökenli nüfusun idari kadrolardaki niceliksel çoğunluğunu ve karar alma ve uygulama aşamasındaki etkinliğini göz önünde bulunduracak olursak, Türk yetkililerin Rusya’yı karşısına alarak ya da kızdırarak OAC ile ekonomik ilişkilerini geliştirmesi pek mümkün görünmemektedir. <br /><br />d. Hazar Denizi Havzası Petrol ve Doğal Gaz Rezervleri ve Rusya:<br /><br />Sovyetler Birliği’nin dağılmasının ardından beliren güç boşluğu nedeni ile Orta Asya bölgesinde yer alan petrol ve doğal gaz rezervleri bölgede ekonomik güç mücadelesinin başlamasında birinci derecede etkili olmuştur. Pek çok gözlemci tarafından Orta Asya dünyanın en zengin ham madde potansiyeline sahip bölgeleri arasında gösterilirken, petrol ve doğal gaz üretimi açısından Hazar Havzası’nın Basra Körfezi’nin ardından ikinci sırada yer aldığı belirtilmektedir. (Razov, 1997, s.59) Özbekistan, “Fırsatlar Ülkesi” (Convay, 1994, s.164) olarak adlandırılan Kazakistan ve “Orta Asya’nın Kuveyt’i” (Nissman, 1994, s.183) şeklinde düşünülen Türkmenistan Hazar Havsası’nda yer alan üç önemli Orta Asya cumhuriyetidir. Azerbaycan Hazar Denizi Havzası’nda yer alan dördüncü devlettir. Kazakistan’da 95, Türkmenistan’da ise 34 milyar varillik bir petrol rezervi bulunduğu hesaplanmaktadır. Ayrıca dünyanın üçüncü en büyük doğal gaz rezervine sahip olduğu bilinen Türkmenistan’da 4.5 trilyon metre küp doğal gaz rezervi mevcuttur. Kazakistan, Türkmenistan ve Özbekistan doğal gaz zenginliği bakımından en önemli 20 ülke arasında yer almaktadır. (Pala ve Engür, 1998, ss.23-27) Bu durumda, “Hazar Denizi’nin ve Hazar Denizi’ni çevreleyen bölgelerin Asya ve Avrupa kıtalarına en fazla petrol ve doğal gaz tedarik eden yerler olabileceğini” (Gökay, 1998, s.49) öne sürmek yanlış olmayacaktır. <br /><br /><br />Tüm bu petrol ve doğal gaz zenginliğine rağmen Hazar Denizi Havzası’nın denize çıkışı olmayışından dolayı bu bölgede petrol çıkarma ve sevkıyat konularında büyük güçlüklerle karşılaşılmaktadır. Oysa, 1914’ten önceki 20 yıl boyunca Hazar bölgesi en geniş ve en gelişmiş petrol üretim alanlarından biri durumundaydı. Bununla Birlikte, 70 yıl süren Sovyet yönetiminin ardından Hazar bölgesindeki devletler petrol çıkarma teknolojilerinin oldukça gerisinde kalmışlardır. Şu anda bölgede petrol çıkarma kuyularını inşa ve tamir edebilen iki tesis bulunmaktadır. Bunlardan biri Azerbaycan’ın Primorsk şehrinde diğeri ise Rusya’nın Astrakhan şehrinde yer almaktadır. Bölgenin değinilen olumsuz coğrafi konumundan dolayı petrol çıkarma teçhizatını dışarıdan getirmek oldukça yüklü bir maliyet gerektirmektedir. Bunun yanı sıra, yeni petrol boru hatlarının döşenmesine ilişkin siyasi sorunlar ve inşası düşünülen yeni petrol boru hatlarının yüksek maliyeti karşılaşılan sorunların diğer bir yönünü oluşturmaktadır.<br /><br />İşin en ilginç yanı, Hazar Havzası’nda yer alan devletlerin petrol ve doğal gaz çıkarma ve sevkıyat meselelerinde karşı karşıya kaldıkları bu olumsuzlukların bu bölgede ekonomik çıkar peşinde olan yabancı devletlerin hiçbiri için bir engel teşkil etmeyişidir. Yabancı devletler hem bölgedeki petrol ve doğal gazın çıkarılması için maddi destek vermek üzere hazır bulunduklarını ifade etmekte hem de bu bölgeden çıkarılacak petrol ve doğal gazın dünya pazarlarına ulaştırılması için gerekli ek petrol ve doğal gaz boru hatlarının yapımı ve güzergah tespiti aşamasında bir fiil işin içinde yer almak istediklerini vurgulamaktadırlar.<br /><br />Yabancı devletlerin Hazar Havzası’nda yer alan petrol ve doğal gaz rezervlerinin çıkarılması ve dünya pazarlarına ulaştırılması için verdikleri yoğun mücadele, 70 yıl boyunca bu bölgenin adı geçen potansiyelinin tek sahibi durumundaki Rus yetkililerin özellikle 1993 sonrasında sert tepkisi ile karşılaşmıştır. 1991 sonrasında Orta Asya bölgesinde yer alan petrol ve doğal gazın çıkartılması ve sevkıyatı gibi hususlarda tek yetkili değil fakat en fazla yetkiye sahip devlet konumunda olmak isteyen Rusya, hem Azerbaycan petrolünün İran ya da Türkiye üzerinden dünyaya ulaştırılmasına ilişkin projeye hem de diğer petrol ve doğal gaz projelerine gayet temkinli yaklaşmıştır. Asıl amacı, Kazak petrolünü Rusya üzerinden Novorossisk limanına getirmek ve buradan da batıya ulaştırmaktır. Böylece, hem büyük ölçüde Kazakistan hem de diğer Hazar bölgesi devletleri üzerinde siyasi ve de ekonomik prestij sahibi olmayı amaçlamaktadır. (Bkz. IISS Stratejik Yorumlar - Milliyet, 23 Haziran 1999; Blank, 1994; Forsythe, 1996) Genelde İran ve Türkiye’nin Orta Asya bölgesinde bulunan petrol ve doğal gazı kendi ülkelerinden geçirmeyi düşündükleri boru hatları ile dünyaya ulaştırma çabaları, özelde ise Amerika’nın bölgedeki petrol ve doğal gaz rezervlerini çıkarma aşamasında expertiz satmayı sıklıkla talep etmesi ve Baku – Ceyhan boru hattı inşasını desteklemesi Rus yetkilileri Orta Asya petrol ve doğal gaz kaynakları üzerinde en etkin olmaya sevk etmektedir.<br /><br />e. Türkiye – Rusya Federasyonu Ekonomik İlişkileri:<br /><br />Tarihsel süreç içerisinde gözlemlendiğinde, Türkiye – Rusya ekonomik ilişkilerini belirleyen temel etmenin siyaset olduğu ortaya çıkacaktır. Türkiye’nin dev komşusu Rusya karşısındaki tedirginliği, Rusya’nın ise Türkiye’ye ilişkin güvensizliği hem Sovyetler Birliği döneminde hem de 1991 sonrası gelişmelerde iki devlet arasındaki ekonomik ilişkilerin hareket tarzını gayet yakından etkileyen bir faktör olarak karşımıza çıkmaktadır. Rusya ve Türkiye arasındaki siyasi ilişkilerin olumlu seyir gösterdiği dönemlerde iki ülke arasındaki ekonomik ilişkiler de olumlu yönde gelişme kaydetmektedir. 1991 sonrasında iki ülke arasında yaşanan kimi siyasi sorunların Rusya ve Türkiye’nin ekonomik ilişkilerini aynı paralellikte etkilemesi bunun en somut kanıtıdır.<br /><br />1992 başlarında Türkiye Rusya Federasyonu ile oldukça dostane ilişkiler başlatmıştır. Aynı yıl içinde iki ülke arasında üst düzeylerde karşılıklı ziyaretler gerçekleştirilmiştir. İkili ilişkilerdeki bu sıcak hava Rusya’nın 1993 ortalarında uygulamaya koyduğu dış politika değişikliği ile (ki bu değişiklik Rus yetkililerin OAC’ne ilişkin tutumlarına da direkt yansımıştır) yerini hafif bir gerginliğe bırakmıştır. Bu tarihten itibaren Rusya, Türkiye - OAC arasındaki yakın ilişkiyi Türkiye’nin Orta Asya bölgesinde etkinliğini artırmak için benimsediği politik bir taktik olarak algılamaya başlamıştır. (Andican, 1997, s.214) Çeçen - Rus savaşında ise, Türkiye baskıcı politikalarından dolayı Rusya’nın tavrını onaylamazken, Rusya Federasyonu Çeçen lider Cahar Dudayev’in Türkiye’ye gerçekleştirdiği iki özel ziyareti dostça bulmadığını belirtmiştir. Ayrıca Rusya, Türkiye’nin 1994 yılında gemilerin Boğazlardan geçiş koşullarına ilişkin yönetmelikte yaptığı değişikliği Boğazlardan geçiş özgürlüğünü sınırlayıcı bir girişim olarak değerlendirmiştir. (Klepatskii and Pospelov, 1996, ss.152-157) Rusya’nın 1991 sonrasında Türkiye’yi eleştirdiği noktalardan bir diğeri de Karadeniz’de Türk donanmasına ait gemilerin sayısını artırmasıdır. Rus yetkilileri en fazla rahatsız eden husus ise Türkiye’nin Hazar bölgesi petrolünü Avrupa pazarlarına Baku-Ceyhan petrol boru hattı üzerinden ulaştırmadaki ısrarı ve bu amaca ulaşmak için Amerika’nın desteğini sağlama girişimleri olmuştur. (Trenin, 1997, ss.61-62) <br /><br />Durum Türkiye açısından da pek farklı değildir. Türk yetkililer Rusya Federasyonu’nun çeşitli meselelerde aldığı siyasi tavırdan hoşnut olmadıklarını açıkça ifade etmişlerdir. Türkiye öncelikle Rus yetkililerin 1991 sonrası düzende bağımsız birer devlet olarak varlık göstermeye başlayan eski Sovyet cumhuriyetleri üzerinde oldukça otoriter ve sınırlayıcı bir politika sürdürmesinden duyduğu rahatsızlığı vurgulamaktadır. İkinci olarak, Türkiye Rusya’nın Kıbrıs Rum yönetimine gerçekleştirdiği S-300 füzeleri satışının Kıbrıs’taki mevcut askeri dengeyi bozabileceğini ve adada yaşayan Türklerin güvenliğini tehdit edebileceğini öne sürmektedir. Türkiye aynı hassasiyeti Rusya’nın İran, Irak ve Suriye gibi ülkelere yaptığı silah satışı hususunda da göstermektedir. Rusya’nın Ermenistan’da yürüttüğü silahlanma girişimleri Türk makamlarınca diğer bir olumsuz gelişme olarak yorumlanmaktadır. Son olarak, Türkiye Rusya’yı Suriye’den ayrılan Abdullah Öcalan’nı bir ay boyunca Moskova’da barındırmakla suçlamıştır. Rus yetkililer tarafından yapılan çelişkili açıklamalar 1998 yılının son aylarında iki devlet arasında güven krizinin doğmasına neden olmuştur. <br /><br />İşte 1991 sonrasında Rusya – Türkiye arasında yaşanan tüm bu olumsuz siyasi gelişmelerin Türk – Rus ekonomik ilişkileri üzerindeki etkisi büyük olmuştur. Sorunsuz geçen dönemlerle kıyaslandığında siyasi kriz dönemlerinde Türkiye ve Rusya Federasyonu arasındaki ekonomik alış veriş düşüş göstermiştir. İkili ekonomik ilişkilerdeki en büyük gerileme 1998 yılının ikinci yarısında Rusya’nın karşılaştığı mali kriz neticesinde moratoryum ilan etmesi ile yaşanmıştır. Bunu takiben Türkiye’nin Rusya’ya olan ihracatında ciddi bir gerileme saptanmıştır. Yeni düzende, Türkiye’nin Rusya’dan ithal ettiği doğal gaz miktarı, bu ülke ile gerçekleştirdiği dış ticaret hacmi, bavul ticaretinin Türk ekonomisindeki azımsanmayacak önemi ve doğal gaz tüketiminde giderek artan yükselme gibi nedenler göz önüne alındığında, Türk bürokratların Orta Asya bölgesine ilişkin ekonomi politikalarını uygulama aşamasında Rusya ile birlikte hareket etme gerekliliği fark edilecektir.<br /><br />Birinci bölümde, Türkiye’nin OAC ile mevcut ekonomik ilişkilerini geliştirebilmek ve bu ilişkilerden en üst seviyede fayda elde edebilmek için Rusya Federasyonu faktörünü beş temel nedenden dolayı dikkate alması gerektiği açıklanmıştır. İkinci bölümde, Türkiye’nin OAC ile geliştirmeyi düşündüğü ekonomik ilişkiler kapsamında Rusya Federasyonu’nun bir engel teşkil etmemesi için bazı öneriler sunulacaktır.<br /><br />II. Öneriler:<br /><br />Detaylı biçimde açıklanan nedenlerden dolayı Türkiye’nin Orta Asya bölgesine yönelik ekonomik beklentilerini Rusya’yı karşısına alarak maksimize edebilmesi olası görünmemektedir. Bu durumda yapılması gereken, Türkiye’nin Orta Asya’daki ekonomik girişimlerine engel teşkil etmeyecek hatta bu girişimleri destekleyecek bir Rus siyasi düşüncesini tesis edebilmek için gerekli girişimlerde bulunmaktır. Buna ilişkin öneriler aşağıda sıralanmaktadır. <br /> <br />1. Türk yetkililer, Türkiye’nin OAC ile siyasi değil ekonomik ve sosyal ilişkileri geliştirmeyi hedeflediğini vurgulamalıdırlar. Mevcut durumda Karadeniz Ekonomik İşbirliği Örgütü kapsamında OAC ile yürütülen ilişkilerin de nihai amacının siyasi entegrasyon olmadığı sadece ekonomik işbirliği olduğu resmi biçimde açıklanmalıdır,<br /><br />2. Türkiye’nin din, dil, etnik köken, tarihi geçmiş gibi ortak özellikleri kullanarak Orta Asya bölgesinde siyasi etkinliğini artırmayı amaçlamadığı önemle belirtilmelidir. 1991’de Sovyetlerin dağılmasının ardından bağımsızlığını kazanan cumhuriyetlere ‘Büyük Ağabey’ şeklindeki yaklaşımın Rusya Federasyonu’nu ne denli rahatsız ettiği hatırlanacak olunursa, bu türden keskin söylem ve vurguların Türkiye’nin Orta Asya’ya ilişkin ekonomi politikalarını olumsuz yönde etkileyeceğini iddia etmek yanlış olmayacaktır,<br /><br />3. Türkiye’nin Rusya Federasyonu’nun OAC üzerindeki siyasal ve ekonomik etkinliğini tümü ile ortadan kaldırmak gibi bir dış politik amacı bulunmadığı ayrıca bu türden amaçlar güden ve Orta Asya bölgesinde güç mücadelesi içerisinde bulunan devlet ya da devletlerle adı geçen bölge için ekonomik ya da siyasal iş birliğine yönelmeyeceği açıkça ifade edilmelidir,<br /><br />4. Türk bürokrasisi OAC ile ekonomik ilişkiler hususunda, Türkiye’nin Rusya faktörü nedeni ile tam verim sağlayamayacağını göz önünde bulundurarak, bir eko-strateji belirlemelidir. Bu eko-strateji doğrultusunda bir ilişkiler modeli saptanmalıdır. Bu model, Türkiye – OAC – Rusya Federasyonu ekonomik ilişkiler modeli olmalıdır. Bu modelin temel hedefi, OAC ile gerçekleştirilecek her bir ekonomik ilişki kapsamında Rusya Federasyonu’nun olası davranış biçimini tahmin etmek olmalıdır. Bu modelin etkin biçimde kullanılışı, Türkiye – OAC arasındaki ekonomik ilişkiler bağlamında Rusya’nın bir engel olarak belirmesini engelleyecek böylece hem ilişkilerde gelişme kaydedilecek hem de bu ilişkilerden en üst seviyede fayda sağlanacaktır.<br /><br />5. Karadeniz Ekonomik İşbirliği Örgütü’nde olduğu gibi; OAC, Rusya Federasyonu ve Türkiye’nin yer alacağı ortak ekonomik projeler gerçekleştirilmelidir. Bu sayede Rusya kendisini dışlanmış hissetmeyecek ve böylece herhangi bir karşıtlık göstermeyecektir.<br /><br />6. Hem siyasi hem de ekonomik etik gereği ve hem de Rusya ile Türkiye arasındaki mevcut ekonomik ilişkiler göz önünde bulundurularak, Rusya Federasyonu’nun sıklıkla maruz kaldığı siyasi ve ekonomik kriz anlarında Rusya karşıtı tavır almak yerine Rusya’yı destekleyici tavır alınmalıdır. Bu türden bir davranış iki ülke arasında güven bunalımı yerine güvenin tesisini getirecektir. Bu şekilde Türkiye OAC ile geliştireceği ekonomik ilişkilerde Rusya’nın şüpheci tavrı yerine desteği ile karşılaşacaktır.<br /><br />7. Türk bürokrasisi, Orta Asya bölgesi ve Orta Asya cumhuriyetleri ile ilgili üreteceği ekonomik ya da siyasi nitelikteki projelere karşı gelişebilecek olası Rus karşıtlığını dizginlemek amacı ile, bilinçli olarak Rusya Federasyonu’nun karşısında Amerikan siyasi ve ekonomik desteğini aldığını vurgulamaktan vazgeçmelidir. Türkiye’nin 1991 yılından bu yana benimsediği bu türden bir politik davranış biçimi Rusya’nın Orta Asya hususunda Türkiye’ye duyduğu tedirginliğin artmasına neden olmuş ve Türkiye’nin Orta Asya politikalarını tıkamıştır. Türkiye, Amerikan desteğini siyasi bir koz olarak kullanmak yerine daha bağımsız ve de münferit politikalarla adı geçen bölgede çok daha sınırlı sayıda ve seviyedeki bir Rus engeli ile karşılaşacak, bu da Türkiye’nin bölgedeki işini kolaylaştıracaktır. <br /><br />8. Türk devleti, Türkiye - Rusya Federasyonu arasındaki ilişkiler hususunda yeni bir sayfa açıldığına inanarak yakın gelecekteki yeni Rus devlet başkanına Türkiye’nin Orta Asya’ya yönelik siyasi ve ekonomik hedeflerini ikili resmi ziyaretler kapsamında açıklıkla ifade etmelidir. Bu bir iyi niyet göstergesidir ve gelecekteki ilişkilerin niteliğini belirleme aşamasında gayet olumlu bir etkide bulunma gücü vardır. <br /><br /><br />İkinci bölümde, Türkiye’nin OAC ile geliştirmeyi düşündüğü ekonomik ilişkiler kapsamında Rusya Federasyonu’nun bir engel teşkil etmemesi için bazı öneriler sunulmuştur. Üçüncü bölümde ise, ikinci bölüm kapsamında sunulmuş olan önerilerin uygulanması durumunda bu önerilerin Türkiye’nin OAC ile ilişkileri üzerindeki olası olumlu etkilerinden bahsedilecektir.<br /><br />III. Olası Olumlu Sonuçlar:<br /><br />Türk bürokratlarının OAC ile kurup geliştirecekleri ekonomik ilişkilerden en üst seviyede fayda elde edebilmeleri için Rusya faktörünü dizginleyecek bir dizi öneriyi ikinci bölümde sunduk. Bu önerilerin hayata geçirilmesi durumunda Türkiye’nin karşılaşacağı olası olumlu gelişmeler ise şu şekilde özetlenebilir:<br /><br />1. Türkiye Orta Asya bölgesine yönelik ekonomi politikalarını gerçekleştirme aşamasında Rusya Federasyonu’nu kızdıracak tavırlardan kaçınırsa ve hatta bu devletle Orta Asya bölgesi için işbirliğine girerse hem adı geçen bölge için önemli bir engeli bertaraf edecek hem de Rusya ile mevcut ekonomik ilişkilerini geliştirme şansına sahip olacaktır.<br /><br />2. Türkiye Orta Asya bölgesindeki cumhuriyetlerle geliştirmeyi amaçladığı ilişkiler bağlamında Rusya’yı karşısına değil yanına alarak adı geçen devletin değinilen hususta duyduğu tedirginliği ve güvensizliği ortadan kaldırmış olacaktır. Bu gelişme ise Türkiye’nin ekonomik anlamda OAC ile daha fazla sayıda ve daha etkin projeler gerçekleştirmesini sağlayacaktır. <br /><br />3. Türkiye Rusya ile geliştireceği iyi ilişkiler neticesinde, Baku-Ceyhan petrol boru hattının yanı sıra olası diğer petrol ve doğal gaz boru hatlarıyla ilgili projelerin hayata geçirilmesi konusunda Rusya’nın onayını alabilecek ve böylece ekonomik açıdan büyük avantajlar elde edecektir. Adı geçen boru hattının (BTC) Türk ekonomisine getireceği olumlu katkı hususunda birinci derecede yetkili kişi Enerji ve Tabi Kaynaklar Bakanı’nın açıklamaları dikkate değerdir. Bakana göre; proje tam kapasiteye ulaştığında yılda 50 milyon ton petrol Baku’den Ceyhan’a aktarılacaktır. Türkiye’nin yıllık petrol tüketimi 30 milyon tondur, bu tüketim 2010 yılında 45 milyon tona ulaşacaktır. Ayrıca bu proje gerçekleştiğinde Türkiye 16 milyar metre küp doğal gaz satın alacak ve aynı miktarda doğal gazı Avrupa’ya pazarlayacaktır. 2.4 milyar dolar tutarındaki petrol boru hattının inşası ise Türk ekonomisi üzerinde diğer bir olumlu etkiye sahip olacaktır.<br /><br />4. Türkiye Orta Asya cumhuriyetleri ile geliştireceği ilişkiler hususunda Rusya Federasyonu’nun hassasiyetini göz önünde bulundurduğu takdirde bu devletin Türk bürokrasisinin ekonomik ve siyasi ilişkilerde gayet büyük bir temkinlilikle yaklaştığı devlet ya da devletlere yönelik olası kışkırtıcı tutumunu da engelleyebilecektir. PKK terörünün ve Türkiye’de faaliyet gösteren İran menşeli köktendinci islami terör örgütlerinin ülkemizde ne denli büyük bir ekonomik külfet ve siyasi kaosa neden olduğu göz önünde bulundurulacak olunursa, Türkiye’nin Orta Asya’da Rusya’yı kızdıracak herhangi bir girişiminin Türkiye’ye Rusya’nın politik bir misillemesi olarak geri dönebileceği ihtimali oldukça yüksektir. Rusya’nın PKK’ya verdiği düşünülen siyasi ve ekonomik destek ve yeni düzende İran ile ilişkilerini geliştirme isteği, bu devletin Türkiye’nin Orta Asya politikalarında hoşnut olmadığı durumlarda adı geçen bu iki unsuru Türkiye’ye karşı kullanabileceği ihtimalini güçlendirmektedir. Bu durumda, Türkiye’nin Orta Asya bölgesinde Rus siyasi elitleri arasında tepki uyandırmayacak, ölçülü ve radikal olmayan girişimlerde bulunması değinilen ihtimali de bir ölçüde engelleyecektir. <br /><br /><br />Sonuç<br /><br />1991 yılında Sovyetler Birliği’nin dağılmasını takip eden süreçte Orta Asya bölgesinde dört müslüman ve Türk kökenli (Kazakistan, Türkmenistan, Özbekistan, Kırgızistan) ve bir şii, Farsi kökenli (Tacikistan) toplam beş bağımsız cumhuriyet kurulmuştur. Türkiye özellikle adı geçen dört cumhuriyetle din, dil, etnik köken ortaklığı ve yoğun tarihsel geçmiş gibi nedenlerle ikili ya da çok yönlü ilişkiler kurmaya başlamıştır. Türkiye’nin bu ilgisi dört Orta Asya cumhuriyeti tarafından büyük bir hoşnutlukla karşılanmıştır. Bununla birlikte ilişkilerdeki bu olumlu gelişme ancak 1993 yılının ortalarına kadar devam edebilmiştir. 1993 yılında Rus bürokrasisi tarafından benimsenen yeni dış politika doktrini ile Rusya o yıla dek pek önemsemediği bu cumhuriyetlerin iç ekonomik ve siyasal gelişmelerini ve dış bağlantılarını yakından gözlemlemeye başlamıştır. Diğer bir deyişle, bu tarihten itibaren adı geçen bölgede Türkiye’nin önüne Rusya faktörü çıkmıştır ve 1991’den bu güne Türkiye-OAC arasındaki ekonomik ilişkiler kapsamında kat edilen mesafe oldukça sınırlı kalmıştır.<br /><br />Bu noktada asıl mesele, Rusya’nın açıklanan nedenlerle bu bölgede ve bölgedeki cumhuriyetler üzerindeki etkinliğini artırarak devam ettireceği gerçeğini göz önünde bulundurarak Türkiye’nin Orta Asya bölgesine ilişkin ekonomi politikalarını Rusya’nın bu bölgedeki ekonomik ve siyasi hassasiyetini dikkate alarak tespit ve de tayin etmesi gerektiğidir. Rusya Federasyonu’nu Orta Asya bölgesinde Türkiye karşısında bir rakip hatta bir hasım olarak değerlendirerek halen güçlü olan bu devletin tepkisini çekmek yerine adı geçen devletle Orta Asya bölgesi için ortak projeler geliştirmek ve uygulamak daha akılcı görünmektedir. Bu türden bir politika, hem Türkiye-OAC ekonomik ilişkilerinin gelişmesini sağlayacak hem de Türkiye’nin bu bölgeye ve bölgedeki cumhuriyetlere yönelik ekonomik beklentilerini gerçekleştirmesine yardımcı olacaktır. <br /><br /><br />Kaynakça<br /><br />-Alexandrov, Yuri G., 1993. “Central Asia: Specific Case of Economic Underdevelopment”. State, Religion and Society in Central Asia - A Post-Soviet Critique, Vitaly Naumkin (ed.) içinde. Reading: Ithaca Press.<br />-Andican, Ahad, 1997. “Türkiye-Rusya İlişkileri Üzerine Düşünceler”, Yeni Türkiye (Ankara), no.16.<br />-Bacık Gökhan ve Fahrettin Canbaş, 1999. “Kimlik, Din, Tarih ve Dış Politika Tartışmaları Işığında Rusya”. Avrasya Dosyası (Ankara), no.2.<br />-Baev, Pavel K., 1997. Challenges and Options in the Caucasus and Central Asia. Pennsylvania: U.S. Army War College Strategic Studies Institute.<br />-Blank, Stephen, 1994. “Russia, the Gulf and Central Asia in a new Middle East”, Central Asian Survey, no.13(2).<br />-Blank, Stephen J., 1994. Energy and Security in Transcaucasia. Pennsylvania: U.S. Army War College Strategic Studies Institute.<br />-Conway, Patrick, 1994. “Kazakhstan: Land of Opportunity”, Current History, no.582.<br />-Forsythe, Rosemarie, 1996. The Politics of Oil in the Caucasus and Central Asia, Adelphi Paper 300. Oxford University Press.<br />-Gökay, Bülent, 1998. “Caspian Uncertainties:Regional Rivalries and Pipelines”, Perceptions- Journal of International Affairs (Ankara), no.1.<br />-Kimura, Yoshihiro, 1993. “Central Asia and the Caucasus-Nationalism and Islamic Trends-with special reference to Central Asia and the Caucasus-”. Turkey in A Changing World, Şükrü S. Gürel, Şamil Ünsal and Yoshihiro Kimura (eds.) içinde. Tokyo: Middle East Studies Series, no.33.<br />-Klepatskii, L. ve V. Pospelov, 1996. “The Black Sea Straits: An Artery of Life”, International Affairs (Moscow), no.2.<br />-Kulchik, Yuriy, Andrey Fadin ve Victor Sergeev, 1996. Central Asia After the Empire. London: Pluto Press.<br />-Lepingwell, John W. R., 1994. “The Russian Military and Security Policy in the “Near Abroad”, Survival (London), no.3.<br />-Mesbahi, Mohiaddin, 1994. “Russia and the Geopolitics of the Muslim South”. Central Asia and the Caucasus after the Soviet Union Domestic and International Dynamics, Mohiaddin Mesbahi (ed.) içinde. University Press of Florida.<br />-Milliyet, 23 Haziran 1999. “Hazar Petrolü İyimserlik Vermiyor”, (International Institute for Strategic Studies-London tarafından yayınlanan Strategic Comments adlı rapordan alıntı yapılmıştır).<br />-Nissman, David, 1994. “Turkmenistan (Un)transformed”, Current History, no.582.<br />-Pala, Cenk ve Emre Engür, 1998. “Kafkasya Petrolleri 21. Yüzyılın Eşiğinde Hazar Havzası ve Türkiye”, İşletme ve Finans (Ankara), no.152.<br />-Razov, S., 1997. “New Developments in Central Asia”, International Affairs (Moscow), no.3.<br />-Trenin, Dimitri, 1997. “Russia and Turkey: A Cure From Schizophrenia”, Perceptions-Journal of International Affairs (Ankara), no.2.Gamze Güngörmüş Konahttp://www.blogger.com/profile/14874505075986951772noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-7485590980046694453.post-59550061927377513682008-05-24T19:01:00.000+03:002012-06-27T14:58:56.919+03:00Hazar Havzası-Petrol ve Azerbaycan/TürkçeKONA, Gamze Güngörmüş (2005). “Azerbaycan’ın Petrol Rezervleri Açısından Arz Ettiği Önemin Hazar Havzası Bağlamında İfadesi”, Azerbaycan Milli İlimler Akademisi “Ortak Türk Geçmişinden Ortak Türk Geleceğine” III. Uluslar arası Folklor Sempozyumu, 114-136, Bakü, 2-5 Ekim 2005.<br /><br />AZERBAYCAN’IN PETROL REZERVLERİ AÇISINDAN ARZ ETTİĞİ ÖNEMİN HAZAR HAVZASI BAĞLAMINDA İFADESİ<br />Özet<br />1991 sonrası Sovyetlerin dağılması ve yeni cumhuriyetlerin ortaya çıkması ile bütün dikkatler bölgeye yönelmiştir. Sovyetler Birliği’nin dağılmasının ardından beliren güç boşluğu nedeni ile Orta Asya bölgesinde yer alan petrol ve doğal gaz rezervleri bölgede ekonomik güç mücadelesinin başlamasında birinci derecede etkili olmuştur. Bölgedeki büyük enerji kaynakları hem bölge ülkeleri hem de yabancı ülke ve şirketler için büyük önem arz etmekteydi. Bu nedenle, SSCB’nin dağılmasının ardından çeşitli uluslararası şirketler bölgedeki enerji kaynaklarını çıkararak işletmek için sözleşmeler yapmak, bölge ülkeleri sahip oldukları petrol ve doğal gazı bir an önce satıp gelir elde etmek, komşu ülkeler ise bu kaynakları uluslararası pazarlara ulaştıracak boru hatlarını kendi topraklarından geçirmek için kıyasıya mücadeleye girdiler. Nitekim, uluslararası ilişkiler uzmanları bu mücadeleyi, 19. yüzyılda İngiltere ile Rusya arasında yaşanan ve temelde Kafkaslar’dan Basra’ya kadar hakimiyet kurmayı ve İran’daki petrol kaynaklarını ele geçirmeyi amaçlayan ve ‘Büyük Oyun’ olarak bilinen mücadeleyi stratejik rekabete benzeterek ‘İkinci Büyük Oyun’ şeklinde adlandırılmaya başladılar.<br />Ortadoğu’ya alternatif olarak gösterilen Hazar Havzası, her ne kadar Körfez bölgesi petrol kaynakları ile kıyaslandığında ilk sırada yer almasa da Havza’da ‘tahmin edilen’ petrol kaynakları 200 milyar varildir. Bu rakam, Batı Avrupa ve ABD’nin sahip olduğu kaynakları aşarak, 700 milyar varil petrol rezervine sahip olan Ortadoğu’dan sonra, Hazar bölgesini ikinci sıraya koymaktadır. Hazar Havzası’nın kanıtlanmış ham petrol rezervi 2 milyar ile 4 milyar ton arasında değişmektedir. Doğal gaz rezervleri açısından kanıtlanmış değerler ise 7 trilyon ile 10 trilyon metreküp arasında değişmektedir.<br />Bu makale kapsamında Azerbaycan’ın petrol rezervleri açısından arz ettiği önem hazar havzası bağlamında ifade edilecektir. Hazar havzası’nın hukuki statüsünün, bölgede yer alan petrol ve doğal gaz rezervlerinin bölge ve bölge dışı devletler için ne ifade ettiğinin tartışıldığı makalede temel amaç; Azerbaycan’ın sahip olduğu petrol zenginliğinin sadece bu ülkenin ekonomik kalkınması için değil, bulunduğu Kafkasya coğrafyası ve Hazar Havzası bağlamında da stratejik öneme sahip olduğunu tespit etmektir.<br /><br /><br /><br />Giriş<br /><br />Hazar’ın Statüsü Sorunu<br />Sovyetler Birliği’nin 1991’de dağılmasından sonra Hazar Denizi kaynakları üzerinde ciddi paylaşım sorunları ortaya çıkmıştır. Oluşan yeni cumhuriyetlerin Hazar üzerindeki tek taraflı imtiyaz talepleri hem Rusya ve İran ile hem de kendi aralarında çatışma alanları yaratmıştır. Bu nedenle, o güne kadar belirlenmemiş olan Hazar Denizi’nin statüsü meselesi, üzerinde fikir birliğine varılamaz bir hal almıştır. Hazar’ın statüsünü belirleme çabaları 19. yüzyılın başlarına kadar uzanmaktadır. Rusya ile İran arasındaki iki savaşın sonunda imzalanan 1813 tarihli Gülistan Antlaşması ve 1828 tarihli Türkmençayı Antlaşması ile İran’ın Hazar’da askeri gemi bulundurma hakkı elinden alınmıştır. Bu antlaşmalar ile İran, ancak ticari gemiler ve diğer gemicilik haklarına sahip olabilecekti. Rusya ise, İran’ın aksine, Hazar’da savaş gemileri bulundurma avantajını elde etmişti. Bu iki antlaşma, Rusya’nın Hazar üzerindeki egemenliğini ilan etmiştir. Fakat, 1921 yılında Bolşevik devriminin sonucunda İran ile yapılan bütün antlaşmalar, 28 Şubat 1921 tarihli Sovyet-İran antlaşması ile kaldırılmıştır. Daha sonra, 25 Mart 1940 tarihinde Ticaret ve Denizcilik (Tahran) Antlaşması imzalanmıştır. Bu antlaşmalar ile Rusya’nın Hazar’daki üstünlüğü kaybolmuş ve Hazar’ın iki ülke arasında “ortak sahipliği” belirtilmiştir. Böylece İran, bir yüzyıl önce kaybettiği “Hazar’da donanma bulundurma hakkı”nı tekrar elde etmiştir. Ayrıca bu antlaşmalar Hazar’ı Sovyet-İran denizi olarak göstermiştir. Ancak, bu antlaşmalar Hazar’ın göl mü yoksa deniz mi olduğunu belirlememiş ve suların veya deniz yatağının resmi sınırlarını çizememiştir. Bu noksanlık, 90’lı yıllara gelindiğinde kendini ciddi bir sorun olarak gösterecektir.<br />Hazar’ın statüsü ile ilgili sorun buranın göl mü yoksa deniz mi olarak kabul edilmesine ilişkin olarak ortaya çıkmıştır. Ayrıca, 1921 ve 1940 tarihli SSCB-İran antlaşmalarıyla Hazar’ın legal statüsünün kesinleşmemiş ve içindeki mevcut madenlerden yararlanma konusunun düzenlenmemiş olması, Hazar’ın statü ve paylaşım sorunlarının ortaya çıkmasına neden olmuştur.<br />Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra Hazar’a kıyıdaş Azerbaycan, Kazakistan ve Türkmenistan cumhuriyetlerinin ortaya çıkması ve bu cumhuriyetlerin Hazar üzerinde kendi politik ve ekonomik çıkarlarını tek taraflı olarak maksimize etme çabaları, Hazar’ın statüsü sorununun çözülme gerekliliğini doğurmuştur. Hazar’a kıyıdaş bu devletler, Hazar’ın göl mü yoksa deniz mi olduğunun belirlenmesi üzerinde farklı fikirlere sahiplerdir. Deniz ile göl arasındaki en büyük fark şudur; devletlerin genellikle göldeki payları üzerinde tam bir egemenlik tanımlanmaktayken, denizde tam egemenlik kararı bölgenin sınırlarına kadar uzanmaktadır.<a title="" style="mso-footnote-id: ftn1" href="http://www.blogger.com/post-create.g?blogID=7485590980046694453#_ftn1" name="_ftnref1">[1]</a> Hazar’ın ‘deniz’ olarak kabul edilmesi durumunda, 1982 Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi’ne göre her kıyıdaş devletin karasuları, kıta sahanlığı ve münhasır ekonomik bölgesinin olması gerekmektedir.<a title="" style="mso-footnote-id: ftn2" href="http://www.blogger.com/post-create.g?blogID=7485590980046694453#_ftn2" name="_ftnref2">[2]</a> Diğer bir değişle, Hazar denizi Azerbaycan, Rusya, Kazakistan, Türkmenistan ve İran devletleri arasında beş ulusal sektöre bölünecektir. Diğer bir taraftan, Hazar’ın ‘göl’ olarak kabul edilmesi durumunda, kıyıdaş her ülkenin, kıyısından belirli bir uzaklığa kadar kendine ait bölgesi olacak ve ortada kalan bölüm ise ortak olarak kullanılacaktır. Böylelikle Hazar, uluslararası deniz hukuku kurallarının yetki alanına girmeyecektir.<br />Rusya, Hazar’ın bir göl olduğunu savunmaktadır. İran da Rusya’nın bu tezini desteklemektedir. Bu görüşün aksine, Azerbaycan ve Kazakistan Hazar’ın deniz olduğu fikrini savunmaktadırlar. Türkmenistan ise Rusya Federasyonu’nun desteklediği fikre yakın olmakla birlikte tutumu belirsizdir. Bölgede eski egemenliğini kaybeden Rusya’nın sahip olduğu en büyük silahlardan biri Hazar’ın statüsü sorunudur. Rusya hem uluslararası hukuk hem de çevresel kaygılarını öne sürerek Hazar’ın ortak mülkiyetini ve kolektif kullanımını savunurken, aslında eski SSCB sınırlarındaki nüfuzunu korumayı ve stratejik üstünlüğünü kaybetmemeyi hesaplamaktadır.<a title="" style="mso-footnote-id: ftn3" href="http://www.blogger.com/post-create.g?blogID=7485590980046694453#_ftn3" name="_ftnref3">[3]</a> Rusya, Hazar’da oluşabilecek ekolojik sorunları ileri sürerek, Hazar yatağından geçecek boru hatlarına karşı çıkmaktadır. Ayrıca Rusya, Hazar’ın statüsünün belirsizliğinden yararlanarak batılı şirketlerin bölge kaynaklarından pay elde etmesini engellemeye çalışmaktadır. Bununla birlikte, Rusya Hazar üzerinde tek taraflı her türlü girişime karşı olduğunu belirtmektedir. 1921 ve 1940 tarihli antlaşmaları kaynak göstererek, bölgede alınan karar ve girişimlerde kıyıdaş bütün ülkelerin ortak rızasının gerekliliğini savunmaktadır.<br />Rusya bu konudaki kesin görüşünü 5 Ekim 1994 tarihinde Birleşmiş Milletlere verdiği bir notada belirtmiştir: “Hazar Denizi ile ilgili tek taraflı bir uygulama gayri meşrudur ve Rusya Federasyonu tarafından kabul edilemez. Rusya Federasyonu gerektiğinde önlem alma ve uygun gördüğünde hukuki bir düzeni değiştirme ve tek taraflı uygulamaların sonuçlarının üstesinden gelme hakkına sahiptir.”<a title="" style="mso-footnote-id: ftn4" href="http://www.blogger.com/post-create.g?blogID=7485590980046694453#_ftn4" name="_ftnref4">[4]</a> Bu nota temel olarak Azerbaycan’ı hedef almaktaydı. Rus hükümeti, Azerbaycan’ın batılı şirketlerle yaptığı anlaşmalara karşı olmakla birlikte, Rus şirketleri vasıtasıyla bölgede kendi hakimiyetini sağlamayı amaçlıyordu. Hazar’ın belirsiz durumu ise bu amaçları gerçekleştirmek için Rusya’nın en büyük destekçisi durumundadır. Rusya, İran ve Türkmenistan’ın da desteği ile, açık denizlerle doğal bağlantısı olmadığı için Deniz Hukuku’nun Hazar’a uygulanamayacağını, bir iç deniz veya göl olan Hazar’ın ortak egemenliğe tabi olması gerektiğini, 20 millik karasuları ve takiben 20 millik ulusal ekonomik bölgelerin dışında kalan alanın ortak sahiplenilmesi gerektiğini ileri sürmektedir.<a title="" style="mso-footnote-id: ftn5" href="http://www.blogger.com/post-create.g?blogID=7485590980046694453#_ftn5" name="_ftnref5">[5]</a><br />Deniz Hukuku’nun uygulanması durumunda deniz kabul edilen bir suda doğal kaynakların geliştirilmesi ve işletilmesi gibi hususlar, çevre ülkelerin milli bölgeleri dikkate alınarak paylaştırılacağından, diğer kıyıdaş ülkelere nispeten Hazar’a çok daha sınırlı kıyısı olan Rusya Federasyonu, doğal olarak Hazar’ın deniz statüsüne karşı çıkmaktadır. Ancak, Kasım 1996’da Rusya yaptığı bir açıklama ile her kıyıdaş ülkeye ait 45 millik off-shore ekonomik bölgesini tanımaya hazır olduğunu açıklamıştır. Rusya’nın tutumundaki bu yumuşamanın ana nedeni, denizin bölünmesini engelleyemeyeceğinin farkına varmasıdır. 45 milin ötesinde kalan bölge ise ortak kullanıma tabi tutulacaktı. Bu öneri, kıyı devletlerine gelecekteki petrol ve gaz sözleşmelerinde Hazar bölgesi devleti olmayan katılımcıların önünde, enerji sahalarının geliştirilmesinde ilk hakkı veren “çifte-teklif sistemini” de içermektedir.<a title="" style="mso-footnote-id: ftn6" href="http://www.blogger.com/post-create.g?blogID=7485590980046694453#_ftn6" name="_ftnref6">[6]</a> Fakat, 45 millik bu öneri her ne kadar bölge üzerindeki Rus politikalarının yumuşaması olarak değerlendirilse de, bu önerinin altında Rus çıkarlarının yattığı bir gerçektir.<br />Rusya Federasyonu’nun bütün görüş ve taleplerine karşı tutum sergileyen ülkelerden biri olan Azerbaycan, Hazar’ın statüsü ile ilgili iki farklı öneride bulunmaktadır. Bunlardan ilki “sınır gölü”, diğeri ise “açık deniz”dir. Sınır gölü yaklaşımına göre, Hazar uluslararası kara sınırlarının ortay hatta kadar denize uzatılması yoluyla oluşturulacak ulusal sektörlere bölünmeli, kıyıdaş devletler kendi sektörlerindeki su yüzeyi, deniz ulaşımı, biyolojik kaynakların kullanımı ve deniz dibi üzerinde mutlak egemenliğe sahip olmalıydı.<a title="" style="mso-footnote-id: ftn7" href="http://www.blogger.com/post-create.g?blogID=7485590980046694453#_ftn7" name="_ftnref7">[7]</a> Hazar’ın açık deniz olarak tanınması durumunda ise 1982 tarihli Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi gereğince 12 millik karasuları ve 200 millik ekonomik bölgeler belirlenecekti. İki farklı teklifte de Hazar’ın sularının ve deniz dibinin tamamen taksim edilerek, egemenlik alanlarına bölünmesi ve her ülkeye ait alanda mülkiyet ve egemenlik ilkelerine dayalı olarak o ülke mevzuatının geçerli olması savunulmaktadır.<a title="" style="mso-footnote-id: ftn8" href="http://www.blogger.com/post-create.g?blogID=7485590980046694453#_ftn8" name="_ftnref8">[8]</a><br />Hazar’ın bir deniz olarak kabul edilmesini isteyen Azerbaycan, Rusya’nın 45 millik ekonomik bölge önerisini reddetmiştir. Çünkü Azeri petrol rezervleri, bu 45 millik bölgenin dışında yer almaktadır; yani ortak mülkiyet alanına dahil olmaktadır. Bu durum daha çok Rusya’nın çıkarlarına uymaktadır. Bununla birlikte, Hazar’ın statüsünün belirsiz durumu, Azerbaycan’ın batılı şirketlerle yaptığı anlaşmaların uygulanmasında güçlükler yaratma potansiyeline sahiptir. Kazakistan ve Azerbaycan, Hazar Denizi’nin statüsü konusunda müttefiklerdir.<a title="" style="mso-footnote-id: ftn9" href="http://www.blogger.com/post-create.g?blogID=7485590980046694453#_ftn9" name="_ftnref9">[9]</a> Kazakistan da Azerbaycan gibi Hazar’ın bir deniz olduğunu ve beş ulusal sektöre bölünmesi gerektiğini savunmaktadır. Rusya’nın uygulanmasını önerdiği 45 mil teklifini kabul etmeyen Kazakistan, ortak mülkiyet uygulamasına da karşıdır. Ancak, Temmuz 1998’de Rusya ile uzlaşmak zorunda kalmıştır. Bu zorunluluk, ekonomisinin Rusya’ya olan bağımlılığı ve Azerbaycan ile arasında oluşan küçük bir tutum farklılığından ileri gelmektedir.<br />Kazakistan ve Rusya’nın yaptığı antlaşma, İran’ın Rusya ile olan ilişkisinin bozulmasına neden olmuştur. Bu antlaşmaya tepki olarak İran Türkmenistan ile yayınladığı ortak bir bildiri ile antlaşmayı tanımadığını ve Hazar’ın kaynaklarının adil bölüştürülmesi gerektiğini belirtmiştir. Artık İran’ın Rusya ile uzlaştığı tek nokta, Hazar’dan petrol boru hattının geçmemesi hususudur. Ancak, 1998 tarihinden önce İran ve Rusya’nın yakın ilişkileri dikkat çekmekte ve İran, Hazar’ın bir göl olduğunu iddia etmekteydi. İran yine bu tarihten önce ortak mülkiyetin tek çözüm yolu olduğunu savunuyor ve Rusya gibi Hazar yatağından geçecek sualtı boru hatlarına karşı olmakla beraber petrolün Rus ve İran topraklarından geçen boru hatları ile taşınmasından yana tavır alıyordu.<a title="" style="mso-footnote-id: ftn10" href="http://www.blogger.com/post-create.g?blogID=7485590980046694453#_ftn10" name="_ftnref10">[10]</a> İran, Hazar’a kıyısı olan diğer devletlerin tek taraflı olarak yaptığı her türlü anlaşma ve girişime aynen Rusya gibi karşı çıkmaktaydı. Azerbaycan’ın 1997 yılında ABD vasıtası ile gerçekleştirdiği petrol antlaşmaları sonrasında Birleşmiş Milletler nezdinde protesto girişimlerinde bulunan İran, Hazar’ın yönetimi hakkında Sovyetler Birliği ile imzaladığı 1921 ve 1940 Antlaşmalarının varlığına dikkat çekerek, kendisinin ve Rusya’nın gelişmelerden rahatsızlık duyduğunu belirtiyor ve karasularının hukuki rejimi hakkında bir ortak mutabakatın Rusya, Azerbaycan, İran, Türkmenistan ve Kazakistan’dan oluşan beş kıyıdaş ülke tarafından ele alınması görüşünü öne sürüyordu.<a title="" style="mso-footnote-id: ftn11" href="http://www.blogger.com/post-create.g?blogID=7485590980046694453#_ftn11" name="_ftnref11">[11]</a> Hazar’ın hukuki statüsünün tespiti konusunun; Hazar’ın üzerinde transit deniz taşımacılığının düzenlenmesi, Hazar’ın güvenliği için askerden arındırılması, karasuları sınırlarının belirlenmesi, balıkçılık ve doğal kaynakların işletilmesi gibi hususları içereceğini belirtiyor, bu bağlamda Sovyet-İran Antlaşmasında münhasır ekonomik bölgenin 10 deniz mili olarak taraflar arasında karara bağlandığından bahisle, Hazar Denizi’nin tüm kaynaklarının kıyıdaş ülkeler arasında ‘müşterek’ olarak paylaşılması gerektiği tezini öne sürüyordu.<a title="" style="mso-footnote-id: ftn12" href="http://www.blogger.com/post-create.g?blogID=7485590980046694453#_ftn12" name="_ftnref12">[12]</a><br />Hazar’a kıyısı bulunan diğer bir devlet olan Türkmenistan ise Hazar’ın statüsü konusunda sık sık tutum değiştirmiştir. Türkmenistan’ın bu konuda belirsiz tavrı halen sürmektedir. Daha önceleri Rusya’nın 45 millik önerisine sıcak bakan Türkmenistan, 1997 yılında tavrını değiştirmeye başlamıştır. Çünkü Türkmenistan’ın üzerinde hak talep ettiği Azeri ve Çırak petrol sahaları 45 millik bölümün dışında bulunmaktadır. Türkmenistan, Azerbaycan’ın Türkmen bölgesinde bulunan Azeri ve Çırak petrol sahalarını tek taraflı olarak sömürdüğünü iddia etmiştir. Türkmenistan ile Azerbaycan arasında patlak veren petrol tartışmalarının temelinde Kepez (Serdar) petrol yatakları bulunmaktadır. Bu sebeplerden dolayı iki ülke arasında şiddetli tartışmalar patlak vermiş ve hemen akabinde Türkmenistan, Kepez ve Azeri petrol yataklarında tam yetki ve Çırak petrol yataklarında kısmi haklar talep etmiştir.<a title="" style="mso-footnote-id: ftn13" href="http://www.blogger.com/post-create.g?blogID=7485590980046694453#_ftn13" name="_ftnref13">[13]</a> Fakat bu konuda Rusya’nın desteğini alamayan Türkmenistan, Azerbaycan ile uzlaşma ihtimaline daha yakın durmaktadır.<br />Rusya, Azerbaycan’a Kepez’in durumu konusunda bir öneride bulunmuştur. Bu öneri kapsamında Rusya, ‘Azerbaycan ile Türkmenistan’ın kendilerine ait olduğunu iddia ettikleri Kepez yatağının ortak kullanımı görüşünde birleştiklerini belirterek, ‘Mega Proje’ kapsamında bulunan Azeri, Çırak ve Güneşli yataklarının işletim hakkının tamamen Bakü’ye ait olduğunu, Türkmenistan’ın ise herhangi bir iddiada bulunmasının yersiz olduğunu’ dile getirmiştir.<a title="" style="mso-footnote-id: ftn14" href="http://www.blogger.com/post-create.g?blogID=7485590980046694453#_ftn14" name="_ftnref14">[14]</a><br />Hazar’ın statüsünün belirlenmemiş olmasından dolayı iki ülkenin de üzerinde hak talep ettiği, Türkmenistan tarafından ‘Serdar’ olarak adlandırılan Kepez petrol sahası, Azerbaycan ve Türkmenistan’ın arasındaki anlaşmazlıkların başında gelmektedir.<br />Sonuç itibariyle, 1991 sonrası ortaya çıkan cumhuriyetler ve bu cumhuriyetlerin kendi topraklarında bulunan petrol yataklarını kullanarak dış sermaye birikimlerini maksimize etmeye çalışmaları Hazar üzerindeki anlaşmazlıkları ortaya çıkarmıştır. Her bir ülkenin stratejik ve ekonomik çıkarlarını göz önünde bulundurarak Hazar’ın statüsüne farklı görüşlerle yaklaşmaları, sorunu çözümsüz duruma getirmiştir. Bununla birlikte, çok uluslu yabancı şirketlerin de bölge ülkeleri ile tek taraflı anlaşmalar yapmaları sorunu daha da büyütmüştür. Fakat, Hazar’ın statüsü üzerinde bir anlaşmaya varılması büyük önem arz etmektedir. Bu anlaşma, yanlış anlamalardan ve ihlallerden çıkabilecek ciddi çatışmaları engelleyebileceği gibi Hazar’ın kendi ekosisteminin de korunmasını sağlayacaktır.<br /><a name="_Toc46330187">Hazar Petrol-Doğal Gaz Kaynakları ve Önemi</a><br />1991 sonrası Sovyetlerin dağılması ve yeni cumhuriyetlerin ortaya çıkması ile bütün dikkatler bölgeye yönelmiştir. Sovyetler Birliği’nin dağılmasının ardından beliren güç boşluğu nedeni ile Orta Asya bölgesinde yer alan petrol ve doğal gaz rezervleri bölgede ekonomik güç mücadelesinin başlamasında birinci derecede etkili olmuştur.<a title="" style="mso-footnote-id: ftn15" href="http://www.blogger.com/post-create.g?blogID=7485590980046694453#_ftn15" name="_ftnref15">[15]</a> Bölgedeki büyük enerji kaynakları hem bölge ülkeleri hem de yabancı ülke ve şirketler için büyük önem arz etmekteydi. Bu nedenle, SSCB’nin dağılmasının ardından çeşitli uluslararası şirketler bölgedeki enerji kaynaklarını çıkararak işletmek için sözleşmeler yapmak, bölge ülkeleri sahip oldukları petrol ve doğal gazı bir an önce satıp gelir elde etmek, komşu ülkeler ise bu kaynakları uluslararası pazarlara ulaştıracak boru hatlarını kendi topraklarından geçirmek için kıyasıya mücadeleye girdiler.<a title="" style="mso-footnote-id: ftn16" href="http://www.blogger.com/post-create.g?blogID=7485590980046694453#_ftn16" name="_ftnref16">[16]</a> Nitekim, uluslararası ilişkiler uzmanları bu mücadeleyi, 19. yüzyılda İngiltere ile Rusya arasında yaşanan ve temelde Kafkaslar’dan Basra’ya kadar hakimiyet kurmayı ve İran’daki petrol kaynaklarını ele geçirmeyi amaçlayan ve ‘Büyük Oyun’ olarak bilinen stratejik rekabete benzeterek ‘İkinci Oyun’ diye adlandırılmaktadırlar.<a title="" style="mso-footnote-id: ftn17" href="http://www.blogger.com/post-create.g?blogID=7485590980046694453#_ftn17" name="_ftnref17">[17]</a><br />Ortadoğu’ya alternatif olarak gösterilen Hazar Havzası, her ne kadar Körfez bölgesi petrol kaynakları ile kıyaslandığında ilk sırada yer almasa da Havza’da ‘tahmin edilen’ petrol kaynakları 200 milyar varildir. Bu rakam, Batı Avrupa ve ABD’nin sahip olduğu kaynakları aşarak, 700 milyar varil petrol rezervine sahip olan Ortadoğu’dan sonra, Hazar bölgesini ikinci sıraya koymaktadır. Hazar Havzası’nın kanıtlanmış ham petrol rezervi 2 milyar ile 4 milyar ton arasında değişmektedir. Doğal gaz rezervleri açısından kanıtlanmış değerler ise 7 trilyon ile 10 trilyon metreküp arasında değişmektedir. Bölgede Kazakistan petrol rezervi, Türkmenistan ise doğal gaz rezervi açısından zengin ülkeler olarak dikkat çekmektedir.<br /><a name="_Toc46330188"></a><a name="_Toc45901470">Hazar Denizi Bölgesinin Petrol ve Doğal Gaz Rezervleri</a><br /><br />Kanıtlanmış* Petrol Rezervleri<br />(milyar varil)<br />Olası** Petrol Rezervleri<br />(milyar varil)<br />Kanıtlanmış* Doğal Gaz Rezervleri<br />(trilyon kübik fit****)<br />Olası** Doğal Gaz Rezervleri<br />(trilyon kübik fit****)<br />Azerbaycan<br />1.2<br />32<br />4.4<br />35<br />İran***<br />0.1<br />15<br />―<br />11<br />Kazakistan<br />5.4<br />92<br />65<br />88<br />Rusya***<br />2.7<br />14<br />―<br />―<br />Türkmenistan<br />0.6<br />80<br />101<br />159<br />TOPLAM<br />10<br />233<br />170.4<br />293<br />Kaynak: Oil and Gas Journal, Energy Information Administration<br />* % 10 yanılma payı bulunmaktadır.<br />** % 50 yanılma payı bulunmaktadır.<br />*** sadece Hazar’ın çevresindeki alanlar dahil edilmiştir.<br />**** 1 fit, 0.3048 metreye eşittir.<br />Hazar bölgesinin petrol rezervleri üzerinde ise kesin ve net bir rakama ulaşılamamıştır. Bunun en önemli sebebi ise 1990 öncesi Sovyet hakimiyeti dönemidir. Bu dönemde Hazar’ın birçok bölgesi araştırılamamış ve deniz yatağı altında varolduğu düşünülen değerli petrol rezervleri de el değmeden kalmıştır. Bu, Rusya’nın sahip olduğu yetersiz teknolojiden kaynaklanmıştır. Ayrıca, cumhuriyetlerin yeterli kapitale sahip olmamaları petrolün çıkarılmasını olumsuz yönde etkilemektedir. Bu bağlamda dış sermayeye ihtiyaç duydukları inkar edilemez bir gerçektir. Fakat, bütün bu olumsuzluklara rağmen, Sovyetlerin dağılması ile oluşan cumhuriyetler petrol kaynaklarına sahip olmaları sayesinde stratejik açıdan büyük önem kazanmışlardır. Öte yandan, bölgenin diğer önemli bir özelliği de enerji kaynaklarını bir an önce değerlendirmek isteyen yeni bağımsızlıklarını kazanmış bu devletlerin tamamının doğrudan denize çıkışlarının olmaması, dolayısıyla enerji kaynaklarının ihracını ancak komşu ülkelerden geçecek transit boru hatlarıyla gerçekleştirebilecek olmalarıydı.<a title="" style="mso-footnote-id: ftn18" href="http://www.blogger.com/post-create.g?blogID=7485590980046694453#_ftn18" name="_ftnref18">[18]</a><br />1993 yılından itibaren Rusya’nın bölge ülkeleri üzerinde hakimiyet kurma isteği artmıştır. ‘Yakın Çevre’ politikasını, dış politika amaçlarına yansıtarak bölge ülkeleri üzerinde ekonomik ve siyasi hakimiyet kurmayı arzulamaktadır. Çünkü, Rusya’nın uluslararası arenada kullanabileceği en büyük kozlardan biri, ‘arka bahçe’ olarak nitelendirdiği Orta Asya Cumhuriyetleri ve Kafkasya’da bulunan petrol ve doğal gaz kaynaklarıdır. Diğer bir değişle, enerji faktörü Rusya için çok önemlidir. Ayrıca Rusya, bölge ülkelerde otorite ve hakimiyet sağlamak için girişimlerini arttırmaktadır. Türkmenistan’la doğal gaz anlaşması, Kazakistan’la taşınan doğal gazın iki yıl içinde üç kat arttırılması, Azerbaycan’a 2 milyar metreküp doğal gaz verilmesi anlaşması, Rusya’nın Hazar bölgesinde aktifleşme söylem ve politikaları, eski enerji bakanı Kalyujnı’nın Dışişleri Bakan Yardımcısı ve Hazar bölgesi Temsilcisi olarak dış politikaya ilişkin karar verme mekanizmasında yer alması, Türkiye ile Mavi Akım projesindeki işbirliği, Avrupa ile ilişkilerde enerji faktörünün öneminin artması, hep bu çerçevede değerlendirilebilir.<a title="" style="mso-footnote-id: ftn19" href="http://www.blogger.com/post-create.g?blogID=7485590980046694453#_ftn19" name="_ftnref19">[19]</a><br />Bölge ülkelerinin ise, Rusya karşısında ciddi dezavantajları bulunmaktadır. Halen tam olarak ekonomik bağımsızlıklarını kazanamamış olmaları bu dezavantajların en önde gelenidir. Ayrıca, SSCB döneminden kalma enerji sektöründeki üretim, dağıtım ve işletme sistemi, bağımsızlarını yeni kazanan, petrol ve doğal gaz rezerv zengini devletlere zorluklar çıkarırken Rusya’ya batılı rakiplerine oranla bazı avantajlar sağlamaktadır.<a title="" style="mso-footnote-id: ftn20" href="http://www.blogger.com/post-create.g?blogID=7485590980046694453#_ftn20" name="_ftnref20">[20]</a> Rusya’nın diğer bir avantajı da, bölge ülkelerinin petrollerinin büyük ölçüde Rus topraklarından geçiyor olmasıdır. Bu hakimiyeti kurmak için birçok boru hattı projesi yapılandırılmaya başlanmıştır. Rusya’nın temel amacı; ihraç boru hatları üzerinde hakimiyet kurmak ve petrol fiyatlarını denetlemektir.<br />1991 sonrasında Orta Asya bölgesinde yer alan petrol ve doğal gazın çıkartılması ve sevkıyatı gibi hususlarda tek yetkili değil, fakat en fazla yetkiye sahip devlet konumunda olmak isteyen Rusya, hem Azerbaycan petrolünün İran ya da Türkiye üzerinden dünyaya ulaştırılmasına ilişkin projeye hem de diğer petrol ve doğal gaz projelerine gayet temkinli yaklaşmaktadır.<a title="" style="mso-footnote-id: ftn21" href="http://www.blogger.com/post-create.g?blogID=7485590980046694453#_ftn21" name="_ftnref21">[21]</a> Ayrıca Rusya bölge ülkelerinde karışıklık yaratarak bu karışıklıklardan maksimum fayda elde etmeye çalışmaktadır. Bu amaç çerçevesinde; Gürcü-Abhaz, Azeri-Ermeni çatışmaları ve Rus-Çeçen savaşı örnek olarak gösterilebilir. Rusya’nın amacı Gürcistan ve Azerbaycan’da kaos yaratarak, bu sayede bölgenin batı petrol hatları için istikrarsız olduğunu göstermektir. Bununla birlikte, Rusya’nın Çeçenistan’ı işgal etmesindeki başlıca amaç, Bakü’den gelip Çeçenistan’da Grozni’den geçen ve Tikhoretsk’e ulaşan boru hattının kontrolünü sağlamak istemesidir.<a title="" style="mso-footnote-id: ftn22" href="http://www.blogger.com/post-create.g?blogID=7485590980046694453#_ftn22" name="_ftnref22">[22]</a> Bunlara ilaveten, Türkiye üzerinden geçecek Bakü-Ceyhan petrol boru hattını engellemek için terör örgütü PKK’ya lojistik destek vermiştir.<br />Amerika Birleşik Devletleri ise ‘multi-pipeline’ fikrini desteklemektedir. Diğer bir değişle, ABD herhangi bir ülkenin bölge kaynaklarına hakimiyetini engellemek amacıyla mümkün olduğu kadar çok sayıda ve farklı boru hattı rotaları önerisini desteklemektedir.<a title="" style="mso-footnote-id: ftn23" href="http://www.blogger.com/post-create.g?blogID=7485590980046694453#_ftn23" name="_ftnref23">[23]</a> Rusya’nın aksine, ABD bölge petrol ve doğal gaz kaynaklarının Rus ve İran topraklarından geçmesine sıcak bakmamaktadır. Bakü-Ceyhan boru hattı Amerika’nın en çok desteğini alan hattır. Bu bağlamda Amerika, Türkiye ve Azerbaycan’ın çıkarlarının örtüştüğü görülmektedir. Ayrıca, bölge ülkelerinin bağımsızlıklarını kuvvetlendirmesi ABD’nin planlarına uymaktadır. ABD, demokratikleşmeyi ve pazar ekonomisine geçişin hızlanmasını desteklemektedir. Çünkü bu ülkelerin bağımsızlıklarını tam anlamıyla kazanmaları ve kuvvetlenmeleri, Rusya’nın bölgedeki etkinliğini kaybetmesi ve petrol ve doğal gaz kaynakları üzerinde etkisini yitirmesi anlamına gelmektedir. Bu sayede, ihraç yollarında Batı’nın Rusya’ya bağımlılığı azalmış olacaktır.<a title="" style="mso-footnote-id: ftn24" href="http://www.blogger.com/post-create.g?blogID=7485590980046694453#_ftn24" name="_ftnref24">[24]</a> Her ne kadar bazı ABD şirketleri Bakü-Ceyhan hattına karşı olsalar dahi, ABD’nin stratejik çıkarları bu konuda çok daha ağır basmıştır. Hazar bölgesi petrollerinin ABD için diğer bir önemi de Ortadoğu’ya olan bağımlılığı azaltacak olmasıdır.<br />Hazar bölgesi petrol ve doğal gaz rezervleri üzerindeki rekabet sadece ülkeler bazında değildir. Uluslararası şirketler de bu rekabetin içindedirler ve olabildiğince pay sahibi olmaya çalışmaktadırlar. Örneğin, 1922 yılında kurulan Hazar Boru Hattı konsorsiyumunda (CPC) yer alan ülke ve şirketlerin payları şu şekildedir: Kazakistan % 19, Rusya % 24, Chevron % 15, Oman % 7, Mobil % 7.5, Oryx % 1.75, Lukarna (Amerikan-Rus ortaklığı) % 12.5, British Gas % 2, Agip % 2, Rosneff-Shell % 7.5, Amaca+Kazakoil % 1.75.<a title="" style="mso-footnote-id: ftn25" href="http://www.blogger.com/post-create.g?blogID=7485590980046694453#_ftn25" name="_ftnref25">[25]</a> Bölge ülkeleri arasında Hazar petrolünün geliştirilmesi ve ihracının ivediliğini savunan ülkeler özellikle Azerbaycan ve Kazakistan’dır. Çünkü bu iki ülkenin petrol ihracından elde edilecek sermayeye ihtiyaçları vardır.<a title="" style="mso-footnote-id: ftn26" href="http://www.blogger.com/post-create.g?blogID=7485590980046694453#_ftn26" name="_ftnref26">[26]</a> Bu ülkelerin aksine, Rusya, İran ve Türkmenistan Hazar petrol rezervlerinin geliştirilmesini ivedi olarak görmemektedirler. Rusya ve İran’ı bu şekilde düşünmeye iten temel neden; bölgede yeni petrol ihraç eden rakip ülkeler görmek istememeleridir. İran daha çok Hazar petrollerinin topraklarından geçmesini istemektedir. Rusya’nın bu isteğinin altında yatan diğer sebep ise stratejiktir. Çünkü Rusya için Hazar bölgesinde, gelecekte çok şey vaat eden önemli rezervler yoktur; bunun aksine, ülkesinin diğer bölümlerinde kanıtlanmış çok geniş petrol rezervleri vardır. Türkmenistan’ın bu görüşü savunmasındaki sebep ise diğer kıyıdaş ülkelere oranla keşif ve inceleme yapılmış ülke olmasından ileri gelmektedir.<a title="" style="mso-footnote-id: ftn27" href="http://www.blogger.com/post-create.g?blogID=7485590980046694453#_ftn27" name="_ftnref27">[27]</a><br /><a name="_Toc46330189">Petrol Boru Hattı Projeleri</a><br />Karşılaştırmalı Alternatif Boru Hatları Tablosu<br /><a name="_Toc46330190"></a><a name="_Toc45901471">Güzergah</a><br /><a name="_Toc46330191"></a><a name="_Toc45901472">Kapasite</a><br />(Gün/milyar varil)<br /><a name="_Toc46330192"></a><a name="_Toc45901473">Uzunluk</a><br /><a name="_Toc46330193"></a><a name="_Toc45901474">Statü</a><br /><a name="_Toc46330194"></a><a name="_Toc45901475">Maliyet</a><br />($)<br />Atrau-Samara<br />300.000<br />1126<br />Kullanımda<br />―<br />Bakü-Supsa<br />100.000(600.000) 885<br />885<br />Kullanımda<br />―<br />Bakü-Novorossisk<br />100.000(300.000)<br />1400<br />1400<br />Kullanımda<br />600.000.000<br />(Kapasite Artırımı için)<br />Tengiz-Novorossisk<br />1.340.000<br />1496<br />Mart 2001’de kullanıma alındı<br />2.3 milyar<br />Odesa-Brody<br />800.000’e kadar<br />676<br />2001’de bitirilmesi planlanıyor<br />400.000.000<br /><br />Bakü-Ceyhan<br /><br />1.000.000<br /><br />1730<br />2001’de başlaması, 2004’de bitirilmesi planlanıyor<br />2.3-3.7 milyar<br />(Türkiye’nin rakamı 2.4 milyar)<br /><br />Burgaz-Vlore<br />750.000<br />(1.000.000’a genişletilebilir)<br /><br />885<br />2001-2; inşaat;<br />2004-5’de bitirilmesi planlanıyor<br /><br />826.000.000<br />Bakü-Neka<br />300.000<br />563<br />Öneri aşamasında<br />Tüm finansmanı İran sağlayacak<br />Neka-Rey<br />Belli Değil<br />241<br />Öneri aşamasında<br />400.000.000<br />Aktyubinsk-Sinkiang<br />400.000-800.000<br />2896<br />Pazarlık aşamasında<br />3.5 milyar<br /><br />Tengiz-Kharg Adası<br /><br />900.000<br />2092<br />(Körfez’e kadar)<br /><br />Öneri aşamasında<br /><br />1.6-2.0 milyar<br />Kazakistan-Pakistan<br />1.000.000<br />1699<br />Pazarlık aşamasında<br />3 milyar<br /><br />Kaynak: Mustafa Aydın (2000), ss. 81-84’den tablo haline getirildi.<br />Hazar bölgesindeki petrolün çıkarılması kadar, bu çıkarılan petrolün güvenlik içinde sevkıyatı da önem taşımaktadır. Çünkü bu konunun önemi sadece bölge ülkeleri ile sınırlı değildir. Petrolün güvenli taşınması konusu bütün ülkeleri ilgilendiren uluslararası bir konudur. Her ülke, petrolün kendi çıkarına ters düşmeyen bir rotadan taşınmasını istemektedir. Buna bir de bölgedeki çatışmalar ve istikrarsızlıklar eklendiğinde, boru hatlarının güzergahları konusunda ciddi anlaşmazlıklar ortaya çıkmaktadır. Bölge petrolünün taşınması için birçok güzergah bulunmaktadır. Bunlardan bazıları onaylanmayı beklemekte, bazıları bitiş aşamasında olup bazıları da kullanıma hazır durumdadır. Bu güzergahlar petrolün batıya, güneye, güneydoğuya ve doğuya taşınması için tasarlanmıştır.<br />Günümüzde Hazar petrollerinin batıya taşınması konusu birçok anlaşmazlıkları da beraberinde getirmiş ve sorunlu bir hal almıştır. Çünkü, bu konu özellikle Rusya ve ABD çıkarlarını çatıştırmakla birlikte, Çin ve Avrupa Birliği’ni de ilgilendirmektedir. Elbette bu konu, sadece bu üç ülke ve AB arasındaki bir sorun olmayıp, bu güzergahlar üzerinde bulunan Azerbaycan, İran, Gürcistan, Ermenistan ve Türkiye gibi çok sayıda bölge ve bölgeye komşu ülkeyi de yakından ilgilendirmektedir. Rusya, İran ve Ermenistan bir cephede yer alırken, diğer cephede ABD, Azerbaycan, Gürcistan ve Türkiye bulunmaktadır. Esas konu, bölge petrolünün batıya Rusya veya İran üzerinden mi yoksa Azerbaycan ve Türkiye üzerinden mi taşınacağı ile ilgilidir. Fakat bu petrolün büyük ölçüde Rus topraklarından bölge dışına aktarıldığı gerçeği de göz ardı edilemez. Batı güzergahları arasından Bakü-Novorossisk ve Bakü-Ceyhan ön plana çıkmıştır.<br />Bakü-Novorossisk boru hattı Rusya’nın ana hat olarak kullanılmasını desteklediği hattır. Kazak petrolleri açısından en kısa ve ekonomik hat olarak görülmektedir. Petrolün Karadeniz’deki Novorossisk limanından Boğazlar yolu ile Akdeniz’e ulaştırılması planlanmaktadır. Ancak, Türkiye bu plana şiddetle karşı olup, bu planın boğazları tehlike altında bırakacağını iddia etmekte ve Bakü-Ceyhan boru hattının daha güvenli olacağını savunmaktadır. Boğazlar sorununa çözüm olarak; getirilen petrolün tankerlerle Novorossisk limanından Bulgaristan’ın Burgaz limanına ulaştırılması ve oradan da Adriatik Denizi’ne taşınması tasarlanmıştır. ABD de, siyasi nedenlerden dolayı bu hatta karşıdır.<a title="" style="mso-footnote-id: ftn28" href="http://www.blogger.com/post-create.g?blogID=7485590980046694453#_ftn28" name="_ftnref28">[28]</a> Bakü-Novorossisk hattının, Bakü-Ceyhan hattına kıyasla bazı dezavantajları vardır. Novorossik hattının diğerine nazaran kapasitesinin düşük olması<a title="" style="mso-footnote-id: ftn29" href="http://www.blogger.com/post-create.g?blogID=7485590980046694453#_ftn29" name="_ftnref29">[29]</a> ve Karadeniz’deki iklim koşulları sebebiyle Novorossisk limanının yılın büyük bir bölümünde kapalı olması başlıca dezavantajlardır.<br />Diğer ana hat olarak kullanılması düşünülen boru hattı ise Bakü-Tiflis-Ceyhan hattıdır. Bu proje üzerinde yoğun ABD desteği görülmektedir. ABD’nin “multiple pipeline” önerisinin yanı sıra Türkiye’nin boğazların güvenliği üzerindeki endişeleri, bu hattı gündeme getirmiştir. Azerbaycan’ın Bakü şehrine getirilecek petrolün, Gürcistan’ın Tiflis şehri üzerinden Türkiye’nin güneyinde bulunan Ceyhan terminaline taşınması planlanmaktadır. Buradan Akdeniz’e taşınacak olan petrol, ilk önce güney Avrupa pazarlarına, daha sonra diğer pazarlara ulaştırılacaktır.<a title="" style="mso-footnote-id: ftn30" href="http://www.blogger.com/post-create.g?blogID=7485590980046694453#_ftn30" name="_ftnref30">[30]</a> Hattın, 468 km.’si Azerbaycan’da, 225 km.’si Gürcistan’da ve 1307 km.’si Türkiye’de bulunacaktır. Bu hat Azerbaycan ve Kazakistan’dan da çok büyük destek almaktadır. Azerbaycan Başkanı Haydar Aliyev, Bakü-Novorossisk alternatifine karşı çıkarak ana üretim petrolünün Moskova denetimine bırakılmasını istemediğini ortaya koymuştur.<a title="" style="mso-footnote-id: ftn31" href="http://www.blogger.com/post-create.g?blogID=7485590980046694453#_ftn31" name="_ftnref31">[31]</a> Ayrıca, Kazakistan Başkanı Nur Sultan Nazarbayev yaptığı açıklamada; “Novorossisk boru hattının tamamlanması halinde dahi 2005 yılında üretimi artacak olan Kazak petrolünün ihracı için ilave boru hatları gerekecektir. Biz Novorossisk dışındaki ihraç petrollerimizi tekrar Rusya üzerinden geçirmek istemiyoruz. Tengiz yataklarının üretimini bir hatla Bakü’ye taşıyarak Bakü-Ceyhan hattına bağlamak istiyoruz. Bu bakımdan, Türkiye’nin projesinin bundan böyle Bakü-Ceyhan değil, ‘Kazakistan-Ceyhan’ olarak takdimi uygun olur.” demiştir.<a title="" style="mso-footnote-id: ftn32" href="http://www.blogger.com/post-create.g?blogID=7485590980046694453#_ftn32" name="_ftnref32">[32]</a><br />29 Ekim 1998 tarihinde, Ankara’da bir araya gelen Türkiye, Azerbaycan, Kazakistan, Özbekistan, Kırgızistan ve Gürcistan Devlet Başkanları ortak bir deklarasyon imzalayarak Bakü-Ceyhan Ham Petrol Boru Hattı Projesi’ne siyasal destek verdiklerini ilan etmişlerdir.<a title="" style="mso-footnote-id: ftn33" href="http://www.blogger.com/post-create.g?blogID=7485590980046694453#_ftn33" name="_ftnref33">[33]</a> Diğer taraftan, Bakü-Ceyhan’a Rusya ve AB karşı çıkmaktadır. Bakü-Ceyhan boru hattının bitirilmesine yönelik atılan her adım, Rusya açısından siyasi, diplomatik, stratejik ve ekonomik bir yenilgi anlamına gelmektedir.<a title="" style="mso-footnote-id: ftn34" href="http://www.blogger.com/post-create.g?blogID=7485590980046694453#_ftn34" name="_ftnref34">[34]</a> Bakü-Ceyhan boru hattı projesi sadece Rusya’yı dışlamakla kalmayıp, AB’nin de Avrasya politikalarına büyük ölçüde sekte vurmaktadır.<a title="" style="mso-footnote-id: ftn35" href="http://www.blogger.com/post-create.g?blogID=7485590980046694453#_ftn35" name="_ftnref35">[35]</a> Ayrıca, Bakü-Ceyhan’ın önünde bazı dezavantajlar bulunmaktadır. Türkiye’deki PKK terörü bunlardan bir tanesidir. Bunun yanı sıra, birçok petrol şirketi bu hattın çok masraflı ve maliyetinin yüksek olduğunu iddia etmiştir.<a title="" style="mso-footnote-id: ftn36" href="http://www.blogger.com/post-create.g?blogID=7485590980046694453#_ftn36" name="_ftnref36">[36]</a><br />Hazar petrollerinin diğer güzergahları arasında güneye ve güneydoğuya sevkı bulunmaktadır. Güneye sevk İran üzerinden yapılacaktır. İran, petrol takası yapılması düşüncesindedir. Buna göre, Kazakistan petrolleri İran’ın Hazar’daki limanı Neka’ya taşınacak ve oradan kuzey İran’daki Tahran ve Tebriz rafinelerine sevk edilecek ve orada arıtılacak, ayrıca bir bölümü de bölge de kullanılacaktır.<a title="" style="mso-footnote-id: ftn37" href="http://www.blogger.com/post-create.g?blogID=7485590980046694453#_ftn37" name="_ftnref37">[37]</a> Rafinerilere gelen petrol yerine, Kazakistan, İran’ın Basra’daki Khorg adasından eşit miktarda petrol alacaktır. Bu şartlar Türkmenistan için de geçerlidir. Ancak, ABD’nin İran üzerinde uyguladığı ekonomik ambargo, İran petrol sektöründeki herhangi bir yatırımı zorlaştırmaktadır. Güneydoğuya sevk ise Afganistan üzerinden Pakistan’a yapılacaktır. Türkmenistan’dan başlayarak Afganistan üzerinden geçen ve Pakistan’ın Multan kentine uzanan Trans-Afgan Boru Hattı Projesi üzerinde ciddi gelişmeler olmamaktadır. Ekim 1997’de Afganistan, Türkmenistan ve Pakistan’ın kurduğu üçlü komisyon ile boru hattı projesi üzerinde çalışmalar başlamıştır. Ancak, Afganistan’daki istikrarsızlık sebebiyle çalışmalar yavaşlamıştır. Hazar petrollerinin doğuya sevkinde Çin büyük oynamaktadır. Kazakistan’dan Çin’e oradan da Sarı Deniz’e uzanan bir boru hattı projesi planlanmaktadır. Çin’in bu projesinin önündeki en büyük engellerden birisi, Rusya’nın bölge petrolünü kendi topraklarından taşıma girişimleridir. Ayrıca bu hat, ABD’yi de rahatsız etmektedir.<br />Sonuç itibariyle Orta Asya cumhuriyetleri açısından bütün bu güzergahlar, bu cumhuriyetlerin içinde bulundukları ekonomik ve coğrafi çıkmazdan kurtulmaları ve petrolü dış pazarlara ulaştırmaları için hayati önem taşımaktadır.<br /><a name="_Toc46330195">Doğal Gaz Boru Hattı Projeleri</a><br />Petrolün yanı sıra, Hazar bölgesi doğal gaz rezervleri açısından da dikkatleri çekmektedir. Kazakistan, Türkmenistan ve Özbekistan doğal gaz zenginliği bakımından en önemli yirmi ülke arasında yer almaktadır.<a title="" style="mso-footnote-id: ftn38" href="http://www.blogger.com/post-create.g?blogID=7485590980046694453#_ftn38" name="_ftnref38">[38]</a> Ancak bölge doğal gazının ihracı, başta coğrafyası olmak üzere Hazar’ın çözümlenememiş statüsü ve bölgesel çatışmalar sebebiyle zorlaşmaktadır. Ayrıca bölge doğal gaz rezervlerinin büyük bir bölümünün Hazar’ın doğusunda bulunması da dünya pazarlarına ulaştırılmasında engel teşkil etmektedir. Fakat, 90’lı yılların sonlarına doğru Azerbaycan’ın Şah Denizi bölgesindeki doğal gaz keşfi, bölge doğal gazının ihracını arttırıcı bir etken olarak ortaya çıkmıştır. Petrol boru hattı projelerine benzer biçimde doğal gaz ihracının da birden çok boru hattı ile gerçekleştirilmesi planlanmıştır. Bu çerçevede bölge doğal gazının farklı birçok güzergahtan nakli düşünülmektedir.<br />Orta Asya Cumhuriyetlerinin sahip oldukları doğal gaz Rusya ve İran güzergahları üzerinden bölge dışına taşınmaktadır. Türkmen ve Özbek doğal gazı Kazakistan üzerinden Rusya’nın Saratov kentine ulaşmakta ve burada Rus doğal gaz boru hattı sistemine bağlanmaktadır. Ayrıca Türkmenistan, Rusya üzerinden bu hattı kullanarak doğal gazın bir bölümünü de Ukrayna’ya ihraç etmektedir.<a title="" style="mso-footnote-id: ftn39" href="http://www.blogger.com/post-create.g?blogID=7485590980046694453#_ftn39" name="_ftnref39">[39]</a> Bunun yanı sıra kullanılan diğer bir güzergah da İran hattıdır. 124 mil uzunluğundaki bu hat Türkmen doğal gazını İran’a taşımakta olup Aralık 1997’den itibaren kullanılmaktadır. Ayrıca, Türkmenistan doğal gazının Hazar’ın altından geçecek boru hattı ile batıya taşınması Türkmenistan-Türkiye-Avrupa Doğal Gaz Boru Hattı (Trans-Caspian Pipeline - TCP) üzerinden planlanmaktadır. Bu projeyle Türkmenistan’ın güneyindeki sahalarda üretilen doğal gazın boru hattı ile Türkiye’ye ve Türkiye üzerinden Avrupa’ya taşınarak, 2000’li yıllarda Türkiye ve Avrupa’da meydana gelmesi beklenen doğal gaz arz açığının bir bölümünün karşılanması amaçlanmaktadır.<a title="" style="mso-footnote-id: ftn40" href="http://www.blogger.com/post-create.g?blogID=7485590980046694453#_ftn40" name="_ftnref40">[40]</a> Bu proje için en önemli adım, 29 Ekim 1998’de Türkiye ve Türkmenistan Devlet Başkanları tarafından imzalanan Hazar geçişli Türkmenistan-Türkiye-Avrupa Doğal Gaz Boru Hattı projesinin gerçekleştirilmesi ve Türkmenistan doğal gazının Türkiye’ye satışına ilişkin anlaşma ile atılmıştır. 30 yıllık bir süreyi kapsayan bu anlaşmaya göre; 16 milyar metreküpü Türkiye’den satın alınmak, kalanı da Avrupa’ya sevk edilmek üzere yılda toplam 30 milyar metreküplük Türkmen doğal gazının Hazar denizinin altından Azerbaycan ve Gürcistan üzerinden Türkiye’ye, oradan da Avrupa’ya boru hattı ile taşınması öngörülmektedir.<a title="" style="mso-footnote-id: ftn41" href="http://www.blogger.com/post-create.g?blogID=7485590980046694453#_ftn41" name="_ftnref41">[41]</a> Ayrıca 21 Mayıs 1999’da Türkiye ile Türkmenistan arasında yıllık 16 milyar metreküp doğal gaz alımı için 30 yıl süreli doğal gaz alım-satım sözleşmesi Aşkabat’da imzalanmıştır.<br />Projeye ilişkin “Hükümetler Arası Bildirge” de 18 Kasım 1999 tarihinde İstanbul’da düzenlenen AGİT Zirve Toplantısı sırasında Türkiye, Türkmenistan, Azerbaycan ve Gürcistan tarafından imzalanmıştır. Bunun yanı sıra, gözlemci sıfatıyla bulunan ABD Başkanı Bill Clinton da bildirgeye imza atmıştır. Bildirgede taraflar, proje sponsorlarına elverişli koşulların oluşturulması yönündeki isteklerini belirterek, projeye ilişkin hükümetler arası ve geçiş ülkesi anlaşmalarını 2000 Mart’a kadar sonuçlandırmayı amaçladıklarını ve projenin 2000 yılı son çeyreğinde tamamlanması için sponsorlara gereken desteği sağlayacaklarını açıklamışlardır. Buna ilaveten, Azerbaycan ise Şah Denizi bölgesindeki doğal gaz kaynaklarının keşfinden sonra Türkiye’ye kendi doğal gazını Bakü’den Erzurum’a uzanan bir boru hattı ile taşımayı planlamıştır. Fakat, AGİT Zirvesi sonrasında yaşanan gelişmeler ve Türkiye’nin Karadeniz altından döşenecek bir boru hattı vasıtasıyla Rusya’dan doğal gaz alımına öncelik vermesi, 2000 yılı sonu itibariyle Türkmenistan-Türkiye-Avrupa doğal gaz boru hattı projesinin neredeyse tamamen gündemden düşmesine neden olmuştur.<a title="" style="mso-footnote-id: ftn42" href="http://www.blogger.com/post-create.g?blogID=7485590980046694453#_ftn42" name="_ftnref42">[42]</a> “Mavi Akım Projesi” olarak adlandırılan Türkiye’nin öncelik verdiği bu proje, Cubga limanına taşınan Rus doğal gazını Karadeniz altından geçecek boru hattı ile Samsun’a ulaştıracaktır.<br />Bu güzergahların yanı sıra, Türkmen doğal gazının Pakistan ve Çin’e taşınmasını ön gören projeler de planlanmaktadır. Türkmenistan’dan başlayarak Pakistan’a uzanacak boru hattı, Afganistan üzerinden Pakistan’ın Multan kentine ulaşacaktır. Afganistan’daki istikrarsızlık projeye büyük engel teşkil etmesine rağmen bu üç ülke doğal gaz boru hattı projesine destek vermektedirler. Bunun yanı sıra, Pakistan’da son bulan boru hattının Hindistan’a kadar uzatılması da planlanmaktadır. Türkmen doğal gazının doğuya ulaşmasını sağlayan güzergah da Çin’e kadar uzanmaktadır. Exxon, Mitsubishi ve CNP (China National Petroleum), Türkmenistan’dan Çin’e uzanacak dünyanın en uzun doğal gaz boru hattı ile ilgili fizibilite çalışmalarını bildirmişlerdir. Hattın uzunluğu 4161 mil olmakla birlikte toplam maliyeti $ 10 milyardır. Ayrıca, boru hattının Japonya’ya da uzatılması tasarlanmaktadır.<br />Sonuç<br />Ortadoğu’ya alternatif olarak gösterilen Hazar Havzası, her ne kadar Körfez bölgesi petrol kaynakları ile kıyaslandığında ilk sırada yer almasa da Havza’da ‘tahmin edilen’ petrol kaynakları 200 milyar varildir. Bu rakam, Batı Avrupa ve ABD’nin sahip olduğu kaynakları aşarak, 700 milyar varil petrol rezervine sahip olan Ortadoğu’dan sonra, Hazar bölgesini ikinci sıraya koymaktadır. Hazar Havzası’nın kanıtlanmış ham petrol rezervi 2 milyar ile 4 milyar ton arasında değişmektedir. Doğal gaz rezervleri açısından kanıtlanmış değerler ise 7 trilyon ile 10 trilyon metreküp arasında değişmektedir.<br />Bu makale kapsamında Azerbaycan’ın petrol rezervleri açısından arz ettiği önem hazar havzası bağlamında ifade edilmiştir. Hazar havzası’nın hukuki statüsünün, bölgede yer alan petrol ve doğal gaz rezervlerinin bölge ve bölge dışı devletler için ne ifade ettiğinin tartışıldığı makalede temel amaç; Azerbaycan’ın sahip olduğu petrol zenginliğinin sadece bu ülkenin ekonomik kalkınması için değil, bulunduğu Kafkasya coğrafyası ve Hazar Havzası bağlamında da stratejik öneme sahip olduğunu tespit etmek olmuştur.<br /><br /><a title="" style="mso-footnote-id: ftn1" href="http://www.blogger.com/post-create.g?blogID=7485590980046694453#_ftnref1" name="_ftn1">[1]</a> İşler, Ali, “Hazar Petrolleri ve Petrol Boru Hatları Sorunu”, Bölüm 2,<br />www.tuncayozkan.com/tezler.php?s=5<br /><a title="" style="mso-footnote-id: ftn2" href="http://www.blogger.com/post-create.g?blogID=7485590980046694453#_ftnref2" name="_ftn2">[2]</a> Çolakoğlu, S., (1998). “Uluslararası Hukukta Hazar’ın Statü Sorunu”. A.Ü. S.B.F. Dergisi. C.53, No.1-4, s.108.<br /><a title="" style="mso-footnote-id: ftn3" href="http://www.blogger.com/post-create.g?blogID=7485590980046694453#_ftnref3" name="_ftn3">[3]</a> Yanar, Savaş (2002). “Türk-Rus İlişkilerinde Gizli Güç: KAFKASYA”. İstanbul: IQ Kültür-Sanat Yayıncılık, s.194.<br /><a title="" style="mso-footnote-id: ftn4" href="http://www.blogger.com/post-create.g?blogID=7485590980046694453#_ftnref4" name="_ftn4">[4]</a> Aydın, Mustafa, “New Geopolitics of Central Asia and The Caucasus Causes of Instability and Predicament”,<br />www.mfa.gov.tr/groupa/sam<br /><a title="" style="mso-footnote-id: ftn5" href="http://www.blogger.com/post-create.g?blogID=7485590980046694453#_ftnref5" name="_ftn5">[5]</a> Oran, Baskın (2001). Türk Dış Politikası, Cilt 2: 1981-2001, İletişim Yayınları, s. 433.<br /><a title="" style="mso-footnote-id: ftn6" href="http://www.blogger.com/post-create.g?blogID=7485590980046694453#_ftnref6" name="_ftn6">[6]</a> Bovt, Georgy (1995). “Russia, Iran Agree That Rules on Caspian Sea Are Affair of Littoral States, None of Which Should Take Unilateral Steps”, Current Digest of the Post Soviet Press, V.47, No.44, s.15.<br /><a title="" style="mso-footnote-id: ftn7" href="http://www.blogger.com/post-create.g?blogID=7485590980046694453#_ftnref7" name="_ftn7">[7]</a> Oran, Baskın. (2001), a.g.e., s. 433.<br /><a title="" style="mso-footnote-id: ftn8" href="http://www.blogger.com/post-create.g?blogID=7485590980046694453#_ftnref8" name="_ftn8">[8]</a> Çolakoğlu, S., a.g.e., s.109.<br /><a title="" style="mso-footnote-id: ftn9" href="http://www.blogger.com/post-create.g?blogID=7485590980046694453#_ftnref9" name="_ftn9">[9]</a> Şimşek, Dr. Halil (2002). Türkiye’nin Ulusal Güvenlik Stratejisi. İstanbul: IQ Kültür- Sanat Yayıncılık.<br /><a title="" style="mso-footnote-id: ftn10" href="http://www.blogger.com/post-create.g?blogID=7485590980046694453#_ftnref10" name="_ftn10">[10]</a> Aydın, Mustafa, a.g.m.<br /><a title="" style="mso-footnote-id: ftn11" href="http://www.blogger.com/post-create.g?blogID=7485590980046694453#_ftnref11" name="_ftn11">[11]</a> Baycaun, Saule (2000). “Kazakistan Petrol ve Gazının Türk ve Rus Dış Politikasındaki Yeri ve Önemi”, Avrasya Dosyası ABD Özel, s.252.<br /><a title="" style="mso-footnote-id: ftn12" href="http://www.blogger.com/post-create.g?blogID=7485590980046694453#_ftnref12" name="_ftn12">[12]</a> Caşın, Dr.H.Mesut (1999). “İran’ın İki Deniz Jeopolitiğine Dayalı Stratejik Değişim Arayışları”, Avrasya Dosyası İran Özel, s.304.<br /><a title="" style="mso-footnote-id: ftn13" href="http://www.blogger.com/post-create.g?blogID=7485590980046694453#_ftnref13" name="_ftn13">[13]</a> Aydın, Mustafa, a.g.m.<br /><a title="" style="mso-footnote-id: ftn14" href="http://www.blogger.com/post-create.g?blogID=7485590980046694453#_ftnref14" name="_ftn14">[14]</a> Yanar, Savaş (2002), a.g.e., s.198.<br /><a title="" style="mso-footnote-id: ftn15" href="http://www.blogger.com/post-create.g?blogID=7485590980046694453#_ftnref15" name="_ftn15">[15]</a> Kona, Gamze Güngörmüş (2002). “Türkiye-Rusya Federasyonu ve Orta Asya Cumhuriyetleri Ekonomik İlişkileri ve Olası Siyasi Yansımaları”, M5 Savunma ve Strateji, s.65.<br /><a title="" style="mso-footnote-id: ftn16" href="http://www.blogger.com/post-create.g?blogID=7485590980046694453#_ftnref16" name="_ftn16">[16]</a> Oran, Baskın, a.g.e., s. 432.<br /><a title="" style="mso-footnote-id: ftn17" href="http://www.blogger.com/post-create.g?blogID=7485590980046694453#_ftnref17" name="_ftn17">[17]</a> Yanar, Savaş (2002), s.133.<br /><a title="" style="mso-footnote-id: ftn18" href="http://www.blogger.com/post-create.g?blogID=7485590980046694453#_ftnref18" name="_ftn18">[18]</a> Oran, Baskın, a.g.e., s. 432.<br /><a title="" style="mso-footnote-id: ftn19" href="http://www.blogger.com/post-create.g?blogID=7485590980046694453#_ftnref19" name="_ftn19">[19]</a> Cafersoy, Nazim (2000). “Enerji Diplomasisi: Rus Dış Politikasında Stratejik Araç Değişimi”, Stratejik Analiz, Cilt 1, Sayı 8, s.60.<br /><a title="" style="mso-footnote-id: ftn20" href="http://www.blogger.com/post-create.g?blogID=7485590980046694453#_ftnref20" name="_ftn20">[20]</a> Cafersoy, Nazim (2000), a.g.m., s.56.<br /><a title="" style="mso-footnote-id: ftn21" href="http://www.blogger.com/post-create.g?blogID=7485590980046694453#_ftnref21" name="_ftn21">[21]</a> Kona, Gamze Güngörmüş (2002), a.g.m., s.68.<br /><a title="" style="mso-footnote-id: ftn22" href="http://www.blogger.com/post-create.g?blogID=7485590980046694453#_ftnref22" name="_ftn22">[22]</a> İşler, Ali, a.g.m.<br /><a title="" style="mso-footnote-id: ftn23" href="http://www.blogger.com/post-create.g?blogID=7485590980046694453#_ftnref23" name="_ftn23">[23]</a> El-Saghir, Khalil (1998). “A Political Science Independent Study”, University of Michigan – Dearborn, Summer.<br />http://members.tripod.com/~KELSAGHIR/Caspian/index<br /><a title="" style="mso-footnote-id: ftn24" href="http://www.blogger.com/post-create.g?blogID=7485590980046694453#_ftnref24" name="_ftn24">[24]</a> Aras, Dr. Osman Nuri (2001). Azerbaycan’ın Hazar Ekonomisi ve Stratejisi. İstanbul: Der Yayınları, s.234.<br /><a title="" style="mso-footnote-id: ftn25" href="http://www.blogger.com/post-create.g?blogID=7485590980046694453#_ftnref25" name="_ftn25">[25]</a> Onay, Yrd. Doç. Dr. Yaşar (2002). “Hazar Havzası Petrol ve Doğal Gaz Kaynakları Üzerinde Uluslararası Rekabet ve Türkiye”, M5 Savunma ve Strateji, s.67.<br /><a title="" style="mso-footnote-id: ftn26" href="http://www.blogger.com/post-create.g?blogID=7485590980046694453#_ftnref26" name="_ftn26">[26]</a> Aydın, Mustafa, a.g.m.<br /><a title="" style="mso-footnote-id: ftn27" href="http://www.blogger.com/post-create.g?blogID=7485590980046694453#_ftnref27" name="_ftn27">[27]</a> Aydın, Mustafa, a.g.m.<br /><br /><br /><a title="" style="mso-footnote-id: ftn28" href="http://www.blogger.com/post-create.g?blogID=7485590980046694453#_ftnref28" name="_ftn28">[28]</a> Onay, Yaşar (2002), a.g.m., s.68.<br /><a title="" style="mso-footnote-id: ftn29" href="http://www.blogger.com/post-create.g?blogID=7485590980046694453#_ftnref29" name="_ftn29">[29]</a> El-Saghir, Khalil (1998). “A Political Science Independent Study”, University of Michigan – Dearborn, Summer.<br /><a title="" style="mso-footnote-id: ftn30" href="http://www.blogger.com/post-create.g?blogID=7485590980046694453#_ftnref30" name="_ftn30">[30]</a> De Waal, Tom ve Baran, Zeyno ve Matos, Jerry (2002). “Insight Turkey”, Quarterly Research and Information Journal Focusing on Turkey, Volume 4, Number 4.<br /><a title="" style="mso-footnote-id: ftn31" href="http://www.blogger.com/post-create.g?blogID=7485590980046694453#_ftnref31" name="_ftn31">[31]</a> Elekdağ, Şükrü (1997). “ABD ve Hazar Petrolleri”. Milliyet gazetesi,24 Kasım 1997.<br />www.milliyet.com.tr/1997/11/24/index.html<br /><a title="" style="mso-footnote-id: ftn32" href="http://www.blogger.com/post-create.g?blogID=7485590980046694453#_ftnref32" name="_ftn32">[32]</a> Elekdağ, Şükrü, (1997) a.g.m.<br /><a title="" style="mso-footnote-id: ftn33" href="http://www.blogger.com/post-create.g?blogID=7485590980046694453#_ftnref33" name="_ftn33">[33]</a> Boru Hatları ile Petrol Taşıma A.Ş., 1998 raporu,<br />www.botas.gov.tr/raporlar/98.html<br /><a title="" style="mso-footnote-id: ftn34" href="http://www.blogger.com/post-create.g?blogID=7485590980046694453#_ftnref34" name="_ftn34">[34]</a> Onay, Yaşar (2002), a.g.m., s.69.<br /><a title="" style="mso-footnote-id: ftn35" href="http://www.blogger.com/post-create.g?blogID=7485590980046694453#_ftnref35" name="_ftn35">[35]</a> Onay,Yaşar (2002), a.g.m., s.69.<br /><a title="" style="mso-footnote-id: ftn36" href="http://www.blogger.com/post-create.g?blogID=7485590980046694453#_ftnref36" name="_ftn36">[36]</a> Energy Information Administration, “Caspian Sea Region: Oil Export Options”, July 2002.<br />www.eia.doe.gov/emeu/cabs/caspoile.html<br /><a title="" style="mso-footnote-id: ftn37" href="http://www.blogger.com/post-create.g?blogID=7485590980046694453#_ftnref37" name="_ftn37">[37]</a> El-Saghir,Khalil (1998) a.g.m.<br /><a title="" style="mso-footnote-id: ftn38" href="http://www.blogger.com/post-create.g?blogID=7485590980046694453#_ftnref38" name="_ftn38">[38]</a> Pala, Cenk ve Emre Engür (1998). “Kafkasya Petrolleri 21. Yüzyılın Eşiğinde Hazar Havzası ve Türkiye”, İşletme ve Finans (Ankara), s. 152.<br /><a title="" style="mso-footnote-id: ftn39" href="http://www.blogger.com/post-create.g?blogID=7485590980046694453#_ftnref39" name="_ftn39">[39]</a> Energy Information Administration, (July 2002), a.g.m.<br /><a title="" style="mso-footnote-id: ftn40" href="http://www.blogger.com/post-create.g?blogID=7485590980046694453#_ftnref40" name="_ftn40">[40]</a> Boru Hatları ile Petrol Taşıma A.Ş., (1998), a.g.m.<br /><br /><a title="" style="mso-footnote-id: ftn41" href="http://www.blogger.com/post-create.g?blogID=7485590980046694453#_ftnref41" name="_ftn41">[41]</a> Dışişleri Bakanlığı, “Hazar Geçişli Türkmenistan-Türkiye-Avrupa Doğal Gaz Boru Hattı Projesi”, www.mfa.gov.tr/turkce/grupa/hazar.htm<br /><a title="" style="mso-footnote-id: ftn42" href="http://www.blogger.com/post-create.g?blogID=7485590980046694453#_ftnref42" name="_ftn42">[42]</a> Oran, Baskın (1981-2001), a.g.e., s. 438.Gamze Güngörmüş Konahttp://www.blogger.com/profile/14874505075986951772noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-7485590980046694453.post-32728303912579598962008-05-24T18:37:00.000+03:002012-06-27T14:58:56.920+03:00Orta Doğu'da Radikal Örgütler ve Türkiye/TürkçeKONA, Gamze Güngörmüş (2007). “Orta Doğu Merkezli Radikal Örgütler ve Türkiye’ye Etkileri”, 38. ICANAS Uluslararası Asya ve Kuzey Afrika Çalışmaları Kongresi, 10-15 Eylül 2007, Ankara.<br /><br />ORTA DOĞU MERKEZLİ RADİKAL ÖRGÜTLER VE TÜRKİYE’YE ETKİLERİ<br />Özet<br />Günümüze dek yaşanmış olan üç küreselleşme süreci radikal örgütlerin yapılarını daha karmaşık hale getirirken faaliyet sahalarını genişletmelerine de yardımcı olmuştur. Bu örgütlerden bazıları teknolojinin olanaklarından yararlanmak suretiyle birbirleri ile etkileşime geçerek küresel terör ağlarını oluşturmuşlardır. 11 Eylül saldırılarından sorumlu tutulan El Kaide'nin sadece İslam ülkelerinde değil Amerika dahil 55 ülkede örgütlendiği iddia edilmektedir. Özellikle 11 Eylül terör saldırısının ardından bu örgütlerin rolü dünya gündemini çok daha fazla meşgul etmeye başlamıştır.<br /><br />Orta Doğu merkezli radikal örgütsel hareketlerin 19.yüzyıl'da Mısır'da başladığı kabul edilmektedir. Mısır'da emperyalizm ve sömürge düzenine karşı olan Hasan El-Benna, Seyyid Kutub gibi din adamlarının öncülüğünde başlatılan direniş hareketleri zaman içinde yapılanan radikal örgütlerin bünyesine taşınmıştır. Hasan El-Benna'nın kurduğu Müslüman Kardeşler örgütü diğer örgütlerin kuruluşunda örnek rol oynamıştır. Orta Doğu merkezli radikal örgütler hedefleri ve kuruluş felsefeleri açısından farklılık göstermektedirler. Bazı örgütler Orta Doğu devletlerinin çıkarlarına hizmet eden aktörler olarak karşımıza çıkarken diğer bazıları ise faaliyet gösterdikleri devletlerin hükümetlerine karşı eylemler düzenlemektedirler. Suriye destekli Şii Emel ile İran destekli Hizbullah örneğinde olduğu gibi kimi örgütler ise belirledikleri farklı hedefler ve ideolojik farklılıklardan ötürü kendi aralarında da çatışmaktadırlar. Orta Doğu merkezli farklı radikal örgütler bir çok Orta Doğu devletinden destek almaktadırlar. Bilindiği gibi Hamas Suudi Arabistan ve Kuveyt'ten aldığı yardımlar ile camiler, çocuk yuvaları ve hastahaneler kurmuştur. Orta Doğu’daki radikal örgütler kimi zaman ülke içindeki muhalif etnik ve dini unsurlar tarafından desteklenirken kimi zaman da bizzat hükümetler tarafından desteklenmektedirler. Ayrıca örgütleri destekleyenler her zaman bölge hükümetleri olmamış, Orta Doğu politikalarına yön vermek isteyen diğer bölge dışı devletler de bu örgütleri desteklemişlerdir. Farklı hedef ve ideolojiye sahip olsalar da bu radikal örgütlerin ortak özelliği büyük çoğunluğunun Batılı devletlere ve bu devletlerin bölgedeki çıkarlarını temsil ettiğine inandıkları İsrail'e karşı kurulmuş olmalarıdır.<br /><br />Bu bildiri kapsamında üç temel konunun tartışılması hedeflenmiştir. Bunlardan ilki, Orta Doğu’da yıllardır süregelen karmaşanın başlıca aktörü durumunda bulunan radikal örgütlerin yapılanmasında, güçlenmesinde ve faaliyet alanlarını genişletmesinde en önemli unsurlardan sayılan Orta Doğu politik kültürü, Arap-İsrail sorunu, heterojen etnik ve dini yapı gibi konuların açıklanması; ikincisi, Orta Doğu’daki İslami, solcu ve milliyetçi radikal örgütlerden belli başlılarının incelenmesi ve son olarak da Orta Doğu’da faaliyet gösteren radikal örgütlerin süreç içinde Türkiye nezdindeki olumsuz siyasal, sosyal ve ekonomik yansımalarının irdelenmesidir.<br /><br />Anahtar kelimeler:terörizm, radikal örgütler, Orta Doğu, terör ve Türkiye, tehdit<br /><br /><br /><br />Giriş<br /><br />Küreselleşme süreçleri radikal örgütlerin yapılarını daha karmaşık hale getirirken faaliyet sahalarını da genişletmiştir. Bu örgütlerden bazısı teknolojinin olanaklarından yararlanarak birbirleri ile etkileşim içine girerek küresel terör ağlarını oluşturmuşlardır. Orta Doğu politikalarında da radikal örgütler önemli bir rol oynamaktadırlar. Özellikle 11 Eylül terörist saldırısının ardından bu örgütlerin rolü dünya gündemini çok daha fazla meşgul etmeye başlamıştır. 11 Eylül saldırılarından sorumlu El Kaide'nin sadece İslam ülkelerinde değil A.B.D. dahil 55 ülkede örgütlendiği iddia edilmektedir. (Demirel, 2003; 12-13) Bu faaliyetler günümüzde asimetrik tehdit adıyla ifade edilmektedir.<br /><br />Orta Doğu'da radikal örgütsel hareketlerin 19.yüzyıl'da Mısır'da başladığı kabul edilmektedir. Mısır'da emperyalizm ve sömürge düzenine karşı olan Hasan El-Benna, Seyyid Kutub gibi din adamlarının öncülüğünde başlatılan direniş hareketleri zamanla kurulan radikal örgütlerin bünyesine taşındı. El-Benna'nın kurduğu Müslüman Kardeşler örgütü diğer örgütlerin kurulmasında örnek rol oynadı. (Demirel, 2001; 15) Orta Doğu terör örgütleri hedefleri ve kuruluşları açısından farklılık gösterir. Lübnan'lı Şiiler'den oluşan İslami Cihad'ın doğrudan İran'a bağlı kurulduğu, emirleri Şam'daki İran elçiliğinden aldığı ve İran gizli servisi Savama ile ilişkisi olduğu iddia edilmektedir. (Demirel, 2000; 47) Görüldüğü gibi bazı örgütler Orta Doğu devletlerinin çıkarlarına hizmet eden aktörler olarak karşımıza çıkarken bazı örgütler de faaliyet gösterdikleri devletlerin hükümetlerine karşı eylemler düzenlemektedirler. Örneğin, 1981 yılında Mısır'da örgütlenen El-Cihad Mısır lideri Enver Sedat'a suikast girişiminde bulunmuştur. (Demirel, a.g.e.; 84) Örgütler hedef ve ideolojileri doğrultularında kendi aralarında da çatışmaktadırlar. Suriye destekli Şii Emel ile İran destekli Hizbullah arasında şiddetli çatışmalar yaşanmıştır. (Demirel, a.g.e.; 45) Ayrıca örgütlerin arasında işbirliği de bulunmaktadır. İslami Cihad örgütünün Lübnan'da barınan PKK ve ASALA ile Türkiye'ye karşı işbirliği yaptığı bilinmektedir. (Demirel, a.g.e.; 48) Örgütler bir çok devletten de destek almaktadırlar. Mısır merkezli Hamas Suudi Arabistan ve Kuveyt'ten aldığı yardımlar ile camiler, çocuk yuvaları ve hastahaneler kurmuştur. (Demirel, a.g.e.; 67) Orta Doğu terör örgütleri kimi zaman ülke içindeki muhalif etnik ve dini unsurlar tarafından desteklenirken kimi zaman da hükümetler tarafından desteklenmektedirler. Ayrıca örgütleri destekleyenler her zaman bölge hükümetleri olmamıştır. Orta Doğu politikalarına yön vermek isteyen diğer bölge dışı devletler de bu örgütleri desteklemişlerdir. Dolayısı ile terörist örgütler bölgede etkili güçler tarafından taşeron olarak yerel etnik ve dini guruplardan, bölge devletlerinin hükümetlerine, diğer terörist örgütlerden bölge dışı devletlerin hükümetlerine, elçiliklerine, askerlerine karşı kullanılmışlardır. İslami radikal örgütlerin yanı sıra bölgede solcu terör örgütleri de faaliyet göstermektedirler. İslami radikal örgütler birbirleri ile bağlantılı olarak Balkanlar, Kafkasya, Orta Asya ve Uzak Doğu'da da örgütlenmişlerdir. Endonezya'da Masumi, Sri Lanka'da Tamil, Burma'da Arkan, Filipinler'de Ebu Sayyaf bu örgütlere örnektir. Farklı hedef ve ideoloji sahibi olsalar da İslami radikal örgütlerin ortak özelliği büyük çoğunluğunun emperyalist Batı'lı devletlere ve bu devletlerin bölge çıkarlarını temsil ettiğine inandıkları İsrail'e karşı kurulmuş olmalarıdır.<br /><a name="_Toc78118172"></a><a name="_Toc78117515"></a><a name="_Toc45901421"></a><br />Bu bildiri kapsamında üç temel konunun tartışılması hedeflenmiştir. Bunlardan ilki, Orta Doğu’da yıllardır süregelen karmaşanın başlıca aktörü durumunda bulunan radikal örgütlerin yapılanmasında, güçlenmesinde ve faaliyet alanlarını genişletmesinde en önemli unsurlardan sayılan iç ve dış faktörlerin açıklanması; ikincisi, Orta Doğu’daki İslami, solcu ve milliyetçi radikal örgütlerden belli başlılarının incelenmesi ve son olarak da Orta Doğu’da faaliyet gösteren terör örgütlerinin süreç içinde Türkiye nezdindeki olumsuz siyasal, sosyal ve ekonomik yansımalarının irdelenmesidir.<br /><br />1. Orta Doğu’da Radikal Örgütlerin Güçlenme Sebepleri<br /><br />Ortadoğu’da sınırlar son derece kötü örülmüş bir duvarı andırmaktadır. Bu kötü örülmüş duvardan herhangi bir taşı oynatmanın duvarı yıkmak anlamına gelebileceğini bilen ve yıkılan bir duvarın altında kalmak istemeyen uluslararası aktörler değişik taşları eş-zamanlı bir şekilde oynatarak duvarı yıkmadan yeni bir şekil vermeye çalışmaktadır. (Davutoğlu, 2001; 323) Ortadoğu coğrafyası, aslında tarihten gelen bir etnik ve dini mozaiğin en güzel örneği olarak tarih sahnesinde yer almaktadır. Fakat gerek stratejik konumu gerekse de yer altı kaynakları dolayısıyla, bu çeşitlilik bölgede sürekli bir güvenlik tehdidi doğmasına neden olmaktadır. “Kendi içinde kültürel, dini ve etnik çeşitlilik barındıran bu jeopolitik kültürel havza bütünlüğü, sömürgeciliğin yayılması ve Osmanlı sisteminin dağılması ile birlikte etnik ve dini farklılıkların katı siyasi kimlikler haline dönüştüğü bir jeokültürel parçalanma alanı olmuştur.” (Davutoğlu, a.g.e.; 329) “Roma İmparatorluğu’nun yıkılışından iki bin yıl sonra bile “ulus-devlet” kavramının özelde Ortadoğu’da tam anlamıyla yaratıldığı söylenemez. Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra büyük güçlerin çıkarlarına göre çizilmiş bir harita ile homojen bir ulus-devlet nasıl yaratılabilirdi ki?” (Özdemir, 2003; 36) Ulus kavramının tam anlamıyla içselleştirilememesi sebebiyle, Ortadoğu halkları gücünü, bağlı oldukları etnik azınlıklardan almaya devam etmekte, bu durum ise ülke bütünlüğü açısından “parçalanmışlığa”, uluslararası ortam açısından ise “kırılganlığa”sebep olmaktadır. “Normal şartlarda müsamaha ile karşılanabilecek kültürel farklılaşmaların çok kısa sürede bir bunalım odağı haline dönüşmesine ve gerek küresel gerekse bölgesel güçlerce hemen stratejik bir parametre olarak algılanmasına yol açmaktadır. Ortadoğu’da kalıcı bir barışın sağlanabilmesi her şeyden önce bu jeokültürel parçalanmanın doğurabileceği siyasi risklerin azaltılmasına bağlıdır.” (Davutoğlu, 2001; 331) Etnik ve dini olarak parçalanma zemininin yaratılması bölgede çok derin ve analitik çalışmalar sonucunda o kadar istikrarlı bir şekilde uygulanmıştır ki; Ortadoğu ülkelerinin hemen hemen hepsi güvenliklerine karşı oluşan bu tehdidin sancılarını halen içten içe yaşamaya devam etmektedir. Karmaşık ve yapay çizilen sınırlar ile oluşan bu devletlerin içindeki etnisite ve dini çeşitlilik aynı zamanda ikinci bir devlet ile ilişkilerinde önemli bir güvenlik sorunu olarak ortaya çıkmaktadır. Örneğin; İran içinde yaşayan Azeri Türkleri’nin yaşadığı bölgenin, Azerbaycan ile birleşmesi bazı Azeri gruplar tarafından sıklıkla dile getirilmektedir. Doğal olarak bu durum İran’ın toprak bütünlüğüne ve güvenliğine karşı olan bir sonuç doğuracaktır. Özellikle Irak, Suriye ve Türkiye’de yaşayan Kürtler de ayrılıkçı hareketlerle bu ülkelerin güvenliğine yönelen en önemli tehdit kaynağı olarak dikkat çekmektedir. Örneğin, Türkiye 1984’ten itibaren Doğu Anadolu’da adeta bir iç savaş yaşamaktadır. Din olarak tek farklı devlet olan İsrail de aslında ülkesinde barındırdığı “Arap”azınlığına karşı büyük çekinceler taşımaktadır. (Ercan, 2000; 238-239) Çünkü özellikle İsrail-Filistin meselesindeki sorun düşünüldüğünde İsrail’in ülkesinde yaşayan Arapları, kendi ülkesel bütünlüğüne karşı tehdit olarak algılaması doğaldır. Ancak, 1987 Aralık ayında baş gösteren “İntifada” hareketine kadar Arap azınlıkta geniş çaplı bir radikalleşme görülmemiştir. (Ercan, a.g.m.; 247) Etnik açıdan en homojen olan Ürdün bile Filistinli azınlıkların neden oduğu bazı ayrılıkçı problemlerle karşı karşıyadır. Mısır’ın, oluşturduğumuz denklem dışında kendine has bir sistematiği vardır. Mısır etnik ve dini homojenitenin en yüksek olduğu Ortadoğu ülkesidir. Toplumsal yapısındaki bu homojen dengeye rağmen, kökten dinci grupların neden olduğu istikrarsız ortam nedeniyle Mısır da tipik bir Ortadoğu ülkesi görünümdedir. Suriye ve Irak etnik ve dini olarak heterojen bir sosyal yapıya sahiptir. I. Dünya Savaşı sonrası yeniden şekillendirilen bölgede, azınlıkların haklarında önemli bir iyileştirme olmuş ve en küçük milletlerin bile bağımsızlıklarını kazanmaları yolunda önemli adımlar atılmıştı. Bu tarihten sonra Irak, Kürt azınlık sorunu, Suriye ise Alevi-Sünni çatışması nedeniyle bir türlü istikrara kavuşamamıştır. I. Dünya Savaşı sonrası bölgede yapılan siyasi düzenlemelerin hemen hemen aynısı II. Dünya Savaşı sonrasında da gerçekleştirilmişti. İsrail Devleti bu düzenlemelerin sonucunda ortaya çıkmıştır. İsrail kuruluş süreciyle, Filistinliler ile olan sorunları ve Arap coğrafyasındaki konumu nedeniyle Ortadoğu’nun istikrarsızlık abidesidir. Bölgenin etnik ve dini mozaiği olan İran’da nüfusun %49’u farklı etnik unsurlardan oluşmaktadır. Fakat, İran istikrarlı siyasi yapısı nedeniyle herhangi bir azınlık sorunu yaşamamaktadır. Bununla birlikte, ülkede bulunan Azeri nüfus, S.S.C.B.’nin yıkılışı ile ortaya çıkan Azerbaycan’la birleşme eğilimine girebilir. Bölgede daha güçlü olacak bir Azerbaycan, bu soruların soruna dönüşmesine neden olacaktır. Mevcut durumda; Orta Doğu'da parçalı dini-etnik yapının problem teşkil etmekte olduğu ve etme potansiyeline sahip ülkeler Suriye, Irak, İran, Suudi Arabistan, Körfez Monarşileri, İsrail, Filistin, Lübnan, Ürdün, Afganistan ve Türkiye'dir.<br /><br />Ortadoğu bölgesinin genelindeki politik yapı da İslami radikalleşmenin ve terörizmin önemli etkenlerinden birisi durumundadır. Arap devletlerine baktığımızda temel sorun bu devletlerin Batılı yöneticilerden, emperyalistlerden kurtulduktan sonra yeterli derecede “devlet” olma özelliklerini geliştirememeleridir. Bundan kast edilen, bölge genelinde halen koloniyal dönemin izlerini taşıyan elit yönetimlerin demokratik unsurlardan uzak yönetim tarzlarıdır. (Kavli,2001; 3) Demokratik organların, temsil mantığının ve politik kültürün var olmaması, bunların yerine otoriter, totaliter veya diğer demokrasi dışı baskıcı yönetimlerin var oluşu bölge genelinde politik anlamdaki boşlukları radikal İslami grupların doldurmasına yol açmıştır. Diğer bir değişle, politik radikal İslam, yönetici grupların oluşturamadıkları hegemonya ve etkinliğin sonucunda oluşan karşı bir oluşumdur. (Ayubi, 1995; 26) Ortadoğu devletlerinde bu politik bozukluklar halkların baskı altında ezilmiş olmaları ve siyaseten temsil edilme mantığına uzak olmaları nedeniyle daha da artmaktadır ve kaçınılmaz olarak kronikleşmeye başlamaktadır. Bunların yanı sıra, “Ortadoğu’daki siyasi birimleri oluşturan devletlerin rejimleri de farklıdır. Bu farklılık, Ortadoğu’nun uzun süre istikrara kavuşamamasında önemli ve sürekli roller de oynamaktadır. Mutlak monarşiler, şeyhlikler, emirlikler, militarist ağırlıklı rejimler, demokratik cumhuriyetler bölge ülkelerinin rejim özellikleridir. Çeşitli ülkelerdeki radikal akımların canlandırılarak tutucu rejimlere karşı harekete geçmesine, Şiilik ve Sünnilik gibi dini mezhep kavgalarının da eklenmesiyle Ortadoğu’da uyuşmazlıklar iyice artmaktadır. Bu artışta, dış ideolojik tahriklerin ve emperyalist güçlerin kışkırtıcı tutumlarını göz ardı edemeyiz.” (Kocauğlu, 1995; 220-221) Görüldüğü gibi politik yapının önemi radikal İslami hareketler ve din bazlı çatışmalarda kritiktir. Politik kültürün oluşmayışının kökeni koloniyel dönem sonrasında hiçbir politik hak sunulmamasına dayanır, politika oyununun oynanmasına hiçbir anlamda izin verilmemiştir. (Johannes, 1997; 25) Bu sayede halk; her zamanki gibi eski aşiret, ağa veya kabile temelli bağlılıklarını sürdürmüş, ilerleyen safhalarda yeni arayışlar içine girmiş, artan tepkileri sonucunda radikal İslami grupları çıkış yolu olarak görmüştür. “Arap dünyasında iki ana grup ele alınabilir; birisi modern, seküler elitler, diğeri ise geleneksel veya diğer bir anlamda orijinal toplumlar.” (Shafiq, 1970; 236-245) Bu iki ayrı oluşum birbirlerine zıt doğrultuda yol alırlar. İki grup arasındaki denge uzun yıllardır elitler lehine iken, son zamanlarda güçlenen ve radikalleşmeyle kimliklerini bağdaştırmaya çalışan “mutsuz orijinal halk” lehine doğru dönmeye başlamıştır. Sonuç olarak politik yapı demokratik değerlere uzaklığı, baskıcı tutumu ve bozukluklarıyla radikal İslam için elverişli bir ortam oluşturur ve böylelikle alternatif olarak sadece radikal İslami gruplar öne çıkar.<br /><br />Bunun yanı sıra diğer iç ve dış faktörler de bölge genelinde İslami radikalleşmeyi ve radikal islam-şiddet-terörizm üçgenini besler. Öncelikle Ortadoğu genelinin ve özellikle petrol zengini veya yoksunu Arap ülkelerinin yaşadıkları sosyo-ekonomik zorluklar bu durumun kaynağının bir parçasıdır. (Kavli, a.g.m.; 2) Bu sosyo-ekonomik faktörleri şöyle sıralayabiliriz; 1970 ve 1980’lerden itibaren başarısız ekonomiler, Zengin ve yoksul arasındaki farkın her geçen gün artması, beraberinde gelir dağılımındaki eşitsizlikler, Her gün biraz daha artan şehirlere göçler, Hızlı nüfus artışı, İşsizlik ve istihdam sorunları, Petrol kaynaklarının kullanımının verdiği rahatlıkla yaşayan elit tabakanın farklı ekonomik yatırımlara yönelmemesi, diğer bir anlamda karlarını yatırıma dönüştürüp ekonomik canlılık sağlamamaları; Genel anlamda sosyo-kültürel ve sosyo-ekonomik yapının uzun yıllardır baskı altında bulunması. (Jawad, 1997; 150) Toplum içinde oluşan bu sosyo-ekonomik meseleler aslında Ortadoğu bölgesinin tarihsel gelişim sürecinin ve geleneksel toplum yapısının bir ürünüdür. Yüzyıllar boyunca çeşitli yönetimler altında kalmaları, siyaset, ekonomi, sosyal hayat ve kültür anlamında geri kalmışlık bu durumu ortaya çıkarmaktadır. Bu durum karşısında halk, özellikle yüksek sayılara ulaşan genç nüfus, ilk olarak tepkiyi yönetici elitlere yönlendirmekte ve devletlerin ekonomik, sosyal veya politik geriliğini kendilerinden ziyade yönetici tabakayla ilişkilendirerek, tepkilerini oluşturmakta; ayrıca zaman içinde yeterli demokratik temsil sistemlerinin gelişmemesi sonucu istek ve tepkilerin dile getirilememesi insanları devletten ve onun ideolojisinden uzaklaştırmakta işte bu noktada karşımıza radikal İslam tek kurtarıcı olarak çıkmaktadır. (Waltz, 1986; 665)<br /><br />Ortadoğu bölgesine has olan bir diğer iç faktör de radikal İslami hareketlere direkt ve çok açık bir motivasyon oluşturan Arap-İsrail çatışmasıdır. İsrail gibi bir devletin bölgede varlığı yalnız devletleri değil toplumları da rahatsız etmekte, böylece tepki seviyesi hep yükseklerde seyretmektedir. Artan çatışmalar ve Filistin sorunu gibi akut sorunlar radikal İslami grupları terörizme teşvik etmekte, onlar da bu etkilerini her geçen gün artırmaktadırlar.<br /><br /><br />İslami unsurlar radikalleşme çizgisine yönelirken aldıkları yolda dış faktörlerden de etkilenmişlerdir. Bu dış faktörler arasında, uzun zaman süren koloniyel dönem ve günümüzde de özellikle Amerika ve İngiltere’nin bölge içindeki aktif rolleri yer almaktadır. Batı’nın kendi değerlerini Ortadoğu bölgesi için tek çıkar yol olarak sunması da halklar arasında ters tepki yapmış bazı ılımlıları dahi radikalleştirmiştir. Gerçekte radikal İslami akım Batı’yı yaptıkları için değil, temsil ettiği değerler ve kimliği yüzünden eleştirmektedir. (The Economist, 2001; 14) Tunuslu İslami lider olan Rached Ghannouchi’nin bu noktadaki tespiti ilginçtir; “Doğruyu söylemek gerekirse, moderniteye ulaşmanın tek yolu kendi yolumuzdan, dinimizden, tarihimizden ve medeniyetimizden geçer.” (Burgat, 1993; 64) Haifaa A. Jawad, Batı’ya karşı olan tepkiyi beş ana başlıkta toplamaktadır : Haçlı seferlerinin halen süren etkisi; İslam medeniyetinin efsanevi geçmişinin, günümüzde Batı karşısındaki durumu; Amerikan hegemonyası ve eski Batı koloniyalizmi; Arap dünyasının ortasında, Batı desteğiyle İsrail devletinin kurulması; Batılıların Ortadoğu ve üçüncü dünyada hep kendi çıkarları doğrultusundaki baskıcı yönetimleri desteklemiş olmaları; Batı kültürünün tüketim toplumu mantığı. (Jawad, 1997; 150-151)<br /><br />İşte tüm bu nedenler, İslami radikalleşmeyi farklı oranlarda beslemektedir. Bunların dışında 1991 Körfez Savaşı gibi günümüze yakın gelişmeler de önem taşımaktadır. Bu savaş da Arap devletlerinin tersine bölge toplumlarının ABD başta olmak üzere Batı’ya olan tutumlarının sertleşmesinde etkili olmuştur.<br /><br />Son olarak 11 Eylül saldırıları ve bu saldırıların radikal İslami bir örgüt olan El Kaide tarafından yapıldığının öne sürülmesi, bu olayın Ortadoğu bölgesindeki yansımalarını gündeme getirmiştir. Usama Bin Ladin isminin öne çıktığı bu süreçte başta Suudi Arabistan, Irak, İran ve diğer Ortadoğu devletleri, ABD ve Batı tarafından, terörizme karşı takınılan tutum çerçevesinde büyüteç altına alındı. “Ortadoğu bölgesindeki yönetimler olayın şokunu atlattıktan hemen sonra gelişmelerin global ve bölgesel politikalar üzerinde nasıl bir etki yaratabileceğinin hesaplarını yapmaya başladılar. Gerçekten saldırı insanlığın bugüne kadar gördüğünden çok farklı ve şok ediciydi, ancak bu gelişme dönemsel bir kırılma idi ve en büyük etkiyi bölgede gösterecekti. Ortadoğu alt sisteminde halen var olan sorunların hemen hemen tamamı gerek olayın “faili” gerekse “mağduru” ile yakından ilgiliydi.” (Stratejik Analiz, 2001; 23) Ayrıca bu eylem sonucu bölge devletlerinin tavırlarında da, özellikle radikal İslami gruplara ve akımlara karşı, değişimler oldu. Amerika’nın baskılarıyla ve dünya genelindeki tepki doğrultusunda radikal İslami hareketlerin bölge içindeki kanalları kesilmeye başlandı. Yemen ve Pakistan kontrol dışı olan binlerce dini okulu denetim altına aldı. Suudi Arabistan, ülkedeki 200’e yakın vakfın dünya çapında bu hareketlere yaptıkları 250 milyon dolarlık yardımları izlemeye aldı. (The Economist, 2001/2002; 12) Ayrıca Taliban rejimini resmi olarak tanıyan üç devletten birisi olan Suudi Arabistan resmi bir açıklamayla ilişkisini kestiğini açıkladı. (Erkmen, 2001; 57) Tüm bu girişimlere rağmen yönetimler halkın tepkisinden korktukları için Amerika’ya yakın görünmek de istemiyorlardı, “Suudi Arabistan ülkesindeki üsleri ABD’nin Afganistan savaşında kullanmasına izin vermiş, fakat bunu halka açıklamamıştı.” (Washington Post, 11 Kasım 2001) Görüldüğü gibi pratikte de bölgedeki yansımalar gecikmedi. Ortadoğu bölgesinde oluşan bu hava içinde radikal İslami örgütler toplumun iyice derinlerine kaydılar, eskiden ortada yapılan her şey gizli hale geldi, bu durumun iyi mi yoksa kötü mü olduğunun tek belirleyicisi “zaman” olacak. Bölgede yansımalarının yanı sıra dünyada, özellikle Batı’da yaşayan Müslümanlara etkileri büyük olan 11 Eylül eylemi, bu insanlar tarafından kınanmaya başlandı ve İslamiyet’in barışçıl yanları vurgulandı. (The Economist, 2001; 18)<br /><br />Sonuç olarak radikalleşme ve İslam, Orta Asya ve Kafkasya’da olduğu gibi Ortadoğu bölgesinde de güvenlik algılamalarını önemli ölçüde belirlemektedir. Ortadoğu bölgesi geride kalan 1300 yıllık tarihi içinde diğer tüm bölgelerden daha fazla olaya tanıklık etmiş, özellikle İslamiyet’in geleneksel ve tarihsel olgularını yaşamıştır. Tarih içinde gelişimi süren Ortadoğu bölgesi İslami yaşamda da kendine özgü bir yapıya sahiptir. (Peretz, 1994; 49) Ortadoğu bölgesine Orta Asya ve Kafkasya ile karşılaştırmalı olarak baktığımızda öne çıkan en önemli fark, Ortadoğu’nun yoğun tarihsel derinliği içinde dinlerin ve mezheplerin daha fazla çatışmaları ve özellikle din bazlı terörizmin daha yaygın olmasıdır. Kuşkusuz Ortadoğu, etnik ve dini çatışmaların en yoğun yaşandığı bölge özelliğini korumaya devam ederken, hem içsel hem de dışsal faktörlerin etkisiyle bu sorun büyümektedir.<br /><br /><a name="_Toc45901428">2. Orta Doğu’da Radikal Gruplar </a><br /><br />Orta Doğu’da yer alan radikal örgütler ideolojik açıdan farklılıklar arzederler. Ancak, Orta Doğu özelinde solcu örgütlerle İslami örgütler aynı hedefe yönelik olarak ortak hareket etmektedirler. Bu örgütlerin bugüne dek uyguladıkları fiili eylemler dikkate alındığında tespit edilebilecek temel hedefler; İsrail’in Orta Doğu coğrafyasındaki coğrafi, siyasi ve ekonomik mevcudiyetine son vermek, Arap işbirliğini tesis ve teşvik etmek, bölgede Batı’nın siyasal, ekonomik ve kültürel hakimiyetine son vermek, İslamı sosyal, kültürel ve siyasal dokunun bütününe başat unsur olarak işlevsel ve nihai güç olarak yerleştirmek şeklinde ifade edilebilir. Bu hedefleri realize etme aşamasında ise bu dinci ve solcu radikal örgütler kendi yapılarını inşa ettikleri ve sahiplendikleri ideolojiler doğrultusunda hareket etmektedirler. Hedefe ulaşabilmek için terör meşrulaştırılmakta ve kimi zaman kutsanmaktadır. Bu başlık altında Orta Doğu genelinde belli dönemlerde yürüttükleri terör eylemleri ile adından sıkça söz ettiren ve kimileri halen söz ettirmeye devam eden bazı radikal İslami ve solcu gruplar açıklanacaktır.<br /><br />2.1. Orta Doğu’da Radikal İslami Gruplar<br /><br />2.1.a. El -Kaide<br />El-Kaide’nin ideolojisinde İslamcılık önemli bir yer tutmaktadır. Fakat El-Kaide’nin temel hedefi ideal İslam toplumunu kurmak ve dindar bir hayat sürmek değildir. Bunun yerine örnek intihar saldırılarına, rehin alma eylemlerine, masum olduklarını bildiği halde toplu öldürmelere girişmiştir. Bu açıdan bakıldığında Ladin’in, kendisine Batı’dan örnekler seçtiği söylenebilir. El-Kaide’nin eylemlerine bakıldığında sadece radikal muhalefeti açısından değil, eylemleri açısından da Marksist gelenekten etkilendiği görülecektir. El-Kaide militanlarının eğitimleri, intihar saldırıları öncesindeki yeminleri vs., İslami renklerden arındırılsa herhangi bir sol örgütün eylemi olarak adlandırılabilir. El-Kaide ideolojisinin ikinci en önemli sütununu Batı karşıtlığı oluşturur ve bu karşıtlığı düşünce bazında ve eylem aşamasında İslamcılıktan daha çok Marksizm’e ve milliyetçiliğe öykünür. Bu anlamda eğer El-Kaide lideri Osama Bin Ladin Müslüman değil de, bir Hristiyan veya bir Budist Arap olsaydı da muhtemelen benzeri eylemlerde bulunurdu. O zaman da bir Hristiyan teröründen bahsederdik. Nitekim Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) içinde çok sayıda Hristiyan Filistinli, HAMAS’a benzer görüş ve yöntemler ile İsrail’e karşı on yıllarca savaşmışlardır. El-Kaide ideolojisinin üçüncü ayağını ise Batı ile İslam dünyası arasında mevcut dengesizlik oluşturmaktadır. Genel olarak İslam dünyası zayıf ve gayri demokratik idareler altındadır. İnanılmaz bir gelir<br />adaletsizliği ve yozlaşma had safhadadır. Üstelik bu ülkelerdeki yönetimlerin Batı desteğini aldığı da geniş kitleler tarafından bilinmektedir. Kitleler, bazen petrol karşılığında, bazen de silah ticareti karşılığında Batı tarafından feda edildiklerini düşünmektedirler. El-Kaide ideolojisinin dördüncü ayağını Batı’ya karşı radikal bir muhalefetin olmayışı oluşturmaktadır. Arap ülkelerinde ciddi bir muhalefet oluşamamıştır. Muhalefet daha başını ilk kaldırmasında kendisini ya hücrede işkence edilirken bulmuştur, ya da hücreye bile atılmadan yok edilmiştir. Sürgündeki bir kaç müzmin muhalif ise anavatanlarında çok az bir etkiye sahiptirler. Diğer bir ifade ile İslam dünyasında, özellikle Arap ülkelerinde ciddi bir muhalefet eksikliği vardır ve bu eksiklik Osama Bin Ladin’in radikal çıkışıyla doldurulmuştur. Arap dünyası neredeyse neredeyse ilk defa olarak Batı’ya kafa tutabilen, onunla eşit bir şekilde konuşabilen bir lider bulmuştur kendisine. ABD’ye savaş açabilen ve hatta ABD’ye diğer hiç bir ülkenin veremediği zaraları verebilen Ladin Arap dünyasında bu nedenlerle bir kahraman olarak algılanabilmektedir.<br />El-Kaide ideolojisinin beşinci en önemli ayağını ise terörizm oluşturur. Her ne kadar terörizm daha çok bir eylem şekli olarak düşünülüp, aynı zamanda bir düşünce sistemi olduğu göz ardı ediliyorsa da, terörizm sadece geçici bir yöntem olarak algılamak doğru değildir. Terörizmi neredeyse mücadelesinin en önemli stratejisi haline getirmiş hiçbir lider hayatının geri kalanında terörden vazgeçebilmiş değildir. Terör hemen her ulusal mücadele hareketinde, haksızlığa uğradığını düşünen bir çok grubun mücadelesinde veya bazı diğer bazı siyasi hareketlerde kullanılmış olabilir ve bunlar zaman içinde iktidara gelebilirler. Fakat El-Kaide, PKK vb. kadar teröre bulaşmış ve bundan kurtulabilmiş bir örgüt örneği mevcut değildir. Çünkü terörizm aynı zamanda bir düşünce yöntemidir. Terörist yaptığı eylemde kendisini haklı görür. Düşmanının her türlü kötülüğü hak ettiğini düşünür. Düşmanına zarar vermek, ya da onu belli politikalara ikna etmek için zarar verdiği insanların ise kabul edilebilir kayıplar olduğuna inanır. Terörizm bir düşünme kalıbıdır. Bu yönüyle komünizm veya faşizm gibidir. Yani bazı durumlarda bir tür ideoloji gibidir. İşte Üsame Bin Ladin yaklaşımının üçüncü ayağını bu ideoloji oluşturur. Üsame Bin Ladin İslamcılığından çok önce terörizme inanmaktadır. Tıpkı Batı karşıtlığı için söylediğimizi bu konuda da söyleyebiliriz: Ladin’in terörizme olan inancının İslamcılığı ile ilgisi oldukça sınırlıdır. İslamcı olduğu için terörizme inanmış değildir. Başka bir din veya ırka mensup olsaydı da muhtemelen terörizmi bir yöntem olarak benimseyecekti. Ladin’e Müslüman ülkelerden gelen kısmi desteğin nedeni ise İslamcı olmasından çok Batı’ya meydan okuyabilmesinden kaynaklanmaktadır. (Laçiner, <a href="http://www.turkishweekly.net/">http://www.turkishweekly.net/</a>, 28.01.2005)<br />2.1.b. Müslüman Kardeşler-Hamas-Hizbullah<br /><br />Şu sıralar Ortadoğu politikasına devletlerden çok radikal örgütler hakim görünüyor. İlişkiler son dönemde daha çok ABD-İsrail ikilisi ile Hamas, Hizbullah vb. örgütler arasında gelişiyor. Bu arada bölgesel ulus devletlerin etkinliği iyiden iyiye azalıyor. Ulus devletlerin yerini alan bu örgütler ise daha çok ellerinde silah, yüzlerinde kar maskeleri, intikam yeminleri ederken görüntüleniyorlar. Bu nedenle bir çok kişi nezdinde bu örgütler sadece bir terör örgütü veya silahlı direniş hareketi.<br />Orta doğu’da yer alan radikal İslamcı örgütlerin, Mısır örneğinde Müslüman Karedeşler’in, Lübnan örneğinde Hizbullah’ın ve Filistin örneğinde Hamas’ın gücünün ilk kaynağı Batı’ya özellikle Amerika ve İsrail’e verdikleri tepkide ortaya çıkıyor. Bu örgütler devletin veremediği sert tepkiyi kendi özel kanalları ile toplumda hissettiriyor. İktidar olmamanın verdiği rahatlığın da etkisiyle İsrail’e dönük tepkiyi olabilecek en üst perdeden seslendiriyor. Kısacası devletin görmesi gereken işlevi İhvan üstlenmiş oluyor. İkinci olarak bu tür örgütler ekonomi alanında devletin boşluğunu dolduruyorlar. Mısır, Lübnan, Filistin, Ürdün gibi ülkelerde gelir dağılımı inanılmaz düzeyde bozuk. Özellikle Mısır’da en az iki tane Mısır var.<br />Marketlere, mağazalara gittiğinizde Türkiye’deki fiyatları ve markaları buluyorsunuz. Oysa bu malları sıradan bir Mısırlının alabilmesi çok zor. Memurların dahi bunları alması normal şartlarda olanaksız. Bu nedenle daha düşük fiyata satışların yapıldığı bir kademe daha var. Tüm bunlara rağmen artık dünya küreselleşmiş durumda ve herkesin ihtiyaçları benzeşiyor. Artık her şey dolarla ölçülüyor. Normal bir yaşam için Mısırlı bir asgari ücretlinin maaşının onlarca katı gelire daha ihtiyacı oluyor. Bu durumda yine devlet dışı aktörler devreye giriyor ve kurdukları ekonomik yardımlaşma örgütleri yoluyla bu ihtiyacı gideriyorlar. Bir tür sosyal sigorta gibi çalışıyorlar. Sivil toplum örgütünden hiç farkları yok. Daha doğrusu bu ülkelerde asıl sivil toplum bunlar. Devletin çekildiği bu alanı hemen doldurmuşlar. Hamas’ın toplu düğünler düzenlemesi bunun tipik örneklerindendir. Benzeri sosyal faaliyetleri ve yardımları Hizbullah da düzenliyor. Bu örgütlerin çok güçlü bir sosyal hizmet ağı bulunuyor. Yaşlılara, çocuklara, düşkünlere, özürlülere yardım bu örgütlerin çok önem verdiği konular. Eğitim ve kültürel faaliyetlerde de devlet yerine yine bu örgütleri görüyorsunuz. Mısır’daki Müslüman Kardeşler zamanında okullar, eczaneler, hastaneler bile açmış. Hamas da Filistin’deki mültecilere eğitim ve sağlık yardımlarına öncelik verdi. Bu tür yardımlar Filistin otoritesi’nin başarılı olamadığı, hatta boş bıraktığı alanlardı. Hamas bu faaliyetleri için gelirleri de yine Filistinlilerden topluyor. Zekat önemli bir kaynak. Ayrıca uluslar arası yardımlardan da yararlanıyor. Bu örgütlerde ekonomik yozlaşmanın henüz ciddi bir düzeyde olmaması da önemli bir şansları.<br />Lübnan Hizbullahı da sosyal hizmetlere büyük önem veriyor ve bir kolu sivil toplum örgütü gibi çalışıyor. Lübnan’da hastaneleri, okulları ve yardım kuruluşları var. Yeniden İnşa Programı (Cihad El-Bina) adlı programı çerçevesinde Lübnan’daki birçok yeniden yapılanma programını yürüttü ve muhtemelen İsrail saldırılarının ardından bu faaliyetlerine daha güçlü bir şekilde tekrar devam edecek. Geçmişte olduğu gibi okul ve hastanelerin biçoğu Lübnan Hükümeti tarafından değil, Hizbullah ve ona bağlı kuruluşlar tarafından tamir edilecek veya yeniden inşa edilecek. Geçmişte de Hizbullah seçimlere girerken sadece silahlı mücadeleyi söylemin kalbine koymadı. Eğitim ve sağlık sisteminin düzeltilmesi Hizbullah’ın seçim manifestolarında hep önemli bir yer tuttu ve son dönemde önemi daha da artıyordu. Birleşmiş Milletler’in de belirttiği üzere Hizbullah çok yoğun bir eğitim ve sosyal yardım programı düzenlemiştir ve başarısının önemli bir kısmı bu faaliyetlerine bağlıdır. Halihazırda en az 4 hastane, 12 klinik, bir o kadar okul ve iki adet tarım merkezi Hizbullah’a bağlı olarak çalışmaktadır. Tarım merkezleri yoluyla Hizbullah köylülere ekim teknikleri öğretmekte, kaliteli tohum vermektedir. Hizbullah çevre konularıyla da ilgilenmekte ve bunun için görevliler atamaktadır. Hastanelerinde ucuz tedavi olanağı sunmaktadır. Özellikle maddi durumu çok kötü olanlar için ücretsiz doktor hizmeti sunmaktadır. Sadece sağlık hizmetleri için Hizbullah’ın yüz milyonlarca dolar ayırdığı tahmin edilmektedir. İsrail saldırısı Lübnan’da susuzluğa yol açtığı günlerde dahi ihtiyaç duyulan acil suyu Hizbullah’ın ekipleri temin ediyordu. Özellikle Güney Beyrut’ta Hizbullah her türlü sosyal hizmetin içinde. Fakirleri kolluyor, gelir dağılımındaki adaletsizliği düşük ücretli veya ücretsiz hizmetleriyle kapatmaya çalışıyor. Kısacası İslamcı örgütlenmeler Mısır, Lübnan, Filistin gibi ülkelerde sadece adam öldürerek güçlenmiyorlar. Bir yandan yaşatıyor, diğer yandan öldürüyorlar. Devletlerin işlevlerini üstleniyorlar. Çağın en önemli eğilimi olan sivil toplumu devletlerden daha iyi anlıyor ve gereklerini daha iyi yerine getiriyorlar. İşte bu nedenle önümüzdeki günlerde bu tür örgütler sahneden hiç inmeyecekler ve belki de mevcut rejimleri aşağı indirecekler. (Laçiner, <a href="http://www.turkishweekly.net/">http://www.turkishweekly.net/</a>, 16.08 2006)<br /><br />2.2. Orta Doğu’da Radikal Sol Gruplar (Kenneth Kaztman, “Orta Doğu’da Terör”, Avrasya Dosyası, cilt 3, sayı 2, 1996, ss.62-69)<br /><br />Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ)<br /><br />FKÖ’nün içinde yer alan ilk birim El-Fetih’tir. El-Fetih 1957 yılında sürgünde yaşayan Filistinliler tarafından Kuveyt’te kurulmuştur. Örgüt 1965’te İsrail’e karşı silahlı saldırılar düzenlemeye başlamıştır. El-Fetih ile başlayan örgütlenme zaman içinde bazı Arap ülkeleri tarafından desteklenen FKÖ’ne dönüşmüştür. Örgütün kurucuları siyonist güçler ile emperyalist güçleri Filistin halkının düşmanı ilan ettiler. Arap ülkelerinin yanı sıra bazı batı kökenli şirketler üzerinden maddi gelir sağlayan FKÖ’nün temel amacı, Filistin topraklarında bağımsız bir Filistin devleti kurmaktır. Örgüt Lübnan’da barındığı sıralar Hizbullah ile işbirliği yaparak İsrail’e karşı silahlı mücadele vermiştir FKÖ kamplarında yetişen gerillalar İsrail askerlerine karşı uzun yıllar mücadele vermiştir. Zaman zaman sınırdan sızarak İsrail içinde de eylem yapan gerillalar, dünyanın çeşitli ülkelerindeki Yahudilere ait kuruluşlara karşı saldırılar düzenlemişlerdir. FKÖ, İsrail uçaklarını kaçırarak, olimpiyatları basarak sansasyonel eylemlerle adını duyurmuştur. FKÖ gerillaları Türkiye’de de bazı saldırılar düzenlemişlerdir. Ayrıca FKÖ kamplarında uzun yıllar Türkiye’den giden sol terör gruplara mensup militanlar eğitilmiştir. Bu kişiler zaman zaman İsrail’e karşı Filistinlilerle birlikte savaşmışlardır. Kesin gerilla sayısı hakkında bilgi bulunmayan FKÖ’nün eylem hücreleri bulunmaktadır. 1982 yılında İsrail’in Lübnan’a düzenlediği saldırı sonucu tarihinin en büyük darbelerinden birini yiyen ve ardından Lübnan’dan sürgün edilen FKÖ, Beyrut’tan çıkartılmalarını sağlayan bazı Arap ülkelerine karşı da cephe almıştır.<br /><br />Filistin’in Bağımsızlığı İçin Halk Cephesi (FBHC)<br /><br />FBHC, 1967’de Arap-İsrail savaşında Arap yenilgisini takiben George Habbaş’ın aynı yıl kurduğu sol bir örgüttür. FKÖ’nün katı Marksist kanadını oluşturmaktadır. Arafat’ın Fetih grubundan sonra FKÖ içindeki en geniş grubu temsil etmektedir. Örgütün hedefi, İsrail devletinin kuruluşundan önce İngiliz mandası altında bulunan Filistin toprakları üzerinde Marksist-Leninist bir devlet kurmak ve barış sürecini engellemektir. Pek çok uçak kaçırma ve uluslar arası havaalanlarına düzenlenen saldırılardan sorumlu olan FBHC 1960 ve 1970’li yıllar boyunca uluslar arası terör faaliyetlerinde çok aktif idi. Özellikle 1980’li yıllardan itibaren örgüt, Güney Lübnan’daki İsrail Güvenlik bölgesine sızarak silahlı eylemlerde bulunmuştur. Suriye ve Libya örgüte en fazla maddi ve askeri desteği sağlayan devletler arasında yer almaktadır. Örgüt Şam’da üslenmiş durumdadır. Suriye hükümeti kendi kontrolündeki Lübnan topraklarında örgüte askeri destek sağlamaktadır.<br /><br /><br />Filistin’in Bağımsızlığı İçin Halk Cephesi Ordusu (FBHCO)<br /><br />FBHCO, Filistin’in Bağımsızlığı İçin Halk Cephesi adlı örgütün bir koludur. 1968 yılında kurulmuştur. FKÖ’nün ılımlı bir muhalefeti olarak kabul edilen örgüt, FBHC’nin ılımlı ve İsrail ile uzlaşmaktan yana tavrına ve Marksist ideolojide ısrarlı olmasına karşı çıkmakta ve örgütün terörirst eylemler gerçekleştirebilmesi için konvansiyonel bir askeri güce sahip olması gerektiğine inanmaktadır. Örgüt, az sayıda gerillaya sahip olmakla birlikte konvansiyonel silah eğitimi ve askeri olmayan diğer terörist taktiklerle etkinliğini maksimum düzeye çıkarmaya çalışmaktadır. Suriye adı geçen örgütün baş destekçisi durumundadır. Suriye örgüte Şam’da koruma, lojistik ve askeri destek sağlamakta ve örgütün Lübnan’daki birliklerinin operasyonlarına katkıda bulunmaktadır. Örgüt, 1980’lerin sonlarında İran’la da yakın ilişkiler kurmaya başlamıştır. Güney Lübnan’da İsrail’e karşı Hizbullah’la yan yana savaştığı bilinmektedir.<br /><br />Filistin Kurtuluş Cephesi (FKC)<br /><br />Ebu-Abbas’ın Filistin’in Bağımsızlığı İçin Halk Cephesi Ordusu’nun kontrolünü ele geçirme çabalarında başarısız olması üzerine Filistin Kurtuluş Cephesi Irak’ın desteği ile 1976’da kuruldu. FKC, 1981 yılında Filistin Ulusal Kongresi’nde temsil hakkına sahip oldu. Örgüt 1983 yılında Filistin Kurtuluş Örgütü, Irak ve Suriye yanlısı hiziplere bölündü. Yaser Arafat’a olan kişisel bağlılığına rağmen Ebu-Abbas, Arafat’ın İsrail’le uzlaşmaktan yana olan tutumuna hiçbir zaman destek vermedi. Abbas’ın Irak ve FKÖ’den maddi destek, Suriye ve Libya’dan ise üs desteği aldığı söylenmektedir. Örgütün gerçekleştirdiği en büyük eylem 1995 yılında Achille Lauro yolcu gemisinin kaçırılması oldu. Örgüt militanları İsrail’de de bazı saldırı eylemleri gerçekleştirdiler.<br /><br />Ebu Nidal Örgütü<br /><br />Fetih Devrim Konseyi şeklinde de adlandırılan Ebu Nidal Örgütü gerçek adı Sabri el Banna olan Ebu Nidal’in, Yaser Arafat’ın FKÖ saldırılarını sadece İsrail içinde ve işgal altında bulunan topraklardaki hedeflerle sınırlaması üzerine Arafat’la arasının açılması sonucu 1974 yılında kuruldu. Örgüt, İsrail’in ortadan kaldırılabilmesi için FKÖ’nün terör eylemlerini sınırlamaması ve bu konuda hiç taviz vermemesi gerektiğini savunmakta ve uzlaşmadan yana olan her kesime karşı tavır almaktaydı. Örgütün kuruluşundan bu güne yirmi kadar ülkede gerçekleştirdiği doksan civarındaki eylemde dokuz yüz kişiyi öldürdüğü ya da yaraladığı söylenmektedir. Eylemlerden en büyüğü Aralık 1985’te Roma ve Viyana havaalanlarına düzenlenenlerdir. Ayrıca Suriye’nin emri ile Ürdün’e düzenlediği çeşitli eylemler de bulunmaktadır. Ancak örgütün düzenlediği bu uluslar arası çaptaki eylemler adı geçedn örgütü destekleyen ülkeleri zaman zaman zor durumda bırakmıştır. 1980’li yıllar sonlarında ABD’nin Irak ve Suriye’ye yaptığı baskılar neticesinde Ebu Nidal Örgütü bu iki ülkeden sınır dışı edilmiş ancak Lübnan bu örgüte hamilik yapmaya devam etmiştir.<br /><br />3. Orta Doğu’daki Radikal Grupların Türkiye’ye Etkileri<br /><br />3. 1. PKK ve Türkiye<br /><br />Türkiye'nin de Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgeleri sosyal yapı itibarı ile Orta Doğu'ya benzemektedir. Etnik ve dini aşiretlere olan bağlılık bazı bölgelerde ulusa olan bağlılığın önüne çıkabilmektedir. Miktarları tartışmalı olsa da Türkiye'de belli miktarda Alevi ve Kürt nüfus bulunmaktadır. Doğu ve Güneydoğu Anadolu'daki bu etnik-dini farklılıklardan doğan çatışmalar zaman zaman Türkiye Cumhuriyeti'nin başını ağrıtmıştır. Ancak en büyük tehdit 1980'lerde yoğunlaşarak artan PKK terör örgütünün kadın, çocuk, yaşlı demeden tüm sivil halkı hedef alan faaliyetleri olmuştur. Türkiye'de sayıları hala ihtilaflı bir konu olsa da yerli yabancı araştırma kuruluşlarının genelde ortaya koydukları oran nüfusun yüzde 8'i kadardır. Ancak bu oran Kürt kökenli nüfusu 15-20 milyon olduğunu savunan bazı çevrelerin tepkisine neden olmaktadır. (Önder, 1998; 4-16) Kürt nüfusunun bir kısmı PKK'yı desteklemiş ya da PKK tarafından desteklemeye mecbur edilmiştir. PKK (Partiya Karkeren Kürdistan) lideri Abdullah Öcalan 1978 yılında Kürdistan Ulusal Kurtuluş Ordusu adında gizli bir örgüt kurdu. Örgüt bir süre sonra Kürdistan İşçi Partisi adını aldı. Örgüt özellikle Kürt nüfusun yaşadığı doğu bölgelerinde faaliyetlerine başladı. Öcalan 1980 Darbesi sonrası yoğunlaşan askeri kontrolden dolayı yurt dışına kaçtı. Bu tarihlerde örgütün özellikle İran, Suriye gibi Türkiye'yi Batılı devletlerin çıkarları doğrultusunda politikalar izlemekle suçlayan Orta Doğu devletlerince desteklendiği bilinmektedir. Suriye'nin desteği ile Öcalan PKK'nın kamplarını Lübnan Bekaa Vadisi'ne taşımıştır ve 1984 yılından sonra da Türkiye'de yoğunlaşan terör olaylarını buradan yönlendirmiştir. (Özcan, 1999; 330-331) Özellikle 1990'lı yıllarda güvenlik güçlerinin başarılı operasyonları ve bölge ülkelerine teröre verdikleri desteği kesmeleri yolundaki Türk hükümetinin istekleri ile PKK zayıflamış ve 1999 yılında örgüt başı Öcalan’ın Kenya'da Türk istihbarat mensuplarınca ele geçirilişi de örgüte ciddi darbeyi vurmuştur. PKK bugün nadir olarak güvenlik güçleriyle çatışmaya girmektedir. Görüldüğü gibi aynen Orta Doğu ülkelerinde olduğu gibi etnik farklılıklar dış devletlerce körüklenmek suretiyle Türkiye'ye yönelik tehdit oluşturmaktadır. Günümüzde bu terör örgütü eski gücünü kaybetmiş olmasına rağmen Türk hükümeti A.B.D.'nin yeni Irak yapılanmasında Kuzey Irak Kürtleri’ne verdiği askeri, ekonomik ve siyasi desteği tedirginlikle izlemektedir.<br /><br />3.2. Hizbullah ve Türkiye<br /><br />Dikkatlerin PKK’ya yöneldiği 1990’lı yılları gayet iyi ve yerinde kullanan Hizbullah örgütü, ideolojik ve askeri kanadının oluşması aşamasında, yurtdışı (özellikle de İran) destekli bir biçimde kendi yapılanmasını kurarak önemli bir tehdit merkezi durumuna gelmiştir. PKK eylemlerinin güvenlik güçlerince kontrol altına alınmasının sonrasında, özellikle 1999 yılında güvenlik güçleri Diyarbakır, Urfa, Batman, Ankara ve İstanbul başta olmak üzere dikkatlerini Hizbullah terör örgütü üzerinde yoğunlaştırdıkları gözlemlenmiştir. Diyarbakır emniyet müdürlüğünün yakalanan bir militandan elde edilen şifreli bilgileri değerlendirmesi ve aynı dönemlerde Hizbullahın önde gelen tetikçilerinden Abulaziz Tunç’un itirafçı olarak Diyarbakır emniyetine teslim olması örgütle ilgile bir kısım önemli ipuçlarının ele geçmesini sağlamıştır. Diyarbakır merkezli ele geçirilen belge ve bilgilerden bu örgütün ülkemizin birçok ilini kapsadığı görülmüştür. Bu hazır bilgiler ülkemizin birçok noktasındaki emniyet istihbarat birimlerince paylaşılmış ve bu bilgilere istihbarat teknikleri uygulanılarak yeni bulgular ilave edilmeye başlanmıştır. Ülkemizin değişik yerlerinden toplanılan yeni bilgi ve bulgular Emniyet istihbaratında bir havuza toplanıp büyük bir titizlikle incelenmek suretiyle ‘bilgi değerlendirme’ ünitesinde Hizbullah terör örgütünün parçaları birleştirilmeye başlanmıştır. Bu doğrultuda; Hizbullahın inisiyatif üstünlüğü sağlayan eylem yeri, zamanı ve hedefini seçme özerkliği terör örgütünden alınmaya çalışılmıştır. Özellikle ülke genelinde geniş çaplı ve tam bir koordinasyonla gerçekleşen yakın takip Hizbullah terör örgütünü 1998 yılının ikinci yarısı ve özellikle 1999 yılında Güneydoğu bölgesi dışında ses getirici sansasyonel seri eylemlere yöneltmiştir.<br /><br />Adana, Ankara, Antalya, İstanbul, İçel ve Konya illeri başta olmak üzere 1998 ve 1999 ve 2000 yıllarında örgüt, rakip olarak gördüğü kesimlerden veya örgütten ayrılarak kaçma girişimlerinde bulunanlardan 60 kişiyi kaçırmıştır. Bu kişileri sorgulayan, örgüt lehine propaganda yapmalarını sağlayan Hizbullah daha sonra şahısları işkencelerle öldürmüş ve bu aşamaları örgüt propagandası için kasetlere almıştır. Özellikle 1999 ve 2000 yılının hemen başlarında yer alan bu seri eylemler terör mantığı içerisinde incelendiğinde bir rastlantıdan öte ince hesaplara dayalı önemli bir terör stratejisidir. Burada örgüt ana olarak iki noktayı hedeflemektedir: a Birinci hedef örgütü ülke geneline yayma ve bu esnada örgüte karşı, alternatif veya zararlı olabilecek kitleleri sindirme, dehşet kasetleriyle rakiplerini susturma, korku, panik yaratma, alanında tek olma ve PKK boşluğundan yararlanma. b İkinci ve çok önemli hedef ise, güvenlik güçlerini hazırlıksız yakalama, provoke etme ve dikkatlerini örgüte yoğunlaştırmış olan birimleri değişik noktalardaki eylemleriyle psikolojik baskı altına alma, aceleci ve tepkisel davranmaya itme olarak ifade edilebilir.<br /><br />Ancak son Hizbullah operasyonları değerlendirildiğinde güvenlik güçlerinin ve farklı birimlerin eşgüdümlü olarak, hantallıktan uzam tam bir koordinasyon içinde oldukları söylenebilir. Böylece teöristin elinde bulunan eylem üstünlüğü de (yer, zaman ve hedef seçme açısından), planlı seri operasyonlar sonucunda güvenlik güçlerinin üstünlüğüne dönüşmüş bulunmaktadır. Bugünkü aşamada Hizbullah terör örgütünün askeri kanadını kontrol altına almayı başarabilen güvenlik güçlerinin aynı zamanda bu örgüte karşı inisiyatifi üstünlüğünü ele geçirmenin yarattığı avantajları da önemli ölçülerde kullandığını da görmekteyiz. Bu gelişmeler sonucu aktif militan sayısı ve eylem gücü potansiyeli gibi açılardan PKK terör örgütünün 1987 yılındaki gücüne eşdeğer olarak nitelenen Hizbullah terör örgütünün eylem üstünlüğü büyük ölçüde bitirilmiş gözükmektedir. (İhsan Bal, “Hizbullah”, Journal of Turkish Weekly, <a href="http://www.turkishweekly.net/">http://www.turkishweekly.net/</a>)<br /><br />Sonuç<br /><br />Günümüzde İslami radikalleşme ve terörizm adı altında anılan hareketler, Ortadoğu bölgesinin sosyal, kültürel, politik, ekonomik ve jeo-stratejik anlamlardaki karmaşık ve bir o kadar da dünya sistemi açısından önemli bir alt bölge olmasından kaynaklanmakradır. Bölge genelinde her geçen gün yaygınlaşan ve uçlara kayan İslami hareketler ve grupların oluşmasında ilk olarak öne çıkan olgu, bu unsurların Ortadoğu toplumlarında oluşan Batılı kültürel, politik ve ekonomik değerlere karşı bir tepki olarak ortaya çıktığıdır. Bunun yanı sıra diğer iç ve dış faktörler de bölge genelinde İslami radikalleşmeyi ve radikal islam-şiddet-terörizm üçgenini besler. Öncelikle Ortadoğu genelinin ve özellikle petrol zengini veya yoksunu Arap ülkelerinin yaşadıkları sosyo-ekonomik zorluklar bu durumun kaynağının bir parçasıdır. Ortadoğu bölgesinin genelindeki politik yapı da İslami radikalleşmenin ve terörizmin önemli etkenlerinden birisi durumundadır. Arap devletlerine baktığımızda temel sorun bu devletlerin Batılı yöneticilerden, emperyalistlerden kurtulduktan sonra yeterli derecede “devlet” olma özelliklerini geliştirememeleridir. Bundan kast edilen, bölge genelinde halen koloniyal dönemin izlerini taşıyan elit yönetimlerin demokratik unsurlardan uzak yönetim tarzlarıdır. (Kavli, a.g.m.; 3) Ortadoğu bölgesine has olan bir diğer iç faktör de radikal İslami hareketlere direkt ve çok açık bir motivasyon oluşturan Arap-İsrail çatışmasıdır. İsrail gibi bir devletin bölgede varlığı yalnız devletleri değil toplumları da rahatsız etmekte, böylece tepki seviyesi hep yükseklerde seyretmektedir. Artan çatışmalar ve Filistin sorunu gibi akut sorunlar radikal İslami grupları terörizme teşvik etmekte, onlar da bu etkilerini her geçen gün artırmaktadırlar. İslami unsurlar radikalleşme çizgisine yönelirken aldıkları yolda dış faktörlerden de etkilenmişlerdir. Bu dış faktörler arasında, uzun zaman süren koloniyel dönem ve günümüzde de özellikle Amerika ve İngiltere’nin bölge içindeki aktif rolleri yer almaktadır. Batı’nın kendi değerlerini Ortadoğu bölgesi için tek çıkar yol olarak sunması da halklar arasında ters tepki yapmış bazı ılımlıları dahi radikalleştirmiştir. Gerçekte radikal İslami akım Batı’yı yaptıkları için değil, temsil ettiği değerler ve kimliği yüzünden eleştirmektedir. (The Economist, 2001; 14)<br /><br />Sonuç olarak radikalleşme ve İslam, Orta Asya ve Kafkasya’da olduğu gibi Ortadoğu bölgesinde de güvenlik algılamalarını önemli ölçüde belirlemektedir. Ortadoğu bölgesi geride kalan 1300 yıllık tarihi içinde diğer tüm bölgelerden daha fazla olaya tanıklık etmiş, özellikle İslamiyet’in geleneksel ve tarihsel olgularını yaşamıştır. Tarih içinde gelişimi süren Ortadoğu bölgesi İslami yaşamda da kendine özgü bir yapıya sahiptir. (Peretz, 1994; 49) Ortadoğu bölgesine Orta Asya ve Kafkasya ile karşılaştırmalı olarak baktığımızda öne çıkan en önemli fark, Ortadoğu’nun yoğun tarihsel derinliği içinde dinlerin ve mezheplerin daha fazla çatışmaları ve özellikle din bazlı terörizmin daha yaygın olmasıdır.<br /><br />Kaynakça<br /><br />Ayubi, Nazih, (1995), Stating the Arab State - Politics and Society in the Middle East, London: I.B. Tauris.<br /><br />“ABD’deki Terör Saldırılarının Bölgesel Yansımaları”. Stratejik Analiz, 2 (18), Ekim 2001, Ankara.<br /><br />Bal, İhsan, “Hizbullah”, Journal of Turkish Weekly, <a href="http://www.turkishweekly.net/">http://www.turkishweekly.net/</a><br /><br />Burgat, Francois and William Dowell, (1993), The Islamic Movement in North Africa.<br /><br />Davutoğlu, Ahmet, (2001), Stratejik Derinlik, İstanbul: Küre Yy.<br /><br />Demirel, Emin, (2000), Dünyada Terör, İstanbul: IQ Kültür ve Sanat Yy.<br /><br />Demirel, Emin, (2001), Hizbullah. İstanbul: IQ Kültür ve Sanat Yy.<br /><br />Demirel, Emin, (2003), 2002 Stratejik Dosyalar, İstanbul: IQ Kültür Sanat Yy.<br /><br />Ercan, Suna, (2000), “İsrail’deki Arap Azınlığın Kimlik Sorunu”, Avrasya Dosyası (Arap Dünyası Özel), 6 (1), <a href="http://www.diplomatikgozlem.com/">http://www.diplomatikgozlem.com/</a><br /><br />Erkmen, Serhat, (2001), “ Suudi Arabistan-ABD İlişkileri: Zorunlu Bir ittifakın Geçmişten Bugüne Anatomisi”, Stratejik Analiz, 2 (20), Aralık 2001, Ankara.<br /><br />Jawad, Haifaa A. (Ed.), (1997), The Middle East in the New World Order-Second Edition, London: MacMillan Press Ltd.<br /><br />Johannes, Jansen, (1997), The Dual Nature of Islamic Fundamentalism, London: Hurst and Company.<br /><br />Kavli,Özlem Tür, (2001), “Protest In The Name Of God: Islamist Movements In The Arab World”, Perceptions Journal of International Affairs, June-July 2001, 6 (2), Ankara.<br /><br />Kaztman, Kenneth, (1996), “Orta Doğu’da Terör”, Avrasya Dosyası, 3 (2), Ankara..<br /><br />Kocaoğlu, Mehmet, (1995), Uluslararası İlişkiler Işığında Ortadoğu, Ankara:Genelkurmay Basımevi.<br /><br />Laçiner, Sedat, (2005), “Usame Bin Ladin İdeolojisi”, Journal of Turkish Weekly, <a href="http://www.turkishweekly.net/">http://www.turkishweekly.net/</a>, 28.01.2005.<br /><br />Laçiner, Sedat, (2006), “Müslüman Kardeşler, Hamas ve Hizbullah”, Journal of Turkish Weekly, <a href="http://www.turkishweekly.net/">http://www.turkishweekly.net/</a>, 16.08 2006.<br /><br /><br />Önder, Ali Tayyar, (1998), Türkiye'nin Etnik Yapısı, Ankara: Bilim ve Sanat Dağıtım.<br /><br />Özcan, Ali Nihat, (1999), "İran'ın Türkiye Politikası'nda Ucuz Ama Etkili Bir Manivela: PKK", Avrasya Dosyası, 5 (3), Ankara.<br /><br />Özdemir, Banu Şennur, (Şubat 2003), “Maya Tutmayan Göl: Irak”, M5 Savunma ve Strateji, sayı:116.<br /><br />Peretz, Don, (1994), The Middle East Today-Sixth Edition, USA: Praeger Publishers.<br /><br />“Reconsidering Saudi Arabia”, Washington Post, 11 Kasım 2001.<br /><br />Shafiq, Munir, (1970), “Two Societies”, Abdel-Malek, Anouar, Contemporary Arab Political Thought, London: Zed Books.<br /><br />The Economist, (13-19 September 2001), “Muslims and the West-The Need to Speak Up”, 361 (8243), London.<br /><br />The Economist, (17 November 2001), “Islam and The West-Never The Twain Shall Peacefully Meet?”, 36 (8248), London.<br /><br />The Economist, (22 December 2001-4 January 2002), “Muslim Reaction- The Liberal’s Hour”, 361 (8253), London.<br /><br />Waltz, Susan, (1986), “Islamist Appeal in Tunisia”, The Middle East Journal, 40 (4).Gamze Güngörmüş Konahttp://www.blogger.com/profile/14874505075986951772noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-7485590980046694453.post-23859147492090458952008-05-24T18:33:00.000+03:002012-06-27T14:33:43.957+03:00Turkish-American Relations-EnglishKONA, Gamze Güngörmüş (2008). “Turkish-American Relations : Destined To Eternal Continuity”. The paper presented at the International Symposium on Democratization, Globalization and Turkey, Akdeniz University, 27-30 March 2008, Antalya.<br /><br />TURKISH-AMERICAN RELATIONS : DESTINED TO ETERNAL CONTINUITY<br /><br />TÜRK-AMERİKAN İLİŞKİLERİ : SÜREKLİLİĞE YAZGILI BİR İLİŞKİ BİÇİMİ<br /><br />Dr. Gamze Güngörmüş Kona<br /><br />ABSTRACT<br /><br />The relations between the Turks and Americans dates back to the Ottoman Empire period. Familiarity with the Americans rose through the mass immigrations of the Ottoman Turks to the newly discovered world began in 1860s and also through the extension of the missionaries headed American colleges in Anatolia since the begining of 1870. In the Constitutional Era II, some Turkish students went to America for education. Moreover, the military staff and the Ottoman diplomats in America also accelerated this familiarity. Turkish interest in the U.S. grew more depending on U.S. determination not to wage war against the Ottoman Empire in the World War I and quite humanitarian 14 Points of Woodrow Wilson declared by the U.S. after the war. In line with this, even some Turkish intellectuals expressed their view that the sole solution was to accept the U.S. hegomony. After the War of Independence and the establishment of Turkish Republic, political, cultural and economic relations with the U.S. augmented gradually. In fact, the reason or reasons of two states’ relationship initiated after the World War II and intensified in time between a super power like U.S. and a medium power like Turkey has always aroused wonder. However, when we examine foreign policy patterns that these states adopt and opportunities that they present for each other we would realise that the relations between these two states are based on mutual benefits and common ideals. From the end of World War II to the begining of post-Cold War period the U.S. and Turkey shared approximately the same ideals related to security perception, defence policies, foreign policy principles through supporting each other in international platforms. Although there has been some disagreements regarding some foreign policy matters between these two states in the end they succeeded to find a solution. During the Cold War period while Turkey did its best to side with the U.S. in order to survive economically and politically U.S. did its utmost to benefit from its geopolitically important ally, Turkey, to reinforce its position and compansate its geopolitical deficiencies in the Middle East region against the Soviet Union. Following the demise of the Soviet Union the mentioned reciprocal advantages continued. The structural changes in the Balkans and Central Asian region and the plasticity appeared after the Gulf War II still necessitate both states’ cooperation in every field. In the first part of this article, Turkish-American relations will be explained through historical perspective, in the second part, in order to grasp the nature of those relations common foreign policy preferences that make those two states closer will be detailed and this close relationship will be identified along with examples. In the last part of the article, the problems faced by Turkey as the result of the mentioned close relationship between Turkey and the U.S. will be highlightened but it will also be mentioned that those problems were unable to detoriatate the continuity between Turkey and the U.S. In other words, in the article, it will be proved that the relationship between Turkey and the U.S. represents “strategic partnership” rather than “ordinary” and “temporary” through explaining the factors which necessitate “continuity” between those two states.<br /><br />Key Words:Turkey, U.S., relations, problems, continuity, strategic partnership<br /><br />ÖZET<br /><br />Türk ve Amerikan halkları arasındaki ilişkilerin geçmişi Osmanlı İmparatorluğu dönemine kadar uzanmaktadır. Osmanlı Türklerinin Amerikalılara yönelik ilgisi, 1860’larda yeni keşfedilen bu dünyaya yapılan toplu göçlerle ve 1870’lerden itibaren misyonerliğin Amerikan kolejlerinin önderliğinde Anadolu’da yayılmasıyla artmaya başladı. II. Meşrutiyet Döneminde bazı Türk öğrenciler tahsil için Amerika’ya gitti. Amerika’daki askeri kadro ve Osmanlı diplomatları da bu yakınlaşmayı hızlandırdı. Türklerin ABD’ye ilgisi, ABD’nin I. Dünya Savaşı’nda Osmanlı İmparatorluğu’na karşı savaş açmama kararı alması ve savaştan sonra Wilson barış prensiplerini açıklaması üzerine daha da arttı. Hatta bir kısım Osmanlı aydını tek çözümün ABD egemenliğini kabul etmek olduğu görüşünü bile dile getirir oldu. Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasından sonra, ABD ile siyasal, kültürel ve ekonomik ilişkiler giderek gelişme gösterdi. Öte yandan, iki devletin II. Dünya Savaşı’ndan sonra başlayan ve ABD gibi bir süper güçle Türkiye gibi orta büyüklükte bir ülke arasında zamanla artan ilişkinin nedenleri hep hayretle karşılanmıştır. Ancak, bu devletlerin benimsemiş olduğu dış politika davranış modellerini ve birbirlerine sundukları fırsatları incelediğimizde, bu iki devlet arasındaki ilişkilerin karşılıklı çıkarlara ve ortak ideallere dayandığını görürüz. II. Dünya Savaşı’nın sona ermesinden Soğuk Savaş sonrası dönemin başlangıcına kadar ABD ve Türkiye, uluslararası platformlarda birbirlerini destekleyerek güvenlik anlayışı, savunma politikaları, dış politika ilkeleriyle ilgili olarak hemen hemen aynı idealleri paylaşmışlardır. Bu iki devlet arasında bazı dış politika konularında anlaşmazlıklar çıkmış olsa da sonunda bir çözüm bulmayı başarmışlardır. Türkiye, Soğuk Savaş döneminde, ekonomik ve siyasal olarak ayakta kalabilmek amacıyla ABD’nin tarafında olmak için elinden gelen çabayı gösterirken, ABD de, Orta Doğu bölgesinde Sovyetler Birliği karşısındaki durumunu kuvvetlendirmek ve jeopolitik yetersizliklerini telafi etmek üzere jeopolitik önemi bulunan bu müttefikinden, Türkiye’den yararlanmak için büyük çaba harcamıştır. Bu karşılıklı avantajlar Sovyetler Birliği’nin sona ermesinden sonra da devam etmiştir. Balkanlar ve Orta Asya bölgesindeki yapısal değişiklikler, II. Irak operasyonundan sonra ortaya çıkan belirsizlik, günümüzde de her iki devletin her alanda işbirliğini gerektirmektedir. Yıllardır benimsedikleri ortak politikaların yanısıra, ABD ve Türkiye, birçok konuda birbirleri için önem taşımaktadır. Bu makale kapsamında, birinci bölümde Türkiye ve Amerika Birleşik Devletleri arasındaki ilişkiler tarihsel perspektif kapsamında incelendikten sonra ikinci bölümde bu yakın ilişkinin tabiatını anlamak için bu devletleri yakınlaştıran ortak dış politika tercihleri açıklanacak, Türkiye’nin ABD için taşıdığı önem ve ABD’nin de Türkiye için arz ettiği önem örneklerle ifade edilecektir. Son bölümde ise Türkiye’nin ABD ile 1950’li yıllardan itibaren geliştirdiği yoğun ikili ilişkilerin Türkiye nezdinde yarattığı sorunsal örneklerle açıklanacak fakat bu sorunsalın ikili ilişkilerde sürekliliği engelleyici bir niteliğe sahip olmadığı belirtilecektir. Bir başka deyişle, Türk-Amerikan ilişkilerinde “sürekliliği” gerektiren faktörler açıklanmak suretiyle Türk-ABD ilişkilerinin sıradan ve geçici nitelik taşıyan bir ilişkiden çok öte, bir stratejik ortaklık olduğu ispatlanmaya çalışılacaktır.<br /><br />Anahtar Kelimeler:Türkiye, ABD, ilişki, sorunlar, süreklilik, stratejik ortaklık<br /><br />INTRODUCTION<br />The Cold War concept put forward an entire and continuous clash between the sides. The establishment of the blocks employed the credibility of that concept. The Cold War motto 'allied or enemy' in a way helped the foundation of the blocks. In other words, the founding concept of the blocks urged their supporters (the states) to adopt the way of life, different in the Eastern and Western blocks. By doing so, the block leaders could reinforce the values which provide the continuity of the blocks and solidarity among block supporters (Langlois et.al., 2000:277) Depending on the mentioned threat perception concept and block structures in the Cold War realities, Turkish officials developed security policies shaped by the newly-emerged security concerns at the very begining of 1950s. First of all, Turkey prefered to be a member of the Nato to preserve its territorial integrity and the right to self-determination against the Soviet Union. In the following years of the Cold War period, Turkish officials, in order to cover Turkey's economic and security needs, and to realise Westernization ideals, did their utmost to integrate with the security, military and economic organizations of the West, particularly the U.S. The period after the Cold War brought about both international and regional chaos and Turkey, suddenly and unexpectedly, found herself in this political mess. Along with the nationalist, religious and ethnic confrontations in the Balkan, Caucasus and Central Asian regions and with the changes in the Gulf, Turkey had to recall its security concerns and security policy in the new international environment (Fuller, 1992:30) Unlike the Cold War period, Turkey has to determine its security and foreign policy from a wider perspective. Since the begining of the post-Cold War period, far from being a ‘defensive’ process, the conceptualization of Turkish foreign policy orientation has involved political, economic and cultural factors all together. So, since 1990s Turkey has to make its security and foreign policy arrangements not only according to Russian threat, defence of its borders and attempts of Greece as in the Cold War period but also according to multi-dimentional changes in the balance of power in international system, and the mentioned political environment also necessitates Turkish-U.S. close cooperation in 21st century.<br />1.HISTORICAL BACKGROUND OF THE RELATIONS BETWEEN TURKEY AND THE U.S.<br /><a name="_Toc531350897"></a><br />The relations between the Turks and Americans dates back to the Ottoman Empire period. Since the Americans had given importance to trade they concluded treaties with Algeria, Tripoli and Tunisia which were under Ottoman domination then. The basic goal of America was to initiate trade with some Ottoman provinces. On May 7, 1831, Treaty of Commerce was signed by the Ottoman Empire and America. Following this treaty, both the number of American commercial ship visiting Izmir and the exportation rate grew largely. Along with the mentioned developments, America set up its consulate in İstanbul in 1831. Despite these efforts, the Ottoman society, except for the ones in state administration, had no detailed information about Americans. Familiarity with the Americans rose through the mass immigrations of the Ottoman Turks to the newly discovered world began in 1860s and also through the extension of the missionaries headed American colleges in Anatolia since the begining of 1870. In the Constitutional Era II, some Turkish students went to America for education. Moreover, the military staff and the Ottoman diplomats in America also accelerated this familiarity. (Kuran, 1994:39-43) <a name="_Toc531350898">Turkish interest in the U.S. grew more depending on U.S. determination not to wage war against the Ottoman Empire in the World War I and quite humanitarian 14 Points of Woodrow Wilson declared by the U.S. after the war. In line with this, even some Turkish intellectuals expressed their view that the sole solution was to accept the U.S. hegomony. After the War of Independence and the establishment of Turkish Republic, political, cultural and economic relations with the U.S. augmented gradually.</a><a name="_Toc531350899"> It has been customary to view Turkish-American relations in four different periods. In an analytical setting, Truman Doctrine (1947) is regarded as the first step in bilateral relationship. In the first period (1945-1960), the relations between these two states represents full cooperation in every field from military to politics. In the second period (1960-1980), the relations have had some defects due to the changes in international system and some negaive changes in American policy toward Turkey. In the third period (1980-1990) Turkish-American relations turned out to be normal following the Islamic revolution in Iran and Soviet occupation of Afghanistan. The fourth period still continues. In this period the relations between U.S. and Turkey necessitate full cooperation again. So as to explain the features of the relations between these two states we will draw an outline of the periods roughly.</a><br /><br /><a name="_Toc462582596"></a><a name="_Toc462072393"></a><a name="_Toc461704137"></a><a name="_Toc461703697">a. Period I (1945-1960)</a><br /><a name="_Toc531350900">Political polarization of the international system, possible expansion of communist ideology and the Soviet threat have been the factors which provided U.S.-Turkish close-up. The U.S., in order to take the security of the Middle East under guarantee against Soviet Union and to prevent Soviet Union from enlarging its influence through the Meditarenean, began to reinforce relations with Turkey. The first concrete example of this warm relationship showed itself in financial assistance given by the U.S. to Turkey as the result of Truman Doctrine and Marshall Plan, and following Turkey’s Nato membership, strategic and political cooperation expanded the content of Turkish-U.S. relations. Turkey remained one of the most important and trustable ally of the U.S. between 1945 and 1960.</a> <a name="_Toc531350901">During that period while Turkey was extremely contented to have integrated herself with the west and western institutions U.S. was totaly satisfied about Turkey since she was able to surround Soviet Union partly through Turkey by intensifying relations. So, we</a> <a name="_Toc531350902">might say that neither Turkey nor U.S. have had such a nice experience in terms of bilateral relations after that period.</a><br /><br /><a name="_Toc462582597"></a><a name="_Toc462072394"></a><a name="_Toc461704138"></a><a name="_Toc461703698">b. Period II (1960-1980)</a><br /><a name="_Toc531350903">It can be argued that between 1960 and 1980 Turkish-American relations could not keep their intensified level as between 1945 and 1960. The reasons of this downgrade were various. First of all, the detente occured in international system led both the U.S. and Turkey to initiate political relations with the Soviet Union. </a><a name="_Toc531350904">Deployment of the Jupiter missiles in Turkey for the exchange of removal of Russian missiles in Cuba in 1962, which caused discomfort in Turkey (Sander, 1979:209-225) and some other attempts to soften tight relations with the Soviet Union all affected Turkish-American relations negatively. In addition to this, the positive changes in Soviet political behaviour had also an impact on softening the tight bipolar system.</a> <a name="_Toc531350905">However, apart from the changes in international system, the relations with the U.S. were heavily shaped by the American attitude toward Cyprus issue after 1960s. The U.S. has always regarded Cyprus problems as a serious handicap between two important Nato members and claimed that any problem that would possibly cause severe conflict between Turkey and Greece would give harm to Nato’s security responsibilities in the Balkans and Middle East particularly regarding the Soviet Union. For this reason, the U.S. opposed any attempt to solve the Cyprus issue through clash or war except for bilateral agreements.</a> <a name="_Toc531350906">In addition to the U.S. security interests, the activities of the Greek Lobby also affected the U.S. policy toward Cyprus since the mid-1950s. While the Greek Lobby was influential over the President (the then President Johnson) in 1963-64 Cyprus crisis, Greek</a> <a name="_Toc531350907">Americans successfully lobbied the U.S. Congress during 1974 Cyprus crisis. (Bölükbaşı, 1992:66)</a> <a name="_Toc531350908">In 1964, when Turkish authorities decided to send troops to Cyprus, U.S. openly represented her opposition against Turkey within the letter sent by the U.S. president Lyndon Johnson on June 1964. In president Johnson’s letter U.S. supported the idea that the military attack to be realised by Turkey would result with direct Soviet interference with the issue and expressed that she would hinder Turkey to use the military device supplied by the U.S. for Turkey in this attack.</a> <a name="_Toc531350909"></a><br /><br />Following the Johnson letter the relations between Turkey and U.S. began to lessen and even became negative. In 1965, Turkey rejected MLF (Multi Lateral Force) Project. In the same year, Turkey refused to augment its military force within Nato complaining about the insufficiency of military assistance given to her by Nato. Moreover, Turkey criticised U.S. in relation with the Vietnam War declaring that she is not infavour of using force in Vietnam. In addition to these, use of American bases and joint defence installations in Turkey was rearranged by Turkey in 1968 and 1969. The mentioned rearrangement restricted the unlimited activities of the U.S. in Turkey through these bases and installations. Turkey also forced U.S. to decrease the number of the American personnel in Turkey. Furthermore, the coalition government headed by Premier Bulent Ecevit resumed the poppy growing ban in 1974. The gradual reduction in the amount of financial assistance given to Turkey by the U.S. appeared unexpectedly as a kind of punishment after 1968. <a name="_Toc531350910">So, we can argue that both the changes in international political system and Cyprus crisis in 1964 had been the determinants of Turkish-American relations between 1964 and 1974. (See Sönmezoğlu, 1995:29-84)</a> <a name="_Toc531350911">The second phase after 1974 respresented more complexity in terms of Turkish-American relations. Following the second peace attack of Turkey in Cyprus, the U.S. cancelled the military assistance to Turkey and on 5 February 1975 U.S. arms ambargo on Turkey began. Just after the ambargo decision was put into force Turkey began to show opposition. On 13 February 1975 Turkey declared the establishment of Cyprus Turkish Federative state and on 26 February she expressed that she will not join the Nato Winter Practices to be realised in February-March. In addition to these, on 25 July 1975 Turkish government cancelled the 1969 U.S.-Turkish Treaty and banned the activities of all American bases/installations in Turkey. (see Campany, 1986)</a> <a name="_Toc531350912">Although the U.S. government softened the conditions of the ambargo in late 1975, during the period in which the ambargo kept its relevance, Turkey was badly affected economically. From the begining of ambargo decision to the removal of it, Turkey felt the necessity to reevaluate her relations and position in Western alliance. The idea that Turkey should give more importance to her own national benefits than devoting herself fully to the U.S. began to be widely pronounced. </a><br /><a name="_Toc462582598"></a><a name="_Toc462072395"></a><a name="_Toc461704139"></a><a name="_Toc461703699"></a><br />c. Period III (1980-1990)<br /><a name="_Toc531350917">Following the lifting of the U.S. ambargo on Turkey, the relations between two states turned to normality. However, it should be taken into consideration that removal of the U.S. ambargo on Turkey was not only and the most important reason which made the relations better. In this context, the changes in international system consisted the other side of the coin. Since the changes directly affected American attitude toward Turkey we will mention these changes roughly.</a><br /><br /><a name="_Toc531350918">As we pointed out before one of the reasons which helped Turkish-American relations be less intimate had been the improvement in Soviet-American relations. During the detente period in which the Soviet threat had been softened as the result of bilateral agreements reached by two parties, Turkey’s importance before the U.S. diminished. Following the upgrading relations with the Soviet Union, American security perception in the Middle East had lost its severeness and parallel to this development American policy on Turkey, which was believed to be the most important state against any Soviet expansion in the Middle East region, had changed profoundly and unexpectedly. From then on, U.S. concentrated its attention on Cyprus matter between Greece and Turkey and disappointed Turkey several times through taking negative decisions in the Congress.</a> <a name="_Toc531350919">However, two important developments in 1979, Islamic Revolution in Iran and Soviet occupation of Afghanistan, resulted with total satisfaction in terms of Turkey.</a> <a name="_Toc531350920">Along with the regime change in Iran, U.S. lost one of the two important pillars in the Middle East. Following the dismantlement of pro-American Shah Rıza Pehlevi, the new leader Ayetollah Homeyni declared the U.S. as the Great Satan and adopted rather hostile policy toward American supporters. Furthermore, Soviet Union, in order to fill the gap emerged as the result of the regime change in Iran and to have advantages in the Middle East region, began to increase relations with Iran. The Soviet Union was also intensifying relations, particularly economic relations, with Turkey. In addition to the developments mentioned above, Soviet Union occupied Afghanistan in 1979, which severely affected promising Soviet-American relations.</a> <a name="_Toc531350921">These all gave the signals of a possible radical change in Soviet foreign policy behaviour and forced U.S. to rearrange its policies related to the Soviet Union. Along with revival of Soviet interest in the Middle East region Turkey regained its importance before the U.S. regarding its role in the Middle East, eastern Mediterranean and Balkans against Soviet Union. Under these circumstances, vital importance of Adana-Incirlik Air Base began to be more emphasized by the U.S. (see Sezer, 1981)</a> <a name="_Toc531350922">Besides the decreasing level of oppression by the U.S. on Turkey related to the Cyprus matter, U.S. also increased the amount of assistance given to Turkey. While the reason of less strict American attitude towards Turkey related to the Cyprus matter was that Cyprus matter began to consist only a small part of American foreign policy agenda since she had to focus on the changes occured in late 1970s, the reason of an increase in American assistance to Turkey was to make Turkey be better off in order to guarantee the security of the Middle East, eastern Mediterranean and Balkans against Soviet Union.</a><br /><br /><a name="_Toc462582599"></a><a name="_Toc462072396"></a><a name="_Toc461704140"></a><a name="_Toc461703700">d. Period IV (1991- )</a><br /><a name="_Toc531350925">The post-Cold War realities of international political system necessitated both the U.S. and Turkey to forget misconceptions, bad experiences felt in the Cold War period. The changes in international system did not loose the ties with the U.S.. On the contrary, along with the development, Turkey became more indispensable for U.S. and vice versa. Gulf Crisis and Gulf War in 1990-1991, the new order in Central Asian region and disorder in the Balkans, terrorist attack on World Trade Center all proved the necessity and reinforced the mentioned Turkish-U.S. relationship.</a> However, the most critical factor that rises coflict in regard to Turkish-U.S. relations presently has been the different political approaches of Turkish and American sides to the developments in Iraq following the second U.S. operation in Iraq. Turkish decision-makers strongly believe that the prevailing chaos in Iraq would lead to the establishment of an independent Kurdish state in Iraq and this would result in the threat of that state against Turkish national security. Despite the guarantees and promises given by the American political elite related with the preservation of Turkish national security, Turkish side still feels a profound hesitation on the issue and that makes the relations rather tense recently.<br />2. THE FACTORS LEADING TURKEY AND THE U.S. TO BECOME ALLIES<br /><a name="_Toc531350840">In fact, the reason or reasons of two states’ relationship initiated after the World War II and intensified in time between a super power like U.S. and a medium power like Turkey has always aroused wonder. However, when we examine foreign policy patterns that these states adopt and opportunities that they present for each other we would realise that the relations between these two states are based on mutual benefits and common ideals. So, in order to understand the nature of this intimate relationship, we would emphasize common foreign policy preferences that lead these states to become closer and importance of Turkey for the U.S. and importance of U.S. for Turkey. In other words we would mention the factors which necessitate “continuity” in Turkish-American relations.</a><br /><a name="_Toc462582593"></a><a name="_Toc462072388"></a><a name="_Toc461704132"></a><a name="_Toc461703692">a. Common Foreign Policy Preferences</a><br /><a name="_Toc531350841">Although American foreign policy is much more diversified and complex compared to Turkish foreign policy the similarities between these two states’ foreign</a> <a name="_Toc531350842">policy behaviour have been astonishingly high. From the end of World War II to the begining of post-Cold War period the U.S. and Turkey shared approximately the same ideals related to security perception, defence policies, foreign policy principles through supporting each other in international platforms. </a><a name="_Toc531350843"></a><br /><br />So, it would be ideal to give some examples which would make it clear that Turkey and U.S. have had some common foreign policy preferences during the Cold War years and in post-Cold War period: <a name="_Toc531350844">1. During the Cold War years both U.S. and Turkey were determined to take precautions against communist ideology and Soviet Union’s expansionist threat. While U.S. developed policies to make Soviet expansionist threat ineffective (see MFA Working Group Paper, pp.200-207) and “determined to rescue the world from Stalin as they did from Hitler” (Ambrose, 1992:xi), Turkey, in order to defend its territorial unity, not only adopted these policies also actively involved in structures developed for the containment of the Soviet Union. Nato and Baghdad Pact were among these structures</a>; <a name="_Toc531350845">2. Both the U.S. and Turkey were in favour of maintaining international political order established after the World War II. As the American strategist John Spkyman indicated, the main notion that the U.S. strategy is based on during the World War II and after this war has been to hinder the emergence of any states’ hegemony over other states in Europe and Asia. For this reason, U.S. has found it evitable that she has to continue her existence in these regions. (Elekdağ, 1999)</a> <a name="_Toc531350846">After the World War II, Turkey shared the same idea with the U.S.. She speculated that Soviet political and economic influence or hegemony particularly in the Middle East and Eastern Mediterranean would create catastrophic results which would threaten her independence</a>; 3. <a name="_Toc531350847">Following the demise of the Soviet Union this mentioned policy remained unchanged. American attitude in the Gulf Crisis II has been the first example which proved the continuation of U.S.’ policy. Saddam Hussein who started the war with Kuwait in order to enlarge Iraq’s sphere of influence in the Middle East region came accross with U.S. objection. The attempts of the Russian Federation to fill the political, military and economic vacuum in the Central Asian region occured as the result of the break up of the Soviet Union led the reinforcement of the U.S. interest in the region. In this newly- shaped world order Turkey does not approve any states’ hegemony especially nearby.</a> <a name="_Toc531350848">The most important reason of the U.S., according to Buzan “undoubtedly greatest of the great powers” (Buzan, 1991:434) after 1990s, to continue this policy in the new world order is to emphasize its super power position in international arena. One of the most important issue disscussed among foreign policy decision makers in Washington after the Cold War period was how to prepare the conditions that would lead the U.S. to last its global hegemony. (Gürses, 1999)</a> <a name="_Toc531350849">However, the idea of Turkey in regard to following this policy in this new world order is much less sophisticated compared to the U.S.. Turkey only wishes to gain advantages through using cultural, linguistic, ethnic and religious ties with the Central Asian republics in the Central Asian region, be the most powerful regional state in Middle East and the Balkans. Turkey believes that as long as the status quo is kept in these regions she would be advantageous</a>; 4.<a name="_Toc531350850"> In the new world order both U.S. and Turkey, as in the Cold War period, have been tightly sticked with the existence and reinforcement of Nato. Although Nato connotates different meanings for the U.S. and Turkey, these two states develop policies which support Nato fully. The following two quotations by two Turkish journalists explain the importance of the Nato both for Turkey and the U.S. “Turkey, through its Nato membership, could maintain its territorial unity and security, survive despite Moscow’s expansionist ideals. By the help of Nato membership Turkey could modernise and strengthten its military forces; provide foreign support necessary for economic development and have an important position in the West...” (Kohen, 1999) “According to Washington, the most important function of Nato has been to last U.S.’ military and political existence in Europe and to provide a legal basis for the mentioned existence”. (Elekdağ, 1999)</a>; 5. <a name="_Toc531350851">Different from the Cold War period, ethnic and religious conflicts and economic inequality began to be uttered more often in stead of inter-state ideological, political and military wars. While the solution to East-West conflict was mainly based on “deterence” in the Cold War period, the solution to ethnic and religious conflict is based on “peace operations” in the post-Cold War period. As seen in the Gulf War II, Somalia, Bosnia-Herzegovina and Kosova these peace operations have become widely spread. While the U.S., as the leader of Nato, directs these operations, Turkey is directly involved in the mentioned operations either by providing logistic and military support, financial assistance or humanitarian aid. Since peace operations bear importance for both the U.S. and Turkey, they prefer acting together.</a> <a name="_Toc531350852">Although the reason of the U.S. and Turkey’s participation in peace operations is completely different, their cooperation in these make them more intimate. It is obvious that U.S. plays primarily important role in peace operations in order to prevent any state’s attempt to gain influence as the result of power vacuum occured by religious or ethnic conflicts in some regions; Turkey, through siding with the U.S., intends to gain political, economic and military support of the U.S. and to augment its prestige with in the Nato</a>; 6.<a name="_Toc531350853"> Turkey and the U.S. share the same ideas about the necessity of democratic government systems and market economy. While U.S. emphasises her proud regarding her initiatives to establish institutions and norms of democracy and market economy in the newly independent states which lack these and also her attemps to help the countries to preserve their democratic structures and market economies, Turkey does not hesitate to point out its uniqueness particularly in the Middle East region since she is the only democratic and laic country which represents unique example in the region.</a> <a name="_Toc531350854">In the post-Cold War order, the U.S. as the global super power supports attempts of democratization and transition to market economy. The U.S. believes that as long as democratic institutions are established and economic wellfare is maintained the world would be less chaotic. As for Turkey’s support to the establishment of democracy and market economy, Turkey’s policy is quite clear, Turkey assumes that the newly-independent Central Asian republics would be able to last their independence and refrain from going under the influence of any regional or global power, such as Russian Federation, through adopting norms of democracy and market economy.</a><br /><br />However, the wildcard scenario in regard to those common foreign policy preferences appeared following the Iraqi operation of the U.S. after 9/11. Kurdish groups in northern Iraq, inspired by the ongoing chaos in Iraq, very often points out their determination to establish an independent Kurdish state in northern Iraq through intensifying their anti-Turkish political discourse and propaganda. And the PKK, reinforced indirectly by those negative developments, has increased its attacks against Turkey. American neutral stand toward the activities of Kurdish groups in northern Iraq and the attacks of the PKK against Turkey rises and intensifies negative concern among Turkish political elite.<br /><br /><a name="_Toc462582594"></a><a name="_Toc462072389"></a><a name="_Toc461704133"></a><a name="_Toc461703693">b. Importance of Turkey and U.S. for each other</a><br /><a name="_Toc531350855">In addition to the common policies that these two states have adopted for years, both U.S. and Turkey represent importance for each other in many issues. Firstly we will mention the importance of Turkey for the U.S. then importance of the U.S. for Turkey.</a><br /><a name="_Toc462072390"></a><a name="_Toc461704134"></a><a name="_Toc461703694">What Does Turkey Mean For The U.S.</a><br /><a name="_Toc531350856">It might sound rather ego-centric to other states that Turkish foreign-policy makers overemphasize the geo-strategic and geo-economic importance of Turkey before some other regional or international powers particularly before the U.S. However, along with the begining of the post-Cold War period the explanations in regard to the strategic importance of Turkey made by the U.S. officials back this widely held view strongly even they make it clear that geo-strategic importance of Turkey taking its functions in various</a> <a name="_Toc531350857">regions in the post-Cold War period compared to the functions she had in certain regions in the Cold War period increased immensely. The following explanations of Arthur Cry, the former vice-president and programme director of the Chicago Council on Foreign Relations, resumes the reasons why Turkey has represented importance since the Cold War and why this importance is getting more remarkable since the begining of the post-Cold War period for the U.S.</a> <a name="_Toc531350858">According to Cry, “Turkey remains distinctive in several respects from the perspective of American foreign policy. First, the nation is one of the most faithful and reliable allies. The large number of Turkish as well as American graves at the special United Nations cemetery at Pusan at South Corea, a moving legacy of fighting together to defend that nation during the 1950-1953 Korean War, are among the most dramatic testimonies available for that fact. More recently, Turkey stood with the U.S. and other UN forces in the coalition which drove Iraq out of Kuwait in early 1991.</a> <a name="_Toc531350859">Secondly,</a> Turkey is at geopolitical crossroads, now as it was in the past. Turkey, rightly, is both a traditional great power and one with a pivotal role in the contemporary fluid international system; she holds control of the straits linking the Black and Mediterranean seas, is located at the southern end of a region which has known almost constant tension and strife since the Crimean War of the mid-nineteen century and has a powerful national military tradition. At the same time, the end of the Cold War provides an incentive to move beyond the Western tendency to view Turkey, at times in an off-hand manner, as simply a buffer and barrier against possible expansion by the Soviet Union. <a name="_Toc531350860">Thirdly, Turkey is at religious and cultural crossroads as well, blending Christian and Muslim populations, at the border of the Judaeo, Christian West and Muslim East. Turkey is confronted with a changing national population pattern at the same time that the rise of Islamic fundamentalism and associated movements and immigration from Islamic nations to Europe is generating political concern and social tension in the West”. (Cry, 1996:108)</a> <a name="_Toc531350861">In addition to the explanations above the following items will also help us understand the importance of Turkey for the U.S. better</a>:<br /><br /><a name="_Toc531350862">Nato’s Milestone</a>: <a name="_Toc531350863">During the Cold War period and in the new world order Turkey has played an important role with in the Nato. Kuniholm explains the mentioned crucial role that Turkey holds in the following words; “...as the strongest anti-Communist country on the periphery of the Soviet Union, only country in the eastern Mediterranean capable of substantial resistance to the Soviets; it constituted a deterrent to Soviet aggression and provided something of a protective screen for the region”. (Kuniholm, 1983:422) According to the U.S., Nato’s realisation of its defence role and reinforcement of this role is regarded as the primarily important for global security. Turkey, being a Nato member, showed a great performance in the Middle East region and against the Soviet Union during the Cold War years.</a> <a name="_Toc531350864">In the post-Cold War period Turkey’s importance with in Nato increased in relation with its geographical capabilities in the Balkans, Middle East and Central Asia. Arık expresses this upgrading importance and influence of Turkey in these words “Turkey has moved on from its marginal position of merely being a southern flank country of Nato, to become a common center and platform where what we can briefly call rings of Eurasian regional security are emerging. Central and eastern Europe, the Balkans, the Black Sea region and the Caucasus, Eastern Mediterranean, the Middle East and Central Asia, all of these Circles of Security, are clamped together and intersect where Turkey is located”. (Arık, 1995/96:8) So, we can argue that from the U.S. point of view, Turkey will remain one of the most important Nato ally of the U.S. through assisting the well-being of global security.</a><br /><a name="_Toc531350865">Trustable Ally</a>: <a name="_Toc531350866">History of Turkish-American relations proved the fact that although the U.S. caused threat to Turkey’s defence and security (Cuba missile crisis in 1962); directly</a> <a name="_Toc531350867">interfered with Turkey’s own security issues (1965 Johnson Letter); cancelled military and economic assistance (1975 U.S. arms ambargo); gave harm to Turkish economy (Turkey’s economic loss in the end of Gulf War II) and realised policies which affected Turkey’s internal stability negatively (security zone above 36 parallel emerged along with the Gulf War II in the northern Iraq), Turkey did not give up siding with the U.S. and remained as the most faithful ally of her.</a><br /><a name="_Toc531350868">An Important State against the Soviet Union/Russian Federation</a>: <a name="_Toc531350869">During the Cold War period, Turkey actively took part in containment policy designed to keep the Soviet Union under pressure militarily and politically in order to prevent it from causing military and political threat in the regions geographically close to it and also against the Western block. Turkey’s activities within the containment policy gave practical results against the Soviet Union particularly in the Middle East region.</a> <a name="_Toc531350870">Although the communist threat removed in the post-Cold War order, Russian Federation, the successor of the Soviet Union, still causes discomfort in Nato and Central Asian region. Nationalist attitude of some of the leaders, the policies adopted against Nato enlargement, near abroad policy based on keeping formerly Soviet states under its own political and economic authority are the sources of threat in the Russian Federation. In this new structure, Turkey also has an important mission in the region. She both helps the U.S. be closer to political and economic developments in the Central Asian republics and control the Russian policies related to these republics. In other words, Turkey provides suitable environment for the U.S. to realise its own policies in the Central Asian region.</a><br /><a name="_Toc531350871">Geopolitically well-situated State</a>: <a name="_Toc531350872">Fortunately, this faithful ally of the U.S. represents a geopolitical miracle for her. She is located on the passing routes of the regions which bear vital importance for the U.S. </a><a name="_Toc531350873">In this light, it would be a must to evaluate Turkey’s geopolitical importance for the U.S., say, what does Turkey represent for the U.S. in terms of geopolitics? The answer to be given would also enlighten Turkey’s credibility before the U.S.</a><a name="_Toc531350874"> According to Oral Sander, geographic location of Turkey which has influenced U.S. geostrategic perception about Turkey should be assessed on two levels. Firstly, Turkey’s importance regarding the Middle East region and secondly Turkey’s geographic proximity to the Soviet Union/Russian Federation. (Sander, 1980:112) Turkey has been one of the most important regional actors in the Middle East region. During the Cold War years and also at present U.S. did strongly need and still needs the existence and prosperity of Turkey taking its economic and political interests into consideration. Maintaining free flow of oil into world markets, safeguarding the security of transportation routes in the Mediterranean; providing continuity of the status quo in the Middle East region, supporting Israel state’s independence and deterring any Soviet military attack will remain primarily important issues for the U.S.</a> <a name="_Toc531350875">Turkey’s remarkable geographic location in the Middle East directly affects capability of the U.S. to realise military attack or counterattack in the eastern Mediterranean. In addition to this, U.S. via Turkey can have the chance of interfering in regional wars in the Middle East region as experienced in the Gulf War II. Furthermore, Turkey has been the most suitable state to eliminate any Soviet military adventure in the region. (Sander, p.113)</a> <a name="_Toc531350876">Besides the importance of Turkey in the Middle East region, Turkey’s geographic proximity to the Soviet Union/Russian Federation is also significant for the U.S. global defence requirements. During the Cold War period, U.S. installed several military bases to be used in case of any Soviet military attack. Although the Soviet threat lost its priority in U.S. defence perception following its disintegration, Turkey’s geographic proximity to the Russian Federation is still important considering political, economic and military ideals of the Russian Federation, the successor to the Soviet Union. In the post-Cold War period</a> <a name="_Toc531350877">Turkey would possibly play an important role in the conflicts to occure in the Central Asian region and Balkans which would necessitate U.S. involvement.</a><br /><br /><a name="_Toc531350878">The points mentioned above only consist half of the reasons which provide continuity in Turkish-American relations. The panorama will be complete when we indicate reasons of indispensibility of the U.S. for Turkey since 1945.</a><br /><a name="_Toc462072391"></a><a name="_Toc461704135"></a><a name="_Toc461703695">What Does The U.S. Mean For Turkey</a><br /><a name="_Toc531350879">Since the end of the World War II and the begining of East-West confrontation, the U.S. has meant several meanings for Turkey in terms of Turkey’s defense requirements, economic needs, political and economic support in international organizations and security. In the following items we will try to explain the reasons of Turkey’s close relationship with the U.S. for years.</a><br /><br /><a name="_Toc531350880">Military and Economic Assistance</a>: <a name="_Toc531350881">Parallel to the Cold War period Nato security concept, Turkey was obliged to fulfill tasks in the regions in which the U.S. interests are important. For the realisation of these duties Turkey was supported militarily and economically by the U.S. Although the Soviet threat was removed U.S. government finds it necessary to continue to give military and economic assistance to Turkey.</a> <a name="_Toc531350882">As mentioned before, although Turkey’s mission to play the role imposed by the U.S. against the Soviet Union’s expansionist policy was reduced due to the changes in international system at the begining of the post-Cold period, some other developments which urged the West and U.S. to reevaluate Turkey’s position in the region made the global powers to direct their attention to Turkey again. According to the Nato members, particularly the U.S., despite the fact that Turkey’s responsibility as the southern flank ally of Nato in the Cold War period was eliminated Turkey has suddenly become more important regarding the ethnic, religious and political conflicts and also economic</a> <a name="_Toc531350883">problems in the formerly Russian communities. Turkey started to be viewed as a state which can make a crucial contribution to integrating these newly emerging states into a broader Euro-Atlantic structure of security and cooperation and also which can serve as a model and guide for those states which aspire to follow the path of secular democracy. (Solana, 1996:17)</a> <a name="_Toc531350884">For the reasons mentioned above Turkey’s downgrading importance at the very begining of the post-Cold War period was replaced and increased regarding international changes. So, in this new system, the U.S. is in favour of assisting Turkey militarily, politically and economically. Turkey, taking the fact that she could realise her economic and military development after the World War II largely by the U.S. assistance into consideration, has always been in need of U.S. financial support. Due to this reason, Turkey’s one of the most important concerns in the context of Turkish-American relations has been the continuation of American financial assistance during the Cold War period and in the post-Cold War order. Turkey shows great attention to her relationship with the U.S. for the continuation and increase of this financial assistance.</a><br /><a name="_Toc531350885">Security</a>: <a name="_Toc531350886">It can be argued that Turkey has always felt discomfort about sharing 600 kilometres border with such a big neighbour like Soviet Union during the Cold War years. The Ottoman Turks had enough experience about Soviet Empire for 400 years due to the long and often wars. Along with the establishment of the Soviet Union, following the Bolshevik revolution in 1917, except for the first few decades, Turkey began to experience direct threat from the Soviet Union. Soviet demand to have bases on the straits and to annex Kars and Ardahan prepared a suitable milieu for Turkish agitatation against the Soviet Union. From then on, Turkey began to look for the ways to take its security and defence under guarantee. Although the U.S. refused Turkey’s proposal to side with her against the Soviet Union for several times, in the end she adopted pro-Turkish policy against the common threat, the Soviet Union.</a> <a name="_Toc531350887">Especially after Nato membership, Turkey found a strong ally, like the U.S. and provided Western support for its security needs against the Soviet Union. Since the begining of 1945, for Turkey the U.S. refered to a kind of partner which can eliminate Turkey’s security worries. Although the Soviet threat was removed, new threats emerged and Turkey still requires the U.S. back in the pot-Cold War order. So, it is obvious that security concerns of Turkey constitutes a large part of its intimate relationship with the U.S.</a><br /><a name="_Toc531350888">Integration with the Western Institution</a>: <a name="_Toc531350889">The desire of the founder of Turkish Republic was to reach the level of Western states, in other words Westernisation was a kind of state policy. Adaptation of western law and tradition were among the first attempts that new Turkish Republic realised. After the World War II, Turkey accelerated this process due to its security, defence and economic concerns. Regarding the changes in the balance of power and polarization, Turkey deeply involved itself in joining Western institutions. In connection with this involvement U.S. played an important role. U.S. facilitated Turkey’s integration process with the western institutions through providing political support in international platforms.</a><br /><br /><a name="_Toc531350890"></a><br />3. THE PROBLEMS FACED BY TURKEY AS THE RESULT OF THE CLOSE RELATIONSHIP BETWEEN TURKEY AND THE U.S.<br />According to the explanations given above we can prove the fact that Turkish-American foreign policy preferences coincide with eachother and there have been many factors which make these two states set up close relationship. When we overview the period during which Turkey and U.S. have been the closest allies, it would become obvious that Turkey in order to benefit from the U.S. support had to make several concessions and experience some disadvantages while the U.S. stood more powerfully before Soviet Union in some regions such as Middle East and eastern Mediterranean by the help of Turkey. In order to explain the mentioned concessions and disadvantages that Turkey has had in regard to this close relationship with the U.S., we would give some examples. <a name="_Toc531350891">First of all, Turkey made the Middle East Arab states alienated for the sake of U.S.. Turkey while intensifying relations with the U.S. and the West developed anti-Arab</a> <a name="_Toc531350892">policies. So, this caused both the increase in Arab hatred against Turkey and resulted with the elimination of Middle East states’ political and economic support that Turkey planned to have under the conditions that she strongly needed.</a><a name="_Toc531350893"> Secondly, from time to time Turkish authorities had to tackle with domestic policy chaos caused by Turkey’s long standing dependency on the U.S. and rather permissive attitude toward this state. Anti-Americanism, which emerged in late 1960 and became virulent in 1970s, provoked rightists and leftists in Turkey and shared the responsibility of destabilising domestic policy order.</a> <a name="_Toc531350894">Thirdly, Turkey, taking her security and economic needs and also Mustafa Kemal Ataturk’s goals based on westernization and economic development into account, had to be dependent on the U.S. fully. This complete dependence on the U.S. refrained Turkey from determining her foreign policy strategies related to the regions in which Turkey is geographically situated, from adopting multi-dimensional foreign policy and diversifying its foreign policy agenda. This also resulted in isolation of Turkey in international political arena. Turkey felt the need of other states’ political and economic support particularly whenever its relations became worse with the U.S. but could not obtain she expected.</a><a name="_Toc531350895"> Fourthly, Turkey’s determination to cooperate only with the U.S. after the World War II made her incapable of emphasising its economic and military power before the U.S.’ immense military and economic power. But, if Turkey had developed cooperation particularly with the regional states, the political and military potential she had would have given her the chance of being a regional power.</a> <a name="_Toc531350896">Lastly, Turkish decision-makers had clearly declared its stand as regard the northern Iraq, an independent Kurdish state in the region just before the second U.S. operation in Iraq and warned the sides against the probable establishment of an independent Kurdish state. Kurdish groups attempted to enlarge their sphere of influence in Iraq following the U.S. disappointment as the result of negative decision given by Turkish Grand National Assembly in March. From then on, almost every political attempt of Turkey related with Northern Iraq faced both the U.S. and the Kurdish groups. Moreover, the attempts to establish federal Kurdish region in northern Iraq resulted in favour of the Kurds. In this process, the U.S. anti-Turkish approach might be evaluated as the negative result of that mentioned disappointment. </a><br />CONCLUSION<br />Despite the disadvantages Turkey had to experience and also considering Turkey’s economic and military development partly supported by the U.S., we can support the idea that “Turkey’s foreign policy, in the foreseeable conjunctures of the late twentieth century, can not be conceived in terms of whether one takes one’s coffee with milk or not-that is, whether one takes Turkish foreign policy with the U.S. or without the U.S.. The parameters of Turkish foreign policy are such that Turkey is almost destined to take its coffee with milk particularly given the proven strategic antics of our European friends and the vast uncertainties of an apres Yeltsin situation in Russia”. (Borovalı, 1996:74)<br /><br />KAYNAKÇA<br /><br /><a name="_Toc21278797"></a><a name="_Toc531351266">Ambrose, Stephen E. (1993) Dünyaya Açılım-1938’den Günümüze Amerikan Dış Politikası (U.S. Foreign Policy Since 1938), (Tr.Ruhican Tul), Dış Politika Enstitüsü</a>, Ankara, p.xi.<br /><br /><a name="_Toc21278807"></a><a name="_Toc531351276">Arık, Umut (1995/96) “Turkey and the International Security System in the 21th Century”, Eurasian Studies, 4</a>,<br />p.8.<br /><a name="_Toc21278848"></a><a name="_Toc531351318"></a><br />Borovalı, Ali Fuat (1996) “Turkish American Relations in Recent Conjuncture”, Foreign Policy, 1-2, p.74.<br /><br /><a name="_Toc21278850"></a><a name="_Toc531351320">Bolukbası, Suha (1992) “The Greek Lobby and Cyprus: The 1964 and 1974 Campaigns”, Foreign Policy, </a><br />3-4, p.66.<br /><a name="_Toc21278904"></a><a name="_Toc531351375"></a><br /><a name="_Toc21278860"></a><a name="_Toc531351330">Buzan, Barry (1991) “New Patterns of Global Security in the twenty-first century”, International Affairs, 3</a>,<br />p.434.<br /><br /><a name="_Toc21278862"></a><a name="_Toc531351332">Campany, Richard C. (1986) Turkey and the United States, The Arms Embargo Period, Praeger Publishers</a>,<br />Westport.<br /><br /><a name="_Toc21278870"></a><a name="_Toc531351340">Cry, Arthur (1996) “Turkey and the West”, Perceptions-Journal of International Affairs, 3</a>, p.108.<br /><br />Elekdag, Sukru (1999) “Nato, ABD, AB ve Türkiye” (“Nato, U.S., EU and Turkey”), Milliyet Daily, 26 April 1999.<br /><br />Fuller, Graham, (1992) “Turkey in the New International Security Environment” Foreign Policy (Ankara), vol.XVI, nos.3-4, p.30.<br /><a name="_Toc21278949"></a><a name="_Toc531351423"></a><br />Gurses, Emin (1999) “ABD Dış Politikası ve Balkanlar” (“U.S. Foreign Policy and the Balkans”), Cumhuriyet Daily, 19 April 1999.<br /><br /><a name="_Toc21279010"></a><a name="_Toc531351488">Kohen, Sami (1999) “Nato’ya ’evet’ ”(“ ‘yes’ to Nato”), Milliyet Daily, 27 April 1999.</a><br /><br /><a name="_Toc21279025"></a><a name="_Toc531351503">Kuniholm, Bruce R. (1983) “Turkey and Nato: Past, Present, and Future”, Orbis (Summer 1983)</a>, p.422.<br /><br /><a name="_Toc21279028"></a><a name="_Toc531351506">Kuran, Ercument (1994) “XIX. Yüzyılda Osmanlı Türklerinin Amerika’yı Tanıması”(“Recognizing America by the Ottoman Turks in 19th Century”), Recep Erturk ve Hayatı Tufekçioglu (Eds), 500. Yılında Amerika(America in its 500. Anniversary), Bağlam</a> Press, Istanbul, pp.39-43.<br /><br />Langlois, George, Jean Boismenu, Luc Lefebvre, Partice Regimbald (2000) 20. Yüzyýl Tarihi (20th Century History), Nehir Medya Press, p.277.<br /><a name="_Toc21279074"></a><a name="_Toc531351556"></a><br />Ministry of Foreign Affairs Working Group Paper (1995) Geçmişten Günümüze Amerika(America-From Past To Present), Dış Politika Enstitüsü, Ankara, pp.200-207.<br /><br /><a name="_Toc21279139"></a><a name="_Toc531351624">Sander, Oral (1979) Türk-Amerikan Ilişkileri 1947-1964 (Turkish-American Relations 1947-1964), Siyasal Bilgiler Fakültesi</a> Press, Ankara.<br /><br /><a name="_Toc21279147"></a><a name="_Toc531351632">Sezer, Duygu Bazoglu (1981) “Turkey’s Security Policies”, Adelphi Papers, 164.</a><br /><br /><a name="_Toc21279156"></a><a name="_Toc531351642">Solana, Javier (1996) “Nato in Transition”, Perceptions-Journal of International Affairs, 1, </a>p.17.<br /><br /><a name="_Toc21279163"></a><a name="_Toc531351651">Sönmezoglu, Faruk (1995) ABD’nin Türkiye Politikası (1964-1980)(American Policy on Turkey 1964-1980), Der Press.</a>, İstanbul, pp.29-84.Gamze Güngörmüş Konahttp://www.blogger.com/profile/14874505075986951772noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-7485590980046694453.post-80783250200591180592007-08-28T01:25:00.000+03:002012-06-27T14:58:56.920+03:00Türkiye'nin Güvenlik Politikaları (2000-2008)KONA, Gamze Güngörmüş (2008), "Türkiye'nin Güvenlik Politikaları", Prof.Dr. Haydar Çakmak (Der.), 1001-1007, Platin Yayınları, ISBN 978-9944-137-25-6, Ankara, 2008.
<br />
<br />2000-2008 Dönemi Türkiye’nin Güvenlik Politikaları
<br />
<br />Soğuk Savaş sonrası dönemin ardından uluslararası sistem kapsamında yaşanan bir dizi radikal değişim, dönüşüm ve kriz anları kimi kez bizleri Soğuk Savaş döneminin en sıcak gelişmelerini dahi özlemle anacak noktaya sürüklemiştir. 1991 sonrası şahit olunan, kimi devletlerce bizzat yaşanan gelişmeler, hız, kapsam ve nicelik gibi açılardan o denli yoğun bir görünüm arz etmişlerdir ki uluslararası sistem bir radikal değişimi tolere edebilmek adına kendisi için gerekli olan olgunluğa erişemeden bir diğer değişimle yüzleşmek durumunda kalmıştır. Soğuk Savaş sonrası dönemde Orta Doğu ve Doğu Akdeniz bölgeleri geçmişte olduğundan farklı bir nitelikte, daha geniş kapsamlı ve kesif kriz noktalarına sahip olurken, Orta Asya, Kafkasya, Balkanlar, Güney Doğu Asya gibi Soğuk Savaş süresince “zoraki sessizlik” yaşayan bölgeler 1991 sonrasında yeni kriz bölgeleri olarak belirmişlerdir. Bu bölgelerin bizim açımızdan en önemli özelliği, Türkiye’yi çevreleyen bir alan oluşturmasıdır. Dolayısıyla Türkiye’nin bu alanların birinde meydana gelebilecek bir değişikliğe tepkisiz kalması düşünülemez. Türkiye’nin pasif bir konumda olması ve herhangi bir rol üstlenmemesi; ne bu bölgeler ne de Türkiye açısından mümkün gözükmektedir.
<br />Türkiye’nin güvenliğini direkt etkileme potansiyeline sahip bu bölgeler sahip oldukları birçok benzerlik açısından dikkat çekmektedir. Bunlar genellikle siyasal olarak istikrarsız alanlardır, çoğu etnik, dini temellere dayanan çatışmalarla çalkalanmaktadır. Ya sıcak çatışmaların ya da patlamaya hazır potansiyel “soğuk savaş”ların yaşandığı durumlar, adı geçen bölgelerin en tipik özelliğidir. Çoğunun geçmişte sömürge dönemi geçirmesi de genel olarak bir benzerlik olmakla beraber bölgelerin günümüz siyasal yapısını şekillendirmede önemli bir etkiye sahiptir. Sömürgeci devletler, bu coğrafyaları etnik, dini, linguistik ve diğer farklılıkları göz önünde bulundurmadan sadece kendi ekonomik ve siyasal çıkarları doğrultusunda parçalamışlardır. Sınırların bu şekilde çizilmiş olması sonu gelmeyen bir çatışma döngüsünü beraberinde getirmiştir. Bu çatışma potansiyeli, uluslararası aktörleri ve küresel güçleri de bu bölgelerle ilgilenmeye itmiş ve uygulanmaya çalışılan politikalar ya da “barış girişimleri” genellikle çözüm getirmek yerine durumu daha da kötüleştirmiştir. Küresel güçlerin bu bölgelere olan ilgisi artarak devam edecek gibi gözükmektedir. Bunun en bariz örneğini ilerde daha geniş kapsamlı değineceğimiz ABD’nin son Irak Operasyonu girişiminde görmekteyiz. Operasyonun sonuçlarının diğer küresel güçlerin dikkatini bölgeye daha fazla çekeceğini söyleyebiliriz. Adı geçen bölgelerdeki devletlerin özellikle sömürge döneminin bir kalıntısı olarak genellikle otoriter hükümetler tarafından yönetildiğini belirtmek gerekir. Bu hükümetler özellikle ABD ve SSBC arasında yaşanan Soğuk Savaş nedeniyle süper güçler tarafından ya desteklenmişlerdir ya da bu rejimlerin varlığı ve politikaları çok fazla sorgulanmamıştır. Dolayısıyla bu devletlerin demokrasi kavramına pek tanıdık oldukları söylenemez. Devletin çıkarları ya da rejimin gereklilikleri halkların hak ve özgürlüklerinden genellikle daha önemli sayılmış ve insanların baskı altına alınmaları ya da temel hak ve özgürlüklerden mahrum bırakılmaları gayet makul karşılanabilmiştir. Demokrasi anlayışının oturmamış olması; çoğulculuk, sivil toplum, insan hakları gibi günümüz liberal anlayışının gereklerinin oluşmamış ya da çok az gelişmiş olduğunu göstermektedir. Değinilmesi gereken başka bir benzerlik de bölge devletlerinin genellikle zengin kaynaklara sahip olmasına rağmen ekonomik yönden gelişmemiş olmalarıdır. Başta petrol ve doğalgaz olmak üzere birçok ekonomik kaynağı barındırmakla beraber bölge devletlerinin bu kaynakların işletilmesinde ya çok az etkin olduğunu ya da bu işi tamamen küresel güçlerin çok uluslu şirketlerine ve konsorsiyumlar(ın)a bıraktıklarını söylemek mümkündür. Dolayısıyla bu devletlerin hem ekonomik hem siyasal hem de güvenlik ile ilgili hususlarda diğer devletlerden büyük oranda etkilendikleri açıktır.
<br />Hemen hemen tümü yukarıda değinilen bu ortak özelliklere sahip yeni dönem kriz bölgeleri sadece kendi bölgelerinde yer alan devletler bağlamında değil ABD, Avrupa Birliği ve Türkiye gibi devlet ve yapılanmaların da güvenliklerine ilişkin bazı önemli unsurlar ifade etmeye başlamış ve ABD, AB, Türkiye adı geçen kriz bölgeleri için zorunlu olarak bir dizi güvenlik politikası geliştirmeye başlamışlardır. Ancak, AB üyesi ülkeler ve Türkiye’ye oranla ABD kendi ulusal güvenlik kaygılarını başlangıçta giderebilmek adına yeni kriz bölgelerine ilişkin daha kapsamlı ve kökten güvenlik politikaları geliştirmiştir. Makale kapsamında 2000 yılından bu güne Türkiye’nin geliştirdiği ve uygulamakta olduğu güvenlik politikaları ele alınacaktır.
<br />Türkiye Soğuk Savaş’ın bitimiyle güvenlik ve dış politika alanlarında ciddi değişimlerle yüzleşmek zorunda kalmıştır. Soğuk Savaş döneminde Sovyetler Birliği’nden gelen tehdit algılaması Batının yanında yer alınarak dengelenebiliyordu. Ama küresel dengelerin değiştiği 1990’larda Türkiye de birçok devletin yaptığı gibi bölgesel sorunlarla daha fazla ilgilenmek zorunda kalmıştır. Irak’ın Kuveyt’i işgalinden sonra yaşanan Körfez müdahalesi ve Irak’ta meydana gelen değişiklikler Türkiye’nin dış politika ve güvenlik gündemini en çok işgal eden konular olmuştur. Kuzey Irak’ta bir Kürt devletinin kurulması ihtimali Türkiye’de sıkça gündeme gelen konulardan biri olmuştur.
<br />Türkiye Soğuk Savaş sonrası dönemde bir çok kriz bölgesinde ABD ile ortak hareket etmiştir. Somali, Bosna ve Kosova müdahalelerinde Türkiye ABD’nin yanında yer almıştır. Bu müdahalelerde Türkiye Soğuk Savaş’tan bu yana süregelen “en güvenilir müttefik” konumunu devam ettirmiştir. Kriz bölgelerinden Balkanlar’da Türkiye Yugoslavya’nın dağılmasıyla bölge ile daha yakından ilgilenmeye başlamıştır. Etnik yapı, din, dil gibi özellikler bakımından büyük farklılıklar gösteren bu coğrafya Yugoslavya’nın dağılmasıyla çatışmaların odağı haline gelmiştir. Farklı dil, din, mezhep ve etnik gruba sahip insanların yanyana yaşadığı bu coğrafya, dağılmadan çok kısa bir zaman sonra savaş alanına dönmüştür. Ortodoks Sırplar, Katolik Hırvatlar ve Müslüman Boşnaklar arasında çıkan savaşta çok ciddi bir etnik temizlik başlamıştır ve bu olay Avrupa’nın göbeğinde olmasına rağmen Avrupa ve Avrupa Birliği üyesi ülkeler olaya sadece seyirci kalmıştır. Türkiye bölgedeki çatışmaların barışçı yoldan halledilmesini ısrarla istemiştir. Rusya’nın vetosuna rağmen, NATO düzeyinde bir harekat düzenleyen ABD ve onun müttefikleri olaya müdahale etmiş ve Dayton Anlaşması ile olaylar durulabilmiştir. Türkiye, bölgede barışın tesis edilmesi hususunda ABD ve NATO ile ortak hareket etmiştir. Kısa bir süre sonra Kosova’da patlak veren olaylar Türkiye’nin bölge ile yeniden yakından ilgilenmesine neden olmuştur. Kosova, Yugoslavya döneminde özerk bir yapıya sahip olmasına rağmen dağılmadan sonraki dönemde statüsünün belirsizliği ve bölgedeki Arnavutlar’ın daha fazla özerklik isteklerine Sırplar’dan sert bir tepki gelmiş ve bölge yine sıcak çatışmaların içine sürüklenmiştir. Avrupa ve Avrupa Birliği’nin Bosna olayında olduğu gibi yine seyirci kalması üzerine Rusya’nın veto çabalarına rağmen NATO düzeyinde ABD’nin öncülük ettiği askeri müdahaleyle olaylar durulabilmiştir. Bosna’nın halen istikrara kavuşturulamaması; bölgenin her an patlamaya hazır bir çatışma potansiyeline sahip olduğunu göstermektedir ki, Türkiye’nin bölgedeki gelişmeleri yakından takip etmesi gerekmektedir. NATO’nun bölgede bulundurduğu barışı koruma birlikleri Türkiye’nin zaten bölge ile ilgili gelişmelerde barıştan yana olduğunu göstermeye yetmiştir. Türkiye’nin bu birliklerde asker bulundurmasının bölge istikrarına katkıda bulunacağını söyleyebiliriz.
<br />Kafkaslar ve Orta Asya’da Türkiye güvenlik açısından Türk Cumhuriyetlerle ilişkilerini yoğun tutmaya çalışmıştır. Özellikle Kafkaslar’da Ermenistan-Azerbaycan arasında Karabağ sorunu yüzünden çıkan çatışmada Türkiye, Azerbeycan’ı açıkça desteklemiştir. Fakat Rusya, Ermenistan’a olan açık desteği ve bölge üzerinde geçmişten beri süregelen etkinliği ile Türkiye’nin etki alanını daraltmıştır. Rusya ile ilişkileri ciddi şekilde gerginleştiren bu olaylar, Türkiye’nin Kafkasya’daki diğer devletler ve Orta Asya’daki cumhuriyetlerle ilişkilerini de etkilemiştir. Rusya, Türkiye’nin Rus-Çeçen çatışmasında Çeçenleri desteklediğini defalarca iddia etmiştir. Bu iddialar karşısında Türkiye’nin benimsediği tavır genel olarak Rusya ile ilişkilerin bozulmamasına gayret gösterme şeklinde olmuştur. Rusya’nın iç meselesi olarak nitelendirdiği bu olaya Rus yönetimi çok sert tepki göstermiş ve Rusya’nın parçalanabileceği telaşı Rus yöneticileri Türkiye’ye karşı tavır almaya itmiştir. Çünkü Orta Asya ve Kafkaslar halen önemli bir Türk nüfusu barındırmaktadır ve Çeçenistan’da meydana gelebilecek bir bağımsızlık hareketi diğer bölgeleri de etkileyebilecektir. Özellikle 11 Eylül 2001 saldırılarından sonra ABD ve Rusya arasında yaşanan yakınlık Rusya’nın bölgede daha rahat hareket etmesini sağlamıştır. Rusya’nın yapacağı müdahalelerde kısa bir süre önce oluşan uluslararası yapının Rusya’ya geniş bir hareket alanı sağladığını untmamamız gerekir. Gerek Azerbaycan, gerek Çeçenistan konularında Türkiye’nin ihtiyatlı olması ve Rus faktörünü göz ardı etmemesi gerekir. Orta Asya’daki Türk Cumhuriyetleri ile olan ilişkilerde de Rus faktörünün hesaba katılması gerekir. Çünkü 11 Eylül saldırılarından sonra bölge üzerindeki ABD-Rus mücadelesinin kısmen de olsa ertelendiğine tanık oluyoruz. Dolayısıyla ABD bölgeye nüfuz edebilmek için Rus gücünü dengeleme adına artık Türkiye’ye 1990’ların başında duyduğu gereksinimi duymayabilir. Yani Türkiye’nin model bir ülke olarak telaffuz edilmesinin ötesinde çok da fazla bir fonksiyonu olmayabilir. Burada bölgede -hem Kafkaslar’da hem de Orta Asya’da- istikrarsızlığın giderilebilmesi için petrol ve doğalgaz kaynaklarının Batı’ya aktarımı önemli bir unsur olacaktır. Ayrıca, ABD’ye Irak operasyonunda açık destek veren Şevardnadze hükümetinin düş(ürül)mesi, Kırgızistan ve Ukrayna’da yaşanan olaylar ABD’nin bölgeye ilgisinin ileride artacağının ve Rusya ile ABD arasındaki ilişkilerin bundan etkileneceğinin işaretlerini vermektedir. Kendi içinde çok parçalı bir yapısı olan Gürcistan’ın ileride ABD için Kafkasya’ya yönelik yeni politikalar benimsemede önemli bir unsur olacağını hatırlatmamız gerekir.
<br />Türkiye’nin yeni kriz bölgelerine ilişkin olarak geliştirdiği politikalar yukarıda açıklanmaya çalışılmıştır. Ancak, Türkiye’nin güvenliği açısından üzerinde daha bir önemle durulması gereken husus; ABD’nin Yeni Orta Doğu Politikası Karşısında Türkiye’nin Orta Doğu bölgesi için geliştirmesi gereken güvenlik politikaları olmalıdır. Çünkü ABD’nin yeni Orta Doğu politikası, yakın gelecekte Türkiye’nin bu bölgeye ilişkin dış politikasını ve ulusal güvenlik politikalarını büyük ölçüde belirleme kabiliyetine sahip bir gelişme olarak karşımıza çıkacaktır.
<br />Türkiye’nin Orta Doğu’daki devletlerle ilişkileri genel olarak uzun süreli ve istikrarlı bir şekilde gelişmemiştir. Çoğu zaman küçük sorunlar dahi devletler arasında önemli krizlere yol açabilmiştir. Bölge devletlerinin rejimlerinin farklılığı ve geçmişten gelen sınır sorunları gibi temel sorunlarına, dışarıdan desteklenen iç sorunlar da eklenince bölge devletleri arasında ciddi bir güvensizlik ortamı oluşmuştur. Türkiye’nin de bölge devletleri ile ilişkileri benzer sebepler yüzünden ilerleme imkanını çok fazla bulamamıştır. Özellikle Suriye, İran gibi komşularımızla ilişkilerimizin genelde uzun soluklu ve olumlu bir şekilde ilerlemesi çok mümkün olmamıştır. Türkiye’nin Soğuk Savaş sonrası dönemde Irak özelinde geliştirdiği politikalarda Kuzey Irak’ta oluşması muhtemel Kürt devletinin temel belirleyici olduğunu söyleyebiliriz. ABD tarafından 36. paralelin uçuşa yasak bölge ilan edilmesi ve bu bölgenin “Çekiç Güç” müdahalesiyle güvenli bölge olarak açıklanması Saddam Hüseyin yönetiminin bölge üzerindeki etkinliğini azaltmış ve bölgedeki Kürtler için olumlu bir ortam oluşturmuştu. Türkiye, özellikle PKK terörü ile ilgilendiği için Kürtler’in buradaki oluşumuna çok fazla tepki göstermemiştir. Ancak, ikinci Irak operasyonunu takip eden süreçte Irak genelinde ve kuzey Irak özelinde yaşanmakta olan Türkiye aleyhine gelişmeler Türk karar alıcılarının politik ve güvenlik gündemini fazlasıyla rahatsız etmektedir.
<br />Bölgenin diğer önemli bir kriz noktası olan Filistin, Türk-Arap ilişkilerini derinden etkileyen önemli bir konu olmuştur. Türkiye’nin Soğuk Savaş’ın önemli bir kısmında ABD ile olan yakın münasebeti nedeniyle İsrail ile ilişkilerini sıcak tuttuğunu söyleyebiliriz. Bu ilişki, Türkiye’nin Orta Doğu’da Araplar’la olan ilişkilerine olumsuz bir etkide bulunmuştur. Araplar - özellikle Mısır ve Suriye - Filistin sorununu Arap milliyetçiliğinin tetikleyicisi olarak kullanmışlar ve dolayısıyla İsrail’e destek veren ya da onunla olumlu ilişki kuran her devletin Araplar’a karşı cephe aldığı fikrini savunmuşlardır. Petrol krizi ve iç politikada yaşanan gelişmelerinin bir sonucu olarak Arap ülkeleriyle ilişkiler kısmen de olsa düzelmiştir. Ancak 1980’lerde İsrail ile geliştirilen ilişkiler 1990’larda savunma alanında imzalanan anlaşmalarla zirveye çıkmıştır. Bu yakın ilişki, Soğuk Savaş dönemine oranla Arap devletlerinin tepkisine çok fazla neden olmamıştır. Çünkü Türkiye geçmişe oranla biraz daha dengeli bir politika takip etmiş ve iki tarafı da ciddi olarak dikkate almıştır. İki taraf arasında yapılacak barış görüşmelerine ev sahipliği yapma teklifinde dahi bulunan Türkiye, Oslo Barış Süreci’ni desteklemiştir. Ne var ki Filistin sorunu herhangi bir çözümle neticelenmemiş ve İsrail bu soruna genellikle terörist örgütlerin yaptığı faaliyetleri temel alarak yaklaşmıştır. 11 Eylül 2001 saldırılarından sonra İsrail bölgede etkinliğini artırmış ve “Güvenlik Duvarı”nın inşasına başlayarak temel kaygılarını Filistin’deki Araplar’ı çevreleyerek gidermeye çalışmıştır.
<br />Türkiye’nin güvenlik politikasını belirleyebilmesi için öncelikle ABD’nin 11 Eylül 2001 saldırılarından sonra nasıl bir yayılma gösterdiğini ve bunun hangi devletleri nasıl etkilediğini belirlememiz gerekir. ABD, genel itibariyle Balkanlar ve Doğu Avrupa’dan sonra Kafkasya ve Orta Asya’ya yerleşmeye başlamıştır ve bunun son ayağını da Irak müdahalesi sonrası Orta Doğu oluşturmaktadır. ABD’nin askeri varlığı tarafından çevrelenen unsurları şöyle sıralayabiliriz: Çevrelenen Rusya: Doğu Avrupa, Orta Asya ve Kafkasya’dan; Çevrelenen Avrupa Birliği: Doğu Avrupa ve Balkanlar’dan; Çevrelenen Çin: Orta Asya’dan (gelecek için); Çevrelenen Arap dünyası: Orta Doğu’dan; Çevrelenen Türkiye: Orta Asya, Kafkasya, Orta Doğu ve Balkanlar’dan.
<br />ABD, yeni Orta Doğu politikasını hayata geçirmeye çalışırken, Türkiye’den kendisine destek vermesini istemiştir. Orta Doğu devletlerinin büyük oranda demokratik değerlere kavuşmasını amaçlayan bu politikanın hedefi genel olarak Araplar’ın bulunduğu yerlerdir. Ancak bunun içine Kuzey Afrika ve ileride ABD’nin belirleyeceği muhtemel coğrafyaları da ekleyebiliriz. Türkiye’nin böyle bir projede yer alması kriz bölgelerinin sorunlarının önemli ölçüde azalması için önemli bir fırsat olabilir. Fakat Türkiye’nin bu projenin neler getireceği husususunda ihtiyatlı davranması ve iyi bir muhasebede bulunması gerekir. Türkiye, Orta Doğu’daki devletlerle ilişkilerini yeniden gözden geçirme ihtiyacını hissedebilir. İlişkilerin gerginleşme ihtimali ileride birtakım sorunlara yol açabilir. Türkiye’nin 1950’lerde Arap devletleri tarafından Batı emperyalizminin ve ABD’nin bir unsuru olduğu yönündeki algılamayı unutmamamız gerekir. Türkiye’nin bu demokratikleştirme çabalarında hedefin devletler ve rejimler değil, toplumsal yapıların demokratikleştirilmesi olduğuna once kendisi ikna olmalıdır. Aksi durumda, Arap milliyetçiliği Türkiye’yi emperyal amaçları olduğu iddiasıyla suçlayabilir. Türkiye’nin ilişkilerinde en çok sorun yaşayabileceği iki devlet Mısır ve İran olabilir. Çünkü, İran toplumsal yapısı ve rejimi itibariyle demokrasiye uzak ancak, halkının önemli bir kısmının bu iki unsuru da arzuladığı bir yapıya sahiptir. Mısır ise Arap dünyasının ve Orta Doğu’nun liderliğine oynayan bir devlet konumundadır. Dolayısıyla ABD tarafından başlatılacak bu girişim Mısır’ın pozisyonunu olumsuz etkileyebilir.
<br />Orta Doğu’nun önemli bir kriz bölgesi olan Filistin sorununda da Türkiye politikasını tekrar gözden geçirmelidir. ABD’nin yaymayı düşündüğü demokrasi fikrinin genel olarak güvenlik sebeplerinden kaynaklandığı ortadadır. Ancak demokratikleşme kavramının İsrail tarafından nasıl algılanacağı önemlidir. Bu kavramın “Halkların self determinasyonu” fikrini taşıması halinde Filistin’deki Araplar’a devlet kurma hakkının verilip verilmeyeceği bölgenin geleceği açısından önemlidir. İsrail’in güvenlik kaygılarını öne çıkararak daha sert önlemler alması da ihtimal dahilindedir. İsrail’in tercihi ve ABD’nin samimiyeti ve etkinliği Türkiye’nin politikasında önemli etkilere sahip olacaktır. Bu arada Türkiye’nin İsrail ile ilişkilerinin artması ve bu ilişkilerin ABD ve NATO eksenine göre şekillenmesi beklenebilir.
<br />Bölgenin daha da istikrarsız olabileceği ihtimalini de göz önünde bulundurmamız gerekir. Çünkü uygulanacak politikalar çerçevesinde; Irak’ı takiben ileride diğer bir Orta Doğu devletinin ya da devletlerinin topraklarının bölünüp bölünmeyeceği hususu kesin bir şekilde açıklanmamıştır. Türkiye’nin böyle bir kaygıyı genelde Orta Doğu, özelde ise Kuzey Irak için taşıması ve politikalarını bu eksende belirlemesi yerinde olacaktır. ABD, kendi politikaları gereği Irak’ı takiben hedef seçeceği diğer devletlerin parçalanmasına göz yumar ya da bunu desteklerse Türkiye nasıl bir duruş benimseyecektir? ABD ve NATO’yu karşısına alabilecek midir? İleride böyle sorular sormamamız için Türkiye’nin bugünden itibaren ABD’nin niyetini açıkça sorgulamasında yarar vardır. Çünkü ABD yarın demokratikleştirme derken “Halkların self determinasyon”un da politikanın bir gereği olduğunu açıklar ve bu hakkın Orta Doğu’da mevcut diğer azınlıklara da verilmesi gerektiğini savunursa Türkiye’nin güvenlik politikasında ciddi bir revizyon gerekebilir.
<br />Böyle bir girişimin Orta Doğu devletlerinin genelinde Baas Partisi’nin ideolojisine sahip parti ya da görüşleri ortaya çıkarabileceği unutulmamalıdır. Çünkü bölgesel bir savunma örgütü olarak kurulan Bağdat Paktı’nın bir üyesi olan Irak, 1958 yılındaki devrimden sonra Baas ideolojisinin etkinlik kazandığı bir devlet haline gelmiş ve rejim Batı karşıtı bir söylemi Arap miliyetçiliğinin temeline yerleştirmiştir. Ayrıca Orta Doğu’da genel olarak çoğunluğun yönetime katılmadığı gerçeğini dikkate almak gerekir. Irak operasyonu sonrası gördüğümüz gibi, halktan her kesimin yönetime katılacağı bir yapının Orta Doğu’da tutunabilmesi gayet zordur. Çünkü otoriter bir başkan ya da parti tarafından bastırılarak yönetilen bir halkın tamamen özgür kılınması sonucu bu özgürlükleri nasıl kullanacağı belirsizdir. Bir devletin içindeki halklar Irak örneğinde olduğu gibi hakimiyetin yalnız kendilerine ait olduğunu iddia edip çatışmaya dahi girebilirler.
<br />ABD’nin Orta Doğu politikasına destek vermesi Türkiye’nin NATO’daki etkinliğini ve konumunu güçlendirebilir. Türkiye’nin özellikle İngiltere ile ve ABD yanlısı Avrupa Birliği ülkeleri ile ilişkilerinde bir gelişme söz konusu olabilir. Ancak, bu politikanın, Türkiye’nin Nato kapsamındaki görev ve sorumluluklarını ve ayrıca Türkiye-Avrupa Birliği ilişkilerini ne yönde etkileyeceği belirsizdir. NATO’nun da muhtemelen rol alacağı düşünülürse, bu kadar geniş bir coğrafyaya yayılan NATO’nun etkinliğinde azalma olabileceği ihtimalini göz önünde bulundurmamız gerekir. Ayrıca bu demokratikleştirme faaliyetleri kapsamında şiddetin ve anti-demokratik yöntemlerin kullanılmamasına dikkat edilmelidir. Orta Doğu’daki devletlerin toplumsal yapıları kadar ordularının da ileride demokratik oluşumu yıkamayacak bir olgunluğa erişmeleri sağlanmalıdır.
<br />Sonuç olarak, dünya artık eski dünya değildir. Soğuk Savaş dönemi sonrasında eski sorunlu bölgelerdeki krizler nicelik ve nitelik itibarıyla yoğunlaşmış ve bunlara ek olarak Türkiye açısından yeni kriz bölgeleri belirmiştir. Bu makale, bu kriz bölgelerinin ve krize dönüşmesi muhtemel sorunların neler olduğunun, Türkiye’nin güvenlik politikalarında ne türden dönüşümlerin beklenildiğinin somut birer ifadesi olarak anlaşılmalıdır.</div>Gamze Güngörmüş Konahttp://www.blogger.com/profile/14874505075986951772noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-7485590980046694453.post-23636266141309452682007-08-28T01:05:00.000+03:002012-06-27T14:58:56.920+03:00Türk Dış Politikası:Üçlü Koalisyon Dönemi<div align="justify"><a name="_Toc21279382"></a><a name="_Toc21278762"></a><a name="_Toc309330296"></a><a name="_Toc444058758"></a><a name="_Toc462582595"></a><a name="_Toc462072474"></a><a name="_Toc462072392"></a><a name="_Toc461704136"></a><a name="_Toc461703696"></a><a name="_Toc21279381"></a><a name="_Toc21278761"></a><a name="_Toc309330295"></a><a name="_Toc444058757"></a><a name="_Toc462582592"></a><a name="_Toc462072473"></a><br />KONA, Gamze Güngörmüş (2008), "Üçlü Koalisyonun Dış Politikası", Prof.Dr. Haydar Çakmak (Der.), 912-919, Platin Yayınları, ISBN 978-9944-137-25-6, Ankara, 2008.<br /><br />ÜÇLÜ KOALİSYONUN DIŞ POLİTİKASI (2000-2008 Dönemi Türk Dış Politikası)<br />Türk Dış Politikası kapsamında adeta gelenekselleşen “koalisyon hükümetleri verimsizdir“ inancı DSP-ANAP-MHP koalisyon hükümeti döneminde de pekişerek devam etmiştir. Büyük bir destek ve umutla başlayan süreç, yaşanan iç siyasal çalkantılar ve 2000-2001 mali krizleri gibi iki başat nedenle sona ermiştir. Bu makale kapsamında koalisyon hükümetinin dış politik icraatları ve dış politikayı dolaylı yoldan etkileyen iç politik uygulamaları açıklanacak, koalisyon hükümetinin dış politik tavrını etkilemeyen hiç bir hususa değinilmeyecektir.<br />DSP-ANAP-MHP Koalisyon Hükümeti Döneminde Mali Krizler ve Dönemin Dış Politikası Üzerindeki Etkisi<br />Koalisyon hükümeti döneminde Türk dış politikasını doğrudan etkileyen konulardan biri 2000 ve 2001 yıllarında yaşanan mali krizlerdir. ANAP-DSP Koalisyon Hükûmetinin IMF ile başlattığı ve 1998 Temmuz ayında imzalanan Yakın İzleme Anlaşması ile sonuçlanan görüşmeler, son on yıllık dönemi kapsayacak olan en uzun dönemli (1998-2008) Türkiye-IMF ilişkilerinin başlangıcını oluşturmaktadır. Yakın İzleme Anlaşmasının ek metni olan Ekonomik Politikalar Bildirgesi’nde yer alan kararlara göre hükümet, bankacılık ve sosyal güvenlik alanlarında yapısal değişiklikler getiren yeni yasal düzenlemeler yapacak, tahkim ile ilgili Anayasal değişiklikler gerçekleştirecek, özelleştirmede POAŞ, THY, ERDEMİR hisselerini satacak, TEDAŞ dağıtım işletmelerinin işletme haklarını devredecek, TELEKOM’da % 49 hissesini satacaktı, 1999 sonuna kadar mevcut tarımsal destekleme araçlarının tümünü yürürlükten kaldıracaktı. Ancak, Yakın İzleme Anlaşması’nın uygulamasının beşinci ayında, Ekonomiden Sorumlu Bakan Bakanlık görevinden alındı. Hükümet istifa etti ve Nisan 1999 tarihinde bir azınlık hükûmeti oluşturuldu. DSP azınlık hükûmeti seçimler sonrası oluşacak hükûmetin Yakın İzleme Anlaşmasındaki hedefleri koruyacağı güvencesini taşıyan bir ‘Anlayış Birliği Mutabakatı’nı IMF ile 1999 Ocak sonunda imzaladı. DSP-ANAP-MHP koalisyon hükümeti güven oyu aldıktan kısa bir süre sonra Ekonomik Politikalar Belgesi’nde verilmiş olan dört taahhüdü yerine getirmek üzere harekete geçti. Haziran ayında TBBM’de Bankacılık Yasası (BDDK’nın kurulması - Bankacılık denetim ve gözetim yetkisinin Hazineden alınması) görüşüldü. Hemen arkasından SSK Yasası gündeme geldi ve kabul edildi. Daha sonra Anayasa değişikliği gerçekleştirilerek tahkim uygulamasının önündeki engeller kaldırıldı. Temmuz-Aralık 1999 dönemi içinde tarımsal kesimde uygulanan destekleme araçları birbiri ardınca Bakanlar Kurulu kararları ile yürürlükten kaldırıldı. 1997 Kasım ayında başlatılan bir süreç iki yıl sonra orta vadeli bir istikrar ve yapısal reform programına dönüştü. Fakat Programın uygulaması 2000 Kasım/2001 Şubat krizlerine yol açtı.<a title="" style="mso-footnote-id: ftn1" href="http://www.blogger.com/post-create.g?blogID=7485590980046694453#_ftn1" name="_ftnref1">[1]</a><br />Kısaca; 1999 yılında kurulan DSP-ANAP-MHP hükümeti de bir stand-by ile işe başlamış, kısa vadede ortaya muhteşem bir tablo çıkmış fakat daha sonra yapısal reformları rafa kaldırdıkları için, ekonomiye zararı çok daha fazla olmuştur. En basit özelleştirme konusunda bile anlaşamayarak, çok daha önemli reformları yapamayacaklarını net bir şekilde ortaya koymuşlardır.<a title="" style="mso-footnote-id: ftn2" href="http://www.blogger.com/post-create.g?blogID=7485590980046694453#_ftn2" name="_ftnref2">[2]</a> Tam liberalleşme yapılamayarak özelleştirme işlemleri istenen düzeyde olmamış ve yabancı sermayeye tam serbesti sağlanamamış, sonuçta da bu hükümet 2001 ekonomik krizinden sonra uzun süre iktidarda kalamamıştır. 2001 krizinden sonra Dünya Bankası’ndan Kemal Derviş gelerek, Ekonomi Bakanı olmuş ve IMF’nin Türkiye’ye verdiği krediyi 30 milyar dolara kadar yükseltmiştir. Bu arada birçok bankaya el konmuş ve yabancı banka ve kuruluşların ve alacaklarının ödenmesi devletçe garanti edilmiştir, fakat kanımızca IMF yine tam tatmin olamamıştır.<a title="" style="mso-footnote-id: ftn3" href="http://www.blogger.com/post-create.g?blogID=7485590980046694453#_ftn3" name="_ftnref3">[3]</a><br />DSP-ANAP-MHP koalisyon hükümetinin bir anlamda sonunu getiren fakat ekonomik bağlamda bir sonraki hükümete olumlu anlamda miras bıraktığı ekonomi politikalarını Erol Tuncer Vatan Gazetesi’ne vermiş olduğu mülakatta farklı bir bakış açısıyla şu şekilde özetlemektedir : “Hangi iktidar gelse temelleri bir önceki hükümet tarafından atılan, bu ekonomik istikrar programını sürdürmek zorunda kalacaktı. Aslında AKP iktidara geldiğinde, yaklaşık bir 6 ay kadar, IMF uygulamasından çıkmayı ciddi olarak denedi. Ancak, 5-6 ay sonra görüldü ki, IMF’den kurtulmanın en iyi yolu, bu istikrar programını uygulamaktır. Bu anlamda Kemal Derviş AKP’nin şansı oldu denilebilir. AKP’nin başka bir şansı daha oldu; sıkıntılı günler DSP-ANAP-MHP koalisyon hükümeti döneminde atlatıldı... Ama tam istikrar programının meyvelerini toplamaya başlayacakları sırada erken seçim kararı verildi ve AKP iktidara geldiğinde olumluya dönmüş bir tabloyla karşılaştı. Bu da AKP için büyük bir şanstır…”<a title="" style="mso-footnote-id: ftn4" href="http://www.blogger.com/post-create.g?blogID=7485590980046694453#_ftn4" name="_ftnref4">[4]</a><br /><a name="ust"></a>DSP-ANAP-MHP Koalisyon Hükümeti Döneminde Türkiye-AB İlişkişleri<br />DSP-ANAP-MHP koalisyon hükümetinin bir diğer dış politika çıktısı AB-Türkiye ilişkileri bağlamında kendini göstermiştir. Bülent Ecevit, 1999 yılı yazında aday sayılma talebinde ve Kopenhag siyasî kriterlerini yerine getirme taahhüdünde bulunur. 1999 Aralık ayında ise Türkiye’nin aday sayıldığı Helsinki Zirvesi yapılır; o sırada DSP-ANAP-MHP koalisyon hükümeti iktidardadır. Helsinki’de yapılan AB Zirvesi’nde Türkiye’nin adaylığı resmileşirken, adaylık sürecinin işlemesi için bazı konuların çözümlenmesi koşul olarak öne sürülmüştür. Kıbrıs ve Ege meselelerinin halli de bu konuların arasında yer almıştır. Bu koşula göre; Türkiye ve Yunanistan arasındaki sorunlar uzlaşı yolu ile çözülecek, çözülmez ise sorunu Avrupa Konseyi ele alacaktı. Yunanistan bu şartı mevcut sorunların doğrudan Adalet Divanı’na gideceği şeklinde yorumlarken, Türkiye bu şekilde yorumlanamayacağını belirtmiştir. Türkiye’yi Lüksemburg’da dışlayan AB Helsinki’de neden bu tavır değişikliğine başvurmuştur? Nedenlerden ilki, Türkiye’nin Kopenhag Kriterleri kapsamında gerçekleştirdiği bir dizi düzenlemenin AB nezdinde olumlu etki yaratmasıdır. İkinci neden, Almanya’da Hristiyan Demokratların yerine Sosyal Demokratların iktidara geçmesiyle birlikte Almanya’nın Türkiye’nin AB üyeliğine sıcak bakmaya başlamasıdır. Üçüncü neden, Lüksemburg Zirvesi’nin ardından AB ile ilişkileri siyasi yönden askıya alan Türkiye’yi AB üyesi ülkelerin istediği gibi yönlendirebilme şansından uzak kalmalarıdır. Son neden ise, Türkiye’nin AB üyeliğine tam destek veren Clinton yönetiminin AB üyesi ülkeleri bu alanda etkileme gücünün sonuç vermesidir.<a title="" style="mso-footnote-id: ftn5" href="http://www.blogger.com/post-create.g?blogID=7485590980046694453#_ftn5" name="_ftnref5">[5]</a><br />Koalisyon hükümeti döneminde AB üyeliği kapsamında yaşanan tüm bu olumlu gelişmelere karşın bir dizi olumsuz gelişmeden de söz etmek yerinde olacaktır. 1999 yılı Haziran ayında Köln’de yapılan Avrupa Konseyi toplantısında AB’nin özellikle kriz çözümlerine yönelik olarak oluşturmayı hedeflediği Avrupa Güvenlik ve Savunma Politikası’nın (AGSP) temelleri atılmıştı. Bu doğrultuda AB, AGSP’yi oluşturabilmek için sahip olduğu kaynakların yeterli olmayacağını öne sürerek NATO’nun imkan ve kabiliyetlerinden yaralanmayı kararlaştırmıştır. Bu durumda, AB üyesi olmayan fakat NATO üyesi olan Türkiye operasyon aşamasında karar zemininde değil danışma zemininde (o da bazı koşullarda) yer alacaktı. Kıbrıs ve Yunanistan gibi konularda Türkiye’nin bu sürecin dışına itilmesi Türk karar alıcılar tarafından hoşnutsuzlukla karşılandı. Bu hoşnutsuzluğun kısmi telafisi ancak Aralık 2002 Kopenhag Zirvesi’nde yapıldı. Bu Zirve’de alınmış olan karar neticesinde Türkiye’ye AGSP’nin NATO üyesi bir ülkeye karşı kullanılmayacağı sözü verilmiş ve Kıbrıs Rum Yönetimi’nin bazı meselelerde NATO kaynakları kullanılarak düzenlenecek AB operasyonlarında yer almaması kararlaştırılmıştır. Bunun yanı sıra, 1999 Helsinki Zirvesi ile aday ülke statüsü tanınan Türkiye’nin Avrupa Birliği’nden alacağı mali yardımlarda insan hakları konusunun iyileştirilmesi şartına bağlanmıştır. Ayrıca, Koalisyon hükümeti döneminde Avrupa Birliği’ne ilişkin olarak alınan kararlar ve yapılan reformlar AB üyesi ülkeleri hoşnut ederken Türkiye’nin farklı kurumları arasında görüş ayrılıklarına yol açmıştır. Bilindiği gibi Türkiye'deki ilk reform paketleri DSP-ANAP-MHP koalisyon hükümeti zamanında geçmiştir. Kemal Derviş'in Türkiye'ye gelip ulusal programı yapması ile sadece ekonomik liberalleşme değil, siyaseten de liberalleşme reformlarının temeli atılmıştır. 1999 önemli bir milattır. 2001 mali krizi ve bunun getirdiği yeniden yapılanma önemli bir başka milattır. 1999'dan sonra, özellikle Türkiye-AB ilişkileri farklı bir düzleme geçtiği zaman, yani resmi olarak aday üye ilan edildikten ve AB ile olan ilişkilerinde ulusal program, katılım anlaşması belgesi ortaya çıktıktan sonra, Türkiye'de hem asker hem de dışişleri içinde çatlaklar başlamıştır. Genel olarak bu iki geleneksel kurum üçe bölünmüştür: Avrupacılar, Amerikancılar ve milliyetçi çizgi Asyacılar. Amerika taraftarları çok fazla ses çıkarmadılar, çünkü Amerika'nın özellikle 11 Eylül'den sonraki karnesine bakınca çok fazla tutulabilir yanı yoktu. Diğer yandan, İran ve Rusya'ya yaklaşalım diyen Avrasyacılar da çok fazla kabul görmedi. O yüzden bir yerde gerek dışişleri gerekse asker içinde AB yandaşlarının epeyi yol aldığını görüyoruz ve bu çatlağın daha fazla büyüdüğünü görüyoruz.<a title="" style="mso-footnote-id: ftn6" href="http://www.blogger.com/post-create.g?blogID=7485590980046694453#_ftn6" name="_ftnref6">[6]</a><br />Lüksemburg’da dışlanan Türkiye, Helsinki’de “aday ülke” sayılmış ve Katılım Ortaklığı Belgesi’ni imzalayarak Ulusal Program hazırlamayı taahhüt etmiştir. Bunun sonucunda, süreç içerisinde; idam cezası kaldırılmış, ana dilde yayın ve eğitim hakkı tanınmış, düşünce özgürlüğü önündeki engeller önemli ölçüde kaldırılmış, MGK sivilleştirilmesi kararı öneri haline getirilmiş, OHAL kaldırılmış, DGM’ler kaldırılmış, Dernekler Kanunu liberalleştirilmiş, AİHM kararları gereği yeniden yargılama yapılmış, işkenceye son verilmiş, AİHS’ye ekli bütün protokollere taraf olunmuş, insan hakları konularında uluslar arası hukuk kurallarının iç hukuk kurallarına önceliği sağlanmıştır.<a title="" style="mso-footnote-id: ftn7" href="http://www.blogger.com/post-create.g?blogID=7485590980046694453#_ftn7" name="_ftnref7">[7]</a><br />DSP-ANAP-MHP Koalisyon Hükümeti Döneminde Türkiye-ABD İlişkişleri<br />DSP-ANAP-MHP koalisyon hükümetinin bir diğer dış politika çıktısı ABD-Türkiye ilişkileri bağlamında kendini göstermiştir. ABD bu dönemde PKK’yı etkinsizleştirme, Hazar petrolünün Bakü-Ceyhan boru hattıyla Türkiye üzerinden pazarlanması ve BAB, AB ve AGSP gibi konularda Türkiye’ye tam destek verdi. İnsan hakları konusunda Türkiye’ye Avrupa devletleri gibi dayatmacı bir tutum içinde olmadı. Kasım 1999 AGİT Zirvesi’nde Türkiye’ye verdiği destek iyice belirginleşti. Abdullah Öcalan’ın 1998 yılında Suriye’den çıkarılması ile başlayan ve 15 Şubat 1999’da Türkiye’ye getirilmesiyle neticelenen süreçte ABD’nin muhtemel katkısından söz etmemek mümkün değildir. ABD tarafından Türkiye’ye belirtilen hususlarda verilmiş olan destekte bazı konuların pay sahibi olduğunu belirtmekte yarar görüyorum. Rusya’nın ikinci Çeçenistan müdahalesiyle belirginleşen Kafkasya’da nüfuz genişletme çabaları, dağılmanın ardından “arka bahçesi” olarak nitelendirdiği Orta Asya’da başat güç olma arzusunun engellenmesi, Kafkasya ve Orta Asya’da yer alan enerji kaynaklarının Batı pazarlarına aktarılmasında tek yetkili devlet olma hedefinin engellenmesi, Irak’ta Saddam rejimini yakından denetleyebilmek için İncirlik hava üssünü istediği şartlar alında ve zamanda kullanma ihtiyacının karşılanması gibi konularda ABD doğal olarak Türkiye’nin desteğine ihtiyaç duymuş ve ilişkilerini geliştirme yoluna gitmiştir. Bu bağlamda, 1999 yılında dönemin Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel NATO toplantısı nedeniyle, dönemin Başbakanı Bülent Ecevit ise dönemin ABD Başkanı Bill Clinton’un daveti üzerine ABD’yi ziyaret etmişlerdir. Hemen ardından, yine 1999 yılı içinde Kasım ayında AGİT Zirvesi için İstanbul’a gelen Başkan Clinton Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde yaptığı konuşmada iki ülke ilişkilerine yönelik gayet olumlu mesajlar vermiştir.<br />Diğer taraftan Türkiye DSP-ANAP-MHP koalisyon hükümeti döneminde; Balkanlar’da, Irak ve İran politikaları özelinde, Kafkaslar ve Orta Asya’da benimsediği politikalar genelinde, İsrail ile ikili ilişkiler bağlamında ABD politakalarının destekleyicisi olmuştur. ABD 1999’da meydana gelen Yugoslavya krizinde ABD ile ortak politikalar geliştirmiş ve uygulamıştır. ABD önderliğinde Nato üyesi ülkelerin uçaklarıyla başlatılan bombalamanın ardından Yugoslavya direncini artırınca ABD Türkiye’deki üsleri de kullanmak istedi. Bu istek üzerine Türkiye Bandırma ve Çorlu’daki üslerini ABD’nin kullanımına açtı. ABD’nin Saddam rejimini devirebilmek ve İran’ı bölge politikalarında etkinsizleştirmek amacıyla bu iki ülkeye yönelik olarak uyguladığı çifte çevreleme politikasına Türkiye tam destek vermiştir.<a title="" style="mso-footnote-id: ftn8" href="http://www.blogger.com/post-create.g?blogID=7485590980046694453#_ftn8" name="_ftnref8">[8]</a> Dönemin ABD Savunma Bakanı William Cohen tarafından 1999 yılında Irak’ta Saddam rejimi devam ettiği sürece Çekiç Güç’ün kaldırılmayacağına ilişkin olarak yapılan açıklama Türkiye’de oluşturulduğu ilk günden beri huzursuzluk yaratan bu konuda dahi Türk yetkililerinin olumsuz bir karşı açıklaması ile neticelenmemiştir. ABD’nin Doğu Akdeniz ve Orta Doğu’da etkinliğini daha da artırmasıyla neticelenen Türkiye-İsrail ilişkilerinin güçlendirilmesi süreci bu döneme belirgin bir biçimde damgasını vurmuştur.<br />DSP-ANAP-MHP Koalisyon Hükümeti Döneminde Türkiye-Orta Doğu Ülkeleri İlişkileri<br />İran’ın İslami rejimini ihraç etmesi ihtimalinden duyulan kaygı, Kemalist aydınların katledilmesinde ya da katledenlere verilen destek sürecinde İran’ın dahli olduğu şüphesi, Türk Hizbullahı üzerindeki olası İran etkisi, PKK militanlarına İran tarafından verildiği iddia edilen destek gibi konular Türkiye- İran ilişkileri kapsamında her dönem değerlendirmeye tabi tutulmuştur. Koalisyon hükümeti döneminde tüm bu belirtilen kökleşmiş sorunlar etkinliğini korurken fiili olarak, ikili ilişkiler kapsamında üç temel sorun kendini göstermiştir. Bunlardan ilki, 1999 yılı Temmuz ayında İran sınır birlikleriyle Türk hava kuvvetlerine ait uçaklar arasında, Türk yetkili makamlarınca İran’da bulunduğu addia edilen PKK kampları nedeniyle doğan sıcak çatışma meselesidir. İkincisi yine 1999 Temmuz’unda İran’daki rejim muhaliflerinin İran’daki mollalara karşı protestolarını destekleyici açıklamada bulunan Başbakan Bülent Ecevit’in İran’ın Türkiye’ye yönelik tavrını keskinleştirmesine elverişli bir ortam sağlamış olmasıdır. Tüm diğer gerginlikler gibi kısa bir süre sonra unutulan bu iki gerginliğin ardından ilişkiler eski görünüme kavuşmuştur.<br />Özellikle 1990’ların ikinci yarısından itibaren giderek kesifleşen Türkiye-İsrail ilişkileri DSP-ANAP-MHP koalisyon hükümeti tarafından da derinleştirilerek devam etmiştir. İkili ilişkiler; İkinci İntifada esnasında İsrail’in sertlik politikası, bir İsrailli Bakan’ın Ermeni soykırımı iddialarını gündeme getirmesi gibi iki küçük olumsuzluğun dışında üst düzey resmi ziyaretler çerçevesinde, özellikle de askeri alanda artarak devam etmiştir.<br />DSP-ANAP-MHP koalisyon hükümeti öncesinde yüzleşilen bir dizi iç politik gelişmenin ardından yaşanan 28 Şubat 1997 sürecini takip eden dönemde Türk Genelkurmayı irtica ve bölücü terör tehdidini birinci öncelik olarak tespit etmiş ve bölücü teröre destek veren İran ve Suriye’ye karşı askeri güç kullanma ihtiyacının hasıl olabileceğini ifade etmiştir. Bu ifadenin ardından dönemin Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Atilla Ateş’in “Suriye sabrımızı taşırmaktadır” şeklindeki açıklaması iki ülke ilişkilerini iyiden iyiye gerginleştiren unsurlar arasındaydı. Türkiye’nin bu kararlı askeri ve politik tutumunun ardından Öcalan Suriye’yi terk etmek zorunda kalmıştır. Suriye devlet başkanı Hafız Esad’ın ölümünün ardından Beşar Esad’ın yönetimi üstlenmesiyle birlikte Suriye ile ilişkiler yumuşamaya başlamıştır.<br />Türkiye’nin DSP-ANAP-MHP koalisyon hükümeti döneminde Irak ile ilişkiler ise daha çok ABD’nin Saddam ve Kuzey Irak politikası çerçevesinde şekillenmiştir. Bu dönemde daha çok ABD’nin Irak politikalarını uygulamasında kolaylık gösteren bir tavır benimseyen Türk dış politikası karar alıcılarının bu ilişkiler bağlamındaki başlıca hedefi; düzenlenmesi kuvvetle muhtemel Irak operasyonunun ardından belirecek yeni Irak, yeni Kuzey Irak ve Türkiye üçgeninde ABD’nin mümkün olduğunca Türkiye’yi kollayan politikalar geliştirmesini ve uygulamasını sağlamaktı.<br />DSP-ANAP-MHP Koalisyon Hükümeti Döneminde Türkiye-Balkan Ülkeleri İlişkileri<br />DSP-ANAP-MHP koalisyon hükümeti döneminde Türkiye-Yunanistan İlişkilerinin yumuşaması; Abdullah Öcalan’ın 1999 yılında Kenya’daki Yunanistan Büyükelçiliği’nde yakalanmasının ardından Yunanistan’ın Türrkiye’ye PKK dahil terör eylemleri uygulayanlara destek politikasını gözden geçirmesi, Türkiye’de yaşanmış olan yıkıcı Ağustos 1999 depremi ardından Yunanistan’ın Türkiye’ye yönelik sıcak tavrı, dönemin iki ülke Dışişleri Bakanları İsmail Cem ve Yorgo Papandreu’nun gayet dostane temasları, o dönem iktidarda bulunan Kostas Simitis hükümetinin yönetim kadrosunda yer alan Türkiye aleyhtarı karar alıcıları etkinsizleştirmesi gibi başlıca dört temel sebebe dayanmaktaydı. Kıbrıs ve Ege Denizi’ni ilgilendiren tüm sorunlar niteliğini ve varlığını korumakla birlikte Türkiye-Yunanistan ilişkileri bu dönemde iyi niyet çerçevesinde yürütülmüştür.<br />DSP-ANAP-MHP koalisyn hükümeti döneminde Balkan coğrafyası kapsamında diğer bir dış politika uygulamamız 1999 yılında meydana gelen Kosova krizi bağlamında gerçekleştirilmiştir. Türkiye bölgeye yönelik Nato girişimini desteklemiş, Arnavutluk’a askeri birlik göndermiş, Belgrad yönetiminin etnik temizlik uygulayacağı endişesiyle Makedonya topraklarına geçen mültecilerin bir kısmına kapılarını açmış, diğer kısmına ise insani yardımda bulunmuştur. Ayrıca Türkiye bu dönemde ABD’nin Balkanlar’da en büyük destekçisi olmuştur.<br />DSP-ANAP-MHP Koalisyon Hükümeti Döneminde Türkiye-Rusya Federasyonu/Orta Asya Cumhuriyetleri/Kafkasya Ülkeleri İlişkileri<br /><a name="1">Koalisyon hükümeti döneminde Orta Asya Cumhuriyetleri (OAC) ile Türkiye arasında gelişen ilişki daha çok eğitim ve kültür alanında kendisini göstermiştir. OAC kapsamında açılan Türk okullarının sayısı Başbakan Bülent Ecevit’in de desteği ile artış göstermiştir. Kültürel ve tarihi ortaklığa yapılan vurgu temelinde yürütülen ilişkilerde Türkiye leyhine ekonomik ve siyasal bir gelişmeden söz etmek bu dönem için mümkün olmamıştır. Daha çok siyasal açıdan istikrarlı, ekonomik açıdan ise güçlü ve istikrarlı, kendileri için sermaye sağlayabilecek, yoğun yatırımlar gerçekleştirebilecek ve Rusya Federasyonu karşısında güçlü durmalarını sağlayacak Batılı devletlerle ilişki geliştirmeye yönelen OAC’ın Türkiye ile olan ilişkileri tüm bu nedenlerle eski seviyesine ulaşamamıştır.</a><br />Kafkasya’da ise Ermenistan diaspora politikasını başarıyla devam ettirerek Türkiye’yi dış politik alanda daha kırılgan duruma getirmiş, Azerbaycan’la ilişkiler “İki devlet bir millet” şeklindeki duygusal kavramsallaştırmadan öteye gidememiş, Gürcistan’la ise ilişkiler her dönem olduğu gibi Rusya Federasyonu’nun gölgesinde devam etmiştir. Bu dönemde Türkiye için Kafkasya politikası bağlamında en olumlu gelişme Baku-Tiflis-Ceyhan boru hattının gelecek dönemde Türkiye’ye getirebileceği olumlu kazanımların hesabı olmuştur.<br />Rusya Federasyonu ise 1999 yılında ikinci Çeçenistan operasyonunu başlatmış ve bu süreçte Türkiye’nin Çeçen direnişçilere lojistik ve maddi destek sağladığını ifade etmiştir. Türkiye kamuoyunun birinci Çeçen Savaşı’ndan daha az bir tepkiyle karşıladığı ve Rusya Federasyonu’nu daha mutedil bir hava içinde eleştirmeyi yeğlediği ikinci Çeçen Savaşı süreken Başbakan Bülent Ecevit 1999 yılı Kasım ayındaki Rusya gezisini iptal etmeyerek gerçekleştirmiştir. Bu gelişmenin yanısıra; Abdulllah Öcalan’ın Ekim 1998 yılında Suriye’yi terk etmesinin ardından Rusya’ye gelmesi, sığınma talebinde bulunması ve Duma’nın aldığı bir kararla sığınma hakkı tanınması için dönemim Rusya Devlet başkanı Boris Yeltsin’e çağrıda bulumasıyla iki ülke arasındaki ilişkiler gerginleşmiştir.<a title="" style="mso-footnote-id: ftn9" href="http://www.blogger.com/post-create.g?blogID=7485590980046694453#_ftn9" name="_ftnref9">[9]</a> Türkiye’nin abartılı olmayan tavrı neticesinde Öcalan burada barınamamış ve İtalya’ye gitmiştir.<br />Dış politikada bu makale kapsamında ifade edilmeye çalışılan olumlu sayılabilecek gelişmeler yaşanırken iç politikada gayet çalkantılı bir sürece girilmiştir. Başbakan Bülent Ecevit’in hastalığı, yolsuzluk olayları, hükümet içi anlaşmazlıklar, Başbakan Yardımcısı Hüsamettin Özkan, Dışişleri Bakanı İsmail Cem ve Ekonomiden Sorumlu Devlet Bakanı Kemal Derviş’in önderliğini yaptığı parti içi muhalefetin yükselmesi DSP-ANAP-MHP kolalisyon hükümetinin sonunu getirdi. Erken seçim kararı alındı ve 2002 yılının Kasım ayında yapılan seçimlerde AKP hükümeti Meclis' de çoğunluğu elde ederek tek başına iktidar oldu.<br />Kaynakça<br />“IMF Gözetiminde 10 Uzun Yıl 1998-2008 : Farklı Hükümetler Tek Siyaset”, Bağımsız Sosyal Bilimciler Raporu, Haziran 2006, İşletme ve Finans Dergisi, <a href="http://www.isletme-finans.com/">http://www.isletme-finans.com/</a><br /><br />Erdinç, Yaşar (2004). “Stand-by Yeterli mi”, 08.08.2004, <a href="http://www.aksam.com.tr/">http://www.aksam.com.tr/</a><br /><br />Altıer, Selahattin (2007). Stratejik Rapor:“Globalleşme (Küreselleşme) fikirlerinin doğuşu ve gelişimi”, 05.07.2007, <a href="http://www.21yyte.org/">http://www.21yyte.org/</a><br /><br />Tuncer, Erol (2007). “İstikrar Programı AKP’ye Yaradı”, 09.07.2007, <a href="http://www.vatan.com.tr/">http://www.vatan.com.tr/</a><br /><br />Sönmezoğlu, Faruk (2006). II: Dünya Savaşı’ndan Günümüze Türk Dış Politikası, İstanbul, Der Yy., 2006.<br /><br />Sözen, Ahmet (2007). “Kıbrıs Sorununun Çözüm Süreci Hareketlenecek”, 24.01.2007, <a href="http://www.abhaber.com/">http://www.abhaber.com/</a><br /><br />Günuğur, Haluk (2006). “AB Müzakerelerinde Birinci Yılın Muhasebesi : Tespitler, Öneriler, Projeksiyonlar”, Siyaset, Ekonomi ve Toplumsal Araştırmalar Vakfı (SETA) Paneli, 31.10.2006, <a href="http://www.setav.org/">http://www.setav.org/</a><br /><br />Uzgel, İlhan (2005). “ABD ve NATO’yla İlişkiler”, Baskın Oran (der.), İletişim Yy., Ankara, 2005.<br /><br />Tellal, Erel (2005). “Rusya’yla İlişkiler”, Baskın Oran (der.), İletişim Yy., Ankara, 2005.<br /><a title="" style="mso-footnote-id: ftn1" href="http://www.blogger.com/post-create.g?blogID=7485590980046694453#_ftnref1" name="_ftn1">[1]</a> “IMF Gözetiminde 10 Uzun Yıl 1998-2008 : Farklı Hükümetler Tek Siyaset”, Bağımsız Sosyal Bilimciler Raporu, Haziran 2006, İşletme ve Finans Dergisi, <a href="http://www.isletme-finans.com/">http://www.isletme-finans.com/</a><br /><a title="" style="mso-footnote-id: ftn2" href="http://www.blogger.com/post-create.g?blogID=7485590980046694453#_ftnref2" name="_ftn2">[2]</a> Yaşar Erdinç, “Stand-by yeterli mi”, 08.08.2004, <a href="http://www.aksam.com.tr/">http://www.aksam.com.tr/</a><br /><a title="" style="mso-footnote-id: ftn3" href="http://www.blogger.com/post-create.g?blogID=7485590980046694453#_ftnref3" name="_ftn3">[3]</a> Selahattin Altıer, Stratejik Rapor:“Globalleşme (Küreselleşme) fikirlerinin doğuşu ve gelişimi”, 05.07.2007, <a href="http://www.21yyte.org/">http://www.21yyte.org/</a><br /><a title="" style="mso-footnote-id: ftn4" href="http://www.blogger.com/post-create.g?blogID=7485590980046694453#_ftnref4" name="_ftn4">[4]</a> Erol Tuncer, “İstikrar Programı AKP’ye Yaradı”, 09.07.2007, <a href="http://www.vatan.com.tr/">http://www.vatan.com.tr/</a><br /><a title="" style="mso-footnote-id: ftn5" href="http://www.blogger.com/post-create.g?blogID=7485590980046694453#_ftnref5" name="_ftn5">[5]</a> Faruk Sönmezoğlu, II: Dünya Savaşı’ndan Günümüze Türk Dış Politikası, İstanbul, Der Yy., 2006, s. 518-521<br /><a title="" style="mso-footnote-id: ftn6" href="http://www.blogger.com/post-create.g?blogID=7485590980046694453#_ftnref6" name="_ftn6">[6]</a> Ahmet Sözen, “Kıbrıs sorununun çözüm süreci hareketlenecek”, 24.01.2007, <a href="http://www.abhaber.com/">http://www.abhaber.com/</a><br /><a title="" style="mso-footnote-id: ftn7" href="http://www.blogger.com/post-create.g?blogID=7485590980046694453#_ftnref7" name="_ftn7">[7]</a> Haluk Günuğur, “AB Müzakerelerinde Birinci Yılın Muhasebesi : Tespitler, Öneriler, Projeksiyonlar”, Siyaset, Ekonomi ve Toplumsal Araştırmalar Vakfı (SETA) Paneli, 31.10.2006, <a href="http://www.setav.org/">http://www.setav.org/</a><br /><a title="" style="mso-footnote-id: ftn8" href="http://www.blogger.com/post-create.g?blogID=7485590980046694453#_ftnref8" name="_ftn8">[8]</a> İlhan Uzgel, “ABD ve NATO’yla İlişkiler”, Baskın Oran (der.), İletişim Yy., Ankara, 2005, s. 269-272.<br /><a title="" style="mso-footnote-id: ftn9" href="http://www.blogger.com/post-create.g?blogID=7485590980046694453#_ftnref9" name="_ftn9">[9]</a> Erel Tellal, “Rusya’yla İlişkiler”, Baskın Oran (der.), İletişim Yy., Ankara, 2005, s. 545-546.<a name="_Toc462072387"></a></div>Gamze Güngörmüş Konahttp://www.blogger.com/profile/14874505075986951772noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-7485590980046694453.post-9857119815882804142007-08-28T01:01:00.000+03:002012-06-27T14:33:43.957+03:00Zionism and Palestine-Israeli Conflict<div align="justify">The Palestine-Israeli Conflict in regard to Zionist Practices (unpublished article)<br /> <br />Dr. Gamze Güngörmüş KONA<br /> <br />Abstract:There have been several political problems in the Middle East region. However, Jewish-laic Israeli state’s enlargement policies which caused a direct negative impact on Palestine-İsraeli relations has been the most important among those problems in the Arab-Muslim Middle East region. The mentioned conflict, which began along with the Zionist policies and intensified parallel to the establishment of Israel state, has become much more complex throughout the years. Following this process, several Arab-Israel wars have been experienced which resulted in huge loss for both sides. The peace plans aimed at terminating the conflict could not bring a permanent solution to the problem, on the contrary, along with those plans Israeli state could have enlarged its sphere of influence in the region. The conflict, that remained unsolved due to the clashing interests of the sides and due to the interventionist policies of the big powers, is being tried to be solved through the Road Map peace plan currently. However, just after the application of the first level of that last plan the clashes have increased., and İsraeli state has placed itself in a position which can not be controled easily. In this study, on the one hand, it was explained that the political attempts that the Jews had made from the second half of the 19th century along with the zionist policies to the establishment of the Israel state did affect Arab-Jewish relations in the Middle East region , on the other hand, it was also pointed out that in what ways three important Arab-Israeli wars and the peace plans/negotiation attempts affected Israeli state’s status and political stand in the Middle East region before both the Palestinians and the Arabs, and how the Israel state gained that political power in time in the region. <br /><br />Key Words: Zionism, Palestine-Israeli conflict, Arab-Israeli wars, Palestine, peace process, Road Map. <br /><br />İntroduction: The Source of the Problem - Zionism and the Israeli Settlement Until the World War I<br /><br />In the period until the World War I, not a İsraeli state or the enlargement policies of that state but only the efforts of the Jews so as to obtain a land and to settle on that land can be mentioned. The first of those efforts started with the application of Zionist policies. So, Zionism has been regarded as the most influencial among those efforts. “Zionism, as a European movement came to be seen initially as another attempt by Western imperialism to subordinate Muslims to Europeans and became even more threatening once it was realized that the Zionists wished to take part of, what had been Arab lands for centuries and remake it into a Jewish homeland” (Smith, 1996: 33-34).<br /><br /><br /><br />Modern Zionism dates back to the second half of the nineteenth century, which refers the wish to establish an independent Jewish existence in Palestine. That modern zionism differed from the traditional zionism, that traditional zionism sees the establishment of Jewish state as a religious reward that can be given only by the Yahweh. However, modern zionism is secular and aims to use political activity to establish Israel state. Mainly, the prosecutions Jewish people underwent, discrimination and hostility that is shown to them gave rise to zionism. Jews became more adherent to their distinctive community life, after the harsh reactions coming from society. Especially, attacks on Jewish communities in Russia and Eastern Europe made them more reluctant to leave the country and some Jews immigrated to Palestine. These reople begun to set up Jewish agricultural settlement which was supported by wealthy western Jews.<br /><br />Moreover, an important event took place for Jews, in 1897, that The First Zionist Congress was realised in Basel by Theodor Herzl. The founding elements of zionist policy were determined in that congress. The plan that Herzl proposed mainly conveyed the essence of decisions. According to this plan; an organized Jewish colonization in Palestine should be materialized, an internationally recognised legitimate right for the colonization of Palestine should be obtained, and the establishment of a permanent organization for Jewish people unity should be realised (Taylor, 2001: 18). The congress declared its goal as the creation of a home for the Jewish people in Palestine to be secured by public law. It was obvious that the main purpose of that congress was to create a Jewish State but it could not openly declare that, due to the probable reaction of the Ottoman Empire to the notion of a Jewish state on a land which it was controlling.<br /><br />During that time, Jewish imigrants in Palestine purchased lands by the aid of foreign consuls, despite the fact that Ottoman officials opposed those purchasings. Between 1904 and 1914 a second wave of Jewish imigration came to Palestine, that intensified the Jewish population in the region. Consequently, Arab people became worried about the increase in population of Jews. Despite the fact that Jewish settlement created a common discontentment among Arabs, no direct action was taken to stop Jewish settlement. There were just individual protests against those settlements.<br /><br />Zionist Movement During the World Wars I-II<br /><br />For the first years of war, Palestine had no strategic importance except for the fact that, after the war Palestine would be a buffer-zone between Syria and Lebanon under the control of French and British-held Egypt. However, after the Revolution in Russia, British was alarmed that Germany would then use all its power against the Entente Powers. As a result, Britain decided to support zionists in Palestine, in return to support of Jews in Russia would be gained and would take Russia back to war. Moreover, British government would gain the support of Jews in U.S.A., so Jewish lobby would urge U.S. government to join the war on the side of Entente powers. In order to get the support of Jews, foreign minister of Britain Arthur James Balfour sent a letter to the Jewish member of British parliament Lord Lionel Walter Rothchild on 2 November 1917. The following points were mentioned in the letter known as Balfour Decleration:<br /><br />“I have much pleasure in conveying to you, on behalf of his Majesty’s Government, the following declaration of symphaty with Jewish Zionist aspirations which has been submitted to and approved by the Cabinet. His Majesty’s Government view with favour the establishment in Palestine of a national home for the Jewish people, and will use their best endeavours to facilitate the achievement of this object, it is being clearly understood that nothing shall be done which may prejudice the civil and religious rights of existing non-Jewish communities in Palestine, or the rights and political status enjoyed by Jews in any other country. I should be Grateful if you would bring this declaration to the knowledge of the Zionist Federation” (Landen, 1970: 197 ; TIPH, 1997: 117-119).<br /><br />However, while Britain was backing Jews for independence, they also made promises to Arabs. Britain promised to support the independence of Arab states, thus Britain intended to promote Arab revolts against Turkish army, that would draw Turks from Suez Canal and weaken the Ottoman Empire in the region. It was obvious that such promises to both Arabs and Jews were contradictory, but Britain assumed that they would iron out conflicts among them, after the war.<br /><br />After the World War I, Syria and Lebanon were under the mandate of France, and Paletsine, Iraq, Trans-Jordan under the mandate of Britain. Britain was responsible for the administration of both Arabs and Jews in Palestine. However, during this period, Arabs were not represented equally, despite their majority population in the region but Jews became more influential and powerful in all departments of government, that gradually Arabs were excluded from economic and political life. Furthermore, land purchases by Jews increased. Due to the lack of capital, Arabs could not catch up with the economic development of Jews. Therefore Arabs had to sell their lands. Those new Jewish-owners did not want to see Arab tenants, peasants on their lands. These people were taken away from their lands and became landless and discontented class, also transfer of land to non-Arabs caused agitation among Arabs.<br /><br />Consequently, Arab riots broke out in 1929 against Jews. Head of the British commission responsible for investigation of riots, Walter Shaw stated not only the reasons of riots, but also the basis of Arab-Israeli conflict in general: “The fundamental cause (of the outbreak) is the Arab feeling of animosity and hostility towards the Jews consequent on the disoppointment of their political and national aspirations and fear for their economic future... The feeling as it exists today is based on the two-fold fear of the Arabs that by Jewish immigration and land purchases they may be deprived of their livelihood and placed under the economic domination of Jews” (Smith, 1996: 90).<br /><br />Enlargement of Israeli Influence in the Middle East: Establishment of Israel State and 1948-1967-1973 Wars<br /><br />After Nazi government’s oppressions on German Jews, another Jewish immigration wave came to Palestine. This event intensified Jewish population in Palestine, also led the enforcement of Arab discontent. On 29 November 1947, the UN General Assembly approved the plan that Palestine would be shared by two states to be established by Jews and Arabs, and that Jarusalem and nearby would be given an international status (Bilen, 1996:12-13). Despite the fact that Jewish population was minority on the land, the independence of Israel was declared on 14 May 1948 following the UN partition of Palestine into Arab and Jewish states.<br /><br />All Arab regimes including Palestinian leader of the time rejected the partition plan and woved to destroy Israel, and the first Arab-Israel War began (McKinley, 1972: 87). Early on 15 May 1948 regular troops from Egypt, Syria, Transjordan and Iraq entered Palestine to support the local Palestinian Arabs (<a href="http://www.megastories.com/mideast/wars/1948.htm,Israel">www.megastories.com/mideast/wars/1948.htm,Israel’s</a> War of Independence). By July 1949 Israel had repulsed the invasion, joined the UN, and been recognized by more than 50 governments around the world. In serious armistices with Egypt Jordan, Syria and Lebanon in 1949, Israel established borders similar to those of Palestine during the British mandate. Jordan retained the West Bank of the Jordan River, Egypt took over the administration of the Gaza Strip and Jerusalem was divided under Israeli and Jordanian rule.<br /><br />The Year 1949, in which the first Arab-Israel War ended, has many meanings for Palestinians. It means the year in which they lost their country, in which about 1.000.000 of the total Palestinian population of 1.4 million people became refugees (Benny, 1989: 297). So, during the war of 1948, Israeli gained some of territories held by Arabs, and expelled them from these territories. According to Israel officials, those Arabs who did not run away became today’s Israeli Arab citizens and those who fled became the seeds of the first wave of Palestinian Arab refugees (<a href="http://www.masada2000.org/historical.html">www.masada2000.org/historical.html</a>, Palestinian Arab Refugees).<br /><br />“The Arabs rejected the legitimacy of the Jewish state, whereas the Israelis were determined to convince the Arabs that they could not threaten their existence. A new phase of the conflict now began, focusing on Arab-Israeli state and affected to a much greater degree than previously by great power rivalries and the contiuing confrontation between the Soviet bloc and the western powers” (Smith, 1996:148). It was obuious Arab aggression toward Israeli was because of their perception that Jews captured their homelands by the help of Western Imperialsm. So, Israeli was seen as a tool of imperialists in the region.<br /><br />An important event took place in the Middle East, after the revolution in Eygpt (1952), Eygpt defeated French-British-Israeli troops in Suez War. This event had two important results, one was that Eygpt gained prestige and became the leader of the Arab world, so Eygpt pursued an anti-Israeli policy, that it was an important side in Arab-Israeli conflict. Second results was that while British influence was lessened, Soviet and American influence increased.<br /><br />In the history of Arab-Israeli conflict, second important war occured in 1967, after the war of 1948. Six day war of 1967 was mainly the result of the Israel’s existence on Arabian lands. Another reason was the Eygpt’s anti-Israeli policy in order to gain power among Arab states. Eygpt, Syria and Jordan attacked Israelis. However, Israeli defeated Arab powers and Israeli armies conquered the West Bank, including the old city of Jerusalem, the Gaza Strip, and the Syrian Golan Heights, defeating the armies of Egypt, Jordan and Syria. But more than that, Israel created a new reality in the Middle East and sowed the seeds for deep dissent within its own society, and ideological settlers quickly moved into the West Bank, Golan, and Gaza and created new settlements (<a href="http://www.megastories.com/mideast/wars/1948.htm">www.megastories.com/mideast/wars/1948.htm</a>, An Incredible Six Days). Today over 400.000 Israelis live on the land conquered in the 1967 war. The Six Day War had a profound effect on the Arab world and in its aftermanth many of the leaders held responsible for the defeat. It also led the increase of anti-Western feeling, since the West was seen as having supported Israel. It also led the restructure of the Arab guerilla movement and the emerge of the Palestinian state (<a href="http://www.historychanel.com/">www.historychanel.com</a>, A Brief History of Palestine).<br /><br />Until the war of 1973 - the third important war in Arab-Israeli conflict - many clashes took place between Arabs and Israelis. On 6 October 1973, it was Israel’s turn to be taken by surprise, the October War between Israel and Arab states broke out. Egyptian forces blasted their way through the sand defenses built around the Israeli lines at the Suez Canal and succeeded in crossing the waterway (<a href="http://www.megastories.com/mideast/wars/1948.htm">www.megastories.com/mideast/wars/1948.htm</a>, Israel Caught On the Hop, 1973). The Arabs showed that they had improved their strategy since 1967. But in fact, it gave Egypt the political victory it needed to sue for peace with honor. Egyptian president Anwar Sadat went on to fly to Jerusalem in 1977 and became the first Arab leader to make peace with Israel. In 1979 Israel returned the Sinai to Egypt in a peace treaty that formally ended the 30 year state of war between the two countries. Egypt in return, recongnized Israel’s right to exist. Since then, Arab-Israeli conflict turned into the Palestine-Israeli conflict.<br /><br />Negotiation Attempts-Camp David Accords and the Advantages İsraeli State Had<br /><br />Prior to the 1973 war, efforts at peace negotiations between the Arabs and Israelis had been ineffective. After the war, there was a heightened sense of interest in resolving the outstanding issues between those actors. For Israel the 1973 war had shown that it was not invincible as the Arabs had been able to inflict a massive military blow to the country. For the Arab states and the Palestinians there was a strong desire to achieve some territorial adjustments (<a href="http://www.davem2.colf.edu/">www.davem2.colf.edu</a>, The Peace Process). The war also gave impetus to the international peace efforts in the region, as the European countries in particular began to interpret UN resolutions on the conflict in a more pro-Arab light. Also the United States now accepted the need to play in the peace process, both out of a desire to maintain regional stability but also to limit the changes of a superpower confrontation such as occurred during the 1973 war.<br /><br />The first major event in the peace process was the Camp David Accords of 1978. President Jimmy Carter invited President Sadat and Prime Minister Begin of Israel to the Camp David to aggree on a peace treaty. There were two parts, the first was a peace treaty between Israel and Egypt. In the treaty, a formal peace was to be established, a definite border between two states was to be created, and there would be the beginnings of diplomatic and economic interaction between two states. In return, Israel would withdraw from the Sinai, returning control of this land to Egypt. The second part, “A Framework for Peace in the Middle East” was an agreement to seek solutions to the regional issues that remained. The framework included a provision for a five year period of autonomy for the West Bank and Gaza during which time negotiations were to take place as to the final settlements of those areas.<br /><br />However, autonomy agreement was never implemented. In the Arab world, Sadat was branded a traitor. They saw Camp David as a separate peace with Israel, thereby weakening the unity of the Arab camp in its efforts to resolve other issues involving Israel. Sadat was later assassinated in 1981 in part because of Camp David. The removal of Egypt, the largest, and the most powerful Arab state guaranteed that no other Arab state would be willing to risque another war against Israel (<a href="http://www.davem2.colf.edu/">www.davem2.colf.edu</a>, The Peace Process).<br /><br />During the 1980’s, there was virtually no progress on the peace front between either Israel and the Palestinians or between Israel and the Arab states. On December 6, six Palestinian workers were killed in the Gaza Strip. It was the start of the Intifada, the revolution of the stones. In December 1987, the Intifada, the Palestine uprising in the occupied territories, began. Intifada is an Arabic world which means shaking. Palestinian youth were trying to shake off, or shake themselves free of 20 years of abject colonial humiliation by Israel. It was the movement of masses and the uprising in the occupied territories, after 20 years of Israeli rule, took everyone by surprise. Israel did not know how to react because it was difficult to denounce such a popular movement as the work of terrorists. After the Intifada 1.300 Palestinians, including 300 children, are said to have been killed, but the Palestinians had the sympathy of the world and also the Intifada pushed the PLO to moderate its position and moved them into a dialogue with the UN (<a href="http://www.megastories.com/mideast/wars/1948.htm">www.megastories.com/mideast/wars/1948.htm</a>, Intifada – Sticks and Stones and Broken Bones).<br /><br />Rabin and the Peace Process in the 1990s - The Madrid Conference<br /><br />There was a resurgence of interest in the peace process following the 1991 Gulf War. The collapse of the Soviet Union as an Arab ally gave the signals of ending strategy which argued that Israel could be forced to negotiate due to the Arab strength. Also, the Palestinian support of Iraq during the Cold War had made it an international outcast. There were hopes that coming back to the negotiating table would generate positive feelings towards the Palestinians. Finally, a change in the Israeli government in 1992 brought into power a new leadership under Rabin, and that was considered to be more supportive for the peace process. One important effort towards those issues was the Madrid Talks of October 1991. The idea was to begin a series of bilateral negotiations between Israel and Palestine. The Madrid Conference in 1991 was important because, for the first time, the representatives of Palestine and Israel met together to discuss their problems and peace (Journal of Palestine Studies, 1993: 9). Overall, the Madrid process has made little headway, though multilateral working groups continued to operate. After the Madrid conference, Israel and Palestinians agreed to mutual recognition and limited self rule for Palestinians in Jericho and Gaza. They also agreed to conclude a permanent treaty that would resolve the status of Gaza and the West Bank. But the more difficult issues such as the status of Jerusalem and the rights of Palestinian refugees were postponed to other peace talks.<br /><br />Negotiations between Israel and Palestinians today are based on the principles set down in the 1993 accords (Declaration of Principles). In this accord, Israel and PLO announced a major breakthrough in their relations and Arafat recognized Israel’s right to exist, accepted UN resolutions 242 and 338, renounced terrorism and rejected the PLO Covenant calling for the destruction of Israel. In a following agreement known as Oslo II, Israel and Palestinians agreed to the holding of elections for a Palestine Council. Israeli also agreed to a withdrawal from the major cities of the West Bank, turning administration Palestinian National Authority. In exchange the Palestinians agreed to make efforts to guarantee the security of Israelis (Abu-Amr, 1994: 74-78).<br /><br />The positive attempts also continued in Ehud Barak period. By the mid year 2000, Clinton invited Barak and Arafat to a three way summit at Camp David, and the talks ended with no agreement, the two sides concentrated largely over the sovereignty and the control of Jerusalem. Since the election of Barak, there has been a renewed interest among all parties to move towards meaningful negotiations on a number of front. On the Palestinian-Israel track there have been a number of meetings between Barak and Arafat. In the recent Camp David talks, although the talks ended with no agreement, both parties seemed to be closer to a final solution.<br /><br />However something in the peace process has changed with the election of Ariel Sharon, the leader of hard-line Likud Party complicated the peace process. Since Sharon’s controversial Semtember 28, 2000 visit to the Temple Mount, more than 400 people were killed in violent clashes between Palestinians and Israel. Both sides blamed the other for the violence, and each held the other responsible for ending it. The internal Israeli politics are further complicating the peace process. Sharon has said he would not give the Palestinians any more territory than they now control under interim accords-42 percent of the West Bank and two thirds of Gaza. Sharon also said he would continue to seek peace with the Palestinians but not on the basis of the 1993 Oslo Accords, which led the current peace talks, or ideas proposed by former US president Bill Clinton before he left the office in January. Sharon’s there main focus is on security, different kind of peace process, and united Jerusalem. Although the Israeli public voted in protest against Mr. Barak’s handling of negotiations with the Palestinians, they did not vote against the peace process. Mr. Sharon’s campaign promises included bringing both security and peace, but he insists he will not talk to the Palestinians until their four-month old uprising ends. Palestinians groups, however, insists that the violence will continue.<br /><br />On the other hand, after the election of Sharon, Hamas (the military mean of Muslim Brothers) which is opposed to the peace process, increased its terrorist activities against Israel (Hürriyet News, 07.02.2001). Hamas is believed to be the most effective political movement in Gaza in which almost 750.000 Palastinians live. For Hamas, the main aim is that the land of Muslims should be free of Zionists and the only possible solution is jihad (Sel, 1993: 44-49).<br /><br />As cited in The Economist in April 2001, Yasser Arafat is held personally to blame not only for what is perceived as a historic missed opportunity, but also for the escalating violence. Military sources argue anonymously in the press over whether Mr. Arafat explicitly orders specific acts of terrorism, or merely condones the violence in general. The Palestinian leader had expressed readiness to discuss a joint Egyptian and Jordanian proposal, which was raised by Hosni Mubarak in his meeting with George Bush in Washington on April 2nd. The proposal amounts to a package of reciprocal measures. Israael would lift its siege of Palestinian areas, and the Palestinian security forces would resume cooperation with their Israeli counterparts (The Economist, April 7th-13th 2001: 45-46).<br /><br />Israeli Prime Minister Ariel Sharon and Palestinian Authority President Yasser Arafat got calls from US President George W. Bush urging them to halt the violence in the Middle East. An independent, international committee headed by the former US Senator George Mitchell issued its Mideast report calling for a halt to the violence, a timetable for a return to negotiations(<a href="http://cnn.worldnews.printthis.clickability.com/pt/printThis?clickMap">http://cnn.worldnews.printthis.clickability.com/pt/printThis?clickMap</a>, May 23, 2001). Furthermore, the USA sent George Tenet, the CIA chief, to talk about how the ceasefire is to be monitored, and how to reinstate the long-lapsed ‘security cooperation’ between the two sides (The Economist, June 9th-15th 2001: 54). Tenet held separate talks with both sides as part of renewed US involvement in the Palastinian-Israeli crisis after Bush took Office in January, and also Tenet met Egyptian President Hosni Mubarak.<br /><br />Despite those international efforts and despite Sharon and Palestinian Authority leader Yasser Arafat have publicly committed to breaking the cycle of violence, neither believes the other’s pledge. The Israelis were complaining that the Sharon Government has not done enough to protect the settlements from Palestinian attack. Many people regard Israel’s unilateral decleration of a ceasefire as a sign of weakness. There appeared little criticism of Arafat’s unilateral commitment to halt armed attacks against Israeli targets. But it has been made clear that Palestinians have a perceived right to continue to intifada or uprising with the aim of achieving an end to Israeli occupation. In eight months of violence, more than 480 Palestinians and nearly 110 Israelis died. The violence continued until September 11, 2001. <br /><br />A New Possibility For Israeli Enlargement - The Road Map<br /><br />The Decleration of the Road Map, which was firstly mentioned by the U.S. president George W. Bush, in his speech dated 24 June 2002, appeared on April 30, 2003 following Israeli parliament elections and the end of Iraq War. That Road Map is aimed at the establishment of Palestine state and finding a permament solution to Arab-Israel conflict (<a href="http://www.palastinemonitor.org/special">http://www.palastinemonitor.org/special %20</a> section/road %20 map/Roadmap-fulltext.htm).<br /><br />The Road Map, prepared by the US, EU, Russian Federation and UK, includes a three-level period. (Dalgıç, 2003: 16-17). The first level contains the arrangements referring to the period between 24 June 2002 and May 2003. In that period it is assumed that Palestinian side would cease violation and the security cooperation between the sides would be restored based upon Tenet Plan. In that one-year period, while the Palestinian administration is to maintain detailed reforms such as the preparation of Palestine constitution and the realisation of free and fair elections. Israeli government is obliged to normalize the daily life of Palestinians, withdraw the lands occupied on 28 September 2000 and terminate the attempts in regard to the establishment of Jewish settlements. <br />In the second level, which is between June-December 2003, the attempts would concentrate on the establishment of an independent Palestine state having temporary borders. In that level, following elections, economic development of Palestine would also be supported.<br />The third level would contain the years 2004 and 2005. In 2005, Israel-Palestine talks would be provided in order to reach permanent status agreement. In those talks, refugees and the status of Jarusalem would be argued and ‘dual-state’ ideal which is based on the idea that Israel and independent, democratic Palestine would live in peace.<br /><br />Although the Road Map pretended to be different and more promising than the previous peace plans and negotiation attempts, just after declaration of the Road Map, both sides hesitated to fulfill the requirements and put forward their own demands.<br /><br />Conclusion<br />Currently, what will happen in the peace process is a controversial issue. There are five core issues that separate two sides. The first one is the fate of Jerusalem which is a city sacred to both sides and claimed by both sides as the capital. The second one is the status of hundreds of thousands of Palestinian refugees and their descendants who want to return to the lands they lost when Israel became independent in 1948. The property loss and long years in exile have generated deep anger against Israel. So far, Mr. Arafat has remained firm on the right of return, and he has been backed by Arab leaders. However, it seems that Israel will never accept an influx of Palestinians that would change its character as homeland created for Jews. Probably the only return these refugees can hope is the chance to live in a small and crowded Palestinian state into the West Bank and Gaza Strip. The third issue which separates two sides is the borders of a Palestinian state. This also means that what security measures should be taken to ensure the safety of both people. The negative stand of some groups and political parties which have been against Palestine-Israel peace since the begining of peace process should be regarded as the fifth issue which seperates two sides. While in Palestine, those anti-peace process attempts depend on radical Islamist groups, in Israel, rightist and religious parties have been the source of those anti-peace process attempts. Since those groups and parties assume that they would directly be excluded from the system/order to be established along with the materialization of peace in the region, they do their utmost to prevent peace process. The last issue in peace process is the policy of global powers aimed at enlarging their sphere of influence through being a mediator between the conflicting sides. In order to have the possibility of intervention, they usually favour the continuity of conflict. By doing so, on the one hand, they shape the Middle East region according to their own desire, on the other hand, they convince the disputing sides that they would be unable to survive without the support of those big powers. So, this makes all peace plans invalid in time.<br /><br />To sum up, it can be said that since the begining of the establishment of İsraeli state and following each peace plan or any negotiation attempt while the Palestinians lost their strength, Israeli state succeeded to enlarge its sphere of influence in the Middle East region.<br /> <br />References<br />Abu-Amr, Ziad (1994) “The View from Palastine: In the Wake of the Agreement”, Journal of Palestine Studies, 23 (2).<br />“After Tel Aviv Suicide Bomb”, The Economist, June 9th-15th 2001.<br />Benny, Moris (1989) The Birth of Palestinian Refuge Problem 1947-1949, Cambridge University Press, New York.<br />Bilen, Özden (1996) Orta Doğu’da Su Sorunları ve Türkiye, Tesav Vakfı Yy., Ankara.<br />Dalgıç, Gökçe (2003) “Barış Sürecinde Yeni Bir Başlangıç? ‘Yol Haritası’”, Stratejik Analiz Dergisi, 4 (38).<br />“Dark Shadows Over Israel and Palestine”, The Economist, April 7th-13th 2001, 45-46.<br />Hürriyet News, 07.02.2001.<br />Landen, Robert G. (1970) The Emergence of Modern Middle East Selected Readings. New York: Van Nostrand Reinhold Co.<br />McKinley, Webb (1972) Trouble in the Middle East, New York.<br />Sel, Fatma (1993) “Filistin’de İslamın Yükselişi ve Örgütsel Hareketlilik”, Dünya ve İslam Dergisi.<br />Smith, Charles D. (1996) Palestine and the Arab-Israeli Conflict, St. Martin’s Press, New York.<br />Taylor, Alan R. (2001) İsrail’in Doğuşu 1897-1947 Siyonist Diplomasinin Analizi, Çev: Mesut Karaşahan, Üçüncü Basım, Pınar Yayınları, İstanbul.<br />“The Oslo Agreement: An Interview with Nabil Shaath”, Journal of Palestine Studies, 22 (1), Spring 1993.<br />Tiph (Temporary International Presence in the City of Hebron), Introduction Program for the New TIPH Members, Hebron, 1997.<br /><br />Internet<br /><br />“A Brief History of Paletsine”, <a href="http://www.historychanel.com/">www.historychanel.com</a><br />“An Incredible Six Days”, <a href="http://www.megastories.com/mideast/wars/1948.htm">www.megastories.com/mideast/wars/1948.htm</a>.<br />“Intifada-Sticks and Stones and BrokenBones”, <a href="http://www.megastories.com/mideast/wars/1948.htm">www.megastories.com/mideast/wars/1948.htm</a><br />“Israel’s War of Independence”, <a href="http://www.megastrories.com/mideast/wars/1948.htm">www.megastrories.com/mideast/wars/1948.htm</a>.<br />“Israel Caught On the Hop”, 1973, <a href="http://www.megastories.com/mideast/wars/1948.htm">www.megastories.com/mideast/wars/1948.htm</a>.<br />“Palestinian Arab Refugees”, <a href="http://www.masada2000.org/historical.html">www.masada2000.org/historical.html</a>.<br />“Road Map”, <a href="http://www.palastinemonitor.org/special">http://www.palastinemonitor.org/special %20</a> section/road %20 map/Roadmap-fulltext.htm.<br />“Sharon and Arafat Get Calls From Bush Urging End to Violence”, May 23, 2001, <a href="http://cnn.worldnews.printthis.clickability.com/pt/clickmap">http://cnn.worldnews.printthis.clickability.com/pt/clickmap</a><br />“The Peace Process”, <a href="http://www.davem2.colf.edu/">www.davem2.colf.edu</a>.</div>Gamze Güngörmüş Konahttp://www.blogger.com/profile/14874505075986951772noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-7485590980046694453.post-78446591982280877652007-08-28T00:37:00.000+03:002012-06-27T14:58:56.921+03:00Kerkük ve Rusya Federasyonu<div align="justify"><a name="_Toc531350374">GÜNGÖRMÜŞ KONA, Gamze (2007). “Kerkük ve Rusya Federasyonu”, Global Strateji Hakemli Dergisi, Yıl 3, Sayı 8, ss.187-201.</a><br /><br />Kerkük ve Rusya Federasyonu<br /><br />Giriş<br />2000’li yıllara Putin ile giren Rusya'nın iç ve dış politikasında hızlı bir değişim süreci başlamıştır. Rusya dışarıda bölgesel bir süper güç ve bir enerji süper gücü olma yönünde adımlar atmaya başlarken, içeride federal yapı güçlendirilmiş ve Kremlin'e yeni bir yönetim anlayışı getirmiştir. Putin’in ardından Rusya'nın resmi politikasında çok kutuplu dünya, yakın çevre öncelikli dış politika ve ABD karşıtı çabaların önemli ölçüde varlığını koruduğunu görüyoruz. Putin önceliğini Rusya devletini güçlendirmek ve bunu da güçlü devlet, güçlü ekonomi ve güçlü ordu ile gerçekleştirmek olarak belirlemiştir. İç politikada güçlü bir devlet oluşturulması amaçlanırken, dış politika öncelikli olarak iç sorunların çözümüne yönelik esaslar ve çok kutuplu ilişkiler çerçevesinde yürütülmektedir. Putin Rusya'nın Bağımsız Devletler Topluluğu’ndaki (BDT) lider pozisyonunu koruması için bir yandan BDT'nin ekonomik yönünü geliştirmek, Avrasya Ekonomik Birliği’ni oluşturmak, enerji faktörünü bu coğrafyadaki ülkeler üzerinde etkin baskı unsuru olarak kullanmak (Cafersoy, 2002, ss.84, 98-99) diğer yandan da ABD hakimiyetine son vermek istemektedir. Putin’in 10 Şubat 2007 tarihinde 43. Münih Güvenlik Politikaları Konferansı’nda yapmış olduğu konuşma bu isteğin en somut ifadesi olarak kabul edilmelidir. Tek hakim devletin meşru kılınmaya çalışıldığı bir düzenin sadece mevcut sistem içindeki diğer devletlere değil aynı zamanda bu tek hakim devlete de zarar vereceğini ifade eden Putin aslında ABD’ye karşı mücadele vermeye kararlı olduğunun da mesajını vermiştir. Ardından gerçekleştirdiği Suudi Arabistan, Riyad, Katar ve Ürdün devletlerini kapsayan Orta Doğu ziyareti ise bu uğurda göstereceği kararlılığı somutlaştırmıştır.<br />Tüm bu somut gelişmeler, Putin’in kararlı tavrı ve Orta Doğu politikalarına yeniden eğilmesi göz önünde bulundurulduğunda Rusya Federasyonu ile Türkiye arasında Orta Doğu politikaları genelinde ve Kerkük özelinde ortak pek çok kaygının bulunduğunu ve bu doğrultuda ortak bir Orta Doğu politikası geliştirilebileceğini söylemek yanlış olmayacaktır. Mevcut şartlar altında Türkiye’nin Orta Doğu bölgesine ilişkin önceliğinin Kerkük’te yapılacak referandum ve Kerkük’ün statüsü oluşturduğuna ve Putin’in son girişimlerinin ise dünya politikalarında tek hakim gücün etkinliğini kırmak olduğuna göre Türk karar alıcılarının yapması gereken Rusya Federasyonu’nun öncelikle Türkiye Cumhuriyeti ile ortak bir Kerkük daha sonra ise ortak bir Orta Doğu politikası geliştirmesini sağlamak olmalıdır. Bu makale kapsamında Rusya Federasyonu’nun Türkiye’nin çıkarları ile örtüşen ve Türkiye’nin Kerkük ve Orta Doğu politikalarını destekleyici nitelikteki Kerkük ve Orta Doğu politikaları geliştirmesini mümkün kılabilecek somut unsurlar tartışılacak ve böylesi bir politikanın gerçekleştirilmesinin kuvvetle muhtemel olduğu ifade edilecektir.<br /><br />Rusya Federasyonu’nun Bir Kerkük Politikası Geliştirmesini Kolaylaştırıcı Unsurlar:<br /><br />a. Avrasyacılık<br />1991 yılının sonlarına doğru Boris Yeltsin’in Rusya Devlet Başkanı ve Andre Kozirev’in de Dışişleri Bakanı olarak başa geçmeleriyle birlikte, 1992 yılında Rus dış politikasında iki farklı yaklaşım ortaya çıktı. <a name="_Toc531350375"></a>Bu yaklaşımların ilki Kozirev tarafından benimsenen dış politika stratejisiyle ilgiliydi. Kozirev’in amacı, Yeltsin’in ekonomik kalkınmaya dayalı görüşünü destekleyebilecek bir dış politika kavramı oluşturmaktı. Bundan başka, demokrasinin önündeki engelleri kaldırarak Rusya’yı normal bir büyük güç haline dönüştürmeyi hedefliyordu. Bu ideal, dış politikada bazı köklü değişikliklere sebep oldu. Kozirev’e göre Rusya Batı’ya uzak durmaktan vazgeçebilmeli ve Batılı devletlerle, özellikle de ABD ile iki yönlü veya çok yönlü ilişkiler geliştirmenin yollarını aramalıydı. Bunun yanında Rusya, eski Sovyet cumhuriyetlerine eşit ve bağımsız ortaklar gözüyle bakmayı öğrenmeliydi. Kozirev’in politikası, aynı zamanda Rusya’nın, tek yanlı güç kullanmak yerine Avrupa’daki uluslararası örgütlerin arabuluculuk rolüne güvenmesini gerektiriyordu. Böylece, Kozirev tarafından benimsenen Rus dış politikasının özelliklerine bakarak, dağılmadan sonraki ilk yılda Rusya Federasyonu’nun, Batı yanlısı, Avrupa merkezli bir dış politika izlemiş olduğunu ve bu durumun Rusya’nın Orta Asya’daki Müslüman cumhuriyetlerden uzak durmasına yol açmış olduğunu söyleyebiliriz. <br /><a name="_Toc531350376">Ne var ki, bu türden bir dış politika kalıbı dış politika çevrelerinden hiçbir zaman destek görmedi ve 1992 yılı boyunca sert eleştirilere maruz kaldı. Bu eleştirilerin bazısı Sovyetler Birliği’nin dağılmasına tamamen karşı olan ve eski Sovyetlerin jeopolitik sahasında bağımsız cumhuriyetlerin kurulmasından yana oldukları için Gorbaçov ve Yeltsin’e muhalefet eden anti-reformist grubun taraftarlarından geliyordu. Bu grubun taraftarlarına göre, Gorbaçov ve Yeltsin’in faaliyetleri, tarihte tüm Doğu Avrupa devletleri, Orta Asya ve Kafkasya cumhuriyetleri üzerinde hakimiyet kurmuş bulunan Sovyetler’in gücünü kaybetmesine yol açacaktı. Bu keskin eleştirilere rağmen yeni Rus yönetimi, bunları görmezden geldi ve kendi dış politika ilkelerini uygulamayı sürdürdü. Ancak, demokratik grup içindeki nüfuzlu kişilerden gelen eleştiriler Rus dış politikasını etkiledi. Eleştirilerin merkezinde, Andre Kozirev’in uluslararası ilişkiler alanında aşırı idealist ve kurumsalcı bir yaklaşımı benimsemiş olması ve Rusya’nın ulusal güvenliğiyle ilgili çıkarlarını tespit etme ve değerlendirme aşamasında başarısız olması gibi unsurlar yer alıyordu. Bundan başka, </a><a name="_Toc531350377"></a>Kozirev’in, Batı’ya aşırı ilgi göstermesini ve uluslararası organizasyonların arabuluculuk rolüne çok fazla güvenmesini de eleştiriyorlardı.<br /><a name="_Toc531350378">Bu eleştirilerin sonucunda Aralık 1992’de Rusya Dışişleri Bakanı, dış politikanın esasları ile ilgili olarak, eleştirenlerin isteklerini kısmen karşılayan bir taslak yayımladı ve 1993 yılının ortalarında Rus dış politikasının ana hatlarına ilişkin ulusal bir uzlaşmaya varıldı. Böylece, söz konusu Rus dış politikasındaki idealist ve kurumsalcı yaklaşımın yerini, eski Sovyet cumhuriyetlerindeki çekişmelerde Rusya’nın askeri ve diplomatik müdahalesine taraftar olan daha eylemci dış politika yaklaşımı aldı. Bu yeni dış politika yaklaşımı gereğince, Rusya’nın politikasına yön verenler Orta Asya bölgesi ve Orta Asya cumhuriyetleriyle ilgili işlere daha fazla müdahale eder duruma geldiler. Alexander Rahr, “Rus Dış Politikasında ‘Atlantikçilere’ Karşı ‘Avrasyacılar’” başlıklı makalesinde bu iki grup arasındaki farklılıkları, bu grupların farklı dış politika tutumlarını anlatarak açıklamaktadır. (bkz. Rahr, 1998, ss.41-50) Rahr’a göre, Atlantikçiler Batı’ya düşman gözüyle değil yeni dünya düzeninin kurulmasında işbirliği yapacakları bir ortak gözüyle bakıyorlardı. Bu grup, Rusya’nın yeni kuzeyin bir parçası olmasını istiyordu ve bu yeni kuzeyin günümüzdeki batı ile aynı değer ve düşüncelere sahip olabileceğine inanıyordu. Rus dış politikasının esaslarının; “Rusya normal demokratik bir devlete dönüşmelidir, tüm dünyaya açık olmalıdır ve her türlü emperyalist ideolojiyi ve yine her tür kurtarıcı olma düşüncesini reddederek kendini ekonomik ve siyasal olarak yenilemelidir” şeklindeki bir anlayışa dayanması gerektiğini savunuyordu. </a><a name="_Toc531350379"></a>Bunun yanında, batı ile ters düşmeye yol açabilecek yeni roller aramak yerine, Rus dış politikasının Gorbaçov’un “Yeni Düşünce” politikasını benimsemesi ve eski Sovyetler Birliği’nin Avrupa’yla entegrasyonunda iyi bir başlangıç yapmış bulunan eski Rusya Dışişleri Bakanı Eduard Şevardnadze’nin izinden gitmesi gerektiği düşüncesini de destekliyordu. Bu görüşleri taşıyan ve destekleyen Atlantikçiler, Avrasyacılar’ın hemen tüm görüşlerini reddediyorlardı.<br /><a name="_Toc531350380">Avrasyacılar’a gelince, Avrasyacılar Atlantikçiler’e göre daha az batı yanlısı olan aydınlardan oluşuyordu. Rusya’nın, hızlı batılılaşma girişimleri yerine, Avrupa ve Asya arasında bir köprü oluşturmaya dayalı belirli jeopolitik bir rolü korumasını istiyorlardı. Rusya’nın Orta Asya’daki müslüman cumhuriyetlerle ilişkilerini geliştirmeye yoğunlaşması gerektiğini vurguluyorlardı. Avrasyacılar, Atlantikçiler’in tersine, bir Rusya-Müslüman ülkeler federasyonunun Rusya’ya Avrasya kıtasında süper güç olma olanağı sağlayabileceği görüşünü gün geçtikçe daha çekici bulmaya başladılar. Rusya’nın geleneksel müttefiklerinin batıda değil güneyde bulunduğu düşüncesini savunuyorlardı. Sonuç olarak, Rusya’nın ekonomik ve siyasal avantajlarının Pasifik ve Orta Doğu bölgesinde olduğuna inanıyorlar ve Boris Yeltsin ile Andre Kozirev’in dış politika ilkelerinin takipçisi olan Atlantikçiler tarafından benimsenen politikalara karşı çıkıyorlardı. </a><br />Putin’in ardından Rusya'nın resmi politikasında Avrasyacı unsurların, yani çok kutuplu dünya, yakın çevre öncelikli dış politika ve ABD karşıtı çabaların önemli ölçüde varlığını koruduğunu görüyoruz. Ancak bu politikada; daha pragmatik bir çizgi takip edildiği ve ABD ile açık bir çatışmanın istenmediği, bu ülkeyle işbirliğine hazır olunduğu gibi mesajlar da açıkça vurgulanmaktadır. Putin ilke önceliğini Rusya devletini güçlendirmek ve bunu da güçlü devlet, güçlü ekonomi ve güçlü ordu ile gerçekleştirmek olarak belirlemiştir. Putin güçlü, etkin, demokratik, yurttaşlarının haklarını, ekonomik özgürlüklerini savunabilen, onlara uygun yaşam koşulları sağlayabilen devlet kurma amacında olduklarını beyan ederken, devletin güçlenememesi durumunda dış meydan okumalara da cevap verilemeyeceğini vurgulamıştır. Böylece iç politikada güçlü bir devlet oluşturulması amaçlanırken, dış politika da öncelikli olarak iç sorunların çözümüne yönelik esaslar çerçevesinde yürütülmektedir. Putin Rusya'nın BDT'deki lider pozisyonunu koruması için bir yandan BDT'nin ekonomik yönünü geliştirmek, Avrasya Ekonomik Birliği’ni oluşturmak, enerji faktörünü bu coğrafyadaki ülkeler üzerinde etkin baskı unsuru olarak kullanılmak istemektedir.<br /><br />b. 11 Eylül 2001<br />Dünya Soğuk Savaşın bitişine sevinememişti. Eski Sovyet Bölgelerinde ardı ardına patlayan krizler yeni çözümler beklemekteydi. Herkes tek bir süper gücün yeni krizler karşısında neler yapacağını bekliyordu. Zira, Sovyetlere karşı gücünü korumayı başaran ABD sistemi yeniden yapılandıracaktı. Fakat dönem, konvansiyonel savaş sonrası bir süreç değildi. Yeni düzenlemelerin yapılmasını ve sistemin gözden geçirilmesini gerektirecek global bir tehdit yoktu. Samuel Huntington ise aynı fikirde değildi, ona göre, medeniyetler arasındaki bir çatışma tüm dünyayı global bir krize sürükleyebilirdi. Batılı ve Batılı olmayan arasındaki bu mücadele tüm dünyayı içinden çıkılmaz bir sürece sokabilirdi.<br />Zihinler tam bu sorudan kurtulmuştu ki 11 Eylül terör eylemi gerçekleşti. İddialara göre bazı El-Kaide militanları, liderleri Usame Bin Ladin’in emriyle kaçırdıkları uçaklarla ABD’nin egemenlik sembollerini vurmuştu. Dünya büyük bir şoktaydı. Başkan Bush, Afganistan’ı, El-Kaide’yi ve liderini barındıran Taliban yönetimini direkt hedef olarak gösteriyordu. Bush, ABD’nin terörle olan savaşında safları şöyle belirliyordu: ‘Bizimle olanlar ve teröristler.’ Bu saflaşmaya kimse karşı çıkamıyor ve dünya her geçen gün Bush’un yeni bir açıklaması ile sarsılıyordu. Şer ekseni benzetmesi ile zihinlere yeni hedefler kazınıyordu; İran, Irak ve Kuzey Kore gibi. Ayrıca Bush’un ‘Haçlı seferi’ benzetmesi amacını aşan bir açıklamadan ya da bir gaftan çok adrese teslim bir mektup gibiydi.<br />ABD’nin yeni hedefi, otoriter yönetimler tarafından İslam ülkelerine demokrasi getirmekti, bir başka deyişle, ABD’nin asıl amacı, Orta Asya ve Ortadoğu’daki uyumsuz devletleri kendisiyle ılımlı hale getirmekti. Bu operasyonlar yapılırken bir yandan da Çin ve İran’ın çevrelenmesi tamamlanacaktı. Bu amaçla 7 Ekim 2001 tarihinde Afganistan operasyonu başlatıldı. Sovyetlere karşı, ABD ile aynı saflarda savaşan Afganistan şimdi yeni tehdidin merkezi idi. SSCB'ye karşı yürütülen mücadelenin sona ermesiyle birlikte, Afgan savaşı sırasında mücahitlerin eğitimi ve barınması için oluşturulan kampların bir çoğunun kapandığı, geriye kalanların ise ülkelerine dönemeyen eski ve yeni nesil mücahitler tarafından kullanılmaya başlandığı, böylelikle Afganistan'ın, radikal İslamcı terörün dünya'ya yayıldığı, sığınma ve eğitim merkezlerinden birisi haline geldiği bilinmekteydi. Yeni ittifak Kuzey Cephesi idi. İki ay gibi kısa sayılacak bir sürede operasyon tamamlanmış ve Hamid Karzai başa getirilmişti.<br />Bundan sonraki ilk hedef Irak idi. Irak’la ilgili çeşitli iddialar gündemi işgal etmeye başlamıştı. Irak - El-Kaide ilişkisi ispatlanmaya çalışılmış, fakat bu ispatlanamayınca Irak’ın nükleer silahlara sahip olduğu gündeme getirilmişti. ABD sert bir üslupla Saddam’dan tüm nükleer silahları imha etmesini istiyordu. Silah denetçilerini dışlayan Saddam, savaş tehdidi nedeniyle, kapısını tekrar silah denetçilerine açmak zorunda kalıyordu. Bu arada ABD yetkilileri bölgede bulundukları temaslarla, ülkelerden operasyon için destek istiyordu. ABD operasyonu yapmaya karalıydı ancak yine de operasyona meşruluk kazandırmak amacıyla BM güvenlik konseyinden bir karar çıkartıyordu. (Silah denetçilerinin nükleer silah bulması meşru savaş sebebi sayılacaktı) Bununla birlikte, ABD ve İngiltere bölgeye asker yığmaya devam ediyordu. Barzani ve Talabani, Irak Operasyon’unun iki kilit ittifakı olarak görülüyordu. Operasyon tartışmaları BM’in, NATO’nun ve AB’nin tüm yapısını alt üst ediyordu. Soğuk Savaş sonrası, ABD çabaları ile birleşen Almanya, ABD karşısında yeniden bir güç ittifakı ile karşı tavır sergiliyordu. Denetçiler ülkede hiçbir nükleer silah belirtisine rastlayamadıklarını vurguladıkları dönemde, gündem Saddam’ın ne kadar meşru olduğu sorusuyla ilgilenmeye başlamıştı. Uluslararası kamuoyu silah denetçilerinin raporu, barış girişimleri ile meşgulken 16 Mart tarihinde ABD, Saddam ve ailesine Irak’tan ayrılmaları için 48 saat tanıyordu. Sürenin dolmasına saatler kala II. Körfez Savaşı başlıyordu. Operasyon sonrasında politik açıdan değişim gösteren sadece Irak değildi. ABD tehditleri karşısında İran daha da hırçınlaşmış, Suudi Arabistan ve Suriye her an müdahale bekler duruma gelmiş, İsrail daha da güçlenmişti. Bazı Kafkasya ve Orta Asya devletlerinde de renkli devrimler ya da devrim teşebbüsleri neticesinde politik panorama değişmişti. ABD sadece Orta Doğu’ya girmemiş, Kafkasya ve Orta Asya üzerinden Rusya Federasyonu’na da iyiden iyiye yakınlaşmıştı.<br /><br />c. Petrol<br />Bölge devletlerinin ekonomik gücü, temel olarak petrol üretimine dayanmaktadır. Orta Doğu petrolleri, dünya petrol rezervlerinin yüzde 65’ini; Orta Doğu’nun diğer bir ekonomik kaynağı olan doğal gaz ise dünya doğal gaz rezervlerinin yüzde 26’sını oluşturmaktadır. İran, Irak, Suudi Arabistan, Kuveyt ve Birleşik Arap Emirlikleri gibi ülkelerin ekonomileri neredeyse tamamen petrol üretimine dayanmaktadır. Bölge üzerinde özellikle Birinci Dünya Savaşı öncesinde Büyük Britanya, Rus Çarlığı ve Almanya’nın önemli ölçüde bir güç mücadelesi daha 20. yüzyılın başında etkisini göstermiştir. Bu güç mücadelesinin en önemli unsurlarından biri olarak petrolün göz önünde bulundurulması gerekir. (Yerasimos, 2000, s.123) Birinci Dünya Savaşı devam ederken Büyük Britanya, Fransa ve Rus Çarlığı arasında Osmanlı Devleti’nin parçalanmasına ilişkin birtakım gizli anlaşmalar yapılmasına rağmen İngilizler’in en önemli kaygılarının başında Basra Körfezi’ni kontrol etme isteği yatmıştır. Birinci Dünya Savaşı’nın hemen ardından İkinci Dünya Savaşı’nın başlangıcına kadar olan dönemde Orta Doğu bölgesi genelinde siyasi olarak ve petrol egemenliği bağlamında başat güç konumuna gelmeye çalışan iki büyük devlet ön plana çıkmıştır; İngiltere ve Fransa. Orta Doğu’ya özellikle iki dünya savaşı arasındaki dönemde İngiltere ve Fransa’nın önem vermesinin başlıca sebepleri arasında petrol kaynakları ile birlikte stratejik unsurlar da yer almaktaydı. (Lewis, 1995, s.276) Ancak, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Orta Doğu bölgesi genelinde ABD’nin giderek yükselecek olan etkisi ve etkinliği ile karşılaşılmıştır. Soğuk Savaş döneminde Orta Doğu bölgesindeki petrol rezervlerinin egemenliğine ilişkin isteğini Sovyetler Birliği gibi bir büyük karşı güç nedeniyle engellemek durumunda kalan ABD, Sovyetler Birliği’nin yıkılmasını takiben oluşan güç boşluğundan da faydalanarak Orta Doğu bölgesine I. ve II. Körfez harekatlarının ardından daha belirgin bir biçimde yerleşmeye ve petrol kaynaklarını daha yüksek bir oranda kendi inisiyatifi dahilinde yönlendirmeye başlamıştır.<br />Tüm bu güç mücadeleri bağlamında ön plana çıkan Basra Körfezi ülkeleri ve Dünya petrol rezervlerinin yaklaşık %60’ına varan petrol kaynakları ile Basra Körfezi, ekonomik açıdan büyük öneme sahiptir. Başta sanayileşmiş Batı ülkeleri olmak üzere, genel olarak Dünya ekonomisinin petrole bağımlılığı dikkate alındığında uluslararası ekonomik çıkarlar açısından bölgenin önemi artmaktadır. Bu nedenle, bu bölgenin ekonomik özellikleri ve sahip olduğu kaynakların incelenmesi gerekmektedir.<a name="_Toc45901476"> İran, doğal gaz rezervleri ile dünyada ilk sırada, %8 dolayındaki petrol rezervi ile de dünyada altıncı sırada yer almaktadır. (The Middle East, 1995, s.23) Dünya petrol rezervlerinin yaklaşık % 12’sine sahip olmakla beraber dünyada ikinci sırada yer alan Irak’ta, petrol rezervlerinin büyük bir bölümü ülkenin kuzeyinde toplanmıştır. Petrol üretiminin ilk başladığı yer olan Kerkük dışında ikinci büyük petrol yatağı merkezi ise Basra yakınlarındaki Zubeyr-Rumeyle’dir. (Arı, 1996, s.24) Petrol üretimi bakımından dünyada birinci sırada yer alan Suudi Arabistan, dünya petrol rezervlerinin %23’üne sahiptir. Ülkenin günlük petrol üretimi 1.3 milyon tondur. Dünya petrol rezervinin %10’una sahip olan Kuveyt’in ekonomisi büyük ölçüde petrole dayalıdır. Abu Dabi, Dubai, Sharjaj, Asman, Umm al-Qiwain, Ras al-Haimah ve Fujairah gibi yedi farklı Emirliğin oluşturduğu Birleşik Arap Emirlikleri (BAE), petrol ve doğal gaz rezervleri bakımından dünyanın en zengin ülkeleri arasında yer almaktadır. Petrol bakımından dünya petrol rezervinin yüzde 10’unu elinde bulunduran BAE’nin günlük üretimi 2.1 milyon varildir. BAE aynı zamanda doğal gaz rezervine sahip ilk 20 ülke arasında yer almaktadır. Emirlikler arasında en yüksek gelir, petrol zengini Abu Dabi ve Dubai’de bulunmaktadır. 1980’lerin ortalarından itibaren Dubai’de ham petrol ve doğal gaz ihracatında artış gözlemlenmektedir. Bahreyn, Umman, Katar ise petrol rezervleri açısından diğer Basra Körfezi ülkelerinden daha az özellikli bir konumdadır.</a><br />Sonuç olarak, sahip oldukları petrol kaynakları nedeniyle bazı siyasal ve ekonomik avantaj ve dezavantajlarla yüzleşen ve bu unsurları bizzat yaşayan Orta Doğu devletleri tarihsel süreç içinde pek çok büyük gücün müdahalesine maruz kalmışlardır. Ekonomik amaçlı bu siyasal müdahaleler Orta Doğu devletlerinin siyasi açıdan gelişmelerini engellerken ellerinde bulundurdukları petrol kaynaklarını da kendi inisiyatifleri doğrultusunda değerlendirememelerine neden olmuştur. Birinci Dünya Savaşı öncesinde Rusya, Fransa ve İngiltere merkezli bir dizi müdahale İkinci Dünya Savaşı’nı takiben yerini Rusya-Amerika eksenli müdahaleler zincirine bırakmıştır. Sovyetler Birliği’nin dağılmasını takiben sona eren iki kutuplu sistemin ardından tek başat güç olarak beliren ABD, Orta Doğu bölgesine yönelik dış politika ilgisinin devam ettiğini vurgulayan bir tarzda 1990’ların başında bölgede ilk fiili müdahalesini gerçekleştirmiş ancak petrol arzını tam anlamıyla kendi isteği doğrultusunda şekillendirememiştir. Son dönem gelişmeleri Orta Doğu devletlerinin daha uzunca bir süre büyük devletlerin dış politik manevra alanları dahilinde kalacaklarını göstermektedir. Gelecek dönemlerde, Orta Doğu petrol rezervlerinin tespiti, petrolünün çıkarılması ve ihracı gibi meselelerin bölge devletlerinin kontrolünden tümüyle çıkarak, büyük güçlerin hakimiyet alanına girmesi kuvvetle muhtemel görünmektedir.<br /><br />d. Türkiye ile Ortak Algılamalar<br /><br />1. Güvenlik Sorununa Ortak Bakış :<br />Doğu ve Güneydoğu Anadolu'daki etnik hassasiyet kanırtılarak başlatılan çatışmalar zaman zaman Türkiye Cumhuriyeti'nin başını ağrıtmıştır. Ancak en büyük tehdit 1980'lerde yoğunlaşarak artan PKK terör örgütünün kadın, çocuk, yaşlı demeden tüm sivil halkı hedef alan faaliyetleri olmuştur. Türkiye'de sayıları hala ihtilaflı bir konu olsa da yerli yabancı araştırma kuruluşlarının genelde ortaya koydukları oran nüfusun yüzde 8'i kadardır. Ancak bu oran Kürt kökenli nüfusu 15-20 milyon olduğunu savunan bazı çevrelerin tepkisine neden olmaktadır. (Önder, 1998, ss.4-16) Kürt nüfusunun bir kısmı PKK'yı desteklemiş ya da PKK tarafından desteklemeye mecbur edilmiştir. Abdullah Öcalan 1978 yılında Kürdistan Ulusal Kurtuluş Ordusu adında gizli bir örgüt kurdu. Örgüt bir süre sonra Kürdistan İşçi Partisi adını aldı. Örgüt özellikle Kürt nüfusun yaşadığı doğu bölgelerinde faaliyetlerine başladı. Öcalan 1980 Darbesi sonrası yoğunlaşan askeri kontrolden dolayı yurt dışına kaçtı. Bu tarihlerde örgütün özellikle İran, Suriye gibi Türkiye'yi Batılı devletlerin çıkarları doğrultusunda politikalar izlemekle suçlayan Orta Doğu devletlerince desteklendiği bilinmektedir. Suriye'nin desteği ile Öcalan PKK'nın kamplarını Bekaa Vadisi'ne taşımış ve 1984 yılından sonra da Türkiye'de yoğunlaşan terör olaylarını buradan yönlendirmiştir. (Özcan, 1999, ss.330-331) Özellikle 1990'lı yıllarda güvenlik güçlerinin başarılı operasyonları ve bölge ülkelerine teröre verdikleri desteği kesmeleri yolundaki Türk hükümetinin istekleri ile PKK zayıflamış ve 1999 yılında Öcalan’ın Kenya'da Türk istihbarat mensuplarınca ele geçirilişi de örgüte ciddi darbe vurmuştur. PKK bugün nadir olarak güvenlik güçleriyle çatışmaya girmektedir. Görüldüğü gibi aynen Orta Doğu ülkelerinde olduğu gibi etnik farklılıklar dış devletlerce körüklenmek suretiyle Türkiye'ye yönelik tehdit oluşturmaktadır. Günümüzde bu terör örgütü eski gücünü kaybetmiş olmasına rağmen Türk hükümeti A.B.D.'nin yeni Irak yapılanmasında Kuzey Irak Kürtleri’ne verdiği askeri, ekonomik ve siyasi desteği tedirginlikle izlemektedir.<br />Rus siyasi karar alıcıları ise Rusya Federasyonu’nun taşıdığı ulusal güvenlik endişelerini Devlet Başkanı Vladimir Putin tarafından 21 Nisan 2000 tarihinde imzalanmış olan 706 sayılı Başkanlık Bildirisi’yle gayet net biçimde ifade etmişlerdir. Bu bildiri, bölge içinde ve bölge dışında uzun yıllardır tartışılan ulusal güvenlik belgesi ve askeri doktrinin son şeklini açıklamaktadır. Rusya Federasyonu’nun güvenlik kaygılarının başlıca dört bileşeni bulunmaktadır: Moldova, Belarus, Ukrayna ve Baltık devletlerinde olduğu gibi Orta Asya ve Transkafkasya sınırlarında Sovyetler döneminde kurulan askeri üsleri ele geçirmek veya korumak, Orta Asya cumhuriyetlerindeki iç etnik çatışmaların yayılmasını önlemek, Orta Asya cumhuriyetlerinde aşırı İslamcılığın yayılmasını ve sızmasını engellemek ve ABD, Türkiye ve İran gibi dış ülkelerin Orta Asya cumhuriyetleri üzerindeki etkisini kontrol etmek. Ayrıca,<a name="_Toc531350414"> Rus yetkililer, bölgedeki siyasal ve ekonomik istikrarın devamlılığıyla ilgilenmektedirler. Çünkü Rusya’nın güney sınırlarında ortaya çıkabilecek devletlerarası veya ülke içi herhangi bir çatışmanın veya herhangi büyük bir ekonomik krizin Rusya Federasyonu’nun statükosunu etkileyebileceğine inanmaktadırlar</a>. 1993 yılında geleneksel politikalarına yeniden sahip çıkan, Azerbaycan ve Gürcistan'ın BDT'ye üye olmasını sağlayan, müttefik Ermenistan ile sıkı işbirliği içinde olan Rusya, Federasyon Antlaşması'nı imzalamayan Çeçenistan'ı da kontrol altına almaya kararlı görünmüştür. Rusya Federasyonu'nun yeni Ulusal Güvenlik Konsepti içinde, Rusya'nın uluslararası topluluk içindeki yeri, Rusya'nın ulusal çıkarlarının tanımı ve Rusya'nın ulusal çıkarlarına tehditler gibi konularda görüşler ortaya konulmaktadır. 'Rusya Federasyonu'nun Ulusal Güvenlik Doktrini' belgesi, Rusya'nın kararlı ve kesin bir şekilde ulusal güvenliğini sağlamaya niyetli olduğunu ortaya koymuştur. Söz konusu belgede belirtilen hukuki demokratik yapılar ve devlet yapısı, ulusal güvenliğin gerçekleşmesinde siyasi parti ve sivil toplum kuruluşlarının geniş katılımı Rusya Federasyonu'nu 21. yüzyıla hazırlamaya yöneliktir. Ayrıca söz konusu belgede, Batı ile ilişkilerini korumak ve geliştirmek isteyen Rusya Federasyonu'nun, BDT içindeki nüfuz alanını korumak, sınırlarını garanti altına alarak parçalanmak tehlikesinden uzaklaşmak ve kendini emniyete almak istediği sonucu ortaya çıkmaktadır. Yeni Askeri Doktrin ise, yine büyük ölçekli savaşlardan çok etnik/dinsel radikalizmin neden olduğu iç savaşların yarattığı tehditler üzerinde durmaktadır. Ancak bu düzeyde başlayan çatışmaların daha büyük çatışmalara dönüşme ihtimali de dikkate alınmaktadır. Yeni doktrin 1993 tarihli eski metinden çok farklı değildir. Belki de tek önemli fark, yeni doktrinle, nükleer silahların ve diğer kitle imha silahlarının sadece Rusya'ya karşı kullanılması durumunda değil, Rusya'ya ve müttefiklerine yönelik konvansiyonel saldırılara karşı da Rusya'nın nükleer silahlarla karşılık verebileceğinin ilan edilmesidir. Öte yandan yeni doktrin RF'ye yönelik dış tehditlerin azaldığı gözleminde de bulunmaktadır. (Dağı, 2002, s.190) Yeni Rus askeri doktrini Stratejik Nükleer Caydırıcılık ve “ilk kullanan” (first use) üzerine bina edilmiştir. Rusya, BDT içinde tek nükleer güç olma siyasetini uygulamaktadır. Bu çerçevede, Ukrayna, Belarus ve Kazakistan'daki nükleer silahlar Rusya'ya devredilmiş bulunmaktadır. NATO nükleer kuvvetlerinde büyük çapta azaltmalara rağmen Rusya, çok sayıdaki taktik nükleer silahlarını muhafaza etmektedir. <br />Bağımsız toprakların bir bölümü ya da tamamı üzerinde silahlı direniş yaparak, tedhiş eylemleri gerçekleştirerek kontrol sağlamayı ve bağımsız bir devlet kurma girişimlerini bölücülük olarak nitelendiren ve bu türden olaylar karşısında yıllardır mücadele vermekte olan Türkiye’nin PKK terörüne ve Putin’in Rusya Federasyonu’na özgü ulusal güvenlik sorunlarına/terör eylemlerine yaklaşımı nüanslara rağmen ortak algılamalar taşımaktadır. <br /><br />2. 43. Münih Güvenlik Politikaları Konferansı ve Orta Doğu Ziyareti :<br />10 Şubat 2007 tarihinde, 43. Münih Güvenlik Zirvesi`ndeki konuşmasında Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, ABD’nin dünyada tek süper güç yaratma çabasını eleştirmiş ve bunun sadece mevcut sistem içindeki herkes için değil, aynı zamanda hakim güç için de zararlı etkiler doğurabileceğini savunmuştur. Mevcut sistem içinde devletlerin kontrolü aşmış bir askeri güç kullanımı ile karşı karşıya olduklarını ve bu gücün dünyayı büyük bir çıkmaza sürüklediğini ifade etmiştir. Tüm bu çıkmazdan ABD’yi sorumlu tutan Putin Birleşik Devletlerin haddini ve ulusal sınırlarını aştığını ve böylesi bir girişimin sonuçlarının kimsenin tahmin edemeyeceği denli tehlikeli boyutlara ulaşabileceğini belirtmiştir. Putin konuşmasında, iki önemli noktaya özellikle vurgu yapmıştır. Güce dayanan Amerikan tek taraflılığının uzun vadede dünyaya büyük bir zarar vereceği ve çoklu diplomasinin uluslararası politikalardan dışlananlara pek çok açıdan seslerini yükseltme imkanı sağlayacağı. Putin`in bu sert ve kararlı ifadesi, ABD’nin dünyayı yönetme hakkı ve kapasitesi konusunda hem fikir olan bazı Amerikalı ve Avrupalı yetkilileri şaşırtmıştır. Diğer bazıları ise, bu konuşmayı büyük güçlerin dünya üzerindeki nüfuzuna karşı yeni bir Soğuk Savaş`ın başlangıcı olarak yorumlamıştır. Amerikan ve İngiliz medyası, Putin`in açıklamalarına ayrı bir kızgınlıkla tepki verdi ve onun münakaşacı, savaşmayı seven yapısına vurgu yaparak bu hırçınlığın sonuçları konusunda uyarılarda bulunmuştur. (“Soğuk Savaş’a Yeniden mi Dönülüyor”, 03.03.2007, <a href="http://www.zaman.com.tr/">www.zaman.com.tr</a>)<br />Güvenlik Zirvesi’nin ilk gününde yapmışolduğu bu dikkat çekici konuşmanın ardından Putin; Suudi Arabistan, Riyad, Katar ve Ürdün’ü kapsayan Orta Doğu turuna çıktı. Suudi yetkililerle altı Suudi uydusunun uzaya konuşlandırılması, MI 17 helikopterleri satışı, nükleer enerji geliştirilmesi için işbirliği gibi hususları gündemine alan Putin Arap işadamlarını petrol ve doğal gaz alanlarında yatırımlar yapmak üzere Rusya Federsyonu’na davet etti. Putin temaslarında ayrıca yüzde yüz Arap sermayeli bankaların açılabileceğini söyledi. Buradan Katar’a geçen Putin Katar’da OPEC benzeri bir yapılanma kurulması önerisini görüştü. Ürdün’ü de ziyaret eden Putin, Orta Doğu ziyaretinin bitiminde Rusya Federasyonu’nun Orta Doğu dörtlüsünün üyesi olarak özellikle İsrail-Filistin sorununda aktif yer almak istediğini belirterek, Hamas’a uygulanmakta olan Batı boykotunu eleştirdi.<br />3. Orta Doğu – Orta Asya ve Kafkasya’ya Ortak Bakış :<br />ABD’nin özellikle 11 Eylül 2001 saldırılarından sonra Orta Doğu, Kafkasya ve Orta Asya nezdinde bulunduğu askeri ve siyasal nüfuz genişletme girişimleri ve uygulamaları karşısında Rusya Federasyonu çeşitli söylemler geliştirmeye başlamıştır. ABD’nin hakimiyetçi politikalarına karşı benzer endişeleri bulunan Türkiye’den daha hızlı ve radikal bir başlangıçla ABD’ye karşı olan tavrını gösteren Rusya Federasyonu’nun özellikle son dönemlerde sergilediği somut ABD karşıtı tutumu en net ve tarafsız biçimde ifade eden, yorumsuz ve sadece haber niteliği taşıyan yazılı basında çıkan örneklerden bazıları aşağıdaki gibidir :<br /><br />İsrail-Filistin Sorunu :<br />Hamas'ın sürgündeki lideri Halid Meşal'e ikinci kez kapılarını açan Rusya, Filistin'e ambargonun kalkması için lobi yapma sözü verdi. Meşal'i Moskova temaslarının ikinci gününde kabul eden Rus Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov, “Uluslararası toplumun barış sürecine desteğini almak ve Filistin'e ambargonun kaldırılması için çalışıyoruz” dedi. Lavrov, Mekke'de Hamas ile El Fetih arasında birlik hükümeti kurulmasını öngören anlaşmadan duyduğu memnuniyetin altını çizdi. İsrail'e füze saldırılarını durdurmayı vaat eden Meşal, Yahudi devletini tanıma noktasına da Filistin'e yapılan zulüm biterse gelebileceklerini söyledi. (“Rusya Filistin Lobicisi Olacak”, Radikal Gazetesi, 28.02.2007, <a href="http://www.radikal.com.tr/">www.radikal.com.tr</a>)<br /><br />ABD’nin İran Tutumu :<br />Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov, ABD'yi İran'a karşı şiddet kullanmaması konusunda sert bir şekilde uyardı ve ABD'nin küresel sorunlara tek taraflı yaklaşımını eleştirdi.Lavrov, Rossiskaya Gazeta’ya yaptığı açıklamada, ABD Başkan Yardımcısı Dick Cheney'in İran hakkında yaptığı “her olasılık masada” şeklindeki açıklamasını eleştirdi.İran'a olası bir askeri senaryoya karşı olduklarının altını çizen Lavrov, “ABD'nin Basra Körfezi'ndeki askeri yığınağını yakından gözlemliyoruz. Böylesine büyük askeri yığınaklar kazara bile olsa askeri çatışmalara neden olabilir” dedi. Lavrov, İran'ın nükleer programıyla ilgili görüşmelerin ABD ve İran'ın uzlaşmaz tavrı nedeniyle kilitlendiğini belirterek, “Prestij gibi yanlış yargılar yüzünden görüşmeler için bu fırsatları kaçırmak affedilemez bir şey” diye konuştu. Washington'ı küresel sorunlara tek yanlı yaklaşımı yüzünden de eleştiren Lavrov, “Bize tek taraflı bir strateji getirip buna karşı dayanışma göstermemizi istemeleri... bu bir partnerin davranışı değil” dedi. Lavrov, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin'in ABD'nin politikasına yönelik sert eleştirilerinin birçok ülkenin görüşlerini yansıttığını, ancak çoğunun bunu dile getirmekten çekindiğini kaydetti. (“Rusya ve ABD Arasında İran Yüzünden İpler Geriliyor”, Milliyet Gazetesi, 01.03.2007, <a href="http://www.milliyet.com.tr/">www.milliyet.com.tr</a>)<br /><br />Parlamentonun üst kanadı Federasyon Konseyi'nin Dış İlişkiler Komitesi Başkanı olan Margelov, geçen hafta İran'a yaptıkları üç günlük gezi sırasında Dışişleri Bakanı Manuçehr Muttaki'nin de aralarında bulunduğu bazı yetkililerle görüştüklerini belirtti. Senatör Mihail Margelov, İran'ı ziyaretinin ardından bu ülkenin nükleer programının nükleer silah geliştirmeye elverişli olduğunu söyledi. (“İran Nükleer Silah Geliştirebilir”, Milliyet Gazetesi, 02.03.2007, <a href="http://www.milliyet.com.tr/">www.milliyet.com.tr</a>)<br /><br />ABD – Orta Asya :<br />Sovyet sisteminin çökmesi ile birlikte Orta Asya’da ortaya çıkan otorite boşluğu dünya üzerinde global hedefler taşıyan ülkelerin gözlerinin, Orta Asya’ya çevrilmesine neden olmuştu. Bölgenin sahip olduğu enerji kaynakları ile büyük güçlerin paylaşım alanına dönüşmesi, aynı zamanda bölgenin istikrarı sorununu da dünya gündemine taşımıştır. Çünkü bölge ülkeleri tam deyimi ile dünyada ne kadar sorun varsa bünyesinde taşımaktadır: Radikal dini gruplardan etnik sorunlara; uyuşturucudan ekonomik yoksulluğa; otoriter yönetimlerden demokratikleşme sorunlarına, enerji paylaşımından emperyalist emellere. Trajik 11 Eylül sonrası Amerika’nın, bu olayla ilgili olarak sorumlu gördüğü Afganistan’daki El-Kaide örgütüne karşı mücadele başlatması ve Afganistan’a operasyon düzenlemesi, Amerika’nın Orta Asya’da askeri varlığının da miladı olmuştur. Amerika’nın düzenlemiş olduğu El-Kaide operasyonu, Orta Asya’daki jeostratejik dengeleri değiştirmiştir. Artık Amerika, Kırgızistan, Özbekistan gibi bölge ülkelerinde askeri üs kiralama yoluna giderek bu ülkelere/bölgeye konuşlanmış durumdadır. Kırgızistan, Afganistan operasyonundan sonra, uluslararası Manas Havaalanına Amerikan askeri varlığının yerleşmesine izin vermişti. Özbekistan ise topraklarında konuşlanan Amerikan askeri gücüne, güçlü bir ülke ile işbirliği yapma ve radikal dini gruplara karşı bir güvenlik şemsiyesine sahip olma amacıyla olumlu bakmaktadır. ABD, Kazakistan’dan gelen topraklarına üs kurulması teklifini ise Çin ve Rusya’nın muhtemel tepkisi nedeniyle kabul etmemiştir. Şüphesiz Rusya ve Çin’in, ABD’nin Kırgızistan ve Özbekistan’a yerleşmesine karşı çıkmamasının en büyük nedeni, Amerika’nın bölgede radikal dinci terör gruplarına karşı verdiği savaşta, kendilerinin de çıkarlarının olmasıdır. Amerika’nın bölgedeki askeri varlığı Çin, Rusya gibi bölgesel aktörler tarafından terörle mücadele yönünden ne kadar olumlu görülse de, uzun vadede aynı ülkeler için bir tedirginlik nedenidir. Amerika’nın bölgede uzun süre kalması, Rusya-ABD ilişkilerinin kötüye gitmesine yol açabilecektir. Nitekim ikinci Irak savaşında Rusya’nın ABD’ye olan tepkisi, ileride Amerika’nın Orta Asya’da girişebileceği uluslararası meşruiyeti tartışılabilir operasyonlarda da ortaya çıkabilir. Böyle bir durumda, Shangai İşbirliği ekseninin de tepki göstereceği açıktır. (Peimani, “American Military Presence in Central Asia Antagonizes Russia”, <a href="http://www.cacianalyst.org/">www.cacianalyst.org</a>, 23.10.2002)<br /><br />ABD-Kafkasya :<br />Polonya ve Çek Cumhuriyeti’nde füze kalkanı yerleştirme planıyla Rusya'yı tedirgin eden Bush yönetiminin sistemi Kafkasya'ya genişleteceği ortaya çıktı. Pentagon'un Füze Savunma Ajansı Başkanı Korgeneral Henry A. Obering, Brüksel'deki NATO karargâhında yaptığı açıklamada, ABD'nin Kafkasya'da uzun menzilli radar üssü aradığını belirtip “Bu, füze kalkanı için elzem olacak” dedi. Obering, Kafkasya'da hangi ülkenin istekli olduğunu yanıtlamazken, “Bu, Çekya'daki daha büyük radar sistemi için hernangi bir düşman füzesiyle ilgili iz takibi yapacak, taşınabilir bir radar. Yerine karar vermek için zamanımız var” diye konuştu. ABD ordusunun halen Tiflis yakınında Vaziyani Üssü'nü kulanıyor olması nedeniyle gözler Gürcistan'a çevrildi. İkinci olası ülke Azerbaycan. Anlaşma sağlanırsa sistem 2008'de kurulmaya başlanacak, ilk füze 2011'de yerleştirilecek, program 2013'te tamamlanacak. Obering'e göre, futbol topu büyüklüğündeki bir cismi 3 bin km.'den algılayabilen sistem, uçak kalkanından farklı olarak 'dar ışınlar' kullandığı için Rus hava sahasını tarayamayacak. “Radar İran'a yöneltilecek. Sistemi Rusya’ya çeviremeyeceğiz. Çevirsek de Rus füzesini tespit edebilecek denli uzağı göremeyecek” diyen Obering, Rus yetkilileri iknaya çalışıyor. Kalkan anlaşmasını imzaladıkları an Çekya ve Polonya’yı vurmaktan bahseden Rusya arka bahçesi Trans-Kafkasya'ya el atılmasına sessiz kalmadı. Dün ilk tepkiyi Rus Hava Kuvvetleri Komutanı Vladimir Mikhailov, “Tüm bu konuşlanmalara gerekli yanıtı verecek her şeye sahibiz” diyerek verdi. “Çok paraları var, bırakın harcasınlar” diyen Mikhailov, ABD'ye yanıtlarının uzaydan olası saldırılara karşılık verebilen 400 km. menzilli yeni nesil S-400 savunma sistemleri olduğunu belirtti. Rusya, Avrupa'ya kalkan planı yüzünden Soğuk Savaş'tan kalma Orta ve Kısa Menzilli Nükleer Füze Anlaşması'nı çöpe atabileceği uyarısı yapmıştı. (“Kafkasya’da ABD Kalkanı”, Radikal Gazetesi, 03.03.2007, <a href="http://www.radikal.com.tr/">www.radikal.com.tr</a>)<br />ABD’nin yeraltı zenginlik kaynaklarına sahip Orta Asya cumhuriyetleri üzerindeki üs kurma ve nüfuz genişletme telaşı, söz konusu topraklarda meşru çıkarları bulunan Rusya`yı karar verme mekanizmalarından ve de politikalarından dışlama çabası, Kafkasya ve Orta Asya bölgelerinde yaşanan ABD destekli renkli devrimler, ABD destekli iktidarların Rusya Federasyonu karşıtı tutumları direkt ve sadece Rusya Federasyonu’nu rahatsız eden faaliyetler olarak yorumlanmamalı tüm bu unsurların Türkiye’nin güvenlik endişelerini dolaylı yollardan etkileyen bir niteliğe sahip oldukları da gözden uzak tutulmamalıdır.<br />Sonuç<br />Yeni Rusya; ABD’yi, Orta Doğu devletlerini, Orta Asya ve Kafkaslardaki arka bahçesinde yer alan diğer devletleri şaşırtacak öncelikleriyle dünya politikalarında yerini konumlandırmak için büyük çaba harcamaktadır. Bu yeni konumlanma çerçevesinde Rusya Federasyonu için tek gücün uluslararası sisteme hakimiyeti, eski Sovyet topraklarında yeni çıkar alanlarında belli güçlerin siyasal, sosyal ve ekonomik nüfuzunu genişletme çabaları, uluslararası karar alma süreçlerinden dışlanması, uluslararası ekonomik ve güvenlik örgütlerinin Rusya’nın bölgesel çıkarlarını zedeleyici girişimlerde bulunmaları, eski gücüne kavuşmasını engelleyici nitelikteki tüm uygulamalar kabul edilemez olarak algılanmaktadır. Rusya Federasyonu’nun sistemde yeniden konumlanması kapsamında Rus karar alıcılar tarafından en fazla tedirginlik yaratan unsurlar; ABD’nin Kafkasya ve Orta Asya nezdinde bulunduğu girişimler, Nato’nun Rusya’nın yanı başına kadar genişlemeye kararlı tutumu ve Orta Doğu’da ABD’nin nüfuz genişletme çabalarıdır. Rusya Federasyonu devlet başkanı Vladimir Putin’in 43. Münih Güvenlik Zirvesi’nde yaptığı konuşma ve hemen akabinde Orta Doğu devletlerini ziyareti Rusya’nın Orta Doğu’da ABD hakimiyetine kesin bir dille “hayır” deyişi olarak yorumlanmalıdır. Makale kapsamında sıralanan ortak tereddüt ve çekinceler göz önünde bulundurulduğunda en azından kısa vadede Rusya Federasyonu ile ortak bir Kerkük politikası oluşturmanın iki tarafın da Irak genelindeki çıkarına hizmet edeceği düşünülmeli, uzun vadede ise ortak bir Orta Doğu politikası geliştirmenin ABD’nin nüfuz alanını Orta Doğu geneline yayma çabalarını engelleyeceğine inanılmalıdır.<br /><br />Kaynakça<br /><a name="_Toc21278806"></a><a name="_Toc531351275">Arı, Tayyar (1996). Basra Körfezi ve Ortadoğu’da Güç Dengesi 1978-1996. İkinci Basım, </a><br />İstanbul: Alfa Yy.<br /><br />Cafersoy, Nazim (2002). “Rus Jeopolitik Düşüncesinde Misyon Arayışları”, Avrasya Dosyası, cilt.8, sayı.4.<br /><br />Dağı, Zeynep (2002). “Rusya’nın Güvenlik Politikası ve Türkiye”, Uluslararası Güvenlik Sorunları ve Türkiye, Ankara : Seçin Yayınevi.<br /><br /><a name="_Toc21279118"></a><a name="_Toc531351603">Lewis, Bernard (1995). Orta Doğu. (Çev. Mehmet Harmancı), Sabah Kitapları.</a><br /><br />Önder, Ali Tayyar (1998). Türkiye'nin Etnik Yapısı. Ankara: Bilim ve Sanat Dağıtım.<br /><br />Özcan, Ali Nihat (1999). “İran'ın Türkiye Politikası'nda Ucuz Ama Etkili Bir Manivela: PKK”. Avrasya Dosyası, cilt.5, sayı.3.<br /><br />Peimani, Hooman “American Military Presence in Central Asia Antagonizes Russia”, October 23, 2002, <a href="http://www.cacianalyst.org/2002-10-23/20021023_US_CENTRA_ASIA.htm">www.cacianalyst.org/2002-10-23/20021023_US_CENTRA_ASIA.htm</a><br /><br />Rahr,Alexander (1998). “Rus Dış Politikasında Atlantikçilere Karşı Avrasyacılar”.(Çev.Eralp<br />Yalçın). Erol Göka and Murat Yılmaz (Eds), Uygarlığın Yeni Yolu Avrasya. İstanbul: Kızıl<br />Elma Yy.<br /><br />Tavkul, Ufuk (1999). “Kafkasya’nın Jeopolitik Konumu İçerisinde Rusya Açısından Çeçenistan’ın Stratejik Önemi”, Kök Araştırmalar, Güz 1999.<br /><br />The Middle East, no. 241, January 1995.<br /><br />Yerasimos, Stefanos (2000). Milliyetler ve Sınırlar; Balkanlar, Kafkasya, Orta Doğu, (Çev. Şirin Tekeli), İstanbul:İletişim Yy.<br /><br />“Soğuk Savaş’a Yeniden mi Dönülüyor”, 03.03.2007, <a href="http://www.zaman.com.tr/">www.zaman.com.tr</a><br /><br />“Rusya Filistin Lobicisi Olacak”, Radikal Gazetesi, 28.02.2007, <a href="http://www.radikal.com.tr/">www.radikal.com.tr</a><br /><br />“Rusya ve ABD Arasında İran Yüzünden İpler Geriliyor”, Milliyet Gazetesi, 01.03.2007, <a href="http://www.milliyet.com.tr/">www.milliyet.com.tr</a><br /><br />“İran Nükleer Silah Geliştirebilir”, Milliyet Gazetesi, 02.03.2007, <a href="http://www.milliyet.com.tr/">www.milliyet.com.tr</a><br /><br />“Kafkasya’da ABD Kalkanı”, Radikal Gazetesi, 03.03.2007, <a href="http://www.radikal.com.tr/">www.radikal.com.tr</a></div>Gamze Güngörmüş Konahttp://www.blogger.com/profile/14874505075986951772noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-7485590980046694453.post-56537127764177871792007-08-28T00:31:00.000+03:002012-06-27T14:58:56.921+03:00ABD Müdahalelerinin Mantığını Anlamak<div align="justify">Güngörmüş Kona, Gamze ve Ömer Arvasi (2006). “ABD’nin Müdahale Mantığı ve Irak Özelinde Yarattığı Güvenlik Sorunsalı”, Stratejik Öngörü Hakemli Dergisi, sayı 7, ss.61-75.<br /><br />ABD’nin Müdahale Mantığı Ve Sürdürülebilir Üstünlük Politikası<br /><br />1917 yılı dünya tarihinin en önemli olaylarından birine tanıklık etmişti. İlk bakışta o kadar da önemli görülmeyen bir güç, tarih sahnesine adım atıyordu. I. Dünya Savaşı’ndan büyük bir kazançla çıkan ABD, ekonomik buhranın neden olduğu iktisadi krizler nedeniyle tecrit politikasına yöneliyordu. Japonya’nın yeniden uyandırdığı dev, II. Dünya Savaşı’nda da etkili oluyor ve Avrupa merkezli, küresel güç politikalarını kendi tekeline alıyordu. Soğuk Savaş boyunca Sovyetler Birliği’nin gösterdiği direnç dahi, bu gerçeği değiştiremiyordu. Kazanılan her zafer ABD’nin tekelini daha da sorgulanmaz hale getiriyordu. Almanya, Japonya, Sovyetler derken, bu tekelin karşısındaki yeni rakibin kim olduğu soruları yükselmeye başlamıştı. Sorunun cevabı 11 Eylül’e kadar bulunamadı. Yeni rakip daha önce hiçbir gücün cesaret edemediği bir eylemle ortaya çıkıyordu. ABD, savaş dışı bir ortamda büyük bir saldırıya uğruyordu, yeni rakip belli olmuştu, terör. Peki, ABD’nin bu yükselişi bir tesadüf mü yoksa çok detaylı planların sonucunda gerçekleşen bir durum muydu? Yaptığı müdahalelerin ve sonuçlarının birbirine bu kadar benzemesinin arkasında yatan sebepler neydi?<br />Tüm bu sorulara doğru cevaplar verebilmek için ABD’nin müdahale mantığını daha iyi anlamak gerekmektedir.<br /><br />1. ABD’nin Müdahale Mantığının Temelleri<br /><br />a. ABD’nin Dış Politikası<br /><br />Ünlü İtalyan iktisatçı Vilferedo Pareto, Amerikan dış politikasını etkileyen önemli isimlerden biridir. Pareto’nun geliştirdiği ‘Elit Teorisi’ Amerikan müdahalelerini anlayabilmek için önemli bir kaynaktır. Pareto’nun 19. yüzyılın sonlarında kaleme aldığı eserinin merkez noktası, güçtür ve ona göre güç her şeyi belirler. Toplumda ve yönetimde gücü elinde bulunduran elit bir zümre vardır. Ona göre bu kesim mutlaka varolmalıdır. Çünkü toplumda sürekli bir güç mücadelesi bulunmaktadır. Bu mücadelenin amacı, toplumdaki ve yönetim kademesindeki elitlerin sahip olduğu gücü ele geçirmektir. Bu tehdide karşı istikrarın kaynağı elitlerdir. Elitlerin sahip olduğu güç kullanma yeterliliklerinde bir gevşeme olursa, gücü arzulayanlara karşı koyulamaz ve hakimiyet kaybedilir. Çünkü her an yeni bir güç mücadelesiyle karşı karşıya gelinebilir. Bu grupların ya yok edilmesi ya da sindirilmesi gerekir. Her güç mücadelesinin sonunda kazanan taraf tüm siyasal, sosyal ve ekonomik düzeni yeniden yapılandırma hakkına sahip olur. Pareto’ya göre insanlar özgür olmak zorundadır. Özgürlük bir gereklilik değil bir mecburiyettir. Özgür olmayanların da özgürleştirilmesi gerekir çünkü, özgür olmayan toplumlar hiçbir zaman barışçıl kalamaz ve özgür toplumların özgürlüğünü tehdit ederler.<a title="" style="mso-footnote-id: ftn1" href="http://www.blogger.com/post-create.g?blogID=7485590980046694453#_ftn1" name="_ftnref1">[1]</a><br /><br />ABD’nin kıta ötesi stratejilerinin dayandığı temel ilkeler deniz jeopolitikçisi Mahan’ın bu asrın başında formüle ettiği ana esaslara dayanmaktadır. “Bu stratejik süreklilik ve oturmuş siyasi otorite ABD’yi, güç denkleminin sabit ve değişken unsurlarının verimli kullanımıyla bir hegemonik dünya gücü haline getiren temel unsurdur.”<a title="" style="mso-footnote-id: ftn2" href="http://www.blogger.com/post-create.g?blogID=7485590980046694453#_ftn2" name="_ftnref2">[2]</a> Mahan’ın değindiği, stratejik süreklilik ve oturmuş bir siyasi otorite düşüncesi, Brezezinski tarafından, daha geniş bir şekilde dile getirilmiştir. Brezezinski’ye göre: ABD küresel egemenliğinin arkasında dört temel unsur yatmaktadır; Askeri güç, ekonomik güç, teknolojik üstünlük ve kültürel yayılma. Bu etki alanının korunması kuşkusuz, sürekli bir mücadele gerektirmektedir. Realistlere göre bu mücadele doğaldır, çünkü uluslararası arenada, tek kazananlı bir oyun oynanmaktadır. Bu oyuna göre, bir ülkenin kazancı diğer ülkelerin kaybı anlamına gelmektedir. Bu fikirden hareketle, bir egemen gücün başka bir gücün varolmasını kabul etmesi mümkün değildir. Egemen gücün kendi varlığını devam ettirebilmesi, yeni güçlerin ortaya çıkışının engellenmesine, ya da mevcut durumun korunmasına bağlıdır. Bu sistemi uygulayacak kadar güçlü olmayan bir ülke, bu kudrete ulaştıktan sonra da bu sistematiği gerçekleştirebilir. Tüm bu gereksinimler ise direkt ya da dolaylı müdahaleyi gerektirmektedir. ABD, yüzyıla yakın bir süredir bu mantığı etkin bir şekilde uygulamaktadır. ABD her dönemde kendini, uluslararası güç dengelerinin bekçisi, bir başka deyişle dünya jandarması olarak addetmiştir. Çünkü bu dengelerin sarsılması bir anlamda ABD’nin hassasiyetlerinin zedelenmesi anlamına gelecektir. “… güç dengesi, kuruluş maksadına uygun çalıştığı sürece, Amerika’nın güvenliğini sağlamış, tersi durumda ise Amerika’yı uluslararası politikaya çekmiştir.”<a title="" style="mso-footnote-id: ftn3" href="http://www.blogger.com/post-create.g?blogID=7485590980046694453#_ftn3" name="_ftnref3">[3]</a><br /><br />İşte, bu güç dengelerini bozan, ya da bozmak isteyen tüm ülkeler, ABD’nin her dönemde doğal düşmanı olmuş ve Kissinger’ın da belirttiği gibi, bu durum ABD’yi uluslararası arenada daha etkin roller oynamaya itmiştir. Burada belirleyici etken ABD’nin algılamalarıdır. Bir başka deyişle, asıl önemli olan düzeni tehdit eden ülkelerin Birleşik devletlerle olan ilişkileridir. Kissinger bu durumu şöyle dile getirmektedir: “Hiçbir ülkeye yönelik Amerikan politikası, o ülkenin potansiyeline veya siyasi eğilimlerine göre değil, niyetlerinin değerlendirilmesine göre ayarlanmıştır.”<a title="" style="mso-footnote-id: ftn4" href="http://www.blogger.com/post-create.g?blogID=7485590980046694453#_ftn4" name="_ftnref4">[4]</a> Niyetinin olumsuz olduğu düşünülen ülke, uluslararası arenadan yok edilmeye çalışılır. Yani, “devletler ve yönetimler ABD ile uyumlu olduğu sürece varolur.”<a title="" style="mso-footnote-id: ftn5" href="http://www.blogger.com/post-create.g?blogID=7485590980046694453#_ftn5" name="_ftnref5">[5]</a> Uyumsuz devletler ya da yönetimler ülke sınırlarına en uzak noktada bertaraf edilerek, ulusal savunma hattının zarar görmesi önlenir. Yerinde ve önceden müdahaleler bu nedenle çok önemlidir. Peki, ABD açısından bu tehdidi kimler oluşturabilir? Bunun için Brezezinski’nin Avrasya ile ilgili değerlendirmesi Birleşik Devletlerin dış politika algılamasının daha iyi anlaşılması için önemli bir örnektir.<br /><br />“…Amerikan jeostratejisinin formülleştirilmesinde çıkış noktası, kilit oyuncular üzerinde odaklanma ve arazinin doğru değerlendirilmesi olmalıdır. Bunun için iki temel adım gereklidir. Birincisi, uluslararası güç dağılımında potansiyel olarak önemli bir kaymaya neden olabilecek güçte ve jeostratejik olarak dinamik Avrasya devletlerini teşhis etmek; bunların siyasal seçkinlerinin merkezi dış amaçlarıyla bunlara ulaşma arayışlarının olası sonuçlarını deşifre etmek; konumları ve/veya varlıkları daha aktif jeostratejik oyuncular ya da bölgesel koşullar üzerinde hızlandırıcı etkilere sahip olan jeopolitik olarak önemli devletleri tespit etmek. İkincisi, yaşamsal ABD çıkarlarını korumak ve geliştirmek üzere yukarıdakileri devre dışı bırakmak, birlikte karar vermek ve/veya kontrol etmek amacıyla belirli ABD politikaları geliştirmek ve küresel ölçekte, daha özel ABD politikaları arasında bağlantı kuracak daha kapsamlı bir jeostratejiyi kavramsallaştırmak. Kısacası ABD için Avrasya stratejisi, Amerika’nın eşsiz küresel gücünün kısa vadede korunması ve bunun uzun vadede kurumsallaştırılmış küresel işbirliğine dönüştürülmesi şeklindeki iki Amerikan çıkarını koruyarak jeostratejik açıdan dinamik devletlerin ve jeopolitik katalizor devletlerin dikkatle ele alınmasını içerir.”<a title="" style="mso-footnote-id: ftn6" href="http://www.blogger.com/post-create.g?blogID=7485590980046694453#_ftn6" name="_ftnref6">[6]</a><br />Brezezinski’nin belirttiği gibi ABD küresel gücünün devamı ancak, potansiyel rakiplerin saf dışı bırakılması ya da birlikte hareket edilmesi ile mümkündü. Böylece rakipler üzerinde sürekli kontrol sağlanacaktı. Bununla birlikte, kolonileşme, manda, himaye ve buna benzer doğrudan ya da dolaylı meşru olmayan yönetim biçimleri ya da müdahale yöntemleri uluslararası örgütler tarafından yasaklanmıştı. Buna rağmen, ABD hangi dönemde olursa olsun kendi çıkarlarını sisteme paralel bir hale getirmiş ve Brezezinski’nin belirttiği, egemenlik sistemini etkin bir şekilde uygulamıştır. ABD gücünü artırdıkça sisteme olan hakimiyeti de artmıştır. Fakat sistemde köşeye sıkıştırıldığında ise Japonya örneğinde olduğu gibi, oldukça sertleşmiştir. Bunun ana nedenini Beril Dedeoğlu şöyle açıklamaktadır: “Oyuncunun hâkimiyet yoğunluğu azalmaya başladığında ve rakipleri güçlenip onun hareket olanaklarını daralttıklarında, bu oyuncunun bir yandan giderek sertleşmesi, öte yandan müttefik sayısını artırma çabasına girmesi ve "pax" modellemesini güçlendirmesi söz konusu olmaktadır.”<a title="" style="mso-footnote-id: ftn7" href="http://www.blogger.com/post-create.g?blogID=7485590980046694453#_ftn7" name="_ftnref7">[7]</a><br /><br />Bu başına buyruk egemen sitemin en önemli unsuru güçtür. Bu gücün devam ettirilebilmesi ise temel amaçtır. ABD’nin elinde bulundurduğu bu gücü elde etmek isteyenlere karşı sürekli tetikte olması gerekmektedir. Bu gücün bir mücadele sonucunda korunması ABD’ye yeni dönemi kendi istediği şekilde oluşturma fırsatı tanımaktadır. Bu nedenle ABD tarihinde hiçbir zaman bir güç dengesi sistemine katılmamıştır.<a title="" style="mso-footnote-id: ftn8" href="http://www.blogger.com/post-create.g?blogID=7485590980046694453#_ftn8" name="_ftnref8">[8]</a> Kurulduğu ilk günlerde, Avrupa’nın sömürgeci imparatorluklarına karşı, tecrit politikası izleyen ABD, o günlerde bu güç dengesine girmeyi zaten reddetmişti. II. Dünya Savaşı’nda ise güç dengeleri zaten tamamen alt üst olmuştu. 1917’den bugüne, varolan uluslararası sistemlerin hemen hepsinin altında ABD imzası vardır ve ABD oluşturduğu sistemlerin sorun çözücüsü olarak bugüne kadar hakimiyetini devam ettirmiştir.<br /><br />Önceden de belirtildiği üzere, genel olarak Birleşik devletlerin çıkarlarına hizmet eden bu müdahaleler, hiçbir zaman uluslararası kamuoyuyla ABD’yi karşı karşıya getirmemiştir. Bunun ana nedeni operasyonlarda halkın rızasının olmasıdır, yani operasyonların meşru olmasıdır. Fakat II. Dünya Savaşı’ndan günümüze, müdahaleler giderek daha fazla tepki toplamaya başlamıştır. Bu durumun sebebi, ABD’nin etki alanın ve hâkimiyetinin artması sonucu meşrulaştırma çabasının azalmasıdır. Bununla birlikte hakimiyeti tehdit eden güce karşı destek şarttır. Bu nedenle alınan kararlarda ittifak güçlerinin rızasına önem verilir. Aynı mantıktan hareketle mutlak hakimiyette desteğe ihtiyaç olmadığından yapılan hareketlerde meşrulaştırma gayesi yoktur. Yüzyılın başından günümüze ABD’nin müdahalelerinde meşrulaştırma çabası giderek azalmaktadır. Artan hakimiyet beraberinde aşırı duyarlılık getirince, bir süre sonra kendi algılaması en önemli meşruiyet kaynağı haline gelmiştir. Ancak 11 Eylül gibi başlıca süreçler ABD’nin varlığını, yapmış olduğu ya da yapacağı tüm müdahaleleri (ekonomik, siyasi, askeri) uluslararası kamuoyunda meşrulaştırmaktadır.<br /><br />b. Halkların Özgürleştirilmesi<br /><br />ABD dış politikası liberal temellere dayanmaktadır. Bu politikanın gerçekleşmesi için uygulanan realist politikalar her ne kadar bazı çelişkilere neden olsa da “…Amerika’nın nihai hedefi demokrasi, serbest ticaret ve uluslararası hukuka dayanan bir küresel uluslararası düzeni, normal düzen olarak görmektir.”<a title="" style="mso-footnote-id: ftn9" href="http://www.blogger.com/post-create.g?blogID=7485590980046694453#_ftn9" name="_ftnref9">[9]</a> Özgür olmayan toplumlarda hukuk anlayışının bulunmadığı düşünülürse, bu devletlerin ABD’nin potansiyel hedefi haline gelmesi kaçınılmazdır. Pareto’nun ‘elit teorisinde’ değindiği özgürlük denklemi, ABD’nin dış politikaya bakışını önemli ölçüde etkilemiştir. Pareto’ya göre insanlar özgür olmak zorundadır. Özgürlük bir gereklilik değil bir mecburiyettir. Özgür olmayanların da özgürleştirilmesi gerekir. Çünkü, özgür olmayan toplumlar hiçbir zaman barışçıl kalamaz ve bir gün mutlaka özgür toplumların özgürlüğünü tehdit ederler.<a title="" style="mso-footnote-id: ftn10" href="http://www.blogger.com/post-create.g?blogID=7485590980046694453#_ftn10" name="_ftnref10">[10]</a> Pareto’nun bu fikirleri özgürlüğü dolayısıyla barış ve huzuru ön plana çıkardığı düşünülse de, bu denklemin sınırları netleştirilmediğinden, uygulamada bir çok soruya ve soruna neden olabilmektedir. Örneğin, ABD ne zaman ve hangi toplumların özgür olmadığını düşünmektedir? Bu toplumların kendi iradeleri ne kadar önemlidir? Özgür olmamakta bir özgürlük değil midir? Kendi özgürlüğünü özgür olmamak yönünde kullanan bir halkı özgürleştirmek özgürlüğe bir müdahale değil midir?<br /><br />Sorular ve sorunlar ne kadar fazla olursa olsun bu egemen gücü dengeleyecek başka bir güç olmadığı sürece soruların yanıtı ve sorunların çözümü önemsenmeyecektir. Hakim gücün algılamaları, özgürlüğün sınırlarını belirleyecektir. Bununla birlikte, istikrarı korumaya yönelik, koşulsuz özgürleştirme çabaları istikrarsızlığın ana kaynağı haline de gelebilmektedir. Beril Dedeoğlu bu istikrarsızlaşma süreciyle alakalı olarak şöyle bir sistematik geliştirmiştir. “Davranışlarına ve uluslararası sistemin işleyiş biçimine meşruiyet kazandırma beklentisindeki her uluslararası büyük güç, sisteme bir model önermiştir. Bu model, kendisi bakımından saptanmış olmakla birlikte, mutlaka insanlığın geleceğine yönelik istikrar unsurları taşıyan "pax" önermeleri taşımaktadır. Büyük güç, dünyayı çatışmalardan, istikrarsızlıklardan, fakirlikten, vs. koruyacak bir "pax" kuracağını, kurulan pax'ın özgürlük, uygarlık, kardeşlik ve hatta eşitlik sağlayacağını ve insanlığı "barbarlardan" temizleyerek bunların mümkün kılınacağını ileri sürer. Diğer bir ifâdeyle hâkim güç, kendi tanımladığı barbar toplumlara özgürlük ve uygarlık getirmek adına mecburen caydırıcı araçlara başvurmakta ve bu yolla onların daha barbar olmalarını önlemektedir. Farklı türde ve çok sayıdaki oyuncunun birbiriyle uyumsuz talepleri arttıkça sertleşen rekabet ortamlarının, genel ve küresel istikrarsızlıklara yol açtığı açıktır. Söz konusu türden ortamların bertaraf edilmesi sırasında da, lokomotif etki yaratacak büyük ve birbirleriyle dengeli ilişkiler kurmuş güçlere ihtiyaç doğmakta, ancak lokomotif güç egemen güce dönüşmeye başladığında, istikrarsızlıkların kaynağı durumuna düşebilmektedir.”<a title="" style="mso-footnote-id: ftn11" href="http://www.blogger.com/post-create.g?blogID=7485590980046694453#_ftn11" name="_ftnref11">[11]</a><br /><br />20.yüzyılda başlayıp bugünlere kadar gelen bu müdahaleci zihniyet, özgürlük adına, birçok özgürlüğü yok etmiştir. Yok edilen özgürlüklerine yeniden kavuşmak için mücadele eden her halk, hangi coğrafyada olursa olsun ABD müdahalesine maruz kalmıştır. Hiçbir halk ABD ile uyumlu olmadığı sürece kendi arzuladığı özgürlüğü yaşayamamıştır. ABD’nin uygun gördüğü standartlardaki özgürlük anlayışı ise sadece demokratik tabana sahip toplumlarda tutunabilmiştir. Diğer toplumlarda ise bu standartlar, tabanı olmadığı için tepkilere, toplumda kırılmalara ve düzensizliğe neden olmuştur. Bu kaos ortamı da yeni krizleri dolayısıyla ABD müdahalesini getirmiştir.<br /><br /><a name="_Toc46330253">c. Sürdürülebilir Üstünlük Politikası ve Kriz</a><br /><br />ABD’nin 20.yüzyıl’da artan gücü, etki alanının çok geniş bir coğrafyaya yayılmasını sağlamıştır. Genişleyen etki alanı beraberinde artan bir duyarlılık getirmiştir. 20.yüzyıl sonlarına gelindiğinde ABD tüm dünyayı kapsayan bir etki alanına sahipti. Bu alan ABD ile uyuşamayan ABD’ye tehdit oluşturabilecek devlet ya da yöneticilerin ortadan kaldırılması ya da bu ülkelerle işbirliğine gidilmesi yoluyla sağlanmıştı. Uyumsuz devletler ya da hükümetler tehlikeye dönüşmeden önceden müdahale edilerek tehdit ortadan kaldırılıyordu. Tüm müdahaleler kuralına uygundu. Hepsinde kriz ortamının meşrulaştırdığı bir ABD vardı. ABD tehdidi ortadan kaldırdıktan sonra istediği sistemi uygulayabiliyordu. ABD’nin uyguladığı müdahale sistemi ’sonuçları’’ itibariyle iki temel unsur üretiyordu:<br /><br />1- ABD’nin sürdürülebilir üstünlüğü,<br />2- Sürekli kriz ortamı<br /><br />Philip S. Golub Le Monde Diplomatigue’teki yazısında ABD’nin sürdürülebilir üstünlük-kriz politikasını ve bunun sonuçlarını şu şekilde eleştirmektedir. “Birleşik Devletler, işbirliğinden çok silahların gücüyle elde etmeyi umduğu güvenliğin peşinde, kimi zaman yalnız, kimi zaman da tek taraflı ve ulusal çıkarların tüm ayrıntısıyla belirlendiği geçici koalisyonlarla birlikte hareket ediyor. Güney ülkelerinde şiddetin kendini yinelemesine ortam sağlayan ekonomik ve sosyal sorunlarla mücadele etmek yerine, bu ülkelere asker göndererek söz konusu bölgeleri daha da istikrarsız hale sokuyor. Birleşik Devletler'in amacının toprak kazanmak değil, kontrolü ele geçirmek olması büyük bir farklılık oluşturmamakta, çünkü “iyiliksever” yada “kararsız” emperyalistlerin yaklaşımı da en az diğerlerinin ki kadar emperyalist. Brezezinski ve birçok Amerikalı strateji uzmanına göre, Amerika'nın amacı, ‘bize bağımlı olanları sürekli bağımlı kılmak, uysal olmalarını ve korunmalarını sağlamak ve barbarların kendi aralarında birleşmelerini önlemek olmalıdır’.”<a title="" style="mso-footnote-id: ftn12" href="http://www.blogger.com/post-create.g?blogID=7485590980046694453#_ftn12" name="_ftnref12">[12]</a><br /><br />Bu, ABD’nin müdahale tarzıdır. Eğer ABD’nin amacı rejimi yıkmaksa, bölgesel ya da, yerel ittifaklar kullanmaktadır. Düşman rejimin gücüne ve ittifakların kapasitesine göre verilen destekler değişmektedir. Eğer yapılan yardımlar gerekenden fazla ise uzun vadede yerel ya da bölgesel ittifaklar aşırı derecede güçlenmektedir. Böylece, kriz sirkülasyonu, sağlanan yardımlarla ileride kendi benliğini kazanıp ABD’nin karşısına çıkmaktadır. Şayet yıkılması düşünülen rejim yerel ittifak güçlendirilmeden yok ediliyorsa, güçsüz yerel ittifakın oluşturacağı yeni rejim sürekli halk tarafından ya da eski yöneticiler tarafından tehdit edilmektedir.<br /><br />Müdahaleyi öngören kriz ve sürdürülebilir üstünlük politikası amaçlanan bir hedeften çok, sonuçlar açısından ortaya çıkan bir durumdur ve bu politikaların ortaya koyduğu sonuçlar demokratik toplumlarda ve totaliter toplumlarda farklı olaylara neden olmuştur. Bu bilgiler ışığında 1917’den günümüze ABD müdahaleleri incelendiğinde, ortaya yedi temel özellik çıkmaktadır. ABD’nin tehdit algılamalarına paralel olarak müdahale edilen ülkeler;<br /><br />1- Varolan uluslararası sistemi benimsememektedirler,<br />2- Arzuladıkları sistemle, global ya da bölgesel bir tehdit oluşturabilmektedirler,<br />3- Gerçekleştirdikleri eylemlerle, ABD müdahalesini meşrulaştırmaktadırlar,<br /><br />4- Tehditleri saf dışı bırakan sistemler yeni krizlere neden olmaktadır (Japonya istisnadır),<br />5- ABD ile uyumlu bir rejim oluşturulana kadar, müdahale devam etmektedir,<br />6- Halkların özgürleştirilmesi yeterli bir bahane olarak görülebilmektedir.<br /><br />ABD’nin sürdürülebilir üstünlük politikası ve yarattığı kriz ortamı şu somut örneklerle daha net ifade edilebilir :<br /><br />ÖRNEK I :<br />Düzen: 19. Yüzyıl Sonu<br />Tehdit Eden: Almanya<br />Müdahaleyi Meşrulaştıran: Avrupa<br />Sonuç: I. Dünya Savaşı<br />Çözüm: Wilson Prensipleri<br />Yeni Kriz: Milliyetçilik<br /><br />ÖRNEK II :<br />Düzen: I. Dünya Savaşı Sonrası<br />Tehdit Eden: Almanya-Japonya<br />Müdahaleyi Meşrulaştıran: Pearl Harbour<br />Sonuç: II. Dünya Savaşı<br />Çözüm: ABD Temelli Yasalar<br />Yeni Kriz: Berlin Buhranı<br /><br />ÖRNEK III :<br />Düzen: II. Dünya Savaşı Sonrası<br />Tehdit Eden: Sovyetler<br />Müdahaleyi Meşrulaştıran: Komünist Yayılma<br />Sonuç: Soğuk Savaş<br />Çözüm: Yeşil Kuşak<br />Yeni Kriz: Radikal İslam ve Global Terör<br /><br />ÖRNEK IV :<br />Düzen: Soğuk Savaş<br />Tehdit Eden: İran<br />Müdahaleyi Meşrulaştıran: İran İslam Devrimini Yayma<br />Sonuç: İran-Irak Savaşı<br />Çözüm: Irak’a Destek<br />Yeni Kriz: Irak<br /><br />ÖRNEK V - a :<br />Düzen: Soğuk Savaş Sonrası<br />Tehdit Eden: Irak<br />Müdahaleyi Meşrulaştıran: Kuveyt<br />Sonuç: Irak’ın Kuvet’i İşgali<br />Çözüm: I. Körfez Savaşı<br />Yeni Kriz: Orta Doğu’da gerginlik<br /><br />ÖRNEK V - b :<br />Düzen: Soğuk Savaş Sonrası<br />Tehdit Eden: Terörizm<br />Müdahaleyi Meşrulaştıran: 11 Eylül<br />Sonuç: Afganistan Operasyonu<br />Çözüm: Afganistan’ı Yeniden Yapılandırma<br />Yeni Kriz: Afganistan’da gerginlik<br /><br />ÖRNEK VI :<br />Düzen: 11 Eylül<br />Tehdit Eden: İran-Irak-Kuzey Kore<br />Müdahaleyi Meşrulaştıran: Terörizme Destek-Nükleer Silah-Özgürlük<br />Sonuç: II. Körfez Savaşı<br />Çözüm: Irak’ı Yeniden Yapılandırma<br />Yeni Kriz: Irak’ta İç Savaş<br /><br /><a name="_Toc46330259"></a><a name="_Toc45901493"></a><a name="_Toc46330252">2. ABD’nin Müdahale Mantığını Meşrulaştıran Somut Süreç : </a>11 Eylül 2001<br /><br />Dünya Soğuk Savaşın bitişine sevinememişti. Eski Sovyet Bölgelerinde ardı ardına patlayan krizler yeni çözümler beklemekteydi. Herkes tek kalan bir süper gücün yeni krizler karşısında neler yapacağını bekliyordu. Zira, Sovyetlere karşı gücünü korumayı başaran ABD sistemi yeniden yapılandıracaktı. Fakat dönem, konvansiyonel savaş sonrası bir süreç değildi. Yeni düzenlemelerin yapılmasını ve sistemin gözden geçirilmesini gerektirecek global bir tehdit yoktu. Samuel Huntigton ise aynı fikirde değildi, ona göre, medeniyetler arasındaki bir çatışma tüm dünyayı global bir krize sürükleyebilirdi. Batılı ve Batılı olmayan arasındaki bu mücadele tüm dünyayı içinden çıkılmaz bir sürece sokabilirdi.<br /><br />Zihinler tam bu sorudan kurtulmuştu ki 11 Eylül terör eylemi gerçekleşti. İddialara göre bazı El-Kaide militanları, liderleri Usame Bin Laden’in emriyle kaçırdıkları uçaklarla ABD’nin egemenlik sembollerini vurmuştu. Dünya büyük bir şoktaydı. Başkan Bush, Afganistan’ı, El-Kaide’yi ve liderini barındıran Taliban yönetimini direkt hedef olarak gösteriyordu. Bush, ABD’nin terörle olan savaşında safları şöyle belirliyordu: ‘Bizimle olanlar ve teröristler.’ Bu saflaşmaya kimse karşı çıkamıyor ve dünya her geçen gün Bush’un yeni bir açıklaması ile sarsılıyordu. Şer ekseni benzetmesi ile zihinlere yeni hedefler kazınıyordu; İran, Irak ve Kuzey Kore gibi. Ayrıca Bush’un ‘Haçlı seferi benzetmesi’ amacını aşan bir açıklamadan ya da bir gaftan çok adrese teslim bir mektup gibiydi.<br /><br />ABD’nin yeni hedefi, otoriter yönetimler tarafından İslam ülkelerine demokrasi getirmekti, bir başka deyişle, ABD’nin asıl amacı, Orta Asya ve Ortadoğu’daki uyumsuz devletleri kendisiyle ılımlı hale getirmekti. Bu operasyonlar yapılırken bir yandan da Çin ve İran’ın çevrelenmesi tamamlanacaktı. Bu amaçla 7 Ekim 2001 tarihinde Afganistan operasyonu başlatıldı. Sovyetlere karşı, ABD ile aynı saflarda savaşan Afganistan şimdi yeni tehdidin merkezi idi. SSCB'ye karşı yürütülen mücadelenin sona ermesiyle birlikte, Afgan savaşı sırasında Mücahitlerin eğitimi ve barınması için oluşturulan kampların bir çoğunun kapandığı, geriye kalanların ise ülkelerine dönemeyen eski ve yeni nesil Mücahitler tarafından kullanılmaya başlandığı, böylelikle Afganistan'ın, radikal İslamcı terörün dünya'ya yayıldığı, sığınma ve eğitim merkezlerinden birisi haline geldiği bilinmekteydi. Yeni ittifak Kuzey Cephesi idi. İki ay gibi kısa sayılacak bir sürede operasyon tamamlanmış ve Hamid Karzai başa getirilmişti.<br /><br />Bundan sonraki ilk hedef Irak idi. Irak’la ilgili çeşitli iddialar gündemi işgal etmeye başlamıştı. Irak, El-Kaide ilişkisi ispatlanmaya çalışılmış, fakat bu ispatlanamayınca Irak’ın nükleer silahlara sahip olduğu gündeme getirilmişti. ABD sert bir üslupla Saddam’dan tüm nükleer silahları imha etmesini istiyordu. Silah denetçilerini dışlayan Saddam, savaş tehdidi nedeniyle, kapısını tekrar silah denetçilerine açmak zorunda kalıyordu. Bu arada ABD yetkilileri bölgede bulundukları temaslarla, ülkelerden operasyon için destek istiyordu. ABD operasyonu yapmaya karalıydı ancak yine de operasyona meşruluk kazandırmak amacıyla BM güvenlik konseyinden bir karar çıkartıyordu. (Silah denetçilerinin nükleer silah bulması meşru savaş sebebi sayılacaktı) Bununla birlikte, ABD ve İngiltere bölgeye asker yığmaya devam ediyordu. Barzani ve Talabani, Irak Operasyon’unun iki kilit ittifakı olarak görülüyordu. Operasyon tartışmaları BM’in, NATO’nun ve AB’nin tüm yapısını alt üst ediyordu. Soğuk Savaş sonrası, ABD çabaları ile birleşen Almanya, ABD karşında yeniden bir güç ittifakı ile karşı tavır sergiliyordu. Denetçiler ülkede hiçbir nükleer silah belirtisine rastlayamadıklarını vurguladıkları dönemde, gündem Saddam’ın ne kadar meşru olduğu sorusuyla ilgilenmeye başlamıştı. Uluslararası kamuoyu silah denetçilerinin raporu, barış girişimleri ile meşgulken 16 Mart tarihinde ABD, Saddam ve ailesine Irak’tan ayrılmaları için 48 saat tanıyordu. Sürenin dolmasına saatler kala II. Körfez Savaşı başlıyordu.<br /><br />Aslında, ABD’yi 11 Eylül sürecinden II. Körfez Savaşına getiren sebepler yeni değildi. I. Dünya Savaşı’ndan bugüne ABD’nin taleplerinde sürekli değişmeler olduysa da arzusu hep aynı kalmıştı uluslararası sistemi şekillendirebilmek. Bu hedefte karşısına çıkan rakipleri yenmesi, onun sadece sistemi korumasına yardımcı olmamış, aynı zamanda sistemde yeni düzenlemeler yapmasına da fırsat tanımıştı. Fakat, ABD rakiplerini yok ederken kullandığı ittifaklar, çözümler ve oluşturulan yeni düzenler, hesapta olmayan birçok sorunu da beraberinde getirmişti. Bu açıdan 11 Eylül sürecindeki bu iki ABD operasyonun kısa vadede Ortadoğu ve Orta Asya’da istikrar sağlasa da, orta ve uzun vadede yeni krizlerin habercisi olduğunu dile getirmek yanlış olmasa gerek.<br /><br />3. ABD’nin Sürdürülebilir Üstünlük Politikası : İkinci Irak Müdahalesi<br /><br />İkinci Körfez Savaşı’nın aslında George Walker Bush’un başa gelmesiyle başladığı söylenebilir. Clinton’dan sonra Amerikan yönetiminin başına gelen George Walker Bush’un oluşturduğu kabinede Powell, Rumsfeld, Cheney gibi babasının kabinesinde yer almış isimler bulunuyordu. Bush yönetiminin iktidara yerleşmesinden sonra dış politikada Çin ile yaşanan gergin ilişkiler ve Avrupa ile yaşanan kısa süreli ilişkiler dışında çok önemli bir olay gerçekleşmemişti. Ancak ABD’nin tarihinde yaşadığı en önemli olaylardan biri olan 11 Eylül saldırıları ile dünya siyaseti yeni bir dönemece girmişti. Dünya Ticaret Merkezi’ne yapılan bu saldırılar bütün dünyanın teröre bakışını değiştirmişti.<a title="" style="mso-footnote-id: ftn13" href="http://www.blogger.com/post-create.g?blogID=7485590980046694453#_ftn13" name="_ftnref13">[13]</a> Bu saldırılardan El-Kaide örgütü ve onun başı Usame Bin Ladin sorumlu tutulmuş, Afganistan’daki Taliban yönetiminden Usame Bin Ladin’i isteyen ABD olumsuz yanıt almış <a title="" style="mso-footnote-id: ftn14" href="http://www.blogger.com/post-create.g?blogID=7485590980046694453#_ftn14" name="_ftnref14">[14]</a> ve Afganistan’a operasyon kararı vermiştir. Afganistan’a düzenlenen operasyon esnasında ABD; Özbekistan, Tacikistan ve Türkmenistan’a üs kurarak bu bölgelerdeki etkinliğini arttırmış ve Orta Asya bölgesinde rahat bir yerleşim sağlayabilmiştir.<br /><br />Amerikan Başkanı Bush, 11 Eylül saldırıları ve Afganistan’a yapılan askeri müdahale ile eşzamanlı olarak Ulusal Güvenlik Stratejisi ve Bush doktrini şeklinde anılan bir belgeyi sunmuştur. Eylül 2002 tarihli “ABD'nin Ulusal Güvenlik Stratejisi” başlıklı 31 sayfalık belge, 9 ana başlık ve bir giriş metninden oluşmaktadır.<a title="" style="mso-footnote-id: ftn15" href="http://www.blogger.com/post-create.g?blogID=7485590980046694453#_ftn15" name="_ftnref15">[15]</a> Bu belgeye göre, ABD'nin öncelikli ulusal stratejisi, özgür ve demokratik yönetimlerin kurulması konusundaki çabaların uluslararası örgütlerin desteği ile sağlanmasıdır. Bu stratejide, düşmanı bertaraf ederek dünya gücü olması nedeniyle özgürlük, özellikle de ekonomik özgürlük konusunda kendisini dünyadan sorumlu bir aktör olarak ilan etmesiyle birlikte ABD, öncelikli tercihlerini çok da ayrıntılı olmayan alt başlıklar içinde sıralamıştır. Dünyanın bütününe farklı ilişki türleriyle de olsa yayılmış her küresel oyuncu, istikrarsızlıklardan doğal olarak sorumludur. Açıklanan strateji ile önleyici vuruş çerçevesinde ABD, dünyanın birçok yerine kendi başına müdahale edebileceğini vurgulamıştır.<a title="" style="mso-footnote-id: ftn16" href="http://www.blogger.com/post-create.g?blogID=7485590980046694453#_ftn16" name="_ftnref16">[16]</a> Bu stratejiye göre;<br /><br />-terörizmi destekleyen ya da terörist olanlar, -kız çocuklarını okutmayanlar (Müslüman toplumlar),<br />- totaliter rejimler (belirli bir ideoloji çerçevesinde örgütlenmiş tek parti rejimleri),<br />- tehlikeli teknoloji kullananlar (kimin için tehlike oluşturduğu bilinmese de, burada<br />kastedilen kitle imha silâhları bulunduran bazı kişi ve devletlerdir),<br />-radikal topluluklar,<br />-ve tüm bunlara yardım edip kolaylık sağlayanlardır.<a title="" style="mso-footnote-id: ftn17" href="http://www.blogger.com/post-create.g?blogID=7485590980046694453#_ftn17" name="_ftnref17">[17]</a><br /><br />Bush doktrini diye adlandırılan doktrin ise temel olarak şu amaçları gütmektedir:<br />-Terörizme karşı açılan savaşı kazanmak, terör şebekelerini, saldırgan devletleri ve teknolojiyi birbiri ile ilintili olarak tanımlamak,<br />-Dünyanın diğer güçleriyle iyi ilişkiler kurmak,<br />-Tüm dünyada özgür ve açık toplumları teşvik etmek.<br /><br />Doktrinin şekillendiği unsurlardan biri olan Ulusal Güvenlik Stratejisi 3 temel öğeyi barındırmaktadır:<br /><br />Önleyici Müdahale: ABD terör tehditlerini, bölgesel çatışmaları ve silahlanmanın yayılmasını önlemek amacıyla; diplomasi, kanun yaptırımı, silah denetimi ve ihracat kontrolü gibi stratejileri aktif bir biçimde kullanmayı planlamaktadır.<br />Önceden Müdahale: Terör tehlikelerine ve saldırgan olabilecek haydut devletlere karşı önceden güç kullanma anlamına gelen bu kavram, Bush Doktrininin temel taşıdır. Buna göre sadece acil durumlarda güç kullanma anlayışı geçerliliğini yitirmiştir.<br />Savunma: ABD hiçbir gücün kendisine meydan okuyamayacağı bir askeri güce sahip olmalıdır. Bu doğrultuda ABD, füze savunma sistemi ile savunma kapasitelerini artırarak hem kendisini hem de müttefiklerini daha iyi koruyabilecek hale gelecektir.<a title="" style="mso-footnote-id: ftn18" href="http://www.blogger.com/post-create.g?blogID=7485590980046694453#_ftn18" name="_ftnref18">[18]</a><br /><br />Bu doktrin ve Ulusal Güvenlik Stratejisi ile; ABD’nin Irak’a yapacağı askeri bir müdahale Amerikan halkı nezdinde yasallaştırılmak istenmiş ve gerekirse ABD’nin bu müdahaleyi tek başına yapabileceği belirtilmiştir. ABD’nin Güvenlik Stratejisi’nde Irak’ın telaffuz edilen birçok özelliği içinde barındırması doktrinin hedef aldığı kitleyi göstermesi açısından ilgi çekicidir. Ancak doktrinde, kız çocuklarını okutmayanları dahi terörist kategorisine sokan ABD başta İran olmak üzere birçok Müslüman ülkeyi de hedef kitlesi haline getirmiştir. Aynı zamanda totaliter rejimler, tehlikeli teknoloji kullananlar gibi kimin hedef alındığı ya da alınacağı net bir şekilde belirtilmeyen bir ifadeyle birçok ülke de ABD’nin saldırı tehdidine maruz kalabilecek duruma getirilmiştir. Daha önceden Şer Ekseni diye adlandırdığı İran, Irak ve Kuzey Kore gibi ülkelere<a title="" style="mso-footnote-id: ftn19" href="http://www.blogger.com/post-create.g?blogID=7485590980046694453#_ftn19" name="_ftnref19">[19]</a> ve sistemini kendisine uygun görmediği birçok devlete karşı politikalarını artık daha yasal bir zeminde ve daha rahat ve tehditkar kelimeler kullanarak ifade edebilecekti.<br /><br />ABD’nin Irak’a düzenlediği müdahalenin temelleri çok daha öncelere dayanmaktadır. ABD’de önem arz eden bir grup, dönemin Amerikan Başkanı Clinton’a bir mektup yazarak şu ifadeleri kullanmıştır:<br />26 Ocak 1998<br />Sayın Başkan,<br />Size (bu mektubu) yazmamızın nedeni, Irak'a yönelik mevcut ABD politikasının başarısız olması ve yakın bir gelecekte Ortadoğu'da, Soğuk Savaş'ın sona ermesinden bugüne değin gördüklerimizden çok daha ciddi bir tehditle karşılaşmamız ihtimalidir. Yakında yapacağınız Birliğin Durumu konuşmanızda, bu tehdide yanıt verecek açık ve kararlı bir eylem planı ortaya koyma fırsatınız bulunmaktadır. Bu fırsatı kaçırmamanızı ve ABD'nin ve bütün dünyadaki dost ve müttefiklerinin çıkarlarını koruyacak yeni bir stratejiyi kesin bir dille açıklamanızı ısrarla tavsiye ediyoruz. Bu strateji her şeyden önce Saddam Hüseyin rejiminin iktidardan uzaklaştırılmasını hedeflemelidir. Bu zor, ancak gerekli girişim için gereken her türlü desteği vermeye hazırız. Aylardır, Saddam Hüseyin'in 'çevrelenmesi' stratejisi sürekli aşınmaktadır. Son olayların da gösterdiği üzere, Saddam Hüseyin'in BM denetçilerini engellediği durumlarda, BM yaptırımlarını sürdürmek veya Saddam'ı cezalandırmak için Körfez Savaşı müttefiklerimize bağımlı kalmaya artık devam edemeyiz. Saddam Hüseyin'in kitle imha silahları üretmemesini sağlama imkanımız ciddi şekilde azalmıştır. Sonuçta top yekun denetim başlasa bile -bugün bu ihtimal çok zayıftır- Irak'ın kimyasal ve biyolojik silah üretimini denetlemenin imkansız değilse de çok zor olduğu tecrübe ile sabittir. Denetçilerin birçok Irak tesisine uzun zamandır girememiş olmaları, Saddam'ın bütün sırlarını açığa çıkartabilmeleri ihtimalini zayıflatmaktadır. Sonuç olarak, pek uzak olmayan bir gelecekte, Irak'ın bu silahlara sahip olup olmadığı hususunda makul bir yargıya varmamız mümkün olmayacaktır. Bu belirsizlik, kendi başına, bütün Ortadoğu'da ciddi istikrarsızlık unsuru olacaktır. Saddam'ın kitle imha silahlarını fırlatma imkanına kavuşması durumunda -bu mecrada devam ettiğimiz takdirde bu imkana kavuşması hemen hemen kesindir- bölgedeki Amerikan birliklerinin, İsrail gibi müttefiklerimizin ve dostlarımızın güvenliğinin ve dünya petrol arzının önemli bir bölümünün tehlikeye sokulacağını ilave etmeye gerek bulunmamaktadır. Sizin tarafınızdan da doğru bir şekilde açıklandığı üzere Sayın Başkan, 21. yüzyılın dünyasının güvenliğini büyük ölçüde bu tehditle ne şekilde başa çıkacağımız belirleyecektir.<br />Tehdidin büyüklüğü dikkate alındığında, koalisyon müttefiklerimizin sarsılmamaları ve Saddam Hüseyin'in işbirliği yapması temelindeki mevcut politika, tehlike arz edecek ölçüde yetersizdir. Kabul edilebilir tek strateji, Irak'ın kitle imha silahlarını kullanmasını veya kullanma tehdidinde bulunması ihtimalini bertaraf edecek bir stratejidir. Bunun yakın vadedeki anlamı, diplomasi belirgin bir şekilde başarısız kaldığı için, askeri harekat yapmayı kabullenmektir. Uzun vadedeki anlamı ise, Saddam Hüseyin'in ve rejiminin iktidardan uzaklaştırılmasıdır. Amerikan dış politikasının bundan sonraki hedefi bu olmalıdır. Bu hedefi ortaya koymanızı ve yönetiminizin (hükümetinizin) dikkatini Saddam Hüseyin'in iktidardan uzaklaştırılmasını sağlayacak bir stratejiye yöneltmenizi şiddetle tavsiye ediyoruz.<br />(Strateji), birbirinin tamamlayıcısı olacak diplomatik, siyasi ve askeri çabaların sarf edilmesini gerektirecektir. Bu politikanın uygulanmasının zorluklarını ve tehlikelerini bilmekle birlikte, bunu yapmamanın yaratacağı tehlikelerin çok daha büyük olacağına inanıyoruz.<br /><br />BM Güvenlik Konseyi Kararları'nın, Körfez Bölgesi'ndeki hayati çıkarlarımızı korumak için, askeri seçenek de dahil olmak üzere, ABD'ye gerekli önlemleri alma hakkı tanıdığını düşünüyoruz. Her hal ve karda, Amerikan politikası, BM Güvenlik Konseyi'nde oydaşma (konsensüs) sağlanması hususundaki yanlış ısrarla felce uğratılmamalıdır. Size (kati ve) kararlı şekilde harekete geçmeyi şiddetle tavsiye ederiz. ABD ve müttefiklerine yönelik kitle imha silahı tehdidini bertaraf etmek için harekete geçtiğiniz takdirde, ülkemizin en hayati ulusal güvenlik çıkarları doğrultusunda hareket etmiş olacaksınız. Zayıflık ve rehavete dayanan bir davranışa sürüklendiğimiz takdirde, çıkarlarımızı ve geleceğimizi riske sokacağız.<br /><br />Saygılarımızla.Elliot Abrams , Jeffrey Bergner, Francis Fukuyama, William Kristol, Donald Rumsfeld, Paul Wolfowitz, Richard L. Armitage, John Bolton, Robert Kagan, Richard Perle, William Schneider, R. James Woolsey, William J. Bennett, Paula Dobriansky, Zalmay Khalilzad, Peter W. Rodman, Vin Weber, Robert B. Zoellick<a title="" style="mso-footnote-id: ftn20" href="http://www.blogger.com/post-create.g?blogID=7485590980046694453#_ftn20" name="_ftnref20">[20]</a><br /><br />Bu mektubu yazanlara dikkatle bakıldığında ABD’de operasyonun çok önceden planlanmış olduğu anlaşılacaktır. Francis Fukuyama “tarihin sonu”nu ilan ettikten sonra böyle bir mektuba imza atarak tarihin çok daha farklı bir yerinde olduğunu göstermiştir. Robert Kagan ABD’nin hegemonik gücü üzerine yazdığı makalelerle bilinen bir kişidir. Donald Rumsfeld ve Paul Wolfowitz gibi isimler günümüz Amerikan yönetiminin önemli isimlerinin ve düzenlenen operasyonun fikir babalarının başında gelmektedir. Bu da Irak’a düzenlenen askeri operasyonun aslında 11 Eylül saldırılarından çok öncelere dayandığını göstermektedir.<br /><br />Müdahaleden önce uluslararası toplumun özellikle de Avrupa devletlerinin desteğini almaya ya da en azından gelebilecek tepkiyi en aza indirmeye çalışan Amerikan yönetimi; silah denetçilerini yeniden ülkeye çağıran Saddam yönetiminin çağrısını dikkate alarak Birleşmiş Milletler Silah Denetçileri Komisyonu’nu yeniden Hans Blix başkanlığında harekete geçirmiş, bu çabalar Muhammed El-Baradey başkalığındaki BM Atom Enerjisi Kurumu tarafından da takip edilmiştir. Silah denetçileri yayınladıkları raporlarda Irak’ta şüphe çeken unsurların varlığına rağmen kitle imha silahlarına ait çok somut delillere rastlamadıklarını dile getirmişlerdir. Özellikle de 2 Şubat 2003’te silah denetçilerinin sunduğu raporda benzer ifadelerin kullanılması üzerine dönemin Amerikan Dış İşleri Bakanı Donald Rumsfeld BM Güvenlik Konseyi üyelerine yapılacak müdahale için kararın çıkarılması gerektiğini, bunun olmaması durumunda ABD’nin tek başına hareket edeceğini belirtiyordu.<a title="" style="mso-footnote-id: ftn21" href="http://www.blogger.com/post-create.g?blogID=7485590980046694453#_ftn21" name="_ftnref21">[21]</a><br /><br />Avrupa kıtasında ise ABD’nin Irak’a yönelik politikasını şiddetle eleştiren Fransa’nın yanında Almanya ve daha az bir oranda olmak üzere Belçika’nın sorunu daha barışçıl yollarla çözme ve BM silah denetçilerinin kesin kararının beklenmesi yönündeki tavrına rağmen özelikle İngiltere ABD’nin politikalarını açık şekilde destekleyici bir rol üstlenmiş ve ABD’ye başta politik ve askeri olmak üzere her türlü desteği açık şekilde vereceğini belirtmişti. Özellikle Fransa’nın muhalif tutumu BM Güvenlik Konseyi’nde de devam etmiş ve Fransa dünya savaş karşıtı kesimin adeta temsilcisi konumuna gelmiştir. Müdahale için 1441 sayılı BM kararının yeterli olacağını ve yeni bir karara gerek olmadığını belirten ABD, İngiltere ile birlikte Avrupa’da oluşan muhalefeti önemsememe yönünde tavır almıştı.<br /><br />Bu esnada NATO da örgüt tarihinin en derin anlaşmazlıklarından birini yaşamıştır. Avrupalı bir takım güçlerin örgütün lokomotif gücü sayılabilecek ABD’yle sürtüşme içinde olması ve Avrupa devletlerinin kendi ekonomi, güvenlik ve siyasetini belirlemede ABD’den daha bağımsız bir yapılanma ve uluslararası düzen istekleri Avrupa kıtasının ABD’den kopmasının temel göstergeleri olmuştur.<a title="" style="mso-footnote-id: ftn22" href="http://www.blogger.com/post-create.g?blogID=7485590980046694453#_ftn22" name="_ftnref22">[22]</a> Şubat ayı boyunca süregelen kriz, özellikle Türkiye’nin güvenliğinin sağlanması hususunda bu ülkeye yerleştirilmesi hedeflenen Patriot bataryalarına ilişkin olarak Fransa, Almanya ve Belçika’nın olumsuz oy kullanmalarını takiben daha kesin ve derin bir hal almıştır. NATO örgütünün kurucu anlaşmasının 4. maddesi gereğince güvenliğinin teminini isteyen Türkiye’nin bu istekleri ABD politikalarıyla uyumlu olmasına rağmen alınması planlanan karar veto engeline takılmış ve bu sorun ancak Almanya ve Belçika’nın ikna edilmesiyle Fransa’nın yer almadığı NATO’nun Savunma Planlama Komitesi’nde halledilebilmiş ve en erken 20 gün, en geç bir ay içinde Türkiye’nin istediği savunma sisteminin konuşlandırılması kararlaştırılmıştı.<a title="" style="mso-footnote-id: ftn23" href="http://www.blogger.com/post-create.g?blogID=7485590980046694453#_ftn23" name="_ftnref23">[23]</a><br /><br />NATO’daki bu tartışmalardan sonra Avrupa Birliği’ne üye devletler arasında çok daha derin bir sorun baş göstermiştir. Bu tartışmalar; Avrupa kıtasında AB ülkeleri arasındaki zihniyet farklılığının ulusal çıkarlarla uyuşmayınca ne kadar derinleşebileceği, ortak bir AB güvenlik ve dış politikası belirlemenin ne denli zor olduğu, Avrupa Birliği’nin ABD karşısında bir alternatif blok olarak doğabilmesi için henüz yeterli olgunluğa erişemediği ve ulus-devlet kıskacından kurtulup tek ve ortak bir duruşu ifade edebilecek bir anlayıştan uzak olduğu şeklindeki olumsuz düşüncelerin doğmasına neden olmuştur. AB içinde özellikle Fransa’nın ve Almanya’nın savaş esnasında kendi yaklaşımlarını AB’nin ortak politikasıymış gibi göstermeye çalışması birliğe üye İngiltere, İtalya, Danimarka, İspanya ve Portekiz ile üye olmaya hak kazanmış Polonya, Çek Cumhuriyeti ve Macaristan’ın ABD’nin yanında yer aldıklarını belirtmeleriyle AB’deki çatlak ve ayırım iyice su yüzüne çıkmıştır. NATO’da da yer alan bu güçlerin benimsediği bu ABD yanlısı politika AB ülkelerinin ekonomi alanında gösterdikleri bütünleşme başarısını siyasal ve askeri anlamda henüz gösteremediğini açık bir şekilde ortaya koymuştur.<br /><br />Türkiye’nin yaşanan Irak krizi boyunca başlangıçta tüm barışçıl yolların denenmesini ve savaşa nihai çare olarak baş vurulmasını tavsiye eden bir politika izlemesi; ABD’nin saldırı için tavrını netleştirmesiyle daha farklı bir boyut kazanmış ve özellikle bazı askeri üslerin modernizasyonuna ilişkin 1. tezkerenin TBMM’den geçmesiyle ABD’nin Türkiye’ye taşıdığı askeri mühimmat sayısı artmış, aynı zamanda dönemin Dış İşleri Bakanı Yaşar Yakış ve Ekonomiden Sorumlu Devlet Bakanı Ali Babacan’ın ABD’ye yaptığı ziyaretler aracılığıyla Türkiye’nin isteklerinin ABD’ye iletilmesi yoğun bir diplomasi trafiğine yol açmıştı. Ancak 1 Mart’ta TBMM’de, Amerikan askerinin Türkiye üzerinden Irak’a girmesine ilişkin 2. tezkere oylamasında 260 hayır ve 264 evet oyu ile yeterli sayının elde edilememesi özellikle Türkiye ve dünya genelinde hayretle karşılanmış ve Türkiye’nin böyle kritik bir olayda olumsuz bir karar çıkarması ile birlikte ABD, savaş ile ilgili planlarında Türkiye’siz bir alternatifi askeri ve siyasi alanda bulma arayışı içine girerek savaş stratejisinde yeni bir yapılanmaya girişmiştir. Bu esnada Türkiye’de Siirt’te ertelenen 3 Kasım seçimlerinin yapılmasıyla Adalet ve Kalkınma Partisi’nin genel başkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın milletvekili olarak Meclis’e girmesi ve ardından başbakan olarak 59. Hükümeti kurması Türkiye’nin eş zamanlı olarak hem iç hem de dış politikada tarihinin en yoğun dönemlerinden birini yaşamasına yol açmıştır. Erdoğan’ın başbakan olarak seçilmesinden sonra askeri üslere ilişkin 3. tezkere Meclis’ten geçmiştir. Ancak, Türkiye’nin topraklarını kullanmadan Irak’a girmesi, ABD’nin Türkiye’ye ilişkin politikalarının değişip olumsuz bir niteliğe bürüneceğini gözler önüne sermiştir. Irak’ı tek başına işgale gücü yeten ve burada askeri üsler kurabilecek durumda olan bir ABD için Türkiye’nin özellikle Orta Doğu bağlamında öneminin azaldığı söylenebilir.<a title="" style="mso-footnote-id: ftn24" href="http://www.blogger.com/post-create.g?blogID=7485590980046694453#_ftn24" name="_ftnref24">[24]</a><br /><br />ABD’nin bu operasyonu düzenleme sebeplerini irdelemekte fayda bulunmaktadır. Bu sebepleri siyasal, ekonomik, stratejik sebepler ve güvenliğe ilişkin sebepler olarak sıralayabiliriz. Siyasal anlamda ABD’nin temel amacı; Soğuk Savaş’ın bitişiyle belirmeye başlayan ancak bir türlü oturtulamayan “Yeni Dünya Düzeni”ni tam manasıyla şekillendirerek, bu düzenin temel unsuru, itici gücü olmak ve dünyada kuracağı hegemonik düzen içerisinde kendi sistemini ve anlayışını oturtmaktır. Çünkü, dünya 1991’den sonra sistemlerin birleşebilme sürecini tam olarak gerçekleştiremediği ve asimetrik tehdit kaynaklarının nitelik, nicelik ve önem olarak büyük ölçüde arttığı bir yapıyla yüz yüze kalmıştır. Bu gelişme ile birlikte bu düzenin başat unsuru olan ABD, kendisine rakip olabilecek bir alternatifin olmayışı sebebiyle tek süper güç adı altında dünya hegemonyasına talip olmaya başlamıştır.<br /><br />Orta Doğu dünya ölçeğinde böyle bir düzenlemeye gitmek için en uygun yer olarak göze çarpıyordu. Çünkü bölge nispeten zayıf ve yapay olan yapısıyla dış müdahaleleri kolaylaştırmakta ve bölgesel rejimlerin devamını küresel aktörlerin tercihine bırakmaktadır.<a title="" style="mso-footnote-id: ftn25" href="http://www.blogger.com/post-create.g?blogID=7485590980046694453#_ftn25" name="_ftnref25">[25]</a> Dolayısıyla ABD’nin yeniden şekillendirme politikasının ilk durağı olarak karşımıza Irak çıkmaktadır. Bununla birlikte ABD kendi rejimine ters düşen ya da kendisine tehdit olabileceğini düşündüğü devletlere göz dağı verme eğilimi içerisine girmiştir. Bu devletlerinde başında hiç şüphesiz İran ve Suriye gibi Orta Doğu’nun iki önemli gücü bulunmaktadır. ABD, Suriye’nin Hamas, Hizbullah ve İslami Cihat gibi terörist örgütlerle yakın ilişkisi olduğunu ve bunlara destek verdiğini ısrarla vurgulamaktadır.<a title="" style="mso-footnote-id: ftn26" href="http://www.blogger.com/post-create.g?blogID=7485590980046694453#_ftn26" name="_ftnref26">[26]</a> Saddam Hüseyin gibi otoriter rejimlere karşı askeri önlemler de dahil birçok yola başvuracağını dile getiren Amerikan yönetimi başta Suriye ve İran’a karşı tehditkar tavrını açıkça sergilemiştir. Kendi demokratik yapısına aykırı olarak ilan ettiği bu devletlere karşı siyasetini daha da radikalleştirdiğinin emarelerini veren ABD Orta Doğu’da yeni bir yapılanmayı da uzun vadede faaliyete geçirmek istediğini göstermiştir.<br /><br />ABD, bu amaçlarının yanında İran’ı çevreleyerek etkinsizleştirmeyi ve İran’daki rejim üzerinde etkinlik kurmayı amaçlamaktadır. Serseri devletler diye adlandırdığı devletler üzerinde etkinlik kurmaya çalışıp onları sindirmeyi amaçlayan ABD’nin bu devletlerin başına Irak’ı ve İran’ı koyması son derece ilgi çekicidir. ABD’nin Şer Ekseni diye adlandırdığı devletlere - Kuzey Kore, İran ve Irak - yönelik sert politikalar uygulayacağı izlenimi Irak’a yapılan askeri müdahaleyle kendini göstermiştir. Doğu’dan Afganistan, güney’den Basra Körfezi ve batı’dan Irak aracılığıyla çevrelenmiş İran ABD’nin İran’a yönelik politikalarını şekillendirmede işini son derece kolaylaştıracaktır. İran’ın iyice yalnızlaştırıldığı bir ortamda kendi politikalarını ABD’yle ters düşmeyecek şekilde belirlemesi kuvvetle muhtemeldir. BM’i dikkate almayarak Irak’a askeri müdahaleyi gerçekleştiren ABD, İran politikalarında da benzer bir yolu izleyebileceğinin sinyallerini vermektedir. ABD’nin savaş sonrası oluşacak siyasal ortamı da düşünerek bu operasyona giriştiğini söylemek pek hatalı olmasa gerek. Çünkü bölgede özellikle Suudi Arabistan’da gelişmeye başlayan El-Kaide örgütünün liderinin Suudi Arabistanlı bir Arap olması ABD’nin Suud ailesine olan itimadında sarsılmalara yol açmıştır. ABD’nin, kendi politikalarını benimseyecek bir Irak yönetimini kurma eğilimi ile de hareket ettiği söylenilebilir.<a title="" style="mso-footnote-id: ftn27" href="http://www.blogger.com/post-create.g?blogID=7485590980046694453#_ftn27" name="_ftnref27">[27]</a><br /><br />Ekonomik anlamda yapılacak bir analiz ABD’nin politikalarının daha açık bir şekilde anlaşılmasını sağlayacaktır. ABD, ekonomik anlamda kendi sistemini girdiği yerlere götürme eğilimi taşıyan bir politika benimsemiştir. Yani ABD, girdiği ülkelerde kapitalist çıkarlarının en azından ABD’nin ekonomik çıkarlarıyla uyumlu, Amerikan mallarının pazarlanabileceği, serbest piyasa anlayışının en azından Amerikan şirketlerinin hareket sahasında serbestçe hareket edebileceği bir sistemin oluşturulmasına yönelik politikalar benimsemektedir. Çünkü ABD, kurulduktan kısa bir süre sonra aşırı üretimini dışa pazarlamış ve böylece kendi iç piyasasındaki üretim fazlasının dışarıda tüketilmesini sağlayarak ekonomisini dengeleyebilmiştir. Bu süreç benzer şekilde devam etmiş ve ABD, hem devlet olarak kendisinin hem de şirketlerinin daha rahat ve karlı bir şekilde hareket edebileceği bir ekonomik yapı oluşturarak kendi ekonomisini dünyanın en önemli ekonomilerinin başına geçirmiştir. Özellikle 1929 yılında yaşanan Ekonomik buhrandan ders çıkarmış olan ABD, Avrupa’ya Marshall Planı çerçevesinde yardımlar yapmış ve böylelikle ekonomik gelişim sağlanabilmiştir.<br /><br />Orta Doğu’da ise durum biraz daha farklı olup özellikle petrol karşılığında bölgeye silah ve Amerikan - Batı mallarının satılmasıyla bir anlamda petrole sahip devletlerde üstü kapalı bir bağımlılık oluşturulmuştur. Kapitalizmin ihracı süreci, 2. Dünya Savaşı’ndan sonra Avrupa devletleri ve Japonya için önemli ölçüde başarılı olmasına rağmen bu süreç dünyanın diğer bölgelerinde özellikle Orta Doğu’da pek önemli bir etkiye yol açmamış ve otoriter rejimler altındaki Orta Doğu devletleri kapitalist anlayışı benimsemek için herhangi bir gereklilik hissetmemişlerdir. Bölgeyi Amerikan malları için bir pazar yapma düşüncesi ABD’yi yönlendiren itici unsurlardan biridir.<br /><br />Bunun yanı sıra ABD’nin Irak’a müdahalesinde Irak’taki petrol rezervleri önemli bir yer tutmaktadır. ABD’nin petrol üretimi Suudi Arabistan’dan sonra ikinci sırayı almaktadır ve 350 milyon tonluk bir iç üretime sahiptir. Ancak ABD, petrol ithal eden ülkeler arasında 500 milyon ton ile ilk sırayı akmaktadır. ABD’nin 2001 yılı petrol tüketimi 850 milyon tondur.<a title="" style="mso-footnote-id: ftn28" href="http://www.blogger.com/post-create.g?blogID=7485590980046694453#_ftn28" name="_ftnref28">[28]</a> Dünyanın en büyük petrol ithalatçısının dünya petrol rezervlerinin en fazla bulunduğu Orta Doğu bölgesini kendi politikalarıyla zıt düşen yönetimlere bırakması ABD’nin hayati çıkarlarıyla tamamıyla ters düşmekteydi. Kaldı ki ABD’nin küresel hegemonyasını devam ettirebilmesi için dünya petrolleri üzerindeki kontrolü tam ve etkin bir şekilde sağlaması gerekmektedir.<a title="" style="mso-footnote-id: ftn29" href="http://www.blogger.com/post-create.g?blogID=7485590980046694453#_ftn29" name="_ftnref29">[29]</a> ABD’nin Irak petrollerinin hakimiyetinden sonra İran’ı da çevreleyerek Hazar petrollerinin üretim ve dağıtımından sorumlu olması kendisine petrolün dünyaya dağıtılması hususunda çok büyük ayrıcalıklar sağlayacak ve dünyanın enerji kaynaklarının kontrolünü ve endüstriyel üretimini her an etkileyebilme gücünü elinde bulundurmasını temin edecektir. Zaten dünya hegemonyasına oynayan bir güç küresel anlamda kendi politikalarını devam ettirebilmek için enerji kaynaklarını ve özellikle petrolü kontrol etmek zorundadır. Amerikan yönetiminde ise petrol şirketleriyle yakın ilişki içinde bulunan ya da bu şirketlerde etkin noktalarda bulunmuş kişilerin varlığı ABD’nin bir noktada bu petrol şirketleri tarafından da etkilendiğini göstermektedir.<br /><br />ABD’nin Irak’a müdahalesinin diğer bir önemli sebebi ise güvenlik kaygılarına ve stratejik temellere dayanmaktadır. Bu güvenlik kaygılarının başında hiç şüphesiz Irak’ın sahip olduğu düşünülen kitle imha silahları gelmektedir. Kimyasal, biyolojik ve nükleer silahları kapsayan ve çok büyük yıkıma sebep olabilecek bir potansiyel taşıyan bu silahlar, dünyada sadece belli bir teknolojiye sahip ülkeler tarafından üretilmektedir ve bu ülkelerin arasında da başta ABD olmak üzere Avrupa’nın teknolojisi çok gelişmiş ülkeleri, Rusya Federasyonu, Çin ve diğer bazı devletler gelmektedir. Ellerinde kitle imha silahlarını barındıran büyük ve gelişmiş ülkeler bu silahları güvenliklerini sağlamanın ötesinde bir güç dengesi oluşturma ve bunu masada bir koz olarak kullanma eğilimi içerisine girmişlerdir. Ancak bu teknolojinin özellikle kimyasal ve biyolojik silahların üretilmesi, pazarlanması ve özellikle otoriter ve zengin ülkelere satılması gibi ticari bir eğilim doğmuş ve başta Sovyetler Birliği’nin halefi olan Rusya Federasyonu ve bazı Avrupalı ülkeler bu silahların teknolojisini pazarlamışlardır.<br /><br />Bu silahların Saddam Hüseyin gibi otoriter bir yöneticinin elinde olması ve 1988’de Halepçe’deki Kürtler’e karşı kullanması, bu tür otoritelerin bu silahları nasıl kullandıklarına dair gayet olumsuz bir izlenim oluşturmuştur. Bu tür silahları kendi halkı üzerinde kullanmaktan çekinmeyen Saddam yönetiminin taşıdığı potansiyel tehdit tüm dünyanın dikkatini bu ülke üzerine ve Orta Doğu’ya çevirmesine yol açmıştır. Potansiyel bir saldırgan izlenimi veren Saddam Hüseyin Kuveyt’i işgal ederek bu izlenimi güçlendirmiş ve Irak rejimi Saddam Hüseyin’in başkanlığı altında hem bölgenin hem de dünyanın barışını tehdit eder bir şekle bürünmüştür. Irak’ın bölge üzerindeki faaliyetleri Basra Körfezi’ndeki ülkelerin daha büyük bir güçten yani dolayısıyla ABD’den yardım isteme ve bir anlamda ABD’yi kendi güvenliklerinin bir garantörü olarak görme eğilimi içine girmesine yol açmıştır. Saddam Hüseyin ve Irak yönetimi genelde Orta Doğu’da özelde ise Basra Körfezi’nde ABD’nin varlığını dünyanın gözünde meşrulaştırmıştır.<br /><br />Kendisini bölge ülkelerinin hamisi gibi görmeye başlayan ABD, Körfez Savaşı’nın ardından Irak’ın silahsızlandırılması için BM şemsiyesi altında bazı yaptırımlar uygulama ve bu yaptırımlar neticesinde BM Silah Denetçilerinin kontrolü altında Irak’ı bu silahlardan arındırarak ülkeyi ve bölgeyi daha güvenli hale getirme politikasını benimsemiş, ancak bu politika da istenilen sonucu vermeyince başta İsrail olmak üzere Körfez ülkelerinin güvenliği ve Amerikan varlığının bölgede güvenli bir şekilde devamı için operasyon yoluyla bu silahları -eğer varsa ve ulaşabilirse- ortadan kaldırmayı amaç edinmiştir. Zaten ABD’nin Ulusal Güvenlik Stratejisi’nde de bu teknolojiyi kötüye kullananların terörist kabul edileceği açık şekilde ilan edilmişti. Dolayısıyla ABD kitle imha silahlarının dünyadaki denetimini de kendi inisiyatifine alma eğilimine girmiştir.<br /><br />ABD’yi böyle bir askeri müdahaleye götüren diğer bir önemli nokta ise İsrail’in güvenliğini sağlamak ve kendi çevresinde diğer devletlerin faaliyetlerinden tam olarak emin olamayacak bir düşünceden İsrail’i bağımsız kılmaktır. Her an bir terörist saldırının yaşanması endişesini taşıması ve her an terörist bir saldırı ile ölebilecek vatandaşlarının olması düşüncesi İsrail’in güvensizliğini artıran bir etken olmuştur. Kurulduğu andan itibaren dört defa kendisini çevreleyen Arap devletleriyle savaşan ve bir kez de İngiltere ve Fransa’yla birlikte Mısır’a saldıran İsrail her an Filistin’de uyguladığı politikalar ve sert yöntemlerden dolayı tepki alabilecek veya terörist bir saldırıya uğrayabilecek bir psikoloji ile yaşamak durumundadır. Filistin’de bir Arap devletinin temelleri atılıncaya kadar bu durumun devam etmesi ise kuvvetle muhtemeldir. Herhangi bir siyasi çözümün olabilmesi için İsrail terörist saldırılarının sona erdirilmesini şart koşan Arap tarafının Filistin Kurtuluş Örgütü gibi grupların etrafında çevrelenmesi ve faaliyette bulunması çözüm süreçlerinin sürekli sekteye uğramasına yol açmaktadır. İsrail’i asıl endişelendiren, Arap devletlerinden birinin güçlü bir şekilde silahlanmasını tamamlamış ve her an saldırıya geçebilecek, güçlü ve radikal bir Arap milliyetçiliğiyle hareket edecek bir yapı olarak Orta Doğu’da belirmesidir. Böyle bir devlet olma yolunda faaliyet gösteren ve İsrail’i direkt olarak hedef almaktan çekinmeyen ve Körfez Savaşı esnasında İsrail’e bir Scud füzesi yollayarak bu tepkisini dile getiren Irak sahnenin gerisinde İsrail’in güvenliğini tehdit edebilecek bir potansiyeli 1990’lar boyunca taşımıştır.<br /><br />İsrail, Orta Doğu bölgesinde ABD’nin politikalarını etkin bir şekilde uygulayabilen bir müttefik olarak hem ABD’nin hem de kendisinin işini son derece kolaylaştırmıştır. ABD’nin Orta Doğu’ya yaptığı hemen her müdahalenin arkasında durduğunu gösteren İsrail, ABD’nin sıklıkla terörle mücadele konusunda kendisine verdiği siyasal ve kimi kez hibe kimi kez de kredi olarak sunduğu ekonomik ve askeri yardımlarla çok sıkı bir işbirliği içerisinde olduğunu göstermiştir. ABD Kongresi’ne büyük miktarlarda paralar akıtan Yahudi lobisi güçlü diasporası ile ABD’nin özellikle Orta Doğu bağlamında benimsediği politikaları etkileyebilecek ve hatta bazen yönlendirebilecek bir güce sahiptir. Bu bağlamda Filistin meselesini olabildiğince kendi çıkarlarıyla uyumlu bir şekilde çözmeye çalışan İsrail, hem devlet hem de halk düzeyinde ABD’yi şiddetli bir şekilde desteklemiş ve ABD’nin yapacağı askeri müdahalenin başarıya ulaşmasının kendi güvenliği için hayati olduğu düşüncesiyle hareket etmiştir. Bundan dolayı, İsrail ABD’nin bölgede kuracağı hegemonyaya göz yummasını ve hatta ABD’nin diğer Arap devletlerine karşı uygulayacağı tehditkar politikayla bu devletleri baskı altında tutmasını kendi çıkarları doğrultusunda takip edecektir.<a title="" style="mso-footnote-id: ftn30" href="http://www.blogger.com/post-create.g?blogID=7485590980046694453#_ftn30" name="_ftnref30">[30]</a><br /><br />Stratejik bakımdan ABD’nin Irak’a güçlerini yerleştirmesi aslında ABD’ye Orta Doğu’da birçok noktaya direkt olarak müdahale edebileceği üs ya da üsler kurma fırsatı tanıyacaktır. Böylece ABD, Afganistan’da kendine yakın bir yönetimi başa getirdikten sonra üç Orta Asya ülkesine de yerleşerek aslında kendi varlığını uzun vadede garanti altına almış ve Irak’ta da kendisine yakın bir yönetimi yerleştirerek ve askeri mevcudiyetini kuracağı üslerle daha da sağlamlaştırarak bölgede hegemonik hakimiyetini oturtma ve ileride kendisine rakip olabilecek güçler karşısında bir anlamda gövde gösterisi yaparak “tek güç” olma düşüncesini kanıtlama amacı içerisindedir. Irak’ta bulunduracağı askeri varlık ile ABD önemli operasyonlarda Türkiye’ye olan kısmi bağımlılığını ortadan kaldıracak ve kendisi için gerekli kararların TBMM’de onaylanması gibi anayasal ve kanuni süreçlerle uğraşma ihtiyacı hissetmeden daha rahat hareket edebilme imkanına sahip olabilecektir. Aynı zamanda ABD, Basra Körfezi’ndeki askeri varlığını rahatlatacak ve herhangi bir saldırı tehdidinden bağımsız olacağı bir düzeni oturtabilecektir. ABD, bu sayede özellikle Körfez Savaşı’ndan itibaren sistematik olarak yerleştiği Basra Körfezi’ne şimdi tam anlamıyla oturacak ve Körfez’de neredeyse tam bir hakimiyet kuracaktır. Bu süreçten sonra Basra Körfezi onu çevreleyen ülkelerden bağımsız olarak ABD’den sorulacaktır.<br /><br />Son olarak, ABD coğrafi yönden çok stratejik bir konumda olan Irak’a yerleşerek İran’ı batıdan da kuşatma imkanına sahip olacaktır. Doğu’dan Afganistan, güney’den Basra Körfezi ile çevrelenen İran batı’dan da çevrelendiğinde ABD, herhangi bir müdahaleye kısa vadede ihtiyaç duymayarak İran’ı etki altına alabilecek fırsatı da ele geçirmiş olacaktır. Bu sayede kuzeydeki Hazar petrollerine doğru bir yay çizerek petrol coğrafyasına daha rahat hakim olabileceği bir yapılanma kurabilme fırsatını da eline geçirmiş olacaktır. Dolayısıyla bir yandan Türkiye’ye olan bağımlılığını azaltan ABD diğer yandan özellikle İran bağlamında siyasi ve ekonomik çıkarlar elde edebilecek ve bunu önemli bir baskı unsuru olarak kullanabilecektir.<br />4. Irak Özelinde Mevcut Güvenlik Sorunsalı<br />20 Mart gecesi başlayan askeri müdahale, yoğun propaganda faaliyetlerinin yaşandığı bir ortamda gerçekleşmiştir. Kısa süren ve çok sıcak bir çatışma ortamının yaşanmadığı bu savaş 9 Nisan günü sona ermiştir. Ancak, Irak’a düzenlenen bu operasyon ABD’nin Irak ve Orta Doğu bölgesine ilişkin siyasal, ekonomik hedeflerini karşılayamadığı gibi Irak kapsamında güvenliğe ilişkin sorunların operasyon öncesi Irak ortamının arz ettiği sorunlardan nitelik ve nicelik itibarıyla derinleşip, artmasına da sebep olmuştur.<br />Kaynakça<br /><br />Akşin, Deniz (2002). “Pax Americanın Prensipleri ve Amerikan Güvenlik Stratejisi: ABD’nin Emperyalist Yüzü”. Stratejik Analiz Dergisi , cilt.3, sayı.32.<br />Aron, Raymond (1967). Main Currents in Sociological Thought 2. London Reading and Fakenham.<br />Brezezinski, Zbigniew (1998). Büyük Satranç Tahtası. İstanbul: Sabah Yy.<br />Davutoğlu, Ahmet (2002). Stratejik Derinlik. İstanbul: Küre Yy.<br />Dedeoğlu, Beril (2002). “ABD’nin 21. Yüzyıl Stratejisi ve Olası Etkisi”. 2023 Dergisi.<br />Demirel, Emin (2002). Terör. İstanbul: IQ Kültür-Sanat Yy.<br />Hamilton, Lee (2003). “Bush Doktrini nedir? Irak Müdahalesi ve Amerika’nın Yeni Dünya Politikası” İktisat, İşletme ve Finans Dergisi, yıl. 18, sayı. 204.<br />http//www.aciksite.com<br />Kissinger, Henry (2000). Diplomasi. Ankara: Türkiye İş Bankası Kültür Yy.<br />Kocaoğlu, Mehmet (16 Nisan 2003). Röportaj. TGRT.<br />Koç, Şanlı Bahadır (2003). “Türk-Amerikan ilişkileri Üzerine Notlar: Ataerkil Yapıdan Tüccar Mantığına mı?”. Stratejik Analiz Dergisi, cilt.4, sayı.37.<br />Laçiner, Sedat (2003). “Irak Krizi: Orta Doğu’nun Yeniden Yapılandırılmasının İlk Aşaması mı?”. Stratejik Analiz Dergisi , cilt.3, sayı.35.<br />Oğuz, Esedullah (2001). Hedef Ülke Afganistan. İstanbul: Doğan Yy.<br />Orhan, Oytun (2003). “Irak Ooperasyonu Gölgesinde Suriye-ABD İlişkileri”. Stratejik Analiz Dergisi , cilt.3, sayı.35.<br />Özkan, Tuncay, 05 Şubat 2003, Akşam Gazetesi.<br />Radikal Gazetesi, 18 Şubat 2003.<br />Remarks of Donald Rumsfeld, www.strategicpage.com<br />Serdar, A. Seda, Banu Tepe (2003). “Irak Krizi Sonucunda Batı’da Kamplaşma ve NATO Krizi”. Stratejik Analiz Dergisi, cilt.3, sayı.36.<br />Taleb, Hasan Abu (2002). Al Ahram Weekly Dergisi, 3-9 Ekim 2002, (Çev. Alper Şen ). Stratejik Analiz Dergisi, cilt.3, sayı.34.<br />Thayer, Bradley A. (2003). “Irak’ta Beklenen Savaşın Nedenleri”. Stratejik Analiz Dergisi, cilt.3, sayı.33.<br />“The National Security Strategy of the United States of America”. Seal of the President, September 2002. <a href="http://www.whitehouse.gov/nsc/nss.html" target="_blank">http://www.whitehouse.gov/nsc/nss.html</a><br />Üşümezsoy, Şener (2003). “Petrol Şokunun Dünya Sistemine Etkisi” . Stratejik Analiz Dergisi, cilt.3, sayı.32.<br />2001 International Energy Agency Key World Energy Statistics.<br /><br /><a title="" style="mso-footnote-id: ftn1" href="http://www.blogger.com/post-create.g?blogID=7485590980046694453#_ftnref1" name="_ftn1">[1]</a> Aron, Raymond (1967). Main Currents in Sociological Thought 2. London Reading and Fakenham. ss.155-165.<br /><a title="" style="mso-footnote-id: ftn2" href="http://www.blogger.com/post-create.g?blogID=7485590980046694453#_ftnref2" name="_ftn2">[2]</a> Davutoğlu, Ahmet (2002). Stratejik Derinlik. İstanbul: Küre Yy., s. 41.<br /><a title="" style="mso-footnote-id: ftn3" href="http://www.blogger.com/post-create.g?blogID=7485590980046694453#_ftnref3" name="_ftn3">[3]</a> Kissinger, Henry (2000). Diplomasi. Ankara: Türkiye İş Bankası Kültür Yy., s. 4.<br /><a title="" style="mso-footnote-id: ftn4" href="http://www.blogger.com/post-create.g?blogID=7485590980046694453#_ftnref4" name="_ftn4">[4]</a> Kissinger, a.g.e., s. 447.<br /><a title="" style="mso-footnote-id: ftn5" href="http://www.blogger.com/post-create.g?blogID=7485590980046694453#_ftnref5" name="_ftn5">[5]</a> Kocaoğlu, Mehmet (16 Nisan 2003). Röportaj. TGRT.<br /><a title="" style="mso-footnote-id: ftn6" href="http://www.blogger.com/post-create.g?blogID=7485590980046694453#_ftnref6" name="_ftn6">[6]</a> Brezezinski, Zbigniew (1998). Büyük Satranç Tahtası. İstanbul: Sabah Yy. ss.39-40.<br /><a title="" style="mso-footnote-id: ftn7" href="http://www.blogger.com/post-create.g?blogID=7485590980046694453#_ftnref7" name="_ftn7">[7]</a>Dedeoğlu, Beril (2002). “ABD’nin 21. Yüzyıl Stratejisi ve Olası Etkisi”. 2023 Dergisi, ss.26-32.<br /><a title="" style="mso-footnote-id: ftn8" href="http://www.blogger.com/post-create.g?blogID=7485590980046694453#_ftnref8" name="_ftn8">[8]</a>Kissinger, a.g.e., s.6.<br /><a title="" style="mso-footnote-id: ftn9" href="http://www.blogger.com/post-create.g?blogID=7485590980046694453#_ftnref9" name="_ftn9">[9]</a> Kissinger, a.g.e., s. 8.<br /><a title="" style="mso-footnote-id: ftn10" href="http://www.blogger.com/post-create.g?blogID=7485590980046694453#_ftnref10" name="_ftn10">[10]</a> Aron, a.g.e, ss.155-165.<br /><a title="" style="mso-footnote-id: ftn11" href="http://www.blogger.com/post-create.g?blogID=7485590980046694453#_ftnref11" name="_ftn11">[11]</a>Dedeoğlu, a.g.m., ss.26-32.<br /><a title="" style="mso-footnote-id: ftn12" href="http://www.blogger.com/post-create.g?blogID=7485590980046694453#_ftnref12" name="_ftn12"></a><br />[12] http//www.aciksite.com<br /><a title="" style="mso-footnote-id: ftn13" href="http://www.blogger.com/post-create.g?blogID=7485590980046694453#_ftnref13" name="_ftn13">[13]</a> Demirel, Emin (2002). Terör. İstanbul: IQ Kültür-Sanat Yy., s.27.<br /><a title="" style="mso-footnote-id: ftn14" href="http://www.blogger.com/post-create.g?blogID=7485590980046694453#_ftnref14" name="_ftn14">[14]</a> Oğuz, Esedullah (2001). Hedef Ülke Afganistan. İstanbul: Doğan Yy., s.21.<br /><a title="" style="mso-footnote-id: ftn15" href="http://www.blogger.com/post-create.g?blogID=7485590980046694453#_ftnref15" name="_ftn15">[15]</a> “The National Security Strategy of the United States of America”. Seal of the President, September 2002. <a href="http://www.whitehouse.gov/nsc/nss.html" target="_blank">http://www.whitehouse.gov/nsc/nss.html</a><br /><a title="" style="mso-footnote-id: ftn16" href="http://www.blogger.com/post-create.g?blogID=7485590980046694453#_ftnref16" name="_ftn16">[16]</a> Dedeoğlu, a.g.m., ss.26-32.<br /><a title="" style="mso-footnote-id: ftn17" href="http://www.blogger.com/post-create.g?blogID=7485590980046694453#_ftnref17" name="_ftn17">[17]</a> Dedeoğlu, a.g.m., ss.26-32.<br /><a title="" style="mso-footnote-id: ftn18" href="http://www.blogger.com/post-create.g?blogID=7485590980046694453#_ftnref18" name="_ftn18">[18]</a> Hamilton, Lee (2003). “Bush Doktrini nedir?”. Irak Müdahalesi ve Amerika’nın Yeni Dünya Politikası. İktisat, İşletme ve Finans Dergisi, yıl.18, sayı.204, Mart 2003, s.9.<br /><a title="" style="mso-footnote-id: ftn19" href="http://www.blogger.com/post-create.g?blogID=7485590980046694453#_ftnref19" name="_ftn19">[19]</a> Akşin, Deniz (2002). “Pax Americanın Prensipleri ve Amerikan Güvenlik Stratejisi: ABD’nin Emperyalist Yüzü”. Stratejik Analiz Dergisi, Aralık 2002, cilt.3, sayı.32, s.54.<br /><a title="" style="mso-footnote-id: ftn20" href="http://www.blogger.com/post-create.g?blogID=7485590980046694453#_ftnref20" name="_ftn20">[20]</a>Özkan, Tuncay, Akşam Gazetesi, 05 Şubat 2003<br /><a title="" style="mso-footnote-id: ftn21" href="http://www.blogger.com/post-create.g?blogID=7485590980046694453#_ftnref21" name="_ftn21">[21]</a>Remarks of Donald Rumsfeld, www.strategicpage.com<br /><a title="" style="mso-footnote-id: ftn22" href="http://www.blogger.com/post-create.g?blogID=7485590980046694453#_ftnref22" name="_ftn22">[22]</a> Serdar, A. Seda, Banu Tepe(2003). “Irak Krizi Sonucunda Batı’da Kamplaşma ve NATO Krizi”. Stratejik Analiz Dergisi, Nisan 2003, cilt.3, sayı.36, ss.62-63.<br /><a title="" style="mso-footnote-id: ftn23" href="http://www.blogger.com/post-create.g?blogID=7485590980046694453#_ftnref23" name="_ftn23">[23]</a> Radikal Gazetesi, 18 Şubat 2003.<br /><a title="" style="mso-footnote-id: ftn24" href="http://www.blogger.com/post-create.g?blogID=7485590980046694453#_ftnref24" name="_ftn24">[24]</a> Koç, Şanlı Bahadır (2003). “Türk-Amerikan ilişkileri Üzerine Notlar: Ataerkil Yapıdan Tüccar Mantığına mı?”. Stratejik Analiz Dergisi, Mayıs 2003, cilt.4, sayı.37, s.54.<br /><a title="" style="mso-footnote-id: ftn25" href="http://www.blogger.com/post-create.g?blogID=7485590980046694453#_ftnref25" name="_ftn25">[25]</a> Laçiner, Sedat (2003). “Irak Krizi: Orta Doğu’nun Yeniden Yapılandırılmasının İlk Aşaması mı?”. Stratejik Analiz Dergisi, Mart 2003, cilt.3, sayı.35, s.34.<br /><a title="" style="mso-footnote-id: ftn26" href="http://www.blogger.com/post-create.g?blogID=7485590980046694453#_ftnref26" name="_ftn26">[26]</a> Orhan, Oytun (2003).“Irak Ooperasyonu Gölgesinde Suriye-ABD ilişkileri”. Stratejik Analiz Dergisi, Mart 2003, cilt.3, sayı.35, s.40.<br /><a title="" style="mso-footnote-id: ftn27" href="http://www.blogger.com/post-create.g?blogID=7485590980046694453#_ftnref27" name="_ftn27">[27]</a> Thayer, Bradley A. (2003). “Irak’ta Beklenen Savaşın Nedenleri”. Stratejik Analiz Dergisi, Ocak 2003, cilt.3, sayı.33, s.88.<br /><a title="" style="mso-footnote-id: ftn28" href="http://www.blogger.com/post-create.g?blogID=7485590980046694453#_ftnref28" name="_ftn28">[28]</a> 2001 International Energy Agency Key World Energy Statistics, s.78.<br /><a title="" style="mso-footnote-id: ftn29" href="http://www.blogger.com/post-create.g?blogID=7485590980046694453#_ftnref29" name="_ftn29">[29]</a> Üşümezsoy, Şener (2003). “Petrol Şokunun Dünya Sistemine Etkisi” . Stratejik Analiz Dergisi, cilt.3, sayı.32, s.72.<br /><a title="" style="mso-footnote-id: ftn30" href="http://www.blogger.com/post-create.g?blogID=7485590980046694453#_ftnref30" name="_ftn30">[30]</a> Taleb, Hasan Abu (2002). Al Ahram Weekly Dergisi, 3-9 Ekim 2002, (Çev. Alper Şen ). Stratejik Analiz Dergisi, Şubat 2003, cilt.3, sayı.34, s.52.</div>Gamze Güngörmüş Konahttp://www.blogger.com/profile/14874505075986951772noreply@blogger.com0